Moskova

Moskova

29 Kasım 2016 Salı

The Guardian’dan turistlere Moskova tüyoları



İngiliz The Guardian gazetesi, Moskova’da “turistlerin mutlaka yapması gerekenleri” belirledi.

Gazetenin verdiği Moskova tüyoları şöyle:

-Ünlü Tretyakovskaya Sanat Galerisi’nin, 20. Yüzyıl Rus sanatı koleksiyonunu mutlaka görün.

-Birçok gösterinin İngilizce altyazılı olduğu Gogol Merkezi’nde tiyatro izleyin.

-Moskova’daki Gürcü restoranlarında yemek yiyin.

-Maksim Gorki’nin bugün müze olan evine gidin.

-Rus banyosunu deneyin.

-Opera izleyin.

-Gorki Parkı’na, Serçe Tepeleri’nde “Garaj” sanat galerisine gidin.

-Dr.Jivago restoranında geleneksel Rus mutfağını deneyin.


-VDNH’da gezinti yapın.

28 Kasım 2016 Pazartesi

Rusça isimler üzerine


Rus edebiyatına yabancı olmayan okurun hatırlayacağı gibi, Rus adları, günlük hayatta kullanılırken çok sık ve çok çeşitli biçimlerde kısaltılır.

Rusya'da doğan her kişinin üç adı bulunur: kendi adı, baba adı ve soyadı.

Soyadı kullanımı (Avrupa ülkelerinde olduğunun tersine) çok yaygın değildir; sizli-bizli konuşmalarda genellikle ad ve baba adı birlikte kullanılır; örneğin: İvan İvanoviç, Genadi Mihayloviç gibi.

Soyadı ancak resmi belgelerde bir kural kabilinden kullanılır; bu durumda da ad ve baba adı, soyadından sonra veya önce, baş harfler şeklinde yazılır: Belyaev, A. A. veya L. N. Tolstoy gibi.

Samimi ortamlarda, aile içinde, dost çevresinde, hatta bazen, henüz sizli-bizli konuşuluyor olsa bile belli bir samimiyetin oluştuğu yerlerde adların yerini kısaltmalar alır; siz diye konuşulduğu halde Lidoçka-Dimoçka şeklinde hitap edilmesinde olduğu gibi.

Bu öyle yaygın bir uygulamadır ki, bazı durumlarda baba adları bile kısaltılabilir.
Arnold Pavloviç yerine Amold Palıç denilmesinde olduğu gibi.

Öte yandan, kadınların soyadları da adları gibi farklıdır. İster eşinin soyadını taşısın, ister babasının; bir kadının soyadı genel olarak -a veya -ya ile biter: Malyanov'un eşi, İrina Malyanova, gibi.

Bu kısa malumat ışığında, bazı ad örnekleri:
Dimitri -Dimka -Dimkin -Dimoçka 
Mitka - Mitya Pavlov
Pavel İrina - İrka - İra -İrkina
Valentin - Valka
Bobkin - Bobkina - Bobka - Bobçik
Zinanda – Zina
Lidya – Lida -Lidka - Lidoçka
Svetlana - Svetka
Filip -Fil
Kalyam -Kalyamuşka

Hazal Yalın

(Arkadi ve Boris Strugatski’nin “Kıyamete Bir Milyar Yıl” kitabının çeviri açıklamalarından)

20 Kasım 2016 Pazar

Gogol’ün paltosu




M. Hakkı Yazıcı


Geçenlerde Moskova’da kötü hava koşulları hayatı felç ederken Belediyeden halka “Mecbur olmadıkça evden dışarı adım atmayın!” diye açık bir uyarı yapılmıştı.

Güzel! Bu uyarı için teşekkür etmek lazım.

Aslında ne hoş! 

Evde oturup sıcak çay ve kahve yudumlayıp film izlemek, kitap okuyarak vakit geçirmek, avluda lapa lapa yağan karı gören pencereye yakın divancıkda yayılıp şekerleme yapmak aranıp da bulunamayacak iyi birer seçenek.

Sadece karın keyfini çıkarmak için dikkatli, küçük adımlarla dışarı çıkıp; yakınlardaki parklara gitmek ve hatta çoluk çocuğunuzla kardan adam yapıp, kartopu oynamak da iyi bir fikir.

Ama iyi de işleri kim yapacak? İşler güçler peşimizi bırakmıyor ki, dışarı çıkmayıp da ne yapacağız?

Önce kar, arkasından karla karışık yağmur, sonra bardaktan boşanırcasına yağan bir yağmur, ardından don, sonra yeniden kar, ayaz derken Moskova’nın caddeleri, sokakları buz pistine dönüşmüştü.

Mecburen dışarı çıktım.

Yürürken ayağımı bastığım yer kayıyor mu diye önceden kontrol ediyordum.

İşte en tehlikeli günler bu zamanlar… Sokakta atılacak yanlış bir adımla düşüp, insanın hastanede kırıklar içinde gözünü açması işten bile değil, diye düşünerek, azami dikkatle, telaş etmeden bir süre yürüdüm.

Bir ara yanımdan kısa kürk montu mini eteğini bile örtmeyen, upuzun topuklu ayakkabısıyla kırıtarak yürüyüp geçen bir kadına gözüm ve aklım takıldı. Böyle üşümüyor muydu? O uzun topuklularla nasıl yürüyordu?

Meraktan dönüp bir daha bakayım dedim. İşte ne olduysa o zaman oldu. Dikkatimi başka bir konuya kaydırınca ayağım kaydı; önce ayaklarım yerden kesildi, havalandım, sonra aynı piste inen bir uçağın tekerleklerini açması gibi kollarımı destek almak için iki yana açtım. “Küt” diye sırt üstü düştüm.

Etraftan geçenlerin bazılarının önce “Ayyy!” diye haykırdıklarını, sonra uçağını salimen piste indiren pilotu takdir eder gibi alkışladıklarını ve bana kahkahalarla güldüklerini fark ettim.
Toparlanıp kalkarken etrafıma “Bir şey yok, merak etmeyin” gülücüğüyle gülümsemeyi ihmal etmedim.

Az önce yanımdan geçen, düşmeme sebep olan kadın da yirmi metre ötemde gülenler arasındaydı. Parmağımı sallayıp, “Ah seni, seni; kabahatli sensin, biliyor musun?” diyecektim, ama vazgeçtim.

Ucuz kurtulmuştum. Yumuşak bir düşüşle kırıksız, çıkıksız atlatmıştım; ancak düşerken koltuk altımdan gelen “cıırt” sesi dikkatimden kaçmamıştı.

Paltomun koltuk altından giren serin havayı hissedince huylandım. Kuytu bir yerde paltomu çıkarıp kontrol ettim. Korktuğum başıma gelmişti. Paltomun sağ koltuk altı boylu boyunca sökülmüştü. Kumaşta da biraz yırtık vardı. Pek mühim bir şey değildi, ama tamir ettirmek lazımdı.

Paltoyu bu haliyle giyip yola devam etmeye utandığım için koltuğumun altına alıp yürüdüm. 

Bu defa yanımdan geçen insanlar bana bakmaya, bu tuhaflığa gülmeye başlamışlardı. Öyle ya, bu soğukta garip bir adam paltosunu giymeyip, koltuğunun almış salına salına yürüyordu. Genç bir delikanlı bana bakarak geçerken ayağı kaydı, yere yuvarlandı. Koşup kolundan tutarak yerden kaldırdım.

Üç senedir oğlumun hediye ettiği paltoyu giyiyordum. “Baba, hala bu paltoyu mu giyiyorsun?” diye çıkışıyordu. Palto aslında tümüyle eskimiş falan değildi, ama kumaşı eprimiş, bazı yerleri incelmişti.

Türkiye’de olsa bu işler kolaydır. Neredeyse hemen her sokakta damlayan musluğunuzu onaracak bir tesisatçı, elektrikçi, ayakkabı tamircisi, söküğünüzü yırtığınızı tamir edecek bir terzi bulunur. Ama burada böyle değil. Tamir ettirecek birisini bulsanız bile çok pahalı.

Yolumun üzerindeki pasajın içinde tabelasında “Sroçna remont” yani acil tamirat yazılı bir dükkanın olduğunu hatırlıyordum. Oraya gittim.

Adam paltoma şöyle bir baktı, “Vah vah,” dedi. “Palto biraz eskimiş, fakat tamiratla biraz daha idare etmek mümkün.”

“Günahımız ne olur?” diye sordum.

Bilmem kaç bin rubleye… “Hallederiz,” dedi.

“Uvvv, daha aşağı olmaz mı?”

Adam, cevap vermeye bile tenezzül etmeden kaşını kaldırdı.

Şöyle bir durdum. Bu paranın üstüne bir iki bin ruble daha koysam yeni bir palto alabilirdim.

Birden kendimi Gogol’ün “Palto” öyküsünün kahramanı Akaki Akakkiyeviç gibi hissettim.
Adam da sanki o öyküdeki terzi Petroviç’e benziyordu.

***
Paraya kıyıp kendime yeni bir palto almak daha akıllı bir düşünce olur diye büyük alışveriş merkezlerinden birindeki bir mağazaya gittim.

Satıcı kız, “Nasıl bir palto istiyorsunuz?” diye sordu.

“Gogol’ün paltosundan var mı?” dedim.

Güldü.

“Ondan yok, ama,…” diyerek bir sürü yabancı marka saydı.

Teşhirdeki, askılardaki paltoları tek tek inceledim.

Fiyatlar ateş pahasıydı. En iyisi bir kış daha üstümdeki partalla idare edip, ucuzluk sezonunu beklemekti. Ama nasıl? Tamir edilmeden o palto ile nasıl insan içine çıkacaktım?

Tam çıkmaya hazırlanırken satıcı kız, “Beğendiğiniz bir şey olmadı mı?” diye ısrarla sordu.

Erkekliğe şey sürdürmemek için, “Fiyatlar yüksek, param yok,” diyemedim.

“Ben, Gogol’ün paltosu gibi bir şey arıyordum,” dedim.

O yine güldü.

Muhtemelen benim için hem Rusçası bozuk, hem de kaçık bir ihtiyar diye düşünmüştür.

***
“Hangi palto daha iyidir, Gogol’ünki mi, yoksa De Gol’ünki mi?” diye saçma sapan mırıldanarak, yeni paltomu ucuzluk sezonunda almanın daha doğru olacağı düşüncesiyle dükkandan çıktım.

***
Dostoyevskiy, kendisi de dahil, dönemin klasik yazarları ve devamı için “Hepimiz Gogol’un ‘Palto’sundan çıktık” demiş.

Öyledir de gerçekten! Gogol, çağdaş Rus öykücülüğünde önemli bir kilometre taşıdır.

Bunu biliyorsunuzdur.

Biliyorsanız, kaldığınız yerden yazının devamını okuyun.

Yok, bilmiyorsanız önce Gogol’ün o muhteşem “Palto” öyküsünü okuyun.

***
Neyse. Kös kös evin yolunu tuttum.

Elimden gelse paltomu kendim tamir edeceğim. Ama beceremem ki.

Ben böyle düşünerek merdivenleri çıkarken sahanlıkta üst kat komşum Vladimir İvanoviç’in karısı Olga Teyzeye rasgeldim.

O da böyle demeyi kocasından öğrenmiş, bana “Ne o sased, Karadeniz’ de gemilerin mi battı?” diye sordu.

Anlattım durumu.

“Ver bana paltonu, git evine dinlen biraz,” dedi.

Çaresiz verdim.

Evde koltukta yorgun otururken gözlerim kapanıvermiş. İki saat sonra kapı çalındı. Kapıda Olga Teyze:

“Al, bir şeyler yaptım, bak bakalım. Sanırım bu seni bir süre idare eder,” diye paltomu uzattı.

Baktım. Sökük gayet güzel onarılmıştı. Dikkatli ve kötü niyetle bakmayan birisi burasının bir kazaya uğradığını bile anlamazdı. O suratsız, kazıkçı terzi kuş kondurup daha iyisini mi yapacaktı sanki?

Minnetle baktım Olga Teyzemin yüzüne. Bu eski Sovyet kadınları böyleydi işte… Her iş gelirdi ellerinden. Tarlada, inşaatta, laboratuvarda; her yerde onları çalışırken görebilirdiniz. Eski püskü Jiguli arabalarını tamir edenlerini bile tanıdım.

***
Paltoma yeniden kavuştum ya, kendimi eşeğini kaybedip, yeniden bulan Nasrettin Hoca gibi hissediyordum.

Mutlu, ama yine dikkatli yürüyerek yeniden sokaklara saldım ruhumu.

Dün mutat olarak her ay yaptığım gibi Nazım’ın mezarını ziyaret etmek için Novodeviçiy Mezarlığı’na gittim.

Oraya kadar gitmişken hiç Gogol’a uğramamazlık yapmam. Her seferinde Gogol’ün, Çehov’un mezarını da mutlaka ziyaret ederim.

Yalnız Nazım’ın mezarına giderken mecburen Yeltsin’in mezarının önünden geçmek pek hoş olmuyor ya neyse…

Varınca birden nerden aklıma geldiyse Gogol’a “Müsaadenle ‘Palto’nun cebine bi dakkalığını girip, çıkabilir miyim?” diye sordum.

Gogol: “Hop, ne münasebet! Sen de Dosto gibi kerametin benim ‘Palto’mun cebinde olduğunu sanan sazanlardan mısın?” diye itiraz etti.

“Yav, üstadım, ruhumu bir cin teslim aldı galiba; bir illete kapıldım, kendimi alamıyorum; okunmayacak yazılar, öyküler yazıyorum,” dedim.

Gogol:

“Bak evladım, sen gençliğinde ‘isyan bildirileri’ yazardın. Sonra ekmek derdine düştün; bakanlıklara istidalar, bankalara talimatlar, akreditifler, tedarikçilere sipariş mektupları, patronlarına mali raporlar yazdın. Niye bildiğin işlere devam etmiyorsun? Bırak şu ‘hikaye’nin yakasını. Güzel öyküleri zaten istidatlı gençler yazıyor,” dedi.

Kalakaldım.

“Peki, ustacım,” dedim, boynumu büküp, “Sözünü dinleyip, bu illetten kurtulmaya çalışacağım.”

***
Ey okurlar, n’olur biraz da siz ses verin.

Durumum bir de aynı Gogol’ün “Bir Delinin Hatıra Defteri”ndeki öykü kahramanı Aksenti İvanoviç gibi. Gün geçtikçe biraz daha tuhaf oluyorum.

Biliyorsunuz sadece, Marquez ustamın dediği gibi, “Dostlarım beni daha çok sevsin” diye yazıyorum.

Okuyor musunuz yazdıklarımı?

“Bazen, rasgeldikçe, vakit buldukça,” falan derseniz biraz rahatlayacağım.

Yoksa durumum gerçekten kötü.


( * ) Daha önce http://www.turkrus.com/  ve http://www.medyagunlugu.com/ 'da yayımlanmıştır.


Palto

Kaynak: Vikipedi

Palto, (Şinel-Шинель) Nikolay Vasilyeviç Gogol'un 1842 yılında yayımlanan kısa hikâyesidir.

Yazar gerçekçi bir üslupla kaleme aldığı bu hikâyesinde küçük adam temasını ele alır. 

Sıradan insanların çektiği sıkıntılar, maruz kaldığı eşitsizlikler ve çektikleri acılar hikâyenin başkahramanı Akakiy Akakieviç'in yaşantısıyla tüm çıplaklığı ile gözler önüne serilir. 

Bu yapıtı dönemin Çarlık Rusyası'nda büyük tepki alır ve Gogol Rus insanını aşağılamakla suçlanır.

Gogol hikâyeyi bir toplantıda anlatılan bir olaydan esinlenerek yazmıştır. Anlatılan olay av meraklısı sıradan bir memurun yıllarca para biriktirerek aldığı tüfeğini dereye düşürmesi ve sonrasında girdiği bunalımla ilgilidir. Bu bunalımdan ancak arkadaşlarının aldığı yeni bir tüfekle kurtulmuştur.

Bu yapıt "Gerçekçi Rus Edebiyatı"nın mihenk taşı olarak nitelendirilebilir. Dostoyevski Gogol'a ve eserine ilişkin "Hepimiz onun Palto'sundan çıktık" diyerek eserin önemini dile getirmiştir.

Rusya'da yaşanılan sosyal sınıf baskısının alt sınıf insanların üzerinde bıraktığı etkiyi anlattığı bu hikâyede, kahramanımız Akakiy Akakiyeviç'in binbir zorlukla aldığı yeni paltosunun çalınması üzerine bir bakandan yardım istemesi ve bunun üzerine işittiği azar, Akakiyeviç üzerinde çok büyük bir etki yapacaktır. Akakiyeviç'in hastalanıp ölmesine kadar giden bu hikâye aslında bitmemiştir. Akakiy Akakiyeviç'in ölümünden sonra hayalet olarak kasabada görüldüğüne ve geceleri insanların paltolarını aldığına dair çıkan söylentiler en son olarak bakanın paltosunun çalınmasıyla sona erecektir. Akakiy Akakiyeviç biraz da olsa huzura ermiştir.


Palto; Igor Grabar tarafından 1890'larda dizayn edilen kitap kapağı



18 Kasım 2016 Cuma

Rusya'da polis güzellik yarışması: Kadınlar hem güçlü hem güzel


Rusya'da Polis Günü kapsamında ülkenin en güzel polisini seçmek için yarışma düzenleniyor.

Çok sayıda başvurunun yapıldığı yarışmanın amacı ise kadınların güzel olmanın yanı sıra güçlü de olabileceğini göstermek.

Rusya'da 10 Kasım'daki Polis Günü çerçevesinde başlatılan Polis Güzellik Yarışması'na tüm ülkeden başvurular yağdı. 

Başvuru yapan kadın polisler güzellikleriyle büyülerken, yarışmanın amacının kadınların hem güzel hem de güçlü olabileceğini göstermek olduğu bildirildi.

Görünüşleriyle modelleri aratmayan polislerin fotoğrafları basına da yansıdı.

Moskova’dan Viktorya Krivoşeva üniforması ile poz verdi. ​Çok sayıda başvurunun yapıldığı yarışmaya katılan isimlerden biri de Volgograd’dan Milan Erbulatova. ​Yarışmaya katılan diğer isimler arasında ise Nijnıy Novgorod’dan İrina Lebedeva, İnna Neçayeva, Kristina Luneva, Volgograd’dan Karina Kuznetsova, Voronej’den Anna Sergeeva, Moskova’dab Elizaveta Kadetova olduğu belirtilirken, değerlendirme sürecine devam eden jüri, henüz kazanan ismi açıklamadı.



Moskova'da yabancılar için kentte yaşam kursu


Kaynak: https://tr.sputniknews.com/

Rusya'nın başkenti Moskova'da yaşayan ancak kentteki kültürel yaşama tamamen adapte olamayan yabancılar için Moskova Kültür Dairesi tarafından özel bir kurs programı düzenlendi. 

Katılımcılar, kurs sırasında Rusya'nın zengin kültürünü keşfetme imkanı bulabilecek.

Moskova Kültür Dairesi Eğitim Bölümü, yabancıların kent kültürünü tanımaları için ‘Rus Kültürünü Keşif' isimli bir kurs hazırladı. 


Katılımcıların Rus tiyatrosu, müziği, edebiyatı ve Sovyet yönetimi hakkında bilgi edinebileceği kursta uyum sağlamayı ve görgü kurallarını öğrenecek Konuyla ilgili Eğitim Bölümü'nden Sputnik'e konuşan bir kaynak "Başvuruların sayısı şaşırttı, yalnızca yabancılar değil, Rusça konuşan bir kitleden de ilgi var. Kurs için çok sayıda alandan uzmanları bir araya getirdik. Dersler sırasında öğrencilerimize Rus kültürü hakkında daha fazla bilgi edinmeleri açısından yardım etmek istedik" dedi.

17 Kasım 2016 Perşembe

Rasputin


Mümtaz İdil / Odatv.com

Tarihin her döneminde tarihin akışını değiştirmeye çalışan ve kendisinde metafizik güçler olduğunu çevresine yayan insanlar yetişti. Bu M.Ö. de böyleydi, daha sonra da hiç eksik olmadı.

Bunların içinde en ünlüsü Rasputin’di. Asıl adı Grigoriy Yefimoviç Novih’ti, ama doğduğu Prokovskoye köylüleri ona “uçarı ve edepsiz” anlamına gelen Rasputin adını takmıştı. O zaman elbette Prokovskoye köylüleri aşağıladıkları bu adamın bir gün gelip Çarlık Rusyası’nın en önemli adamlarından biri olacağından habersizdi.

Hiç kuşku yok, gelmiş geçmiş en gizemli adamlardan biriydi ve bazı sırları hala çözülebilmiş değil. Ölüme direnişi ve Neva’nın kolu Moyka ırmağının buz gibi sularına ölümcül yaralı ve elleri bağlı olarak atıldığında bile ölümünün ne zehir, ne kurşun ne de darbeler yüzünden değil, boğulma yüzünden olduğu anlaşılacaktı. Bu imkansıza yakın bir olaydı, ama olmuştu. Otopside sırtında ve göğsünde kurşun yarası olmasına, potasyum siyanürlü birkaç kadeh şarap içip, yine zehirli pasta yemesine ve kafasına demir çubukla vurulmasına, elleri ve ayakları sıkı sıkı bağlı olmasına rağmen Rasputin boğularak ölmüştü. 

Üstelik Petersburglu balık avcılarının donmuş nehir üzerinde açtıkları bir delikten içeri tıkılmamış olsa, muhtemelen yaşayacaktı, zira ellerini çözmeyi başarabilmişti.

Tarikatlar, dinsel eğilimi olan iktidarların her zaman hem baş belası hem de kurtarıcısı olduğundan, Rasputin de kendi tarikatını kurmuştu. Gücünü tarikattan almıyordu belki, ama yine de kurduğu tarikatın etkileri tüm Rusya’ya yayılmıştı. Asıl gücünü Çar’dan, daha da önemlisi Çariçe Aleksandra Feodorovna Romanova’dan alıyordu. Son Çar II.Nikola’nın tek kaygısı hemofili hastalığı olan tek veliaht Aleksey’in yaşamasıydı. Onun dışında Rasputin ile fazla ilgilendiği söylenemezdi.

O MEKTUPTA GELECEĞİ ANLATMIŞTI

Rasputin geleceğe yönelik tahminlerde de çok ustaydı. Çariçe’ye 7 Aralık 1916 tarihinde yazdığı mektubunda şöyle demişti:

“Ekselansları,

Size bu mektubu Petersburg’dan yazıyor ve elinize geçmesi için ortalık bir yere bırakıyorum. 1 Ocak 1917 tarihinden önce bu dünyadan ayrılacağımı biliyorum. Rus halkına, ülkeme ve bu ülkenin çocuklarına anlayabilecekleri şeyleri öğretebilmeyi çok isterdim.

Eğer sıradan katiller tarafından, özellikle de köylü kardeşlerim tarafından öldürülürsem, siz ekselanslarının korkacak bir şeyi olmasın. Tahtınızda oturun ve hükümdarlığınızı sürdürün. 

Çocuklarınızın ve sizin başınıza kötü bir şey gelmeyecek. Egemenliğiniz daha yüzlerce yıl sürecek.

Ama eğer Rus zengini boyarlar tarafından öldürülürsem ve onlar kanımı akıtırsa, elleri kanımla lekelenecek. 25 yıl boyunca o kan izlerini ellerinden silemeyecekler. Artık Rusya’da yaşayamayacaklar. Kardeş kardeşi öldürecek. Herkes birbirinden nefret edecek. 

Ölümümden sonraki yirmi beş yıl boyunca ülkede bir tek soylu insan kalmayacak.

Ekselansları, eğer Grigori’nin öldürüldüğünü bildiren çan seslerini duyarsam, şunu bilin ki, beni öldürenler sizin yerinize tahta geçmek isteyen soylularsa eğer, aileniz iki yıl içerisinde tümüyle yok edilecek.

Beni öldürecekler. Artık yaşamıyorum sayılır. Dua edin benim için. Dua edin… Güçlü olun ve tanrı tarafından kutsanmış ailenizi düşünün.

Sizin,

Grigoriy Yefimoviç”


YAZDIKLARI GERÇEK OLDU

Mektupta yazılanların çoğu gerçekleşti. Romanovlar, bir daha dönmemek üzere 600 yüzyıllık hanedanlarını terk etmek zorunda kaldılar. 1905 Kanlı Pazar olaylarıyla başlayan kalkışma hareketi, 1917’de Bolşevik Devrimi ile son buldu. Çar ve ailesi kurşuna dizildi.

Rasputin ise söylediği şekilde, Ekim devrimini göremeden öldürüldü. Yusupov ve arkadaşları tarafından öldürülmeseydi de büyük olasılıkla Bolşevikler tarafından öldürülecekti.

Kaçınılmaz sonu görmüştü.

İçinde zehir olduğunu bildiği şarabı o yüzden içmişti, pastayı o yüzden yemişti ama ölmeyi becerememişti.

Acımasızdı ve belki de Rusya Ekim devrimini yaşamayacak olsa, Romanov sülalesinin devamı Rasputin ile olacaktı. Tanrıya inancı yoktu, kendini bir çeşit tanrı görüyordu çünkü. 

Yapabileceklerinin sınırını bilmesi açısından da çok önemli bir kimlikti. Dünyayı değiştirmeye kalkışmıştı, ama 1905’te Çar II.Nikola’nın halkına karşı giriştiği katliama tanık olduktan sonra, “dipten gelen dalga”yı durduramayacağını anlamıştı.

Varlıklarını tarikatlara bağlayan hükümetler, tarikat liderlerinin ölümüyle birlikte müthiş bir yönetim bunalımına düşerler. Bunun nedeni de çok basittir: Hükümet eden aslında sivil yönetim, atanmış yönetim ya da seçilmiş kişiler değil, arkasında kendini gösteren tarikatlardır. Güçlerini dinsel dogmalardan alırlar ve bunu sinsi bir şekilde yöneten kademesine enjekte ederler. Bir kez yakasını bu tür tarikatlara kaptıran yönetimlerin bu işten sıyrılması imkansızdır. Tarihte de örneği yoktur. Tıpkı kanser hücresi gibidir tarikatlar ve kendilerini yok etme pahasına, öz sularını aldıkları sistemi yok etmeyi göze alırlar.

BİR VİRÜSTÜ RASPUTİN

Yüzyıllarca Avrupa’yı kasıp kavuran din savaşlarının temelinde bu üstünlük kurma çabası yatmaktadır. Üstün gelen olmamıştır sonuçta, ancak bedeli milyonları aşan insan kayıplarıdır. Üstelik bunlar “din” adına yapılan mevki kavgalarıdır.

Rasputin’in amacı Çar olmak değildi. O, Çarlık sisteminin devamını sağlamaya çalışıyordu. 

Hanedanlık sisteminin artık sonunun geldiğinin farkındaydı ve bunu nasıl kurtarabileceği üzerine kafa yoruyordu. Çar ve Çariçenin arkasında büyük bir güç olarak varlığını sürdürecek, aynı zamanda da Romanovlar hanedanın da varlığını sağlamlaştıracaktı. 

Nikola’dan sonra başa geçecek Aleksey’in tüm ipleri zaten elinde olacaktı.

Kendi varlığını her şeye rağmen korumak ve yaşatmak için mücadele veren bir virüstü Rasputin ve tüm Rusya’ya yayılamadan, Petersburg bozkırında ölümle burun buruna geldi. Yaşamak artık önemli değildi, zira gücü kaybettiğini 1905 yılında görmüştü. Gelen dalga büyüktü ve önünde durmaya ne gücü yetiyordu ne de zamanı.

Yusupov’un sarayına ölmek üzere gitmişti. Öleceğini hem kızına hem de Aleksandra’ya söylemişti zaten. Dini inancı yoktu. Kendini “keşiş” olarak tanımlıyordu, ama dinsel inançlarını çok önceleri, köyüne yakın Verkhoturye Manastırı’nda kaybetmişti.


Kurduğu tarikatın ilkesini şöyle haykırıyordu: “Size kurtuluş yolunu gösteriyorum. 

Günahlarınızdan kurtulmanız için buradayım. Herkesin günah dediği şeylerden korkmayın. 

Bağlı olduğunuz insanlar sizler için belli sınırlar çizmiş ve bu sınırların dışına çıkmanızı ‘ahlaksızlıkla’ nitelendirmiştir. Bu kabul edilemez!”

16 Kasım 2016 Çarşamba

Trio Mandili Moskova'da



Bu Gürcü kızlarının şarkıları yüreğime işliyor. 

Vakit ayırıp mutlaka izleyin ve hatta Youtube’daki bütün şarkılarını….


13 Kasım 2016 Pazar

"Sosyalizm gitti, eşitsizlik arttı"

Kaynak: http://www.turkrus.com/

“Eski sosyalist ülkelerin vatandaşlarının yüzde 23’ü, Sovyetler Birliği’nin son yıllarına göre bugün daha yoksul.” 

Bu tespit Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası’na (EBRD) ait.  
Sovyetler Birliği ve eski Doğu Bloku ülkelerinde son 25 yılda reel gelirlerin 1,5 kat arttığı ve gelişmiş ülkelerle gelir farkının yüzde 17 azaldığı belirtilen EBRD’nin raporunda, diğer yandan aynı dönemde bu ülkelerde gelir eşitsizliğinde ise çok ciddi artış olduğunun altı çizildi. 

Eski sosyalist ülkelerdeki gelir dağılımını incelenen raporda, bölgede halkın yüzde 33’ünün gelişmiş ülkelerle aralarındaki gelir makasının son 25 yılda daha da açıldığı, yüzde 23’lük kesimin ise 1989 yılına göre gelirlerinin daha da azaldığı belirlendi.

34 ülkede (29 eski sosyalist ülke ve Kıbrıs, Almanya, İtalya, Yunanistan, Türkiye) 51 binden fazla hane incelenerek hazırlanılan EBRD raporda, “Ekonomik kazançlardan toplumun çoğunluğu yararlanamıyorsa, reformlardan fayda sağlanamaz. Hayat seviyesindeki eşitsizliğin dışında, fırsat eşitsizliğini azaltmak da önemli. Çünkü neticede tüm eşitsizliklerin kaynağı bu” denildi. 

EBRD’ye göre, eski sosyalist ülkelerinde belirtilen dönemde en zengin yüzde 10’lu kesimin gelirleri yüzde 82, en yoksul yüzde kesimin gelirleri ise yüzde 17 arttı. 

11 Kasım 2016 Cuma

II. Dünya Savaşı’nda Yazılarak Rusya Efsanesine Dönüşen Bekle Beni Şiirinin İlginç Öyküsü

Kaynak: http://www.famahaber.com/

II. Dünya Savaşı’nda Rus ordusunda savaşan şair Konstantin Simonov’un kaleme aldığı efsane şiirin gerçekten ilginç bir hikayesi var.

İkinci dünya savaşı’nın en sert yılları. Rusya, Alman kuşatması altındadır. Tarihin gördüğü bu en büyük savaşta (Stalingrad savaşı), Rus ordusunda şair ve gazeteci Konstantin Simonov da cephededir. Mermiler, toplar bir yağmur gibi yağmaktadır. 

Simonov tetiktedir, ama bir türlü savaşa konsantre olamaz. Zira geride biricik sevgilisi, dünyalar güzeli Valentina Serova’yı bırakmıştır. Aklı hep ondadır. Deli gibi özlemektedir. Ama asla umutsuz da değildir. 

Bu cehennemi andıran savaştan sağ kurtulup onunla yaşayacağı günleri düşlemektedir. İşte bu karmakarışık duygular içerisinde, sonradan efsaneleşecek şiirini yazmaya koyulur.

Şiiri bitirdikten sonra, izne ayrılan bir askere teslim ederek, çalıştığı gazeteye ulaştırmasını rica eder. 

Şiir gazete tarafından yayımlanır. 

Sonrası malum, fırtına... 

Şöyle özetlemek gerekir: o dönemde savaşta ölen hemen hemen bütün askerlerin ve subayların cebinden aynı şiir çıkar: bekle beni. 

Şiir öylesine büyük etki yaratır ki, Rusya’da kutsal metinler dışında en çok okunan metin olma özelliğini taşır. 

Bildiğin Rusların Lili Marleen hikayesi.

Savaş biter, Simonov hemencecik Valentina’nın yanına gider. Ama valentina, artık Sovyet sinemasının en ünlü oyuncularından biridir. 

Simonov, Valentina ile evlenir. Ama artık ilişkinin eski sıcaklığı, eski samimiliğini onda bulamaz ve onu da üzmemek adına ayrılır. Ama sevmekten de asla vazgeçmez. 

Nitekim Valentina 1975 yılında öldüğünde cenazesine gitmez. Ama hemen ertesi günü Valentina’nın mezarında çiçeğin birine iliştirilmiş bir kağıt parçası bulunur, üzerinde "Bekle beni" şiiri yazılıdır. 

Simonov, onu daha fazla bekletmeden, sadece dört yıl sonra ölür. Bu kez kavuşma sonsuzdur.

Bekle beni

bekle beni, döneceğim
bütün direncinle bekle beni.
bekle hüzün yağmurları
gökyüzünü kaplayınca,
kara kış üşütürken bekle,
sarı sıcaklar yakarken bekle.
kimseler beklemezken bekle beni,

unut anılarla yüklü bir geçmişi
ne bir mektup ne bir haber
gelmesin ne çıkar, bekle beni.
bekle beni döneceğim
bekle, yalnızca sen bekle beni.

bekle beni döneceğim,
bırak beklemekten usanmış dostlarım
oğlum, anam, yoldaşlarım
öldüğümü sansınlar benim
umudu kesip bir ateşin başında
beni yad edip içsinler ama sen
içme sakın yürek acısı o şaraptan
inançla, sabırla bekle beni.

bekle beni, döneceğim
tüm ölümlere inat bekle.
çünkü o büyük bekleyişin
düşman ateşinden kurtaracak beni.
bekle kızgın sıcaklar içinde,
karlar savrulurken bekle beni,

yalnızca seninle ben, ikimiz
ölümsüz olduğumuzu bileceğiz;
o sırrı, o hiç kimsenin bilmediği.
kimseler beklemezken
beni beklediğini.

Konstantin Simonov – (çeviren: Sacide Üçer)




Kendi sesi ve görüntüsüyle şiir linktedir. Bu video izlendiğinde, kendisinin Valentina’ya olan aşkının büyüklüğü sonlara doğru Simonov’un gözlerinden net bir biçimde anlaşılıyor.


Жди меня, и я вернусь.
Только очень жди,
Жди, когда наводят грусть
Желтые дожди,
Жди, когда снега метут,
 Жди, когда жара,
Жди, когда других не ждут,
Позабыв вчера.
Жди, когда из дальних мест
Писем не придет,
Жди, когда уж надоест
Всем, кто вместе ждет.

Жди меня, и я вернусь,
Не желай добра
Всем, кто знает наизусть,
Что забыть пора.
Пусть поверят сын и мать
В то, что нет меня,
Пусть друзья устанут ждать,
Сядут у огня,
Выпьют горькое вино
На помин души...
Жди. И с ними заодно
Выпить не спеши.

Жди меня, и я вернусь,
Всем смертям назло.
Кто не ждал меня, тот пусть
Скажет: - Повезло.
Не понять, не ждавшим им,
Как среди огня
Ожиданием своим
Ты спасла меня.
Как я выжил,
будем знать
Только мы с тобой,-
Просто ты умела ждать,
Как никто другой.

5 Kasım 2016 Cumartesi

Devr-i Sovyet nostaljisine dönüş

Kaynak: TurkRus.com

"Niye Rusların yarısından çoğu Sovyetler Birliği’ni özlüyor?".

Bu sorunun yanıtını arayan son kamuoyu araştırmalarına göre, Rusların yüzde 50’sinden fazlası, hatta o dönemi yaşayanlar bile, Sovyet dönemine özlem duyuyor.

Sosyologlara göre, bunun nedeni bugün yaşanan ekonomik sıkıntılar ve popüler kültürde SSCB döneminin efsaneleştirilmesi.

RBTH’den Oleg Yegorov, olayın sosyolojik boyutunu araştırdı: 

Rusya, Ukrayna ve Belarus Sovyet Cumhuriyetleri 8 Aralık 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasını öngören Baleveja Anlaşması’nı imzaladıklarında Marat sadece birkaç aylıktı. Sovyetler Birliği’nde yaşamanın nasıl bir şey olduğunu hiç bilmiyordu.


Buna rağmen, Sovyetler’i özlediğini söylüyor.

Gerçek ismini vermek istemeyen Marat bugün 25 yaşında. Bir bakanlıkta çalışıyor, aldığı ücretten memnun ancak yine de SSCB’nde işlerin daha iyi olduğuna inanıyor. Sovyet devletinin ücretsiz eğitim ve sağlık hizmeti sağladığını belirten Marat, “Halk, belki sade bir hayat sürüyordu, ama devlet halkın ihtiyaçlarını karşılıyordu. Şimdi her şeyi para kontrol ediyor ve çok büyük bir eşitsizlik var. Kim güçlüyse, o haklı. SSCB’de böyle değildi.” diyor. 

Geçmişe özlem

Marat, geçmişe özlem konusunda yalnız değil.
Sosyolojik bir araştırmaya göre, Rusların yarısından fazlası Sovyetler Birliği’nin çökmesine üzülüyor.

Levada Center’ın Nisan 2016 tarihli kamuoyu yoklamasına katılanların yüzde 56’sı Sovyetler Birliği’nin varlığını sürdürmesinden yana olduklarını söyledi.

Bütün Rusya Kamuoyu Merkezi’nin (VTsIOM) kısa bir süre önce yaptığı araştırmaya göre, eğer 17 Mart 1991’de yapılan ve Sovyet vatandaşlarına ülkeyi mevcut haliyle tutmanın gerekli olup olmadığını soran referandum bugün yapılsa, Rusların yüzde 64’ü SSCB’nin korunması yönünde oy kullanacak. 

Levada Center’da çalışan sosyolog Karina Pipiya, Sovyetler Birliği’ne en fazla özlem duyanların 55 yaş üstü vatandaşlar ve kırsal kesimde yaşayanlar olduğunu söylüyor. 

Ancak Marat gibi, başarılı, modern topluma entegre olmuş ve Sovyetler Birliği’ni hatırlamadığı halde geçmiş özlem duyanların sayısı da az değil. VTsIOM araştırma projeleri müdürü Mikhail Mamonov’un verdiği bilgiye göre, VTsIOM’un anketine katılan gençlerin yüzde 50’si Marat’la aynı düşüncede. 

Geçmişe özlem ve yoksulluk el ele gidiyor

Mamonov, Sovyetler Birliği’ne olumlu bakanların hep aynı üç konuyu vurguladıklarını kaydediyor: “Küçük ama garantili bir maaş, istihdam ve sizin için garanti edilmiş şeyler.” 

Momonov bu durumu zorlu piyasa rekabeti koşullarında yaşayan insanların bu üç unsurunda var olduğunu düşündükleri bir döneme sığınmak istemeleriyle açıklıyor.  

Levada Center’ın araştırması SSCB’ne özlemin 2000 yılında zirveye ulaştığını, o dönemde halkın yüzde 75’inin Sovyetler Birliği’nin dağılmasından pişmanlık duyduğunu gösteriyor. 

2000’li yıllar boyunca bu özlem giderek azaldı ve 2012’de en düşük seviyeye geriledi. Ancak o dönemde bile halkın yüzde 49’u Sovyetler Birliği’nin dağılmasına üzüldüğünü söylüyordu. 

2014’ten itibaren geçmişe özlem yeniden artmaya başladı. 

Mihail Mamonov, Sovyet dönemine özlemin artmasının açık bir şekilde ekonomik nedenlerden kaynaklandığını vurguluyor. 2000 yılında yoksulluk sınırında veya bu sınırın altında yaşayan Rusların sayısı en üst noktaya ulaşmıştı. Sonraki yıllarda insanların geliri arttıkça geçmişi özleyenlerin sayısı azaldı. Ekonomik krizin başlamasıyla geçmişe özlem geri döndü.  

Bir efsaneyi özlemek

Nina Meçtaeva’nın 65 yıllık hayatının büyük bir kısmı Sovyetler Birliği döneminde geçti. Ancak kendi akranlarının büyük bir kısmının aksine, Sovyet dönemine dönmeyi istemiyor. 

“Elbette şu anda her şey mükemmel değil” diyor ve ekliyor:

"Ama SSCB döneminde işlerin ne kadar iyi gittiğini söyleyenler, o dönemdeki hayatın gerçeklerini unutuyorlar. Dükkanların ve hastanelerin önünde sürekli kuyruklar vardı. Parti toplantılarında insanlar artık inanmadıkları şeyleri savunuyordu. Ülke, dış dünyaya kapanmıştı” Mechtaeva'ya göre, Sovyet dönemine dönmek isteyen akranları aslında kendi gençliklerini özlüyorlar. 

Mamonov SSCB’nin nostaljik imajının gerçekte yaşananlardan farklı olduğu görüşüne katılıyor. “Bugün Sovyetler Birliği fazlasıyla idealize ediliyor. Bütün olumlu yönleri abartılıyor, olumsuz yönleri ise ya unutuluyor ya da olumsuz hatıraların yoğunluk derecesi azaltılıyor.” diyor. 

Özlemek, uğruna mücadele etmek anlamına gelmiyor

Sosyalizmle bağlantılı olan Sovyet döneminin popülerliğine rağmen, modern Rusya’daki sol siyasi hareketler başarı kazanamıyor. Kendini Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin mirasçısı olarak tanımlayan Rusya Komünist Partisi, 18 Eylül’deki Duma seçimlerinde oyların sadece yüzde 13’ünü alabildi. Parti, 2011’deki Duma seçimlerinde yüzde altı daha fazla oy almıştı. 

Mamonov, "SSCB’ne duyulan sevgi, Rusya Komünist Partisi veya sendikalar gibi bugünkü sol oluşumların başarı grafiğini artırmıyor. Kitlelerin bilincinde bu oluşumlar Sovyetler Birliği ile ilişkili görülmüyor.” diyor ve ekliyor: “Dahası, Rusların SSCB’ne duydukları bütün bu sevgiye rağmen, halkın çoğunluğu – yüzde 70–75’i – Sovyet dönemine asla dönüş olmayacağını söylüyor.”

***
Sovyet markalarının popülerliği üzerine son haberler:

Temmuz 2016’da Dva Meçya (İki Top), spor ayakkabılarını internet üzerinden satmak için bir site kurdu. Firmanın ürünleri 1970’lerin teknolojisiyle ve Sovyet tarzı bir tasarımla üretiliyor. İnternet sitesinde “Bu aynı zamanda Sosyalist mirasa saygı ve kaliteye özlemdir” ifadesi dikkat çekiyor. 

Şubat 2016’da Sovyet dönemine özgü Zenit marka lensi değişebilen fotoğraf makinesinin yeniden üretimine başlanacağı açıklandı. Rostekh şirketi, Zenit’i Lecia’ya benzer lüks bir fotoğraf makinesine dönüştürmek niyetinde. 

Sovyet döneminin diğer birçok markası da günümüz Rusya’sında hala varlığını sürdürüyor: Sovyetler dönemindeki dükkanların raflarında bulunan Stolichnaya votkası, Sovetskoye şampanyası, Drujba işlenmiş peyniri ve Alyonka çikolatalarının hepsini bugün de almak mümkün.

Hayatın diğer alanlarında da Sovyet standartları yeniden canlanıyor. Devlet başkanı Vladimir Putin 2014’te, Sovyet dönemi spor programı GTO’yu (Çalışmaya ve Savunmaya Hazırım) geri getirdi. Programda kadından erkeğe, gencinden yaşlısına herkes için 11 fitness standardı yer alıyor. Putin, sporu yaygınlaştırmak ve halkı daha sağlıklı olmaya teşvik etmek için bu programı yeniden devreye soktuğunu açıkladı.