Moskova

Moskova

18 Eylül 2022 Pazar

Rusya'da “ekmek ve tuz” geleneği

 


Rusya'da “ekmek ve tuz” geleneği

Kaynak: https://medyagunlugu.com/  

  

Rusya'da önemli ve saygı duyulan bir misafir geldiğinde karşılama usulü açısından ilginç bir gelenek yaşatılmaktadır. Geleneksel kıyafetler içindeki genç bir kız iki elinde işlemeli havlu üstünde bir tepsi tutar. Tepsinin içinde yuvarlak bir ekmek ve üstünde ise küçük bir kabın içinde tuz bulunur.

Eğer böyle bir sunum yapılıyorsa bu durumda ekmekten küçük bir parça koparılması, tuza banılması ve yerken gülümsenmesi gerekir. Böyle bir şeyin reddedilmesi nezaket kurallarına uygun düşmez.

Bu gelenek Rusya'da misafirperverliğin ve konuklara saygının bir ifadesi anlamına gelir. Resmi karşılamalarda, aktivitelerde, bazen örneğin turistlerin restoranlara varmalarında bile bu geleneği görmek mümkündür.

Aslında ekmek birçok kültürde önemli bir konuma sahiptir. Yiyeceklerin anası ve en kutsalıdır. Rusya'da bolluğu, zenginliği ve bereketi temsil eder.

Tuz ise özellikle eski zamanlarda dünyanın birçok yerinde herkesin kolayca ulaşamadığı, çok değerli bir ürün olmuştur. Örneğin Roma zamanında tuz yatakları çoğu zaman sadece zenginlerin ve soyluların rahatlıkla ulaşabileceği bir üründü. Bugünkü maaş kelimesinin (salary) tuz yollarını koruyan kişilere yapılan ödemelerden türetildiği bilinmektedir.

Ruslar için de eski zamanlarda önemli bir üründü tuz. Orta Çağda şöyle bir inanç olmuştu: Eğer iki düşman ekmek ve tuz paylaşıyorsa bundan  sonra yakın arkadaş haline gelecekler ve barış içinde yaşayacaklardır. Ayrıca tuzun şeytani güçlerden koruyacağına da inanılmıştır.

Günümüzde Rusya'da "ekmek ve tuz" geleneğini düğün törenlerinde de görmek mümkündür. Resmi evlilik töreni veya düğün sonrasında düğün kutlamasının yapıldığı ziyafet salonunda "ekmek ve tuz" ayini yapılabilmektedir.

Gelin ve damat ekmek parçalarını koparır, tuza daldırır ve birbirlerini besler. Bu eylem, hayatın her türlü zorluğuna karşı idareye etmeye hazır olduklarını ve her zaman birbirlerine bakacakları taahhüdünü simgeler.

Türkiye'de ortalama okur Rus edebiyatından kimi okur?



MUSTAFA KEMAL YILMAZ

Kaynak: https://turkrus.com/

  

Herhangi bir kitapçıya girelim ve yakaladığımız ilk okura soralım: “Rus edebiyatından kimleri okuyorsunuz?” Herhalde kulağımızda mehter davulu gibi “Tolstoy!” cevabı gümbürder önce. “Savaş ve Barış!!” Ardından ağız dolusu “Dostoyevski!” yanıtını işitiriz. “Bu da soru mu!” dercesine bakar okur yüzümüze, “Tabii ki Suç ve Ceza!” İlk iki cevap kadar coşkulu olmasa da “Turgenyev” ve “Gogol” adlarını işitmek de mümkün. Gerçekten şanslıysak ramazan topu gibi uzak ve cılız bir “Puşkin” yanıtını almamız da olasılık dahilinde. 

Kısacası, karşımıza çıkan ortalama okur bizi altın çağın klasik yazarlarıyla bahtiyar eder. Peki, ama Türklere göre nedir klasik.

Kubbealtı Türkçe sözlüğü “klasik” kelimesini şöyle tanımlıyor:

“Kendi türünde en yüksek seviyede olan, en güzel örnek kabul edilen, üzerinden çok zaman geçtiği halde değerini kaybetmeyen eser”.

Kelimenin dördüncü anlamında ise “Alışılmış, gelenek hâlini almış olan” açıklaması okunmakta.

Ortalama Türk okurun Rus klasiklerine gösterdiği teveccüh acaba hangi kategoride yer alıyor? “Kendi türünde en yüksek seviyede olan, en güzel örneğe” duyulan derin hayranlık mı karşımızdaki? Yoksa “alışılmış”, artık “gelenek olduğu için” okunan eserler mi söz konusu? Doğrusu, bu soruyu cevaplamak hiç kolay değil. Galiba en iyisi, kurnazlık edip aradığımız yanıtın birinci ve dördüncü anlamlar arasında bir yerde olduğunu söylemek.

Fakat ortalama okuru gerçekten heyecanlandıran Rus yazarlar da var. Üstelik bu heyecana çıplak gözle bile tanıklık etmek mümkün. Bu yazarların kitapları farklı farklı yayınevlerince defalarca yayınlanıyor, çok baskı yapıyor, rengarenk kapakları her gün İnstagram sayfalarını şenlendiriyor.

Peki kim bu şanslı isimler?

Türkiye’de ortalama okurun kendine yakın bulduğu yazarların başında Çehov gelir. Ya da baba adı sevdalısı yayıncıların kitap sırtlarına basmayı sevdiği şekliyle, Anton Pavloviç Çehov.

Doğrusu, bu yakınlık hissi pek de şaşırtıcı değil. Çehov karanlık ve aydınlık tonları doğaya en yakın ölçüde karıştırmayı bilen bir sanatçı. Bu karışımda karanlık tonların ağır bastığı izlenimine kapılmamak elde değil. Ama aydınlığa da yer olduğu inkar edilemez. Yani tıpkı hayatta olduğu gibi.

Türkiye gibi dinamik, yaşamayı seven ve genç bir toplumun Çehov’a ve yapıtlarına ilgisiz kalması düşünülemezdi, ki kalmadı da. Anton Çehov’un Türkçedeki seksen yıllık macerasının izlerini Aziz Nesin gibi eski kuşak mizahçıların hikayelerinden Nuri Bilge Ceylan gibi yeni kuşak sinemacıların filmlerine kadar pek çok yerde bulmak mümkün. Hatta bazı hikayeleri hınzır siyasi anekdotlara ilham kaynağı olmuş. Türkçede oyunları okunan tek Rus yazar olduğunu da ayrıca not etmek gerek.

Özetle, bütün okur katmanlarını kucaklayan yegane Rus yazar olduğu söylenebilir.

Fakat en çok satılan kitaplarının genellikle küçük hacimli ve maddi açıdan kolay erişilebilir olduğunu da atlamayalım.

Belki biraz da bu sebepten, Türkçede açık ara en çok okunan kitabı, Altıncı Koğuş. Yani ortalama Türk ve Rus okurların yazarın dehasının en çok hangi yapıtta parladığı konusunda ortak bir kanaate sahip olduğunu söyleyebiliriz.

Ortalama okur için iki binli yılların yıldızı Rus edebiyatının bir başka doktor yazarı: Mihail Bulgakov.

Mayakovski’nin, Tahtakurusu piyesinde adını yüz yıl sonrasının Ölü Kelimeler Sözlüğü’ne layık gördüğü yazarın en azından Türkiye’deki şöhreti sadece Vladimir Vladimiroviç’i değil, diğer çağdaşlarını da çoktan geride bırakmış durumda.

Öte yandan Türkiye’deki Bulgakov sevgisinin Rusya’dan farklılaştığı bir yön var.

Ortalama Türk okurun “En sevdiği Bulgakov yapıtları” sıralaması ortalama Rus okurdan farklı. Yazarın Rusya’da en çok okunan kitabı kuşkusuz Usta ve Margarita. Popülerlikte başa güreşen ikinci yapıtı ise, Bortko’nun filminin de katkısıyla, Köpek Kalbi.

Ama Türkiye’de manzara başka. Mihail Afanasyeviç’in okurla en çok buluşan kitabı… Genç Bir Doktorun Anıları.

Baskı sayıları güvenilir bir kriterse eğer, kitabın popülaritesinin Altıncı Koğuş’la yarıştığı söylenebilir.

Türkiye’de en çok satan ikinci Bulgakov kitabı, Köpek Kalbi. Buna karşın Usta ve Margarita’nın baskı sayısının Ölümcül Yumurtalar’ın bile gerisinde kaldığı görülmekte.

Türkiye’de nispeten az okunan bir diğer Rus klasiği de İlf ve Petrov. İlk kez 20 yıl önce Türkçeye çevrilen On İki Sandalye ve Altın Buzağı’nın baskı sayıları hala bir elin parmağını geçmiyor. Fazla mı yerel, fazla mı ironik, yoksa… fazla mı kalın…

Kalın kitaplar baş ucu kitabı olmak için biraz fazla yüksek belki de. Ortalama okurun boynunu ağrıtıyor olabilir.

Peki, yeni yazarlar? Şükürler olsun ki, henüz Novodeviçi’de ebedi istirahata çekilmeyenler?

Çağdaş Rus edebiyatı söz konusu olduğunda Türk yayıncıların en çok emek harcadığı isimlerin başında Viktor Pelevin gelir. Farklı yayınevleri tarafından 10’dan fazla kitabının Türkçeleştirildiği görülüyor. Fakat Rusya’da gayet popüler olan yazar bu çabaya rağmen ortalama Türk okurla tam anlamıyla buluşamayanlar arasında. 10 kitap arasında aynı yayınevinde ikinci baskıyı gören Pelevin kitabı sayısı… 0.

Ya hiç okunmayanlar? Türk okur kimlere ilgi göstermiyor?

“Okunmayanların” başında ne yazık ki Rus edebiyatının göz bebeği şiir gelmekte. Rus şiiri ayın bir yüzünün hep karanlıkta kalması misali, okurun görüş alanına bir türlü giremiyor. Blok, Ahmatova, Mandelştam, Tsvetayeva, Brodski ortalama Türk okuru için yalnızca birer isimden ibaret. Pasternak sadece Doktor Jivago’nun yazarı. Puşkin Yüzbaşının Kızı’nın, Lermontov ise Zamanımızın Kahramanı’nın…

Fakat karamsarlığa düşmeden not etmekte yarar var: Bu tablo büyük ölçüde baskı sayısına odaklı “garantici yayınevlerinin” ve “ortalama okurun” zevklerini yansıtmakta.

Öte yandan bir de cesur yayıncılar, gözüpek çevirmenler ve ortalama kategorisinin dışında kalmakta ısrar eden okurlar var. Bu üçlünün yarattığı sinerji son 10 yılda Türkçeye Tsvetayeva, Platonov, Grossman, Şalamov, Strugatskiler, Bitov, Yerofeyev, Dovlatov, Tolstaya, Ulitskaya, Vodolazkin, Şişkin ve Yahina gibi pek çok çağdaş Rus yazarın yapıtlarını armağan etti. Ve görünen o ki yenilerini de armağan etmeye devam edecek.

 

(İlk kez TRT Türkiye’nin Sesi Radyosu’nda Rusça olarak yayınlanmıştır)

16 Eylül 2022 Cuma

Rus liderlerin ilginç hobileri


Fuad Safarov

Kaynak: https://medyagunlugu.com/

 

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in judo, yüzme, doğa gezisi, buz hokeyi, binicilik ve balık tutma, eski Devlet Başkanı Dmitriy Medvedev'in yoga, yüzme ve rock müzik dinleme gibi hobileri olduğu biliniyor. Fakat Rus çarları ve Sovyet liderlerinin ilginç hobileri modern dönemin yöneticilerine taş çıkaracak cinsten.

Rus tarih sitelerinde Rusya çarları ve Sovyet liderlerinin hayatları ve ilginç hobilerine dair ilginç bilgiler yer alıyor.

Örneğin, Çar İvan Grozni ya da Türkçede bilinen adıyla “Korkunç İvan” büyücülüğü ve falcılığı çok severdi. Hatta, gelecekteki politik olayları öngörebilmek için falcılardan yararlanıyordu.

Türkiye'de “deli", Rusya'da ise "büyük" lakabıyla tanınan I. Petro (Pyotr) ise en çok hobisi olan Rus çarıydı. Petro, gemilerin inşası için proje çizmeyi, ayakkabı tamiri yapmayı, ağrıyan dişleri çekmeyi, yeni kentler inşa etmeyi ve sanat eserleri toplamayı çok severdi.

Çocuk huylu bir çar olan III. Petro votka içmeyi ve savaş oyunları oynamaya bayılıyordu. Hatta bu işi o kadar çok ciddiye alıyordu ki örneğin, bir fareyi iki savaş oyuncağını yediği gerekçesiyle idam ettirmişti!

Tarihte en sert, zalim ve ciddi çar diye tanınan Çar 1. Nikolay ise boş vakitlerinde, Rus ordusuna ait askeri kıyafet ve üniformaların dizaynları ile uğraşıyordu. 1. Nikolay'ın bu işlerden çok iyi anladığı hatta günlerce üniforma resimleri üzerinde çalıştığı resmi kayıtlarda yer alıyor.

Çar 2. Nikolay'ın ise iyi kemençe çaldığı biliniyor. Söylentilere göre bir gün yakın akrabası Prenses Gagarina Çar'ın kemençesini saklamış. Çok bozulan Nikolay kemençe geri verilse de bir daha eline almamış. Ayrıca, 2. Nikolay'ın av hastası olduğu belirtiliyor. Kayıtlara göre, son çar Nikolay tüfekle altı ayı, 48 porsuk, 20 kurt, 140 tilki, 899 sokak köpeği, bin 322 kedi, üç bin 341 karga ve 273 baykuş öldürmüş.

Bolşevik devrimi lideri ve SSCB'nin kurucusu Vladimir Lenin (Ulyanov) ise bisiklet hastasıydı. Uzun yıllar yurt dışında gizlenen Lenin bisiklete binme hobisine Paris'te merak salmış. Ayrıca Lenin satranç oynamayı çok severdi. 


Stalin ise sık sık Bolşoy Tiyatrosu'nu ziyaret eder, opera ve baleyi izlemeyi çok severdi. Fakat, sinema Stalin'in özel bir tutkusuydu. Kremlin'deki özel sinema salonuna arkadaşlarını davet ederek yeni çıkan filmleri izlerdi. Daha sonra filmlerle ilgili duygularını paylaşmayı severdi. Stalin bilardo oynamaya ve şarkı söylemeye de bayılıyordu.

Ayrıca Stalin bir av meraklısıydı. Örneğin Stalin, ava giderken yanında kapan almayı da unutmazdı. Kapanla av yakalamak özel keyfiydi.

Nikita Kruşçev ise motosiklet kullanmayı seviyordu. Kruşçev bunun dışında yaban domuz ve tavşan avlamayı çok severdi. Örneğin 1964 yılında Kruşçev, konuğu olan dönemin Küba devrimci lideri Fidel Castro’ya kendi maharetini göstermek için iki büyük yaban domuzu, iki keçi ve dört tavşanı tüfekle avladı.

SSCB liderlerinden Leonid Brejnev'in ise içki masasını, arabaları ve hokeyi sevdiği söyleniyor. Fakat Brejnev'in en çok sevdiği hobi ise av olduğu biliniyor. Brejnev'in 90 adet av tüfeğine sahip olduğu, son avına ölümünden 1 gün önce çıktığı belirtiliyor. Eski Koruma Müdür Yardımcısı Vladimir Medvedev’in anlattığına göre, tüfekleri Brejnev’e arkadaşları armağan etmişti. Medvedev, “Brejnev mükemmel atış yapıyordu, tüfeğin ruhunu anlardı” diyor. Yaban domuzu ve geyik avlama tutkunu olan Brejnev, her atıştan sonra hayvanın ölüp ölmediğini kontrol eder, ölmemişse arka arkaya ateş etmekten zevk alırdı. Her avdan sonra Sovyet liderleri piknik yaparak votka ortamında avın keyfini çıkarırdı.

Brejnev'den sonra başa geçen Yuriy Andropov ise şair olarak ün yapmış. Uzmanlar Sovyet gizli servisi KGB nin efsanevi başkanlarından biri olan Andropov'un güzel şiirler yazdığını söylüyor.

Konstantin Çernenko ise futbol hayranıydı. Spartak Moskova'nın fanatiği olan Çernenko, 1970'lı yılların ortasında parti makamından yararlanarak takımının Sovyet Üst Ligi'nden düşmesine bile engel olmuş.

Mihail Gorbaçov ise hamurlu yiyecekleri çok severdi. Fakat Gorbaçov'un en büyük hobisi, eşi Raisa ile birlikte geceleri saatlerce yürümekti.

Rusya Federasyonu'nun ilk Devlet Başkanı Boris Yeltsin, gençliğinde voleybol oynamayı sevse de yıllar içinde bu sporu tenisle değiştirdi. Ayrıca, edebiyata ilgi hobileri arasında yer aldı, kitaplar topladı. Hayatının son yıllarında film izlemeye çok zaman ayırdı.

4 Eylül 2022 Pazar

Gorbi de veda etti bu dünyaya!

 

 


M. Hakkı Yazıcı

mhyazici@yandex.ru


 Kaynak : https://antalyabugun.com.tr/

 

“Gorbi de veda etti bu dünyaya,” diyorum üst kat komşum Vladimir İvanoviç’e.

“Ya, öyle,” diyor.

Cevabının içinde bir yorum sezemiyorum.

Halbuki ben daha fazla şeyler söylemesini bekliyordum. Zira Gorbaçov, Rusya’da ve dünya tarihinde bir devrin bitişinin sembolü.

***

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin (SSCB) son lideri, son devlet başkanı Mihail Gorbaçov, Rusya'nın başkenti Moskova'daki tedavi gördüğü hastanede 30 Ağustos 2022 günü yaşamını yitirdi.

Gorbaçov'un ölümünü tedavi gördüğü Moskova Merkez Klinik Hastanesi, "Mihail Sergeyeviç Gorbaçov ciddi ve uzun bir hastalıktan sonra bu akşam öldü" açıklamasıyla resmen duyurdu.

Gorbaçov, eski SSCB liderinin vasiyet ettiği gibi eşi Raysa Gorbaçeva'nın yanına, Moskova'daki Nazım Hikmet’in, hasmı Yeltsin’in de mezarlarının bulunduğu Novodeviçiy mezarlığında defnedildi.

Gorbaçov, geçtiğimiz Mart ayında 91 yaşına girmişti.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Gorbaçov’un ailesine taziye dileklerini iletti.

Putin, SSCB’nin son liderine ilişkin şu ifadeleri kullandı: “Mihail Gorbaçov, dünya tarihinin seyri üstünde çok büyük etkisi olan bir siyasetçi ve devlet insanıydı. Çok güç ve dramatik değişimlerin yaşandığı; dış politika, ekonomi ve sosyal durumla ilgili geniş ölçekli sınamalardan geçilen bir dönemde ülkemizi yönetti. Reformların gerekli olduğunu çok iyi anlıyordu ve acilen müdahele edilmesi gereken sorunlara kendi çözümlerini getirmeye uğraştı.”

Putin, mesajında "Gorbaçov’un ölümü hepimiz için büyük bir kayıp" ifadelerine de yer verdi.

***

Ölenin arkasından konuşmak zordur.

Sevdiğiniz birisiyse dert değil; övgüyle, hatta biraz da abartarak bahsedebilirsiniz.

Hasmınızsa veya sevmediğiniz birisi ise övgüyle olmasa bile biraz dikkat etmeye çalışarak konuşursunuz.

Peki, Gorbaçov’un ölümünün arkasından kim ne dedi?

Dünya politikasının önde gelen liderleri mesajlar yayınladı.

İngiltere Başbakanı Boris Johnson, mesajında “Gorbaçov'un ölümünü duyduğuma üzüldüm. Soğuk Savaş'ı barışçıl bir sonuca ulaştırmada gösterdiği cesaret ve dürüstlüğe her zaman hayran kaldım,” demiş.

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen de paylaştığı mesajda şu ifadeleri kullanmış: “Mihail Gorbaçov güvenilir ve saygın bir liderdi. Soğuk Savaşı sona erdirmek ve Demir Perdeyi yıkmak için çok önemli bir rol oynadı. Özgür Avrupa'nın yolunu açtı. Bu miras bizim unutmayacağımız bir mirastır.”

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, taziye mesajında, “Mihail Gorbaçov, tarihin akışını değiştiren eşi benzeri olmayan bir devlet adamıydı. Dünya, büyük bir dünya lideri, kararlı, çok taraflılığı destekleyen, yorulmak bilmeyen barış savunucusunu kaybetti. Gidişinin derin üzüntüsünü yaşıyorum” ifadelerine yer vermiş.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Başkanı Abdulla Şahid, açıklamasında, "Soğuk Savaş'ın kan dökülmeden sona ermesini sağlayan, radikal bir reform yoluna giren, son Sovyet başkanı ve Nobel Barış Ödülü'nü kazanan (1990) Mihail Gorbaçov'un ölümünü duymaktan üzüntü duydum," demiş.

Eski ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, yayımladığı taziye mesajında, "Mihail Gorbaçov'un ölümüne üzüldüm. Halkına daha iyi bir hayat sunmaya çalışan bir adamdı. Hayatı önemliydi çünkü o ve cesareti olmadan Soğuk Savaş'ı barışçıl bir şekilde bitirmek mümkün olmazdı" ifadelerini kullanmış.

İngiltere Dışişleri Bakanı Liz Truss, şu mesajı paylaşmış: "Mihail Gorbaçov, Soğuk Savaş'ı sona erdirmek için Batılı liderlerle birlikte çalışarak küresel güvenlik ve istikrara derin katkılarda bulunan olağanüstü bir devlet adamıydı. Şimdi her zamankinden daha fazla, bu işbirliği ve barış mirası hüküm sürmeli."

ABD'li oyuncu ve eski Kaliforniya valisi Arnold Schwarzenegger de başsağlığı mesajı paylaşmış: "Eski bir söz var, "Asla kahramanlarınla tanışma." Sanırım bu duyduğum en kötü tavsiyelerden biri. Mihail Gorbaçov benim kahramanlarımdan biriydi ve onunla tanışmak bir onur ve keyifti. Ona arkadaşım dediğim için inanılmaz şanslıydım. Hepimiz onun fantastik hayatından bir şeyler öğrenebiliriz…Onun artık tarihe ait ve tüm zamanların en büyük aşk hikayelerinden birini yaşayan sevgili Raisa ile yeniden bir araya geldiği için çok mutlu olduğunu biliyorum.”

Avrupa Parlamentosu (AP) Başkanı Roberta Metsola: "Mihail Gorbaçov'la ilgili kalıcı anım, Soğuk Savaş'ın sona erdiğinin sinyalini vermek için fırtınalı Malta'da George HW Bush ile karşılaşmasını izlemektir. Daha iyi, daha özgür bir dünya umuduna ilham verdi. Bu (da) duvarların yıkılması ve Avrupa'nın yeniden birleşmesi anlamına geliyordu. Onun mirası hatırlanacak. Huzur içinde yatsın."

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, "Seçimi Ruslar için özgürlüğe giden yolu açan barış adamı Mihail Gorbaçov'un ölümü için taziyelerimi sunuyorum. Gorbaçov'un Avrupa'da barışa olan bağlılığı ortak tarihimizi değiştirdi" mesajını paylaşmış.

NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ise, yaptığı paylaşımda, "Gorbaçov'un tarihi reformları Sovyetler Birliği'nin dağılmasını sağladı, Soğuk Savaş'ın sona ermesine yardımcı oldu ve Rusya ile NATO arasında ortaklık kurulması olasılığının önünü açtı. Onun daha iyi bir dünya vizyonu örnek teşkil etmeye devam ediyor" demiş.

Öte yandan ABD'nin eski Ulusal Güvenlik Danışmanı ve Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, "Tarihte, insanlığın ve Rus halkının hilafına olan tarihi dönüşümleri başlatan bir adam olarak hatırlanmaya devam edecek," demiş.

Çin Dışişleri Bakanlığı da Gorbaçov'un ölümüne ilişkin taziye mesajı yayınlamış. Bakanlık Sözcüsü Cao Licien, yaptığı açıklamada, Gorbaçov'un 1980 ve 1990'lı yıllarda Moskova ile Pekin arasındaki ilişkilerin normalleşmesine katkıda bulunduğunu anımsatmış. Sözcü, "Mihail Gorbaçov, Çin-Sovyet ilişkilerinin normalleşmesine olumlu katkılarda bulundu. Yastayız" demiş.

***

Vladimir İvanoviç, mesajlar için “Bunlar timsah gözyaşları,” diyor “Gorbaçov’un Soğuk Savaş’ın bitmesinde oynadığı role vurgu yapan övgüler yapılıyor, madem öyle peki, ama niye yeni bir soğuk savaşın ve hatta daha büyük bir savaşın başlamasına neden olacak uluslararası politikalara ön ayak oluyorlar!”

“Mihail Sergeyeviç Gorbaçov, uzun yaşadı, yaşlılığından kaynaklanan hastalığını ve ölüm sebebini biliyoruz, ancak insan acaba kahrından mı öldü diye sormadan da edemiyor,” diye ekliyor.

***

Kim ne derse desin Gorbaçov için yaşarken tarihe geçmiş, 20. yüzyıla damgasını vurmuş insanlardandı demek yanlış olmaz.

Gorbaçov, 1985’ten 1991’e kadar Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) en yüksek yönetim organı olan Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi'nin genel sekreterliğini yürüttü.

1990’da yapılan reformla devlet başkanlığı sistemine geçildi. Yüksek Sovyet Meclisi'nde yapılan oylamada Gorbaçov, SSCB Devlet Başkanı seçildi.

Gorbaçov, 1990’dan 1991’e kadar SSCB’nin devlet başkanlığını yaptı.

Tarihe Soğuk Savaş’ı sonlandıran adam olarak geçti.

Sovyetler Birliği'nin son devlet başkanı Mihail Gorbaçov, başlattığı perestroyka (yeniden yapılanma) ve glasnost (açıklık) ismindeki reform çalışmaları Soğuk Savaşı bitirdi.

Gorbaçov, 1990'da Nobel Barış Ödülü'ne layık görüldü.

Belki Gorbaçov, ne İsa’ya, ne de Musa’ya yaranamamıştı.

Uzun yaşadı ve kendisinden sonra olanları gördü.

Zaman zaman düşüncelerini paylaştı.

Belki kendi sebep olduğu değişimden şaşkınlık duymuş, “Bu kadarını ben bile beklemiyordum,” diye düşünmüştür.

Seveni de oldu, sevmeyeni de.

Yapmak istediklerini anlayanı da oldu, anlamayanı da.

Yurt dışında ne kadar büyük saygı gördüyse ülkesinde de o oranda kızıldı. Sovyetler Birliği'nin dağılmasındaki sorumluluğu hep yüzüne vuruldu.

Gorbaçov hayatını kaybetti...


Kaynak: https://turkrus.com/  

 

Eski Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov 91 yaşında hayata gözlerini yumdu.

Gorbaçov'un vefatını bu gece Moskova'daki Merkez Klinik Hastanesi saat 23.28'de duyurdu.

Açıklamada, “Mihail Sergeyeviç Gorbaçov bu akşam, uzun süren hastalığının sonucu hayatını kaybetti" denildi.

Haziran ayında Gorbaçov Vakfı sözcüsü Vladimir Polyakov , Mihail Gorbaçov'un böbrek hastalığından muzdarip olduğunu ve hemodiyaliz de dahil olmak üzere farklı tedaviler gördüğünü açıklamıştı.

Gorbaçov'un, Moskova'daki Novodeviçi Mezarlığı'nda, eşi Raysa Gorbaçeva'nın yanına defnedileceği bildirildi. 

Mihail Sergeyeviç Gorbaçov'un perestroyka (yeniden yapılanma) ve glasnost (açıklık) adını verdiği reform çalışmaları Soğuk Savaş'ı bitirdi, ancak bu reformlar Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin ülkede politik üstünlüğünü kaybetmesine ve sonrasında da Sovyetler Birliği'nin dağılmasına neden oldu. Gorbaçov 1990'da Nobel Barış Ödülünü kazandı. Wikipedia'ya göre hakkında en çok eser yazılan ilk 100 kişi listesinde yer almaktaydı.

Gorbaçov 2 Mart 1931'de Kuzey Kafkasya'nın Stavropol bölgesinde Privolnoye köyünde doğdu. İlk öğrenimini köyünde yaptı. 1952 senesinde Sovyetler Birliği Komünist Partisi'ne (SBKP) girdi. 1955'te Moskova Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. Stavropol, Genç Komünistler Birliğinde görev aldı. 1970'te Stavropol teşkilatı birinci sekreteri oldu. 1971'de SBKP Merkez Komitesi üyeliğine seçildi. 1978'de tarım sorumlusu olarak sekretaryaya girdi. 1979'da politbüro yedek üyesi, 1980'de de asil üyesi seçildi. Çernenko'nun 1985'te ölümü üzerine SBKP Genel Sekreteri oldu. Glasnost (açıklık) ve perestroika (yeniden yapılanma) politikalarıyla dünyada büyük yankılar uyandırdı. Ekim 1988'de devlet başkanlığı görevini de üstlendi.

Mihail Gorbaçov, ülke ekonomisinde gözle görülür bir ilerleme sağlayamadığı için SBKP'nin reformcu üyeleri tarafından eleştirilmeye başlandı. Ancak çeşitli ülkelere yaptığı gezilerle dıştaki itibarını artırdı. Çin'e giderek bu ülkeyi 30 yıl sonra ziyaret eden ilk Sovyet lideri oldu. Ayrıca Batı Almanya, Birleşik Krallık ve Finlandiya'yı da ziyaret etti.

Gorbaçov iktidara gelince aşırı alkol tüketimine ve yolsuzluklara karşı kampanya açtı. Halk ve Sovyet yöneticileri ile ilişkileri daha sıklaştırdı. Yönetici kadroyu gençleştirdi. Dış siyasette Batı ile daha yakın ilişkiler kurdu. ABD Başkanı Reagan ile Cenevre'de zirve toplantısı yaptı. Silahsızlanma, bilim, kültür ve eğitim alanlarında bilgi alış verişi için anlaştı (1985).

1986'da Reykjavik'te, yeniden yapılan zirve görüşmesinde, silahların denetimi görüşüldü. Fakat ABD Başkanı Reagan, Yıldız Savaşları projesinden taviz vermediği için silahsızlanma görüşmesinden bir netice alınamadı.

1987'de iktisadi reformlardan ve dış siyasette izlenecek politikalardan bahsetti. Glasnost ve perestroika adı verilen reformlar Yüksek Sovyet meclisinde oy birliğiyle kabul edildi. Temmuz 1987'de Avrupa ve Asya'da yerleştirilmiş olan orta ve kısa menzilli füzelerin imha edilmesini kabul etti. 1987'de yayımladığı kitabında reformları geniş kapsamlı olarak açıkladı. Büyük Ekim Sosyalist Devrimi'nin 70. yıl dönümündeki konuşmasında, Josef Stalin ve Lev Troçki'yi eleştirdi. 8 Aralık 1987 tarihinde ABD Başkanı Reagan ile orta menzilli füzelerin imhası anlaşmasını imzaladı. 

En önemli meseleleri SSCB'ye bağlı Cumhuriyetlerdeki milliyetçi hareketler ve bağımsızlıklarını ilan etmeleri ile maden işçilerinin grevleri oldu. Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve Türkistan'da silahlı çatışmalar oldu. Doğu ve Batı Almanya birleşmesini kabul ederek ses çıkarmadı.

ABD Başkanı George H. W. Bush ile 2-3 Aralık'ta Malta açıklarındaki bir savaş gemisinde görüştü. 9 Eylül 1990'da Helsinki'de Bush ile tekrar görüştü ve Amerika Birleşik Devletleri'nden ekonomik yardım istedi. Aralık 1990'da Nobel Barış Ödülü'nü kazandı.

1990 yılının sonlarında Sovyetler Birliği'nin tüm Cumhuriyetlerine 'Yenilenmiş Birlik Federasyonu' için referandum çağrısında bulundu. Sovyet liderinin bu çağrısına, 9 Cumhuriyet olumlu yanıt verdi. 17 Mart 1991 tarihinde Rusya SFSC, Belarus SSC, Ukrayna SSC, Kazakistan SSC, Kırgızistan SSC, Tacikistan SSC, Türkmenistan SSC, Özbekistan SSC ve Azerbaycan SSC'nde, Sovyetler Birliği'nin korunması konusunda referandum (Sovyetler Birliği Referandumu 1991) düzenlendi. %80 katılımın olduğu referandumda, halkın % 77'si Sovyetler Birliği'nin korunması yönünde oy kullandı. Diğer altı Cumhuriyette ise Merkezi Hükümetler oylamayı reddetmesine rağmen, yerel Sovyet konseyleri seçim sandıkları kurdu ve bu ülkelerde de birlik lehine sonuç çıktı.

Sosyalist rejimi isteyenler ile kapitalist rejimi isteyenler arasında zor günler geçirmekteydi. 19 Ağustos 1991 tarihinde Birliğin dağılmasına karşı KGB ve ordunun desteğini alan en yakın arkadaşı olan Gennadi Yanayev ve 8 arkadaşından meydana gelen İhtilal Komitesi, Gorbaçov'a karşı darbe yaptı. Yapılan darbe başarısızlıkla sonuçlandı. Darbecilerin bazıları yurt dışına kaçtı. Darbe girişimi Mart 1991'de yapılan referanduma göre, 20 Ağustos'ta yapılması planlanan Yenilenmiş Birlik Anlaşmasının iptal edilmesine sebep oldu. 22 Ağustos 1991 tarihinde Gorbaçov, Devlet Başkanlığını tekrar eline geçirdi. Daha önce kendisine karşı en büyük rakip olarak bilinen Rusya'ya seçilen Yeltsin ise, darbede Gorbaçov'u en çok destekleyenlerden olarak darbenin kısa sürede bastırılmasına yardımcı oldu. Ancak bu durum Yeltsin'in güçlenmesine, Gorbaçov'un gücünü kaybetmesine yol açtı. Bu durum 1991 yılı sonuna doğru hız kazandı. Sovyetlerden ayrılan 11 devlet, 8 Aralık'ta bir araya gelerek Bağımsız Devletler Topluluğu'nu (BDT) oluşturdu. Bu durum Gorbaçov'u tamamen yetkisiz bıraktı. Bunun üzerine 25 Aralık 1991 tarihinde televizyona çıkarak; Görevimi kaygı içinde ama umutla bırakıyorum. Herkese iyi şanslar diliyorum. diyerek görevinden istifa etti. Bundan sonra emekliye ayrılarak çeşitli basın yayın organlarında yorumculukla meşgul oldu.

Sosyal-Demokrat Parti'yi kurarak birkaç kez parlamento seçimleri ile devlet başkanlığı seçimlerine katıldıysa da başarılı olamadı.

 

Gorbaçov: Küreselleşmiş dünya neden daha iyi bir dünya olamadı? 

1991'de yıkılan SSCB'nin (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) son lideri Mihail Gorbaçov, mevcut küresel siyasi sisteme sert eleştiriler yöneltmişti. 28 Nisan 2016'da İngiliz Daily Telegraph gazetesi  Rusya'yla ilgili yazıların yer aldığı, 'Manşetlerin Ötesindeki Rusya' adlı bir özel ek yayımlamış, ekin manşetinde Mihail Gorbaçov'un bir yazısı yer almıştı:

 

'Nerede hata yapıldı?' 

Gorbaçov yazıda kendisi dahil bazı siyasetçilerin Soğuk Savaş dönemini bitirdiğini, Doğu ile Batı arasında iyi bir ilişki kurulması hedeflerininse bugün hayata geçmediğini belirtiyor ve "Neden" sorusuna yanıt arıyor. 

Gorbaçov yazının basında özetle şu görüşleri aktarıyor: 

"Küreselleşmiş dünya 21. Yüzyıl'da, nereye gidiyor? Bugün insanlar bu soruyu git gide artan bir kaygıyla soruyor. Ben, onlardan biriyim. 1974-1992 yılları arasında Almanya'da dışişleri bakanlığı ve başbakan yardımcılığı yapan arkadaşım Hans-Dietrich Genscher ile sık sık şu soruyu soruyoruz: Yanlış giden neydi?

"Ortak çabaları Soğuk Savaş'ın sonlandırılmasına katkı yapan bir siyasetçiler kuşağı olarak bizim kuşağımız, görevini yerine getirdi. Ancak sonrasında, bugünün dünyası neden huzursuz, adaletsiz ve askerileşmiş durumda?

"Küresel çatışmanın sonlanması ve başta bilgiyle olmak üzere yeni teknolojilerin yarattığı eşi benzeri görülmemiş imkânların dünyaya yeni bir nefes vermesi, her bireyin hayatını iyileştirmesi gerekiyor gibi görünmüştü.

"Ancak gerçek farklı sonuç verdi. Bunun ise kolay bir açıklaması yok."

Gorbaçov bu konuda asıl olarak Batı'daki bazı siyasetçileri suçluyor: 

"Soğuk Savaş'ta Batı'nın zaferini ilan edenler, yeni ve adil bir güvenlik sistemi kurmayı reddedenler, günümüz dünyasının durumunun sorumluluğunun büyük bölümünü taşımaktadır." 

'Küresel dünyaya yönetim kuralları ve yeni bir ahlâk gerekiyor'

Eski SSCB lideri "Ancak sorun sadece bu değil" diyor ve ekliyor:

"Yeni, küreselleşmiş dünyanın dünya hâlâ anlaşılmadı ve yorumlanmadı. Yeni yönetim kuralları ve yeni bir ahlâk gerekiyor. Ancak görünen o ki, dünya liderleri bunu kavrayamıyor. Günümüzün 'küresel dertlerinin' ana nedeninin burada yattığını düşünüyorum."

'İnsanların hem uluslararası alandaki gelişmeler hem de kendi hayatlarıyla ilgili kaygı duyduğunu, en gelişmiş ülkelerde dahi insanların yaşamlarından memnuniyetsiz olduklarını ifade ettiklerini' yazıyor Gorbaçov.

Gorbaçov liderler gibi finansal yapıları da eleştiriyor: 

"Bununla birlikte sorumsuz mali yapılar, küreselleşmeye iyi uyum sağladı ve bundan faydalandı. Bu yapılar sabun köpüklerine hava üfledi ve havadan milyarlarca dolar kazandı. Bu milyarlar, onları vergiden saklayan dar bir çevrede yer buldu. Daha yeni bunun örneklerini gördük. Ve bu, buzdağının sadece görünen kısmıydı."

Gorbaçov küreselleşmiş dünyada şu grupların kendilerini çok rahat hissettiklerini belirtiyor:

"Organize suç yapıları, uyuşturucu satıcıları, silah tacirleri, büyük göçmen akışlarından faydalanan gruplar, siber suçlular ve en önemlisi de teröristler."

Dünya siyasetinin bu sorunlara çözüm bulamadığını belirten Gorbaçov, dünyanın gündeminde olması gereken sorunlarla ilgili şunları yazıyor:

"Bu arada yeni bir silah yarışı raundu başladı, ekolojik kriz kötüye gidiyor, zengin ve fakir ülkeler arasındaki uçurum da, ülkelerin içinde zenginler ve fakirler arasındaki uçurum da açılıyor. Bunlar dünyanın gündeminin tepesinde olması gereken sorumlar. Ancak çözülmüyorlar."

Gorbaçov, bunları çözebilecek BM ve G 20 gibi yapılarınsa hep geç kaldığını, geriden geldiğini yazıyor ve "Hem uluslararası hem ulusal çapta bir liderlik kriziyle karşı karşıyayız" diyor.

Son dönemdeki olumlu gelişmelerle ilgili olarak Suriye'de diyalogun başlamasını örnek gösteriyor Gorbaçov ve bunun şimdiden Rusya ve Batı arasındaki gerilimi azaltmaya yardımcı olduğunu belirtiyor. 

Gorbaçov'a göre Ukrayna krizi de diyalogla çözülmesi. Eski lider, ABD Başkanı Barack Obama ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'e bir araya gelip bu konuyu tartışma çağrısı yapıyor.

Gorbaçov yazısında sorunların çözümü için bunların küresel bağlamda ele alınmasının şart olduğunu savunuyor.

Ona göre günümüz siyasetinin ihtiyaç duyduğu şeylerden bir diğeri ise 'yeni bir siyasi ahlâkın oluşması'.

 

'Batı Rusya'yı izole etme girişimlerinden vazgeçmeli' 

Gorbaçov yazısının son bölümünde Batı ile Rusya arasındaki gerilimde diyalog ve güven için şu anda asıl olarak Batı'nın adım atması gerektiğini savunuyor:

"Küresel krizin üstesinden gelinmesinde Rusya'nın pozitif ve önemli bir role sahip olabileceği ve olması gerektiğine dair ikna olmuş durumdayım. Şimdi, Batı'nın Rusya'yı izole etme girişimlerinden vazgeçmesi zamanı.

"Bu, hiçbir zaman sonuç üretmedi. Kişisel yaptırımlar da hiçbir zaman meyve vermedi. Öncelikle bunların kaldırılması gerekiyor. Aksi takdirde diyalog olmaz, güveni inşa etmek için şans olmaz.

"Hiç kimse Rusya'nın, karşılaştığı ekonomik zorluklardan sonra dünyada ikincil bir rolü kabul edeceğini beklememeli."

Bir yalnız adam...



Kaynak: https://medyagunlugu.com/

 

Dün hayatını kaybeden Sovyet lideri Mihail Gorbaçov'un 89. doğum günüyle ilgili olarak Medya Günlüğü'nde yayınlanan yazı:

20. yüzyıla damgasını vurmuş, yaşarken tarihe geçmiş eski bir politikacının bir doğum günü daha ülkesinde yine sessiz sedasız geçiştirildi. 

Rusya’da doğum günlerine ne kadar büyük önem verildiğini bilenler için Mihail Gorbaçov’un 89. yaşının görmezden gelinmesinin elbette anlamı vardı. 

Kremlin, Devlet Başkanı Vladimir Putin’in biraz da adet yerini bulsun diye yaptığı birkaç satırlık kutlamaya sadece İngilizce sitesinde yer verdi, Rusça sitesine ise koymaya değer görmedi. Putin'in, Sovyetler Birliği'nin dağılmasındaki sorumluluğu nedeniyle ona diş bilediğini tahmin etmek zor değildi.

Gerçek şu ki, Gorbaçov yurt dışında ne kadar büyük saygı görüyorsa ülkesinde de o oranda nefret ediliyor. 

Tabii, bu iki farklı görüşün de nedenleri var. 

Gorbaçov 1985 yılında Sovyet Komünist Partisi’nin genel sekreterliği görevini üstlenmesinden hemen sonra sistemin acil reforma ihtiyaç duyduğunu anladı ve bu yönde adımlar atacağına kamuoyunu inandırdı. Gerçekten de “glasnost” (siyasi açıklık, şeffaflık) ve "perestroyka" (ekonominin yeniden yapılanması) sloganları toplumu heyecanlandırdı. Ama bu fazla sürmedi çünkü Gorbaçov belki teşhisi doğru koymuştu ama tedavinin nasıl yapılması gerektiği konusunda kararsızdı, bir adım ileri iki adım geri gidip duruyordu. 

Aynı dönemde ABD Başkanı Ronald Reagan’la imzaladığı silahsızlanma anlaşmaları sayesinde Batı’nın gözdesiydi. Hele hele Sovyetler için alışılmadık bir “first lady” portresi çizen zarif eşi Raisa ile çekilmiş fotoğrafları gazetelerin manşetlerinde yer alıyor, Batı kamuoyunda resmen bir “Gorbomania” fırtınası esiyordu.  

Ülkesinde ise ne reform isteyenlere ne de reformlara karşı çıkanlara yaranabiliyordu; bir kesim onu kararsız davranmakla, diğer kesim ise ülkeyi felakete sürüklemekle suçluyordu. 1991 yılının ağustos ayında en yakınında bulunan “şahin” üst düzey yetkililerin neredeyse tamamının katıldığı bir darbe girişimiyle karşılaştı. Birkaç yıl önce Komünist Parti’nin yönetiminden uzaklaştırdığı Boris Yeltsin sayesinde darbe savuşturuldu ama dengeler değişmiş, iktidar fiili olarak Gorbaçov’un elinden kaymıştı, 25 Aralık 1991’de televizyona çıktı, istifasını açıklamak zorunda kaldı. Sovyetler Birliği yıkılmış, yerine Bağımsız Devletler Topluluğu kurulmuştu; artık olmayan bir ülkenin başkanlığında inat edemezdi. Onarmak istediği koca duvarın altında kalmıştı...

Zaten ülkesinde pek seveni yoktu, o da adını taşıyan bir vakıf kurarak Batı’da paralı konferanslar vermeye, kitaplar yayınlamaya başladı, hatta önce Pizza Hut, sonra da Louis Vuitton reklamına bile çıktı. Neresinden bakılsa ilginç bir reklamdı: Yıkılmış Berlin Duvarı'nın yanından geçen bir limuzin, içinde Gorbaçov, solunda reklamını yaptığı pahalı çanta, üstünde bir dergi, kapağında Kremlin'in Londra'da öldürtmekle suçlandığı eski bir KGB ajanının fotoğrafı. Batılı reklamcıların oyununa mı gelmişti, kötü bir tesadüfün kurbanı mı olmuştu, bilinmez...

Ona olan nefreti hiç azalmayan Rus halkı, belki sadece bir kez, eşi Raisa Gorbaçova’yı 1999 yılında kaybettiğinde sempati duydu, o kadar. 

Gerçi artık komünistlikle hiçbir ilgisi kalmadı ama Komünist Parti, geçen doğum günlerinin birinde alaycı şekilde, “Gorbi’ye biz de bu dünyada yargılanacağı günü görecek kadar uzun bir ömür diliyoruz!” açıklamasında bulundu. 

Gorbaçov’un oynadığı reklamda Louis Vuitton’un sloganı, “Yolculuk(lar) kendimizle yüzleşmemizi sağlar”dı.  

Kendisiyle ne kadar yüzleşti bilinmez ama Gorbaçov uzun süredir yalnız “yolculuk” yapıyor..

Gorbaçov'a uçakla Türk lahmacunu



Cenk Başlamış

Kaynak: https://medyagunlugu.com/

 

Salı günü hayatını kaybeden Sovyet lideri Mihail Gorbaçov, 2019 yılında çıkan kitabı “Bahiste Neler Var: Küresel Dünyanın Geleceği” kitabında bir anlamda itirafta bulunarak Sovyetleri yaşatmanın aslında mümkün olduğunu söylüyor ve “Ülkenin birliği için son ana dek mücadele ettim. Ama Boris Yeltsin liderliğindeki Rusya bölünme yoluna gitti" diyordu. 

Haklı mı? 

Hayır. 

Haksız mı?  

Hayır. 


Koca bir imparatorluğun dağılmasından onun sorumlu olup olmadığı polemiğini bir kenara bırakarak Gorbaçov'un yaptıklarıyla ve yapmadıklarını tarihe geçtiğini kabul etmek gerekiyor. 

Çünkü yakın geçmişte, sadece kendi ülkesindeki değil, uluslararası dengeleri de onun kadar kökten değiştirebilmiş, hatta paramparça etmiş ikinci bir lider yok. 

1985 yılında Gorbaçov, artık tarih kitaplarında kalan Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin (SBKP) genel sekreterliğine geldiğinde önünde olağanüstü zor bir görev vardı: Çağın gerisinde kalmış, bürokrasi imparatorluğu haline gelmiş bir ülkeyi dönüştürmek. Adları ne kadar "komünist" de olsa, Sovyetleri yönetenlerin aslında herhangi bir ideolojisi yoktu, daha doğrusu tek istedikleri sahip oldukları ayrıcalıkları sürdürebilmekti. 

"Soğuk Savaş" yıllarında Beyaz Saray-Kremlin çekişmesi uluslararası dengeyi sağlıyordu ama Sovyetler asıl gücünü nükleer silahlardan alıyordu. Sovyet yönetimi önceliği ve kaynaklarını silahlanma ve uzaya ayırmış, kendini ABD ile rekabete kaptırmış, halkının mutluluğuna aldırmaz olmuştu. Evet, insanların barınma ve ısınma gibi temel ihtiyaçlar ücretsiz karşılanıyordu ama yaşam kalitesi son derece düşüktü.

Tüketim malı sıkıntısının baş gösterdiği bir dönemde iktidara gelen Gorbaçov, ülkenin reforma ihtiyacı olduğunu görüyordu ama hem ne kadar ileri gitmesi gerektiğini kestiremiyor hem de ayrıcalıklarını kaybetmek istemeyen grubun direnişinden korkuyordu. Gorbaçov'un iktidardaki yılları kararsızlıklarla, bir ileri iki adım geri atmalarla ve "nomenklatura" olarak adlandırılan hakim sınıfın direnişiyle geçti, sonuçta ise ne İsa'ya ne de Musa'ya yaranabildi. 

Gorbaçov'un ekonominin yeniden yapılanmasını öngören "perestroyka" ve siyasi şeffaflık için ortaya attığı " glasnost" reformları kelimenin tek anlamıyla cini şişeden çıkardı. Olaylar, onun tahmin edebileceğinin çok ötesine, önüne çıkan her şeyi yok eden, kendisini bile sürükleyen bir tsunamiye dönüştü. O dev dalgalar sadece Sovyetleri değil bütün Doğu Bloğu'nu, hatta "Berlin Duvarı"nı yıktı. Kendisi için işin en trajik yanı ise, yok etmeye çalıştığı siyasi rakibi Boris Yeltsin'in sonradan ona hayatı zindan etmesi oldu. 

Bugün Rus halkının gözüyle bakıldığında, ülkenin 1991 yılı sonunda parçalanmasının tek sorumlusu Gorbaçov. Hem sorunları çözemeyen hem de Sovyetlerin dağılmasını engelleyemeyen Gorbaçov öldüğü ana kadar uluslararası alanda çok popülerdi ama halkı kendisinden hep nefret etti.

Malum, yabancı politikacıları "Türk dostu" ya da "Türk düşmanı" olarak etiketlemeyi çok severiz...Bu gözle bakıldığında Gorbaçov'un 1985-1991 arası, bırakın dost olmasını Türkiye'ye sempati duyduğunu söylemek bile olanaksız. "Soğuk Savaş"ın gözlükleriyle bakan Gorbaçov için Türkiye-elbette açıkça söylemese de- adını ağzına bile almaya değmeyecek bir düşmandı. 

Ama Türkiye hakkındaki görüşleri 1990'ların başında Yapı Kredi Bankası'nın Moskova Temsilcisi Erhan Özçelik'in girişimiyle İstanbul'a ve Ankara'ya gelip bankanın düzenlediği konferanslara katılınca değişti. Hatta, o kadar değişti ki, Kafkasya kökenli olan Gorbaçov kendisini İstanbul'a davet eden bankanın Moskova'daki çalışanlarından Türk lahmacunu ve kebabı göndermesini rica etmeye başladı. Düzenli olarak Moskova uçağına verilen dondurulmuş lahmacun ve kebaplar havaalanından anında Gorbaçov'a ulaştırıldı. Gorbaçov bir gün Özçelik'e, kendi adını taşıyan vakfın inşası için bir Türk şirketi önerip öneremeyeceğini sordu. Özçelik'in yönlendirmesiyle sonradan Moskova'daki Gorbaçov Vakfı'nın binasını bir Türk şirketi yaptı.

Rusya'nın bitmeyen ağustos kâbusu



Kaynak: https://medyagunlugu.com/

 

Nasıl bir tesadüftür bilinmez, Rusya'da son 30 yılda ağustoslarda öyle olaylar, felaketler yaşanmıştır ki devlet ve halk yılın sekizinci ayı korkuyla bekler hâle gelmiştir. 

Kâbus, 19 Ağustos 1991 tarihinde yani Sovyetler Birliği'nin son günlerinde bir grup üst düzey yöneticinin Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov'u devirmek için iktidarı ele almak istemesiyle başladı. Darbe girişimi sadece iki buçuk gün sürdü ama tetiklediği olaylar sonucu Sovyetler birkaç ay sonra dağıldı.

Bir yıl sonra, 27 Ağustos 1992'de içinde 84 yolcu bulunan bir Aeroflot uçağı düştü, kurtulan olmadı. 

1994 ağustosunda yaşanan felaketlerin en ağırı Başkurdistan'da 29 can alan sellerdi. 

24 Ağustos 1995 tarihinde Rusya'daki bankaların bilgisayarları etkileyen bir hata sonucu piyasa çöktü.

31 Ağustos 1996'da 1. Rus-Çeçen savaşı, Çeçenlerin zaferiyle resmen bitti, Rusya en büyük yenilgilerinden birini aldı. 

17 Ağustos 1998 Rusya'daki büyük ekonomik krizin başlangıç tarihi olarak tarihteki yerini aldı. 

2 Ağustos 1999'da 2. Rus-Çeçen savaşı başladı. 

31 Ağustos 1999'da Moskova'da yüzlerce kişinin hayatına mal olan apartman bombalamalarının ilk yaşandı. 

12 Ağustos 2000 tarihinde içinde 118 denizci bulunan Kursk denizaltısının batması ve yetkililerin paralize olması sonucu kurtarma çalışmalarında fiyasko yaşanması Rusya'ya travma yaşatan bir olay olarak tarihe geçti. 

19 Ağustos 2002'de Çeçenistan'da düşürülen askeri helikopterde bulunan 127 kişi hayatını kaybetti. 

1 Ağustos 2003'de Kuzey Osetya'daki terör eyleminde 44 kişi öldü. 

24 Ağustos 2004 tarihinde iki yolcu uçağına yönelik bombalı saldırılarda 89 kişi öldü. 

22 Ağustos 2006'da iç hat seferi yapan uçağın düşmesi sonucu 170 kişi hayatını kaybetti. 
  

7 Ağustos 2008'te Rus-Gürcü savaşı başladı. 

17 Ağustos 2009'da Kafkasya'daki terör eyleminde 25, bir barajdaki kazada ise 75 kişi öldü. 

2010 ağustos ayında büyük orman yangınları meydana geldi, 62 kişi hayatını kaybetti.

2013 yılının temmuzda ayında başlayan ve ağustos ortalarına kadar süren Uzak Doğu'daki sel baskınlarında 85 kişi öldü. 

2019 ağustos ayının tamamına Sibirya'daki orman yangınları gündeme damgasını vurdu. 

20 Ağustos 2020'de muhalif lider Aleksey Navalnıy'ın zehirlenmesi protestoları ve Rusya'yı uluslararası alanda zor duruma düşüren olayları tetikledi.

2021'de ise Kamçatka'daki meydana gelen helikopter kazası, Türkiye'deki yangınların söndürülmesine yardım çalışmalarına katılan Rus uçağının düşmesi ve Voronej'deki otobüs patlaması da Rusya'nın ağustos kâbusları listesindeki yerlerini aldı. 

Bu olaylar Rusya'da ağustos aylarında son 30 yılda yaşananların tamamı değil, sadece bazıları.

Ağustoslara o kadar çok felaket sığdı ki halk yazın son ayının Rusya'ya uğursuzluk getirdiğine gerçekten inanmaya başladı.

Peki bu yıl?

Gerçi Rus halkının çok üzüldüğünü ve "felaket" saydığını iddia etmek zor ama Sovyetlerin son lideri Mihail Gorbaçov 30 Ağustos'ta 91 yaşında hayatını kaybetti ve yıllardır süren gelenek devam etti.

Kırım'da darbe günleri



Fuad Safarov

Kaynak: https://medyagunlugu.com/

  

Salı günü hayatını kaybeden Sovyetler Birliği'nin son lideri Mihail Gorbaçov'un iktidardan düşmesine yol açan süreci başlatan 19 Ağustos 1991 darbe girişimi konusunda bazı ilginç detaylar gün ışığına çıktı. 

KGB’nin Kırım'daki üst düzey yetkilisi Lev Tolstoy, Gorbaçov'la ilgili bazı bilgileri Rus medyasıyla paylaştı. Darbe günlerinde Kırım’daki Foros'ta bulunan yazlık konutunda bulunan Sovyet liderinin ayrılmasına izin verilmemişti. Tolstoy, enformasyon ablukasında bulunan Gorbaçov'un imdadına Türk ve Bulgar medyasının yetiştiğini, Moskova'da yaşananları bu yolla öğrenebildiğini anlattı. Şu anda emekli olan General Tolstoy, “İletişim kesilince Gorbaçov’un ev hapsinde olduğunu anladım ama enformasyon açısından başka olanaklara sahipti. Ara verici istasyonlarımız kapatılsa da çevredeki diğer istasyonlar iyi çalışıyordu. Nöbetçi karakolda televizyon çekiyordu" dedi. 

Gorbaçov'un Sovyet televizyon kanallarında durmadan gösterilen “Kuğu Gölü” balesini izlediğini anlatan Tolstoy, "Kendisinde Japon ve Batı Alman marka radyo ve televizyon sistemleri vardı. Damadı Anatoli’nin İngilizcesi mükemmeldi. Türkiye ve Bulgaristan bize yakındı. Gelişmeleri oradan izleyerek sürekli bilgi alıyordu” diye konuştu. 

19 Ağustos sabahı Komünist Parti, KGB ve Kızıl Ordu üst düzey yetkilileri bir araya gelerek “GKÇP” adında bir komite oluşturdu. Komite darbe girişiminde bulunarak Kırım’da tatil yapan Gorbaçov’u görevden uzaklaştırdı ve ülkede olağanüstü hal ilan edildi. Fakat o dönem Sovyetlerin çatısı altında yer alan Rusya'nın lideri Boris Yeltsin’in çağrısıyla halk Moskova sokaklarında direnişe başladı ve 21 Ağustos’ta darbe başarısızlıkla sonuçlandı. Darbe yönetiminde yer alan Oleg Baklanov, Vladimir Kryuçkov, Valentin Popov, Boris Pugo, Vlasili Starodubçev, Aleksandr Tizyakov, Dmitri Yazov tutuklanarak cezaevine gönderildi. Pugo intihar etti  

Rus kamuoyunda 31 yıl önceki darbe girişimi hâlâ tartışılıyor. Bazı tarihçiler, darbenin bizzat Gorbaçov’un gizli “desteğiyle” yapıldığını ve Sovyet liderinin o günlerde “ikili” davrandığını iddia ediyor. Yıllar sonra basına konuşan Savunma Bakanı Yazov, “İsteseydim özel birlikleri her yere göndererek çoğu yetkiliyi yakalardım. Fakat iç savaşın çıkmaması için yapmadım” demişti. 

Sovyetler neden yıkıldı?


Cenk Başlamış

Kaynak: https://medyagunlugu.com/

 

Sovyetler Birliği'nin 74 yaşında yıkılması, 20. yüzyılın en önemli olaylarından biriydi kuşkusuz. Sovyetlerin son lideri Mihail Gorbaçov'un salı günü hayatını kaybetmesinden sonra bazı siteler, örneğin odatv, ölüm haberini "Aslında isim olarak haber değeri yok ama… Bir dönemi bitiren kabiliyetsiz adam öldü" ya da doğrudan "geberdi" başlığıyla verdi. Bu tür başlıkların nedeni, Rusya başta dünyada ve Türkiye'de azımsanamayacak sayıda kişinin Sovyetlerin dağılmasından bizzat Gorbaçov'u sorumlu tutması.

Yuriy Levda şirketinin 2019 yılında yaptığı anketine göre Rusya halkının yüzde 49’u, Sovyetler Birliği'nin yıkılmasının utanç ve üzüntü kaynağı olduğunu düşünüyor. TürkRus.Com sitesinin aktardığına göre, 1999 yılında yapılan aynı ankette Sovyetler Birliği’nin dağılmasından dolayı üzüntü duyanların oranı yüzde 48'di.

Günümüzde Rusya topraklarında yaşayanların yaklaşık yarısının üzüldüğü dağılmanın nedeni neydi peki?

Kanımca, birinci neden Batı ile girişilen üstünlük ve rekabet mücadelesinin sonucu kaynakların silahlanma ve uzay çalışmalarına aktarılması. 

Buna bağlı olarak, sosyalizmi kurma misyonunu üstlenen ve önemli başarılar da elde eden Sovyetler Birliği'ni yönetenlerin zamanla oligarşik bir yapıya dönüşmesi ve halkla bağlarının kopması. Ayrıcalıklı bir sınıf haline gelen yöneticiler halkın gündelik ihtiyaçlarını göz ardı edince devletle vatandaş arasında uçurum oluşmaya başladı. Önceliği uzaya ve silahlanmaya veren yöneticiler özel mağazalardan alışveriş yaparken, piyasada bulunmayan basit bir malla, örneğin domates ya da muzla  karşılaşma umuduyla vatandaşlar naylon torbalarını yanından ayıramıyordu. Bir zamanlar gururla ve özveriyle devletle beraber sosyalizmi kurma mücadelesi veren halk yöneticilerin sahip oldukları ayrıcalıkları ve kendi kötü hayatlarını görünce ideallerinden vazgeçmeye, kendini çekmeye başladı. Heyecanı kalmayan, aldatılmış hisseden ve motivasyonunu kaybeden insanların çalışması için bir neden kalmadı.

O günleri gözümüzde canlandırabilmek için bir örnek...

1980'lerin sonunda tüketim malları açısından Moskova'da durum şöyleydi:

Büyük mağazalardan birinin kapısından giriyorsunuz, belki yüz metre boyunca bomboş rafları seyrederek kapıdan elleri boş halde çıkıyorsunuz.

Ya da ender de olsa aynı mağazada bir kuyruk görüyorsunuz, bir daha ne zaman karşılaşacağınızı bilmediğiniz için o anda neyin satıldığını bile bilmeden, ihtiyacınız olup olmadığını sorgulamadan hemen kuyruğa dahil oluyorsunuz. (Tabii, kuyruk sırası size geldiğinde, o gün çalışmak zorunda kalmasının acısını sizden çıkan tezgahtarın hakaretlerini de yutmanız gerekiyordu)

Moskova'da yaşadığım o günlerde bir Batı ülkesinden ithal edilen çamaşır deterjanı görünce bir daha bulamam korkusuyla iki yıl yetecek deterjan stoklamıştım...

Benzer şekilde, o günlerde Doğu Almanya'da KGB görevlisi olan günümüzün lideri Vladimir Putin ve eşinin ülkeye dönüş yaparken eski çamaşır makinesini yanlarında getirmesinin nedeni farklı değildi. 

Sovyet halkının, önceleri umut olarak gördüğü ve desteklediği Mihail Gorbaçov'un kısa sürede düş kırıklığına ve nefret edilen bir figüre dönüşmesinin nedeni de tüketim malları sıkıntısına bir türlü çözüm bulamamasıydı.

Sovyetler Birliği'nin dağılmasında elbette dış nedenler de vardı ama bunlar da kısmen yine iç nedenlere bağlıydı.

Batı'nın amansız ambargosuna ek olarak petrol fiyatlarının düşmesinin Sovyetlerde yıkıma yol açmasının nedeni -tıpkı günümüzde olduğu gibi- ekonominin enerji kaynaklarının ihracına bağlı olmasıydı. Burada da kaynakların belirli alanlara kaydırılması tercihinin yol açtığı sorun karşımıza çıkıyor.

74 yıl ayakta kalan Sovyetlerin yıkılması Batı'da "kapitalizmin komünizmi yenilgiye uğratması" olarak gösteriliyor.

Ama bu doğru değil.

Değil çünkü ne Sovyetleri yöneten ayrıcalıklı sınıfın ne de Komünist Parti'nin de artık komünizmle bağlantısı kalmıştı. Dolayısıyla ideolojik bir yenilgiden söz etmek olanaksız, olsa olsa komünist görünümlü bir sistemin yıkılışından bahsedilebilir.

Peki, yıkılışından yaklaşık 30 yıl sonra Rus halkı o günleri neden özlemle anıyor?

Birincisi, dünyaya kafa tutan bir ülkenin, iki süper güçten birinin vatandaşıydılar, bu yüzden gururluydular. İkincisi, devlet bir "baba" gibi herkesin yardımına koşuyordu. Örneğin, küçük ve kalitesiz de olsa, kimi zaman birkaç aile paylaşmak zorunda da kalsa, herkesin başını sokacak bir evi vardı. Elektrik, su ve doğal gaz gibi hizmetlerden sembolik bir ücret alınıyordu.

Sovyetler Birliği yıkılınca "devlet baba" kayboldu, yerini piyasa ekonomisi aldı ve vatandaşlar kendilerini sokağa atılmış çocuk gibi hissetmeye başladı, 1980'lere mal yokluğunun damgasını vurmasını ise-ankete bakılacak olursa-pek hatırlayan kalmadı.

Peki, Sovyetleri Gorbaçov'u mu yıktı?

74 yıllık bir imparatorluğun dağılmasının sorumluluğunu, son altı yılında iktidar koltuğuna oturan kişinin sırtına yüklemek "tıkır tıkır işleyen bir makineyi o bozdu" anlamına gelir.

Elbette Gorbaçov'un da büyük sorumluluğu vardı; hastaya koyduğu teşhis doğruydu ama iş tedaviye gelince eli ayağı birbirine dolanmış, kafası karışmış, kararlı hareket edememişti.

Ama "Sovyetleri o yıktı" demek sorunları halının altına süpürmek demek olur. 

Dostoyevski'nin başucu kitapları



Kaynak: https://turkrus.com/

 

Dünya edebiyatına birden fazla şaheser armağan eden Dostoyevski hangi yazarları okuyordu? Russia Beyond, Rus klasiğin başucundan ayırmadığı 5 kitabı sıraladı. 

1. Maça Kızı, Aleksandr Puşkin. Pek çok Rus'un olduğu gibi Dostoyevski'nin de en sevdiği şair Puşkin'di. Ancak Dostoyevski, şairin şiirlerinin yanı sıra düzyazı hikâyelerinin de hayranıydı. En başta da 1834 tarihli mistik öykü Maça Kızı'nın. 

2. Don Kişot, Cervantes. Rusya'da hem yazarların hem de edebiyat eleştirmenlerinin Miguel de Cervantes'in başyapıtına büyük bir ilgisi vardır. Dostoyevski de istisna değil. Yazarın Don Kişot'u defalarca okuduğu ve sık sık bir ilham kaynağı olarak bu romana başvurduğu iyi biliniyor. 

3. L'Uscoque, George Sand. Türkçe çevirisi bulunmayan bu George Sand klasiği de Dostoyevski'nin en sevdiği yapıtlardan bir tanesi. 

4. Sefiller, Victor Hugo. Dostoyevski 1862'de yayınlanan ve anında Avrupa kıtasında ve Rusya'da büyük popülariteye kavuşan bu kitap için "Suç ve Ceza'dan daha yukarıda" ifadesini kullanmıştır. 

5. Kandid, Voltaire. Aydınlanma Çağı'nın sembol kitabı Kandid ya da İyimserlik büyük Rus yazarın okumayı en sevdiği yapıtlar arasında.