Kaynak: https://sarapdumanlari.wordpress.com/
Türkiye’de yetişip bir şekilde yolu Rusya’ya düşmüş
herkesin ilginç bir mutfak anısı vardır. İlginç demek iyimser bir tercih
aslında. Sözünü ettiğim anılar için kullanılabilecek sıfatlar ilginçten
başlayıp kişinin damak zevkine göre korkunca kadar gider. Bir keresinde
pişirdiğim mercimek çorbasına Rus kayınpederimin mayonezi boca edivermesi işte
böyle bir anıdır.
Tekil acayiplikler bir tarafa, Rus mutfağında en
garipsediğim şey, bu mutfağın olağanüstü homojen olması. Moskova’da da,
Novosibirsk’te de ocaklarda hemen hemen aynı yemekler pişer. İki şehrin
arasındaki saat farkının 3 olduğuna dikkat çekerim. Halbuki bizde bir ilçeden
diğerine geçerken bile dünya değişir.
Zaman geçtikçe sorular da birikiyor. Neden böyle?
Üniversite hocam neden mutfağında tonla ezik büzük, paslı bezelye kutusu
istiflemiş? Ruslar zeytine neden ilgisiz? Beyaz peynir nerede? Sığır etinden
kaynatılan sümüksü bir pelte nasıl oluyor da en ala votka mezesi sayılabiliyor?
Rus gıda sanayii, varoluşa düşman, kullanışsızlık abidesi paketleme
teknolojilerinde neden ısrarcı?
Moskova doğumlu Amerikalı yemek ve seyahat yazarı Anya von
Bremzen’in Sovyet Mutfak Sanatı, Yemek ve Hasret Anıları kitabı bu
soruların hepsine olmasa da bir kısmına gayet ikna edici yanıtlar getiriyor. En
azından ilk gençliği 1970’lere tekabül eden kayınpederimin mayonez sevdasının
nereden geldiğini biliyorum artık.
Yalnız Anya’nın anılarını sırf bu çerçevede değerlendirmek
büyük haksızlık (evet, müsaadenizle Anya diyeceğim kendisine, kitabı okuduktan
sonra muhtemelen siz de başka türlü seslenmek istemeyeceksiniz). Kitap
Rus-Sovyet kültürü üzerine bugüne dek okuduklarım arasında açık ara en iyisi.
Rus edebiyatı okumalarına eşlik edebilecek, kapsamlı, dev bir dipnot olarak
görmek de mümkün. Klasikler, Bulgakov, Zoşçenko, Averçenko, İlf ve Petrov,
Oleşa, Dovlatov, hatta Brodski ve Nabokov’u okurken muhakkak elinizin altında
bulundurmanızı öneririm. (Bu son ismin Anya’ya kitap boyunca en sık eşlik eden
edebiyatçı olduğunu, Brodski’nin de şiirlerinden ziyade düz yazılarını
kastettiğimi geçerken sıkıştırayım araya.) Edebiyatın dışına çıkıp Çernişevski,
Herzen, Lenin şeklinde uzatmak da mümkün listeyi. Bizzat içinde büyüdüğü Sovyet
gerçekliğine sırtını vererek bu filozofları komünal apartmanın mutfağına
gömüşünü izlemek, sosyalizme inanmayan biri olarak, ne yalan söyleyeyim, çok
hoşuma gitti.
Anmaya değer pek çok şey var Anya’nın yemek ve hasret
anılarında. Bloga daha önce Soyvet döviz
kaçakçılarıyla birlikte misafir ettiğim Anastas Mikoyan’ın 1930’larda
Amerika’dan burger ve kolayı getirmek isteyişi (s. 87), yine aynı bahiste
andığım 1957 festivalinin Sovyet gençliğini sonsuza kadar değiştirmesi ve
etkileri bugün bile devam eden zagranitsa (yurt dışı) fikrini inception
misali zihinlere ekmesi (s. 134), devletin sıradan insanın elinden çekip aldığı
dostluk, memleket, mutluluk, emek gibi sözcükler (s.135),
Anya’nın büyükannesi Alla’nın kansız ama kan donduran ve ortalama Rus
komünistinin zihin yapısını gözler önüne seren gulag hikayesi (s. 60), kitapta
net bir biçimde altı çizilmese de, okurun kendine çıkarabileceği bir sonuç
olarak Sovyet sosyalizminin, tıkandığı tarihsel kesitlerde kapitalizme, daha
doğrusu serbest ticarete dört elle sarılması bunlardan bazıları.
Yemeğe ve kültüre doyma, sonlara doğru da birkaç damla gözyaşı dökme garantisi vererek şiddetle tavsiye ediyorum.
Adet olduğu üzere, son bir not da Türkçe çeviri ve yayın
üzerine. Anya’nın kitabının aslı İngilizce. Özlem Yüksel’in çevirisini Yapı
Kredi Yayınları basmış. Editör Hülya Hatipoğlu.
Kitabın orijinal baskısı yanılmıyorsam 2013 tarihli. Makul bir sürede Türkçe okurla buluşturabildikleri ve elbette böyle bir kitabı yayımlama kararı verdikleri için YKY’yi tebrik etmek gerek. Kitabın Rusça çevirisinin 2014’te çıkacağı duyurulmasına rağmen hala ortalıkta görünmediğini belirteyim. Biz daha şanslıyız yani.
Özlem Yüksel’in çevirisinde anlamın çatladığı, kırıldığı
yer yok pek. Bu bakımdan elde temiz bir metin olduğu söylenebilir. Yalnız
günahı kesinlikle çevirmenin boynuna olmamak üzere başka bir sorun var. Metin
Rusçayla ve Rus kültürüyle o kadar dolu ki, neden Rusça bilen birine son kez
okutmamışlar, diye avaz avaz bağırası geliyor insanın.
İngilizce-Rusça ve İngilizce-Türkçe arasında mevcut olan
transliterasyon sorunlarının çoğu Türkçe-Rusça arasında yoktur. Başka bir
deyişle, Rusçadan Türkçeye yer, insan ismi vb. aktarımı daha kolaydır.
İngilizler gibi Tchaikovsky yazmak yerine Çaykovski der
geçersiniz. Büyük oranda doğru bir aktarımdır. Ya da, İngilizceden farklı
olarak Rusçada ve Türkçede j ve h sesleri ortaktır. Kharms yerine Harms yazma
şansınız vardır. Zhukov yerine de Jukov.Türkçe çeviri işte bütün
bu kolaylıkları bir kenara atıyor. Yeşilçam’ın gayrimüslim steryotipleri
misali, Zukov adında bir ikinci dünya savaşı generalinden söz ediyor
sürekli. Zizn, nevozmozno, neizbezno‘lar cabası.
Ama bu nispeten önemsiz bir sorun. Asıl sıkıntı başka.
Rusça dokunuş eksikliği yüzünden birkaç yerde şakalar basbayağı güme gitmiş.
İki örneği buraya alıyorum. Birinci örnekte altı çizilen kelimenin (huy) anlamı hıyar değil, sik.
İkinci örnekte ise dermo = bok. Hasbelkader görür de
sonraki baskılarda düzeltmek isterler belki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder