Moskova

Moskova

31 Mart 2020 Salı

Nikolay Hapilov. Çağdaş bir Rus ressamı




Nikolay Hapilov.

1960, İvanova doğumlu çağdaş bir Rus ressamı.

Sanatıyla hem büyüleyen, hem de güldüren bir sanatçı.





















29 Mart 2020 Pazar

Rus lokantasında bir grand düşes




Ali Rıza Sığırcı



93 yaşında olduğunu çok sonra öğrendiğimiz hanımefendi,

akşamın erken saatlerinde

içeriye şapkası ve destek almadığı süslü asası ile girdi.

Yanında,

maiyetindeki biri kendi yaşlarında

diğeri henüz geçkin orta yaşlı Larissa ve Vassiliska gibi

eski aristokrat adları olan hanımlar,

salonu hakim bakışlarla kontrole başladılar..

Tüm yemek yiyenlerin dikkati kadının üzerine çevrildi.

Zarafetini belirten zayıf bedeni,

rüküş olmayan pahalı ama sade giysisi ile uyum içinde-

aşırıya kaçmayan ruj ile makyajı ve güzeller güzeli masmavi gözleri eşliğinde..

ve "ve-l fecrî okuyan" kaprisli bakışları ile masaları  ve mekânın

Salvador Dali bıyıklı sahibi Serkan'ı süzdü..

Davetli olduğu masamızda

kadın erkek herkes ayakta ve heyecanla

efsanevî misafiri bekliyordu.

Ölçüsünce ama klası ile orantılı, yardımsız ve hafif kırıtarak masamıza geldi

Masadaki kadınlar bu heyecan verici konuğun elini sıkıp yanaklarından öperken,

erkekler başlarını saygıyla eğerek, büyük bir heyecanla

grand düşesin sağ elinin 2. ve 3. parmağının bitişme noktasının orta elle birleştiği noktaya

buselerini ve saygılarını arz ediyorlardı...

Grand düşes "Madame Rocka"

sandalyesine oturunca, maiyeti ve masa mevcudu da oturdu...

Ve orkestranın nağmeleri eşliğinde, Ayaspaşa Rus lokantasında suare başladı.

24 Mart 2020 Salı

Koronavirüs günlerinde ev sineması: Rus ruhunu anlamak için 7 film






Koronavirüs yüzünden pek çoğumuzun eve hapsolduğu şu günlerde, zamanınızı verimli kullanmak için Rusya'yı size daha iyi anlatacak unutulmaz filmleri bir kez daha derledik. Bu filmlerin hepsini internette, en kötü ihtimal Yandex Video'da ya da Youtube'da isimlerini yazarak kolayca bulabilirsiniz.  SSCB'nin unutulmaz filmlere imza atan parlak sinema yıllarının ardından, çöküş sonrası ilk yıllarda bocalayan Rus sineması yeniden başarılı yapımlara imza atıyor.  Filmlerin gişe gelirlerinde rekorlar kırılıyor. Ancak yine de mevzu, "bu ülkenin milli karakterini, başka bir deyişle "ruhunu" parlak biçimde betimleyen filmler" olunca gene eskilere dönülüyor. .Rus ruhunu anlamak için muhakkak izlenmesi gereken, yandex.ru videoları arasında kolayca bulabileceğiniz 7 tanesini sizler için seçtik.

1. Turnalar uçuyor (Letyat juravli, 1957). Sevdiği adamı II. Dünya Savaşı'nda kurban veren Veronika'nın trajik hikayesi. Ünlü sinemacı Emir Kusturica'nın sözleriyle "Turnalar uçuyor insanın ruhuna işleyen gerçek bir üç boyutlu film".

2. Aşk ve güvercinler (Lyubof i golubi, 1984).  Son Sovyet döneminin en muhteşem melodramlarından. Taşra-şehir ikilemi üzerine kurulan dokunaklı bir komedi-aşk hikayesi. Taşrada hayatı anlamak için mu-hak-kak seyretmeli! (Fotoğraf: Filmden bir kare)

 

3. Gelene barış (Mir vhodyaşemu, 1961). II. Dünya Savaşı'nın travmatize ettiği Sovyet toplumunu rehabilite eden sanat eserlerinden parlak bir örnek. Savaşın son günleri, hamile bir Alman kadını ve kadını hastaneye yetiştirmeye çalışan Sovyet askerleri.

4. Acımasız aşk hikayesi (Jestokiy romans, 1984). Ünlü oyun yazarı Aleksandr Ostrovski'den uyarlanan, esas itibariyle yabancısı olmadığımız trajik bir aşk ve seçim hikayesi. Bir yanda yoksul bir genç kadın, diğer yanda zengin bir kadınla evlenmeyi tercih eden bir adam. Usta yönetmen Nikita Mihalkov'un başrolde döktürdüğü film. Andrey Petrov imzalı müzikleri de unutulmaz. 

5. Benim şefkatli ve nazik canavarım (Moy laskovıy i neşnıy zver, 1978).  Bu kez 3 erkek arasında karmaşık bir tercih yapmak zorunda kalan bir kadının hikayesi var karşımızda. Hikayenin aslı ise Anton Çehov'un bir oyununa dayanıyor.

6. Moskova göz yaşlarına inanmaz (Moskva slezam ne verit, 1980). Çekildiği yıl en iyi yabancı film Oskarını kucaklayan film, ABD başkanı Ronald Reagan'ın da favorilerinden. Söylediğine göre, Reagan Gorbaçovla buluşmadan önce filmi "Rus ruhunu anlamak amacıyla" birkaç kere izlemiş. Her devirde yeniden izlenecek bir 'Rus toplumuna derin bakış' filmi.

7. Kardeş (Brat, 1997). Son dönemde Rusyalı sinemaseverlerin gönlünde en çok yer eden film Aleksey Balabanov'un Brat'ı. Artık kült statüsünde görülen film iki kardeşi ve aralarındaki ilişkiyi suç dünyası çerçevesine görüntülüyor. Başroldeki Sergey Bedrov, genç yaşında bir film setini basan selde hayatını kaybetmişti. Türk sinemasının James Dean'ı olarak anılır. 90 sonrası kaotik Rusyasını anlamak için muazzam bir film.

Koronavirüs günlerinde İosif Brodski'nin unutulmaz şiiri: "Odadan çıkma sakın!.."




Mustafa Kemal Yılmaz




Bir çevirmen arkadaşın şöyle bir sözü aklımda kalmış: İyi şiir doğru zamanda hatırlanan şiirdir. 

Rusça konuşulan coğrafyalarda şu sıralar (ironiyle de olsa) en sık hatırlanan şiirin İosif Brodski’nin Odadan çıkma sakın‘ı olduğu söylenebilir. Ben de Dünya Şiir Günü’nü (21 Mart) bu şiirin çevirisiyle kutlamak istedim. 

İki küçük not: Şıpka ve Güneş sigara markası. Evden kasıt, komünal apartmanda küçük bir oda.



Odadan çıkma sakın, kulak kesil sesime.
Şıpka içen adamın, Güneş falan nesine.
Her şey boş dışarda, saadetin sesi yok mu hele.
Gideceksen de yalnız helaya, sonra doğru eve.

Odadan çıkma sakın, taksi çağırma ordan.
Çünkü mekan dediğin ibaret bir koridordan,
sonunda da bir sayaç. Gelirse sevgilin şen şakrak,
daha montunu çıkarmadan kapat yüzüne şakkadak.

Odadan çıkma sakın, farzet soğuk aldın bir anda.
Daha enteresan ne var iskemle ve duvardan cihanda?
Neyin nesi akşam döneceğin yerden çıkma çabası,
değişeceğin yok nasılsa, tek parça dönmemek de cabası.

Odadan çıkma. Burada göster marifetini bossa novada.
Çıplak sırtına bir palto, ayağına da pabuç, bir elin havada.
Lahana kokusu karışıyor girişte kokusuna kayak cilasının.
Yazacağını yazdın zaten; gereği yok bir harf bile fazlasının.

Odadan çıkma sakın. Varsın yalnız oda bilsin,
bugün yakışıklı mı, yoksa hırpani misin.
“İncognito ergo sum” demesi gibi kabuğa çekirdeğin.
Çıkma sakın! Dışarısı, belli ki, hayalindeki şehir değil.

Aptallık etme! Başkası edebilir, olunmaz mani.
Ama sen çıkma sakın! Eşyaya bırak işleri yani,
duvar kağıdına saklan. Kapıya bir dolap daya,
dur desin virüse, aşka, zamana, bir de uzaya.


Şiirin orijinali:

Не выходи из комнаты, не совершай ошибку.
Зачем тебе Солнце, если ты куришь Шипку?
За дверью бессмысленно все, особенно — возглас счастья.
Только в уборную — и сразу же возвращайся.

О, не выходи из комнаты, не вызывай мотора.
Потому что пространство сделано из коридора
и кончается счетчиком. А если войдет живая
милка, пасть разевая, выгони не раздевая.

Не выходи из комнаты; считай, что тебя продуло.
Что интересней на свете стены и стула?
Зачем выходить оттуда, куда вернешься вечером
таким же, каким ты был, тем более — изувеченным?

О, не выходи из комнаты. Танцуй, поймав, боссанову
в пальто на голое тело, в туфлях на босу ногу.
В прихожей пахнет капустой и мазью лыжной.
Ты написал много букв; еще одна будет лишней.

Не выходи из комнаты. О, пускай только комната
догадывается, как ты выглядишь. И вообще инкогнито
эрго сум, как заметила форме в сердцах субстанция.
Не выходи из комнаты! На улице, чай, не Франция.

Не будь дураком! Будь тем, чем другие не были.
Не выходи из комнаты! То есть дай волю мебели,
слейся лицом с обоями. Запрись и забаррикадируйся
шкафом от хроноса, космоса, эроса, расы, вируса.

***
İosif Brodski ya da ABD'deki adıyla Joseph Brodsky kimdir?

Vikipedia'daki portresi:

Josef Brodski (d. 24 Mayıs 1940, Leningrad (günümüz Sankt-Peterburg - ö. 28 Ocak 1996, New York), Rus asıllı Amerikalı şair.

1940 yılında doğan Brodsky yazmaya henüz 18 yaşında başlamıştır. 1964 yılı Mart ayında Arkhangelsk'e çalışmaları anti-Sovyet bulunduğu için 5 yıllığına sürgüne gönderilmiştir ancak kasım 1965 yılına kadar burada kalmıştır. 1972 yılında sınır dışı edilip, kısa bir süre Viyana ve Londra'da kaldıktan sonra ABD'ye yerleşmiş ve 1977 yılında Amerikan vatandaşı olmuştur. 1987 yılında Nobel Edebiyat Ödülü kazanmıştır. 1996 yılında 55 yaşında ölmüştür.

Brodsky günümüz St. Petersburg şehrinde dünyaya gelmiştir. Annesi çevirmenlik babası ise Sovyet donanmasında fotografçılık yapmaktaydı. Leningrad kuşatması Brodsky çocukken meydana gelmiş, kuşatmanın zorlu koşullarından kaynaklı ileriki yaşlarında çeşitli şağlık problemleri çekmiştir. 15 yaşında okulu bırakmış ve denizaltı akademisine girmeye çalışmış fakat başarısız olmuştur. Bu başarısız denemesinden sonra hekim olmaya karar vermiş bir süre bir morgta ve çeşitli görevlerle bir hastanede çalışmıştır. Eş zamanlı kendini eğitmeye başlamış, İngilizce ve Lehçe öğrenmiştir. Şiirlerine olan ilgisinden dolayı daha sonra arkadaş olacağı Czesław Miłosz'un şiirlerini çevirmiş, yine aynı dönemde klasik felsefe, din, mitoloji ve anglo-amerikan şiirine ilgi göstermiştir. 1960'ların başlarında Sovyet karşıtı Leningradlı nostaljik yazarlar bir altkültür oluşturmuşlardı. Brodsky de bu düşünsel gruplara katılmıştır.[3] Daha sonra Brodsky hakkında sovyetler birliği karşıtı olduğuna dair Leningrad gazetelerinde suçlayıcı yazılar yazılmıştır. Sonrasında 1963 yılında aynı şuçlamayala hakkında mahkeme açılmıştır.

Sürgün edilmesi
 
1963 yılında Brodsky 23 yaşındayken hakkında açılan dava özellikle gazeteci ve insan hakları savunucusu Frida Vigdorova'nın çabaları sayesinde Batı'da büyük yankı uyandırmıştır. Brodsky'yi desteklemek amacıyla Rusya'da ve Batı'da kampanyalar düzenlenmiştir. Dönemin yazarları tarafından Brodsky hakkında açılan bu dava kişi ve devlet arasındaki mücadele olarak yorumlanmıştır. Leningrad mahkemesinin Brodsky hakkında Vatan haini olarak değil fakat Parazit (topluma katkı sağlamayan, elinden geldiği halde iş sahibi olmayan) olarak hüküm vermesiyle sonuçlanan süreç sonunda Brodsky 5 yıl süreyle ağır çalışma kampına sürülmüştür. Sürgüne gönderilmesinin öncesinde çeşitli Leningrad gazete ve dergilerine yazılar yazmakta, serbest yazar olarak çalışmaktaydı. Buna rağmen mahkemenin hakkında Parazit olarak hüküm vermesi çalışmamasından değil yazarlar sendikasından bağımsız olarak çalışmasına dolayısıyla atanmamış olmasına yorulmuştur.[5] 1965 yılında 5 yıl olarak verilen cezanın 18 ayını tamamladıktan sonra Leningrad'a dönmesine izin verilmiştir.

Amerika'ya Yerleşmesi ve Sonrası
 
1972 yılında Sovyetler Birliği'nden sınır dışı edilmiştir. Bir süre sonra ABD'ye yerleşmiştir. Önce Michigan Üniversitesi'nde daha sonra New York'ta çeşitli üniversitelerde çalışmıştır. 1977 yılında ABD vatandaşı olmuştur. Aynı dönemde şiirleri, yazıları, ve eleştirileri New Yorker ve New York Book Reviews başta olmak üzere çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlanmıştır. 1981 yılında MacArthur Ödülü, 1986 yılında Oxford Üniversitesi'nden onursal doktora ve 1987 yılında Nobel Edebiyat Ödülü almıştır.

22 Mart 2020 Pazar

Türkiye-Rusya dostluğu ve tarihi kökleri




Çanakkale’den bu yana milli çıkarları çok sık örtüşen iki ülke:
  

Alev Coşkun




Ortadoğu’da son on yıldır Suriye konusu ciddi bir sorun, uluslararası bir odak noktası oldu. 6 Mart’ta gerçekleşen Moskova zirvesinde Türkiye için epeyce baş ağrıtıcı İdlib konusu bir derece çözüme kavuşturuldu. Bu uzlaşma bir yandan Türk şehitlerinin cepheden gelişini durdururken öte yandan iki devletin ilişkilerinde de yeni bir aşama yarattı. Suriye’de iki devletin birlikte yürüttükleri devriye görevi de sürüyor. Aslında Türkiye-Rusya dostluk ilişkilerinin tarihi kökleri eskidir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde Çanakkale Savaşları, 20. asırda Türkiye-Rusya ilişkilerinin yeni döneminde çok önemli bir sınır taşıdır. Bu tarihten sonra her iki ülkenin milli çıkarları zaman zaman çok sıkı bir biçimde örtüşür.

Bu yazımızda Çanakkale’den başlayarak bu ilişkilerin önemli noktalarını ortaya koymaya çalışacağız. 

Çanakkale

Birinci Dünya Savaşı aslında, Ortadoğu’nun paylaşımı savaşıydı. Ortadoğu’nın doğal kaynaklarını o günün emperyalist devletleri aralarında paylaşmak istiyorlardı. Başat güç İngiltere, Fransa ve Çarlık Rusyası bir araya gelip Osmanlı Devleti’ne saldırdılar. İngiltere, 1915 yılında Çanakkale’yi zorlarken, Çarlık Rusyası Kars ve Ardahan’a  girdi. Erzurum, Erzincan, Van, Bitlis ve Muş’u işgal etti. Rus askeri birlikleri, Diyarbakır önlerine kadar geldiler.

İngiltere ve Fransa, Batı’dan Çanakkale’den, Çarlık Rusyası da Doğu’dan saldırarak Osmanlı Devleti’ni iki yönden baskı altına almışlardı.

Çanakkale’de direnen Türk askeri İngiltere’nin İstanbul’u işgal etmesini önlerken aynı zamanda, o sırada etkin olan  Moskova’daki ihtilalcilere de stratejik olarak destek vermiş oluyorlardı. Çanakkale’nin geçilememesi, 1917 Ekim İhtilali’nin lideri Lenin ve arkadaşlarının başarısında etkin oldu. 

Bu konuyu, Milli Mücadele’nin iki önemli yazarı Yunus Nadi ve Falih Rıfkı Atay şöyle belirtiyorlar:

“Türkün Çanakkale’de dayanan süngüsü dünyayı değiştiren bir manivela olmuştur. Böylece Çarlık Rusyası yıkıldı, Rus Devrimi mümkün kılındı. Biraz da bizim etkimizle gerçekleşen Rus Devrimi’nin büyük sonuçları içinde bizi memnun eden büyük olaylar olmaktadır.”

“Eğer Lenin, Çarlığı yıkmasaydı ve Rusya zafer gününe erişmeseydi, İstanbul Rus olacaktı. İnsanın acaba bir İstanbul köşesine Lenin’in büstünü koysak mı diyeceği gelir.”

Rusya Anadolu’dan Çekiliyor

1917 Ekim İhtilali’nden sonra, iktidara gelen Bolşevikler, bu sömürge savaşından vazgeçtiler. İngiltere ile yollarını ayırdılar ve Anadolu’da işgal ettikleri toprakları kendiliğinden terk ettiler.

Milli Mücadele ve Kafkas Seddi

Sivas Kongresi’nden sonra Ankara’ya gelen Mustafa Kemal, 5 Şubat 1920’de ünlü “Kafkas Seddi Durum Değerlendirmesi” adını taşıyan stratejik durum değerlendirmesini bütün komutanlara gönderdi. (Bu konuda bkz: Cumhuriyet, 5 Şubat 2020)

Birinci Dünya Savaşı’nın galibi başta İngiltere, Kafkaslar’da Bakû petrollerini elinde tutmak, Anadolu hareketinin Sovyetler’le ilişkisini önlemek amacıyla. 

Kafkaslar’dan Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan ilişkilerini artırıyor, orada ortaya çıkan devletleri tanıyor, destekliyordu. Amaç, Kafkaslar’da bir set oluşturarak, İngiltere’nin Anadolu hareketinin Rusya’dan yardım almasını önlemekti.

Atatürk, sözü edilen “Kafkas Seddi Durum Değerlendirmesi”nde , İngiltere’nin Kafkas Seddi başarılı olursa Türkiye’nin bir çembere alınacağını ve bağımsızlığını kazanmasının çok güç olacağını belirtiyor, gerekirse Moskova hareketi ile birleşerek bu seddin yıkılmasını ortaya atıyordu. 

Atatürk’ün bu durum değerlendirmesinde ortaya koyduğu olgular, bir bir gerçekleşti.

Nitekim, Meclis açılmadan önce, komutanlara gönderdiği durum değerlendirmesine uyarak, Meclis’in açıldığı gün, Erzurum’da Kolordu Komutanı Karabekir’in o gün Atatürk’e gönderdiği telgrafında Karabekir şöyle diyordu:

“Bugün Anadolu’nın kurtuluşu için Bolşevik ordularıyla el ele vererek hareket etmekten başka çaremiz kalmamıştır.” (Karabekir, İstiklal Harbimiz, C.1, s.665)

Lenin’e yazılan mektup

23 Nisan 1920’de Meclis açılınca Mustafa Kemal, Sovyet Rusya ile daha somut ilişkiye geçti. Nitekim Meclis’in açılışından 3 gün sonra 26 Nisan 1920’de Mustafa Kemal, Lenin’e tarihi mektubunu yazdı. Bu mektupta Atatürk,

“Emperyalist hükümetlere karşı bütün ezilen dünyanın kurtuluşu için askeri güçlerin birleştirilmesini” istiyordu. 

Bir süre sonra o günlerde İngiliz yanlısı olan Azerbaycan ve Gürcistan hükümetleri yıkılarak, Kuvayi Milliyecilere ve Moskova’ya yakın hükümetler işbaşına geçtiler. 

Meclis’in Gönderdiği Kurul

23 Nisan 1920’de TBMM, çalışmalarına başlayınca, Meclis’ten seçilen bir kurul, 11 Mayıs 1920’de Moskova’ya hareket etti. Bu kurul, Dışişleri Bakanı Bekir Sami (Kunduh), İktisat Bakanı Yusuf Kemal Tengirşenk, Lazistan  milletvekili Osman Bey ve Yarbay Seyfi Düzgören’den oluşuyordu.

İlk Büyükelçi

Atatürk, Meclis’in açılışının altıncı ayında, 8 Kasım 1920’de yakın arkadaşı Ali Fuat Cebesoy Paşa’yı Moskova’ya büyükelçi olarak gönderdi. TBMM, ilk temsilciliğini Moskova’da açıyordu.

Bu yakın ilişkilerin sonunda, Moskova-Ankara ilişkileri çok üst düzeye ulaştı. O sıralarda Rusya’da gıda sıkıntısı başlamıştı. Atatürk, Karadeniz bölgesinden elde edilen buğday ürününden bir bölümünü dostluk hareketi olarak Rusya’ya gönderdi.

Milli Mücadele’de Rus Yardımları

Milli Mücadele döneminde, Rusya’dan gelen yardımlar son derece önemliydi. Yandaki kutuda* belirtildiği gibi, Milli Mücadele’ye yardım amacıyla, 10 milyon  Rus altını, 37 bin 812 tüfek, 324 makineli tüfek, 45 bin sandık cephane, 60 adet top, 142 bin top mermisi gelmiştir. 

Sakarya Savaşı zaferinden sonra bu yardımlar daha da artmıştır. Zaferden hemen sonra 26 Eylül 1921’de Kars Konferansı toplandı. 13 Ekim 1921’de Kars Anlaşması imzalandı. Böylece Doğu sınırımız güvenceye kavuştu.

Sovyet Rusya’nın kararı ile 13 Aralık 1921’de General Frunze başkanlığındaki kurul Ankara’ya geldi.

Büyük Taarruz öncesi, 1922 Mart ayında Mustafa Kemal, Sovyet Büyükelçisi Aralov, Azerbaycan Büyükelçisi Ahilov ve Rus askeri ateşesi K. Zvonaryev’i cepheye davet etti. Bu kurul cephe de resmi geçitlerde hazır bulundu.

Türk ordusunun ihtiyaçlarını tespit ettiler. Lenin’in Mustafa Kemal’e gönderdiği 3.5 milyon altın ruble de cephede Atatürk’e teslim edildi. (O. Koloğlu, “Mustafa Kemal’e Lenin Nasıl Bakıyordu?”, Popüler Tarih, Şubat 2001)

Bu ziyaret, Milli Mücadele’nin Batı cephesindeki askeri işbirliğinin çok önemli ve stratejik bir kanıtıdır.

Lozan’da Rusya’nın Desteği

Milli Mücadele kazanıldıktan sonra başlayan Lozan Barış Konferansı görüşmeleri çok çetin geçmişti. Başta İngiltere, Fransa, İtalya, ABD ve bütün dünya yeni Türkiye’ye kök söktürüyordu. Savaş meydanlarında kazanılan zaferi, diplomasi masasında bize kaybettirmek için zorluyorlardı. İnönü, hayatının en zor günlerini yaşıyordu.

Bilindiği gibi, Lozan Konferansı sürerken Boğazlar ve İstanbul işgal altındaydı.

Boğazlar konusunun Lozan’da görüşüleceği günlerde, Kasım 1922 sonunda Sovyet Rusya da konferansa davet edildi. Dışişleri Bakanı Georgy Çiçerin başkanlığındaki Sovyet delegeleri Lozan’a geldi. 

Günün Avrupa basını, “Rusların gelişi, Türklerin direncini artırdı” yorumu yapıyordu. 4 Aralık 1922’de Çiçerin söz alarak Sovyetler Birliği’nin Boğazlar konusundaki görüşlerini anlattı.

Çiçerin uzun konuşmasında, Türk tezine çok yakın olan görüşünü ileriye sürdü.

Rusya’nın tezi

Rusya öncelikle Boğazların Türkiye’nin egemenlik hakları alanında bulunduğunu ve Türkiye’nin kendi toprakları ve karasuları üzerinde tartışılamaz ve bölünemez hakları olduğunu savundu. Ardından, “ticaret gemileri ile savaşa dönük olmayan deniz ulaşım araçlarının, hiçbir kısıtlamaya bağlanmadan Boğazlardan geçişinin sağlanmasını” ve “Barış ve savaş zamanında, Boğazların Türkiye dışında, tüm diğer ülkelerin savaş gemilerine sürekli olarak kapalı tutulmasını” istedi. 

Bu öneriler Türkiye’nin çıkarlarıyla örtüşüyordu. Lord Curzon hiç duraksamadan bu önerilere şiddetle karşı çıtı. Curzon, “Çiçerin başına Türklerin giydiği kalpağı giymiştir” diyordu. Ona göre, Sovyetler Birliği Karadeniz’de Türklerin isteklerini destekliyordu. (Alev Coşkun, Lozan, s.116-117)

Ekonomik Konular

Konuya ekonomik ilişkiler yönünden de bakmalıyız. 1929’da dünya ekonomik krizi patlayınca, Türkiye ciddi ekonomik önlemler aldı. Atatürk, Başbakan İsmet İnönü’yü Moskova’ya gönderdi.

İnönü, 16 Nisan-10 Mayıs 1932 tarihleri arasında 15 gün Rusya’da incelemede bulundu. Bu süre içerisinde fabrikaları ziyaret etti, Stalin ile görüştü ve ekonomik konularda önemli bir anlaşma imzalandı. Bu ekonomik anlaşma, her iki ülkenin dostluk ilişkisinin ekonomik düzeyde zirve dönemi sayılmalıdır.

İnönü, bu anlaşmayı şöyle anlatıyor: “Kremlin’de yaptığımız ilk toplantıda bize ekonomik açıdan yardım etmek imkânı olduğunu söylediler. Azami kolaylığı gösterecekleri anlaşılıyordu. Daha evvel görüşmeler yapılmıştı. Sekiz milyon dolarlık altın değerinde bir borç vermeyi kabul ediyorlardı. Stalin ayakta dolaşarak müzakerelerin seyrini takip ediyor. Lüzum gördükçe müdahalede bulunuyordu. Evvela faiz meselesi açıldı. Faiz istemiyorlar. Sıra vadenin tayinine geldi. 20 sene vade ile eşit taksitler halinde ödeyeceğiz. Bu karara bağlandı. Borcun ödenmesinin para olarak değil, mal olarak karşılanmasında mutabık kaldık. Bu tarzda bir dostluk havası içinde ayrıldık.” (İsmet İnönü, Hatıralar)

Tam Bir Dostluk Gördük

İnönü, “Hatıralar”ında şöyle diyor: “Tam bir dostluk gördük ve birbirimize tam güven veren bir hava içinde ayrıldık.”

Stalin, İnönü’ye 6 Mayıs 1932 günü yaptığı görüşmede şunları söyledi: “Eğer kendi sanayinizi kurmazsanız, sizi yeryüzünden silerler.” (Mehmet Perinçek, Atatürk’ün Sovyetler’le Görüşmeleri, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005, s.415.)

İşin özeti şuydu: Rusya, Türkiye’ye 8 milyon altın tutarında kredi veriyordu. Kredi, faizsiz olarak 20 yıl içinde eşit taksitlerle ve mal karşılığı tarım ürünleriyle ödenecekti. Rusya, Türkiye’nin sanayi planının çalışmaları için teknik yardım yapmayı da kabul ediyordu. (Alev Coşkun, Liberal Ekonomi’nin Çöküşü, Ulusal Ekonominin Yükselişi, Cumhuriyet Kitapları, s.343.)

Olağanüstü Bir Anlaşma

Başbakan İnönü’nün Sovyet Rusya dönüşü, İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi, İnönü ile görüşmek istedi. Batılı devletler, Türkiye-Rusya ekonomik anlaşmasını merak ediyorlardı. Görüşme sonrası Rusya ile yapılan faizsiz ve tarım ürünleri ile ödenecek kredi anlaşması için “olağanüstü” bir anlaşma olduğunu ifade etti. İngiliz Büyükelçisi bu anlaşmanın yararları konusunda hayretini gizleyememişti. (Alev Coşkun, age, s.345)

Rusya ile ekonomik yöndeki ilişkiler, daha sonra Demirel zamanında da sürdü. Rusya’nın Seydişehir, Alüminyum ve İskenderun Demir ve Çelik tesislerinin kuruluşundaki katkıları önemlidir ve ayrı bir yazı konusudur. Rusya, Türkiye’nin en sıkışık dönemlerinde daima yardım elini uzatmış bir komşu, bir dosttur.

Yazımızı Atatürk’ün Türkiye-Rusya ilişkileri üzerindeki sözleri ile bağlamak istiyoruz. İsmet İnönü, Atatürk’ün Türkiye-Rusya dostluğunu vasiyet ettiğini belirtiyor. Atatürk, ölüm döşeğinde Başbakan Celal Bayar ve Dışişleri Bakanı Dr.Tevfik Rüştü Aras’a şunları söylemişti: “Rusya’ya karşı asla bir saldırı politikası gütmeyeceksiniz. Doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak Rusya’ya yöneltilmiş herhangi bir anlaşmaya girmeyecek ve böyle bir anlaşmaya imza koymayacaksınız. ( Mehmet Perinçek, Atatürk’ün Sovyetler’le Görüşmeleri, s.435.)

Kaynaklar:

İsmet İnönü, Hatıralar, Bilgi Yayınevi, 2006.
Mehmet Perinçek, Türk-Rus Diplomasisinin Gizli Sayfaları, Kaynak Yayınları, 2010.
Mehmet Perinçek, Atatürk’ün Sovyetlerle Görüşmeleri, Kaynak Yayınları, 2014.
Yunus Nadi, Anadolu’da Yenigün, 1999.
Falih Rıfkı Atay, Çankaya, 1969.
Alev Coşkun, Asker İnönü, Kımızı Kedi Yayınevi, 2018.
Alev Coşkun, Diplomat İnönü Lozan, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2019.
Alev Coşkun, Liberal Ekonominin Çöküşü, Cumhuriyet Kitapları.

20 Mart 2020 Cuma

Koronavirüs insanlığı öldüremez! Komşular babuşkalara sahip çıkıyor






"Koronavirüs belki insanları öldürebilir, ama insanlığı öldüremez!"

İşte bu sloganla herkesin katılması gereken, Rusya'dan Türkiye'ye de yayılması umut edilen bir kampanya başlatıldı: Babuşkalar ve deduşkalar… Yani nineler ve dedeler. Koronavirüs yüzünden insanların evlerine hapsolduğu, karantina günlerinin yaşandığı sırada en büyük sıkıntıyı çekenlerin başında onlar geliyor. Çünkü sınırlı ekonomik imkanları ile çoğunluğu genelde her gün marketten, o güne yetecek kadar az miktarda gıda ürünü alarak yaşamaya çalışan bu yaşlı insanlar için hayat daha da zorlaştı. Özellikle Moskova’da yalnız başlarına yaşayan on binlerce babauşka ve deduşka olduğu biliniyor. İşte bu insanların hayatını bir nebze de olsa kolaylaştırmak için bir kampanya başlatıldı:

Hedef, evde yalnız kalan, sokağa çıkamayan yaşlı ve ihtiyaç sahibi insanlara yardım eli uzatmak.
 
İlk etapta Moskova'da başlayan kampanya şöyle işleyecek:

Apartman girişlerine (podyezd) bir liste ve kalem konulacak.

Kampanyaya katılarak destek olmak isteyen apartman sakinleri isimlerini ve daire numaralarını yazacak.

Aynı apartmandaki ihtiyac sahibi yaşlı ve hasta insanlar, böylece ihtiyaç listelerini gönüllülerin posta kutularına atacak ve temel gıda, ilaç vb. ihtiyaçlarının karşılanması için destek alacak.

Bu kampanyaya katılan gönüllüler, aldıkları ürünlerden para almayacak.

Ürünleri, ihtiyaç sahibinin kapısına bırakacak. Yani ihtiyaç sahiplerine, sadece alan ile verenin bileceği bir sistemde, karşılıksız bir yardım yapılacak.

Birkaç komşu listeye adını yazdırıp, bir komşunun masraflarını ortak üstlenebilecek.

Bazı apartmanlarda ise, ihtiyaç sahipleri isimlerini listeye açıkça yazarak mahçup omasın diye,  kapalı zarf içinde isim ve daire numarası yazılarak belli bir posta kutusuna atılması isteniyor.
 
Koronavirüsten en çok ve en kolay yaşlı insanlar etkilenip, sık sık evden çıkan yaşlılar hastalık riskini arttırdığı için bu kampanya büyük önem taşıyor.

15 Mart 2020 Pazar

Rusya ekonomisinde durum


Samih Güven




Malum Rusya 1,7 milyon kilometre kare ile dünyanın en büyük ülkesi ve nüfusu da 144 milyon civarında. 2013 yılında Rusya’ya ilk gittiğim zaman Gayri Safi Milli Hasıla büyüklüğü 2,1 trilyon dolardı civarındaydı. O zaman bugünlere benzer şekilde büyüme oranı yüzde 1,3 seviyesindeydi ve yetkililer büyüme oranının nasıl daha fazla artırabileceğini ve yapısal reformların nasıl hayata geçirebileceğini tartışıyordu.

Yapısal reform olarak Rusya'da gündeme getirilen temel konular usun zamandır enerji ağırlıklı endüstrinin çeşitlendirilmesi, KOBİ'lerin güçlendirilmesi, yatırım iklimine ilişkin algının güçlendirilmesi, idari engellerin azaltılması ve hukuk sisteminin geliştirilmesi gibi konulardan oluşuyor.

Fakat bu hususlar tam konuşulurken 2014 yılında Ukrayna ile başlayan kriz sonrasında Batı ülkeleri ile karşılıklı yaptırımlar gündeme geldi ve bu arada petrol fiyatlarında da önemli düşüşler gerçekleşti. Rusya için büyük önemi olan petrol fiyatlarının 100 dolarlardan 30 dolarlara kadar inmesi ve yaptırım uygulamaları sonucunda Rusya'da önemli ekonomik sorunlar baş göstermişti. 2015 ve 2016 yıllarında ekonomide küçülme yaşanmıştı.

Neticede gerek Merkez Bankası'nın ve gerekse ekonomi ile ilgili diğer kurumların yerinde politikaları ile kriz yönetimi doğru yapıldı ve 2017-2018 yıllarında pozitif büyümeye geçildi. En göze çarpan politikalar sıkı para ve maliye politikaları ile ithal ikameci politikalar idi. Buna rağmen dolar bazında bakıldığında 2013 yılındaki 2,1 trilyon dolarlık GSMH büyüklüğü bugünlerde 1,5 trilyon dolar seviyesinde bulunuyor.

Peki bugün, yani 2020 itibarıyla baktığımız zaman ne görüyoruz? Öncelikle makroekonomik dengeleri sağlanmış, enflasyonun yüzde 2’lerde olduğu, işsizlik oranının yüzde 5’in altında seyrettiği, bütçenin fazla verdiği ve döviz rezervlerinin 500 milyar doların üzerinde olduğu bir ekonomi görüyoruz. Fakat sorun yine aynı, yani düşük büyüme. Gündem ise benzer şekilde yapısal reformlar. Ancak 2020 yılındaki sürpriz virüs nedeniyle petrol fiyatlarındaki düşüş denklemi biraz değiştirdi.

Öncelikle değinmek gerekir ki petrol fiyatları bazen 60'larda, bazen 50'lerde, bazen de 50’nin ve hatta 40’ın altında seyrediyor ve Rusya bütün bu farklı fiyatlara yönelik senaryolar hazırlıyor. Ama düşük fiyatların ekonomiye ve topluma önemli maliyeti oluyor.

2019 yılında yüzde 1’in biraz üzerinde bir büyüme olunca özellikle kamu harcamalarının artırılması, ulusal projelerin hayata geçirilmesi yönünde bir beklenti vardı. Ama 2020 yılında coronavirüs meselesi ve yine petrol fiyatlarındaki düşüş belki Rusların istediği gibi sonuçlar almasını biraz güçleştirecek gibi görünüyor. 

Yapısal reformlar meselesine tekrar gelirsek, Rusya ekonomisinde her şeye rağmen komünist sistemden kapitalist sisteme geçilmesinin henüz 30 yıl olduğu ve dolayısıyla geçiş ekonomisi özelliklerinin söz konusu olduğunu görmek gerekiyor.

Genel olarak doğal kaynakların zenginliği, yüksek iş gücü katılım oranı, yüksek eğitim seviyesi, kamu borçlarının düşüklüğü, uzay, telekomünikasyon, bilişim ve askeri teknolojiler ve bunların yarattığı dışsallıklar önemli avantajlar yaratıyor.

Rusya'da önemli sorunlardan biri örneğin Türkiye ve OECD ülkelerinde genelde yüzde 70- 80 bandında olan KOBİ’lerin üretime ve istihdama katkısının Rusya’da genelde yüzde 20-30 bandında olması. Dolayısıyla gündemin bir maddesi bu. 

Bir diğer husus elbette daha fazla yatırım yapılmasının sağlanması ve yatırımcı çekilmesi hususu. Yatırımcılar açısından güçlü bir hukuksal zemin, rahat edecekleri bir atmosfer, öngörülebilirlik ve her şeyden önce eşit mücadele edecekleri şartların oluşturulması çok önemli.

Fakat Rusya için aslında en önemli konulardan biri nüfus meselesi. Yani Rusya'da nüfus artmadığı gibi, aktif nüfusta azalmalar oluyor. İşsizlik seviyesinin düşük seyretmesinin bir nedeni de bu. Önümüzdeki yıllardaki projeksiyonlara bakıldığında da nüfusun azalışa geçeceği anlaşılıyor. Dolayısıyla nüfus dinamizmini sağlamadan Rusya nasıl daha fazla kalkınacak bu önemli bir soru. Daha fazla yabancı istihdamına, daha fazla uzman istihdamına önem vermek gerekiyor belki. Ama şu andaki ücretler yabancılar için o kadar cazip değil. Dolayısıyla verimliğin ve ücretlerin artırılması önemli. Diğer yandan teknolojik dönüşümün hızlandırılması da katkı sağlayabilir elbette.

Tabii petrol fiyatları Rusya için her zaman önemli bir konu. Petrol fiyatlarının yüksek seyretmesi her zaman kamunun elini güçlendiren bir husus. Çünkü bütçenin yarı gelirleri buradan geliyor ve ihracatın yarıdan fazlasını enerji ürünleri oluşturuyor. Dolayısıyla petrol fiyatlarına duyarlılık var ve bu konunun çözümü o kadar kolay değil.

Toparlamak gerekirse Rusya büyük ve önemli bir ekonomi. Ancak daha fazla kalkınması daha çok yatırıma ve daha fazla teknolojik dönüşüme bağlı. Bu ise herkesin daha eşit mücadele edeceği bir yatırım zeminine, hukuksal güvencelerin olmasına ve istihdam dinamizminin sağlanmasına bağlı kanımca.

Türkiye Rusya ilişkilerinin iktisadi boyutu




Samih Güven




Ülkeler arasındaki ekonomik ve ticari ilişkilerin önemi değerlendirilirken genelde ilk akla gelen dış ticaret hacmine bakmak elbette.

Bu çerçevede, iki ülke arasındaki ticaret hacminin 2019 yılında 26,3 milyar dolar olarak gerçekleştiği görülüyor. Bunun 3,9 milyar dolarlık bölümünü ihracat, 22,4 milyar dolarlık bölümünü ise ithalat oluşturuyor. Rusya en çok ithalat yaptığımız ülke konumunda.

2019 yılında Rusya’ya en çok ihraç ettiğimiz ürünlerin başında mandalina, üzüm, domates, şeftali ve limon gibi tarım ürünleri geliyor. Genelde ana ihraç grupları gıda, tekstil, makinalar ve elektronik ürünlerden oluşuyor. Diğer taraftan aynı yıl Rusya’dan yaklaşık 13 milyar dolar tutarında petrol, gaz ve yağ ithalatı yaptığımız, diğer önemli ithalat ürünlerinin ise buğday, taş kömürü, alüminyum, demir ve çelik gibi ürünler olduğu görülüyor. Örneğin buğday ve mahlut ithalatımız yaklaşık 1,5 milyar dolar olmuş.

İki ülke arasındaki dış ticaret hacmine son on yıl açısından bakıldığında ise örneğin 2012 yılında 33,3 milyar dolara ulaşıldığı anlaşılıyor. İhracat ise 2013 yılında 6,9 milyar dolara kadar yükselmişti. 

Tabii bu rakamlardan geriye gidilmesinin en önemli sebeplerinden biri Ukrayna Krizi ve petrol fiyatlarındaki gerileme nedeniyle 2014 yılından itibaren Rusya ekonomisinde yaşanan sorunlar ve Rusya’nın genel ithalatının azalması. Bir diğeri sebep de 2015 yılında yaşadığımız Uçak Krizi sonrası özellikle Türk tarım ürünlerine getirilen kısıtlamalar ve diğer engeller. Sonrasında bu yasaklar kalksa da eski müşteri ilişkilerinin ve dinamizmin yakalanması zaman alıyor elbette.

Hizmetler bölümüne bakıldığında ise, Türk müteahhitlerinin Rusya’da bugüne kadar yaklaşık 80 milyar dolara varan iş hacmine ulaştıkları görülüyor. Müteahhitlik hizmetleri geçmişteki karlılığını ve dinamizmini yitirse de Rusya bu açıdan önemli bir ülke olmaya devam ediyor.

Turizm meselesi ise malum. Geçen sene gelen turist sayısının 7 milyonu aştığı ve son yıllarda Rus turistlerin kişi başı ortalama 600-700 dolar civarında harcama yaptığı dikkate alınırsa yaklaşık 4-5 milyar dolarlık bir turizm geliri söz konusu.

İki ülke arasındaki doğrudan yatırım değerlerine bakıldığında ise yıllardır her iki ülkenin birbirlerinde yaklaşık 10-12 milyar dolarlık bir yatırımı olduğu gündeme getiriliyor. Ancak bu rakamların özellikle OECD metodolojisi dikkate alınarak daha sağlıklı bir güncellemeye tabi tutulması gerektiği kanısındayım. Rusya’da Türklerin kurduğu firma sayısının da genelde tartışmalı olmakla birlikte 1300 civarında olduğu söyleniyor.

Tabi ekonomik ve ticari ilişkilerde en göze çarpan konu enerji meselesi. Rusya’dan ithal ettiğimiz doğal gazın payı uzun zamandır yüzde ellinin üzerinde iken son dönemde bu payda azalma görülüyor. Örneğin 2018 yılında yüzde 50’nin, 2019 yılında ise yüzde 40’ın altına indiği anlaşılıyor. Yine petrol ithalatımız açısından Rusya önemli bir ülke. Daha önce belirttiğim gibi 2019 yılında Rusya’dan yaklaşık 13 milyar dolar tutarında petrol, gaz ve yağ ithalatı yaptığımız anlaşılıyor.

Son dönemde özellikle Türk Akımı boru hattının devreye girmesi ve Akkuyu'daki nükleer santral yatırımı da ekonomik ilişkilerde iki yeni unsur olarak devreye girmiş durumda.

Tabi Türkiye yurt dışı finansman ihtiyaçlarını ağırlıklı olarak ABD, Avrupa ve Asya piyasalarından temin ediyor ve Rusya ile bu açıdan önemli bir etkileşimimiz bulunmuyor. Zaten Rus finansal piyasaları bu ihtiyacımızı karşılayacak durumda değil.

Konunun rakamsal boyutunu bu şekilde özetledikten sonra asıl değinmek istediğim konu iki ülke arasındaki ekonomik ve ticari ilişkilerin önümüzdeki dönem açısından ne vaat ettiği hususu.

Rusya ve Türkiye ekonomik ilişkileri siyasi ilişkilere oldukça duyarlı durumda malum. Enerji boyutu büyük ölçüde çeşitli anlaşmalara tabi tutulduğundan bir ölçüde dışarıda bırakılırsa özellikle kriz dönemlerinde ihracat, ithalat ve yatırım rakamlarının önemli ölçüde değişebildiğini görüyoruz. Özellikle yatırımcılar açısından çok elverişli olmayan koşullar ortaya çıkabiliyor. Dolayısıyla iki ülke yatırımcılarını ve ticaret erbabını siyasi ilişkilerdeki istikrarsızlıktan koruyabilecek mekanizmalar önem taşıyor.

Bir diğer husus da elbette Rusya ve Türkiye ilişkilerinin her iki ülke açısından da daha gerçekçi ve samimi bir yapıya kavuşturulması gereği. Kırılganlık hissiyatı iş dünyası açısından arzu edilir bir durum değil.

Tabii bir de bu 100 milyar dolar meselesine değinmeden geçmek olmaz. Çünkü bir hedef olarak sakıncası yok denebilir ama birçok şeyde olduğu gibi gerçekçi temellerden yoksun hedef koymak ne kadar anlamlı sormak gerekiyor.

Bizim Rusya'ya ihracatımızı nasıl daha fazla arttırabileceğimiz ise önemli bir soru. Bu konuyla ilgili gerek Rusya'da görev yaptığım dönemde gerekse daha sonra özel sektörde çalıştığım dönemde gözlemlerim oldu. Ancak bunlar üzerinde uzunca durulması gereken konular. Ama kısa olarak şunu söylemek gerekir ki Türkiye'nin Rusya’ya ihracatının artmasının bir koşulu Türkiye'deki genel koşullarla yani Türkiye'nin genel olarak ihracatını bütün ülkelere arttıracak koşulların yaratılması ile ilgili. Finansal maliyetlerdeki, kur maliyetlerindeki, girdi maliyetlerindeki istikrarı sağlayacak, nitelikli eğitimi kuracak, teknolojik dönüşümü gerçekleştirecek, ayrıca istikrarlı dış politika temin edecek adımlar olmadan hiçbir ülkeye hızlı bir ihracat artışı sağlamak olası değil zaten. Rusya özelinde ise üzerinde durulması gereken önemli hususlar var ama başka bir yazıda değinmek istiyorum bunlara.

Genel olarak bakıldığında, Türkiye ve Rusya arasındaki ekonomik ilişkiler açısından özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında ve 60'lı yıllardaki Rusya’nın ekonomik yardımları Türkiye açısından önemli oldu muhakkak. Komünist dönemde genelde devlet kararıyla başta gıda ve tarım ürünleri olmak üzere Türkiye’den çeşitli malların ithalatı yapılıyordu. Fakat Türkiye ve Rusya arasında 1984'te imzalanan ve 1987'de yürürlüğe giren gaz anlaşmasının önemli sonuçları oldu kanımca. Bu anlaşmaya göre Türkiye 25 yıl boyunca Rusya'dan gaz satın almayı taahhüt etmiş, buna karşılık verilen paranın yüzde 70'inin Rusya tarafından Türk şirketlerinin mal ve hizmetlerine ödenmesi öngörülmüştü. Bu kapsamda birçok Türk müteahhitlik firmasının önü açılmış oldu ve Rusya’da önemli işler başardı. Diğer firmalar bunları takip etti. Özel sektörün kendi başarısı ile bugünkü noktalara gelinmiş oldu. Ancak bundan sonrası için yeni yaklaşım ve değişimlere ihtiyaç duyulduğu açık.

Türkiye ve Rusya ekonomik ilişkileri diğer komşu ülkelerle olduğu gibi daha fazla gelişmeye müsait kanımca. Ancak bu konular bizim kurduğumuz genel ekonomik politikalar ile dış politikanın başarısına da bağlı bir konu. Her iki ülke açısından da ilişkilerin daha samimi ve gerçekçi bir zemine oturtulması gerekiyor kanımca. 

Sovyetler İspanyol Gribi'ne karşı


Sovyetler'in 1918 İspanyol Gribi'yle mücadelesi bugün fazla hatırlanan bir gündem değil. Oysa bugün kan kaybetse dahi ücretsiz sağlık sisteminin doğuşu, tam olarak İspanyol Gribi ve Sovyetler'in bu alanda attığı adımlara çok şey borçlu...


Kavel Alpaslan  



“Öpüşme!” Sovyetler Birliği’nde yayınlanan köklü dergilerden Ogoniok, 1928 yılında kapağına bu sözleri taşır. Dergi kullandığı fotoğrafla gribe karşı önlem olarak ‘öpüşmeme’ çağrısı yapmaktadır. Yıllar içinde iki kadının öpüştüğü bu fotoğraf, ikonik bir hal alır, Rusların selamlaşırken nasıl öpüştüklerine yabancı olanların da dikkatini çeker. Tıpkı Brejnev’in Honecker’e verdiği meşhur öpücük gibi. Bu fotoğrafın alt metniyse göründüğünden biraz daha farklı. Nitekim ülkenin 1918 İspanyol Gribi’yle mücadelesi bugün fazla hatırlanan bir gündem değil. Oysa bugün kan kaybetse dahi ücretsiz sağlık sisteminin doğuşu, tam olarak İspanyol Gribi ve Sovyetler’in bu alanda attığı adımlara çok şey borçlu.


Tarihe en büyük salgın hastalık olarak geçen İspanyol Gribi sonucunda 50 ile 100 milyon insanın hayatını kaybettiği belirtiliyor. Genç Sovyet iktidarının sancılı dönemlerinin yaşandığı Rusya’da bu kayıpların toplamda 3 milyon civarında olduğu düşünülüyor. Dünya nüfusunun neredeyse yüzde 15’i yaşamını yitirirken ilk başta bu kayıplar az görülebilir. Fakat Birinci Paylaşım Savaşı’nın yarattığı yıkım, ardından yaşanan kanlı iç savaş ve doğurduğu kıtlık düşünüldüğünde, salgının insanlar üzerindeki etkisi ‘rakamlardan’ daha fazla olabiliyor.

Bolşeviklerin en üst kademe yöneticilerine kadar bu hastalıktan dolayı yaşamını yitirenler vardır. Sovyetler Birliği’nin ilk başkanı sayabileceğimiz Yakov Sverdlov, 1919 Mart’ında yakalandığı İspanyol Gribi sonucunda yaşamını yitirdi. Üstelik henüz 33 yaşındaydı. Buna rağmen Lenin’in Sverdlov anısına yaptığı konuşma, onun Bolşevikler için ne denli önemli olduğunu, sade bir ‘başkan’ unvanından çok daha iyi açıklıyor:

“İllegal çevrelerin, gizli devrimci çalışmanın, gizli parti çalışmasının özelliklerini hiç kimse Sverdlov kadar bütünlüklü biçimde cisimleştirip ifadeye kavuşturamadı. İçinden geçtiği bu pratik okul sayesinde ve sadece bu sayede Sverdlov ilk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin en ön sıradaki kişiliği mevkiine ulaşabildi; yani geniş proleter yığınlarının en önde gelen örgütçülerinin başında yer aldı. (…) Yakov Mihayiloviç’i yakından tanıyan hiç kimse, onun bitmek bilmeyen çalışmasını gözlemiş olanlardan hiç biri bu konuda tereddüt etmeyecektir: Yakov Mihayiloviç’in yeri doldurulamaz.”

Sverdlov’un ne denli kilit bir isim olduğunu sadece Lenin dile getirmez. Hiç de Sovyet dostu sayılmayacak bir ABD’li antropolog olan Jeanne Guillemin, ‘Anthrax’ isimli kitabında ‘Lenin’in bulaşıcı hastalıklardan korkmasına karşın, ne olursa olsun Sverdlov’u hasta yatağında ziyaret ettiğini’ ve Sverdlov’u ölüm döşeğinde olmasına karşın çalışırken bulduğunu belirtiyor. Lenin’in bulaşıcı hastalıklardan ne derece çekindiği bugün artık hem üzerine tartışması gereksiz hem sağlaması yapılması oldukça zor bir konu. Burada kesin olan şey, Sverdlov’un yıllarca zindanlarda, sürgünlerde, çalışmalarda harap olmuş bedeni solarken Lenin’in ona verdiği önem. Dolayısıyla da kayıbın getirdiği yıkım…

Fakat Sverdlov, hayatını kaybedenlerden sadece biri. Üstelik tek sorun İspanyol Gribi’yle de sınırlı değildir. 1918-1920 arasında tifüsten ölenlerin sayısı 1 milyon 600 bin, erken doğumda ölen bebeklerin sayısı 7 milyon, kıtlığın ve bulaşıcı hastalıklar sonucunda ölenlerinse 15 milyonu geçtiği tahmin ediliyor. Kıtlık yıllarında şöyle diyor Lenin, “Bir kırbaç sallanıyor üstümüze, bit ve tifüs ordularımıza doğru yayılıyor. Yoldaşlar, nüfusun kırıldığı, maddi herhangi bir kaynağın olmadığı, bütün hayatın, bütün halkın hayatının durduğu tifüs bölgelerindeki korkunç durumu hayal edebilmeniz mümkün değil. Bu nedenle biz diyoruz ki, ‘Yoldaşlar, bütün dikkatlerimizi bu sorun üzerine yoğunlaştırmalıyız. Ya bit sosyalizmi mağlup edecek, ya da sosyalizm biti!’”

Ülkenin bu yıkımla karşı karşıya kalması dünyada ilk defa sağlık sisteminin ücretsiz ve merkezi bir hale getirilmesine de ön ayak olur. O günlerde merkezileşmiş bir ücretsiz sağlık sistemi, devletler tarafından benimsenen bir yöntem değildir. Bunun yerine dini ya da özel kuruluşların yaygın olduğunu görüyoruz. Sovyetler Birliği, Ekim Devrimi ve kanlı iç savaşın ardından ilk kez modern kamu sağlık hizmetini hayata geçirir. İlk yıllarda bu haktan faydalananlar doğal olarak merkezi bölgelerdeki yurttaşlar olsa da kısa zamanda yayılır. Lenin görevli hekimlere verdiği talimatlarda önceliklerinin salgın hastalıklar ve açlığın kırdığı bölgeler olması gerektiğini belirtir.

Sovyetler’in merkezi kamu sağlık sistemini yürürlüğe koymasının ardından kimi Batı Avrupa devletleri de bu modelin benzerini izler. ABD işveren merkezli bir sigorta yöntemini benimsese de salgından sonra kimi önlemler alır. 1920’lerin ortasına gelindiğindeyse Sovyetler, geleceğin doktorluk anlayışına dair şöyle bir görüş ortaya koyar: “Sadece iyileştirmek için değil, aynı zamanda önlem yollarını önermek için hastalığı şiddetlendiren mesleki ve toplumsal nedenleri de inceleme yeteneği.” Bir hastalığa yalnızca biyolojik olarak değil, aynı zamanda da sosyolojik olarak yaklaşılması gerektiğini öğreten bu anlayış daha sonra dünyada da yankı buldu. 

Elbette modern sağlık sisteminde atılan adımları başlı başına Sovyetler Birliği’ndeki gelişmelerle ilişkilendiremeyiz. Bununla birlikte bugün eğitimden kültüre, çalışma koşullarından sağlık sektörüne… Ücretsiz, toplumsal ve insani hakların birer birer sermaye tarafından gasp edilmesi nasıl neoliberal kuşatmayla ilişkiliyse, Sovyetler’in hatta Sovyetler’den de öte sosyalist düşüncenin yarattığı rüzgarı da görmezden gelemeyiz. Tıpkı Birinci Paylaşım Savaşı’ndan sonra yaşanan salgınlarda olduğu gibi, bazen en korkunç zamanlar, böylesi insani eksikliklerin fark edilmesi için vesile olabiliyor.

Kaynaklar ve daha detaylı bilgilerin yer aldığı adresler

Anthrax: The Investigation of a Deadly Outbreak – Jeanne Guillemin