Moskova

Moskova

27 Şubat 2021 Cumartesi

Nina'nın elleri



Murat GÜLMEZOĞLU

 

Kaynak:  https://turkrus.com/

 

Uyuyamıyorum, dışarıda mehtap, kardan bembeyaz olmuş Moskova'da köpekleri­ni gezdirenler. Düşünüyorum; Luba iki çocuk anası, büyük kızı evli, küçüğü ise daha ilk okulda. Dört kişi bir evde yaşıyorlar. Problem Luba'nın ayrıldığı kocası, aynı evde m2 hakkı var, onun parasını ister yıllardır.  


Yeni çıkan bir kanunla her evde yaşayanlar müştereken mülkiyetin sahibi olup evi satabilirler, alınan parayla da­ha ufak müstakil daireler satın alabilirler. Luba satar evi, verir parayı eski kocasına bu dertten kurtulur. Şansı ya­ver gider dört kişi için yeni bir daire bulur. Noter, avukat, tapu, emlakçı huzurunda satış yapılır. Anahtar ellerinde eve gittiklerinde polis gelip evin onlara ait olmadığını eve girdikleri takdirde tutuklanacaklarını söyler. Evin sa­hibi başka bir kimsedir. Kaybettiği pasaportuna başka biri resmini yapıştırarak evi satmıştır. Polis avukat, ada­let v.s.... Aranıyor, bulursak yakalarız... Üniversitede Prof. olan Luba'nın maaşı ile bir daire alması icin en aşağı yü­zotuzsekiz sene maaşını biriktirmesi lazım, yemeden iç­meden. Dokuz aylık maaşı ile ancak bir ay kira ödeyebili­yor ufak bir daireye. Hergün artan enflas­yonla bunlar da yetersiz olabilir yakında.

Bunun gibi yüz­lerce hadise yaşanıyor bugünkü Rusya'da ve adalet görevini yapıyor pek tabii. Geçenlerde Luba'ya bir celp gelir. Dosya araştırılmış kendisinin suçlu oldugu zannı be­lirtilmiştir. Her nekadar sahtekarlıkla devlet memurları huzurunda parayı çalıp giden bulunamıyorsa da Luba'nın bu satışı döviz ile yaptığı zannıyla mahkemeye verilmesi­ne karar verilmiştir.

 La Fontaine'nin şiirleri içinde aklımdan hiç çıkaramadığım bir tanesi vardır. Kırk sene önce ezberlediğim bu şa­hane şiir halen hafızamda taptaze. Hikaye vebaya tutul­muş hayvanları anlatır. Rivayet bu ya bir zamanlar bir hastalık sarar bütun hayvanları hiçbirinde ne güç kalır ne sevgi, kurt avlanamaz, kumrular sevişemez...

... Aslan bütün hayvanları toplayıp bunun tanrıların bir cezası olduğunu ve sebebinin de birinin işlediği suç ol­duğunu açıklar. Herkes suçunu açıklayacak ve suçlu bu­lunup bu beladan kurtulunacaktır. Anlatır herkes birşey­ler, haksız yenen hayvanlar, öldürülen yavrular, kaplan, panter, gergedan, ... hepsinden birşeyler.

Kenarda sessiz durur eşek sığınarak adalete o da karışır lafa... "çok aç olduğum bir gün bir bahçeden geçerken bir avuç ot yedim, yeminle çok açtım..." 

Daha bitmeden lafı bütün heyet ayağa kalkar. 

Başkasının otundan bir avuç almak. İşte belaların tek se­bebi, af edilemez suç... 

"La Fontaine ekler şiirinin sonuna: 

"... Güçlü iseniz ak, se­filseniz kara çıkarır sizi mahkemeler..."

O zaman La Fontaine bu şiirinden dolayı hapse atıldı mı bilemem. Bildiğim bu şiir bütün ortaokullarda okutulur, onsekizinci asırdan beri.

TV'de Arena programını seyre­diyordum geçenlerde. Türkiye'de milyarlarca lira vergi borcunu ödemeyenleri gösteriyordu, bir gecede milyonlarca liranın yendiği lüks lokantalarda sevgilileri ile bera­ber. Aynı programın sonunda babadan kalma kırık dö­kük bir buzdolabını vergi dairesine bildirmediği için, herhalde bilmediğinden olacak, hapis yatan bir köylü vatandaşımızı gösterdi. Kanunu bilmemek mazeret sayılmazdı, köylünün yatma­sını anlıyorum da, diğerlerini anlayamıyorum. Acaba La Fontaine doğru mu söylüyordu. İnanmak istemiyorum.

 İstanbul'da dört kere gecekondu affı olduğuna ve bundan fakirlerin değil çok zenginlerin faydalandığına ve birkaç oy al­mak için de bunun tekrarlanacağına inanmak istemiyo­rum.

Bile bile bazı şahsi menfaatleri için bir sürü kimse­nin Elmalı Bendi'ne zehirli sular akıttığını ve Kadıköy ya­kasına kışın ortasında bile su verilemediğine inanmak istemiyorum. 

Yollarda son model koca arabaların çoğal­dığı dünyanın en büyük petrol üreticisi Rusya'nın baş­kenti Moskova'da tıklım tıklım dolu otobüslerin buz tut­muş camlarına bakarken yakıt yokluğundan önceden ısıtılamadıklarına, 5 kopekten 10.000 kopeğe çıkarılan metroya tasarruf maksadıyla hava verilememesine inanmak istemiyorum.

"… Ölüm bir avuç işe yaramaz otu aç iken yiyen eşekle­re, yaşasın zevk için dahi olsa yavru geyikleri öldüren panterlere…" 

Demek istemiyorum. 

Fakat o kadar çok buna benzer hadise var ki, yine de inanmak istemiyorum.

Onların hepsi hayal olsun diyorum içimden. Doğru değil bunlar diye haykırmayı arzuluyor kalbim. Ve hakikate yönelmek istiyorum aniden. Hakikat olan Nina'nın elleri.

Şimdi Nina'nın ellerini düşünüyorum. Novodevich ma­nastırının yanındaki göldeyiz... Kuğular yüzüyor ağaçla­rın çiçek dolu dallarını saldığı suda. Tutcef'in şiirlerini okuyor Nina, piyano çalarcasına elleri... Lirik şiirin melodisine kapılıp bale adımlarıyla koşuyor yeşilliğin üstün­de, ayak uçlarına kalkıp dönüyor ahenkle gökyüzüne uçacak sanıyorum bir hamlede.

Bense, karım, kocası, adalet ve bütün facialarını düşünüyorum insanlığın...

Aniden duruyor bana bakıyor gülerek. Kısacık sarı saçla­rında bir papatya, masmavi gözlerinde bir ışık.

"Tutcef'in hayat felsefesi her anı değerlendirerek yaşa­maktı..." diyor. 

Elleri ellerimde, sevgi dolu ekliyor, "… Çarlık Rusya'sının meşhur yazar ve diplomatı olan Tutcef ilk karısından ayrıldıktan sonra tayin edildiği Almanya'da Klemantin adlı bir ka­dınla evlenmişti. Ellisinde yurda döndüğünde başka genç bir kadı­na aşık olur. Boşanamazsa da karısından iki çocuğu olur sev­gilisinden onüç yıllık aşkın meyvesi... Rusya'da çok sevilen Tutcef'in hayatı da böyle."

Yanıma iyice sokulup soruyor;

"Toplumun düşüncesini mi yoksa mutlu bir yaşamı  mı tercih edersin?"

"Seni" diyorum, gülüyoruz.

Boynuma sarılıp sürüklüyor beni güzel tabiatın içine. Sonra durup bakarak gözlerime sevgi ile anlatıyor mahalli kanunları…

"…Rusya'da sizdeki gibi zi­na davası yoktur, herkes kendi halleder problemini, ister ayrılır, isterse devam eder hayat..."

İnanmak istiyorum fakat aklımda aynı nakarat, ya karım çakarsa, ya kocası yakalarsa…

Sonra her şeyi unutup uçuyorum Nina ile göklere…

Bulutlar örtüyor mehtabı, herkes çoktan uyudu, grileşi­yor beyazlık.

Aklımda sadece Nina'nın elleri. 

Uyuyacağım.

 

Murat GÜLMEZOĞLU'nun  Nisan 1994'den bir yazısı


**

Murat Gülmezoğlu, 1980'lerin sonundan itibaren Rusya'daki Türk toplumuna damgasını vuran sembol isimleren biriydi. Uzun süre Enka'nın Moskova temsilciliğini yapan, Rusya'da yaşayan Türklerin duayeni ve "abi"si Murat Gülmezoğlu, ekim 2019'da, 83 yaşında hayata veda etti. Çoğumuzun güzel Rusya anılarında unutulmaz yeri olan Gülmezoğlu'nun, yıllar önce TürkRus.Com'da yayınlanmış yazılarından birini sizinle paylaşmak ve onu bir kez daha sevgiyle anmak istedik.

Gazeteci yazar Cenk Başlamış, Gülmezoğlu'nu bir yazısında şöyle anlatmıştı:

"Gülmezoğlu'nun "hayatı roman" demek onun 71 yıla sığdırdıklarını hafife almak olur. Anneannesi Anastasiya, 1917 Devrimi'nden Fransa'ya kaçmış bir Rus. Annesi Katya, anneannesinin Yunan asıllı bir Fransız'la yaptığı evlilikten. Dedesi 1923 yılında demiryolu mühendisi olarak ailesiyle Türkiye'ye gelmiş. Babası Atatürk'ün fotoğrafçılarından.1935 yılında Moda'da doğan Gülmezoğlu buradaki özel Assomsionist yuvaya gitmiş, Fransızca, Latince ve Yunanca öğrenmiş, sonra St. Joseph'in yolunu tutmuş. Hirram Abbas ve Gökşin Sipahioğlu okul arkadaşları.1954 yılında Sorbonne'a gitmiş, dönüşünde Güzel Sanatlar Akademisi'ne girerek mimarlık eğitimi almış. Macar, ABD'li,Türk ve Fransız toplam dört eşi olmuş, ancak hepsinden boşanmış. Paris'te ve New York'ta ünlü mimarlarla çalışmış.

1968 yılında Enka'ya giren Gülmezoğlu Libya ve Suudi Arabistan'dan sonra 1988'de Moskova'nın yolunu tutmuş. Gülmezoğlu, Milliyet'le söyleşinde, Türk inşaatçıların Rusya'daki en büyük başarısı olarak Kremlin yakınındaki Petrovskiy Pasajı'nı gösteriyor. 100 yıllık pasajın aslına uygun onarılması diğer işlerin yolunu açmış. Gülmezoğlu, "Bizim için önemli olan aldığımız işi, zarar bile etsek söz verdiğimiz tarihte bitirmek" diyor.

Gülmezoğlu,Türk işçilerini ünlü Bolşoy Tiyatrosu'nun önünde kız arkadaşlarını ellerinde çiçekle beklerken gördüğü anı unutamadığını söylüyor. "İşçilerimiz  Arabistan'da da çalıştı ama kimse Arapça öğrenmedi. Oysa burada yarısı Rusça konuşuyor, konsere,müzeye gidiyor" diyor."

24 Şubat 2021 Çarşamba

Rus edebiyatçıların son sözleri

 

Kaynak: https://turkrus.com/

 

Büyük sanatçıların ve yazarların hayatta iken verdikleri eserler kadar bu dünyayı terk ederken sarf ettikleri son sözler de hep ilgi çeker... O an geldiğinde kiminin dili tutulur, kimisi "son bir cevher" bırakıp gider... Peki ya Rus edebiyatının devleri? Onlar ölüm döşeğinde ne söylediler?

 

1. Vladimir Nabokov. Oğlu Dmitri kendisine veda ederken Nabokov'un gözleri yaşlarla dolar. Dmitri ne olduğunu sorunca yazar "Bildiğim bir kelebek kanatlandı bile" der. Bunlar Nabokov'un son sözleri olur.

 

2. Anton Çehov. Almanya'da bir sanatoryumda hayatını kaybeden büyük oyun yazarının son sözleri "Ölüyorum. Şampanya içmeyeli çok uzun zaman oldu" olur.

 

3. Aleksandr Blok.  Eserleri bizde pek az bilinse de Rusya'nın en sevilen şairlerinden biridir Blok. Rusya'nın zor günler geçirdiği 1921 yılında hayatını kaybeden şair bu dünyaya veda ederken "Rusya beni aptal bir domuzun yavrusunu yediği gibi yedi bitirdi" diyecektir.

 

4. Mihail Zoşçenko.  Ünlü mizahçının son sözleri: "Mayakovski haklıydı! Ölmek için geç kaldım. Ölüm zamanında bulmalı insanı".


5. Rus hicvinin babalarından Saltıkov-Şedrin ölümü "Sen mi geldin, aptal?" sorusuyla karşılar.

 

6. Fyodor Dostoyevski ölürken karısı Anna'ya seslenir: "Seni sevdim ve bir kerecik olsun aldatmadım; düşüncelerimde bile..."

 

7. Şair Fyodor Tyutçev. "Rusya akılla anlaşılmaz, arşınla ölçülmez" sözünü tarihe kazıyan Tyutçev'in son sözleri "Kendini ifade edebilmek için doğru kelimeleri bulamamak ne büyük bir işkence!" olur.

 

8. Mihail Lermontov. Rusya'nın en büyük şairlerinden Lermontov da tıpkı Puşkin gibi bir düelloda hayatını kaybeder. Son sözleri "Bu aptala ateş etmeyeceğim!" olur.

 

9. Lev Tolstoy: "Hakikati severim."

 

10. Nikolay Gogol. Çocukluğunda büyük annesi Gogol'e insanların ruhlarının bir merdiven aracılığıyla cennete yükseldiğini anlatır. Ünlü mizah ve hiciv yazarının son sözleri de "Merdiven, çabuk, bana merdiveni getirin!" olur.

'Rus ruhunu' anlama rehberi


Kaynak: https://turkrus.com/

 

 "Rus insanının en temel ihtiyaçlarının karşılanmadığı durumlarda bile son birikimiyle önemsiz şeylere para harcama eğilimi dikkate şayandır..." Sanılanın aksine, bu söz, Rusya'nın son 20 yılına dair bir tespit değil; Anton Çehov'a ait... "Gizemli Rus ruhu" kavramı, edebiyatta sık sık geçer, gündelik hayatta da sıkça telaffuz edilir... Bunun ne olduğuna herkesten çok edebiyatçılar kafa yormuştur. İşte Gogol'den Tolstoy'a ünlü edebiyatçılardan, "arşınla ölçülmez, akılla anlaşılmaz" denilen Rusya'nın ruhunu çözmeye çalışan 10 edebi alıntı:

 

Nikolay Gogol: 

"Hangi Rus hız yapmayı sevmez? Hangimiz ara sıra atını dörtnala sürüp şu sözleri haykırmaz: 'Dünyanın canı cehenneme'?"

 

Sergey Dovlatov: 

"Mizah ulusumuzun özelliğidir. Isırgan ve acı, safdil ve karmaşık. Rus mizahı en acımasız, en umutsuz yılları aşmayı bildi. Ve ben de şaka yapabildiğimiz sürece büyük bir ulus olarak kalmaya devam edeceğimize inanmak istiyorum!"

 

Mihail Saltıkov-Şedrin: 

"Biz Rusların şatafatlı bir insan yetiştirme sistemi yok. Tedrisattan geçmişliğimiz yoktur, herhangi bir sosyal prensibin savunucusu olarak yetiştirilmemişizdir, onun yerine çitin dibinde biten bir ısırgan otu gibi büyümeye bırakılmışızdır. Bu yüzden aramızda pek az ikiyüzlü ve pek çok yalancı, yobaz ve boşboğaz var. Herhangi bir sosyal temel uğruna ikiyüzlülük etme ihtiyacı duymayız, zira hiç sosyal prensip bilmeyiz ve bu prensiplerin hiçbiri bizi müdafaa edemez. Varoluşumuz tümüyle özgürdür, yani hayatımızı boşa harcar, yalan söyler ve her türlü prensipten yoksun olarak boşboğazlık ederiz".

 

Fyodor Dostoyevski: 

"Rus inanının ruhunun özgürlüğü, iradesinin gücü korkutucu! Bugüne kadar hiç kimse onun kadar kendi toprağından bu kadar kopmamıştır; kimse onun gibi inancının peşinde bu kadar keskin dönüşler yapmamıştır!"

 

Anton Çehov: 

"Rus insanının en temel ihtiyaçlarının karşılanmadığı durumlarda bile son birikimiyle önemsiz şeylere para harcama eğilimi dikkate şayandır".

 

Aleksey Tolstoy: 

"Sakin bir yaz gecesi, sessiz bir ormanda bir Rus şarkısı işitmek insanda hem hüzün uyandırır, hem de neşe. Umut olmadan sınırsız hüznü buluruz bu anda. Bu anda yenilmez bir kuvvet de vardır ve kaderin değiştirilemez mührü de; Rus milli kimliğinin ilkel temellerinden biri olan demir bir yazgı da vardır bu anda, ki Rus hayatında açıklanamaz görünen çoğu şeyin izaha kavuşmasına yardımcıdır".

 

Nikolay Berdyayev: 

"Rus insanının önüne mütemadiyen aynı zor problem gelir: muazzam bir alana yayılan toprağı organize etme problemi. Rusya'nın enginliği, sınırlardan yoksun oluşu ifadesini Rus ruhunun yapısında bulur. Rus ruhunun manzarası Rusya manzarasıyla örtüşür, aynı sınırdan yoksunluk, sonsuzluğuna uzanan aynı biçimsizlik."

 

Aleksandr Puşkin: 

"Etrafımda gördüğüm şeylere imrendiğimi söyleyemem... Ama şerefim üzerine yemin ederim ki, ne anavatanımı dünyadaki herhangi bir şeye değişirim, ne de Tanrı'nın bize bahşettiğinin dışında bir tarih isterim."

 

İvan Turgenyev: 

"Şüphe dolu bu günlerde, ülkemin kaderi üzerine derin düşünlere daldığım bu günlerde, sadece sensin benim çomağım ve değneğim (İncil'den - TR). Ah, büyük, kudretli ve özgür Rus dili! Sen olmasaydın, insan evinde olup bitenin verdiği umutsuzluktan kendini nasıl kurtarabilirdi? Fakat böyle bir dilin büyük bir halka verilmediğine inanamaz insan!"

 

Lev Tolstoy: 

"Bizim Rus hissizliğimizdir bu: haklarımızdan doğan sorumluluklarımızı hissetmemek, sonra da bu sorumlulukları inkar etmek."

Atatürk ve 'Demir Feliks'

 

Fuad Safarov, Moskova

 

Kaynak: https://medyagunlugu.com/

 

Bugünlerde Rusya'daki gündeminin önemli başlıklarından biri, ilk Sovyet istihbarat servisi Çeka'nın (Karşı Devrim ve Sabotajla Mücadele Olağanüstü Komisyonu) efsanevi kurucusu ve başkanı Feliks Dzerjinski’nin (1877-1926) anıtının Moskova'nın merkezindeki Lubyanka Meydanı'na tekrar dikilip dikilmesi tartışması. Sovyet sonrası KGB'nin yerini alan FSB'nin merkez binasının da bulunduğu meydanda yer alan heykel Ağustos 1991'de çıkan olaylar sırasında sökülmüştü. 

Sovyetler'in ünlü askeri kurmayları Kliment Voroşilov ve Mihail Frunze'nin o dönem Türkiye ve özellikle Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ile temasları bilinen tarihi gerçekler. Peki, acaba Sovyetler'in önemli güvenlik kurumunun başındaki isim olan "Demir Feliks" lakaplı Dzerjinski'nin Türkiye ve Atatürk ile nasıl bir ilişkisi oldu? 

Öncelikle şuradan yola çıkalım... Rusya Dış İstihbarat Servisinin (SVR) internet sayfasında yer alan tanıtım yazısındaki bilgilere göre, Sovyet gizli servisi ilk dış istihbarat faaliyetine Türkiye'de başlamış. Yazıya göre, 1917 Ekim Bolşevik Devrimi'nin ardından kurulan Sovyet Rusya, kendi istihbarat birimlerini oluşturmaya başladı. 1918 yılında Çeka kuruldu ve başına da deneyimli devrimci, Polonya asıllı eski aristokrat Dzerjinski getirildi. Yurt dışında da istihbaratı ağının oluşturulması çalışmalarına başlayan Dzerjinski, Finlandiya'da A. Filippov adlı bir ajanı olmasına rağmen ülke sınırları ötesindeki bilgi toplama örgütlenmesinin ilk adımını Ankara'dan attı ve Türkiye'ye ajan gönderdi. Ancak bu Türk tarafından gizlenen bir operasyon değildi, Dzerjisnki 1919 yılının başlarında Sovyet Rusya'nın Ankara Özel Temsilciliğine (Sovyet elçiliği henüz kurulmamıştı) mektup yazarak Türkiye'deki Çeka ajanına yardımcı olunması ricasında bulundu.

Aleksandr Yakovlev Vakfı’nın sitesinde yer alan bir arşiv belgesine göre, Dzejinski 1925 yılında Sovyet karşıtı güçlerin Atatürk’e karşı faaliyetlerde bulunup bulunmadığının araştırılmasını istedi. Belgeye göre, Çeka Başkanı Dzerjinski Güney Kafkasya’da olası bir isyanın önlenmesi için yardımcısı Vyaçeslav Menjinski’ye talimat verdi. 28 Şubat 1925 yılı tarihli ve 1002 numaralı belgeye göre Çeka Başkanı'nın talimatı şöyleydi: 

“Kuşkusuz, isyan hazırlığı yapılıyor. İletişim ve kullanabilecekleri yöntemler için önlemler alınmalı. Onların (Osmanlı Halifeliği ve İngiltere'yi kastediyor) Kemal'e (Atatürk) karşı olup olmadığı konusunda kanıtlar bulmamız mümkün mü? Diplomatik yollarla Monarşistleri ve Gürcüleri (Sovyet karşıtı güçler) İstanbul ve Türkiye'den sınır dışı ettirebilir miyiz? Ulaşım araçlarını, silah depolarını ve kullanacakları güzergahları ele geçirebilir miyiz?"  

Rus istihbarat tarihi yazarı Aleksandr Kolpakidi'nin "Büyük Yurt Savaşı'nda GRU" isimli kitabındaki arşiv belgelere göre, 1923 yılında Bulgaristan'daki Sovyet ajanları sayesinde Ermeni Taşnak milliyetçilerinin Atatürk'e yönelik suikast planı önlenmişti. Kitaba göre, GRU'nun (askeri istihbarat) Bulgaristan'daki en önemli ajanlarından biri Ermeni asıllı Sarkiz Kaprielov idi. Aşırı milliyetçi Taşnak Partisi, Türkiye'nin doğu topraklarında özerk bir Ermeni oluşturulmasını arzuluyor ve bu konuda Mustafa Kemal'i en büyük engel olarak görüyordu. Atatürk'e suikast planının öğrenilmesi üzerine GRU'nun Bulgaristan merkezine haber verildi, daha sonra da durum Moskova'ya aktarıldı. Moskova da Türkiye yönetimine uyarıda bulundu.

Bu konudaki ilginç bir iddia da Rusya'nın Türkologlarından Stanislav Tarasov'a ait. Bir Ermeni sitesine konuşan Tarasov'a göre, Türk istihbaratı ve Türkiye'nin yabancı istihbarat örgütleriyle mücadele biriminin kurulmasında Sovyet Çeka görevlileri önemli rol oynadı. Tarasov'un iddiasına göre, ölümünden iki yıl öncesine kadar Atatürk'ün bir Sovyet muhafız birimi de vardı. 

Medya Günlüğü'ne konuşan Moskova Devlet Üniversitesi Asya ve Afrika Enstitüsü misafir öğretim görevlisi Dr. Mehmet Perinçek ise durumu şöyle özetledi: 

"Şu gerçeği unutmamak lazım: 1922 yılında Ankara'ya atanan ilk Sovyet Elçisi Semyon Aralov istihbarat kökenli bir diplomat idi. Aralov, Kızıl Ordu’ya bağlı istihbarat teşkilatı GRU kurucularındandı. Kurtuluş Savaşı sırasında Sovyetler'in Türkiye'ye verdiği destek ve yardımlarının koordinasyonunu başarıyla sağlamış ve o dönem Ankara-Moskova hattında önemli rol oynamıştı." 

23 Şubat 2021 Salı

İyi bayramlar erkekler! Bugün sizin gününüz!



(Fotoğraftaki yazı: İyi bayramlar erkekler! Bugün sizin gününüz!) 


Kaynak: https://medyagunlugu.com/

 

 

Rusya'da 'Erkekler Günü'

Fuad Safarov, Moskova

 

Rusya'da her yıl kutlanan 23 Şubat "Vatan Savunucuları Günü'" aynı zamanda biraz şakayla karışık "Erkekler Günü" olarak  da biliniyor.   

Bu bayramda kadınlar sevgililerine, erkek arkadaşlarına, eşlerine ve meslektaşlarına çeşitli hediyeler veriyor. Buna aslında yaklaşık 2 hafta sonra kutlanan 8 Mart Kadınlar Günü için bir ön hazırlık da denilebilir. Kadınlar nasıl bir hediye almak istiyorsa erkeklere o tür hediye veriyor. Yani eğer büyük bir hediye bekliyorlarsa erkeklere bu beklentilerini gösteren bir hediye seçiyor. Dolayısıyla 23 Şubat aynı zamanda erkeklerle kadınlar arasında bir çeşit "taktik savaşı"na da tanık oluyor. Sıradan olmayan, değişik bir hediye alan erkek de ister istemez 8 Mart'ta benzer şekilde karşılık veriyor. 

İşin şakası bir yana, 23 Şubat "Vatan Savunucuları Günü" bayramının hem Sovyetler Birliği hem de günümüz Rusya’sında önemli bir yeri var. Özellikle Sovyetler döneminde sadece Kızıl Ordu değil, tüm güvenlik görevlileri 23 Şubat'ı coşkuyla kutlardı.   

Bayramın çıkış noktasıyla ilgili değişik söylentiler ve yorumlar bulunuyor.

Ama 2. Dünya Savaşı sırasında 23 Şubat bayramı, Kızıl Ordu'nun Nazi işgalcileri karşısında zafer kazanmasındaki önemli sembollerden, propaganda araçlarından biri oldu. Bayram günlerinde dönemin Sovyet lideri Josef Stalin, özel kararnameyle Kızıl Ordu askerlerine, Nazilerin korkulu rüyası olan Sovyet gerillalarına mücadele için özel çağrıda bulunuyordu.  

Savaşın ardından 23 Şubat gününde Sovyet televizyonlarında savaş, kahramanlık filmleri ekrana getiriliyor, bayram Kızıl Ordu'nun dış güçlere karşı gövde gösterisindeki en önemli sembollerinden biri olarak gösteriliyordu.

Sovyetler'in dağılmasıyla 23 Şubat da kısmen "zarar" gördü çünkü o dönem Rusya'da tüm kötülüklerin kaynağının Sovyetler Birliği'nde aranması gibi bir moda vardı.  

1993 yılında 23 Şubat, “Vatanın Savunucuları Günü”ne dönüştürüldü. Vladimir Putin'in 2000 yılında iktidara gelmesiyle diğer Sovyet gelenek, bayramları gibi 23 Şubat da önemli bayram olarak kutlanmaya başlandı. Her 23 Şubat'ta Putin kurmaylarıyla Kızıl Meydan'a çıkıyor, yakınlardaki Meçhul Asker Anıtı'na çelenk bırakarak saygı duruşunda bulunuyor. Akşam saatlerinde ise mutlaka Kremlin Konser Sarayı'nda bayram konseri düzenleniyor. 

Belki bu yıl pandemi nedeniyle düzenlenmeyecek ama bayram gününde başta başkent Moskova olmak üzere tüm ülkede çeşitli etkinlikler yapılıyor. Moskova’nın farklı bölgelerinde anma törenleri, ücretsiz sergi ve sinema gösterimleri, konserler ve spor müsabakaları düzenleniyor. Gece saatlerinde başkentin yanı sıra bazı kentlerde havai fişek gösterisi yapılıyor, televizyonlarda eski Sovyet savaş ve kahramanlık filmleri gösteriliyor. 

Rusya petrole kadar ne ihraç ediyordu?


Kaynak: https://turkrus.com/

  

Rusya enerji kaynaklarının keşfinden önceki dönemde diğer ülkelere ne satıyordu? Avrupalı ve Asyalı tüccarlar hangi nadide ürünleri satın almak için Rus coğrafyasına gelirdi? Russia Beyond portalı, petrol ve doğal gaz öncesi dönemine damgasını vuran 5 önemli ihraç ürününü sıraladı.

 

1. Bal ve balmumu.

Yunan tarihçi Polybius M.Ö. ikinci yüzyılda "Karadeniz'in kuzeyinden" gelen "lüks ürünler" arasında balı, balmumunu ve salamura balığı sayıyor. Modern tarihçiler 16'ncı yüzyılda ülkenin 815 ton bal ihraç ettiğine dikkat çekiyor.
 

2. Kürk.

Divan şairi Hayâlî Bey'in ta 16'ncı yüzyılda "Kākum-ı Rûsî mi yâhud vaşak-ı Şirvan mıdır" demesinden de anlaşılacağı gibi Rusya'dan gelen kürkler Avrupa ülkelerinin yanı sıra Osmanlı topraklarında da çok meşhurdu. Özellikle Sibirya'nın fethinden sonra Rusya'nın kürk ihracatı katlanarak artmıştır.
 

3. Tahıl.

Rusya'nın asırlardır değişmeyen ihraç kalemi. Tarihçiler demiryolunun gelmesiyle birlikte tahıl ihracının adeta patladığına dikkat çekiyor. Birinci Dünya Savaşı'nın başladığı 1914 yılında Rusya 92,5 milyon tonluk ihracatla dünya lideriydi.

4. Kenevir.

Çar Petro'nun sağlam bir donanma kurmasından en çok fayda sağlayanlar arasında kenevir tüccarları da vardı. Zira yelkenler ve halatların üretimi için endüstriyel kenevire ihtiyaç vardır. 18'nci yüzyılda Petro'nun akılcı fiyat politikası sayesinde İngiltere bile kenevirini Rusya'dan ithal eder hale gelir. Ülkenin toplam ihracatı içinde kenevirin payı yüzde 40'a ulaşır.

5. Keten.

Rusya'nın keten lifi ihracatının geçmişi 11'nci yüzyıla kadar uzanır. On sekizinci yüz yılın sonuna geldiğine, endüstriyel devrimin de katkısıyla Rusya Avrupa'nın bir numaralı keten üreticisi haline gelir. Birinci Dünya Savaşı'nın arifesindeyse dünyadaki keten üretiminin yüzde 80'i Rusya'da gerçekleşir.

22 Şubat 2021 Pazartesi

Rusya’da 'yaşam kalitesi' haritası


 

Kaynak: https://turkrus.com/

 

 

Rusya’nın farklı bölgeleri “yaşam kalitesi” araştırmasında bir kez daha tartıya çıktı. 70 kriterin göz önünde bulundurulduğu araştırmada, Moskova, St.Petersburg ve Moskova ili (oblast) zirvede ilk üçte yer aldı.

Araştırmada halkın gelir seviyesi, istihdam, konut şartları, yaşam güvenliği, demografi, ekoloji, iklim koşulları, sağlık ve eğitim seviyesinin de dahil olduğu 70 kriter karşılaştırıldı. 

Moskova, St.Petersburg ve Moskova ilinin ekonomi, altyapı ve sosyal kalkınma açısından ülkenin en gelişmiş yerleri olduğu sonucuna varıldı.

Moskova'nın 100 üzerinden 82,16 puan topladığı endekste St. Petersburg 80,73, Moskova Vilayeti de 76,07 puan aldı.

Bu üçlüyü Tataristan, Belgorod, Krasnodar ve Leningrad Vilayeti takip ediyor. 

85 federal bölge arasında yaşam kalitesinin en düşük olduğu yer Tuva Cumhuriyeti. 

Ria ajansının araştırmasına göre Rusya’da yaşam kalitesinin en yüksek olduğu ilk 10 yerleşim yeri şöyle:

Moskova

St.Petersburg

Moskova ili

Tataristan

Belgorod

Krasnodar

Leningrad ili

Voronej ili

Hantı-Mansiysk özerk bölgesi

Kaliningrad

Rusçada 'Seni seviyorum' demenin 7 yolu



Kaynak: https://turkrus.com/

 

Rusça kadın ve erkek isimleri yönünden Türkçeye kıyasla daha kısıtlı olsa da sevgi sözcükleri söz konusu olduğunda neredeyse sınır tanımayan bir dil. Yine de bazılarının diğerlerinden daha çok kullanıldığını söylemek mümkün. İşte Rusçada "Seni seviyorum" demenin 7 farklı yolu.

 

1. En basiti "Ya lyublyu tebya" demek, yani "Seni Seviyorum." 

2. Söyleyen erkekse "Ya vlublyon", kadınsa "Ya vlyublena". "Aşığım". "Ya vlublyon f tebya" ise "Sana aşığım" demek.

3. "Ya tebya abajayu". Birebir Türkçe karşılığı "Sana tapıyorum". "Sana bayılıyorum" yerine de kullanılır.

4. "Ya shaju pa tebye s uma". Dozaj arttırılmak istenirse kullanılması gereken ifade bu: "Senin için çıldırıyorum".

5. Erkek kadına söylüyorsa: "Tı maya yedinstvennaya", kadın erkeğe söylüyorsa: "Tı moy yedinstvennıy". Türkçesi "Biriciğimsin".

6. Söyleyen erkekse, "Ya gatof...", kadınsa "Ya gatova na fsyo radi tebya". "Senin uğruna her şeye hazırım".

7. "Ya tebya nikomu ne otdam". "Seni kimselere vermem", ya da tehlikeli çağrışımları olmakla birlikte "Seni kimselere yar etmem".




10 Şubat 2021 Çarşamba

Metrekareye kaç evcil hayvan?

 


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Rusya Federasyonu'na bağlı Kirov Vilayeti, 14 Şubattan itibaren geçerli olmak üzere apartman dairelerinde beslenebilecek kedi ve köpeklerin sayısına sınırlama getirdi. Buna göre, bir evde kaç kedi ya da köpeğe izin olduğu, evde yaşayan insan sayısına, evin metrekaresine ve hayvanların ağırlığına göre belirlenecek. Rusya'da insan başına 18 m2 alan olması, standart sayılıyor. 

25 kilogramdan ağır köpek başına 2,5 metrekare, daha hafif köpekler için 1,5 m2, kediler için 0,8 m2 üzerinden hesap yapılacak. 

Örneğin üç kişilik bir ailenin iki küçük köpek besleyebilmesi için en az 57 metrekarelik bir dairede oturuyor olmaları gerekirken, 35 metrekarelik bir dairede tek başına yaşayan biri de en fazla 21 kediye sahip olabilecek.

Ayrıca yeni kurallara göre, hayvan sahiplenen kimseler, 10 gün içerisinde hayvanın veteriner kaydını yaptırmak zorunda. Birden fazla kişinin mülkiyetinde olan ya da komünal nitelikteki dairelerde, eve kedi ya da köpek alabilmek için tüm hak sahiplerinden yazılı izin alınacak.

Vilayet yönetimi, hayvanların düzenli olarak beslenmesi ve günde en az bir kere gezdirilmesini de zorunlu kıldı. Son olarak, ev hayvanları ile deney yapılması ya da laboratuvarlara verilmesi, ya da sokağa atılması da yasaklandı.

Yeni yasak ve kurallar görme engellilerin rehber köpeklerini kapsamıyor.

8 Şubat 2021 Pazartesi

Louis Armstrong'un çarpıcı öyküsü

 

Kaynak: İnternet alemi

 

Dünyaca ünlü Amerikalı caz sanatçısı Louis Armstrong, hastanede son günlerini yaşarken açık pencereden sokakta birinin ağız mızıkası ile çaldığı bir ezgiyi duyduğunda hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Sonra da etrafındakilere çocukluğunu anlattı; 

"Annem beni 16 yaşında doğurmuş. Babam da onu terk edince büyük anneme vermiş. 5 yaşına geldiğimde büyük annem, anneme "Artık senin peydahladığın çocuklara bakamam!" diyerek beni annemin yanına geri göndermişti. 

Yiyecek ekmeğimiz bile yoktu bu yüzden annem beni çalışıp bir kaç metelik getirmem için Rus göçmenleri Karnoffsky ailesinin yanına verdi.  

Sabah 5 de onlara giderdim. Ailenin büyük oğlu Alex Karnoffsky ile atları arabaya koşar şehrin sokaklarında paçavra, boş şişe, metal parçaları, kağıt ve kemik toplardık. Öğlen topladıklarımızı satıp eve geldikten sonra bu sefer ailenin ikinci oğlu Morris ile aynı arabaya kok kömürü yükler şehrin "Red district"ine (Batakhane bölgesi) gider genelevlere kova ile kömür satardık. Morris bana küçük bir düdük almıştı. Sokağa girdiğimizde geldiğimizi haber vermek için düdükle melodiler çalardım. Morris'in "Sporcu kadınlar" adını verdiği kadınlar yarı çıplak evlerden çıkar kovalara doldurduğumuz kömürleri satın alırlardı. O sefalet ve yoksullukta bile herkes güler, herkes şakalaşırdı. 

Sabah 5'te kalkıp çalışmaya başladığım için Karnoffsky'ler  benim öğleden sonra da çalışmamı istemezlerdi ama ben onlarla olmaktan çok mutluydum. Aile düzenim yoktu ve bir aile - üstelik de beyaz bir aile edinmiştim.

O yıllarda Karnoffsky'leri  zengin bir aile zannediyordum oysa bugün geriye dönüp baktığımda anlıyorum ki onlar da çok yoksuldular.

Beni kendi çocuklarından hiç ayırmadılar. Öğlenleri birlikte gefildefish* yerdik. Bir zenci çocuğun beyaz bir aile ile birlikte masaya oturması olacak şey değildi. 7 yaşında idim ama Kanoffsky'lerin de diğer beyazlar tarafından hor görüldüklerini anlardım. Onlar bu duruma içerler görünmez kendi yaşamlarına bakarlardı. Onlardan, çok çalışmayı ve ne olursa olsun yaşama sarılmayı öğrendim.

İşler bitip eve dönüldüğünde anne Karnoffsky bebeği uyutacağı zaman beni yanına çağırırdı. Birlikte hep aynı Rusça ninniyi söylerdik. Ben de düdüğümle ona eşlik ederdim. Bebeği uyuturduk sonra da annemin yanına yatmaya giderdim.  

İşte duyduğumuz ezgi o ninninin ezgisi. Yıllardır duymamıştım onu...** 

 


Bir kaç yıl sonra Alex Karnoffsky,  bana azıcık gelecek ay maaşlarımdan kesilmek üzere borç, azıcık da hediye 5 dolar verdi. Bir eskicide kararmış eski bir kornet bulduk ve satın aldık. Evde Karnoffsky kardeşler benim heyecanıma bakıp gülüşerek dikkatle korneti parlattılar ve böylece düdükten sonra benim ilk gerçek bir enstrümanım oldu.”


——————-

Büyük insanları, küçük anlar / küçük anılar / "küçük sanılan büyük" insanlar yetiştirir.  

Armstrong 1931 yılında 30 yaşında bile bütün Amerika'nın hatta dünyanın tanıdığı çok büyük bir müzisyendi. Çok çarpıcı bir öyküsü daha var; 

Louis Armstrong, güney eyaletlerinde ırkçılık yüzünden hiç konser vermek istemiyordu ama bir gün ısrarlar üzerine çok tutucu Tennessee eyaletinin başkenti Memphis şehrine konser için gitti. Heyecanlı izleyicileri kadar o yıllarda büyük çoğunluğu ırkçı Ku Klux Klan üyesi olan Memphis polis departmanı da Louis Armstrong'u öfkeyle bekliyordu. Şehre gelir gelmez bindiği arabada tutukladılar ve hapse attılar. Çünkü o dönemdeki Tennessee eyaleti yasalarına göre suç işlemişti. Bindiği arabada menajerinin beyaz ırktan karısı da vardı ve bir siyahinin beyaz bir kadınla aynı arabaya binmesi yasaktı. Ertesi gün konseri organize eden şirket Louis Armstrong'u hapisten çıkarabilmek için konser biletlerinin nerede ise yarısını Memphis polis teşkilatına hediye etmek zorunda kaldı.

O gece salonun arkaları ürkmüş sinmiş siyahi seyirciler ile, önleri de kibirli sırıtışları ve şık / görkemli üniformaları ile beyaz polislerle doluydu.   

Louis Armstrong sahneye çıktı, o ünlü candan gülümseyişi ve bembeyaz dişleri ile seyircileri gülerek süzdü, mikrofona yaklaştı ve şunları söyledi;

-Sevinerek görüyorum ki beni Memphis polis teşkilatı da izlemeye gelmiş. Ben de ilk şarkımı onlara ithaf ediyorum, dedi ve şarkısını söylemeye başladı.

Şarkının ilk sözleri ile birlikte salon çoşku ile ayağa fırladı. Polisler de şarkının kendilerine ithaf edilmesi ve salonda beliren heyecan yüzünden ayağa kalktılar. Siyahiler şarkının kendi bildikleri ismi ve güftesi yüzünden coşmuşlardı.  Louis Armstrong şarkıyı o denli güneyli siyahi ağzı ile söyledi ki polisler tek kelime bile anlamadılar. Şarkının anlamını muhtemelen konser sonrası öğrenmişlerdir. 

Olay bir anda bütün Amerika'da duyuldu ve şarkı siyahilerin marşı gibi oluverdi. Siyahiler her fırsatta hep birlikte şarkıyı söylemeye başladılar. Aşağıda Armstrong'un Memphis konserinden bir yıl sonra 7 yaşındaki  Sammy Davis Jr'den dinliyorsunuz.***

Şarkının ismi “I’ll be glad when you’re dead, you rascal you.”( Geberdiğiniz zaman mutlu olacağım, sizi gidi reziller ) ** idi.

--------------

Aaaaahh ahhh!

Zayıf, ezik, düşkün, güçsüz, çaresiz sanılan insanların kibirlilere karşı zekice, zarif, düzeyli, hınzır, yerinde, mizah dolu ve tokat gibi rövanş almaları ne keyiflidir... 

Tıpkı yergi karikatürü gibi.  Muhatabı anlamasa hoş, anlayıp da bir şey yapamasa, daha da hoş...

Bu arada - büyük acılar, esaretler, hor görülmeler büyük öyküler yaratır...

--------------

(Vaera)

 

Not1* Kuzey Avrupa'da yenilen şeker ve balık eti ile yapılan sulu bir köfte yemeği. (Sevenlere afiyet olsun :))

Not2** Louis Armstrong öldükten bir kaç yıl sonra, birlikte sahneleri yıllarca paylaştıkları Ella Fitzgerald bu ninniyi caz plağı haline getirdi. (Bknz; Russian Lullaby - Ella Fitzgerald)

Not3***    https://www.youtube.com/watch?v=Im-H6ORoNm8

Not4**** Öyküde geçen olaylar doğrudur ama tabii ki pek az detayı azıcık süsledim. Louis Armstrong bulunduğu yerden bana bir " Kiss of fire" göndermiştir.




6 Şubat 2021 Cumartesi

Huzurunuzda Nasreddin Hoca!


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Nasreddin Hoca ya da Hoca Nasreddin… Anadolu’dan Balkanlara, Orta Asya’ya… Müslüman halkların geniş coğrafyasında 13. yüzyıldan beri “folklorik bir efsane” olarak nesillerden nesillere aktarılan Nasreddin Hoca, Rusya’da ses getiren yeni bir sanat performansına damgasını vuruyor. 

Dünyada en çok Angelina Jolie ve Morgan Freeman’ın başrollerinde oynadığı 2008 yapımı “Wanted” filmiyle bilinen, Rusya’da 2004’te çektiği “Noçnoy Dozor” (Gece Nöbeti) ile zirveye çıkan Ruz-Kazak yönetmen Timur Bekmambetov, yeni projesiyle “çocukluk hayalini” gerçeğe dönüştürdü.

59 yaşındaki yönetmen bu kez Nasreddin Hoca’yı sahneye taşıdı. Ancak film değil, kukla gösterisi olarak.

SSCB devrinden bugüne, köklü bir geçmişiyle Moskova’nın önde gelen sanat mekanlarından olan Halklar Tiyatrosu tarihinde ilk kez bir kukla oyununa sahnesini açtı.  Yönetmenliğini Bekmambetov’un yaptığı “Hoca Nasreddin”, perşembe günü ilk kez sanatseverlerle buluştu. Bu, Bekmambetov’un ilk kukla tiyatrosu deneyimi.

14 Mart’a kadar sergilenecek oyunun biletlerinin neredeyse tamamı tükendi. Bu satıları yazdığımızda, 5 Şubat cuma akşamki gösteri için sadece iki bilet kalmıştı ve fiyatı da 15 bin ruble (yaklaşık 1500 lira) idi.

Nasreddin Hoca’nın eşeğiyle yaşadığı maceralardan hem çocuklara hem yetişkinlere neşe ve bilgelik dersleri verdiği performans, 17 Aralık’ta yapılan galasında sanat çevrelerinden “tam not” almış, ayakta alkışlanmıştı.

Dünyaca ünlü bir yönetmen, Timur Bekmambetov, çocukluğunun kahramanını sahneye taşırken Rus sinemasının “kült” isimlerini de sesleri ile projeye dahil etti. SSCB sonrası Rus sinemasının en önemli oyuncularından Çulpan Hamatova, Yevgeni Mironov, Konstantin Habenski,  Elizaveta Boyarskaya, oyundaki kuklaları seslendirirken, böylece sinema filminde bir araya gelmeleri zor olan isimler Nasreddin Hoca için buluştu. Habenski Nasreddin Hoca'yı, Mironov eşeğini seslendirdi. 

1943’te çekilen Sovyet yapımı, siyah-beyaz “Nasreddin Buhara’da” filminden esinlenen gösteri, Sovyet halklarının “Özbekistanlı” saydığı Nasreddin Hoca’ ın hayatından ve bilgeliğinden sahneler, diyaloglar sunuyor. Ortaçağ Orta Asyası’nın renkli sokaklarından Timur’un sarayına kadar farklı mekanları canlandırıyor. Kuklaların muazzam başarısı -aşağıdaki videoda izleyebilirsiniz- beğeni ve takdir topluyor.



Yönetmen Bekmambetov, "Yıllardır bu her şeyin tersini düzüne çeviren, bu zeki, yetenekli, mistik ve paradoksal karakterin hikayesini anlatmayı hayal ettim. Doğu medeniyetinin efsanevi kahramanını anlatırken, özgürlükten sevgiye ve insan haklarına kadar, zamanımızın pek çok sorunu ve özlemini de anlatmış oluyoruz” diyor.

Timur Bekmambetov, “Nasreddin Hoca, çağları aşarak yaşayan bir isim. Yaşınız ilerledikçe, aptal ve açgözlü insanlar arasında zeki bir kahraman olan Hoca’nın hikayelerinin tüm trajedisini daha iyi anlamaya başlıyorsunuz” diye ekliyor. 

13. yüzyılda yaşadığına inanılan Nasreddin Hoca’nın doğum yeri Eskişehir-Sivrihisar, öldüğü yer Konya-Akşehir olarak biliniyor. Orta Asya Türki halkları ise, genellikle Hoca’nın Özbekistan’da, Buhara’da doğup öldüğüne inanıyor. 

 

Sovyetlerin Nasreddin Hocasından...

 

TürkRus.Com’da 2015’de yayınlanan, araştırmacı yazar Metin Uçar imzalı bir yazıyı, bir kez daha sizlerle paylaşıyoruz:

 

 Türkiye ile Rusya’nın, daha doğrusu eski Sovyet coğrafyasının en güçlü ortak paydalarından birinin de Nasreddin Hoca olduğunu bilen bilir...  Hoca’nın“Bilenler bilmeyenlere anlatsın” kolaycılığına kaçmadan, işin özünü araştıran Metin Uçar, Sovyet ve Rus kaynaklarından ilginç bilgiler derledi. Belki ik ke duyacağınız Nasreddin Hoca fıkraları dahil!

Modern Türkiye ile Rusya’yı ortak paydalarda buluşturan tarihsel kişilikler üzerine Aziz Nicolas, Aziz George ile başladığımız araştırmamıza en ünlü ‘hoca’ Nasreddin ile devam ediyoruz. Rusça çeşitli edebi eserleri okurken çok sık karşıma çıkmıştır Nasreddin Hoca. Onun hakkında biraz inceleme yapınca oldukça ilginç bir tablo çıktı ortaya. Orta Asya’nın ve Yakın Doğu müslüman devletlerinde, Arap ve Pers dünyasında, Türkiye’de ve hatta Çin edebiyatında Nasreddin Hoca tarafından dile getirildiğine inanılan binlerce fıkra anlatılır. Bu fıkraların espri yanı sıra bilgelik dolu mesajlar ilettiği bilinir. Nasreddin Hoca’nın bilindiği ve saygı gördüğü ülkelerin bir çoğu eski SSCB kapsamında olduğu için Rusya’da tanınan bir kişiliktir. Onun hakkında yazılmış kitaplar, çekilmiş filmler ve çizgi filmler mevcuttur. Rusya’nın tarih ve doğu üzerine araştırmacılığı burada da kendini göstermiştir. Nasreddin Hoca’ya ait 1238 fıkra ve özlü hikaye Rusça’da bir külliyat halinde biraraya getirilmiştir ki en büyük toplama eserler arasındadır. Böyle geniş bir coğrafyada bilinen Nasreddin Hoca’yı araştırmak boyunumuzun borcu oldu. Bakın Türkiye dışında Nasreddin Hoca’yı nasıl bilirdiniz sorusuna Rusya’dan ne cevaplar var.

Rus kaynaklarına göre Nasreddin Hoca’nın gerçekten yaşamış bir kişilik olduğu konusu tartışmaya açıktır. Nasreddin Hoca’nın nerede ve hangi tarihte doğmuş ve yaşamış olduğu konusunda da çok değişik bilgiler mevcuttur. Türkiye’de Akşehir’de uzun yıllar yaşadığına inanılır. Herhangi bir tarihleme yapmak için Nasreddin Hoca fıkraları esas alınarak bazı araştırmalar yapılmısa da kesin bir belge veya kayıt mevcut değildir. Yine de kişiliği ve fıkraları ile bir Nasreddin Hoca gerçekliği söz konusudur ve bir çok yerde tanınan, saygı duyulan bir kişidir. Bazı araştırmacılar Nasreddin Hoca fıkralarının 13. yy’da ortaya çıktığı savunmaktadırlar. Ünlü Rus Türkoloğu V.A. Gordlevskiy Nasreddin Hoca tiplemesinin Cuhi adı etrafında Araplar tarafından anlatılan fıkralar şeklinde oluştuğunu, daha sonra Selçuklulara ve Türklere geçtiğini yazar. 

Bazı diğer araştırmacılar ise bu şekilde bir bağlantılar zinciri kurmadan her halkın edebiyatında Nasreddin Hoca gibi keskin zekalı ve dilli kahramanların olabileceğini savunurlar. Nasreddin Hoca ile ilgili ilk fıkralar 1480 yılında Türkiye’de yazılan Saltukname’de ortaya çıkar. Daha sonra Cami Ruma’nın yazarı yazar ve şair Lami tarafından XVI. yy’da tekrar kaleme alınır. Daha sonra P. Millin’in ‘Nasreddin ve karısı’, Gafur Gulyam’ın ‘Kiraz çekirdeğinden tesbih’ adlı romanlarını görmekteyiz. Nasreddin Hoca fıkraları Rusya’da ilk defa Dmitriy Kantemir elinden kaleme alınmıştır. Dmitriy Kantemir 1. Petro’nun yanına kaçmış bir Moldavya’lıdır. Yazdığı Türkiye Tarihi adlı eserinde Nasreddin Hoca’nın üç fıkrasına yer vermiştir.

Rusça’da Hoca Nasreddin olarak bilinen bizim hocanın Nasreddin Efendi, Molla Nasreddin, Afandi, Anastratin, Nesart, Nasır, Nasr Ad Din şeklinde kullanılan isimleri de mevcuttur. “Hoca” lakabı ilk önceleri sufi eğitmenler için kullanılmış, daha sonra din konusunda bilgili kişilere verilen saygı ünvanı haline gelmiştir. Nasreddin adı ise Arapçada ‘Dinin zaferi’ anlamına gelir.

Nasreddin Hoca konusunda araştırma yapan uzmanların birleştiği bir nokta vardır. O da Nasreddin Hoca’nın en derinlemesine Türkiye’de yer ettiğidir. Buna göre klasik, orijinal Nasreddin Hoca tiplemesi bugün Türkiye’de bilinendir. Türkiye’de Nasreddin Hoca’nın Hicri Takvime göre 605 (1208) tarihinde Eskişehir’e bağlı Hortu’da Dünya’ya geldiği ve Hicri Takvime göre 683 (1284) yılında Akşehir’de öldüğü kabul edilir. O döneme ait bazı belgelere göre gerçekten de babası imam Abdullah olan bir Nasreddin yaşamıştır. Nasreddin eğitimini Konya’da almıştır, Kastamonu’da çalışmış ve Akşehir’de ölmüştür. Hoca Nasreddin Türbesi bugün de ziyaretçilerin akınına uğramaktadır. Türbesinde bulunan yazıtta 386 yılında vefat etti diye yazar. Halk arasında ünlü nükteci Nasreddin Hoca’nın türbesi de kendisi gibidir, ölüm tarihini tersinden okumak gerekir söylencesi dolaşır.

Şimdi gelelim Rus dünyasında Nasreddin Hoca ile ilgili bir kaç ilginç tespite. L.V. Solovyev tarafından yazılmış olan ‘Huzuru Bozan’ adlı kitapta verilen bir Nasreddin Hoca fıkrası, daha sonra bu kitaptan uyarlanarak çekilen “Nasreddin Buhara’da” adlı filmde de yer alır. 

Nasreddin günün birinde Buhara Emiri ile bahse girer. Nasreddin Allah’ın kelamını eşeğine öğretebileceğini, ve eşeğin bu konuda en az Emir kadar bilgili olacağını iddia eder. Bunu gerçekleştirmek için bir kese altın ve yirmi yıl süre ister. Eğer iddiasını ispat edemezse kellesi gidecektir. Ancak Nasreddin muhtemel cezadan pek de korkuyora benzemez: “Ne de olsa yirmi yıl. Üçümüzden biri mutlaka ölür o zamana kadar. Ya emir, ya eşek ya da ben. Ondan sonra otur anla üçümüzden kim daha iyi bilirdi Allah’ın kelamını!”.

Nasreddin Hoca sadece akıllarda, kitaplarda, filmlerde kalmamış onun adına anıtlar da dikilmiştir. Bu anıtlardan biri Özbekistan, Buhara şehrinde, Diğeri Moskova’da, üçüncüsü de Sivrihisar, Hortu kasabasında bulunur. Moskova’daki heykeli Yartsevskaya Sokak, 25A adresinde bulunan binanın yanındadır ve 1 nisan 2006’da açılmıştır. 1 nisanın Dünya Mizah Günü olarak Rusya’da da geniş bir şekilde değerlendirildiğini hatırlayalım. Televizyonda veya gazetede mutlaka bir kaç 1 nisan şakası karşınıza çıkar. Bu bakımdan Nasreddin Hoca anıtının açılış tarihi bir tesadüf değildir.

 

Nasreddin Hoca hakkında Rusya’da yayınlanmış eserlere bir göz atacak olur isek karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor:

- Nasreddin Hoca Fıkraları. V.A. Gordlevski’nin Türkçeden çevirisi. 1957, Doğu Edebiyatları Yayınevi

- Molla Nasreddin Fıkraları Y. Granin’in Azerbaycanca’dan çevirisi. 1962, Bakü AzSSC BA Yayınları

- Hoca Nasreddin’in maceraları Özbekçe’den çeviri. A. Rahimi ve M. Şeverdin. 1970

- Yirmidört Nasreddin Hoca. M.S. Haritonov’un makalesi. 1986, Nauka yayınevi.

- Hoca Nasreddin fıkraları, 1997, Fair Ajansı. 368 sayfa.

- Leonid Solovyev. Hoca Nasreddin Hikayesi

1 nisanda açıldığını belirttiğimiz Moskova’daki Nasreddin Hoca heykeli, hocanın eşeği yüzünden Moskova’lılardan tepki almıştır. Çünkü heykel kompozisyonunda yer alan eşek, “Şrek” filmindeki Eşek’in neredeyse kopyasıdır. Genel olarak Nasreddin Hoca’yı en iyi anlatan heykel kompozisyonunun Türkiye’deki olduğuna inanılır.

Nasreddin Hoca hakkında yazıp da fıkralarına yer vermemek olmaz. Ancak bu fıkraların bir özelliği olacak. Belki de ilk defa Rusça Nasreddin Hoca fıkralarını Türkçe çevirisinden okuyacaksınız.

 

Yarıya/yarı

Mahkemeye çıkarılan Nasreddin, restoranda çalışırken tavuk köftelerine at eti kattığı iddiası ile yargılanmaktadır.

- Hangi oranlarda karıştırıp kıyma yapardın – diye sorar kadı.

- Yarıya yarı sayın kadı, diye cevap verir Nasreddin.

Mahkeme sonrasında eve dönerlerken arkadaşı Nasreddin’e sorar: Kadıya yarıya yarı derken ne demek istedin?

- Bir tavuğa bir at.

 

Kaçakçı

Nasreddin her gün sınırdan içi saman dolu sepetler taşımaktadır. Herkesin dilinde Hoca’nın kaçakçılık yaptığı bilinirmiş. Gümrük görevlileri de her seferinde neyin kaçakçılığını yaptığını anlamak için baştan aşağı ararlarmış hocayı. Bazen Hoca’nın tüm yükünü yaktıkları bile olurmuş ama hiç bir şey bulamazlarmış. Hoca ise her geçen gün zenginleştikçe zenginleşmekteymiş. Öyle ki bir süre sonra başka bir ülkeye taşınmış. Yıllar sonra karşısına çıkan eski bir gümrük görevlisi sormuş:

- Hoca artık bir şey saklamana gerek yok. Söyle Allah aşkına yıllarca neyin kaçakçılığını yapmıştın da bir türlü seni yakalayamamıştık?

- Eşek ticareti.

 

Dişi sinek
 

Nasreddin Hoca bir gün sinek avlarken karısına "İki sinek vurdum, biri dişi, öteki erkek sinek idi" der.

Karısı şaşırır ve sorar: "Hangisinin dişi, hangisinin erkek olduğunu nasıl anladın?"

- Dişi olan aynaya konmuştu.

 

Kısa

Nasreddin Hoca’ya bir bayram vesilesi ile şehirde konuşma yapmasını rica etmişler. Hoca yedi gece yeni gün uğraşmış ve yedi sayfa konuşma yazmış. Bayram günü gelmiş hoca kürsüye çıkmış, yedi sayfalık konuşmasını yedi saatte tamamlamış. Sonradan da halka sormuş:

- Ey ahali, konuşmam hoşunuza gitti mi?

- Sonu iyiydi, diye cevap vermiş halkın arasında uykuya dalmayan bir kaç kişi. – Ama başını unuttuk.

- O zaman hatırlatayım, diyen hoca başlamış konuşmasının başını yeniden okumaya.

- Başı çok iyiydi, diye cevap vermiş ahali, Ama sen okurken bu sefer de sonunu unuttuk.

Hoca o zaman böyle konuşmalar yapmanın faydasız olduğunu anlamış ve o günden sonra da sadece kısa fıkralar yazmaya başlamış.

 



Rusçadan Türkçeye çevrildi

 

Yine TürkRus.Com arşivinden, 2018 tarihli, Metin UÇAR imzalı bir başka yazı:

 "Başlık tuhafınıza gitmiş olabilir. Hatta "Yine bir Nasreddin Hoca fırkası mı?" diyenleriniz de olabilir. Ancak meselenin aslı başka: Dünya çapında çok sayıda klasik eser çıkarmış olan Rus edebiyatı her geçen gün Türk okuyucusuna daha da yaklaşıyor. Rusça orijinalinden yapılan çevirilerin sayısı her geçen gün artıyor. Artık okuyucular Rus klasiklerini "İngilizce ya da Fransızca çevrisinden yapılan Türkçe çevirisinden" okumak zorunda değiller. Rusça orijinalinden yapılan edebi çeviriler kervanına bir eser daha katıldı. 

 

Yıllarca Rusya’da turizm alanında çalışmış olan, mürekkeple tanışık (A.Ü. DTCF Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu) Ali Rıza Dırık, Leonid Solovyov’un "Huzur Bozan Nasreddin" adlı eserini Türkçeye kazandırdı. Kitabın girişinde bakın ne deniyor:

 


 

"Huzur Bozan Nasreddin 1943, 1946 ve 1959 yıllarında sinemaya uyarlandı; Rus-Sovyet klasikleri arasındadır ve yıllardır Rusya’da ortaokul ve liselerde Dostoyevski, Tolstoy, Gogol, Turgenyev, Çehov, Gorki gibi isimlerin klasikle­riyle bir arada okunması tavsiye edilmektedir. Daha çok fıkralarıyla günü­müze gelmiş Nasreddin Hoca’nın bir solukta ve keyifle okunacak bu romanı sizi kâh güldürecek, kâh heyecanlandıracak, kâh da düşündürecek...

 

Kimdir Nasreddin Hoca? Gerçekten ülkenin ve insanlarının huzurunu mu bozar yoksa hükümdarların ve hükümdar takımlarının korkulu rüyası mı olur? Onun en büyük düşü, diyordu Solovyov, tüm insanların açgözlülük, kıskançlık, düzenbazlık ve kötülük nedir bilmeden kardeş gibi yaşayabi­lecekleri, kötü günlerinde birbirlerine yardım edecekleri bir dünya... Fakat o, insanların yanlış yaşadıklarını, birbirlerine baskı yaptıklarını, birbirlerini köleleştirdiklerini ve ruhlarını türlü türlü iğrençliklerle lekelediklerini üzü­lerek görüyordu. Dünyanın dört bir köşesinde ölüm fermanı çoktan yazıl­mıştı Nasreddin Hoca’nın. Her yere ajanlar salınmış, cellat takımı bıçaklarını bilemiş, bekler durumdaydı. Ölmeye niyeti yoktu Hoca’nın. Yaşamak ölüm­den daha değerliydi. Korkmuyordu çünkü biliyordu Nasreddin Hoca:

“Hakikat karşısında galip gelmek, asla yalana has değildir.”

Bizden duyurması. Okuması sizden.

https://www.kitapyurdu.com/kitap/huzur-bozan-nasreddin/462683.html

https://www.bkmkitap.com/huzur-bozan-nasreddin"