Moskova

Moskova

25 Temmuz 2020 Cumartesi

Rusya ekonomisinin zayıf ve güçlü yanları




Samih Güven




Rusya ekonomisi IMF’nin 2019 hesaplamasına göre 1,6 trilyon dolar nominal büyüklüğü ile dünyanın on birinci ekonomisi. Satın alma gücü paritesi hesaplaması dikkate alındığında ise 4,1 trilyon dolar ile dünyanın beşinci büyük ekonomisi. Bu sıralama önemli bir potansiyeli işaret etse de kişi başı gelirin nominal olarak 11 bin dolar olduğu dikkate alındığında bazı sorunların olduğu anlaşılıyor. Zira 146,7 milyon nüfus düşünüldüğünde kişi başı üretim ve elde edilen gelirin örneğin OECD ülkeleri esas alındığında oldukça düşük kaldığı görülüyor.

Peki komünist sistemden 30 yıl önce çıkan Rusya’nın ekonomik anlamda zayıf tarafları nedir? Güçlü yanları var mı? 

Kimileri Rusya ve bölge ekonomilerini hala geçiş ekonomisi olarak görüyor. Çünkü kapitalist sistemin kural ve uygulamalarının, ekonominin yapısal dönüşümünün ve en önemlisi de bireylerin davranışlarının bu yeni sisteme adapte olması zaman alacağa benziyor. Davranışsal boyutun ekonomilerde ne denli önemli olduğu düşünülünce bu görüşü yabana atmamak gerekiyor.

Kurumsal ve bürokratik sorunları, hukuk sistemindeki sorunları, devletin mücadele etmeye çalıştığı ve hatta metrolarda bile bilinçlendirme afişlerini gördüğümüz yolsuzluk ve rüşvet gibi konuları zayıflar hanesine yazmak gerekiyor öncelikle.

Dijitalleşmenin artırılması, bilinçlendirme, hukuksal altyapı ve kurumların geliştirilmesi, kimi meslek gruplarının gelirlerinin artırılması suretiyle bu konularla mücadele ediliyor ama daha fazla kararlılığın hızlı sonuç alınmasına imkan sağlayacağı muhakkak.

Rusya ekonomisindeki sorunlardan biri de iş gücü verimliliğinin düşük olması. Bu gösterge çalışılan saat başı ya da çalışan kişi başı gayri safi yurt içi hasıla (GSYİH) olarak ölçülüyor. Dünya Bankası istatistiklerine göre 2019 yılı için çalışan kişi başı GSYİH örneğin Almanya için 105.884 dolar, Türkiye için 81.407 dolar iken Rusya için 56.950 dolar. OECD ülkeleri ile kıyaslandığında Rusya bu açıdan geride kalıyor.

Ekonominin performansına etki eden bir diğer unsur ise yatırım yetersizliği. Yabancı ve özel sektör yatırımlarının yeterli olmadığı Rusya’da bu konuda da herkes devletin eline bakıyor deyim yerindeyse. Oysa kamu kaynaklarının sınırlı olması ve zorunlu sosyal harcamalar dikkate alınınca bu büyük coğrafyada alt yapının yenilenmesine yeterli kaynak ayrılamıyor. Bu da kalkınmayı sınırlayan önemli bir etken olarak devreye giriyor.

Diğer taraftan, Rusya’da hem yaşlı nüfusun artan payı hem de düşük doğum oranı nedeniyle 15-64 arasını ifade eden aktif nüfus artmıyor ve zaman zaman da azalıyor. Bu da işgücü piyasasında birçok soruna yol açarak büyümeyi sınırlıyor.

Başka bir olumsuzluk da petrol fiyatlarına olan bağımlılık. Rusya’nın 2019 yılındaki 419 milyar dolarlık ihracatının yüzde 55’ini petrol ve gaz ihracatı oluşturuyor. Bu oran zaman zaman yüzde 60’ın üzerine çıkıyor. Federal bütçe gelirlerinin yarıya yakın bölümü de petrol ve gaz vergilerinden geliyor. Bu önemli bir avantaj aslında. Ancak bütçenin bu yapısı petrol fiyatlarının düşük kaldığı ve bunun da uzun sürdüğü dönemlerde ciddi bir soruna yol açıyor. Ulusal Refah Fonu gibi ihtiyat fonları ise ancak belli bir ölçüde kullanılabiliyor.

Peki Rusya ekonomisinin güçlü tarafları neler? Bu sorunun ilk akla gelen cevabı doğal kaynakların zenginliği ve coğrafyanın taşıdığı potansiyel. Rusya petrol ve gaz yanı sıra, önemli bir demir çelik, alüminyum, ağaç ürünleri ve hububat ihracatçısı. Merkez Bankası kaynaklarına göre Rusya 2019 yılında 188 milyar dolar tutarında petrol, 41 milyar dolar tutarında da gaz ihraç etmiş. Toplam ihracat ise 419 milyar dolar olmuş. Bu durum cari fazla oluşumuna ve rezerv biriktirilmesine imkan veren önemli bir avantaj.

Rusya ekonomisinin bir diğer avantajı ise yetişmiş ve eğitimli işgücü. Rusya halkı dijital dönüşüme, yeniliğe ve esnekliğe açık bir toplum. Bu da önemli bir avantaj yaratıyor kanımca. Özellikle kadınların iş hayatındaki rolü önemli bir katkı yapıyor.

Bir diğer güçlü taraf ise savunma, uzay ve telekomünikasyon teknolojisindeki avantajlar. Bu alanlardaki birikim ve tecrübeler birçok sektör için dışsal etkiler yaratıyor ve büyümeyi destekliyor.

Bana göre Rusya ekonomisinin en önemli avantajı ise Merkez Bankası başta olmak üzere ekonomiyle ilgili kurumların gittikçe güçlenmesi ve güvenilir politikalarla makro istikrarı sağlıyor olmaları. Ayrıca bankacılık sisteminin temizlenerek daha güçlü hale getirilmesine dönük politika da önemli. Rusya’da her şeye rağmen kurumlar kendini geliştirerek özgün ve farklı görüşler ileri sürebiliyor.

Bütün bu özellikler göz önüne alındığında endüstriyel çeşitliliği artırma, kurumları ve son yıllarda tarımı geliştirme çabaları önem taşıyor. Yine de Rusya’nın daha fazla yatırıma, yatırım ortamının daha çok iyileştirilmesine, daha fazla yabancı işgücüne ve daha güçlü bir teknolojik dönüşüme ihtiyacı var kanımca.

Rusya'dan Vladimir Vısotskiy geçti


Hakan Aksay




“Bir yıla kalmaz unutulur dediler, Vladimir Vısotskiy 40 yıldır unutulmadı”







Hakan Aksay Kuzey Gündemi’ne yorumladı:


-“Politikadan daha önemli şeyler var: hayat, dostluk, aşk, sanat...”

-Senarist ve aktör Nikita Vısotskiy babasını anlattı: “Babam bir yılda unutulur dediler, oysa 40 yıldır unutulmadı.”

-“Vısotskiy’i 90’lı yıllarda Taşkent’te okurken keşfettim” Çevirmen Hüseyin Avni Dağlı, Kuzey Gündemi’ne anlattı. 

-Vısotskiy yazdı ve söyledi: Zaman Şarkısı "İyi olan şeyler iyi olarak kalır, geçmişte ve gelecekte...”


Bugün günlerden Vısotski




Aydın Sezer



Vladimir Semyonoviç Vısotski...

Kariyeri Sovyet kültüründe muazzam, sınırsız ve kalıcı bir etki yaratan şarkıcı, şarkı sözü yazarı, şair ve oyuncuydu.

O, Sovyetler Birliği’nin gerçek bir değeri, Sovyet insanının ruhuydu.

Çok fazla Rus’tu, Matruşka gibi. ‘Rus nasıl tarif edilir?’ diye bir soru sorulsa, tek kelimeyle “Vısotski” gibi demek yeterli olur. Hani derler ya, “Rus’un ruhunu anlamak için doğru bir yerden başlamak lazım”, işte Vısotski, başlanacak en iyi örneklerden biridir. Putin, bugün Rus kimliğini kendi yorumuyla inşa ederken, en çok Vısotski’den yararlanıyor, ondan ilham alıyor.

Rusya’da 2010 yılında yapılan “20. yüzyılın idolleri” anketinde Yuriy Gagarin’den sonra ikinci sırada yer aldı. 2011’de yapılan bir başka kamuoyu yoklamasında ise, katılımcıların %98’i Vısotski’yi tanıdıklarını, dinlediklerini, %70’i ise onun Rus kültürünün bir olgusu olduğunu belirtmişlerdi.

Size, bir anlam ifade eder mi bilmiyorum ama koskoca SSCB’deki üç Mercedes'ten birisinin sahibiydi. Diğer Mercedes sahipleri Anatoli Karpov ve "yoldaş" Leonid Brejnev’di.  

Psikologların, Vısotski şarkıları ile psikodramanın tartışmasız bağıntılı olduğunu keşfetmelerinden önce bile ben, Vısotski'nin eserlerinin her zaman ruhumu özgürlüğe kavuşturduğunu keşfetmiştim, özellikle de “Benim Çingene Halim”le.

Sesiyle kitleleri adeta hipnotize ettiği için, muhtemelen bir Batılı antikomünistin aklına gelebilecek bir soru vardı ortada. "Vısotski, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin kitlelerin beynini yıkaması için kullanılan 'seçilmiş' birisi miydi?" Evet, evet tüm Sovyet coğrafyasında beyni yıkanan! o kadar çok insan vardı ki, bunlardan en önemlisi "yoldaş" Brejnev’di.

Brejnev bir gün hastanedeki yatağında Vısotski dinlemek ister. Hemen rica ederler, Vısotki, yakın arkadaşı da olan Brejnev’in kızının evine gider, bir konser verir. Konser telefon bağlantısıyla hastanedeki Brejnev’e canlı olarak dinletilir. Dönemin KGB başkanı Yuriy Andrapov ile de yakın ilişkisi vardı Vısotski’nin, o da hayranıydı. Hırsızlar da öyle... Bir gün Vısotski’nin Soçi’deki evini soyan hırsızlar, evin ona ait olduğunu öğrenince, evden çaldıklarını bir özür mektubuyla iade etmişlerdi.

Rus kadınlarında bugün bile hala çok özel bir yere sahip Vısotski, o hâlâ milyonlarca Rus kadınının babası, kocası ya da oğlu olarak hayat buluyor, sanırım onu en iyi kadınlar anlıyor.

Üç evliliği ve bilinmeyen sayıda kız arkadaşı hatta metresi oldu. Son evliliğini Rus asıllı Fransız sanatçı Marina Vlady ile 1969 yılında yaptı. Marina o sıra Mosfilm ile çekilen bir film için Moskova’da bulunuyordu.
  
Marina ile 10 yıllık bir uzak mesafe evliliği sürdürdü. Marina, Vısotski ile birlikte daha fazla zaman geçirebilmek için çoğu kez kariyerini tehlikeye attı, sık sık Paris’i bırakıp Moskova’ya geldi, Moskova’da yaşadı. En sonunda Fransız Komünist Partisi’ne üye olarak SSCB’ye sınırsız giriş sağlayan vize de aldı.  Bu arada, bu uzak mesafe ilişkisinin Vısotki’ye ilham verdiği de söylenir.  

İlk yurt dışı seyahatini, 1971 yılında Polonya ve Fransa’ya yaptı. Ona yurt dışı çıkış iznini alan kişi, Fransız Komünist Partisi lideri George Marchais’ydi, Marchais bizzat Brejnev ile telefonla görüşerek almıştı bu izni.

Vısotski 1976 yılında Beyaz Rusya’daki konserinden hemen sonra eşi Marina ile izin almaksızın, Fransa’ya oradan da Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmişti. Los Angeles’ta bir yaz akşamı, havuz başında toplanan Hollywood ünlüleriyle tanıştı. Kimlerle mi? Mesela, Gregory Peck, Liza Minnelli, Robert De Niro, Anthony Hopkins, Michael Douglas hatta ünlü olmak için sırasını bekleyen Sylvester Stallone ve diğerleri ile. Vısotski orada gitarıyla şarkı söyledi. Onlardan biri de “Titiz Atlar”dı. Ünlüler tek kelime anlamadıkları halde, bu şarkıyı o kadar büyük hayranlıkla dinliyorlar ki, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin ve KGB’nin, o an bu Hollywood yıldızlarının beyinlerini yıkadığı bile iddia edilebilirdi.

Marina anılarında, “Lisa Minnelli, neredeyse Vysotski’nin dibinde, ayaklarının hemen yanında oturuyordu;  hatta Vısotski “onun sürekli bakışından, gözünü dikişinden cesaret almışa benziyordu” diye yazıyor. Buradan anlıyoruz ki, Vısotski eşine yakalanmıştı. Sadece Minneli mi, hemen hepsi, bir taraftan onu dinliyor diğer taraftan da Natalia Nikolaevna Zaharenko’nun ağzına bakıyorlar, onun tercümesini takip ediyorlardı. Zaharenko kim mi? Aslında onu hepiniz tanıyorsunuz ama siz onu Natali Wood adıyla biliyorsunuz.  

Çek yönetmen Milos Forman, Vysotski ile ilgili 1981 Amerikan yapımı Rusça belgeselde, “O partidekiler aslında hiçbir şey anlamamıştı ama herkes Vısotski şarkılarının derin, içten şarkılar olduğunu; onları tüm kalbiyle, tüm samimiyetiyle yazdığını ve bestelediğini anlamışlardı” demişti. 

Evet, işte o şarkı bu şarkı:  “Кони привередливые” ya da “Titiz Atlar”. Açıkça kendisini anlatıyor bu şarkıda Vısotski:


  
Eğer Türkçe sözlerini merak ediyorsanız, o da burada,  Hüseyin Avni Dağlı çevirmiş. 

Jessica Lange’ın, Vysotski ile Los Angeles ve Paris’te ne zaman buluşup, karşılaşsa “Akşamları biz boş boş otururken o gitar çalar, şarkı söylerdi” demişliği de vardır. Aşık mıydı bilmiyoruz, Vısotski evliydi ama Jessica Hanım daha sonra yanılmıyorsam, bir başka Rus’tan, Mikhail Barışnikov’dan çocuk yapmıştı.

Vısotsky kuşkusuz, bir Soljenitsin, bir Saharov gibi muhalif değildi ama onun muhalifliği de başkaydı. Ülkesini seven ve ülkesi dışında ülkesi hakkında tek kelime kötü konuşmayan birisiydi. Sovyetler'e hiç ihanet etmedi. ABD’de bulunduğu sırada Batı'ya sığınan Barışnikov ile bir TV programına dahi katıldı. Israrlı sorular karşısında, hep “Ben muhalif değilim sadece bir sanatçıyım, üstelik ülkemi terk etmek gibi bir niyetim de yok, ülkemi seviyorum, ülkeme zarar vermek istemiyorum ve vermeyeceğim” diyordu.

Vısotskiler New York’ta Barışnikov’un evinde kaldılar. İşte o sırada Barışnikov da “Titiz Atlar’ı” dinlemiş olmalı ki, ait olduğu Sovyet kültürünün ve iklimin yansımasını nasıl içselleştirip nasıl etkilendiyse ve artık ne yaşadıysa, bunu 1985 yılında Beyaz Geceler’de dışa vurmuştu. Sekiz yıldır batıda özgür! olduğu halde, “Sen özgürlüğün gerçekten ne demek olduğunu bilir misin?”, diye soruyor ve hemen arkasından “Visotsky gibi bağırmak istiyorum” diye ekliyordu.  Bakın isterseniz:




Vısotskyi’deki Charles Bronson hayranlığına gelince ki, bu hikayeyi öğrendiğim andan beri Bronson’dan nefret ederim! Vısotski bir gece otelde uyuyamamış, otelin terasına çıkmış, o sırada karşısında Bronson’u görünce yanına gidip, o kötü ingilizcesiyle “Onu sevdiğini, kendisinin bir Rus şair ve şarkıcı olduğunu belirtip, sohbet etmek istediğini” söylemiş. Vısotski için sıra dışı bir karşılaşmaymış bu. Ancak, Bronson, 10 yaşında öğrendiği İngilizceden çok önce Rusça bilen ve konuşan birisi olarak, Vısotski’ye, ekranlardaki karakterine yaraşır bir sertlikle, kısa ve öz biçimde “Git buradan!" (Defol, yıkıl karşımdan!) diye yanıt vermiş.

Vısotski Fransa bulunduğu sırada, Fransız Komunist Partisi’nce düzenlenen ve "Fête de l’Huma" adıyla bilinen yıllık kültürel etkinliklere de katılmış. Biliyorsunuz, bu vesileyle konserler, kitap etkinlikleri ve siyasi etkinlikler düzenlenir. Fransız Komünist Partisi’nce düzenleniyor olsa da, bu etkinliklere, onun çeperini aşan bir katılım olur, hatta sağcı bilinen şarkıcı ve sanatçılar bile katılmaya can atarlar.

Vısotski denilince aklıma gelen ilk dört kelime; direniş, içtenlik, infilak ve samimiyettir. Brejnev Sovyetleri’nde hayatını hiçe saydı, sağlığına önem vermedi. Bir 25 Temmuz günü sadece 42 yaşında öldü gitti, yaşasaydı bugün 82 yaşında olacaktı. Aslında, dayanamadı Brejnev Sovyetleri’ne, yasaklarına ve baskılara dersek daha doğru söylemiş oluruz. Ölümünden sonra yapılan dedikodulara bakılırsa, aslında o da, Batılı benzerleri gibi, alkol ve uyuşturucunun etkisiyle erken göçüp gitmişti dünyadan. Vısotski’nin hâlâ yaşadığını iddia edenler olduğu gibi, The Economist, onun KGB tarafından susturulduğu iddiasına dahi yer verdi. Hatta, onun uyuşturucu ile tanışmasını bizzat KGB’nin sağladığı da iddia edildi. Ancak, gerçek, alkol tüketimi "rekor aşırı düzeyde" olan Vısotski’nin kalbi, karaciğeri ve böbreğinin iflas etmesi karşısında, doktorların sık sık morfin kullanmasının onu uyuşturucu bağımlısı yapması.

Rus arkadaşlarıma, "Vısotskiy sizin için ne ifade eder" diye sormuşluğum da vardır. Emin olun hep aynı cevabı aldım. “Onu sevmeyen veya anlayamayan benim dostum olamaz” ve “Eğer günün birinde öleceksem, Vısotski dinlerken ölmek isterim.”

Son olarak, yazımı Vısotki’nin en sevdiğim şarkısını paylaşarak bitireyim: “Benim Çingene Halim”:



Ben nedense, Vısotski’nin bu şarkısını bir gün Grigory Leps de seslendirsin diye yazdığını ve bestelediğini düşünürüm. O da burada:




14 Temmuz 2020 Salı

100 yıllık inşaat bilançosu: İşte Moskova'nın en sıra dışı binaları







Moskova'da son 100 yıl içinde inşa edilmiş en sıra dışı konut binaları açıklandı. Belediyenin internet sitesinde yayınlanan değerlendirmede 12 yapı yer alıyor. Prospekt Mira ve Begovaya'daki binaların yanı sıra 2-oy Kazaçiy Pereulok'taki Roma Evi de listede adı geçen konutlar arasında.

İnşa edildiği 70'li yıllarda dönemin en geniş altyapısına sahip olan Leningradskoye Şosse'deki Lebed kompleksi de listedeye girmeyi başaran bir diğer ünlü yapı.

Dovjenko ve Nejinskaya sokaklarındaki daire biçimli binalar da diğer sıra dışı yapılar. 900'er daire içeren bu iki yapının çapı 155 metre.

Başkentte yataydaki en uzun konut yapısı ise Bolşaya Tulskaya'daki 400 metrelik yapı oldu. Binanın Moskovalılar arasındaki adı "yatık gökdelen".

Başkentin bir diğer ilginç yapısı da Grizodubovaya Sokağı'danki "yelkenli" bina.

Listeyi tamamlayan dğer binalar Presnenskiy Val'daki "yassı binalar" ve Vişnyakovskiy Pereulok'ta üç farklı mimarı dönemden izleri bünyesinde buluşturan bina oldu.



12 Temmuz 2020 Pazar

Yaz gündönümünü simgeleyen Slav geleneği: İvan Kupala kutlamaları






Yüzyıllardır varlığını sürdüren ilginç Slav geleneklerinden biri yaz gündönümünü simgeleyen İvan Kupala kutlamaları, 6-7 Temmuz’da yapıldı.

Bir araya gelme veya yıkanma, arınma anlamlarına gelen bir kelimeden türetilmiş olabileceği sanılan Kupala kutlamalarında çelenk yapılıp başa takılıyor, ateş yakılıp etrafında dans ediliyor, toplu olarak suya giriliyor, konserler, oyun ve eğlenceler düzenleniyor.

İvan Kupala’nın modern içeriğinde gelenek kapsamındaki eski inanışlardan çok bir halk geleneğinin yaşatılması amaçlanıyor.

Su birçok kültürde bolluğun, bereketin, hayatın, temizliğin, saflığın ve arınmanın sembolüdür. Bu yüzden İvan Kupala kutlamalarının önemli unsurlarından biri arınma amaçlı toplu olarak suya girmek.

İvan Kupala bayramında toplanan otların her zamankinden şifalı ve koruyucu olduğuna inanılmıştır.

Kupala kutlamaları sırasında ateşin üzerinden atlandığında hastalıklardan kurtulunduğuna inanılmaktadır. Ayrıca mutluluk ve başarı isteyenler de ateş üzerinden atlamalı.

Ateş eski kültürlerde koruyucu, temizleyici, insanları birleştirici, duman ve yiyeceklerin kokusuyla haber verici anlamlarını gündeme getirmiştir. Bu yüzden İvan Kupala kutlamaları sırasında mutlaka ateş yakılıyor ve etrafında dans ediliyor.

İvan Kupala başlangıçta 21-22 Haziran olarak esas alınmışken takvim değişiklikleri sonrası 6-7 Temmuz olarak kutlanmaktadır.

Aziz Nesin Moskova'ya gider




Aziz Nesin Moskova'ya gider. Çevirmen olarak Türkoloji'yi yeni bitirmiş Vera adlı bir genç kızı verirler yanına. 

- Ne kadar şanslıyım, der Vera. Mezun olur olmaz sizin gibi bir yazara çevirmenlik yapıyorum. Üstelik iki gün sonra Yaşar Kemal geliyor. Onun çevirmeni olarak da beni görevlendirdiler. Türkçemi ilerleteceğim.

- Boşuna sevinme, der Aziz Nesin. Yaşar Türkçe bilmez.

-Türkçe bilmez mi?

-Bilmez.

İki gün sonra Yaşar Kemal gelir, karşılar Vera.

Yaşar Kemal: Merhaba bacım, der sarılır Vera'nın boynuna. Yanaklarından öper. Şakır şakır konuşmaya başlar.

Vera bunun üzerine şaşırır:

-Ne güzel Türkçe konuşuyorsunuz.

Şaşırma sırası Yaşar Kemal'dedir.

- Anlamadım!

-Sizin Türkçe bilmediğinizi söylemişlerdi de.

Yaşar Kemal güler:

-Haaa demek Aziz Moskova'da.

Bir Yazar, Fantast ve Bilim İnsanı; Ivan Yefremov




Metin UÇAR




‘Uygarlık’ TV Programları Yapımcılık tarafından hazırlanan programın çevirisidir.

1970 yılında, Sovyetler Birliği’nde alışılmadık törenlerle, geniş katılımlı toplantılar, gösteriler düzenlenerek Vladimir İlyiç Lenin’in 100. Doğum yılı kutlanmaktaydı. Yine aynı yıl, tüm dünya çapında kutlamalar yapılırken, kaderin bir cilvesi gibi yine aynı günde, ancak onlarca yıl sonra doğan bir insanın başına korkunç bir olay gelmişti. Bu insan dünya çapında tanınan bir bilim insanıydı, yazardı, Sovyet bilimkurgu edebiyatının temelini atanlardan biriydi: İvan Antonoviç Yefremov. O gün kütüphanelerin, kitapçıların raflarından, basımevlerinin baskı makinelerinden son kitabı ‘Öküz saati’ toplatılmıştı. Bu ‘rezil’ kitabın ele geçirilen tüm nüshaları bir yerde toplanır ve ateşe verilir. İşte böylece, 20 yy’nın tam ortasında, dünyanın en fazla okuyan insanlarının yaşadığı memleketin başkentinde kitapların alevleri gökyüzüne yükselmekteydi.

Programın sunucusu, SSCB’nin belgesel yapımlarının vazgeçilmez sunucusu Lev Nikolayeviç Nikolayev bakın ne diyor?

Bir yazar, fantast (Rusya’da bilimkurgu yazarlarına verilen isim) olarak Yefremov, olayların bu şekilde gelişebileceğini öngörebilmiş olmalıydı. Çünkü bilim ve teknoloji alanında sonradan gerçek olan sayısız öngörüsü vardı. Burada ise işte böyle olmuştu her şey. Yeri gelmişken söyleyeyim, bu kitap Yefremov’un iktidarın hoşuna gitmeyen tek kitabı değildi. Edebiyatta ise mutlu bir hayat yaşamıştır. Onu severlerdi, kitaplarını okurlardı, hala da okuyorlar. Bu bilimkurgu için oldukça seyrek rastlanan bir durumdur. Ancak Yefremov, edebiyat dışında, en azından iki hayat daha yaşamıştır. Biri bilimsel, diğeri ise sıradan, insani hayat. İşte bu diğer iki hayatı pek bilinmez. Oysa çok karmaşık, zor, dramatik çatışmalarla doludur bu hayatları. O dönemde yaşanan olayların sırrı hala sonuna kadar anlaşılabilmiş değildir.

Yefremov’un Öküz Saati adlı kitabından alıntı:

‘Reis, insanlığı yiyip bitiren en büyük felakettir. O herşeyi, geçmişi, bugünü ve geleceği çarpıtarak kendi iblislerini yaratır. Alt tip toplum yalan olmadan yaşayamaz.’

Yıldız Gemileri adlı hikayesi, Sovyet bilimkurgusunda uzay seyahatleri temasının başlangıcı olarak kabul edilir. Andromeda Nebulası adlı romanında, dünya edebiyatında bir ilk ortaya çıkar. Bu romanda Dünya temscilerinin diğer galaksilerdeki akıllı canlılarla ilk teması işlenir. Dünya çapında tanınan bir paleontolog ve tortul katmanlardaki fosil oluşumunu inceleyen bilim dalının yaratıcısı olarak Yefremov, geçmişi ve uzak geleceği inanılmaz bir gerçeklik ile anlatmayı başarabilmiş bir yazardır. Yefremov’un aklı sayısız düşünce ve proje ile dolu idi, ancak bunları hayata geçirmesine bir türlü fırsat vermiyorlardı. Yefremov, romanının toplantılması ve yakılması trajedisinden iki yıl sonra hayata gözlerini yumar. Yefremov’un ölümünden iki ay sonra, yakılan bedeninden kalan küllerin içinde bulunduğu kabın hala dairede bulunduğu bir zamanda detaylı bir arama yapılır. Tanıklar eşliğinde arama yapan on kişi merhum yazarın çalışma odasının santim santim tararlar. Hiçbir şey bulamazlar ancak kilitli olan bir dolap ilgilerini çeker.

Yefremov’un dul eşi Taisia İosifovna Yefremova o günü bakın nasıl anlatıyor?

“Onlara dedim ki orada İvan Antonoviç’in külleri duruyor. İşte böyle. Onlar ise yine de açmamı rica ettiler. Bunun üzerine, havluya sarılı olan kabı masanın üzerine koydum ve dedim ki ‘Eğer içinizden biri ona dokunursa, kabı kıracağım!’”

Yefremov’un dul eşi sonu gelmez aramaların yeni çıkan kitabı ‘Öküz Saati’ ile ilgili olduğunu hissediyordu ve aramaya gelenlere bir soru yöneltti:

‘İvan Antonoviç hayattayken diye gelmediniz ki?’

Aldığı cevap ise şöyleydi: ‘Biz onu koruyorduk!’

Korumuşlar! Tabii ki. Çünkü yazar devlet nezdinde öneme sahip bir kişilik idi. Başka bir şekilde davranmaları mümkün değildi ki. Sadece Andromeda Nebulası romanını hatırlasak bile yeter.

Yefremov fiziksel bakımdan çok güçlü biriydi. Gençken rahatlıkla at nallarını bükebiliyordu. Bu dededen, babadan kalan bir gelenek idi. Hayatının sonuna kadar da böylesi at nallarını (mecazi anlamda) bükmekle uğraşmıştır. Yefremov bir keresinde tüm hayatının sarsılmaz bir inatçılık içinde geçtiğini söyler. Bilimle uğraşma hakkını mücadele ederek elde eder, romanlarının redaksiyonunu ve sansürünü yapanlarla mücadele eder, boş şeylerden nefret ederdi. Yefremov birgün mağazalarda yeni satılmaya başlanan doğudan gelen bir figürini görür.

Yefremov’un dul eşi Taisia İosifovna Yefremova o günü anlatıyor:

“Orada, o meşhur figürin duruyor. Duymuyorum, görmüyorum, konuşmuyorum diyen üç maymun. Orada olup da İvan Anotolyeviç’in ne dediğini duyacaktınız. Gramofon misali sesi ile şöyle demişti:”

‘Tipik bir sovyet insanı!’

Yazarın dul eşi aramadan sonra ortalığı toplar. Dağılan kağıtları düzene sokar. Yazar eşi ile 20 yıl boyunca hiçbir zaman ayrılmamıştır. Sadece yazarın hastaneye yattığı mecburi ayrılık dışında. Yazar hastanede iken boş durmaz eşine mektuplar yazar:

‘Seni öylesine güçlü ve derinine seviyorum ki her şeyimle sana bağlıyım. Tabii hayattan, sürekli hastalıktan, işlerin çokluğundan, sık sık yaşadığım yardım alamama duygusundan yoruldum, sen de olmasan hayatımı çoktan tamamlardım. Ama şimdi, sen yanımdayken, hiçbir zaman olmadığım kadar mutluyum. Çünkü iyi tanrılar senin gibi, mucizevi bir kadını bana gönderdiler.’

Yefremov’un dul eşi Taisia İosifovna Yefremova şöyle anlatıyor:

“Bundan bahsetmek benim için çok zor. O gün bana yazılmış iki mektup buldum. Birini 1966’da akciğerlerinden hastalandığında, diğerini ise son yılı, 1972’de yazmış. Orada küçük bir deftercik vardı. Tavsiyeler diye. Aynen şöyle yazmış: Burada, bana ihtiyacın olduğunda, benim yanında olmadığımda başvuracağın tavsiyeler var.”

Yefremov burada şunları yazmıştı:

‘Tek başına kaldığında her türlü provokasyona açık olacaksın. Benim ya da senin dostun olarak şerefsizin biri yanına gelebilir, sonra bizi suçlayabilir. Tanımadığın insanları hiçbir zaman daireye sokma, soktuysan bile onlarla açık açık konuşma, her türlü söze karşı dikkatli ol. Sen atak birisin, söylenmeyecek şeyler ağzından kaçabilir. Hatırla, 1923 – 1953 yıllarına ait notlarımı, fotoğraflarımı, kayıtları yok ettim. Çünkü bunlar birçok arkadaşımın Stalin kıyma makinasına gitmesine neden olacak şekilde çarpıtılıp kullanılabilirdi.’

Aramadan sonra ailenin bir tanıdığı dul eşine telefon eder ve heyecanla konuşur: ‘Bana bazı fotoğraflar gösterdiler ve orada Yefremov’un olup olmadığını sordular.’

Yefremov’un eşini uyardığı konu işte buydu. Gerçekten de inanılmaz bir önsezisi vardı. Önsezinin hem bilim insanının hem de bir yazarın ihtiyacı olan bir şey olduğuna inanırdı. Eserlerinde bir ilk olarak alışıldık romantizmden, maceralardan uzaklaşarak, kendine daha yakın olan sanatsal arayış romantizmini yansıtır. Hemen hemen tüm hikayelerinde kendisinden bir parça vardır. Bir paleontolog, biyolog, antropolog olarak. Yefremov’un katıldığı 31 bilimsel geziden günümüze kalan video kayıtları vardır. Yefremov bunların 26’sına başkanlık yapmıştır.

Yefremov şöyle diyor:

‘Şef, zor anlarda en ileride olandır, çamura batan araca ilk omuz atandır, buz gibi soğuk suya ilk girendir. Çünkü akıl, cesaret ve güç ileride olmayı sağlar, bunlar yoksa hiç şefliğe kalkışmamak lazım!’

Okul yıllarındaki bir yarışmada en yakışıklı seçilmesi, katıldığı bilimsel gezilerde keşfettiği sayısız fosil nedeniyle şanslı görülen, hem hayranlık duyulan hem de kıskanılan biri idi. Günlerden birinde bilimsel gezinin en değerli sonuçları, kayıtları anlaşılmaz bir şekilde kaybolur. Bu olay Çita Bölgesi ve Yakutiya sınırında yaşanmıştı. Yefremov’un çevresinde mistik bir ava benzeyen, garip olaylar olmaya başlar.

Yefremov’un paleontolojideki başarıları da çok değişik tepkiler doğurmaktaydı. Yefremov, paleontolojinin kosmosa açılan bir pencere olduğuna inanırdı. Bu pencereden bakarak düşünen canlıların nasıl ortaya çıktıklarını açıklayan kanunları anlamak mümkün idi. Ancak memlekette Lısenko devri yaşanıyordu. Lısenko bilimi önemli olanlar ve olmayanlar diye iki kısma ayırmıştı. Yapılacak bilimsel gezi hazırlık süreleri kabul edilemeyecek şekilde uzamaktaydı. Bu gezilerden elde edilecek bilgiler Yefremov’un çalıştığı Paleontoloji Enstitüsü’nün geleceğini belirleyecekti.

Gecikmelerden bıkan Yefremov, Bilimler Akademisi Başkanı Sergey Vavilov’a bir mektup yazar:

‘Geziye başlamak için çok geç kalındığı açık. Talimatlarınızın yerine getirilmesi onlarca güne yayılıyor. Gezinin ihtiyacı olan insanlar henüz tayin edilmedi. Kasımın birinden itibaren çölde ayazlar başlar. Bu paleonotoloji çalışmalarının yapılmasını imkansız kılan bir durumdur.’

Vavilov gereken yardımı yapar ve bilimsel gezi tamamlandığında tüm dünyanın hayranlığını kazanan, çok zengin buluntular getirilir Moskova’ya. Bazı yeni keşfedilen fosilllere Yefremov’un adı verilir: İvantozavr Yefremog. 2. Dünya Savaşı sırasında Alman bilim insanı Hyuni ordu komutanlığına resmen başvurarak Moskova’nın bombalanmamasını rica eder. Bombardıman sırasında bu paha biçilmez koleksiyon yok olabilirdi.

Yefremov ele geçirilen fosillerin sadece paleontolojinin değil dünyadaki tüm bilim insanlarının erişimine açık olması gerektiğini düşünüyordu. Bu amaçla oturup Stalin’e bir mektup yazar. Stalin’den olumlu cevap alan Yefremov’a ve bilim insanlarına kimsenin ilgi duymadığı bir ahır tesisi tahsis edilir. Bu Moskova’da bulunan, dünyanın en güzel müzelerinden biri olan Paleontoloji Müzesi’nin de ilk adımı olur. Bunlar olurken, enstitüde partisiz Yefremov’la ilgili kişisel dosya incelenmeye başlamıştır. Yefremov’a ve meslektaşlarına yüklenmek istenen suçlar vardı: Onlara göre tek bir kişi tam anlamıyla bir bilim insanı ve edebi eserler yazarı olamazdı. Oysa yazarlık işine 37 yaşında başlamıştır. O yıllarda Orta Asya’daki bir bilimsel gezide garip bir hastalığa yakalanır. Yefremov buna paratifo adını vermiştir. Doktorlar bunun ne olduğunu bir türlü tespit edemezler. Yefremov her beş yılda bir tam bir ay boyunca ateşli kriz yaşardı.

Yefremov’un dul eşi Taisia İosifovna Yefremova şöyle anlatıyor:

“Böyle bir hastalık anında, tedavisini yapan bayan doktora gülerek şöyle demişti. 55 yılıydı. ‘Öldüğümde, not düşersiniz. Teşhis konulmadan öldü desinler.’ Halbuki bilimler akademisinde tedavi görmekteydi.”

İşte bu hastalanmalarından biri bilimsel bir gezi sırasında olur. Yapacak başka bir işi olmadığı için sıradan bir jeoloğun hayatını yazmaya karar verir. Gobi Çölü, geceleri insanı hayran bırakan yıldızların fantastik görüntüsü belki de Yefremov’u yıldızlara yolculuk düşüncesine, başka uygarlıklarla temas konusuna itmiştir. Yefremov daha sonra yazacağı ‘Yıldız Gemileri’ hikayesinde bundan bahseder.

Beklenmedik bir şekilde yazar Aleksey Tolstoy, Yefremov’la tanışmak ister. Tolstoy, Yefremov’a sorar:

‘Nasıl oldu da böylesine soğuk ve ince bir stil yaratabildiniz?’

Yefremov cevaben şöyle konuşur: ‘Eğer yazdıklarımda kayda değer bir şeyler var ise bu bilimden geliyordur!’

Paleontoloji ve jeoloji gözün gördüklerinin tam ve doğru bir şekilde kaydedilmesini gerektirir. Bilim insanı özelliği ve fantast yazar kabiliyeti bilimin uğraştığı sorunları geleceğe yansıtmasına yardımcı oluyordu. İşte bu özellikleri, birçoklarının kehanet olarak adlandırdığı öngörülerinin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bir keresinde yazdığı romana ‘Elmas Tünel’ adını verir. Bu romanda Afrika ve Sibirya tektonik plakaların benzerliklerinden bahseder. Sibirya’da elmas yataklarının bulunabileceğini tahmin eder. Sonuç aynen de dediği gibidir. 12 yıl sonra bilim insanları Yakutiya’da elde edilen ilk elmaslardan üç tanesini Yefremov’un masasına bırakırlar.

Diğer bir kehaneti hologramdır. Yefremov’un romanlarından esinlenen bilim insanı Yuriy Nikoyaeviç Denisük üç boyutlu hologram cihazını icat eder. Yefremov yine romanların genlerin hafızası olduğu temasını işler. Bunda eski yunanlalıların rüyalarla ilgili düşüncelerinden etkilenmiştir. Yefremov milyonlarca yıl içinde genlerin canlı hayat için önemli olan bilgileri kodlayarak saklayacağı bir mekanizmanın gelişmiş olabileceğini düşünmekteydi. Bu şekilde bir canlının deneyimi ile elde ettiği bilgi genler aracılığı ile daha sonraki nesilere aktarılabilirdi. Sovyetler Birliği’nin ilk kosmonotları Yefremov’un yıldızlararası akıllı canlılarla ilk temas konulu romanlarını okuyarak büyümüşlerdi.

Yefremov’a karşı düzenlenen dosyayı incelediğimizde aslında gurur duyulması gereken hususlarda yazarın kendini savunmak durumunda kaldığını görüyoruz. Ancak yazarın arkasında bilim olduğu için bu mücadeleden başı dik çıkmayı başarmıştır. Hakkındaki soruşturma devam ederken Yefremov’a memlekette verilebilecek en önemli ödülün verildiği haberi gelir. Bu Yefremov’un temelini attığı tafonomi bilimi ile ilgiliydi. Jeolojik kalıntılar incelenmek sureti ile dünyanın geçmişi hakkında bilgi edinilmesi mümkün oluyordu artık. Ancak ona karşı olanlar da boş durmazlar. Daha 51 yaşında iken sağlığı neden gösterilerek emekli edilir. Bu Efremov için zor günlerin başlangıcıdır. Hemen hemen aynı zamanda bir İngiliz yayınevi Yefremov’a mektup yazarak daha önce basılmamış eserlerini basmak istediklerini söyler. Yefremov bu mektuba şöyle cevap verir:

‘Mektubunuza sadece ret cevabı yazabilirim. İlla ki burada basılmamış eserlerimi basmak istiyor olmanızı şüpheli görmekteyim. Çünkü İngiliz okuyucusu için şu ya da bu eserimin Rusça’da basılıp basılmadığının bir önemi olamaz ki! Ahlaki bakımdan ben bir Rus yazarıyım ve Rus halkı için Rusça yazıyorum.’


Yine aynı zamanda Fransa’da bir dünya bilimkurgu romanları antolojisi çıkar. Kitabın ilk eseri Yefremov’un Andromeda Nebulası’dır.

Andromeda Nebulası filminden alıntı:

‘Siz, beni emek yoluna çağıran büyükler, kabiliyetimi ve isteğimi kabul edin, emeğimi kabul edin, gecenin ortasında, gündüzün ortasında beni eğitin, bana yardım elinizi uzatın, çünkü bu emek yolu çok zor, elinizi uzatın ve ben peşinizden gideceğim!’

Romanın kahramanları büyük ring çağında yaşarlar, ruhi ve öğrencilik gelişimlerinde uyum içindedirler. Bunlar bizim uzak gelecekteki torunlarımızdır. Yefremov, geleceğin görüntüsünün, kosmostan güzelliğin derlenmesi için yapılan büyük bir çaba olduğunu yazar. Belki şimdilerde güzellik insan ruhunu terk ediyor ama gelecekte mutlaka insanlık gelişimi yayının yeni bir dönemecinde tekrar geri gelecektir. Yazar Andromeda Nebulası’nda geçmişi, bugünü ve geleceği bir araya getirir, burada anlatılan halkın idealleri yanında Marks’ın, Lenin’in idealleri sönük kalır. Bundan rahatsız olan okuyucular KGB’ye şikayet mektupları yağdırırlar. Ancak oradan gelen tepki yumuşaktır. Tek yapılan evine, hatta hastanedeki koğuşuna dinleme cihazları yerleştirmek olur.

Yefremov’un dul eşi Taisia İosifovna Yefremova şöyle anlatıyor:

“Bir gün yeğenimle telefonda konuşuyordum. O anda klik sesini duydum. Hemen hissediliyordu bu. Demek ki birisi konuşmamıza bağlanmıştı. Bunu duyunca, ‘Böyle şeylerle uğraşmanız ne utanç verici. Utanmıyor musunuz? Başkalarının konuşmasını dinlemek, hele de kadınlar arasındaki konuşmayı dinlemek?’ dedim. Ne düşünüyorsam söyledim. Belki küçük düşürücü şeyler de söylemiş olabilirim. Telefondaki gizli ses birden konuştu: ‘Lütfen küçük düşürücü şeyler söylemeyin!’”

Çeşitli nedenler uydurarak yazarın yurtdışı seyahatlerine engel çıkarılmaktaydı. Böylece Yefremov belgeleri yetişmediği için ne uluslararası paleontologlar forumuna gidebilir ne de Hindistan’dan düzenlenen bilimkurgu filmleri festivalinde jüri üyeliği yapabilir. Oysa birçok insan onun Hindistan’a gittiğine inanır. Çünkü kült romanı Bıçak Sırtında’yı yazarken hint kültürünü öylesine detaylı ve gerçeğe yakın bir şekilde anlatmaktadır ki bunu ancak kendi gözleri ile bunları görmüş biri yapabilirdi. Yefremov bu romanında insanın gizli kabiliyetlerinden, insan hafızasının imkanlarında ve o zamanların tabu konusu yogilerden bahseder. Yefremov’un bu romanı biyik ilgi çeker. Yazar sayısız mektup alır. Roman birçok insan için sürekli olarak kapalı olan kapıların aralanmasıydı.

Yefremov Öküz Saati romanını yazmak için Moskova Bölgesi’nde ormanlık bir alanda, herkesten gizli çalışmak zorunda kalır. Roman yayınlandıktan sonra o zamanlar KGB Başkanı olan Yuriy Andropov parti başkanlığına bir not yazar ve romanda modern yaşam tarzının mükellemmeliyetten uzak olduğunun anlatıldığını rapor eder. Hem KGB hem de parti merkez komitesi, Acılar ve gözyaşı olarak adlandırılan gezegendeki halkın, eskiden İnferno denilen cehennemin çarkları arasında yaşadığı hayatın bugün Sovyetlerde yaşanan hayata nasıl da benzediğini hissetmişlerdi. Bunun karşısında ise dünyalıların uzak gelecekteki ruhen gelişmiş hayat tarzı anlatılmaktadır. Kitabın yayınlandığı Molodaya Gvardiya yayınevinin baş redaktörü görevinden alınır. Yefremov buna karşı çıkar. Ancak girişimlerinden sonuç çıkmaz. Öküz Saati romanın basılmasına ancak 18 yıl sonra izin verilir. Yefremov dosyasına bakılacak olursa, yazar kendisine gönderilen zehirli bir mektubu açtıktan sonra ölmüştür. Hemen, masasında otururken.

Yefremov’un dul eşi Taisia İosifovna Yefremova şöyle anlatıyor:

“Bu tamamen bir saçmalık. Daha sonra posta çalışanları ile görüştüm. Ona gelen bütün mektuplar kontrol edilirmiş. Sonra birilerinin daireyi gözetlediğini söylediler. Kim gözetleyebilirdi ki. Ben size söyleyeyim. İvan Anatolyeviç yatağında öldü. Sabah dört buçuk gibiydi.”

Gorbaçov ile gelen yeniden yapılanma döneminde Yefremov’un bir İngiliz casusu olduğu iddiasının ciddi ciddi araştırıldığı ortaya çıkar.

Sunucu anlatımına devam ediyor:

Belki siz de duymuşsunuzdur, güya Yefremov yüklüce altın bulmuş ve bu altınlar iz bırakmadan ortadan kaybolmuş. Ya da uranyum yataklarını nasıl aradığını duymuşsunuzdur. Olabilir de. Bu onun yaşadığı hayata çok uygun düşen iddialardır. Belki de bir insanın kişiliği ne kadar derin ve geniş ise onun başına gelen olaylar da o kadar ilginç ve fantastiktir diyenler haklıdır.

Yefremov bakın ne diyor?

Dünya’da her şey çok sıkıcı. Bu özellikle yakın gelecekte daha iyi hissedilecek. Özellikle de 98 ile 2005 arasındaki savaşlarla dolu muazzam boşluk. Uygarlığımız ilerliyor ama yanlış yoldan gidiyor. Ama ümit ediyorum ki bu yol, uzun eve geri dönüş yolunun başlangıcıdır.


Metin UÇAR

1965 tarihinde doğdum. AÜ DTCF Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunuyum. 1990 yılından bu yana Moskova'da çalışıyorum. Çocukluğumuz Uzay Yolu, UFO, Görevimiz Tehlike, Altı Milyon Dolarlık Adam, Uzay 1999, Savaş Yıldızı Galactica izleyerek geçti. İlk öykümü lise yıllarında yazmıştım. Bir derginin bilimkurgu yarışmasına katılmak içindi. 3. Mansiyona layık görülmüştü. Öykü yazmaya son birkaç yıl içinde hız verdim. Bilimkurgu Klübü ve YBKY gruplarında aktif paylaşımlarım oldu. YBKY'nin ilk derleme kitabında iki öyküm yayınlandı. Tamamlanmış ama yayınlanmamış bir bilimkurgu romanım var. Ayrıca diğer dört roman üzerinde de zaman zaman çalışıyorum.

Yazarlık yanı sıra uzay gemisi dizaynları konusunda uzman oldum. Sayısız fiziksel ve CGI uzay gemisi modeli yaptım. Kendime ait dizaynların sayısı bini geçmiştir. İngilizce model grupları arasında bilinir biriyim diyebilirim.

Rusya’nın nüfus sorunu




Samih Güven






Temmuz ayı başında Rossiyskaya Gazetesi’nde yer alan bir haberde Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Rus ekonomisinde işgücünün yetersiz olduğuna ilişkin görüşlerine yer verildi. Putin, yakın gelecekte işgücü yetersizliğinin daha da belirgin hale geleceğini, bunun da ekonomik büyümenin ciddi bir sınırlayıcısı olacağını ifade ediyordu.

Bu görüş Rusya ekonomisini takip eden yerli ve yabancı uzmanların sıklıkla dile getirdiği bir durumdu aslında. Fakat sayın Putin en yetkili ağızdan konunun ciddiyetle ele alınması gerektiğini ifade etmiş oldu.

Genel olarak Rusya ekonomisindeki büyümeyi sınırlandıran faktörlere bakıldığında, bunların petrol ve doğal gaz bağımlılığı, yatırım ortamındaki sorunlar, işgücü verimliliğinin düşük olması yanı sıra azalan aktif nüfus olduğu görülüyor. Salgın öncesinde genelde düşük büyüme oranına rağmen işsizlik oranının yüzde 4-5 gibi düşük bir seviyede seyretmesinin en önemli nedeni de aktif nüfusun azalıyor olması aslında.

Bugün 17 milyon kilometrekare yüz ölçümü ile dünyanın en büyük ülkesi olan Rusya’nın nüfusu 146,7 milyon.  Bu nüfus büyüklüğü ile Rusya Avrupa’da ilk sırada, dünyada ise dokuzuncu sırada yer alıyor. Kilometre kareye ise 9 kişi düşüyor. Bu sayı örneğin Türkiye’de 106, Almanya’da ise 232.

Rusya nüfusundaki tarihsel gelişmelere kısaca bakılacak olursa örneğin 1897 yılında imparatorluk dönemindeki nüfusun 128 milyon olduğu görülüyor. 1917 yılında ise Rusya nüfusu 91 milyon olarak hesap edilmiş. Bu yıldan itibaren nüfusun genel olarak yükseldiği ve 1991 yılında 148 milyona ulaştığı görülüyor. Tabi II. Dünya Savaşının getirdiği olumsuzluğu da not etmek gerekiyor. Malum tüm Sovyet coğrafyasında 26 milyon kişi hayatını kaybetmişti.

Komünizmin dağılmasından sonra 90’lı yıllar boyunca nüfus açısından önemli sorunlar baş göstermişti Rusya’da. Bu yıllardan itibaren ölüm oranı doğum oranını geçmeye başlamıştı. Ortaya çıkan kötü koşullarda hem sağlık imkanları hem de yaşam kalitesi hızla bozulmuştu. Ayrıca önemli ölçüde göç olmuştu. Bunların sonucu olarak da nüfusta önemli bir azalma yaşandı. Rusya’da son 20 yılda yaşam koşullarında önemli iyileşmeler sağlansa da nüfustaki durağanlık devam ediyor. 2014 yılında 143,7 milyon olan Rusya nüfusu 2015 yılında Kırım nüfusunun dahil edilmesiyle 146 milyona yükseldi.

Yapılan çeşitli projeksiyonlara göre önümüzdeki yıllarda Rusya nüfusunda azalma bekleniyor. Örneğin 2019 yılında Birleşmiş Milletler tarafından yapılan tahmine göre 2050 itibarıyla Rusya nüfusunun 135 milyona, Dünya Bankası tarafından ise 132 milyona düşmesi bekleniyor.

Son yıllarda sevindirici bir gelişme doğumda yaşam beklentisinin yükseliyor olması. Yaşam beklentisi erkeklerde 67, kadınlarda ise 77’e yükselmiş durumda. Doğum oranı düşük ülkelerden biri olan Rusya’da devlet tarafından ailelerin daha fazla çocuk yapmasını teşvik etmek üzere çeşitli yardım programları uygulanıyor. Doğum oranı (1000 kişide) Rusya’da 1,5 seviyesinde iken örneğin Türkiye’de 2,1 civarında. Bu oran birçok Afrika ülkesinde 5-6 seviyelerinde. Diğer taraftan son yıllarda azalma gösterse de Rusya ölüm oranları nispeten yüksek bir ülke. İstatistiklere göre Rusya’da her yıl bin kişide 13 kişi hayatını kaybederken bu sayı örneğin Türkiye’de 6.

Rusya’da iş gücü ise toplam 76 milyon civarında. Bunun 39 milyonu erkek, 37 milyonu kadınlardan oluşuyor. Erkeklerde işgücüne katılım oranı yüzde 71, kadınlarda ise yüzde 56 seviyesinde. Rusya işgücü açığını genel olarak BDT ülkelerinden gelen yaklaşık 12 milyon civarındaki göçmen işçi ile çözmeye çalışıyor. Ayrıca son yıllarda diğer ülkelerden nitelikli yabancı uzmanların ülkeye çekilmesine çalışılıyor. Ancak genel olarak büyük şehirlerde kiraların yüksek olması ve 2014 yılından itibaren gelirlerde yaşanan azalma yabancı uzmanlar için Rusya’nın cazibesini azaltıyor. Dolayısıyla daha fazla yatırım, büyüme ve gelir artışı bu açıdan önem taşıyor.

Sonuç olarak Rusya’da azalan nüfus önemli bir sorun ve bu durum sayın Putin’in dediği gibi büyümeyi sınırlandıran bir faktör. Daha fazla yabancı uzmanın Rusya’ya çekilmesi ve teknolojik alt yapının güçlendirilerek işgücü verimliliğinin artırılması konu bağlamında önem arz ediyor.

5 Temmuz 2020 Pazar

‘Soğuk su’ kâbusu



Cenk Başlamış





Bir Rus internet sitesinde “Apartmanınızda suyun ne zaman kesileceğini öğrenmek için tıklayın” yazısını görünce refleks olarak tıkladım.

Yönlendirildiğim Moskova Birleşik Enerji Şirketinin sitesine otomatikleşmiş klavye vuruşlarıyla evimin adresi olan "Ulista Donskaya 18/7"yi girdim, karşıma çıkan yazıda kesilme ve gelme tarihi dakikası dakikasına vardı: “15 Temmuz saat 14.00 – 25 Temmuz saat 13.59.” . 
Yıkıldım!

Bir yandan “su kesilmesi” yanlış bir ifade çünkü aslında kastedilen “sıcak su” ama Moskova’da soğuk su-arızalar dışında- zaten kesilmediği için diğer yandan da doğru.

Refleks olarak yaptığım bu hareketlerin anlamsızlığını tabii hemen anladım çünkü artık Moskova’da yaşamıyordum, dolayısıyla sıcak suyun kesilmesinin 10 günlüğüne de olsa hayatımı kâbusa çevirmesi olanaksızdı.
Yani saçma ve komik bir şey yapmıştım aslında!

Sıradan, hatta fazlasıyla “havadan sudan” bir konu görünüyor ama Moskovalılar için öyle değil…

Rusya’nın başkentinde hava insanların hayatını doğrudan etkileyecek kadar önemli. Uzun süren, insanda hiç bitmeyecek hissi uyandıran zorlu, yorucu ve yıpratıcı kış ayları sadece soğuk değil karanlık bir hava da getiriyor. Gündüz hava nispeten aydınlanıyor aydınlanmasına ama ortada çoğu zaman güneş olmadığı için şehri pus rengi sarmalıyor. Bu da insanı ister istemez depresif, mutsuz, isteksiz, yaptığı işten keyif almayan, hareketleri robotlaşmış bir canlıya çeviriyor.

Nedendir bilinmez hava insanlarla oynamasını seviyor!

Sabırla kışın bitmesini bekleyenler mart ayında güneşi ve artıya geçen sıcaklığı görünce önce umutlanıyor ama belki de hemen ertesi gün yoğun bir kar yağışı ve dondurucu soğuk yeniden başlayınca insanda “Bitmeyecek bu kış” duygusu uyanıyor, morali yeniden bozuluyor, isyan etmek istiyor.

Nihayet mayıs ayında sıcaklıkların artışa geçmesiyle merkezi sistem çalışan kaloriferler kapatılıyor ama bu sefer de ortaya garip bir durum çıkıyor: Dışarıda normal bir hava var ama evlerin içi buz gibi.

İşte, “soğuk su kâbusu” böyle başlıyor.

Hala soğuk olan evlerde sıcak su kesilince geriye üç seçenek kalıyor: Dondurucu suyla yıkanmak, tencerede su ısıtmak ya da ısıtıcı satın almak. 
Benim gibi ağustosta bile soğuk duş alamayanlar için tam bir kâbus.
Çareyi ısıtıcıda bulmuştum ama kendini zor ısıtan cihazdan gelen ipince suyla yıkanmaya çalışmak başka bir eziyet...
Neyse...

İşin ilginç tarafı sıcak suyun neden kesildiğini kimse bilmiyor.

Eskiden, 21 gün süren kesinti için “borular temizleniyor” açıklaması yapılıyordu ama sonradan bunun doğru olmadığı ortaya çıktı. Şimdilerde "merkezi onarım ve bakım" deniliyor.

Şanslıysanız oturduğunuz bölgede sıcak suyunuz havanın iyice ısındığı temmuz, ağustos aylarında kesiliyor, değilseniz mayısta. Moskovalılar bu yıl daha şanslı çünkü kesinti 1 Temmuz'da başladı.

Sıcak suyun kesilmesine, baharla her yeri kar yağmış gibi kaplayan kavak ağacından yayılan, bu yüzden pencere açtırmayan polenleri, bitmek bilmeyen yağmurları ve yeniden kararan gökyüzünü eklemek gerekiyor.

Sonuç mu?

Sonuç, Rusya’da popüler bir sözde olduğu gibi Moskova’da yaşayanların ömrü yılın 12 ayı yazı beklemekle geçiyor...

1 Temmuz 2020 Çarşamba

Nobel Ödülü Tolstoy’a neden verilmedi?




Samih Güven




Stockholm kentinde Nobel Vakfı tarafından yönetilen ve İsveçli mucit ve girişimci Alfred Nobel'in servetine dayanan uluslararası Nobel Ödülü her bilim adamı ve edebiyatçının hayallerini süsleyen oldukça önemli bir ödül. Dünya çapında prestij sağlıyor ve bilim adamı ve yazarların ömürlük çabalarının takdiri ve tescili anlamına geliyor bir bakıma. Yine de bu ödülü almayan ama dünya çapında üne sahip çok sayıda yazar ve bilim adamı olduğu gerçeğini akılda tutmak gerekiyor.

Nobel Ödülleri fizik, kimya, tıp, ekonomi ve edebiyat alanında veriliyor. Bir de dünya barışına katkı yaptığı düşünülen kişilere. Ödüllerde siyasi bir bakış açısının söz konusu olduğunu düşünenler de var tabi.

Ödüllerin verilmeye başlandığı 1901 yılından 2019 sonuna kadar toplam 950 kişi Nobel ödülü kazanmış. Nobel Edebiyat Ödülü ise 112 yazara verilmiş bugüne kadar. Ülke bazında bakıldığında ilk sıralarda Fransa, İngiltere, ABD, Almanya, İsveç ve İtalya geliyor. 1933 yılında İvan Bunin, 1958 yılında Boris Pasternak, 1965 yılında Mihail Şolohov, 1970 yılında Aleksandr Soljenitsin, 1987 yılında Joseph  Brodsky olmak üzere bugüne kadar 5 Rus yazar da kazanmış Edebiyat Ödülünü. 

Büyük yazar Lev Nikolayeviç Tolstoy’un 1902'den 1906'ya kadar her yıl Nobel Edebiyat Ödülü'ne; 1901, 1902 ve 1910'da Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterilmesine rağmen kazanamaması önemli bir tartışma olmuş.

Peki Tolstoy’a bu ödül neden verilmedi? Sorunun cevabı yazarın özellikle hayatının son yıllarında gündeme getirdiği dini ve siyasi görüşlerine dayanıyor. Malum kiliseyi sert şekilde eleştiriyor ve toprakta özel mülkiyeti reddediyordu yazar. Doğu Batı bilgeliğini birleştirecek ve insanlar için yeni bir kurtuluş yolu olacak arayışları söz konusuydu. Kilise tarafından aforoz edilmişti. İşte Nobel komitesinin bu tartışmalardan etkilendiği anlaşılıyor.

O dönem ödül Tolstoy’a verilmeyince kırk civarında İsveçli yazar ve sanatçı yazara bir mektup yazıyor. Şu ifadelere yer veriyorlar: “Bu ödülü veren kurumun kamuoyunu da, yazarların düşüncesini de temsil etmediği kanısındayız. Herkes bilmelidir ki, gerçek sanat, düşünce özgürlüğü ve yaratıcılığa dayanan sanattır.”

Diğer taraftan, ortaya çıkan bazı bilgilere göre Tolstoy bu ödülü zaten reddetmiş.

7 Ekim 1906’da Rusya Bilimler Akademisi Tolstoy’u ödüle aday gösterince Tolstoy, arkadaşı Finlandiyalı yazar Arvid Yarnefelt’e bir mektup yazıyor ve ödülün kendisine verilmemesi için girişimde bulunmasını istiyor. Tolstoy, “Eğer bana bu ödülü verirlerse, bu durumda ödülden vazgeçmem hoş olmayacak,” diyor mektubunda.

Yarnefelt, Tolstoy’un isteğini yerine getiriyor ve 1906 yılında ödül İtalyan yazar Giosue Carducci’ye veriliyor. Tolstoy, “Bu kararım beni paraları nasıl harcayacağımla ilgili bir zorluktan kurtardı, bana göre para her zaman olduğu gibi ancak ve ancak kötülük getiriyor. İkincisi ise tanımadığım, ama derin saygı duyduğum çok sayıda insanın üzüntü mesajını almak bana büyük onur ve memnuniyet verdi,” şeklinde konuşuyor kaynaklara göre.

Fakat meseleye bakıldığında kimi insanlar için bu ödül son derece önemli olsa da kimileri açısından bir şey ifade etmiyor. Bugün Tolstoy ismi öyle büyük ki böyle bir ödülün verilmemiş olması aslında pek bir şey değiştirmiyor. Tersine o günkü yaklaşımı dikkate alınınca daha büyük yapıyor onu.