Moskova

Moskova

27 Ocak 2011 Perşembe

Yaşam Süresi 3 Yıl Uzadı

Rusya'da yaşam süresinin 2006'dan sonra 3 yıl daha uzadığı bildiriliyor.

Rusya Sağlık ve Sosyal Yardımlaşma Bakan Yardımcısı Veronika Skvortsova tarafından yapılan açıklamaya göre, son verilere göre Rusya’daki ortalama yaşam süresi 68.84 yıl olarak belirlendi.

Ayrıca, son yıllarda ülkede tehlikeli hastalıklardan ölenlerin sayısında azalma kaydedildiği dile getirildi.

Bunun hükümet tarafından uygulamaya konulan milli sağlık proğramının bir sonucu olduğu ifade edilirken, özellikle sigara ve alkol kullanımının kontrol altına alınması, reklam ve satışlarda sınırlama getirilmesi, tütün ve alkol ürünlerine ek vergi getirilmesi ve ayrıca uyuşturucu ile gerçekleştirilen mücadelenin arttırılmasının büyük rolü olduğu belirtildi.

Kaynak : Gazetem.ru

21 Ocak 2011 Cuma

Ruslar, İspanyolca’dan çok Türkçe öğrenmek istiyor













Türkiye ve Rusya arasında ekonomik ilişkiler her geçen gün artarken, buna paralel olarak Rusya'da Türkçe'ye yönelik ilgi de artıyor.

Rusya'nın en büyük arama motorlarından olan "Yandeks" tarafından yayımlanan istatistiklere göre, Rusya'da yabancı dil kursları konusunda internette yapılan aramalarda Türkçe'nin 5. sırada yer aldığı kaydedildi.

Yandkes'in açıkladığı verilere göre, Ruslar en fazla ilgiyi İngilizce kurslarına gösterirken, İngilizceyi sırasıyla Çince, Almanca, Fransızca ve Türkçe izledi.

Kalbini Türkiye’de bırakanlar, ilk sırada...

Pravda.ru, Türkçenin İspanyolcadan önce geldiğine dikkat çekerken, Rusya Diller ve İş Akademisi Müdürü Natalya Tuguşeva, Türkçe'ye yönelik ilginin son derece ilginç olduğunu kaydetti.

Türkçe'nin İspanyolca'dan daha popüler hale gelmesinin anlaşılabilir olduğunu ifade eden Tuguşeva, "Türkçeye yönelik ilgi mevsimsel. Türkçeye yönelik ilgi ekim ayında başlayıp ocak ayında sona eriyor. Dile genelde yaz tatilinde kalplerini Türkiye'de bırakan genç kızlar ilgi gösteriyor. Ancak belli bir süre geçince romantik ilişkinin tatilde kaldığını anlıyorlar" dedi.

Kaynak : http://www.rusya.ru/

14 Ocak 2011 Cuma

Türkiye’de Rus gelin sayısı 100 bin


Serpil Yılmaz-Milliyet








Türk-Rus Toplumsal Forumu Eşbaşkanı ve Enka’nın kurucusu Şarık Tara, iki ülke arasındaki kültürel yakınlaşmaya Rus gelinleri şahit gösteriyor: “Rusya’daki Enka şantiyelerinde 93 bin Türk çalıştı, 10 bini Rus kızlarıyla evlendi. Türkiye’de Rus gelin sayısı 100 bin

“Cibuti; nerede olduğunu biliyor musunuz?” diye sorup, yanıtı hiç beklemeden “Ben bilmiyordum ” karşılığını veriyor; aynı şekilde “Burundi; nerede olduğunu biliyor musunuz?” diye sorup, “Ben bilmiyordum ” diye devam ediyor Enka’nın kurucusu Şarık Tara...

Tara, Enka’nın Barbaros Bulvarı’ndaki ofisinde, küçük bir gazeteci gurubuyla yaptığı sohbette müteahhitlik hizmeti verdiği ülkeleri sıralıyor:
Arnavutluk, Umman, Kazakistan, Ukrayna, Saraybosna, Angola, Suudi Arabistan, Çin, Libya, Kuveyt, Tacikistan, Dominik Cumhuriyeti, Hırvatistan, Irak, Afrika Ginesi, Almanya, HollandaÖ ve elbette Rusya.

Türkiye’nin 1987 yılında Rusya ile imzaladığı ilk doğalgaz anlaşması yürürlüğe girerken, bir yıl sonra da bu ülkeye müteahhit olarak Tara girmişti.

Enka son 22 yılda Rusya’da 113 projeyi tamamladı, 27 şantiyesi çalışıyor. Rusya’dan aldığı taahhüt işlerinin toplamı 6.5 milyar dolara, gayrimenkullerden elde ettiği yıllık kira gelirleri ise 400 milyon dolara ulaştı.

Enka’nın kurulduğundan bugüne kadar geçen 50 yıllık sürede yaptığı işlerin yüzde 35’i Rusya’da, yüzde 30’u Türkiye’de gerçekleşti...

Şarık Tara’nın Rusya ile kurduğu bu ekonomik ilişkiler, 11-12 Mayıs 2010 tarihlerinde Türkiye’ye gelip 20 kadar belge imzalayan Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Dimitri Medvedev ’in ziyareti ile yeni bir boyut kazandı.

Tara, “Rusya’daki Enka şantiyelerinde 93 bin Türk çalıştı, bunlardan 10 bini Rus kızlarıyla evlendi. Türkiye’de Rus gelin sayısının 100 bin olduğunu biliyorum ” dedi.
Tara bir başka önemli veriyi de turizm sektöründen verdi, “Türkiye’ye yılda 3 milyon Rus turist geliyor. Ruslar için Antalya kendi kentleri gibi... ”

Aşk tarihe mi karışıyor?













Hakan Aksay, T24

Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, 2010 yılında Türkiye genelinde toplam 175 bin 711 çift evlenirken, 23 bin 527 çift boşanmış. En fazla boşanmanın gerçekleştiği il 4 bin 891 (26 bin 353), bunu 2 bin 73 ile İzmir (binde 2,74'lük oranla boşanma oranıyla birinci) (şehirdeki toplam evlenme sayısı 10 bin 104).

Bazı uzmanlar, bu rakamların Türk ailesindeki sarsıntının izlerini taşıdığını savunuyor. En başta da boşanma oranındaki artış, kimilerini ürkütüyor.

* * *

Herhalde Rusya ile kıyaslasalar biraz sakinleşirlerdi. Mesela, Moskova’da boşananların sayısı evlenenlere yaklaşıyor. Genel olarak birlikte yaşamak isteyen insanların sayısı azalıyor. Bunların da çoğu kayıt kuyut yaptırmadan ve devleti bu işe bulaştırmadan “sivil evlilik” diye adlandırdıkları daha özgür birlikteliği tercih ediyor.

Aşka inananların sayısındaki azalmayı gösteren anket yok gerçi. Ama ben bunun böyle olduğuna eminim. Artık yeni yetmeler bile (hatta belki en çok onlar) aşkın tarihe karıştığını “pek mantıklı” cümlelerle ballandırarak anlatmaya alıştı.

Tarih deyince, yıllar öncesinden kalan sararmış notlarıma dönmek geliyor içimden. Bakın aşka daha sık rastlandığı dönemlerde Rus edebiyatçıları aşk üzerine neler demişler:

* * *

“Aşkın olmadığı yerde gerçek de yoktur”, diyor Aleksandr Puşkin.

Aleksandr Blok da aynı kesinlikte yazıyor: “Mutlu olmak için yalnızca sevmek, aşk ağını her yana savurup ağa takılanları birer birer toplamak gerekir.”

İvan Bunin onları destekliyor: “Mutsuz aşk olur mu hiç? Dünyanın en acıklı müziği bile insana mutluluk vermez mi?”

Anton Çehov daha kötümser: “Ne kötü, hiç kimse içimizdeki sıradan insana aşık olmak istemiyor!”

İki kez evlenen Feodor Dostoyevski ise tam bir evlilik muhalifi gibi: “Evlilik her türlü gururlu ruhun ve her türlü bağımsızlığın ahlaki ölümü demektir.”

Sergey Yesenin “ikinci aşk”a inanmıyor: “Bir kez seven bir daha sevemez; bir kez yanmış olanı bir daha kimse yakamaz.”

Andrey Platonov’un yargısı oldukça katı: “Aşk peşinde koşanlar, toplumsal işlevi olmayanlardır.”

Aleksandr Grin’in saptaması ise biraz hüzünlü: “Bir kadının iki yolu vardır: Birincisi sevdiğine gider, ikincisi birlikte rahat edeceğine.”

Yalnız yollar değil, Rus edebiyatçılarının aşk ve evlilik üzerine yaşayıp yazdıkları da birbirinden oldukça farklı.

* * *

Ama yalnız onlarda mı o fark? Defalarca ölümüne seven Nâzım Hikmet’in şu dizelerini hatırlıyor musunuz:

“Gelsene dedi bana.

Kalsana dedi bana.

Gülsene dedi bana.

Ölsene dedi bana.

Geldim, kaldım, güldüm, öldüm.”



Oysa Orhan Veli öyle mi:

“Bütün güzel kadınlar zannettiler ki

Aşk üstüne yazdığım her şiir kendileri için yazılmıştır.

Bense daima üzüntüsünü çektim

Onları iş olsun diye yazdığımı bilmenin.”

13 Ocak 2011 Perşembe

Yazın tatil, kışın Türkçe!


















Her yıl Türkiye’de tatil yapan çok sayıda Rus turistin, kışın ülkelerinde Türkçe öğrendiği ortaya çıktı. Yetkililere göre, yazın Türkiye’yi gezen Rus turistler, bir daha ki sefer için Türkçe öğrenmeyi tercih ediyor.

Cihan Haber Ajansı’na (Cihan) konuşan Moskova Uluslararası Diller ve Ticaret Akademisi Başkanı Natalya Tuguşeva, Rusya’da Türkçe’ye yönelik ilginin giderek arttığını belirtti. Tuguşeva, “Rus arama portalı Yandex.ru’ya göre, ülkemizde öğrenmek istenilen yabancı diller arasında Türkçe de yer alıyor. İlgi gören yabacı dillerin başında İngilizce geliyor. İngilizce’den sonra sırasıyla; Çince, Almanca, Fransızca ve Türkçe geliyor. Türkçe öğrenmek isteyenler arasında gençler ve iş adamları çoğunlukta.” dedi.

Türkiye’de tatil yapan Rus turistlerin Türkçe öğrenmeyi çok arzuladığını belirten Tuguşeva, “Benim gözlemim şöyle; Ruslar yazın Türkiye’de tatil yapıyor, kışın ise Türkçe öğreniyor. Türkiye’de güzel turistik mekanları gören ve geziden memnun kalan vatandaşlarımız Rusya’da Türkçe öğrenmeyi tercih ediyor. Amaç, bir daha ki Türkiye ziyaretinde daha iyi iletişim kurmak. Bizde Türkçe öğrenme modası veya mevsimi, Ekim ayında başlıyor ve Ocak ayının ortasında ise bitiyor” diye konuştu.

Kaynak :CHA

İstanbul’da Çarlık günleri sürüyor












Rus Devlet Müzesi Koleksiyonu'ndan seçilen 65 eserin yer aldığı 'Çarlık Rusyası'ndan Sahneler' sergisi 4 Kasım'dan beri Pera Müzesi'nde.

İlya Repin, Nikolay Bogdanov Belsky, Ivan Şişkin, Vladimir Makovski, Karl Lemon, Nikolay Yaroşenko gibi dönemin birçok ünlü ressamının eserlerinin bulunduğu sergi, 20 Mart 2011’e kadar sürecek.


18. yüzyılın sonlarına doğru, toprak köleliğinin kaldırılmasıyla, Rusya, yeni bir döneme girer. Köylülerin ‘özgür’leştiği, kapitalizmin yerleştiği ve burjuvazinin gücünü bütün toplumsal kesimler üzerinde sınamaya başladığı bu yeni dönem, Rus halkının büyük çoğunluğu için sefalet anlamına gelmektedir. Gogol, Tolstoy, Dostoyevski ve Turgenyev gibi tüm dünyada bir klasik haline gelen ustaların eserleri bu ‘acı’ gerçekten beslenir. Edebiyatın gölgesinde de kalsa da Rus resim sanatı, çağdaşı olan yazarlar kadar etkileyici bir şekilde, ezilenleri anlatmaktadır.

1917’deki Ekim Devrimi’ni önceleyen bu süreci sanat üzerinden izlemenin en güzel yolu sayılabilecek birbirinden seçkin eserlerin yer aldığı, ‘Çarlık Rusyası’ndan Sahneler: Rus Devlet Müzesi Koleksiyonu’ndan 19. Yüzyıl Rus Klasikleri’, 2 aydır Pera Müzesi’nde sanatseverlerle buluşuyor.

Suna ve İnan Kıraç Vakfı (SVİKV) Pera Müzesi’nde açılan, küratörlüğünü Rus Devlet Müzesi Müdürvekili Evgenia N. Petrova ile Tayfun Belgin’in yaptığı sergi, İlya Repin, Venetsianov, Pavel Fedotov, Vasiliy Perov, Nikolay Yaroşenko, Vladimir Makovski ve Kasatkin gibi sanatçılara ait 65 eser yer alıyor. Bünyesinde bulundurduğu 360 bin eserle büyük bir görkeme sahip St. Petersburg’daki Rus Devlet Müzesi’nden seçilen eserler arasında Repin’in ‘Volga Kıyısında Burlaklar’ gibi başyapıtları da var.

Rus sanatının zirvesi

Büyük devrimlerin arifesinde, Rusya’nın nasıl bir görünüm verdiğine dair, gerçekçi bilgiler edinebileceğiniz sergide, sanatçıların tuvallerini adeta bir sinema sahnesi gibi kullandığı eserleri bulunuyor. Resimlerde hem teknik anlamda hem de içerik olarak sert bir gerçekçiliğin izlerini yakalamak mümkün. Eserlerde yaşamı olağan seyrinde, sanatçı duyarlılığı ve nesnelliğiyle resmeden dönem sanatçılarının, Çarlık Rusyasının Korkunç İvan’ından her sınıftan çocuğa, insana, yazara müzisyene, kış fırtınasından bahar başına kadar doğaya tümüyle hayatı tuvallerine konu edindiğini görüyoruz.

Rus Devlet Müzesi Müdür Vekili Evgenia N. Petrova sergi için kendilerine başvurulduğunda "Önce ne sunabiliriz?" diye düşünmüş, sonrasında 19. yüzyıl teması üzerinde karar kılmış. 19. yüzyılın seçilmesinin sebebi ise Rusya'nın bu dönemde çalkantılı bir süreçten geçmesi ve edebiyat, resim ve müzikte güçlü bir dönem olmasıymış.

Tayfun Belgin, dönemi ve gerçekçilik akımının ortaya çıkışını şu sözlerle anlatıyor: "1863'te 14 öğrenci, St. Petersburg'daki İmparatorluk Sanat Akademisi'ne, ve bitirme tezlerinin konularını serbestçe seçebilmek için başvurdu. Kendilerinden istenen mitolojik konuları resmetmek yerine, hayatın içinden gerçek manzaraları çizmek istiyorlardı. Hocaları kabul etmeyince okulu terk edip yola düştüler. 1870'te 'Peredvijniki' (Gezginler) grubunun öncüsü oldular. Ve Gezginler grubu, Rus sanat tarihinde yepyeni bir dönem başlattı. Halkı, açlığı öfkeyi, yaşanan zorlukları resmettiler. 1870'ten sonra, Rusya'nın önde gelen sanatçılarından olan İlya Repin'in katılmasıyla güçlenen bu topluluk, bu serginin de ana unsuru."

Pera Müzesi Genel Müdürü M. Özalp Birol resimler hakkında bilgiler verirken, ”19.Yüzyıl Rus Klasikleri sergisi, dönemin Rusyası’nı farklı yönleriyle anlatırken, ele aldığı konular ve tiplemeleriyle, usta oldukları resimlerin derinliğinden, ışığından, gövdesinden, renklerinden anlaşılıyor. Resim kendi içinde bir dil. Kendini ifade edebilen, okunabien resimler, günlük yaşamdan kesitler canlı örnekleriyle gerçekcilik diğer tarafdanda resim tekniği müthiş resimsel gerçekcilik. Bir tarafta mutlu yeşil yeşil orman manzaralarını yapan eğlencesinden zenginliğinden kompozisyonlar diğer tarafta, hayatın değişik gerçeklerinden, dramından yoksullugundan odaklandıkları savaş, zorla evlendirilen kadınlar, toplumdaki kokuşma yozlaşma, fakir fukara ama saygılı duruş, resimsel anlamda gerçekcilik modern resmin avangartlığını verecek kadar fırçasından ışığından, kompozisyondan çözülebilen örnekler mevcut” diyor.










Volga’nın kıyısına vuran dram

“Volga’da Manzara:

Kimin iniltisi yankılanıyor

Bu büyük Rus nehrinde?

Şarkılarla sesleniyor bu inilti bize –

Burlaklar mavna çekiyor!”

Serginin en çok öne çıkan resmi ise, kuşkusuz 1844 doğumlu İlya Repin’in “Volga Kıyısında Burlaklar” adlı tablosu. Rus resim sanatının en yüksek değerlerinden birini temsil eden bu resmi, Rusya’da ilkokul düzeyindeki çocuklar dahi çok iyi biliyor. İşçi sınıfının doyabilmek için nasıl bir mücadele verdiğini anlatmaya karar veren Repin, Neva Nehri’ne yaptığı yolculukta, perişan halde, bir tekneyi çeken burlakları (yersiz yurtsuz, berduş) gördüğünde, içler acısı manzaradan ilham alır. Resimde, mavnayı çeken 11 burlak görülmektedir, bitap halde, kayışları sırtlarına alarak yürümeye çalışanların arasında sadece bir genç bulunmaktadır. Yüzleri yere düşmüş, yaşlı burlakların aksine, bu genç ufka bakmakta ve kayışı gevşetmeye çalışmaktadır. Sergi notlarında belirtildiğine göre Repin’in genç delikanlının açık ve parlak renklerle resmedilip, yırtık gömleğinin kırmızısının odak noktasını oluşturması , yerinden doğrulan Rusya’yı sembolize etmektedir.

İlya Repin’in diğer resimlerinden bir diğeri de “İşte Enginlik!”… Resimdeki fırtına içinde coşkuyla salınan genç kız ve delikanlının resmi, biraz Alman romantiklerini de çağrıştırırken, sanatçının ideal dünya hayalini ortaya koyuyor.

İlya Repin'in şu sözleri sergiyi özetliyor: "Ben 60'ların insanıyım. Benim için Gogol'ün, Belinski'nin, Turgenyev'in, Tolstoy'un idealleri hâlâ yaşıyor. Mütevazı çabam, vargücümle düşüncelerimi gerçeğe yaklaştırmaktır: Çevremdeki yaşam beni olağanüstü etkiliyor ve huzursuz kılıyor, adeta kendiliğinden tuvale akıyor."

Kadınlar, çocuklar, ötekiler...

Halkın yaşamında önemli bir yer tutan panayır eğlencelerinin anlatıldığı “halk eğlenceleri” adlı bölümünde ise yine Gogol, Turgenyev, Tolstoy ve Gonçarov gibi Rus edebiyatının tasvirlerinden etkilenen ressamların o öykülerdeki devlet memurluğu, köylü yaşamı ve yoksulluk içerisinde , meyhanelerin panayırların ve kalabalık ve devlet baskısının olmadığı alanlara taşan eğlenceler de resimlere yansımış.

Rusya’nın o dönemde yaşadığı en büyük sorunlardan biri de genç yaştaki kız çocuklarının kendilerinden yaşça çok büyük erkeklerle ve görücü usulü evlendirilmesi. Bu olgudan etkilenen ressamlardan Firs Juravlev’in 1874 tarihli “Sunağın Önünde” ve Pavel Fedotov’un 1851 tarihli “Genç Dul “eseri de görebilecekleriniz arasında yer alıyor.

Fotografik anlatımıyla farklı bir tat veren Nikolay Yoraşenko’nun “Salıncakta”, “Bilinmeyen bir Kadın’ın Portresi”, “Sıcak Bölgelerde” resimleri de sergide kendine yer bulmuş.

Sergideki bir diğer önemli tema, “çocukların dünyası” , Batı resminde 18. Yüzyıla kadar önemsiz bir figür olan çocuk, Rus resminde kendisine gayet geniş oranda yer bulmuş. Nikolay Bogdanov‘’un ileriyi düşünen Rusya düşüncesini öne çıkarmak adına konu olarak çocukları seçerek, okul eğitimini resimlerine konu ediyor. Diğer yandan Rusların Türkler ve bazı Avrupa devletleriyle olan savaşlarında çocukların nasıl etkilendiği ve ölümü düşündüğü de bu temaların diğer gündemlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor.

Sergide yer alan diğer ressamlardan Grigory Sedov “Sıcak Bir Günde”, Vladimir Makovski “Bankaların İflası”, İvan Pelevin “ Yeni Doğan”, Vassily Maksimov “Kör Usta”, Konstantin Makovski “Orakçı”, Aleksndr Morozov “Esin Zamanı Dinlenme”, Vasily Perov “Dinlenme Yerinde Avcılar,” Konstantin Savitski’nin “Karanlık İnsanlar gibi eserler yer alıyor.

Küratör Belgin, sergiyi daha iyi anlamak için bazı kitaplar okunmasını da öneriyor:"Bu serginin daha iyi anlaşılabilmesi için Oblomov'u, Bakunin'in eserlerini ve Anna Karenina'yı da bilmek gerek. Sanki oralarda anlatılanlar bu serginin içinde gizli" diyor.

Bizce bu kadar yeter. Bu muhteşem tablolara dalıp gitmek ve Rus gerçekçiliğinin ruhunu keşfetmek için 20 Mart'a kadar vaktiniz var. Sakın kaçırmayın!

Kaynak : Rusya.ru