Moskova

Moskova

28 Nisan 2024 Pazar

Rus Romanının Farkı ve DOSTOYEVSKİ / Yalın Alpay

 


Yalın Alpay, YouTube videolarının bu bölümünün ilk kısmında romanın, tarihin görece geç döneminde ortaya çıkmış bir anlatı türü olduğunu ve burjuva bakış açısına göre biçimlendiğini dile getirip, Batı'da sosyolojik kitle hareketlerinin ortaya çıkardığı bu türü, Rusya'nın Batılılaşma çabaları sırasında sosyolojik bir öz-çıktı olarak değil, Batı'dan ithal ettiği bir anlatı biçimi olduğunu vurguluyor.

Rus Batılılaşması Petro ile başlatılsa da, ilerleyen yıllarda Batılılaşmanın getirmek istediği yeniliklere direnen bazı Çarların getirdikleri sansürler, yasaklar, yıldırıcı cezalar Rusya'da siyasi, felsefi, sosyolojik, ekonomik, dini tüm tartışmaları ortadan kaldırdı ve bu tartışmalar için yalnızca edebiyat dergileri ve romanlar zemini kaldı.

Yalın Alpay'a göre bu yüzden Rus romanı, Batı'daki tüm siyasi, felsefi, sosyolojik, ekonomik ve dini tartışmaları kendi içerisine alarak, Batı'daki romana oranla çok daha güçlü bir içeriğe kavuştu.


19'uncu yüzyıl Rus romanı Batı'da olmayan bir zenginlikle sarmalandı.

Batı'da Sanayi Devrimi sonrasında, maddi faydayı yaşamının merkezine koyan "homo-economicus" insan tipi ortaya çıkmışken, henüz sanayileşmesini tamamlamamış Rus İmparatorluğu'nda "homo-economicus" yaygın bir sosyolojik tip değildi.

Böylece Batı'da "homo-economicus" kalıplarına göre dünyayla ilişki kuran modern insan yerine, Rus romanında "gururla" hareket eden başka bir tür insan bulunuyordu.

Rus romanı, Batı'dan yola çıkarak roman üretirken, hem içerik hem de kişilerin motivasyonları yönünden çok daha farklı bir kurguyu izliyordu. Bu izlek, daha derin ve psikolojik; maneviyatı ve dünyaya bakışı daha yüksek bir türü ortaya çıkarıyordu.

Yalın Alpay konuşmasının ikinci bölümünde bu kez Rus romanında neden Dostoyevski'nin daha öne çıktığı üzerine argümanlarını sıralıyor.

Osman’ın mühimi

 



M. Hakkı Yazıcı

mhyazici@yandex.ru

  

Osman, “Uygun bir zamanında seninle mühim bir konuyu konuşmak istiyorum abi,” demişti.

“Uygun bir zamanda görüşmek istiyorum” dediği yer, uygun bir yer değildi.

Ben Metroya binmek için yürüyen merdivenlerden inerken, o da Metrodan inmiş, karşı istikametten yukarı doğru çıkıyordu.

Tesadüfen karşılaşmış, o bir kaç saniyelik zamanda göz göze gelip, selamlaşmıştık. Aceleyle tam yanımdan geçerken bağırarak söylemişti bunu.

“Uygun bir zamanında seninle mühim bir konu konuşmak istiyorum, abi,”

Uzaklaşırken arkasından seslendim:

“Hangi konuda Osman’cım?”

Moskova Metrosunda birbirlerine Türkçe seslenen iki adamı diğer yolcular şaşırarak izlerken o da arkasını dönüp, “Görüştüğümüzde söylerim abi,” diye bağırdı.

İçime tecessüs virüsünü bırakıp, geçip gitmişti.

“Yahu, bir dakika bekle beni, ters taraftan yürüyen merdivenden çıkıp yanına geleyim, konuşalım” deme fırsatını bulamamıştım.

Zaten bunu yapması da zordu.

Belki acelesi, mühim bir işi vardı. Zaten hep vardır ya, ben karşı tarafa geçene kadar Osman beklemezdi muhtemelen.

Moskova Metrosunu bilirsiniz, bazı istasyonlar çok derindedir. Mesela Park Pabedi 73 metre, Marina Roşa, 72 metre derinliktedir. 

Yürüyen merdivenlerle inmek, çıkmak dakikalar alır.

Osman’ın birlikte yaptığımız eski bir projeden bir miktar borcu kalmıştı. Epey bir zaman geçmişti üzerinden, ama hala ödememişti.

“Abi, şu sıra sıkışığım, biraz rahatlayınca ödeyeceğim, yemin,” demişti.”

Çok sıkboğaz etmemiştim. Birlikte çok iş yapmış, ikimiz de para kazanmıştık. İyi çocuktu, parası olsa öder diye düşünmüştüm.

Ama ben de şu sıralar biraz dara düşmüştüm. İhtiyacım vardı. O parayı mı ödeyecekti acaba?

İlginç bir çocuktu bu Osman, durur durur çok ballı projeler yakalardı. Yoksa yine birlikte yapabileceğimiz iyi bir iş mi kapmıştı?

Düşüne düşüne yürüyen merdivenden indim.

Metroya binmeden önce aramak için cebimden telefonumu çıkardım. Hat yoktu.

Tam kapıların kapanma anonsu yapılıyorken fırladım.

“Astorojna dveri zakrıvayutsya, sledyuşiya stansiya…” (Dikkat kapılar kapanıyor, bir sonraki istasyon…)

Kendimi vagondan içeri zor attım.

Metro hareket ettikten sonra bir kere daha denemek istedim.

Ayakta telefonla uğraşırken dengemi kaybedip, az daha yuvarlanıp düşecektim.

Tam da o sırada “dilya vaşeyi bezapasnosti derjitis za paruçni”, yani “güvenliğiniz için trabzanlara tutunun" anonsu yapıldı.

Geç… Ben, zaten dengemi kaybedip az kalsın kendimi yerde bulacaktım.

İki adım öteye savrulup, zor bela demirlere tutundum.

Toparlanırken “Budtye vzaimna vejlivı, ustupayte mesta passajiram s detmi, invalidam, pajilım lyudyam i beremennım jenşinam”, yani “Karşılıklı olarak saygılı olun, çocuklu yolculara, engellilere, yaşlılara ve hamile kadınlara yerinizi verin” anonsunu duydum.

Önümde oturan beni şaşkın gözlerle izleyen bir genç kız, ayağa kalkıp bana yerini verdi.

Önce reddetmek istedim, ama uzatmamak için oturdum.

Anonstaki gibi çocuklu yolcu değildim, engelli değildim, hamile kadın hiç değildim, geriye yaşlı yolcu olmak kalıyordu. Tamam, saçlarımdaki akların sayısı iyice artmıştı, farkındaydım, ama o kadar da mı kötü, düşkün gösteriyordum artık?!

Kabullenmek zordu.

Çıktıktan sonra Osman’ı bir daha aradım, bu sefer de onun telefonu kapalıydı.

Birkaç gün sonra, başka bir aradığımda aceleyle “Şu anda Türkiye’deyim abi, telefon roaming ücretleri yüksek malum; ben, seni dönünce arayayım,” deyince kısa kesip kapatmıştık.

Aradan epey bir zaman geçmişti, haber çıkmamıştı. Konuşamamıştık. Türkiye’den dönüp dönmediğini bile bilmiyordum.

İçimdeki merak duygusu bir türlü geçmemişti.

Bana ne söyleyecekti? Neydi o “mühim” konu?

Biraz para bulmuştu da borcunu mu ödeyecekti?

Yoksa başka bir şey mi?

Neydi?

Aklıma bir fıkra geldi.

Hani Salomon büyük bir ekonomik sıkıntı geçirmekteymiş. Çareyi arkadaşı Mişon'dan borç istemekte bulmuş. Yakın arkadaş olan ikisinin de evleri aynı sokakta ve karşı karşıyaymış. Evlerinin pencereleri birbirine bakıyormuş. Mişon, Salomon'a borç vermiş, ama en geç 1 ay sonra parayı geri vermesini şart koşmuş. O da çaresiz kabul etmiş. Günler çabucak geçmiş, ancak Salomon'un işleri bir türlü umduğu gibi gitmemiş. Borcun vadesi yaklaştıkça geceleri yatağında sıkıntıdan dönüp durmaya başlamış, uyku uyuyamaz hale gelmiş. Borcun vadesine bir gün kala gece yine sıkıntıdan yatağında bir o tarafa, bir bu tarafa dönüp duruyormuş, bu huzursuzluğunu fark eden eşi, Salomon'a sormuş:

“Bey, ne oldu, niye uyumuyorsun, neden bu kadar sıkıntılısın?”

O zamana kadar aldığı borcu ve ödeyemeyeceğini karısına bile söyleyemeyen Salomon durumu anlatmış.

“Hanım parayı en geç yarın ödemem lazım, ama beş kuruşum bile yok. Ben ne yapacağım şimdi, yandım.”

Karısı:

"Bunun için mi uyumuyorsun be adam, düşündüğün şeye bak," diyerek, gecenin geç saatinde pencereyi açmış, karşı binada oturan Mişon'ların penceresine doğru bağırmış:

"Mişon, Mişşooooon!”

Mişon, pencereyi açıp, “Ne var be, gecenin bu saatinde?” diye çıkışmış.

“Salomon senden borç almış ya,”

“Eeee?!”

“Yarın sana olan borcunu ödeyemeyecek!" demiş, pencereyi kapatmış.

Kocasına, "Hadi yat, uyu Salomon, şimdi Mişon düşünsün..." demiş.

Aman allahım, sakın böyle bir şey olmasın! Osman, bunu mu söyleyecekti acaba?

Veya Nasrettin Hoca fıkrasındaki gibi, “zihni sinir” bir ödeme planıyla mı gelecekti?

Hani Nasreddin Hoca bir ahbabından borç almış. Elinde avucunda olsa borcunu hemen ödeyecek, ama işte yoksulluğun gözü kör olsun.

Gecikince adam alacağı için Hoca'nın kapısını aşındırmaya başlamış. Bir böyle iki böyle derken yine bir gün adam borcunu istediğinde, “Şu anda yok, ama iyi bir fikir geldi aklıma, onu uygulayıp çok yakında ödeyeceğim,” demiş

“İyi de Hoca, ne zaman ödeyeceksin, kimden bulup vereceksin?”

“Bak, benim tarlamın kenarına çit niyetine çalı ektim! Çalılar boy vermeye başladı bile. Koyun sürüleri geçerken benim çitlere sürünecek, yünleri çalılara takılacak. Benim hatun bu yünleri toplayacak, yıkayacak, tarayacak, eğirecek, dokuyacak, ben de götürüp pazarda satacağım. O parayla sana borcumu ödeyeceğim,” diye “zihni sinir” projesini anlatmış.

Bunu dinleyen adam kasıklarını tuta tuta gülmeye başlamış.

Hoca, “Gidi hâlden anlamaz paragöz herif, peşin parayı gördün ya, bak nasıl keyiflenip, gülüyorsun,” demiş.

Osman da böyle bir planla mı çıkacaktı acaba karşısına?

Yoksa daha da kötüsü, “Abi, alacağının üzerine bir bardak soğuk su iç” mi diyecekti?

Offf!..

***

Bir akşamüstü, yine tesadüfen, Eski Arbat’ta, Osman’ı karşı yöne, Smolenskaya’ya doğru yürürken gördüm. Hızlı adımlarla yürüyordu.

Seslendim, duymadı.

Acele bir işim olduğuna bile aldırmadan arkasından yetişmek için dönüp ben de hızlı adımlarla yürümeye başladım.

Uzun boyluydu, uzun bacaklarıyla, hoplaya zıplaya, koca adımlarla yürüyordu. Benden daha genç ve sportif olduğunu biliyordum, ama bu kadarını ummamıştım.

Herif at gibiydi; tırıstan, rahvana geçti, ardından neredeyse dörtnala koşmaya başlamıştı sanki.

Bir ara takip etmekten vazgeçecek gibi oldum, ama başlamıştım artık, yetişmek için koşturmaya başladım.

Osman, yeni yakaladığı ballı bir projenin sözleşmesini yapmaya böyle şevk ve heyecanla, koşturarak gidiyordu belki de.

Eski Arbat Caddesi’nin uzun bir sokak olduğunu bilirsiniz. Bu yaya yolunda bir başından diğer başına sakin sakin, aheste beste yürürken bile yorulursunuz.

Nefes nefese kalmıştım.

Etraftan gelip geçenler, tuhaf ve meraklı gözlerle bana bakıyorlardı.

En nihayetinde Bulat Okudzhava’nın heykelinin bulunduğu yere yakın bir yerde ancak yetişip, omuzuna dokundum.

Döndü, beni görünce sevinip, sarıldı; öpüştük.

Ben, yorgunluktan ter içinde yolun kenarındaki banklardan birine çöküp, oturdum. O da yanıma oturdu. Cebinden bir kağıt mendil çıkarıp şevkatle yüzümde biriken teri sildi.

“Ne o, hayrola, nefes nefesesin abi?” dedi.

“Sana yetişmek için...” dedim, zorlukla.

Gülümsedi.

Biraz sakinleşince; “Hatırlıyor musun, seninle Metro yürüyen merdivenlerinde karşılaşmıştık. Bana uygun bir zamanında seninle mühim bir konuyu konuşmak istiyorum demiştin.”

“Öyle mi, ne zamandı?”

“Yahu, sonra birkaç kez telefonla aradım konuşamadık. Hatırlamıyor musun?”

“Tamam, biliyorum; bir kaç kez aradın. Hatırlıyorum, ama şimdi konuyu hatırlamıyorum,” dedi.

Kalakalmıştım. Yüzüne baktım.

“Abi, şu anda gerçekten ne olduğunu hatırlamıyorum; demek ki mühim bir şey değilmiş,” dedi.

Pyotr Çihaçov


Vikipedi, özgür ansiklopedi

 

Pyotr Aleksandroviç Çihaçov (Pierre de Tchihatchef) (16 Ağustos 1812 – 13 Ekim 1890) Altay dağları, Avrupa ve Orta Doğu'da doğa bilimi çalışmaları yapmış Rus doğa tarihçisi, coğrafyacı ve yerbilimcidir.

Çihaçov soylu bir ailenin çocuğu olarak St. Petersburg yakınlarındaki Gaçina malikânesinde 1812(1808) yılında doğdu.

Eğitim hayatında ilk olarak Rus Çarlığı'nda devlet adamı yetiştiren Çarskoye Sele okulunun eğitimcileri tarafından evinde yetiştirildi. İlk ve orta öğrenimini memleketinde tamamlayan Çihaçov politika bilimi diploması almış ve diplomat olarak mezun olmuştur.

1835'ten itibaren yurt dışına görevlendirmeyle giden Çihaçov bu görevi sırasında Avrupa'da jeoloji eğitimi almıştır.

Çihaçov Freiburg, Münih, Berlin ve Paris'te jeoloji eğitimi görmüş ve dönemin en büyük jeologu Elie de Beaumont'dan ders almıştır. 1841'de de ilk jeolojik etüdlerini Güney İtalya'da Gargano dağı'nda ve Nice kenti civarında yapmıştır.

Çihaçov'un ilk büyük araştırma gezisi 1842'de kuzeydoğuya Sibirya'ya doğru olmuştur ve Altay dağlarının jeolojisi üzerine çalışmıştır. Altay dağlarının modern anlamda ilk ayrıntılı çalışması olarak literatüre geçen bu gezi önceki çalışmaların ötesinde oldukça önemli sonuçlar üretmiştir. Altayların Paleozoyik'ten genç kaya formasyonlarını bulundurmadığını, Paleozoyik sonrası jeolojik açıdan aktif bir hale geldiğini ve bu bölgede bulunan fosil topluluklarının Avrupa ve Amerika'da bulunan fosil topluluklarına uymadığını belirlemiştir. 1845'te Paris'te bu bilimsel yapıtını yayımlamıştır.

Çihaçov, Altaylarda çalıştıktan sonra İtalya'da Calabres bölgesinde jeolojik araştırmalar yapmıştır.

Çihaçov'un bu çalışmaları Avrupa'da ciddi şekilde ilgiyle karşılanmış ve ünlü jeolog Elie de Beaumont'un "Yabancı Bilginlerden Seçmeler" adlı yapıtında Çihaçov'un çalışmaları da yer almıştır.

1845 yılında İstanbul'a Türk dilini incelemek amacıyla diplomatik görevle atanan Çihaçov, uzun sürecek Yakın Doğu araştırmalarına başlayacaktı.

Kısa süre sonra görevi bırakan Çihaçov bir gezgin olarak Osmanlı ülkesinde uzun soluklu araştırma gezilerine çıkmıştır. Akdeniz kıyılarından Fırat kıyılarına, Doğu Karadeniz'den Musul'a ve Suriye'den Mısır'a dek uzanan ve binlerce kilometre karelik bir alan kaplayan 6 saha çalışmasını 11 yılda tamamlamıştır.

Yaya olarak gerçekleştirdiği 11 yıllık bu saha çalışma dönemini laboratuvar ve büro çalışmaları izlemiştir. Nihayet ilk olarak 1853'te anıtsal yapıtı olan Asie Mineure; description physique, statistique et archéologique de cette contrée'yi 4 cilt ve 3 atlas olmak üzere bastırdı. İklim bilimsel, coğrafi, jeolojik ve botanik incelemeleri kapsayan bu geziler ve çalışmaların en önemli yanı Anadolu'nun modern anlamda bilimsel olarak ilk kez ele alınmış olmasıdır.

Çihaçov'un bir diğer önemli yapıtı, Osmanlı başkenti İstanbul'un genel bir jeolojik ve coğrafi incelemesi olan Le Bosphore et Constantinople adlı çalışmadır.

Bu yapıt İstanbul'un konu edildiği ilk bilimsel çalışmadır ve İstanbul'un jeolojisi, coğrafyası ve iklimi çeşitli gözlemler ve ölçümlerle incelenmiştir. Çihaçov özellikle Boğaziçi'nin kuzeybatısında o dönem Devoniyen yaşlı olduğu düşünülen kayaçların varlığını belgeleyip yine Boğaz'ın kuzeyinde Kretase yaşlı geniş volkanik arazileri de gözlemlemiştir.

İklimsel olarak İstanbul'un kendisiyle aynı enlemde bulunan kentlere göre minimum sıcaklıklar konusunda daha soğuk olduğunu belirlemiştir. Ayrıca Strabo'dan beri benimsenen Anadolu'nun doğu-batı orografik çatı modelini reddederek bu bölgedeki dağ oluşumlarını kuzeybatı ve kuzeydoğu yönlü geçişler üzerinden kurmuş ve Anadolu'nun genç oluşumunu yansıtan genç yaşlı kayaçlarda da bunu destekleyen veriler bulmuştur.

Çihaçov'un 1864 tarihli yapıtı Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'ndan İstanbul ve Boğaziçi adıyla 2019 yılında çıkmıştır.

Doğa bilimleri alanındaki katkılarının yanı sıra Kırım savaşı öncesi özellikle Orta Anadolu'daki Rum ve Ermeni tebaanın sosyal ve dini yaşamına yönelik günlüğüne kaydettiği pek çok ayrıntı dikkati çeker. Rotasındaki antik kentlere de özel ilgi göstermiştir.

1870 yılından itibaren Pierre de Tchihatchef (Çihaçov) bilimsel gezilerini daha az yorularak ve eşiyle beraber yapmaya başlamıştır.

Bu gezilerini Mağripler üzerinde yapan Çihaçov, Avrupa'ya döndüğünde bu gezilerinden çıkan sonuçları yayımladı.

Ayrıca l'Asie Mineure adlı çalışmasındaki notları, verileri ve gözlemleri tekrar gözden geçirerek bu kez de Almanca Kleinasien adıyla 1887'de yayımlamıştır.

Bu tarihten 3 yıl sonra 13 Ekim 1890'da Floransa'da hayata gözlerini yummuştur.

Çalışma hayatı boyunca pek çok kez Fransa Bilimler Akademisi ve Fransa Jeoloji Kurumu dergilerinde yazılar yazan Çihaçov ölümünden önce Fransa Bilimler Akademisi'ne 100 bin Frank bağışlanmasını vasiyet etmiş ve bu vasiyeti bizzat kendi el yazısıyla noter huzurunda kaleme almıştır.

18 Nisan 2024 Perşembe

Dersu Uzala


Wikipedia

 

Dersu Uzala ( c.1849  - 13 Mart 1908) Ussuri bölgesinin yerli sakini, avcı ve rehberdi.

V. K. Arsenyev'in 1906 ve 1907'deki keşif gezilerine katılan Dersu Uzala, " Ussuri Bölgesi Karşısında" ve " Dersu Uzala " adlı öykülerinde ana karakter olarak karşımıza çıkar.

"Mohikanların sonuncusu"nun Rusça versiyonu olan Dersu, muhtemelen nesli tükenen/yok edilen Nanai halkının veya Uzala (Ojal) kabilesinin son insanıydı.

Dersu Uzala, Ussuri bölgesinde doğmuştur,

Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Ailesini çiçek salgınında kaybetti. Ussuri Nehri vadisinde dolaşarak kürklü hayvanlar için ticari avcılık yaptı.

1906'dan beri ünlü Rus gezgin, yazar, Ussuri bölgesinin kaşifi Vladimir Klavdievich Arsenyev'in önderlik ettiği keşif gezilerine rehber olarak katıldı .

13 Mart 1908'de Korfovskaya tren istasyonu bölgesinde bir soygun sonucu öldü.

 

Arsenyev'in kitaplarındaki karakter olarak Dersu Uzala

Vladimir Klavdievich Arsenyev'in kitaplarına göre, yazar ve "orman adamı" Dersu, 1902'den 1908'e kadar Ussuri taygasında kilometrelerce birlikte yürüdüler ve çok iyi arkadaş oldular.

1907 seferinin sona ermesinin ardından Arsenyev, artık yarı kör olan Dersu'yu Habarovsk'taki evinde yaşamaya davet etti.

Dersu, Habarovsk'a taşındı ama şehirdeki yaşam ağırdı.

Dört duvar arasının “boğucu” olduğunu hissetti. Dayanamayarak 1908 baharında yakın arkadaşı "kaptan" ile vedalaştı,  Amur’da Primorsky Bölgesi'ne, Ussuri Nehri'nin kaynağındaki memleketine, yürüyerek döndü.

Dersu Uzala, Habarovsk'a çok da uzak olmayan Korfovskaya istasyonu yakınlarında öldürülmüş olarak bulundu.

Dersu, soğuk bir sonbahar gecesinde konaklamak için bir yol kenarında bir ateş yakmıştı.

Dersu'nun hiçbir değerli eşyası yoktu, ama soyguncular, tayga sakinleri için çok değerli olan tüfeğini ele geçirmek için onun canına kıydılar.

Arsenyev'e göre Dersu, 13 Mart 1908'de Khekhtsir geçidi bölgesinde, bir granit ocağının yakınında mahkum Kozlov tarafından öldürülmüştü.

Bugünlerde Dersu'nun öldüğü yerden çok da uzak olmayan Korfovski köyünde onun anısına granit bir blok dikildi ve etrafına çam ağaçları dikildi.

Dersu Uzala, Arsenyev'in günlüklerinde adı geçen gerçek bir kişi olsa da, "Ussuri Bölgesi Karşısında" ve "Dersu Uzala" kitaplarının kısmen kurgulanması nedeniyle Dersu'nun imajı bir miktar değişmiştir.

Gerçek adı Derchu Odzhal'dır (Odzhal klanından Derchu).

Arsenyev'in günümüze ulaşan keşif günlüklerine göre Dersu ile ancak 1906 yılında tanıştığına inanılmaktadır; buluşma 3 Ağustos'ta Tadushi Nehri yakınında gerçekleşmiştir. Ancak kitapta Arsenyev, 1902 yılında Lefou Nehri yakınlarında ilk buluşmasını anlatırken, V.K. Arsenyev'in Tadushu adını verdiği nehirdeki buluşmanın ikinci olduğu ortaya çıkıyor. Arsenyev'in daha önce taygada birlikte yürüdüğü diğer rehberlerin bazı özelliklerini ve eylemlerini ona atfetmiş olması mümkündür. Ancak günlüğün, Dersu'nun V.K. Arsenyev tarafından kurtarıldığı 1902 yılında Khanka Gölü'ndeki olayla ilgili girişlerin yer aldığı sayfası korunmuştur; Dersu'dan defalarca bahsedilmektedir;

Uyruğu

Geleneksel olarak Dersu Uzala bir Nanai olarak kabul edilirdi .

Böylece, ünlü oyun yöneticisi ve birçok kitabın yazarı S.P. Kucherenko, Krasny Yar köyünde (Bikin Nehri üzerinde) eski tanıdığı, doğuştan bir Nanai, rehber ve bu yerlerin sakini Fyodor Uza ile tanıştı. Pek çok sohbetinden birinde gururla şunu söyledi: “Dersu bizim adamımızdır, ailemizdendir. Doğrusu soyadı Uzala değil, Uza'dır”.

Ancak Vsevolod Sysoev ( Habarovsk Yerel Kültür Müzesi müdürü Habarovsk Pedagoji Enstitüsü Coğrafya Fakültesi Dekanı ) onu bir Udege olarak görüyordu . Sysoev ile Dersu Uzala'nın uyruğu hakkında yapılan bir konuşma Yulia Shestakova tarafından "Halk-Yıldızlar"  kitabında yer alan "Dada" makalesinde kaydedildi :

Dersu'ya neden Nanai deniyor? Evet, her şeyden önce, kendisini Arsenyev'e bir Oroch ya da Ude değil , bir Altın , yani bir Nanai olarak tanıttığı için .

— Vsevolod Sysoev

Yerel tarihçi varsayımını şu şekilde gerekçelendirdi:

Arsenyev, Ude sahilindeki topraklarda Dersu ile tanışır ;

Udege giysili Dersu elbiseler - pantolon ve geyik derisinden yapılmış bir ceket, yüksek çizmelerle ayakkabılı ;

Dersu ve ailesi, Udege göçebeleri gibi kışın taygada - ağaç kabuğuyla kaplı direklerden yapılmış bir yurtta, yazın - huş ağacı kabuğu kulübesinde yaşıyorlardı; Altınlar ( Nanailer ) göçebe değildi;

Sysoev'e göre kara çiçek hastalığı çoğunlukla Udege'ler arasında yaygındı, kampların tamamında öldüler, Nanailer ise nadiren çiçek hastalığından muzdaripti;

Dersu bir avcıdır, balıkçı değil, taygayı, tüm dağ nehirlerini ve pınarlarını iyi bilir, her tepeyi hatırlar;

Dersu, Arsenyev'e Nanai dilini değil, Udege dilini öğretiyor ;

“O zamanlar sadece Ude kıyılarında kahverengi saçlı ve yeşilimsi gözlü insanlar vardı…”

“Habarovsk'tan nasıl ayrıldığını hatırla. Amur'a doğru değil , ondan uzakta, Amur'dan ayrılıyor. Gerçek altının böyle davranmaması gerekirdi. Üstelik ölümden önce kişi genellikle doğduğu yerlere çekilir.”

Edebiyatta Dersu Uzala

V.K. Arsenyev'in romanları : “ Ussuri Bölgesi Karşısında ” (1921), “ Dersu Uzala ” (1923).

İlk baskılara ek olarak, Sovyet döneminde bunlar ciddi bir kısaltmayla (yaklaşık yarısı) ve çok sayıda sansür düzeltmesiyle yayınlandı.

Avrupa'da üne kavuşan "Ussuri Bölgesinin Vahşi Doğasında" kitabı da "Ussuri Bölgesi Karşısında" ve "Dersu Uzala" hikayelerinin önemli ölçüde kısaltılması ve metnine biraz eklenmesiyle oluşturuldu. 

ve sinemada

" Dersu Uzala " (1961): Yönetmen Agasi Babayan 

" Dersu Uzala " (1975): Akira Kurosawa'nın yönettiği , Dersu rolünde Maxim Munzuk . Film, En İyi Yabancı Film Akademi Ödülü'nü kazandı (1976).

" Vladimir Arsenyev. Tayga Kaptanı " (2011): Rusya Coğrafya Derneği'nin desteğiyle " Komsomolskaya Pravda" Yayınevi tarafından hazırlanan, Dersu rolünde Ramil Farzutdinov  Alexander Sveshnikov tarafından yönetilen belgesel film.

***

2007 yılında Kraski yayınevi, V.K. Arsenyev'in yazarın devrim öncesi kitaplarının metinlerine dayanan ilk eksiksiz, kısaltılmamış eser koleksiyonunu yayınladı.

Aynı zamanda, "Almanac Rubezh" yayınevi, V. K. Arsenyev'in toplu eserlerini altı cilt halinde yayınlamaya başladı; burada ("Kraski" yayınevinden bağımsız olarak), yayınlanmamış el yazmaları da dahil olmak üzere Arsenyev'in kitaplarının tam metinleri restore edildi.

Arsenyev'in daha önce yayınlanmış olan tüm eserleri sansür nedeniyle büyük ölçüde kısaltılmıştı: onlardan Tanrı'ya yapılan bir dizi atıf kaldırıldı, o zamanlar (etnografi dahil) küçükleri belirtmek için kullanılan "yabancılar", "yabancılar" terimleri Milletler ve bunlarla ilgili olan ve sonradan olumsuz bir anlam kazananların yerini “yerliler”, “yerli” almış; “askerler”, “askerler” kelimelerinin yerine “tetikçiler” ve hatta “Kazaklar” getirilmiş, “eski rejim” subay rütbeleri kaldırılmış, “halkım”, “askerlerim” ve benzeri “mülk sahibi” ifadeleri hariç tutulmuştur.

17 Nisan 2024 Çarşamba

'Plyuşkin' gerçek hayatta var mıydı?

 


Ölü Canlar, Nikolay Vasilyeviç Gogol‘un üç cilt olarak tasarlanan, ilk cildi 1842 yılında tamamlanan, ancak bitirilememiş romanıdır.

Ölü Canlar, 19. Asırda yaşayan Rus insanlarının bir eleştirisi niteliğini taşımaktadır.

Eserdeki sahtekarlıklar, dönemin Rus sosyal yaşamından esinlenilerek kurgulanmıştır. Vatanını çok seven Nikolay Vasilyeviç Gogol, ülkesindeki çarpıklıkları ortaya koyarak çözüme gidilmesini istemiştir bu eseriyle.

Gogol, eserde Rusya’daki günlük yaşamı en ince ayrıntısına kadar betimlemiştir. Dolayısıyla yazar, realist bir dille Rus ülkesindeki bayağılık ve ruhî boşluğu anlatmayı istemiştir.

Gogol, üç cilt olarak tasarladığı romanın ikinci ve üçüncü bölümlerini aşırı tepkiler sebebiyle yazmamıştır.


Ölü Canlar romanının kahramanları: 

Pavel İvanoviç Çiçikov: Romanın ana kahramanıdır. Dolandırıcılığı, maceraperestliği ile dikkati çekmektedir. Ancak insanların inandığı, sevdiği, sevimli bir kişidir.

Koroboçka Anne: Başka bir toprak sahibidir. İhtiyar, saf bir kadındır. Fakat malikâneyi bütün ustalığıyla yönetmektedir.

Manilov: Çiçikov’un çalıştığı toprak sahiplerinden biridir. Silik şahsiyetli, etkisiz, kendi hâlinde biridir.

Nozdryev: Toprak sahiplerinden bir diğeridir. Kumarbaz, sarhoş, yalancı ve kaba bir insandır.

Sobakeviç: Toprak sahibidir. Kaba, iri yapılı bir tiptir.

Stepan Aleksandroviç Plyuşkin: Aşırı derecede cimri diğer bir toprak sahibidir.

Selifah, Petruşka: Çiçikov’un hizmetçileridir.

 

Ölü Canlar romanının özeti:

Pavel Ivanoviç Çiçikov, Rusya’da kasaba kasaba dolaşıp feodal kanunlara göre toprak sahiplerinin malı olan köle köylüleri satın almaktadır. Ancak istediği köylüler çalışmayı iyi bilen ya da sağlıklı olanlar değil, tam aksine ölü olanlardır.

Zamanın yasalarına göre, toprak sahipleri topraklarının sınırları içinde yaşayan insanların sayısına göre vergi ödemesi gerekmektedir. Çiçikov Rusya’yı gezerek son nüfus sayımında ölenlerin (ölü canların) ölüm belgelerini satın alır. Toprak sahipleri, bu alışverişten memnundur.

Her iki tarafın da kârlı çıktığı bir durumdur bu.

Çiçikov bu belgeleri toplayarak mevcut olmayan mülkü rehine koyar ve karşılığında para alır.

Çiçikov bir kasabaya uğrar, oyununu burada uygulamaya karar verir.

Kasabanın ekonomik durumu, toprak sahiplerinin kimlik bilgileri, devlet memurlarının özellikleri ve ölü canların sayısını öğrenir.

Halk, onu önemli ve zengin bir kişi zanneder. Sevimliliği ile zenginlerin de kısa sürede güvenini kazanır. Varlıklı ailelerin evlerine davet edilir, onların yaşantısına şahit olur. Bu arada, pek çok ölü can belgesi toplar.

Herkes topladığı belgelerle onun Ukrayna’daki çiftliğinde çalışacak işçi aradığını zannetmektedir.

Bir süre sonra, her şey anlaşılır. Valinin balosunda sarhoş bir toprak sahibi Nozdryev her şeyi anlatır.

Bazıları, Çiçikov’un valinin kızı ile evlenmek istediği dedikodusunu ortaya atarlar. Bazıları ise onun casus olduğunu söyler.

Bütün dolandırıcılığı ortaya çıkan Çiçikov kasabadan kaçar ve başka bir macera için yola koyulur.

'Plyuşkin' gerçek hayatta var mıydı?

Nikolay Gogol'ün "Ölü Canlar" kitabının kahramanlarından, toprak sahibi Stepan Aleksandroviç Plyuşkin yaşamda ender rastlanılacak cimrilerdendi. Yağlı, yırtık pırtık bir elbise giyiyordu ve gördüğü her şeyi – eski paslı bir kova veya demir çivi dahil, bulduğu her şeyi - evinin içinde topluyordu.

Bazıları Nikolay Vasilyeviç Gogol'ün bu kahraman tipini ünlü tarihçi Mikhail Pogodin'den "kopyalandığına" ve hatta bu cimri kahramanın eşyalarını onun evine ve bahçesine benzettiğine inanıyor.

'Ölü Canlar' kahramanının prototipinin kim olabileceğine dair başka versiyonlar da var.

Bunlardan birine göre Puşkin, Gogol'e tüccar Plyuşkin'den bahsetmişti.

İddiaya göre Valday'dan geçerken adının yazılı olduğu bir tabela görmüştü ve bu gözlemini paylaşmıştı. Soyadı karaktere mükemmel bir şekilde uyuyordu ve bu yüzden ona yapışmıştı.  

Bu bir merak gibi görünebilir, başka bir şey değil. Ancak gerçek şu ki, 'Ölü Canlar'ın ilk cildinin yayınlanmasından birkaç yıl sonra, Valday mağazasının sahibinin, gerçek bir 'Plyuşkin' haline gelen bir oğlu oldu.

Fyodor Mihayloviç Plyuşkin, Rusya'daki en büyük özel koleksiyonlardan birini topladı. Kelimenin tam anlamıyla her şeyle ilgileniyordu: el yazmaları, ikonlar, madalyalar, resimler, Suvorov'un kişisel eşyaları, pullar. Önemsiz el sanatlarının gerçekten değerli eşyaların yanında durması onu rahatsız etmedi - kırk yıl içinde koleksiyon bir milyon parçaya ulaştı!

Koleksiyonu herkes görebilirdi - Plyuşkin, Pskov'daki evinde bir müze açtı. III. Aleksander, onu 200.000 rubleye alarak İmparatorluk Rus Müzesi'ne katmayı planladı. Ama bu asla olmadı. Fyodor Plyuşkin'in ölümünden hemen sonra koleksiyonu II. Nikolay tarafından 100.000 rubleye satın alındı. Bugün bu koleksiyon parçaları  Hermitage, Rus ve Etnografya Müzelerinde saklanıyor, bazı eşyalar ise hala Pskov'da.

16 Nisan 2024 Salı

Rusya'daki ilk devrim: 1825 Decembrist (Dekabristy) İsyanı


Enver Güney

Kaynak:  https://t24.com.tr/

 

Rusya'da uzun yıllar çözüm bulamayan kölelik sistemi üzerinde az da olsa reform yapılabileceği beklentisi Decembrist hareketinin öncüleri için umut kaynağı olur. Novikov, Radishcev, Krechetov, Pnin, Trugenev, Pestel ve Ryleev gibi hareketin öncüsü aydın ve yazarlar, önceki Çarlar döneminden bile geri kalındığı bir döneme girildiğini söylemekten kaçınmazlar

 

Napolyon Moskova'yı ele geçiriyor

14 Eylül 1812 günü sabahın erken saatleri. Napolyon, ordusuyla Moskova şehrine girmeye hazırlanıyor. Asya tarzı ekzotik renk ve şekillerin hakim olduğu binalarıyla muhteşem, tarihi Moskova şehri artık ayaklarının altındadır. Şehrin ele geçirilmesiyle, barışı ve Avrupa medeniyetini yeşertebileceği farklı bir kültüre geldiği için garip bir duygu hisseder. Karşılaştığı tek sorun, daha eylül ortaları olmasına rağmen kışın insanın içini tırmalayan soğuğunu hissettirmeye başlamasıdır.

Şehre ilk giren, müttefik ordusu kumandanlarından Napoli Kralı, Napolyon'a raporunu verir. Moskova tamamıyla terk edilmiştir. Hiçbir sivil, sosyal ve askeri hareket göze çarpmadığı gibi soylu, zengin veya yoksul bir insana, kiliselerde ibadet edene ve tek bir din adamına bile rastlanılmamıştır. Rus ordusu düşman gelmeden şehir sakinlerini ülke içinde güvenli başka bir bölgeye nakletmeyi başarmıştır.

Napolyon 14 Eylül gecesini günümüzde otel ve restoranları ile turistlere hizmet veren Dorogomilovo'da geçirir. Moskova'ya bir gün sonra girer. Şehrin içine girerken top arabaları ve silah nakleden arabaların uğultulu gürültüsünden başka hiçbir ses duyulmamaktadır. Sokak hayvanları hızla sağa sola kaçışırlar. Şehir sanki ağır bir uykudadır. İmparator doğrudan Kremlin'e gider. Heyecanla binalara bakar. Kremlin şehir içinde bir şehir gibidir. İçinde imparatorluk sarayı, askeri cephanelik, Senato binası, arşivler, kamu binaları, yüzlerce değerli tarihi eşyanın olduğu kiliseler ve son olarak Türklerle yapılan savaşlarda ele geçirilen bayraklar ve diğer tarihi malzemelerin yer aldığı müzeler bulunmaktadır. Moskova seferi sırasında, Kremlin'in en merkezi bölümünde yer alan İvan Kulesindeki büyük haç ve çevresindeki ilginç objeler sökülerek Paris'e gönderilecektir.

Napolyon'un şehre tam girerken Çin Mahallesi Kitaigorod'da büyük bir patlama olur, ardından yangın çıkar. Yangın hızla yayılarak üç gün içinde şehrin dörtte üçünü etkisi altına alır. Fransız ordusu Rusya içlerine ilerlerken, düşman kuvvetleri önlerindeki tüm şehirleri yakarak, gıda ve erzak açısından büyük zorluklarla karşılaşmalarına neden olur. Moskova öncesinde de aynı şey yapılır. Halk, evlerini ve çiftliklerini terk ederken ne var, ne yoksa, her şeyi ateşe vererek imha etmektedir. Sonunda gerekli lojistiği sağlamakta güçlük çeken 685 bin askerin oluşturduğu büyük koalisyon ordusu ağır kış koşulları altında 400 bin ölü ve 120 bin kayıp bırakarak ağır bir felaketin ardından eve dönüş yoluna girecektir.

Savaşın gizli galibinin Mareşal Kış olduğu söylense de 1812 yılında Napolyon'un hakkından genç ve çok iyi eğitimli Rus subaylarının geldiği bilinen bir gerçektir. Aynı askerler Fransa ile dostluğun sürdüğü birkaç yıl öncesinde, yine aynı Napolyon'u Avrupa'nın çeşitli yerlerinde alkışlayan, onun şerefine kadeh kaldıran insanların arasındadır. 1812 öncesinde Avrupa'da bulundukları dönemde batı toplumunu yakından tanıma fırsatı bulmuşlar, liberal üniversitelerde eğitim alarak aydınlanmayı yerinde izlemişlerdir. Avrupa'da bulundukları dönemde, köylülerin kölelikten kurtulduğuna ve kralların yetkilerinin kısıtlandıklarına şahit olan bu aydın insanlar, ülkelerine döndüklerinde insan hakları, seçimle gelen devlet yönetimi ve kurumsal demokrasiyi de içlerine sindirmişlerdir. 1825 yılının aralık ayında gerçekleştirilmesi nedeniyle öncülük ettikleri bu harekete Decembristler veya Rusça adıyla Dekabristy denilecektir.

 

Alexander'ın taç giyme töreni

Şimdi Napolyon'un Rusya seferinden 11 yıl öncesine geri dönelim. 12 Mart 1801 günü Alexander diğer varisler arasında öne çıkarak tahtına kavuşmuştur. Babası Pavel'in (Paul), İngiltere'nin gözbebeği Hindistan'ı kuzeyden, aman vermeyen buzullarla kaplı sıradağların arasından süzülerek ele geçirmek için başlattığı çılgın projesini durdurma düşüncesiyle acil bir saray darbesi yapar. Yönetimi ele geçirir. Pavel yatak odasına giren askerlerden kaçmak için şöminenin içine saklanmak istese de, kıskıvrak ele geçirilerek etkisiz hale getirilir. İşin tuhaf tarafı, aynı Pavel, bu çılgın projesini yıllar önce Napolyon'la da paylaşmış, gün ve saat sayısına kadar ayrıntıyla çizdiği absürd planı ile onu Hindistan'ı ortak ele geçirmeye davet etmiştir. Napolyon, Pavel'in planını görür görmez, kahkaha atmaktan kendini alıkoyamaz. Mektubu hemen yırtıp atacaktır. Onun bu saygısız tavrına çok içerleyen Çar Pavel, daha sonra kendi olanakları ile Hindistan seferi başlatarak, binlerce Rus askerinin hayatını tehlikeye atacaktır. Durumun vahametini ciddi bir şekilde izleyen genç Alexander, babası Pavel'i hemen göz hapsine alarak, buzlu dağlar üzerinde Hindistan'a doğru ilerleyen çaresiz ordusuna yıldırım ulakları ile haber gönderir. Bu hızlı kararıyla binlerce askerin donarak ölmelerini önleyecektir.

Tahta çıkan Alexander'ın ülkesi Avrupa'nın süper güçlerinden biri olarak görünse de, yakından bakıldığında yapısal olarak yoğun feodal izler taşıyan, halkının önemli bir kısmı büyük toprak sahiplerinin, soyluların resmen kölesi olduğu, eğitim ve kültürel gelişmenin büyük merkezler dışında kendisini hiç göstermediği ve sanayinin hiç gelişmediği bir ülkedir. Alexander, ülkesinin başına geçmeden önce çok güzel hayaller kurar. Liberal bir anayasayı uygulamaya koyarak ülkesini daha ileriye ve refaha taşıyabileceğini düşünür. Ülkesinin yönetimsel olarak ciddi açmazlar içinde olduğunun farkındadır. On sekizinci yüzyılın sonlarından itibaren en önemli sorunlardan biri haline gelen kölelik, çoğunluğu Avrupa'da eğitim almış Rus aydınların öncelikli gündem maddesi olmuştur.

Alexander'in ülkesinin mali yapısı da adeta iflasın eşiğindedir. Bütçe açığı ikiyüz milyon Rublenin üstüne çıkmış, ağır işleyen bürokrasi ülke kaynaklarının heba edilmesinin en büyük sorumlusu olarak toplumun odak noktasına yerleşmiştir. Diğer yandan, Rus ordusunun perişan hali, Balkanlarda önceki yıllarda yapılan savaşlarda kendisini açıkça göstermiş, eğitimsiz, iyi beslenemeyen zavallı köle köylülerden oluşan ordu, gıda tedarikinde yaşanan zorluklar nedeniyle hiç beklenmedik ağır yenilgilerle karşılaşmaya başlamıştır. Son yıllarda Rusya'nın Avrupa işlerine daha fazla dahil olması ordunun yeniden gözden geçirilmesini adeta bir zorunluluk haline getirir. Tüm bu gelişmelerle birlikte Birinci Alexander ile birlikte ülkede büyük bir reform yapılabileceği umutları artar. Yakın tarihlerde, 1789 İhtilali ile başlayan yeni dönem Fransa'da feodalitenin sonunu getirmiş, Adam Smith gibi aydınlarla İngiliz toplumu daha fazla ekonomik serbestleşme ile sanayi devrimini hızlandırma yolunda dev adımlar atmıştır. İtalya (1861) ve Almanya (1871) gibi onlarca küçük krallıktan oluşan ülkeler bağımsızlık yolunda küçük umutlarla başladıkları yolu yüzyılın ikinci yarısında ancak tamamlayarak bağımsız uluslar arasına katılabileceklerdir.

Avrupa'da feodalizmin yıkılış süreci hızlandıkça, toprak sahiplerinin egemen olduğu Rusya da gelişmelerden etkilenerek, kendisini iki çıkışı olan bir yol ayrımında bulacaktır. Ya devrimin etkilerini içine sindirerek liberal bir Anayasayı yürürlüğe koyacak, ya da Rusya'nın kadim üçlü yapısını daha da sağlamlaştırarak, direnmeye devam edecektir. Sonunda tercihini monarşi, katı Ortodoksluk ve soylu toprak sahiplerinin hiç vazgeçemediği köle-köylü toplum yapısından yana kullanacak, iyice batağa saplanacaktır.

Alexander'ın ilk günleri kendi şahsi gayretleri ile resmi olmayan komisyonların kurulması ve çeşitli çevrelerden bilgi alınması gibi hazırlıklarla geçer. Romantik yaklaşımlarla toprak sorununu kısa sürede çözebileceğini düşünen Çar, başlangıçta "İmparatorluğun bu çirkin devlet modeli, mutlaka yeniden şekillendirilmeli" mesajını vermeye başlar. Tahta çıkar çıkmaz ilk iş olarak bir ferman yayınlayacak ve köle-köylülerin toprak satışına bağlı olmadan satışını yasaklayacaktır. Bu ferman, tutucu toprak ağalarının hakim olduğu Devlet Konseyinin uyutması sonucunda uygulama alanı bile bulmaz. Devlette hakim ve güçlü olan büyük toprak sahipleri direnişe başlamıştır. Soylular, hiçbir kanunun yoksulu zenginden bağımsız yapamayacağını iddia ederler. "Köylü esaretten kurtulsa bile zengin komşusuna bağımlı olmaya mahkumdur" sloganıyla köleleliğin kaldırılmasına karşı resmen savaş açarlar. Soylular arasında Kont Nicholas Mordvinov gibi ileri görüşlü aydınlar da vardır. Bu aydınlar topluma her vesile ile fikirlerini açıklamaya devam ederek köleliğin kaldırılmasına destek verirler. Mordvinov, "Özel mülkiyetin Rusya'da uçsuz bucaksız topraklarda seyrek aralıklarla dağıldığını, sermayenin çok yetersiz olduğunu ve şehirli sanayileşmenin çok kısıtlı olmasının yanında, sanayicinin çalıştırabileceği işçi sınıfının neredeyse hiç olmadığını…" iddia eder. Köylü serbest kalırsa (emancipation) sanayinin gereksinimi olan işçi sınıfı köylerden şehre akacak, yeni ve güçlü bir tüketici kitle yaratarak ülkeyi hızla yüksek kalkınma sürecine taşıyabilecektir. Diğer yandan, toprak ve köle sahibi soyluların "Kölelik kalkarsa ülkede isyan çıkar" savına başka bir aydın, Kont Pavel Stroganov "Reform hiçbir zaman isyanı körüklemez" diyerek karşı çıkacaktır.

Fransız ihtilalinin çok yakın zamanda gerçekleşerek etkilerinin buram buram hissedilmesi Rus soyluların tedirginliğinin diğer nedenidir. Alexander'in eski hocası İsviçreli M. Laharpe batı Avrupa'dan döner dönmez ilk fırsatta İmparatora karşı düşünceleri fısıltılar. Laharpe akıllıca yönetilen despotik bir devletin doğru bir çözüm olduğunu söyleyerek köylü sorununu çözerken çok dikkatli olunmasını tavsiye eder. Köylülerin kölelikten kurtulması yerine bir köylü reformunun yapılmasının daha doğru olduğunu savunur. Alexander bütün bu etkilere rağmen, başlangıçta reform ağırlıklı söylemlere daha fazla kulak asmaya devam eder. Muhafazakar Devlet Konseyine rağmen Kont Rumiantsev gibi liberal bir aydının köleliğin aşamalı olarak kaldırılması yolundaki yasa teklifine destek olur. Kasım 1802'de ortaya atılan öneri, 20 Şubat 1803 tarihinde yasalaşır. Yasayla Rusya'da ilk defa yeni bir sınıf ortaya çıkar: "Özgür çiftçiler". Ancak özgür çiftçilik sisteminde aktif rolün devletten ziyade toprak sahiplerine verilmesi nedeniyle istenilen sonuçlar hiçbir şekilde gerçekleşemeyecektir. Koskoca ülkede toplamda 161 toprak parçası toprak sahiplerince özgür çiftçiler için feragat edilmiş, toplam köle-köylü nüfusunun ancak yüzde birine karşılık gelen 47 bin 153 köylü özgürleşerek, bunlardan sadece 17 köylü bedel ödemeden serbest kalabilmiştir. Toplam 7 bin köle-köylünün özgürlüğe kavuştuğu Vilna beldesinde, on altı feragat belgesiyle 415 kölenin serbest kaldığı süreçte, serbest kalan toplam 199 kişi zaten yasayı hazırlayan Kont Rumiantsev'in çiftliklerinde yaşayan köylülerdir. Tüm bu gayretlere rağmen 1808 yılına kadar hem yerli halkın hem de yabancıların hayretle izlediği köle satışları Rusya'nın her yerinde süregelir. Decembrist hareketinin öncülerinden Yakubovich başarısız isyan sonrasında sürgüne gittiği Sibirya'dan o dönemin Rus Çarı Nicholas'a yazdığı mektupta birçok toprak sahibinin kayıp ve ölü olmasına rağmen arazileriyle ve köle-köylülerin koşullarıyla kimsenin ilgilenmediğinden yakınır. Diğer bir Decembrist A. Bestuzhev, Rusya'da gerçekte fark edilmeyen en büyük toprak sahibinin Rus ordusu ve başkentte yaşayan soylular olduğunu iddia ederek, zavallı köylü ve işçilerin sefalet içinde kıvrandıklarını söylemektedir. Bestuzhev, Rusya'daki toprağa dayalı mülklerin yüzde doksanının bu nedenle harabe haline geldiğini, bir kısmının da rehin altında olduğunu yazarak acı tabloyu resmetmiştir.

 

Decembristler ve köle-köylüler

Rusya'da uzun yıllar çözüm bulamayan kölelik sistemi üzerinde az da olsa reform yapılabileceği beklentisi Decembrist hareketinin öncüleri için umut kaynağı olur. Novikov, Radishcev, Krechetov, Pnin, Trugenev, Pestel ve Ryleev gibi hareketin öncüsü aydın ve yazarlar, önceki Çarlar döneminden bile geri kalındığı bir döneme girildiğini söylemekten kaçınmazlar. Radishchev'in "Journey from St. Petersburg to Moscow" başlıklı eseri, bu alanda mevcut sistemi açıkça aşağılayan bir başlangıç olarak öncü yayınlar arasında yer alır.

Decembrist hareketinin liderleri sorunun temel nedeni olarak gördükleri toprak sahibi soylu sınıfa karşıdırlar. Aralarında toprak sahibi soylu sınıfa ait hiçbir üye yoktur. Köleliğin 1807 yılında Polonya'da kaldırılmasının ardından, 1816-19 yılları arasında Baltık ülkelerinde de yasa dışı ilan edilmesi, hareketin liderlerini köylülerin özgürleştirilmesi konusunda daha da heyecanlandırır. Ancak olaylar tam aksi yönde gelişmeye başlar. Batı Avrupa'da toprağa bağlı köylünün sanayi devrimine paralel olarak yeni işçi sınıfını oluşturması kapitalizmi hızla şekillendirerek büyütürken, ortaçağ kurumlarının varlığını ısrarla sürdürdüğü Rusya'da, hiçbir Avrupa ülkesinde görülmeyen köle-işçiler sistemi ile arkaik bir sanayi ortaya çıkmaya başlayacaktır. Bütün bunlara ilave olarak, halkın büyük merkezlerde toplanıp isyan edebileceği korkusuyla, St. Petersburg dahil şehir merkezlerine ulaşımın engellenmesi için ülkede neredeyse hiçbir demiryolu projesine yeşil ışık yakılmaz. Avrupa'da artan devrim hareketleri sonrasında işçi sınıfının şehirlerde yeşererek büyümesi Rus otokrasisinin en büyük kabusu haline gelmiştir.

On dokuzuncu yüzyılda Avrupa'da başlayan sanayileşme sürecinde, eski ekonomik ve sosyal yapıların çöküşüyle birlikte, siyasi yapılanma yeniden şekillenmeye başlar. Bu dönemde, modern sanayi devrimiyle birlikte, yeni sosyal ilişkiler ortaya çıkmış; özgür işgücü sisteme hızla katılırken, yeni özgürleşen eski feodal köylüler daha da zenginleşerek, yüksek satınalma güçleriyle sanayi ürünlerinin güçlü tüketicisi haline dönüşmüşlerdir. En önemlisi, batı Avrupa'da yeni bir siyasi hareketlilik başlamıştır. Decembristler arasında bu durumu en iyi kavrayanlar Pestel ve Nicholas Turgenev'dir. Siyasi olarak elleri ve kolları bağlı olan aydınlar gizli bir yapılanma ile propoganda çalışmalarına başlamaya karar verirler.

 

Tilsit Anlaşması'nın Rusya'daki etkileri

Alexander'in ilk dönemlerinde Fransa ile imzalanan Tilsit anlaşması Rusya'yı siyasi olduğu kadar ekonomik yönden de etkileyecektir. Rusya, Fransa'nın baskısı ile İngiltere ile her türlü ilişkisini tamamıyla keserek Prusya ve Avusturya'nın da dahil olduğu siyasi bloka, Kutsal İttifak'a katılır. Anlaşmanın ekonomik etkilerine gelince; İngiltere'den yapılan ithalatın yasaklanmasıyla birlikte sanayi ürünlerinde İngiltere'ye adeta bağımlı olan ülkede ithal ikamesi etkisi hissedilecek, kalitesiz Rus ürünlerine talebin artması sonucunda, sanayi sektörü az da olsa kıpırdananacaktır. İngiltere'ye ihracatın yasaklanması ile tarım sektöründe tam tersine bir darboğaz yaşanacak, tarım ürünleri ihracatı durma noktasına gelecektir. Sanayileşme sürecindeki bu tesadüfi gelişme sosyal reformların yapılmasını zorunlu kılmakta ise de, ülkedeki hakim toprak sahibi soylular böyle bir reforma karşı ölümcül bir savaşa hazır durumdadırlar. Buna karşılık kökenleri itibariyle toprak sahibi sınıfla aynı çizgide olmayan Decembristler, Rus milliyetçisi reformcular olarak ülkelerinin çıkarlarını yapılacak reformlarda, özgürlükler de görmekte ısrar ederler.

İstatistiklere bakıldığında ülkedeki ekonomik durum hiç de iç açıcı değildir. Avrupa'da İngiltere karşıtlığı tarafta yer almak, Rus sanayisini az da olsa kıpırdatmış olmasına rağmen tarımı yok ederek siyasi olarak güçlü toprak sahiplerini tedirgin etmiştir. Rusya'nın Fransa'ya yakınlaşmasının bedelini ödemekte olan toprak sahipleri bir anda Fransa düşmanı kesilirler. Rusya'da Fransa düşmanlığı zirveye ulaşır. Napolyon'a karşı olmak, Fransa'ya savaş açmak için gerekli sinyaller gelmeye başlamıştır. Bunlar Napolyon'a Moskova önlerine gelme fırsatını veren gelişmelerdir.

 

Rusya'daki mali krizin kökenleri

İngiltere ile dış ticaret kısıtlaması altında olan Rus ekonomisi yeni yüzyıla girerken oldukça kötü mali koşullar altındadır. İkinci Katerina dönemine bakıldığında, bütçedeki büyük açıklar kapatıldığı gibi, yabancı ülkelere olan borçların tamamı neredeyse ödenmiştir. Polonya'nın, Avusturya, Prusya ve Rusya arasında parçalanmasının ardından, büyük bir parçasının Rusya'ya bağlanması sonucunda, Polonya dış borçlarının kendisine isabet eden kısmıyla sorumlu hale gelen Rus ekonomisi oldukça sıkıntılı bir döneme girer. Önceki Çar Pavel döneminde başlayan savaşlar, askeri harcamaların zirve yapmasıyla ekonomide ve bütçede yeni delikler açmaya başlar. Başarısız Decembrist isyanının önderlerinden Kakhovsky, isyanın nedenlerini 1825 tarihli mektubunda anlatırken; "1810-1822 yılları arasında milli gelir dört katı artarken, vergi gelirlerinin de aynı oranda artması beklenirdi. Tam tersi oldu. Dış borçlarımız da azalmadı, hızla arttı. Paramızın değeri hızla düştü, bir rublenin değeri kısa sürede 25 kopek seviyesine indi" ifadesini kullanır.

Sonuç olarak bu çalkantılı dönemde Rusya'nın bütçe açığı 1801 yılında 7 milyon Ruble'den, 1822 yılında 351 milyon Ruble'ye ulaşır. 1825 yılına gelindiğinde hem iç hem de dış borçlar tarihin en zirve noktalarındadır. Bu sadece büyük bir kriz değildir, Rusya iflas etmiştir. Nedeni çok açıktır. Rusya hâlâ ilk çağların arkaik ekonomik modelinde, feodal sistemde ısrar etmektedir. Dahası, Avrupa'dan Napolyon'u silip, atma politikasının bedeli çok ağır olmuştur. Savaş sonrasında tarım ve sanayinin içinde bulunduğu durum kamu gelirlerini iyice azaltmış, Rus maliyesinin elini kolunu bağlamıştır. Dış ticarette çok sık değişen tarife politikaları, oldukça katı uygulanan korunmacı bir politikaya dönüşmüş, ülke ekonomisi değişken politikalar yüzünden ağır darbeler yemiştir. Decembrist'lerden Steingel, Kutsal İttifak'la birlikte Avusturya, Polonya ve Prusya'ya sağlanan tarife avantajları nedeniyle ülkeden büyük miktarda altın ve gümüş çıkışı olduğunu ve bu servetin hiçbir zaman geri gelmediğini yazar. İsyan sonrasında mahkum olduğu Sibirya'dan Çar Nicholas'a mektup gönderen diğer bir Decembrist Beztuzhev de yanlış politikalar yüzünden devlete olan güvenin kalmadığını, yabancı tacirlerin de artık Rusya ile ticaret yapma hevesinin olmadığını anlatır, paranın değerinin pul olduğunu, ülkede nakit para kalmadığını ifade eder.

 

Siyasi sorunlar gün ışığına çıkıyor

Hikâyenin başına yeniden dönelim. Alexander tahta çıktıktan hemen sonra, Marquis Posa imzalı bir mektup alır. Mektupta, Rusya'da yeni Çar'la yeni bir umudun, yeni bir dönemin başladığı, beklentinin artık Anayasal Monarşi olduğu, yazılmaktadır. Çar Ivan Vasilevich'in (Deli Petro) ülkesinde koşulsuz, tepki vermeyen bir kölelik modeli istediğini, böylelikle ülkeyi daha zalimce yönetme şansı bulduğunu ifade eden yazar; Petro'nun halkını yabancıları taklit eden bir formata soktuğunu, halkın da kendini aşırı seviyede mevcut duruma uydurduğunu vurgulamıştır. Yazar, Katerina'nın akıllı bir Çariçe olarak Rusların eğitim seviyesini yükselttiğini, Alexander'ın beklentilere uygun olarak tarihsel süreçteki görevini tamamlamak için tahta çıktığını ve ülkenin kendisinden ciddi bir reform beklentisi içinde olduğunu, yeni Çar'a yazmıştır. Mektupta kullanılan sahte isim "Marquis Posa" Schiller'in meşhur draması "Don Carlos"un kahramanıdır. Mektubu büyük bir ilgi ile okuyan Alexander, yazarın hemen bulunarak huzura getirilmesini emreder. Vasilii Karazin bulunarak, İmparatora takdim edilir, ikili yüz yüze görüşürler.

Çar'ın "Bu mektubu bana sen mi yazdın?" sorusuna, "Ben suçluyum ekselansları" cevabını veren Karazin'e, Alexander çok sıcak yaklaşarak "İzin ver seni kucaklayıp, bunun için teşekkür edeyim" der. "Benim, senin gibi düşünen daha çok tebam olmalı. Benimle her zaman böyle açık konuşmaya devam et, her zaman doğruları söylemekten kaçınma" diyerek devam eder. Başlangıçtaki durum geçici bir umut dönemini yansıtmaktadır. Ancak Çar bir anda kendisini iki grup arasında bulur. Birinci grupta yer alan eski tüfekler ve Senatörler, Katerina dönemini takip eden yumuşak bir reformun gerekli olduğunu savunurlar. Kölelik konusunu ön plana çıkarmamaya çalışırlar. Başlarında Derzhavin, S. Vorontsov ve kısmen de Amiral Mordvinov gibi usta siyasetçiler bulunmaktadır. Diğer grup Straganov, Czartorysky ve Novosiltsov'un da aralarında bulunduğu İmparator'un "gayriresmi komitesi"ni oluşturan aydınlardır. Bu grup geniş ve kapsayıcı bir milli reform yapılması, yanlısıdır.

Gayriresmi Komite, Çar'ın tavsiyesi ile siyasi ve idari konularda reform çalışmalarına hazırlanan Senato'ya paralel olarak "Rusya Halkı için Ana Başlıklar" adı altında reform önceliklerini yazmaya başlar. Kendi aralarında bireysel özgürlükler, özgür basın ve özgür konuşma hakkı ve dini toleransları da içeren bir metin oluşturulmak üzeredirler. Bunlara ilaveten bağımsız yargı gibi temel bir devrim atağı da çalışmalara dahil edilir. Çar tacını takar, ancak "Rusya Halkı için Hazırlanan Reform" sadece kağıt üzerinde kalır. Anayasal reformlar için halkın umutlarını taşıyan diğer çalışmalar ümitsiz beklentiler ve kesintilerle sürdürülecektir. Eski düzenin değişmeden devam edeceği sinyalleri verilmiştir. Ancak umutsuzda olsa reform önerileri hala devam etmektedir. Amiral Mordvinov tarafından gelen başka bir öneri, ilerde Decembrist hareketine katılan iki ayrı grup arasında, kuzey grubu lideri Muraviev ile güneyli Decembrist lider Pestel arasında fikir ayrılığına neden olacak olan federal bir devlet oluşturma düşüncesidir. Bu tartışmalı öneri sonrasında reform çalışmalarının sona erdiği ve liberalizmin adeta biterek, yerini tamamen keyfi, tepkisiz bir döneme bıraktığı söylenir. Artık Çar'ın en yakınında Arakcheev gibi robot ruhlu acımasız militer şahıslar yer alacak, Arakcheev gibi şahısların insana değer vermeyen zalim uygulamalarına duyulan tepki, liberal Decembrist akımının hızla şekillenip, ete kemiğe bürünmesine neden olacaktır.

 

Liberallerin üzerine yapılan acımasız saldırılar

Rusya değişik duygular içinde iken Avusturya'nın meşhur Dışişleri Bakanı Metternich'in Avrupa'nın tümü üzerinde tam otuz yıl kesintisiz olarak sürdürdüğü devrim karşıtı, monarşi yanlısı söylemleri Rus İmparatorluğunda da kendisini bütün varlığıyla hissettirir. Metternich'in her kelimesi, her sözü Rus çarları için de en sağlam referans olarak alınır, sanki kutsal kitabın emri gibi harfiyen uygulanır. Metternich'e rağmen özgürlük söylemlerinin Avrupa'nın her yerinde hissedilmesi, eski kuşak Rusları batıdan gelen bu tehlikeli düşüncelere karşı daha üst seviyede alarma geçirir. 1812 yılında tarihçi Nicholas Karamzin gibi ultra muhafazakar yazarların kışkırtmaları ile liberal değerler ve özgürlük söylemleri iyice alabora olmaya başlar. Karamzin'in "Eski ve Yeni Rusya" başlıklı kitabı bu alanda en önde giden eserlerdendir. Karamzin'in kitabındaki "Güçlü bir halkın kimliği, hükümdarına olan sorgusuzca bağlılıyla ölçülür" söylemi, onun monarşik yapıya ölesiye bağlılığını ortaya koyar. Karamzin batı Avrupa'da yayılmaya başlayan modern hukuk normlarına ve kanunların kodlanmasına da karşıdır. Çar tarafından kanunların kodlanması görevi verilen Speransky'nin çalışmasından nefret ettiğini ve bu çalışmanın Napolyon'u taklit dışında bir yararı olmadığını iddia edecektir.

 

Ünlü yazar Pushkin bile Karamzin'in bu tutumundan (özellikle de yazarın "History of the Russian State" başlıklı kitabı) rahatsızlığını şu dizeleri ile dile getirir.

Onun "Tarih"inde güzellik ve sadelik
Kuru Kuruya Monarşiye bağlılığını,
Ve kamçının cazibesini
Kusursuz olarak ispatlar

Karamzin'I izleyen Amiral Shishkov gibi birçok çağdaşı Rus edebiyatının batı dünyasından etkilenen bölümlerinin incelenerek, Rus kültüründen ayıklanması gerektiğini bile iddia etmiştir. Son olarak Ortodoks din adamları da modaya uyarak Rusya'da yenilik ve batı yanlısı aydınlanmaya karşı çıkarlar. 1 Ocak 1816 tarihinde verilen bir imparatorluk fermanı ile Katolik Jizvitlerin başkentten atılmasına karar verilir; 13 Mart günü tüm Jizvit tarikatı ülke dışına çıkarılacaktır. En son saldırı Üniversitelere yapılır. Mikhail Magnitsky'nin yönetim kuruluna atandığı Kazan Üniversitesinde yaptığı teftiş ve inceleme sonrasında Rusya'nın en aydın okulları en iyi hocalarından mahrum bırakılırlar. Yüzlerce aydın hoca işinden olur. Magnitksy elinden gelse sorunu çözmek için ülkedeki tüm üniversiteleri kapatacaktır.1823 yılında Rus öğrenciler zararlı bilgileri öğrendikleri ve ülkeye yaydıkları düşüncesi ile Almanya'daki okullardan geri çağrılırlar. Son nokta olarak 1812 yılında ağır bir sansür kurulu oluşturularak, yazılan her yazı ve kitap incelemeye alınır. Rusya'daki yazarların zamanlarının büyük bir kısmı sansür komitelerine hesap vermekle geçecektir.

 

Askeri kolonilerin oluşturulması

Alexander döneminde yaşanan ekonomik ve mali sorunlar ülkenin hiç beklenilmeyen idari tedbirlerle karşılaşmasına yol açar. Bunlardan en kötüsü, Decembrist isyanının da en büyük nedenlerinden biri olan Askeri Koloni uygulamasıdır. 1816 yılında Türk sınırındaki Avusturya topraklarında uygulanan modeli taklit eden Rus Askeri Koloni uygulaması, ordunun bütçede gittikçe artan mali yükünü hafifletmek ve Rus ordusunu daha esnek olarak, kendi olanakları ile ayakta kalmaya yönlendirmek amacıyla planlanmış, ancak Rus köylüsünü daha da baskıcı bir sistemle karşı karşıya bırakmıştır. Bu modele maruz kalan Rus köylüsü, kadınından, çocuğuna ve doğumdan ölüme kadar Rus ordusunun kölesi ve malı haline dönüşmüştür. Uygulama sırasında her vesile ile Rus Sarayına şikayetlerini ileten köylüler, bu modelden kurtulmak için herşeyi yapabileceklerini, her türlü vergiye ve hatta Sibirya'ya sürgüne bile gitmeye bile razı olduklarını iletmişlerdir. Şikayetler baskı dolu sistemin daha da acımasız uygulanmasına yol açar. Askeri Koloni uygulamasının en acı Hikâyeleri Kont A. Arakcheev'in yönettiği kolonide yaşanır. 9 Kasım 1810 tarihinde Mogilev Gubernia'sında koloni kuran Kont Arakcheev çağdaşı Ruslar tarafından Metternich'le de özdeştirilir. Acımasızlığı ve duygusuzluğu döneminde en sevilmeyen insan olarak tarihe geçmesine neden olur. Çar Pavel zamanında Rus ordusuna katılan Arakcheev'in askerlerine uyguladığı işkencenin sınırı yoktur. Onu bir karınca gibi aktif, bir tarantula örümceği kadar zehirli olarak tanımlarlar. Son olarak Arakcheev, 1817 yılında yakın çevresinde duyduğu ve çok sevdiği bülbül seslerinden dolayı, bülbüllere zarar verebilecekleri endişesiyle bulunduğu bölgedeki bütün kedileri asarak, itlaf etmiştir.

Askeri Koloniler uygulaması tüm şikayetlere ve haksızlıklara rağmen bir süre daha devam eder. Şikayetleri yerinde görmeye giden İmparatoru kandırmak için türlü türlü sahtekarlık yapılır. Kolonilerde ev ziyareti yapan Alexander'ın her ziyaret ettiği evde, yemek masalarına aynı kızarmış domuz konulacak, imparator yandaki eve geçerken yemek tepsisi hızla arka kapıdan diğer evin mutfağına aktarılacaktır. Kırk yıla yakın acılar bırakarak uygulanan model 1857 yılında terk edilir. Cefakar Rus köylüsünün isyankar ruhu Decembristlere ilham kaynağı olacaktır.


Enver GÜNEY, Datça,14.05.2021  

KAYNAKÇA

1- Napoleon Enters Moscow, 14 September 1812- Baron Claude François de Meneval- The Faber Book of REPORTAGE- Edited by John CAREY (1987)

2- THE FIRST RUSSIAN REVOLUTION 1825, The Decembrist Movement (Its Origins, Development, and Significance)-Anatole G. MAZOUR, PH.D.-Stanford University Press 1937

3- RUSYA: Bozkır Prensliğinden İmparatorluğa- Enver GÜNEY, T24 Pazar- 19 Nisan 2020.