Moskova

Moskova

21 Ağustos 2021 Cumartesi

Hiçbir inisiyatif cezasız kalmaz!




Kaynak: https://turkrus.com/

 

Rusya'da iş yapmış herkes bu ülkede çalışma etiğinin diğer ülkelerden büyük oranda farklı olduğunu bilir. Rostov Devlet Ekonomi Üniversitesi'nden antropologların yaptığı yeni bir çalışma bu farkın niteliğine ve köklerine ışık tutma amacını taşıyor. Araştırmadan çıkan en önemli sonuç, Rusyalıların çalışma anlayışında Sovyet mentalitesinin hala belirleyici olduğu yönünde.

Buna göre, Rusya toplumundaki yönetim modellerinin oluşumunda Sovyet tecrübesinin muazzam bir etkisi söz konusu ve rejim değişmiş olsa da bu etkiden kurtulmak hiç de kolay değil. Araştırmacılar, bunun otoriter ve bürokratik eğilimlerin baskın olduğu ve inisiyatifi dışarıda bırakan bir tecrübe olduğuna dikkat çekiyor ve Rusçadaki meşhur deyime atıfta bulunuyor: "Hiçbir inisiyatif cezasız kalmaz" ("initsiativa nakazuyema"). 

Rostovlu antropologlar bu modelin hem Batılı ülkelerde, hem de Japonya'daki modelden farklı olduğu görüşünde. Batı kültüründe çalışanın aktif olması ve inisiyatif alması teşvik edilirken, Japon kültüründe çalışan kendisini kolektifle özdeşleştiriyor ve sadece kendi için değil, kolektifin iyiliği için yüksek performans sergiliyor.

Tipik bir Rusyalı çalışan ise sadece yönetime değil, çalışma arkadaşlarına da mesafeli durmayı tercih ediyor. Buna göre, Rusyalı çalışanın tek odağı "etliye sütlüye bulaşmadan" üzerine düşen işi en az çabayla yerine getirmek ve evin yolunu tutmak.

Rusya'da genelde "kolektivizm" olarak tanımlanan davranış kalıpları ise esasen inisiyatif kullanmamanın ve sorumluluk almamanın bir başka adı.

Peki Rusyalı çalışan sorumluluk almaktan neden kaçınıyor? 

Rostovlu bilim insanlarına göre, bu durum temelde çalışanın yönetim kademelerine karşı hiçbir iş güvencesinin olmamasından ve kolaylıkla keyfi baskıların hedefi haline gelmesinden kaynaklanıyor Araştırmacılar bu noktada tasfiye dalgalarıyla meşhur Sovyet döneminden kalma bir diğer deyime atıfta bulunuyor: "Nezamenimıh nyet!", yani "Hiç kimse vazgeçilmez değildir!"

Son olarak, araştırmacılar Rusya'da pazar ekonomisinin tam anlamıyla gelişmemiş olması, serbest rekabetin oturmaması ve aşırı merkezi yönetim gibi unsurların çalışanların silik bir performans göstermesine neden olan ortamı beslediğini belirtiyor.

"Kim korkar hain robottan?"

 


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Rusya'da devlete bağlı kamuoyu yoklama kuruluşu VTsİOM, çalışanların robot teknolojileri hakkında ne düşündüğünü araştırdı. Buna göre, katılımcıların yüzde 70'lik bölümü yaptıkları işlerinin robotlar tarafından yerine getirilebileceği konusunda bir endişe taşımıyor. İşini bir robota kaptırma ihtimali olduğunu düşünenlerin oranı ise yüzde 18. 

Ancak daha genç yaş gruplarında robotların insanların işlerini ellerinden alabileceğini düşünenlerin oranı nispeten daha yüksek. 45-59 yaş grubunda bu görüşü benimseyenlerin oranı yüzde 22'de kalırken, genç yaş gruplarında yüzde 48'e kadar çıkıyor.

Öte yandan genel olarak robotizasyonun olumsuz bir süreç olduğunu düşünenlerin oranı yüzde 51.

VTsİOM'un 2019'da gerçekleştirdiği benzer bir çalışmada uzay, tehlikeli sanayi üretimi, tıbbi teşhis ve afet yönetimi gibi alanlarda çalışanların robotları işlerine ciddi bir tehdit olarak gördüğü ortaya çıkmıştı.

Elleri titreyen darbeci


Kaynak: https://medyagunlugu.com/

 

Bugün 21 Ağustos... Bu tarih büyük olasılıkla çok az kişiye hatta Rusların bile hayli azına bir anlam ifade ediyor. Bu kadar önemli sonuçları olan bir olayın bu kadar çabuk hafızalardan silinmesi gerçekten çarpıcı...

19 Ağustos 1991, Sovyetler Birliği'ni yıkıma götüren süreçte sondan bir önceki dönüm noktası olmuştu. O gün "Kremlin Şahinleri" olarak bilinen bir grup üst düzey yetkili, Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov'un Kırım'da tatilde bulunmasından faydalanarak darbe yaptı. Aslında daha doğru tanım, "darbe girişiminde bulundu" olmalı çünkü ne darbeciler ne de darbecilerin emirlerine gönülsüz uyan asker ne yapacaklarını biliyordu. Sabah saatlerinde bir grup darbeci basın toplantısı düzenlediğinde, sözcü konumundaki Devlet Başkanı Yardımcısı Gennadiy Yanayev'in (fotoğrafta ortada) titreyen elleri darbe girişiminin geleceği hakkında ilk fikri de veriyordu. Herkes darbecilere "aşırı komünist" diyordu ama aslında onlar sadece ayrıcalıklarını kaybetmek istemeyen bir grup üst düzey yöneticiydi...

Aynı dakikalarda, muhalefet lideri Boris Yeltsin "Beyaz Ev" olarak bilinen Rusya Parlamento binasının önünde bir tankın üzerine çıkmış, halka darbeye direnme çağrısı yapıyordu. 10 milyonluk bir kent olan Moskova'da bu çağrıya yaklaşık 20 bin kişi uydu ve parlamento binası önünde direniş başlattı. Hem bu direniş hem ne yapacaklarını bilmeyen darbecilerin kararsızlığı hem de Rus ordusunun deneyimsizliği ve isteksizliği sonucu 21 Ağustos Çarşamba öğleden sonra iktidara el koyma planı çöktü. Bazı komutanların Yeltsin'in safına geçmesinin ardından darbeciler tutuklandı ve Gorbaçov Kırım'dan döndü.

 Ama o günden itibaren güç Yeltsin'in eline geçmeye ve Gorbaçov'un iktidarı dakika dakika erimeye başladı. Gorbaçov siyasi rakibi olarak gördüğü Yeltsin'i yok etmek için çok uğraşmış ve onu Komünist Parti'deki görevlerinden uzaklaştırmıştı. İntikam saatinin geldiğini gören Yeltsin hırsla ve keyifle Gorbaçov'u her fırsatta küçük düşürdü, aşağıladı.

 Sovyetleri tarihe gömen son gelişme, Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya'nın Bağımsız Devletler Topluluğu adında bir yapı kurulduğunu açıklaması oldu. Sovyetlerin parçalandığını ve elinde iktidar kalmadığını kabul etmek zorunda kalan Gorbaçov 25 Kasım 1991'de, yani darbe girişiminden sadece üç ay sonra istifa etti ve Sovyetler Birliği resmen tarihe karıştı.

 74 yıllık bir ülke, iki buçuk gün süren bir darbe girişiminin ardından yıkıldı. İnsan ister istemez, "19 Ağustos'ta aşırıların yönlendirdiği Rus ordusunun darbesi başarıya ulaşsaydı acaba ne olurdu" diye düşünüyor. 

Tabii, bu sorununun yanıtını artık hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz...

İlgili yazı: https://medyagunlugu.com/haber/bir-yalniz-adam-1-47777

18 Ağustos 2021 Çarşamba

Putin hangi müzikleri dinliyor?


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Vladimir Putin'in yediği, içtiği ve giydiği kadar ne dinlediği de merak konusu. Russia Beyond portalı çeşitli kaynaklardan Putin'in müzik zevkine dair örnekleri derledi. Listede Mozart ve Çaykovski gibi klasiklerden Abba ve Beatles gibi eski devirlerin popüler gruplarına kadar çok sayıda isim var.

1. Çaykovski'nin 10 numaralı piyano konçertosu ve Mozart'ın 40'ıncı senfonisi. Putin'in sevdiği diğer klasik besteciler Schubert, Liszt,Chopin, Beethoven ve Brahms.

2. Mark Bernes. S çevo naçinaetsa Rodina? Vatan nerede başlar? İşte Putin'in şarkıyı mırıldanıp piyanoda eşlik ettiği bir kayıt. Putin Bernes'in şarkısından hemen sonra Louis Armstron'un Blueberry Hill'ini de söylüyor.

3. Leonid Utyosov. Moskova Pencereleri.

4. Abba. Gimme! Gimme! Gimme! 

5. The Beatles. Yesterday, Let It Be.

6. Lube. Tı nesi menya reka. Götür beni, ey ırmak!

7. Vladimir Vısotski. Dialog u televizora. Televizyonun karşısında muhabbet.



Listedeki bütün şarkılar Russia Beyond tarafından oluşturulan aşağıdaki Spotify oynatma listesinden dinlenebilir.

https://open.spotify.com/playlist/1D0Oq7CAVwR9rYfd1ebS3i?uri=spotify%3Aplaylist%3A1D0Oq7CAVwR9rYfd1ebS3i&utm_source=embed_v2&go=1&play=1&nd=1  


Gorbaçov: Ağustos 91'deki darbe girişiminin sonuçları feciydi


Kaynak: https://tr.sputniknews.com/

 

Sovyetler Birliği'nin son lideri Mihail Gorbaçov, Ağustos 1991'deki darbe girişimini gerçekleştirenlerin ülkeyi korumak amacıyla hareket ettiklerini savunduklarını ancak bu kişilerin maceracı tutumunun sonuçlarının feci olduğunu söyledi.

Ağustos 1991'deki darbe girişiminin 30. yıl dönümünde açıklamalarda bulunan Gorbaçov, "Darbeciler, beni Foros'ta tecrit edip her türlü iletişimi keserek temsilcilerini bana gönderdiklerinde, olağanüstü hal kararnamesini imzalama taleplerini kesin dille reddettim. Yaptıklarının suç, maceraperestlik olduğunu söyledim. Olağanüstü Hal Komitesi'nin halkı aldattığını ve iktidarı gasp ettiğini belirttim. Darbecilerin macerası, SSCB devlet başkanı ile Rusya devlet başkanının sağlam duruşu, binlerce Moskovalının, çok sayıda sivil toplum önderinin, milletvekilinin cesareti sayesinde başarısızlıkla sonuçlandı" dedi.

Halkın eski düzene geri dönmek istemediğini ve 'perestroyka' (yeniden yapılanma) sonucunda kurulan demokratik kurumların genel olarak sınavı geçtiğini belirten Gorbaçov, "Cumhuriyetler, bağımsız bildirgesini kabul etti ancak SSCB'yi yenilenmiş halde koruma şansı her şeye rağmen mevcuttu. Ancak aralıkta ikinci darbe geldi ve Rusya, Ukrayna ve Belarus liderleri SSCB'nin varlığının sona erdiğinin beyan edildiği Belovej Anlaşması'nı imzaladı" ifadelerini kullandı.

Gorbaçov, darbe girişiminin organizatörlerinin SSCB'nin dağılmasından sorumlu olduğunu vurguladı.

Belovej Anlaşması, 8 Aralık 1991'de Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin, Ukrayna Devlet Başkanı Leonid Kravçuk ve Belarus Devlet Başkanı Stanislav Şuşkeviç tarafından imzalanmıştı.

Şoygu: İnsanlık, emin adımlarla yok olmaya doğru ilerliyor


Kaynak: https://tr.sputniknews.com/

 

Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu, makul olmayan tüketim hacimleri nedeniyle insanlığın hızla yok olmaya doğru ilerlediğini belirtti.

'Vokrug Sveta' dergisine demeç veren Şoygu, "Yok olmaya doğru gitmemizin nedeni sınırsız tüketme arzusu. Bir tavşanın olduğunda onunla doyarsın. Ancak on tavşanın olduğunda, artık bir buzdolabına ihtiyacın olacak, aksi takdirde eti kaybedersin. Buzdolabının çalışması için elektriğe ihtiyaç var. Bu, yakıt yakmayı gerektirir ve öncelikle onu almalısın. Ama neden bu on tavşana ihtiyacın var ki?" ifadelerini kullandı.

Kendi avcı dedesini örnek olarak veren Şoygu, "Dedem taygada her zaman genelde yaptığından daha fazla et elde edebilirdi ancak bunu anlamlı bulmuyordu, zira böylece hayvanlar azalırdı ve o daha fazla et yiyemezdi" dedi.

Şoygu, bu kuralların bürokrasi tarafından değil, hayatın kendisi tarafından yaratıldığını vurguladı.

15 Ağustos 2021 Pazar

Stalin'in hayatındaki kadınlar


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Doğum belgesinde yazılı adıyla Yosif Visaryonoviç Cugaşvili... Dünyanın onu tanıdığı adıyla, Josef (Yosif) Stalin... 1953'te 74 yaşında ölen, SSCB'yi yöneten Stalin, tarihin en çok tartışılan isimlerinden biri olmaya devam ediyor.

Öbür yandan Stalin'in güzel kadınlara olan düşkünlüğü de hayatının bir başka penceresi. Başından iki evlilik (Kato Svanidze (19061907) ve Nadejda Alliluyeva (19191932) geçen Stalin'in üç çocuğundan söz edilir. İlk eşi Yekaterina'dan oğlu Yakov ve ikinci eşi Nadejda'dan çocukları Vasili ve Svetlana. Stalin'in iki oğlu Yakov ve Vasili öldü. 1966'da Sovyetler Birliği'nden kaçan kızı Svetlana ise 2011 yılında ABD'de öldü.


Rossiyskaya Gazeta'nın yayınlarından RBTH, "Stalin'in kadınları"nı derledi:

Yekaterina Svanidze. Stalin'in ilk karısı. O zamanki adıyla Yosif Çugaşvili, Kato Svanidze ile Tiflis'te bir din okulu öğrencisi olduğu 1906 yılında evlenmiş. Ne var ki bu evlilik genç kadının bir yıl sonra kimilerine göre tifodan, kimilerine göreyse veremden ölmesiyle son bulmuş. Bu evlilikten olan oğlu Yakov, 2. Dünya Savaşı'nda Almanlara esir düştükten sonra ölmüştür. Görgü tanıkları Stalin'in bu ölüm nedeniyle çok sarsıldığını hatta cenaze sırasında çukura atladığını aktarıyor. İkilinin tanışmasına vesile olan Kato'nun erkek kardeşi Aleksandr ise 30'lu yıllarda Stalin'in öfkesine kurban gidecek ve kurşuna dizilecektir.

Kato'nun ölümünü takip eden yıllarda Stalin Çarlık tarafından beş kere Sibirya'ya sürgüne gönderilir. Stalin'in bu sürgünler sırasında kendisine oda kiralayan iki kadınla ilişkisi olduğu biliniyor. Bunlardan biri Mariya Kuzakova. İkinci kadın ise o vakitler sadece 14 yaşındaki Lida Pereprıgina. Bu ilişkiden de bir oğlu olan Stalin'in küçük yaştaki kızı baştan çıkarttığı gerekçesiyle köylülerle başının derde girdiği söylenir.

Stalin'in resmi nikahlı ikinci karısı Nadejda Alliluyeva. On iki yıl süren bu evlilik de trajik bir sonla noktalanmış. 1931'de Nadejda kendini vurarak intihar etmiş. Nadejda'nın kocasının zalimliği nedeniyle depresyona girdiğini söyleyenler var.

"Balerinler ve daktilocular." Mariya Svanidze günlüğünde Sovyet elitinin kaçamak yaptığı kadınları bu sözlerle özetliyor. Kimilerine göre, Stalin'in gözde balerini ise Olga Lepeşinskaya. Lepeşinskaya'nın kendisi böyle bir ilişkinin varlığını yalanlasa da Stalin'in ünlü balerinin hiçbir gösterisini kaçırmamaya gayret ettiği bilinen bir gerçek.

Opera sanatçıcı Vera Davıdova da 1983'te Londra'da yayımladığı anılarında Stalin'le 19 yıl boyunca ilişkisi olduğunu iddia ediyor. Bu anılara göre, Davıdova 1932'de evli bir kadınken cebinde bir not bulur. Notta kendisi için bir arabanın dışarıda beklediği yazılıdır. Arabanın istikameti ise Stalin'in evidir. Davıdova kendisini "Nasıl hayır diyebilirdim ki?" sözleriyle savunuyor.

Valya İstomina Stalin'in ilişkisi olduğu düşünülen son kadın. Ev işlerinden sorumlu olan İstomina Kuntsevo'daki daçada (yazlık ev) Stalin'in yemek masasını hazırlayan ve yatağını yapan kişi. Zavallı kadının Stalin'in hastalığı sırasında muhafız bölüğünün başında bulunan General Nikola Vlasik ve NKVD'nin başı Lavrenti Beria tarafından tecavüze uğradığı anlatılır. Stalin bu "ihaneti" affetmeyecek ve Vlasik'le birlikte İstomina'yı da Gulag'lara attıracaktır.

14 Ağustos 2021 Cumartesi

Vahşi Rusya : Urallar (Belgesel)

 


Vahşi Rusya : Urallar (Belgesel)


Ural Dağları'nın tarih öncesi ormanlarına gizemli bir yolculuğa çıkıp ormanın derinliklerinde yaşayan değişik canlıların yaşam mücadelesine ortak oluyoruz. Pek çok canlı türüne ev sahipliği yapan bu ormanlarda, dev geyiklerin beslenme ve göç alışkanlıkları, kış uykusundan uyanıp yiyecek arayışına çıkan kahverengi ayı, ava çıkan yalnız kurt ve daha fazlası bu belgesel ile ekranlarınıza geliyor.






Dağ Altay. Yaban Hayatı Rusya. Kar Leoparı. Sibirya


Gezegenimizde insan tarafından değiştirilmemiş, vahşi doğaya sahip çok az yer vardır.

Medeniyet, aktif olarak çevreye saldırıyor.

Çeşitli flora ve fauna, temiz hava ve rezervuarların berrak suyu ile en eşsiz doğal manzaralar nasıl korunur?

Bu sorun, başta rezervler ve milli parklar olmak üzere özel koruma altındaki doğal alanlar ile çözülmektedir.

Rusya'da sayıları sürekli artıyor.

2010 yılında bu korunan alanlardan biri, Altay Cumhuriyeti'nin yüksek dağlık Kosh-Agachsky bölgesinde. Saylyugem Milli Parkı.

 


Metnin yazarı: Svetlana Usanova.

Metni seslendiren: Artur Marluzhokov.

Besteci: Alexander Trifonov.

Mahatma Gandhi ve Tolstoy


Samih Güven

Kaynak: https://samihguven.blogspot.com/


 

Mahatma Gandhi şiddet içermeyen barışçıl mücadele ve sivil itaatsizlik gibi yöntemlerle politik hedeflerine ulaşmaya çalışmış ve uluslararası düzeyde saygınlık kazanmış önemli bir lider. Bağımsız Hindistan'ın kurucusu sayılıyor. Buna rağmen özellikle Hindular ve Müslümanlar arasındaki ayrışmayı gidermek ve tarafları yatıştırmak üzere giriştiği eylemler nedeniyle 1948 yılında fanatik bir Hindu genci tarafından öldürülmüş.

Mahatma Gandhi çocukluğundan itibaren içinde olduğu kültürel, dinsel etkiler ve kendi inanış ve arayışı çerçevesinde hiçbir canlıya zarar vermemek, sade ve barışçıl yaşamak yönünde bir felsefe benimsemiş. Özellikle sömürgeciliğe ve ırkçılığa karşı mücadele ederek, ülkesinin bağımsızlığına kavuşmasında büyük rol oynamış.

Gandhi tıpkı Tolstoy gibi inanç ve hayat felsefesi temelli bir arayış içinde olmuş. Yine Tolstoy gibi bütün dini metinleri incelemiş.  Tolstoy'un Hristiyanlıkla ilgili görüşlerine hayranlık duymuş.

Bu iki önemli isim arasında mektuplaşmalar gerçekleşmiş, düşünsel ve insani bazda önemli bir yakınlaşma olmuş. Gandhi temelde bütün dinlerin özünde doğru olduğunu ancak onların ele alınışı, yorumlanışı ve kimilerinin kendi yararına kullanma istekleri nedeniyle farklılaştığını düşünmüş. Bu görüş Tolstoy'un bakış açısıyla da örtüşüyor.

Tolstoy farklı dini yaklaşımların birbirlerine söylediği, “Sen yalan içinde yaşıyorsun, ben hakikat” iddiasının bir insanın ötekine söyleyebileceği en acımasız söz olacağını düşünmüş ve bundan son derece rahatsız olmuş. Ve bir soru sormuş: Acaba ileri bir anlayış seviyesine ulaşınca mezhepler ve dinler arasındaki farklar kaybolur mu? Bu farklar neden var ve kimin işine yarıyor?

Tolstoy özellikle dinleri incelediği sırada Hindistan'ın derin ruhaniliği ve ahlak anlayışından çok etkilenmiş. Gandi ise Tolstoy'un kötülüğe karşı pasif direniş öğüdünün en önemli takipçilerinden biri olmuş. Kimi kaynaklar Gandhi’nin pasif direnişi anlaması ve kabullenmesini büyük ölçüde Tolstoy'un “Tanrının Egemenliği İçinizdedir” adlı eserini okumasına bağlıyor.

Tolstoy’un dinler üstü bir tavır geliştirmeye, Doğu ve Batı bilgeliğini birleştirmeye çalışmasından çok etkilenmiş Gandhi. Onun bağımsız düşünce sistemini, ahlakını ve doğruluğunu kendi bakış açısı ve yaşayışı ile de bağdaştırmış. Gandhi Güney Afrika'da yaşadığı dönemde oradaki ilk yerel idaresine “Tolstoy Çiftliği” adını vermiş.

Gandhi 1910'da Tolstoy’a yazdığı mektupta kendisine “pek sadık destekçiniz” diyerek ona olan bağlılığını ifade etmiş. Tolstoy ise ölümünden kısa bir süre önce Gandhi’ye önemli bir mektup yazmış, şiddet içeren başkaldırının ortadan kaldırılmasının önemini, insanın verdiği özgürlük mücadelesinde sevginin asıl yöntem olması gerektiğini ifade etmiş.

Bu iki önemli insan aslında milletlerin ve dini yaklaşımların birbirlerini boğucu ve dışlayıcı anlayışını ve ortamını reddetmiş, sevgiye, barışa, yardımlaşmaya dayalı insani bir bakış açısı ortaya koymaya çalışmışlar.

Başka bir önemli nokta ise her ikisinin de yaklaşımlarını sadece düşünsel düzeyde ve kağıt üzerinde bırakmaması, kendi yaşamlarına uygulaması, sade, gösterişsiz ve başkalarına yardım etmeye ve maddi yüklerden arınmaya dayanan bir anlayışa dönüştürmesi.

 

KAYNAKLAR:

-Moulin D., Eğitici Tolstoy

-Tolstoy L., İtiraflarım

-AnaBritanica

-Muhtelif diğer kaynaklar

Türk-Rus ilişkileri testi



Kaynak: https://medyagunlugu.com/

 


1-Sovyet lideri Mihail Gorbaçov, 1986 yılı ortalarında Moskova’ya giden Başbakan Turgut Özal’la neden görüşmedi? (*)

A)Hasta olduğu için 

B) Moskova dışında bulunduğu için 

C) Görüşme talebi gelmediği için 

D) Unuttuğu için 


2-Türkiye Moskova ile ilk doğal gaz anlaşmasını hangi tarihte imzalamıştır? 

A) 1996 

B) 2005 

C) 2000 

D) 1984 

3-Ankara’ya resmi ziyaret yapan ilk Rus (Sovyet) lideri hangisidir? (**) 

A) Aleksey Kosigin 

B) Leonid Brejnev 

C) Vladimir Putin 

D) Boris Yeltsin 

4-Türkiye ile Rusya hangi tarihte diplomatik ilişki kurmuştur? (***)

A) 1711 

B) 1492 

C) 1907 

D) 1923 

 

5-Rus politikacı Vladimir Jirinovski Türkiye’de neden tutuklanmıştır? 

A) Komünizm propagandası yaptığı için 

B) Vize süresi geçtiği için 

C) Kavgaya karıştığı için 

D) Atatürk’e hakaret ettiği için 

6-Aşağıdakilerden hangisi Moskova’da büyükelçilik yapmamıştır? 

A) Volkan Vural 

B) Nabi Şensoy 

C) Hasan Esat Işık 

D) Mevlüt Çavuşoğlu 


7- İki ülke arasındaki PKK-Çeçen gerginliği döneminde, “Camdan evde oturanların etrafa taş atmaması gerekir" diyen Rus büyükelçi hangisidir? 

A) Aleksey Yerhov 

B) Andrey Karlov 

C) Albert Çernişov 

D) Aleksandr Lebedev 

8- 24 Kasım 2015’te düşürülen Rus uçağı Türk hava sahasını ne kadar süreyle ihlal etti? 

A) 1 dakika 

B) 3 dakika 

C) 17 saniye 

D) 45 saniye 

9- Türk inşaatçıların 1980’lerin sonunda Moskova’da aldığı ilk önemli proje hangisiydi? 

A) Petrovskiy Pasajı 

B) Moskova Oteli 

C) Kremlin hizmet binası 

D) Bolşoy Tiyatrosu ek binası

 

10- Moskova’da büro açan ilk Türk gazetesi hangisidir? 

A) Hürriyet 

B) Cumhuriyet 

C) Sabah 

D) Milliyet 

 

11-  AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2002 yılındaki ilk Moskova gezisinde program dışı nereye gittiği için akşam yemeğine geç kaldı?

A) Nazım Hikmet'in mezarı

B) Moskova Fenerbahçeliler Derneği

C) Kızıl Meydan

D) Rizeliler Derneği

 

12- Lenin Mozolesi'ni ziyaretinden sonra "Lenin'i ölü görmek güzel" diyen politikacı hangisidir?

A) Ahmet Davutoğlu

B) Yıldırım Akbulut

C) Hilmi Gürel

D) Bülent Arınç

 

13-THY Moskova uçuşlarına ne zaman başladı?

A) 1990

B) 1988

C) 1993

D) 1999

 

14-Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 1 Eylül 2004 için planlanan ilk Türkiye ziyaretini hangi nedenle erteledi?

A) Beslan'daki terör eylemi

B) Sibirya'daki şiddetli deprem

C) Uçağının arızalanması

D) Kolunun kırılması

 

15- Moskova'da açılan ilk Türk hipermarketin adı neydi?

A) Migros

B) Şok

C) Ankara Pazarı

D) Ramstore

 

Cevap anahtarı ve notlar:

1 B, 2 D, 3 C, 4 B, 5 A, 6 D, 7 C, 8 C, 9 A, 10 D, 11 B, 12 D, 13 A, 14 A, 15 D

* Gorbaçov aslında siyasi nedenlerle Özal'la görüşmek istememiş, Moskova dışında bulunması resmi gerekçe olarak açıklanmıştı.

** Sovyet Devlet Başkanı Nikolay Podgornıy 1972 yılında Ankara'yı ziyaret etmişti. Ancak o dönemde devlet başkanlığı sembolik görevdi. 

** Bazı kaynaklara göre 1497

Kahraman kedi Vasya ayıya karşı

Kaynak: https://turkrus.com/

 

Rusya'ya bağlı Yakutistan Cumhuriyeti'nde pikniğe giden bir ailenin yanına yemek yedikleri sırada bir ayı geldi. Ailenin yanında getirdiği Vasya adlı kedi, ayının karşısına geçerek sahiplerini korumaya çalıştı.

Sputnik'in haberine göre, yaptığı hamlelerle kediyi alt edemeyen ayı, piknik alanından uzaklaştı. Kedinin ayıya kafa tutma anları, kameraya yansıdı:




İşte Rusların en çok gurur duyduğu tarihi şahsiyetler



Kaynak: https://turkrus.com/

 

 

Rusya’da yapılan son anket, halkın en çok gurur duyduğu, ortak payda saydığı ismin uzaya çıkan ilk kozmonot olan Yuri Gagarin olduğunu ortaya koydu.  

İnsomar’ın anketinde Gagarin’e yüzde 31 oy çıkarken, şair Aleksandr Puşkin yüzde 30 ile ikinci oldu.  

Daha sonra şu isimler sıralandı: 

Rus bilim adamı, Moskova Devlet Üniversitesi’nin kurucusu Mikhail Lomonosov (yüzde 22), 

Çar I. Petro (yüzde 21), 

2. Dünya Savaşı’nda Sovyet orduları başkomutanı Mareşal Georgi Jukov (yüzde 21)

Sovyet uzay gemilerinin tasarımcısı Sergey Korolyev (yüzde 20)

Kimya biliminin babalarından Dmitri Mendeleyev (yüzde 20)

Donanma komutanı Mareşal Aleksandr Suvorov (yüzde 15).

Anestezi gerçekleştiren ilk bilim adamı Nikolay Pirogov (yüzde 12)

Halkın yüzde 62’si uzay çalışmalarından, yüzde 51’i bilim alanındaki başarılardan, yüzde 49’u kültür-sanat başarılarlarından gurur duyuyor. 

Edebiyatta ilk üç sırada Aleksandr Puşkin, Fyodor Dostoyevski ve Lev Tolstoy var.  

Uzaydaki başarılar denince Yuri Gagarin, Sergey Korolyev ve Konstantin Tsiolovski (uzay mühendisi) akla geliyor. 

Bilim alanında ise Mihail Lomonosov, Dmitri Mendeleyev ve İgor Kurçatov (nükleer fizikçi) gurur duyulan ilk üç isim.

7 Ağustos 2021 Cumartesi

RUSYA-TEST

Kaynak: https://turkrus.com/

 

Aşağıdakilerden biri ünlü Rus tatlılarından değil. Hangisi?

a) Smetannik

b)Medovik

c) Napolyeon tort

d) Ptiçye kek

 


Doğru cevap: d


RUSYA-TEST


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Çehov'un öykülerinden aşina bir betimlemedir; güçlü bir fırtına, yağmur ve şimşek parıltılarının doldurduğu geceyi Slavlar nasıl adlandırır?

a)    Şimşek gecesi- молния ночь

b)    Kıyamet provası - репетиция судного дня

c)    Serçe gecesi - воробьиная ночь

d)    Baykuşun gecesi- ночь совы



Doğru cevap: c

Rusya 30 yılda nasıl değişecek

Kaynak: https://turkrus.com/

 

Taşradan Moskova'ya göç duracak mı? Göçmen akını devam edecek mi? Kuzey Kafkasya ayrılacak mı? Çin Sibirya'yı yutacak mı? Rusya'da geçtiğimiz günlerde yayınlanan "Rusya 2050. Ütopyalar ve Tahminler" adlı kitap tüm bu soruların yanıtını arıyor. Komsomolskaya Pravda gazetesi, kitabın yazarlarından ünlü siyaset bilimci Yekaterina Şulman ile bir söyleşi gerçekleştirdi. 

Şulman geleceği tahmin etmenin kolay olmadığına, ancak bazı eğilimlerin yarına dair fikir verdiğine işaret ediyor. Siyaset bilimcinin dikkat çektiği ilk eğilim, ülke genelinde doğum oranı ve nüfus azalırken, iç göçün artıyor olması. Bu ise taşranın insansızlaşması, büyük şehirlerin kalabalıklaşması demek. 

Bir başka deyişle nüfus Moskova ve St. Petersburg başta olmak üzere 1 milyon ve üzeri sayıda insanın yaşadığı 15-18 merkezde yoğunlaşırken, özellikle Ural ötesinde büyük bir boşluk meydana gelecek. 

Örneğin ABD'deki gibi büyük şehirlerden yorulup küçük şehirlere taşınmak isteyenlerin meydana getirdiği bir göç akınının Rusya'da mümkün olup olmadığı sorusuna Şulman Rusya'nın şartlarına dikkat çekerek yanıt veriyor.

Rusya'da büyük şehirlerde kendi konutuna sahip insan sayısı hiç de az değil.

Bu ise insanları oldukları yere bağlayan bir etken. Genç aileler taşrada iyi okul bulamayacaklarından, yaşlı nüfus ise iyi sağlık hizmeti bulamayacaklarından korkarak büyük şehirlerde kalmaya devam ediyor.

Yekaterina Şulman, bu etkenler ışığında Moskova ve çevresindeki kümelenmenin büyüyeceğine kesin gözüyle bakıyor.

Şulman göç konusundaki bir soruya ise göçmenlerin daha fazla suça meyilli olduğu iddiasının İçişleri Bakanlığı'nın yayınladığı verilerle çeliştiğini yanıtını veriyor. 

Göçmenlerin Rusyalılardan daha fazla çocuk yapma eğiliminde olduğu iddasının ise doğru olduğunu söylüyor.

Şulman'a göre, bu kaçınılmaz bir süreç ve önüne geçmenin tek yolu göç almamak, ancak Rus ekonomisinin içinde bulunduğu durum itibarıyla bu seçenek gerçekçi değil.

Şulman, Kuzey Kafkasya'nın artan nüfusuyla birlikte ayrılıkçı eğilimlerin kuvvetlenip kuvvetlenmeyeceği yönündeki bir soruya ise "ayrılıkçılık nüfus artışıyla değil, başta elitler olmak üzere ayrı yaşamanın daha iyi olacağı düşüncesinin kökleşmesiyle başlar" yanıtını veriyor.

Siyaset bilimciye göre, Kuzey Kafkasya özelinde şu anda böyle bir düşünce söz konusu değil. Şulman ayrıca verilerin Kafkasya'nın da nüfusunun gerileme eğiliminde olduğuna işaret ettiğini belirtiyor.

Sibirya'da bir Çinli nüfus istilası tehlikesi konusunda ise Şulman, Çin'in de büyük şehirlere göç, doğruganlık oranının düşmesi gibi Rusya'dakine benzer eğilimlerin etkisi altında olduğunu belirtiyor.

Buna göre, Çin kaynaklı bir tehlike söz konusu ise eğer bu Çinli nüfusun Sibirya'ya gelmesi şeklinde değil, Çinli şirketlerin Rus doğal kaynaklarını ucuz bedeller karşılığında satın alması şeklinde olabilir. 

Şulman son olarak şu anda ülkedeki siyasal yapının sosyolojik yapıyla uyum içerisinde olmadığını dile getiriyor. Buna göre, yeni neslin karar verici mekanizmalarda daha fazla yer almasına paralel olarak ülkenin siyasi bir değişim sürecine girmesi de kaçınılmaz. Buna göre, yeni siyaset dış politikayla daha az, ülkenin sosyal problemleriyle daha fazla ilgili, daha sol bir siyaset olacak.

Ayının sahibiyle yemek yediği görüntüleri izleyenler hayran kaldı


 

Kaynak: https://tr.sputniknews.com/

 

Rusya’nın Samara bölgesindeki bir evde sahibi ile birlikte yemek yiyerek çizgi film izleyen Balu adındaki ayının görüntülerinin yer aldığı video, YouTube’da izleyenleri hayran bıraktı.

YouTube’da 'Ayı en iyi arkadaşıyla yemeklerin keyfini çıkarıyor' başlığıyla yayınlanan ve temmuz ayı sonlarında Rusya’nın Saratov bölgesinde çekildiği belirtilen videoda adamın ayıyı elleriyle masada bulunan sucuk, meyve ve diğer yiyeceklerle nasıl beslediği görülüyor. 


Ayının sahibi adam paylaşımının altına, “Her gün aktif oyunlar ve yürüyüşten sonra Balu adındaki ayımız, bir şeyler atıştırırken en sevdiği çizgi filimleri izlemeye bayılıyor” diye yazdı.

Rusya’da kaydedilen videoyu çok beğendiklerini gösteren yorumlar yapan yabancı kullanıcılardan Sarah Walton, “Maşa ve Ayı’yı izliyorlar! Çok keyifli” diye yazarken, Anthony Man adlı kullanıcı, "Sevimli ayıları severim”, bir başka kullanıcı Rhys Weertman ise, “Harika görünüyorlar” yorumunu yaptı.

Dostoyevski hakkında ilginç gerçekler



Samih Güven

 

Kaynak: https://samihguven.blogspot.com/ 

 

 

1. Dostoyevski dünyada en çok tanınan romancılardan biri ve adı Rusya ile özdeşlemiş bir yazar. Hatta kimileri ona yazarların en Rus’u diyor. Ünlü romanları yanı sıra Slavcı fikirleri, Ortodoks inancına bağlılığı, ülke sorunlarına olan duyarlılığı gibi konular Rusya açısından farklı bir yere koymuştu onu. Öyle ki Dostoyevski bir ara gazeteci kimliğiyle milliyetçi, muhafazakar ve dini çevrelerin sözcüsü konumuna gelmişti. Özellikle 8 Temmuz 1880 tarihinde Puşkin üzerine yaptığı konuşmada onu peygamber mertebesine çıkarırken kendisi de kalabalığın gözünde aynı konuma yükselmişti.  

2. Dostoyevki’nin bu Slavcı ve Ortodoksçu bakış açısı, ayrıca Rus ruhunun gizemlerine olan vurguları farklı bir yere koysa da kimi yazarlar onu en “uluslararası” ve en “insani” yazar kategorisine koyuyor. Bu tarz görüşlere göre Dostoyevski insan doğası ile çok yakından ilgilenmişti. İnsanın içindeki iyilik-kötülük, özgürlük-zorunluluk gibi ikili çekişmelerin dinamik ilişkisine çokça değiniyor ve insan ruhunun derinliklerine ışık tutmayı başarıyordu. 

3. Moskova’da 1821 yılında doğan Dostoyevski 59 yıllık ömrüne 12 roman, 4 novella, 16 kısa öykü ve diğer çalışmaları sığdırdı. Fakat bütün bunları epilepsi hastası olarak, maddi sorunlar içinde boğuşarak, rahat yüzü görmeden başarmıştı.  

4. Gerçekten zor bir hayatı olmuştu. Belki de bu yüzden fevriydi ve ateşli fikirler ileri sürüyordu. Dönemin savaş koşulları gereği Türklerden pek haz etmezdi. Ama bir Türk atasözünü rehber edinmişti.  Kendi ifadesiyle elinden geldiği kadarıyla bağlı kaldığı söz şu şekilde:

“Eğer hedefine doğru giderken yolda durup sana her havlayan köpeğe taş atarsan hiçbir zaman hedefine ulaşamazsın.” 

5. Dostoyevski edebiyatla erken yaşta tanıştı. Dört yaşındayken annesi ona okuma yazma öğretmek için İncil'i kullandı. Buna ilave olarak ailesi onu Karamzin ve Puşkin gibi Rus yazarlar, Schiller, Goethe, Cervantes ve Homeros gibi diğer yazarlarla da tanıştırmıştı. Dostoyevski’nin özellikle Gogol'un eserlerinden etkilendiği bilinmektedir. Babasının eğitime yaklaşımı katı olarak tanımlansa da Dostoyevski ebeveynlerinin gece okumalarının hayal gücüne büyük etkisi olduğunu söylemiştir. 

6. Dostoyevski’nin babası bir devlet hastanesinde doktordu. Sert ve etrafına katı biriydi. Babasının çalıştığı, Moskova’nın fakir bir semtinde yer alan hastane çevresindeki ortam Dostoyevski’nin çocukluğunda önemli bir etki yaratmıştı. Dostoyevski 16 yaşındayken annesini veremden kaybetti. Babası ise o 18 yaşındayken ölmüştü. Ölümüne kötü davrandığı bir serfin neden olduğu sanılıyor. Dostoyevski’nin ise “onun ölümünde hiç bir sorumluluğum yok ama ölümünün günahını taşımaya hazırım, çünkü onu ben de öldürmek istedim,” dediği söylenmektedir. 

7. Dostoyevski askeri mühendislik alanında eğitim görse de asıl merakı edebiyat oldu. Bir süre mesleği ile ilgili bir alanda çalıştı ama kısa süre sonra istifa etti. İlk romanı “İnsancıklar”ı 25 yaşında yazmıştı. Ünlü eleştirmen Belinski bu roman üzerine yeni bir Gogol doğuyor, demişti. Bununla birlikte Dostoyevski’nin ikinci romanı “Öteki” Belinski’yi hayal kırıklığına uğratmıştı. 

8. Dostoyevski 1849 yılında bir yer altı hareketinin üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklandı. Suçu eleştirmen Belinski’nin Gogol’e yazdığı mektubu okumaktı. Bu mektupta din eleştirisi ve sosyal reform çağrısı yer alıyordu. Dostoyevski bu suçtan giydiği idam cezasının infazını beklerken son anda affa uğradı ve cezasında indirime gidildi. Stefan Zweig’in “Yıldızın Parladığı Anlar” adlı kitabındaki “Bir yiğitlik anı” başlıklı şiirsel anlatım bu olayın konu edildiği ilginç bir çalışmadır. 

9. Dostoyevski Sibirya’da uzun bir sürgün hayatı yaşadı. Sonrasında da askerlik hizmetinde bulundu. Bu dönemi Rus halkını ve köylüsünü tanımak için bir fırsat olarak görmüş ve bu yılları “boşa geçirilmiş zaman değildi,” diye nitelemiştir. Ayrıca siyasi görüşlerinde de önemli değişimler meydana gelmişti. 

10. Ömrü boyunca parasızlık çekti. Çoğu zaman da para için yazdı. Vladimir Nabokov’a göre önemli eserlerinin tümü sürekli böyle bir gerilim içinde yazıldı. Hatta bir romanını 26 günde yazmıştı.

11. İki kez evlendi. İlk karısı ile evliyken romantik başka ilişkileri de olmuştu. İkinci karısı Kumarbaz adlı romanına stenograflık yapan 21 yaşındaki Anna Grigoryevna’ydı.

12. Ünlü Rusya uzmanı Orlando Figes’e göre Dostoyevski’nin romanları akıl ve inanç arasındaki bir tartışma gibidir ve bu ikisi arasındaki gerilim hiçbir zaman tam olarak çözülemez. Dostoyevski’ye göre gerçek inançsa gerçek aklın dikkate alınmasıyla sürdürülmelidir.

13. Kafka, Joyce, Hemingway gibi ustalar onu idollerinden biri olarak görmüştür. Nietzsche ve Freud da dahildir bunlara. Ama farklı bakanlar da oldu. Örneğin Vladimir Nabokov Dostoyevski hakkında sıra dışı bir yorumda bulunmuştur. Şöyle diyor: Uzun ömürlü sanat ve bireysel deha açısından bakılınca Dostoyevski büyük bir yazar değildir. Mükemmel mizah parıltıları vardır ama bu parıltılar arasında yavanlıklarla dolu çorak araziler uzanır. 

14. Nietzsche ise yazar hakkında şu yorumda bulunuyor: ”Dostoyevski’yi bulmak benim için Stendhal’i keşfetmekten daha önemli oldu; ruhbilim konusunda bana bir şeyler öğretmiş olan tek kişi o.” 

15. Dostoyevski Hristiyan erdemlerinin ve İsa’nın yalnızca Ortodokslukta korunduğunu söylüyordu. Ona göre Rus köylü sınıfının özünde Hristiyanlığın da temelinde yer alan alçakgönüllülük ve acıya karşı manevi kapasite vardı. Dostoyevski “Bir Yazarın Günlüğü” adlı dergisinde toplum sorunlarına ilişkin görüşlerini açıklıyor, sert polemik yazılarına da yer veriyordu.

16. Karen Haddad Wotling’in aktardığına göre Dostoyevski öldükten bir müddet sonra Tolstoy şu yargıda bulunmuştur: “İyi ile kötü arasındaki içsel çatışmanın en hararetli safhasında ölen bir adamı peygamber ve aziz mertebesine çıkardılar. Evet, heyecan ve ilgi uyandırıyor, ama hayatı sırf kavgadan ibaret olan bir adamın heykelini dikemez, gelecek nesillere örnek gösteremezsiniz.”

17. Neticede diğer büyük yazar ve şairler gibi Dostoyevski de sıra dışı ve zor bir hayat yaşadı. Ruhundaki fırtınayı yazmak dışında dindiremezdi muhtemelen.

1 Ağustos 2021 Pazar

Söyleşi: Ali Rıza Dırık’la Rus edebiyatı ve Rusça çeviriler üzerine


Mustafa Kemal Yılmaz

Kaynak: https://sarapdumanlari.wordpress.com/

 

Sovyet edebiyatıyla tanışıklığım Rus edebiyatıyla tanışıklığımdan daha eski. 90’ların sonunda Ankara’da bir kısım üniversite gençliği Dostoyevski’den, Çehov’dan, Bulgakov’dan ziyade bugün adını Rusya’da bile pek az kimsenin bildiği ve yapıtları ekseriyetle 70 ve 80’lerde Türkçeye kazandırılmış yazarları okuyordu, ben de istisna değildim. Hatta bu yapıtların arasında kült mertebesine ulaşmış romanlar vardı. Çelik Böyle Sertleşti, Volokolomskoye Şosesi (Moskova Önlerinde), Ateşi Çalmak ve Nasıl Yapmalı? ilk akla gelenler.

O günlerde aklımda Rusça öğrenmek, ya da çeviri yapmak gibi bir düşünce yoktu. Ama romanların etkisiyle bazı çevirmenlerin adları silinmemecesine zihnime yerleşmişti. Çernişevski çevirmeni Mazlum Beyhan, Ostrovski çevirmeni Güneş Bozkaya, Serebryakova çevirmenleri Nurşen Özkan ve Ali Rıza Dırık gibi. Bugün şarap dumanları söyleşilerinde Ali Rıza Dırık’ı ağırlıyorum.

 

Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Ali Rıza Dırık kimdir, Rusçayı nerede öğrendiniz ve çeviriye nasıl başladınız?

1964 Fatsa doğumluyum. 1987 AÜ DTCF Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunuyum. O dönemde Türkiye’de Rus Dili Bölümü yalnızca DTCF’de vardı. Üniversite sınavlarına girerken yabancı dil üzerine tercih ettiğim tek bölümdü, tamamen duygusal nedenlerle seçmiştim. Bu arada duygusal sözcüğü tırnak içinde değil.

Ortaokul ve Ticaret Lisesi yıllarında kendi çapımda edebiyatla uğraşıyordum, dönemin bazı edebiyat dergilerine aboneydim. Ortaokulda Kemalettin Tuğcu kitaplarından Yaşar Kemal’in İnce Memed’ine terfi etmiştim. Sonrasında cumhuriyet dönemi yazarları, köy enstitüsü kökenli yazarlar, yabancı yazarlar, özellikle Rus Edebiyatı, Zamanımızın Kahramanı, Aytmatov’un İlköğretmen‘i de okuduklarım arasındaydı. Ama lisede Tolstoy’un Diriliş’ini bir yıl içinde iki kez okuyunca çevirmen olmayı düşlemeye başladım.

“Planladım, düşündüm” diyemiyorum, çünkü Türkiye’de tek bir bölümdü ve kazanamayacağımı düşünüyordum ve meslek olarak da sıkıntılı bir bölümdü. O dönemin şehir efsanelerine göre bu bölüme ya ‘Sovyet mezalimine’ karşı ülkemizin istihbarat kurumlarında çalışarak mücadele etmek isteyen ‘vatanseverler’ ya da ‘Moskova’ya gidip komünistlerin ajanı’ olacak sol görüşlüler giriyormuş. Benim geldiğim yer olan Fatsa 12 Eylül darbesi ile birlikte zaten göz önünde bir yerdi o dönemde. Yani ben rahat bırakılmayabilirdim. Buna rağmen…. Ama ‘ya tutarsa’ diye tercih ettim ve 18 tercih arasından hiç beklemediğim halde Rus Dili çıktı.

Sonrası tam bir kabustu. Çünkü okurken bu bölüm öylesine, ayıp olmasın diye açılmış gibi geldi bana. Hocaların iyileri ders kaynatıyorlardı, diğerleri de daha sonradan fark ettiğim kadarıyla, yeterli değillerdi. Çevirmen olma düşlerimin ucundan yakalamıştım, gerisi bana kalıyordu, ama kitabın yeterince okunmadığı bir ülkede çevirmen kazancıyla yaşanamayacağını da anlamış oldum. Teorik olarak kendi kendimizi geliştirmeye çalışıyor, zar zor bulabildiğimiz bazı kitapları çok değerli bir hazine gibi saklıyorduk. Zaman zaman bazı roman ve öykülerden kısa bölümler çevirmek için uğraşıyor, Türkçe çevirileriyle kıyaslıyordum, yetkinliğe ne kadar mesafem kaldı diye.

Üniversiteyi bitirdiğim yıl bir kitap fuarında imza günü olan o dönemin 1402’lik öğretim üyesi Prf. Dr. Yalçın Küçük ile kitabını imzalatırken tanışıp konuştuk ve beni bürosuna davet etti. Denemek için bir makale verdi. Benim için müthiş bir fırsattı, bunu değerlendirmem gerekiyordu. Siyasi içerikli bir makaleydi, edebiyat olmadığı için kolay çevirebileceğimi sanıyordum. Ama iki sayfa için iki gün sabahtan akşama uğraşıp çevirdim. Götürdüm, çok heyecanlı bir şekilde beğendiğini söyledi. Ben bu beğeninin altında biraz da olsa beni motive etme, kendime güvenmeme yardımcı olma çabası seziyordum ve yaşamımın sonraki dönemlerinde bu bilinçli destekleme tavrının çok kıymetli olduğunu anladım ve bu bana yaşamımın her döneminde yardımcı oldu.

Bu deneme çevirisinden sonra bana Perestroyka ve Glasnost dönemini başlatan, güler yüzlü sosyalizm vaat eden, Batı’nın iltifata boğduğu M.S. Gorbaçov’un 27. Kongre’deki raporunu verdi çevirmem için. Kitaplaştıracaktı. Onun moral motivasyonu eşliğinde kitabı çevirdim. Kitap Her Şey İnsan İçin adıyla basıldı. Çeviriyi bitirdikten sonra 20 ay kadar SSCB Büyükelçiliği Basın Bürosunda çalıştım. Bu da makale çevirileriydi. Ama bu arada turizm alanında çalışmak için İstanbul’a geldim ve ağırlıklı olarak ekmek kavgası fazlaca zamanımı almaya başladı ve çeviriyi arka plana itmiş oldum, ta ki 1997 yılına kadar.

 

Ateşi Çalmak romanını ve yazarı Galina Serebryakova’yı bloga da misafir etmiştim. Bu çevirinin hikayesini merak ediyorum. Zamanında Marx’ın hayatına ilgi duyan üniversite gençliğini çok heyecanlandırmıştı. Nasıl önünüze geldi ve gördüğü ilgiden memnun musunuz?

Mezun olduğum yıl çevirdiğim Her Şey İnsan İçin kitabından sonra turizmde çalışmaya başlayınca koşturmacalardan dolayı çeviriyi düşünemez oldum. 1997’de üniversiteden bir arkadaşım Ateşi Çalmak IV’ün çevirisi için beni tavsiye etmiş. Evrensel yayınevi ile iletişime geçtik. Kitabı okudum, bildiğiniz gibi biyografik bir roman olduğu için tereddüt ettim, ama yapıt hoşuma da gitti. Çevirdim, çevirdikçe zevk almaya başladım, editörler de çok başarılı çalışmalar yaptılar ve ortaya güzel bir yapıt çıktı. Onu 2000’de basılan Ateşi Çalmak V izledi. Kitap okur tarafından çok ilgi gördü, zaman zaman bundan dolayı övgüler aldım ve Marx gibi bir filozofun yaşamını konu alan bir romanda payım olduğu için kendimi hala mutlu hissediyorum. Kitabın gördüğü ilgiden memnunum.

Merak ettiğim bir diğer çeviri de Moskova-Petuşki. Bilmeyenler için not edelim, Venedikt Yerofeyev’in yapıtı Rusya’da muazzam bir hayran kitlesine sahip. Sizin çeviri serüveninizde nerede duruyor bu kitap? Ve Türkçe okur Yerofeyev’i nasıl karşıladı?

Edebiyatta mizahı ve ironiyi seviyorum. Bu yüzden olsa gerek, sözcük dağarcığım bu çevirilerde daha cömert. Moskova-Petuşki’nin Rusya’da çok popüler olduğunu yıllardır biliyordum, ama kitap hakkındaki yorumları okuyunca bir ara mesafeli durdum. Ancak bir gün okumaya başladığımda kitap beni aldı götürdü. Okurken Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar‘ından esintiler buldum. Seçilen sözcüklerin gücü, o sözcüklerin enerjisi beni çeviriye çağırdı. Çünkü üslubu kendime çok yakın buldum. Metin gerçekten zor, kaprisli, başka bir dile çevirmede yine ona yakın üslup yakalayamazsanız, o atmosfere giremezseniz, çevirememiş, başka bir dile aktarmış olursunuz yalnızca, sizin de bildiğiniz gibi. Bu nedenle daha ilk sayfadan başlayarak hem okuyor hem de notlar alıyor, bir sözcüğün ya da tümcenin Türkçe’de en iyi karşılığını bulabilirsem çocuklar gibi seviniyordum. Bu çileli uğraş normal çeviri tempomun çok altında kaldı, ama bitirdiğimde müthiş zevk aldım.

Çeviriyi bir yayınevinin siparişi üzerine yapmadım. Başlangıçta kendim için, kendimi sınamak için çevirmeye başladım, çevirinin bitimine yakın da yayınevi arayışına girdim. Sonunda yayınevi ile anlaştık ve çeviri yayımlanmış oldu. Kitapta Sovyet düzenine yapılan eleştiriler yayınevinde tereddütler yarattı, ama ben yazarın eleştirisine konu olan birtakım olguları 1992’de geldiğim Rusya’da gözlemlemiştim ve eleştirileri yerinde buluyordum.

Çeviri aşamasında yazarın yapıtlarının telif haklarıyla ilgilenen gelinini buldum, telif hakları sorunun çözmede -çünkü telif hakları bir Fransız yayınevinde imiş- bana Moskova’da tanıştığım, hala orada yaşayan edebiyatçı, öykü yazarı Mehmet Hakkı Yazıcı Bey yardımcı oldu. Kitabı çevirme aşamasında ve sonunda ona da okutup uyarılarını, eleştirilerini dikkate alarak düzeltmeler yaptım.

Kitaba duyulan ilgiye gelince, DTCF Türk Dili Edebiyatı Bölümü mezunu, şu anda edebiyat öğretmenliğinden emekli bir arkadaşım kitabın çok karmaşık, ağır olduğunu söyledi. Bizim bölümden bir arkadaş da ‘adam amma da içiyor’ yorumunu yaptı. Okur yorumlarında da benzer ifadeler var. Bu anlamda ne yazık ki, bu yapıtın derinliğini belki de belirli sayıda okur anlıyordur.

Dovlatov’un Türkçedeki ilk çevirmeni Faruk Ünlütürk için “oldukça sıradışı bir portfolyosu var” diye yazmıştım. Bu sizin için de geçerli. Çehov ve Bulgakov gibi klasiklerin yanı sıra Serebryakova, Solovyov, Yerofeyev ve Dubrovin gibi nispeten daha az tanınan yazarları da Türkçeleştirdiniz. Nasıl şekillendi bu portfolyo? Çeviri tercihlerinize ne gibi faktörler etki ediyor?

Öncelikle şunu belirteyim: önceleri, çevrilmiş klasikleri çevirmekten kaçınıyordum. Çünkü Dostoyevski, Tolstoy ve diğerlerinin aynı yapıtlarının onlu, yirmili rakamlarda çevirileri var ve aynı şeyi yinelemenin anlamı yok, diye düşünüyordum; aslında hala böyle düşünüyorum, ama zamanla ya yapıtı çok beğendiğim için ya da bir yayınevinin isteği doğrultusunda, yapıt da hoşuma gidiyorsa, üslubu, içeriği ters gelmiyorsa çeviriyorum, zamanım ve fırsatım olursa ileride de çevireceğim.

Sorunuzdan yola çıkarak Çehov’dan söz etmeden geçemeyeceğim. Kendimi Çehov’a borçlu hissediyorum. Çünkü Rus klasikleri arasında kendine özgü bir yeri olan, çocukluğu despot bir babanın elinde geçmiş bir taşralı olarak Moskova’ya gelip tıp okuyor ve bir yandan da yazıyor. Sizin de bildiğiniz gibi- ki Çehov’dan güzel, benim de hoşuma giden noveller çevirmişsiniz- güldürünün ağır bastığı ilk dönem yapıtlarından sonra, olgunluk dönemi, özellikle de bir anlamda gözlem de yapmak için yerleştiği Moskova’nın bir varoşu olan Melihovo’dan sonraki novelleri ve tiyatro eserleri hem içerik hem de üslup açısından çok zengin. O dönemin ruhunu, düşünce akımlarının etkilerini, çökmeye yüz tutmuş burjuva sınıfını, dinin insanları götürdüğü bağnazlığı bu yapıtlarında ve o güzel üslubuyla çok iyi anlatmaktadır.

Bunlar içinde beni en çok etkileyenlerden biri Taşralı adıyla çevirdiğim Yaşamım noveli oldu. Belki kendim taşralı olduğum ve yaşamımda benzer gözlemleri çok yaptığım içindir. Köhne düşünceleri, yozlaşmış ahlaksal değer ölçülerini, kısacası taşra bataklığını bu kadar güzel, yalın ve ustalıkla anlatan bir başka yapıt anımsamıyorum. Bu yapıtı da ‘kendim için’ çevirip Çehov’a borcumu bir parça da olsa ödemiş oldum. Yayınevine sonradan önerdim. En son çevirdiğim ve Kadın Öyküleri adıyla çıkan Çehov’dan seçkileri yayınevi ile birlikte yaptık.

2013 yılında Diploması Tarihi 5 adlı Sovyetlerin Anayurt Savaşı dönemindeki diplomatik ilişkileri içeren bir kitap çevirdikten sonra toplamda neredeyse 24 yılımı geçirdiğim Rusya’da artık dilime güveniyordum, planlı olarak edebi çeviriler yapmak için arayışa girdim ve bu amaçla internet sitelerinde, kitap mağazalarında romanlar, noveller incelemeye başladım Dubrovin de tam o dönemde karşıma çıktı.

Her şey “Güvenlik Amiri Dusya teyze kırk sekiz numaralı odaya aslında öylesine, görev bilincinin verdiği sorumlulukla bir göz atmıştı. Bu odada yaşayan Pyotr Muzey de zaten, sobada kaynayan çaydanlığı aşırmak gibi bir hafifliği yapacak birisi değildi.” tümcesiyle başladı. İnternette Hipnozcunun Yeğeni novelinin (romanının) bu girişini okuyunca bende çevirme isteği doğdu. Birkaç sayfa okuduktan sonra çevirmeye karar verdim. Ve yazarı inceledim.

Bir taşra dergisinde yazarken, Moskova’ya gelip o dönemin dünyaca ünlü mizah dergisi Krokodil’de çalışmaya başlamış, devamında aynı derginin Genel Yayın Yönetmeni olmuştu. Ayrıca 1975 yılında Bulgaristan’da Mizah Öyküleri Yarışmasında ‘Aleko’ ödülünü almış. Yazarın bu başarılı geçmişi de beni çeviriye teşvik etti. Ve çeviri sırasında merakımı kaybetmemek için, kitabı sonuna kadar okumamaya, çevirirken okumaya karar verdim.

Dubrovin’den ikinci çevirim Keçiyi Beklerken romanıdır ve bana göre Sovyet edebiyatının başyapıtlarından biridir, ama nedense yazarın 1986’da genç denebilecek bir yaşta ölmesinden sonra yapıtları unutulmuş. Perestroyka döneminin sanatta, edebiyatta yeni taleplerine uymamıştır belki de. Ancak ben yazarın mirasçısı olan eşi ile tanışıp kitapları çevirmekte olduğumu ve çevireceğimi söyleyince aile de heveslendi ve Keçiyi Beklerken Rusya’da 2015 yılında iki ayrı yayınevi tarafından basıldı. Keçiyi Beklerken Dubrovin’in diğer yapıtlarına göre Türkiye’de de okurun daha çok ilgisini çekti. Benim de çok beğendiğim, Rusya’da internetteki okur yorumlarında çok beğeni alan, Sineklerin Tanrısı ile de kıyaslanan, konusu itibarıyla Sovyet yaşamının bir parçası olmakla birlikte evrensel özellikler taşıyan bir yapıt. Dubrovin’den üçüncü çevirim de Asfalttaki Mantarlar oldu. Bu yapıtlar, bir aksilik olmazsa yeniden basılacaklar.

Solovyov’un Huzur Bozan Nasreddin’i de yine okuyup çevirmeye karar verdiğim bir kitap. Rusya’da ilköğretim öğrencilerine önerilenler listesinde yar alıyor. 40’lı ve 50’li yıllarda 2 kez filme alınmış. Okuyunca konuyu ve yazarın üslubunu çok beğendim ve en önemlisi de bizim bildiğimiz, Nasreddin Hoca üzerine fıkralar ve araştırma dışında edebiyat yapıtı yok. Bu ise iki ciltten oluşan bir romandı ve Nasreddin Hoca üzerine yazılmış ilk romandı. Bu yönüyle de ilgimi çekti. Ve bu bize anlatılan softa Nasreddin Hoca’dan daha farklı, Özbekistanlı (kahramanımız Buharalı), doğunun Robin Hood’u bir hocaydı, konusu itibarıyla da günümüze de ışık tutuyordu. Hazırcevaplığını, bilgeliğini, cesaretini koruyarak. Kitabı çevirmem için beni teşvik eden olgulardan biri de Rusya Eğitim ve Kültür Bakanlığı’nca ortaöğretim öğrencilerine tavsiye edilen yapıtlarla yan yana olması. Düşünsenize Savaş ve Barış, Çehov’un öyküleri, Orwell’in 1984 romanı ve sizin de çevirdiğiniz Usta ve Margarita ile aynı listede.

 

Türkiye’de çağdaş Rus edebiyatına dair kanımca tam anlamıyla doymamış bir merak söz konusu. Yeni yazarları takip ediyor musunuz? Çevrilse iyi olur dediğiniz yapıtlar var mı?

Evet, Türkiye’de Sovyet edebiyatı ve Perestroyka sonrası Rus edebiyatı hala klasik Rus edebiyatının gölgesinde, bir türlü gün yüzüne çıkamıyor. Ya da onlar ülkemizde Batı edebiyatı kadar vitrine çıkarılmıyor, çıkarılamıyor. Bunda belki tanıtım, pazarlama vb. sorunlar vardır. Yayınevlerimizin iç işleyişini, yapıtları seçme kriterlerini hiç bilmiyorum. Ayrıca çağdaş Rus yazarlarını isabetli, planlı-programlı çevirebilmek için yayınevleri “Bu yazarı duydum, Batı’da popülermiş” ya da “Şu yazar çok iyiymiş” gibi rastlantılara dayalı seçimler değil de günümüzde sayısı eskiye göre epeyce artan Rusçacıların editörlüğünde-danışmanlığında çalışmalar yapabilirlerse ancak başarılı, Türk okurun beğenebileceği yapıtlar-yazarlar bulabilirler. Gerçi Pelevin gibi, Strugatski kardeşler gibi şanslılar var, ama yayınevleri tarafından çağdaş Rus edebiyatı için planlı bir çalışma yok gibi geliyor bana. Aynı şeyi Sovyet edebiyatı için de söyleyebilirim. Belki teliflerden dolayıdır.

Çağdaş Rus edebiyatı 2000’lerden sonra düzgün sayılabilecek yapıtlar vermeye başladı. Konuları -ki toplumsal konulu, örneğin Sovyetlerin atalet dönemi kabul edilen 70’ler ve 80’leri anlatan, ülke için bir yıkım dönemi olan 90’ları anlatan, dili temiz, ironiyi de içeren ya da çağdaş Rus edebiyatına bir virüs gibi girmiş yabancı sözcükleri bilinçli ya da abartılı olarak kullanmayan ya da zorunlu olmadıkça kullanmayan, bana sempatik gelen yazarlar var. Şu anda aklıma ilk gelenler; Roman Sençin, Olga Slavnikova, Andrey Astvatsaturov (onun yapıtları genelde anlatı gibi ama hoş), Yevgeni Grişkovets, German Sadulayev (çok az yapıtı var ama), Andrey Rubanov, İrina Mamayeva… Ben kendi adıma konuşayım, bu yazarları iyi çevirebilirim diye düşünüyorum. Doğal olarak tüm zamanımı edebiyata veremediğim için çok derin incelemeler yaptığımı söyleyemem.

 

Sosyal medyayla aranız nasıl? Okurların sizi takip edebileceği bir hesabınız mevcut mu?

Facebook ve Twiter’de varım, ama bu takipçilikten öteye geçmiyor. Bir de çevirilerim çıktığında paylaşmaya çalışıyorum.

Söyleşi için çok teşekkür ederim.

Konuk ettiğiniz için teşekkür ederim, ayrıca bir meslektaşım olarak sizinle tanışmaktan memnunum.