Moskova

Moskova

27 Aralık 2014 Cumartesi

Ya Projeyi Zamanında Yetiştiremezsek?



                                                                                                
M. Hakkı Yazıcı
mhyazici@yandex.ru

Kaynak: http://www.turkrus.com/67705-ya-projeyi-zamaninda-yetistiremezsek-xh.aspx

Bizim Bülent’in, inşaat mühendisi arkadaşımın başı dertte. Dertli, zira zamanla yarışıyorlar. Sözleşmede belirtilen projenin bitim tarihine çok az bir zaman kalmıştı.

İki ayakları bir pabuca girmişti.

Bu yetmiyormuş gibi, Rublenin Dolar karşısında değer kaybetmesi, ekonomideki belirsizlik endişeleri arttırmış;  “kriz”, “resesyon” gibi sözcükler günlük hayatın parçası olmuştu.

“Bizim patron işi almak için fazla düşünmeden çok ağır bir kontrata imza atmış,” diye söyleniyordu.

Neyse durum çok ümitsiz değildi. Biraz çok çalışıp işi bitireceklerdi.

Bir de şu proje sahibi  Rus şirketinin müdürü kafa bulmak için sık sık takılıp dalgasını geçmese?

Pavel Viladimiroviç:
“Biliyor musun?” diyor, “Bütün mühendisler aslında iyi insanlardır. Hepsinin cennete gitmesi gerekir.”

“Sağol Paşa,” diye cevap veriyor Bülent.

“Ama bir mühendis ölmüş, yanlışlıkla cehenneme yollamışlar.”

Bülent, tatsız bir şakanın geleceğini anlıyor:

“Eeee?”

“Mühendis iyi çocuk ya, orayı yaşanabilir hale getireyim diyor; bir sürü proje geliştiriyor, iyileştirmeler yapıyor. Zebaniler de durumdan memnun; mühendisi ‘aslansın, kaplansın’ diye pohpohlayıp, yüreklendiriyorlar.”

Bülent, dinlemiyor sanmasın diye çayını yudumlarken araya laf sokuyor:

“Aferin ona; mühendisler böyledir işte,” diyor.

Pavel Viladimiroviç, anlatmaya devam ediyor:

“Bir gün cennet meleğinin telefon edeceği tutuyor. ‘N’aber, nasılsınız?’ muhabbetinden sonra, çenesi düşük zebanilerden biri durumu anlatıyor.

Melek, “Yahu, o mühendisin orada ne işi var, buraya gelmesi gerekiyordu; bir yanlışlık olmuş, onu hemen buraya gönderin,” diyor.

Zebaniler, mühendisten memnun, hiç gönderirler mi?

Dostça başlayan, hal hatır sorma muhabbeti yerini gergin bir tartışmaya bırakmış.

Cennet meleği:

“O mühendisi göndermezseniz hemen avukatımıza talimat verip dava açtıracağız,” diye 
tehdit savuruyor.

Zebani:

“Nah açarsınız,” diye cevap veriyor, “Bütün avukatlar bizim burada, cehennemde,” diyor.

***
Bülent, Pavel Viladimiroviç’in biraz da aba altından sopa göstermek için anlattığı bu anekdotu dinledikten sonra nezaketen gülümsüyor, “Ah patron, keşke şu sözleşmeyi imzalamadan önce bir avukatına danışsaydın,” diye mırıldanıyor.


Sonra dönüp, “Merak etme Paşa, iş yakında başarıyla bitecek,” diyor, “Bizim cennetlik iyi mühendislerimiz, sizin cehennemlik avukatlarınıza fırsat vermeyecek.”

22 Aralık 2014 Pazartesi

“Doları dünya para birimi yapma fikrini ortaya atan kişi bir Kremlin ajanıydı...”





Kaynak: http://www.turkrus.com/

Tarihin en derin döviz krizlerinden birinin yaşandığı Rusya’da ülke basını, doların tarihte uluslararası para birimi olarak kabul edilmesiyle ilgili ilginç bir ayrıntıyı vitrine çıkardı. Komsomolskaya Pravda gazetesi, 1944 yılında imzalanan ve farklı ülke para birimlerinin değerlerinin dolar esas alarak saptanmasını ve uluslararası ödemelerde doların kullanılmasını öngören “Bretton Woods Anlaşması’nın mimarının bir Sovyet ajanı” olduğunu yazdı.

“Doları dünya para birimi yapma fikrini ortaya atan Harry Dexter White (fotoğrafta solda), Kremlin’in ajanıydı” denilen haberde, Moskova Devlet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü (MGİMO) profesörü Valentin Katasonov’un anlattığı şu iddialara yer verildi:

“ABD Maliye Bakanlığı çalışanı olan Bretton Woods Anlaşması’nın mimarı olarak bilinen ve Harry Dexter White 1935-1936 döneminde Moskova ile anlaştı. Litvanyalı bir Yahudi ailenin çocuğu olan White, sol görüşlü olması ile biliniyordu. Batı’daki büyük mali kriz döneminde Sovyetler Birliği’ndeki sanayileşme hamlesinden etkilenen White, SSCB ve sosyalizme olan hayranlığını hayatının sonuna kadar korudu.

ABD’nin gizli bilgilerini Moskova’ya sızdıran White, Roosevelt’in ölümünün ardından etkisini kaybetti. Truman, SSCB karşıtı politikalar izlemeye başladı. Moskova, 1945 yılında Bretton Woods Anlaşması’nı parafe etmeyi reddetti.

Liz Bently, 7 Kasım 1945’te ABD’lilere SSCB’nin okyanus ötesindeki neredeyse tüm casus ağını deşifre etti. White, listenin ikinci sırasındaydı

Roosevelt, 1943 yılında Stalin’e Tahran’da 6 milyar dolar kredi sözü vermişti. Daha sonra bu rakamın 10 milyar dolara çıkarılabileceği iletildi. Bunun üzerine SSCB, ünlü Bretton Woods konferansına katılmayı kabul etti
.” 

21 Aralık 2014 Pazar

Yürüyen merdivendeki Rusya

SUAT TAŞPINAR
Kaynak: http://www.moskovalife.com/

Bu an ne kadar uzasa o kadar memnun kalacağım. 73 yaşındaki metronun Stalin'den yadigar gıcırdayan merdivenleri ağır ağır yeryüzüne ilerliyor. Önümdeki birkaç basamağı, iki güzel varlık şereflendiriyor. Etekleri gayet kısa, bacakları gayet uzun.

Ben alt basamakta olmanın avantajıyla alemi seyirdeyim. Parfüm kokusu, metronun bildik küf kokusuna karışıyor. Epeyce bir santimlik iğne topuklu pahalı ayakkabılar, 
Cosmopolitan’ın yüksek ökçeli koşu yarışmasının şartnamesine uygun. Aklım işte, gözüm oynaşta. “ABD’den gelen krizle yalpalayan Rusya’nın hali, yürüyen merdivenden farklı değil” diye düşünüyorum.

Kızlara bir daha alıcı gözle bakıyorum. Birinin sırtı dönük, öbürü profil veriyor. Sanki bir moda dergisinin reklamından fırlamış gibiler. Körpe bedenleriyle temastaki, görebildiğim her şey “Ben çok pahalıyım” diyor. Etrafla, hayatla pek uyumlu değiller. Sanal gibi duruyorlar. “Mesela” diyorum, “şu an yolun yarısında bu yürüyen merdiven dursa ve kalan elli metreyi bu köhne basamaklardan yürüyerek çıkmak zorunda kalsak, sanki üçüncü basamakta tökezleyip düşerler...”

Artık sadece Moskova’da değil, Rusya’nın büyük taşra şehirlerinde de böyle sanal hayatlar yaşayanların sayısı pek çok. Kazanarak ya da borçlanarak elde ettikleriyle uyumlu, ama ‘ürettikleriyle’ uyumsuz bir hayatın göbeğindeler. Bir yıl çalışılınca Porsche Cayenne cip almanın, iki yılın sonunda milyon dolarlık bir ev almanın ‘hayatın normalleri’ olduğunu sanıyorlar. 500 dolardan ucuz ayakkabıya, beş yıldızdan aşağı tatile burun kıvırıyorlar. Yükselen ekonomide su akarken kolayından testi dolduranlar için sorun yok; ama onlardan geri kalmak istemeyenler de fütursuzca borçlanarak bu ışıltılı hayatın trenine atlıyorlar. Beni en çok korkutan, böylesi ‘dolçe vita’ düzenine fena alıştılar ve bir gün film koptuğunda eski hayatlara dönmek onlar için tek kelimeyle yıkım olacak.

Dünyanın her yerinde genel kural, “İyi yaşamak için iyi kazanmak, iyi kazanmak için de çok çalışmak ve üretmek lazım” diyor, tabii sponsorunuz yoksa! Bu basit gerçek Rusya’nın son 10 yılında rafa kalktı. Yüksek petrol gelirleri ekonomiyi uçurdu, milletin kulaklarından para fışkırmaya başladı. Kolay kazançla sonsuza kadar sürecek bir ‘devri saadet’ yanılsaması oldu. Oysa 1998’de 12 dolarlardan 2008’de 147 dolara, akla ziyan bir yolculuğa çıkan petrolün yükselişi bir istisnaydı. 

Ve şimdi genel kural, keskin dişlerini gösteriyor: Her çıkışın bir inişi var.

ABD külliyen batmazsa, krizin Rusya’yı alaşağı etmesi mümkün değil. Parası da var Rusya’nın, kaynağı da. Ama küresel finans sisteminde artık herkes aynı gemide. Üstelik siyasi gerginlikler de ateşe körük. “Onlar batsa da bize hiçbir şey olmaz” demek safdillik. Durum çok basit: Arzulanan ve alışılan bu ‘yüksek hayatları’ yaşamaya devam etmek için, sadece hammadde satarak yan gelip yatmak değil, artık her zaman ve her yerde para eden şeyleri ‘üretmek’ lazım. Silahın yanına, nano teknolojiden sivil havacılığa, servise kadar, para getirecek ne koyabilecekse hızla koymalı Rusya. ‘Ekonomik diversifikasyon’ lafta kalmamalı. Başka çare yok. Devlet, yıllardır bunun için her umut vaad eden sektöre katır yüküyle kaynak aktarıyor, ama bunların kara deliklere mi gittiği, yoksa yakın zamanda meyvelerini mi vereceği tam bir muamma.

Yürüyen merdivenin üzerinde çene çalarak ilerliyoruz. Güzel ayaklarımızı hiç yormuyoruz. Alıştık bu devrana. Con Ahmet’in devr-i daim makinesini de, ‘Erke’yi de biz bulmuşuz gibi yaşıyoruz. Şimdilik merdiveni çeviren, petrolden gelen paranın yarattığı enerji. Ama hazıra dağ dayanmaz. Ya ayağımızı yorganımıza göre uzatacağız ya da yorganı büyüteceğiz. Merdiven tünelin içinde ışığa doğru ilerlerken bir kazaya kurban gitmemek için Rusya’nın bu gerçeğe odaklanması lazım.


NOT: Bu yazı 21/09/2008 tarihinde, ABD'den başlayan sert ekonomik kriz sırasında Radikal gazetesinde yayınlandı. Geçen süreyi ve Rusya'nın durumunu daha iyi analiz etmek için bir kez daha okumanın yararlı olacağını düşünüyoruz...

19 Aralık 2014 Cuma

Sovyetler’in Kruşçev dönemi

İlber Ortaylı
Milliyet

Nikita Kruşçev 1894 yılında Ukrayna’nın Rusya sınırındaki Kalinovka köyünde doğdu. Maden işçisi oldu, 1917 İhtilali’ne katıldı. İnatçı ve sert karakterinden dolayı iç harpte siyasi komiser olduğu anlaşılıyor. Savaşan Kızıl Ordu neferlerini ikna edecek bir nitelikteydi. Yeni Sovyet Rusya’da Almanya’nın başı çekeceği (çünkü Almanya’da Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in öncülük yaptığı komünist ihtilali başlamıştı; gerçi ayaklanmaları kısa zamanda bastırılacaktı) beynelmilel sosyalist ihtilalden söz ediliyordu. Troçki, Kamenev, Zinoviyev gibi Yahudi asıllı, Batı dillerini ve kültürünü bilen Rusya komünistlerinin çektiği bu harekete karşı Stalin’in tek ülkede sosyalizm tavrı, mantıki çekiciliği için değil, Stalin’i kendileri gibi gören işçi ve köylü kökenli Bolşeviklerce desteklendi. 

Zor savaşı yönetti
Kruşçev ilk önce tanındığı Ukrayna’da yaratılan suni açlık döneminde Moskova’nın ve Stalin’in sadık komiseri olarak görev gördü. Doğrusu Ukrayna’daki sertliğin, sürgünlerin başarılı yöneticisiydi. Stalingrad Savaşı’nda partinin komiseri ve Stalin’in temsilcisi olarak bölgeye tayin edildi. Pratik zekası ve acımasızlığıyla bu zor savaşı yönetti. Stalingrad Nazi Almanya’sının çarptığı kaya oldu. Zafer Stalin’indi. Çilekeş Rus halkının harikalar yaratan direnişi ona mal edildi. O da kendi temsilcisi Kruşçev’i takdir etti.
Stalin 1953’te öldüğünde hiç kimsenin Kruşçev’i halef olarak gördüğü yoktu. Sırada Molotov gibi üstün başarılı bir dışişleri komiseri vardı. Çarlık hariciyesinin değerleri ve stratejisiyle yeni Rusya’yı birleştirebilmişti. Sırada Malenkov ve Bulganin vardı. İkinci Cihan Harbi’nin kahramanı Mareşal Yorgi Jukov bu adamlara karşı Kruşçev’i tercih etti. Sempatik ve açık sözlü bir yanı vardı. Partinin birinci sekreteri oldu. Artık Sovyetler Birliği onun yönetiminde sayılırdı. DoğrusuAvrupa’daki muhalif komünist partiler gibi katı görüşler izlediği söylenemez. Hatta ileriki bir tarihte İsveç ziyaretinde İsveç sosyalizmine hayran olmuştu.
Sadece Gürcistan direndi
Kruşçev 1958 yılından itibaren resmen başbakanlığı da üstlendi. İktidarının daha ikinci yılında yaptığı iş, Komünist Partisi’nin 20’nci kongresinde Stalin’in tarihi portresini ve Stalinizmi yerden yere vurmak oldu. Milyonlarca insanın sürgününü ve katlini açıkladı. Stalin adını taşıyan binlerce şehir, kasaba, köyün ve tesisin adı değişti. Direnen sadece Stalin’in vatanı Gürcistan’dı. Küçük milletler büyük tarihi portrelerini harcayamazlar. Stalin devrine hücum ve o dönemin kalıntılarını temizleme hareketi en başta Varşova blok ülkelerinde tepkiler yarattı. Yurt içinde Kruşçev’i destekleyen komünist parti üyelerini ve bazı cumhuriyetleri Polonya’daki ayaklanma izledi. Ama en önemli olay 1956 Macar ayaklanmasıydı. Macaristan’da liberaller ve eski cumhuriyetçiler bir dönem için iktidarı ele geçirdi. Başbakan Imre Nagy’di. Tabii Sovyet Rusya ayaklanmayı ve yeni hükümeti kanlı biçimde bastırdı. Dünyada tepkiler çok sert oldu. Fakat Brejnev Rusya’sının Çekoslavakya’daki Bahar hareketini bastırışı ve kabalığı göz önüne alınırsa Kruşçev daha akli davranmış sayılır.
Kruşçev sadece siyasetle ayakta kalmadı. Bir apartman dairesi, bir arabacık ve bir sayfiye kulübesi insanların hayalini süsledi ve büyük ölçüde de verildi. İnsanlar tek odada
iki aile yaşamaktan ve komünal binada
20 daire bir tuvaleti kullanmaktan bıkmıştı. 30 metrekarelik, tek oda, aralık ve müstakil banyo evler onların yüzünü güldürdü. Otomobilcikleri ile daçalarına gidip patates, soğan yetiştirdiler. Hiç değilse bu gıdalar için uzun kuyrukta dikilmekten kurtulmuşlardı.
Sovyetler Birliği atom enerjisini kullanan ikinci kuvvetti. Kruşçev  laboratuvarda başlatılan projelere hız verdi. Bir gün bütün insanlık uzaya uçan küçük köpeği ve ardından Yuri Gagarin’in zaferini alkışlamak durumunda kaldı.
Her yere el attı
Sempatikti Kruşçev. Dış gezilerinde önüne çıkan herkesle selamlaşıyor, çocuklara çikolata dağıtıyordu. Dış ziyaretlerinde Fransız Ticaret Odası gibi yerlerde büyük nutuklar atmayı severdi: “Biz kimsenin işine karışmıyoruz, başkaları da bize karışmasın.” Tabiiki çok karışıyordu. Sovyetler bütün dünyada; Afrika’da ve Asya’da Batı dünyasının karşısına çıkıyordu. Nutuklarda ölçüyü kaçırdığı zaman Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kürsüsüne ayakkabıyla vurmayı bile denedi. Stalin dönemi diplomatları Kruşçev’in ve damadı Aleksey Adjubey’in patavatsızlıklarından yaka silker hale geldi. Arap Ortadoğu’suna el atmıştı; “Aman Arabistanelden gitti, ordularını ele geçiriyor” diyenlere bir sürpriz... Rus uzmanlardan bıkan bir karşı grup türedi. Enver Sedat bunların tipik temsilcisiydi. 
1953 yılında Tatarlardan alınan Kırım’ı Ukrayna Sovyet Cumhuriyeti’ne hediye etti. Ukrayna milliyetçiliği yaptığından değil, yarımadanın suyu bile Ukrayna’dan geliyordu. Bugün büyük krizi yaratan olay budur ve Kruşçev’i yine hatırlıyoruz.
Lazar Kaganoviç’in himayesinde yükselen Kruşçev, 1964’ün 14 Ekim’inde yani bundan tam 50 sene evvel Politbüro’daki arkadaşları tarafından görevden alındı. Ölümüne kadar sürecek 7 yıllık menfasına çekildi. Görevinden alınmasının nedeni Sovyet tarımındaki gerilemeler değildi. Ordunun hiç affetmeyeceği ve Komünist Partisi’nin de katlanamayacağı bir hata yaptı; hakikaten sol bir devrim yapan Küba’yı fazla desteklemişti. Doğan krizde Kennedy, Kruşçev’i alt etti.
Bir dönem “hruşçovçino” (khrushchyovka) diye anılan zevksiz, kalitesiz, her tarafta ortaya çıkan çirkin yapılar insanların küçük ev özlemini sona erdirmişti. Kruşçev alay edilirken bile gülümsenerek anılıyor. Kruşçev apartmanları olmasa daha 50 yıl sürecek bir konut problemi söz konusuydu.
O soğuk harbin ısınmasını önleyen bir köy komünisti olarak anılmalı. Bu 50 yılda dünya değişti. Sovyetler Birliği daha çok değişti. Değişikliğin mimarı Gorbaçov’dan evvel Kruşçev’dir. Değişmeyen kalıntı yönleri de var.
O kalıntıları her zaman dikkate almalı ve dış politikadaki denge oyunlarına ona göre girişmeliyiz.

Eski Simbirsk, yeni Ulyanovsk


İlber Ortaylı
Milliyet
Uçsuz bucaksız ormanların arasında sıkışan Volga şehirleri gibi Simbirsk’in de
tek renkliliği nüfusunun dörtte birini bulan Tatar, Finli, Alman ve diğer küçük milletler... Şehrin önemli ve tanınmış evlatları çok. Yusuf Akçura da bunlardan biri...
Eski Simbirsk yeni Ulyanovsk Volga’nın güney kesiminde o civardaki 600 bin nüfuslu sanayi şehirlerinden biri ama sanayi ile varolanlardan değil. Geniş Volga, küskün gök ve uçsuz bucaksız ormanların arasında sıkışan Volga şehirleri gibi Simbirsk’in de tek renkliliği nüfusunun dörtte birini bulan Tatar, Finli, Alman ve diğer küçük milletler. Yusuf Akçura buralı. Simbirsk’in önemli ve tanınmış evlatları çok, bu yıl 200. doğum yıldönümü kutlanan Gonçarov da buralı. Tabii Rusya’nın ünlü tarihçi ve edibi Karamzin de. Bugün Lenin adını taşıyan Nikolai Karamzin kitaplığından başlar da nehir kıyısına doğru yürürseniz; Gonçarov caddesini ve doğduğu eve çıkarsınız. Onun 200’üncü yıldönümünü galiba Milliyet gazetesinin kitap ekinde Gonçarov’un romanlarını tahlil eden Aslı Güneş ve Milliyet Cadde’de Oblomovluğu yazan Mümin Sekman’dan başka hatırlayan pek çıkmadı. Gonçarov’un ünlü karakteri Oblomov’un adı, 1960’ların ve 70’lerin Türkiyesi’nde dilimizden düşmezdi. Herkesi Oblomovlukla itham eden Oblomovlar ülkesiydik. Yazısını yetiştiremeyen yazar, doçentlik ve doktora tezini teslim edemeyen akademisyen, işini kuramayan mühendisler aslında her ülkede tümen tümen vardır.

Troçki, Türklere Akçura gibi bir milliyetçi üreten Simbirsk için; “İnsanın feodal Rusya’nın dehşetini anlaması için Simbirsk’te büyümesi gerekir.” demiş. Bu dehşeti anlayan Simbirsk’te doğan ve büyüyen Vlamidir Ilyiç Lenin idi. Babası o vilayetin maarif müfettişiydi. Üç nesildir devlete hizmet eden bu ailenin “Liçniydvoryanin-liyakat aristokrasisi”ne mensub olduğu açık. Eğer ağabeyi İlya yaramazlık yapıp da Çar’a karşı suikast teşebbüsünde bulunmasa gül gibi yaşarlardı. Bu sonunca olay üzerine Kazan Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden uzaklaştırılan 1870 doğumlu genç Viladimir Ilyiç Ulyanov (Lenin)’in birkaç yıl sonra aynı üniversiteden çıkartılan bir afla açıktan imtihanlara girerek hukuk fakültesini bitirmesine sağlayanlardan biri ünlü Rus burjuva devrimci Aleksander Kerenski’nin babası Feodor Kerenski’ydi. Tesadüfler acaba tesadüf müdür?
Şehir siyasi baskıya ve ayaklanmaya alışmıştı
Simbirsk’in maarif müdürünün oğlu Vladimir Ulyanov, öbür müdürün oğlu Aleksandr Kerenski Rusya’nın idaresinde ve ihtilali tarihinde izleyen kişi oldu.
1917 Şubat devrimini Marseillaise eşliğinde yapan Krenski taraftarlarıydı; ekim ayında kızıl bayraklar ve Enternasyonal Marşı’nın eşliğinde yapanlar ise Lenin’in Bolşevikleri. Simbirsk hep Simbirsk’ti; açlıktan uzak, çalışkan, eski inançlı (staroverts) Rus tüccarlar yanında Yusuf Akçura’nın ailesi gibi becerikli ve zengin Tatar milyonerler, bereketli bir toprak, kilise, jandarma, tarih ve edebiyat meraklısı dar bir aydın zümre... Simbirsk siyasi baskıya ve ayaklanmaya alışmıştı.
17. asrın ünlü halk ayaklanma lideri Stenka Razin de ondan sonraki Emiliyan Pugaçov da ayaklanmalarını orada noktalamışlardı. Ünlü şair Nekrasov’un dizisindeki gibi; “Volga Volga! Baharda taşınca suların örtemez kıyıları. Topraklarımızı baştan başa saran halkımızın ızdırabı kadar”.
Simbirski ve bütün Volga boyu şehirlerini betimler. Bereketli topraklarda taşranın bütün sıkıcılığına rağmen gymnasium (lise) ve umumi kütüphane ışığı getiriyordu. Lenin’in ölümünden önceki Simbirsk’in Karamzin kütüphanesi muhteşem bir bilgi eviydi. Ondan sonra da öyle olmaya devam etti; yalnız adını Lenin Kütüphanesi yaptılar. Şehrin adını da Ulyanovsk. Karamzin Rusya tarihçiliğinin ilk bilimsel ve edebi örneği sayılan eserinde (Rusya Devleti Tarihi), Rusya tarihini çarların etrafında yorumlar. Liberaller ve solcular istedikleri kadar tenkit etsinler, eser hala okunur. Onun sevdiği devletin estetiğidir ve gerekliliğine olan inancı; “Otokrasinin Destanı” diye adlandırılan bu on bir cilt, Sovyet devrinde Aleksey Tolstoy’un “Birinci Petro” romanına, Sergei Aizenştayn’ın “Müthiş İvan” filmine yön verecek kadar kuvvetliydi. Ruslar onu tenkit etseler de vazgeçemezler. Otokratlar da liberal nutuk atmayı da sever. İnsanların ızdırabı Karamzin’in kalemini de gayrete getirmiştir; “Zavallı Liza” da olduğu gibi... Yeter ki insanlar Volga kıyısında Oblomovluk yaşamının yanında başka dinamik yaşamların da olduğunu bilsinler.

14 Aralık 2014 Pazar

Taşrada hayat





















Suat Taşpınar

Kaynak: http://www.moskovalife.com/

Ben gazı köklemeye niyetlenirken, önümdeki Gazel (Ceylan) kamyonetin şoförü ismine ihanet etti ve frene bastı. Mecburen ona uydum. Öbür türlüsüne 'kaza' diyorlardı. Ve en fazla beş saniyeyle 'geçiş hakkını' trene kaptırdık. Başımıza geleceği bilsek ikimiz de uçar giderdik trenin önünden ya, neyse. Demiryolu geçidini kapatan kırmızı-beyaz çizgili demir direk yavaş yavaş indi. Daha ufukta ne görüntüsü ne de gürültüsü olan treni beklemeye başladık. 

Takvimin yaz, havanın ilkbahar dediği bir gün ortasıydı. Moskova'nın birkaç yüz kilometre ötesinde, taşranın kapısında, adını bilmediğim bir köyün kıyısındaydık. Kontağı kapattım. Russkoye Radyo'yu açtım. "Ondan sana yar olmaz diyorlar, ama ne gam, seviyorum işte, size söyleyecek tek sözüm bu" diyen Anna German'ın taş plak tadındaki sesine denk geldim. Mecburi molayla gevşedim. Etrafı seyre daldım. İçime huzur doldu.

Arkamdaki Nuh devrinden kalma Kamaz kamyonun şoförü indi aşağı. Sigarasını yaktı. Daha arkadaki Sovyet yadigârı bir Jiguli'de oturanlarla yarenliğe başladı. Eskicinin 10 tane mandal bile vermeyeceği bisikletin zor taşıdığı gürbüz bir köylü çocuğu daçaların olduğu tarafa doğru aheste pedal bastı. Biraz ileride, göz alabildiğine uzanan çimenliğin başında inekleri otlatan beyaz başörtülü bir kadın gördüm. Ne inekler ne de tren umurunda değil gibi gökyüzüne bakıyordu.

Çok geçmeden peşine onlarca yük vagonu takan upuzun bir lokomotif yorgun argın geçti gitti. Ama geçit hâlâ kapalıydı. Zamandan bir 5-10 dakika daha aktı. Dikiz aynasından sürekli uzayan araç kuyruğuna baktım. "Bizde olsa şimdi millet korna çalar, inip geçit memurunu azarlardı, hiç değilse ne olduğunu sorardı" dedim.

Neredeyse yarım saat olmuştu. Karşı istikametten ikinci tren de geçti gitti. Geçit yine açılmadı. Benden başka meraklanan, kaygılanan yok gibiydi. Şoförler inmiş, öbek öbek hararetli muhabbetler başlamıştı. Allı güllü basma elbisesiyle fingirdek bir köylü kızı geçti, tren yolunun öbür tarafına yürüdü, birkaç kişi komik laflar edip takıldı kıza. "Belki sizin hatırınıza açarlar!" diye seslendi gençlerden biri, kız kelime israf etmedi.

Tüm pencereleri açtım. Rüzgârın alıp getirdiği kokuları içime çektim. Çimen kokusu, yaban çiçeklerinin karışık kokusu, rüzgârın ve temiz havanın tarifsiz kokusu. Karınca sürüsüne benzeyen insanların devasa yuvası o şehir uzaktaydı. Şairin deyimiyle 'ucuz cesaretlerin ve pahalı zevklerin' insanlarından uzaktaydık. Zamanın telaşsız aktığı bir taşra köyünde, bir demiryolu geçidinde, Gogol'e malzeme olacak gibi bekliyorduk. Trenler geçiyor, geçit açılmıyor, bekleyiş neredeyse bir saati buluyor, insanların çoğu sanki bir yere yetişme derdi yokmuş gibi muhabbet ediyor, hatta beklemekten tuhaf bir keyif alıyor gibi görünüyordu.
Neredeyse bir saat önce fabrikasını ziyaret edip vedalaştığım Türk işadamı ansızın çıkıverdi arkamdan. "Hâlâ burada mısınız?" dedi, "Olur böyle. Trenler makas değiştirirken bekletirler. Ama belki da makinistin birisi yemeğe gidip öylece bırakmıştır treni, millet beklese de kimin umurunda?"

Uzayan kuyruğa umutsuzca baktım. Pastoral tabloda her şey sükûnet içindeydi. İçimden bir ses, "Burada kalıp ne güzel kafa dinlenir" diyordu, ama öbür ses "Acele et, akşama Moskova'da randevun var" diye ensemde boza pişiriyordu.

"Siz bu kuyruktan çıkın, geri dönün, sağdan iki kilometre gidince bir demiryolu altgeçidi var, oradan geçip gidin" dedi. Şaşırdım. "Peki böyle bir yol var da, neden bu kadar araba burada bekliyor? Bunların çoğu buraları bilen adamlar olmalı." Güldü. "Bilirler de, acele etmenin ne gereği var. Çoğu işe çıkmış şoförler. Şimdi gitse, bir başka iş verecekler, başka bir yere daha yollayacaklar. Halbuki burada mesaiyi bitirene kadar sigara içip tembellik edip sonra da 'Ne yapalım, tren yolu kapalıydı, kuyruğa takılıp kaldım' demek var. Bizim çalışanlar bile bazen yapıyor.

Acelesi olan zaten gitmiştir" diye akıl verdi.

Dediğini yaptım. Beş dakika sonra demiryolunun öbür tarafındaydım.

Moskova cangılına doğru gaza bastım. Yemyeşil otlaklar, yaban çiçekleri, köy evleri, sükûnet ortasında geçidin açılmasını sabırla bekleyen insanlar ve taşranın aceleye gelmeyen huzuru arkamda kaldı.


5.8.2007 Radikal

11 Aralık 2014 Perşembe

Korkunç İvan: dahi mi, yoksa deli miydi?
















1530-1584 yılları arasında yaşamış 4. İvan’in kişiliği günümüze kadar hararetli tartışmaların bir konusu.


Kaynak: http://turkish.ruvr.ru/

Kimileri bilge bir devlet adamı,kimileriyse kanlı bir despot olduğunu iddia ediyor. Tuhaf, ama bu karşıt kanı sahibi olanların da kendilerine göre gerekçeleri var.

Korkunç lakabı verilen 4. İvan olağanüstü yeteneklere sahip bir kişi, seçkin bir hükümdardı. Ama hükümdarlığı terör ve kitlesel idamlar şartlarında geçtiğinden Rusya’nın tarihinde en karanlık bir dönem oldu.
İvan 8 yaşında öksüz kalmıştı. Çocuk yaştaki çara hoşgörü gösterilmiyordu. 

Rusya’da hüküm sürmüş boyarlar arasındaki kavgalar ve entrikaların sonu görülmüyordu. Bu ölüm kalım savaşında üstün gelenler her şeyi alıyor, yenilmiş olanlar hayatını bile kaybediyordu.  Sonradan İvan’ın anlattığı gibi, yeterince yiyeceği ve giysileri yoktu.
İvan’a karşı aşağılayıcı davranışlar ve korku kişiliği üzerine etkisini yaptı. Sakin ve çekingen çocuk acımasız kinci bir genç oldu. İvan büyüyünce kendini incitenleri idam ettirdi ve kendi başına hüküm sürmeye başladı.
İvan l547'de Anastasiya adlı iyi kalpli bir kızla evlendi. İvan’ın sert karakteri Anastasiya’yı ürkütüyordu. Ama genç kadın sevgisiyle İvan’ın kalbini yumuşatmaya çalışırken bunu yapmayı başardı. Huyu değişmiş İvan yeni bir yaşam yaşamaya başlamış gibi oldu. Mutlu hayatı Anastasiya’nın ani ölümüne kadar 13 yıl sürdü. Tesellisiz olan İvan, karşıtları olan boyarların çok sevdiği eşini zehirlediklerinden emin olduğundan işkenceler ve idamlar yine başladı. İvan’ın taşkın mizacına etki yapacak biri yoktu. Anastasiya’nın ölümünden sonra İvan’ın 6 karısı ve birçok cariyesi oldu. Ama hiç biri Anastasiya’nın yerini alamadı.
4. İvan katı yürekli bir adamdı. Ama yaşadığı dönem de dehşetli bir dönemdi.16. yüzyılda Avrupa kan revan içinde yaşadı. Fransa,İspanya, İngiltere hükümdarları Rusya hükümdarınkine oranla bir hayli çok insan kırdı. Oysa ki, İvan’dan farklı olarak hiç biri yaptıklarından pişman olmadı. 1581'de 4. İvan idam edilmiş olanların itibarını iade etti. İdam edilmiş kişilerin adlarını ve bunlar için dua etmek ricasını kapsayan listeler manastırlara yollanıyordu. Bu listelerde 4 bin kadar kişinin adları vardı.
4. İvan oğlunun ölümünden sonra yaptıklarından pişman oldu. Karşıtlarına göre, 4. İvan oğlunun ölümünden suçludur. 19. yüzyılın ünlü Rus ressamının “Korkunç İvan oğlunu öldürüyor” tablosu ülkede büyük ilgi uyandırdı. Ama çağdaş bilimciler 4. İvan’ın oğlunun naaşını inceleyerek hastalıktan öldüğü sonucuna vardı. Böylece, çok suç işlemiş 4. İvan oğlunun ölümünden sorumlu olmadığı anlaşıldı.
Politik karşıtları tarafından bir hunhar olarak tanıtılan 4. İvan zeki ve güçlü bir hafıza sahibi olmaktan başka,zamanının en zengin bilgi sahibi kişilerden biriydi. Roma Papasının elçisiyle din konulu tartışma sırasında Kutsal kitabın büyük parçalarını ezberlemekten başka usta bir tartışmacı olarak çok kez Roma Papasının elcisini içinden çıkılmaz bir hale soktu. Uzlaşmaz bir karşıtıyla mektuplaşırken kendini istidatlı bir yazar olarak tanıttı. 4. İvan kitap okumayı severek kitapları takdir ediyordu. Çok büyük özel kitaplığı için el yazmaları kendisi seçiyordu. Ölümünden sonra özel kitaplığı kayboldu. Bunu bulmak için 500 yıl içinde gösterilen çabalar başarısız kaldı. 

4. Ivan’ın özel kitaplığının kayboluşu Rusya tarihinin sırlarından biridir.
Tamamını oku: http://turkish.ruvr.ru/2014_12_10/Korkunc-Ivan-dahi-deli-mi/

7 Aralık 2014 Pazar

Vısotski'yi bilmeden Rusya eksik kalır...


SUAT TAŞPINAR

Kaynak: http://www.turkrus.com/



Eğer şarkılarını İngilizce söylüyor olsa, bugün Türkiye'de belli çevrelerde bir Bob Dylan ya da Tom Waits'le kıyaslanabilirdi. Ama "demir perde"nin arkasında söylediği için pek azımız, tesadüfen öğrendi onu. Ama müziğine dokunan iflah olmadı. Ölümünden 24 yıl sonra, şarkıları daha dün çıkmış gibi hala taptaze olan Vladimir Vıstotski'yi, "Rusya yıllarının güzel bir armağanı" olarak sizinle paylaşmak istedim:

Yıllar yıllar önceydi... Moskova'ya ilk ayak bastığım günlerdeydi. Yoldan çevirdiğim eski bir Lada'ya taksi niyetine bindim. Orta yaşını devirmiş, düzgün görünümlü şoför radyo dinliyordu. Şarkı değişince uzanıp sesi biraz daha açtı. Karlı bir Moskova akşamında sarı sokak lambalarının ışığıyla bir parça aydınlanan emektar arabanın şaşırtıcı derecede iyi olan teybinden önce bir kaç ritmik gitar melodisi, sonra "tuhaf", boğuk bir ses çıkmaya başladı. Bir adam marş mı, şarkı mı, şiir mi olduğunu anlayamadığım bir üslupla, gırtlağına basılmış gibi bağırıyordu. Acelesi varmış da bir an evvel ne söyleyecekse söyleyip gitmek ister gibi. Sanki birisi arkasından koşturuyormuş gibi.

Pek "keyif verici" bir ses değildi. "Huzur verici" olmadığı kesindi. İnsanın ince duygularına dokunan bir hali yoktu. Hırıltı gibi bir sesti doğrusu. Şoföre "Kanalı değiştirir misin?" diyebileceğim, neredeyse rahatsızlık veren bir sesti. Hiç bir şey söylemedim; çünkü direksiyonda şarkıya usulca tempo tutan şoför için çok şey ifade ettiğini anladım. Söylediklerinden, yakalayabildiğim bir kaç basit kelime dışında hiçbir şey anlamıyordum. Karşılıksız bir aşktan da söz ediyor olabilirdi, siyasi hiciv de yapıyor olabilirdi, Rus halk kahramanlıklarını da anlatabilirdi, sevgilisinin gözlerinin içine bakarak coşkuyla bağırıyor olabilirdi.

Anlayabildiğim tek şey, şarkıcının da şarkının da "sıradan" olmadığıydı. Ki bir süre sonra kulağım alıştı. Anlamadığım bu şarkıda isyanın da, hicvin de, yürekten kopup gelen "ağır" duyguların da harmanlandığını hisseder oldum.

Sessizce karların üzerinde yol alırken, sırf muhabbet olsun diye, "Kim söylüyor?" diye sordum. Şoför "Vısotski" dedi. Ve ben hayatımda ilk defa bu ismi duymuş oldum.
Sonra sık sık duyar oldum bu sesi. Kimdir, nedir öğrenme hepsi uyandı içimde. Tanıdıklarıma sordum.  "Vladimir Vısotksi bu memleketin vicdanı diyebileceğimiz ozanlardandı" diyorlardı. "Narkomandı, genç yaşta bile bile kendini öldürdü" diyorlardı. "Onun şarkılarını bir yabancı anlayamaz, çevirisi de havada kalır" diyorlardı.

"Sovyet devrinin muhalefeti satırlarında gizli, isyankar bir sesti" diyorlardı. "On yıllar da geçse onun şarkıları hep günceldir, hep bizi, tuhaf düzenimizi anlatır, bu topluma ayna tutar" diyorlardı.

25 Ocak 1938'de doğmuştu Vıstotski. 25 Temmuz 1980'de, henüz 42 yaşında uyuşturucudan öldüğünde Moskova Olimpiyatları'nın en coşkulu günleriydi. Rejim, bu coşkuya gölge düşürür, gündemi değiştirir diye bir kaç ün gizlemeye çalışmıştı ölümünü. Ama haber alan on binler, stadyumları boşaltıp akın akın cenazesine koşmuşlardı. O devirde eşine nadir rastlanan bir sevgi seliyle uğurlanmıştı dostlarının deyişiyle "Valodi"...

Onun şarkılarına "bard" diyorlardı. Yani "ozan"dı. Kendi şiirlerine, sadece kendi gitarıyla eşlik ederek şarkılarını söylerdi. Başkasıyla kıyaslanamaz bir stili vardı. Memleketin sosyal ve siyasi dertlerini genellikle hicve batırılmış bir "sokak jargonu" ile söylüyordu. İşte bu hali, Sovyet sisteminin "mesafe" koymasına neden olmuştu. Devlet TV'lerine çıkarılmıyordu. Halbuki Brejnev'in bile gizli gizli onu dinlediği anlatılıyordu.

 Daha çocukluğunda "ışık saçan" biriydi. Üç yaşındayken, tıraş olan babasına dönüp, "Bakın hele kim duruyoruz karşımızda: Bizim keçi kendi sakalını tıraş ediyor!" diye hicvettiği anlatılırdı. Evde "istenmeyen misafir" olunca, ince dokundurmalı şiirler, şarkılar uydurup, gitmelerine vesile oluyordu. Küçük yaşta gitar çalmaya başladı. İnşaat mühendisliği okumaya başlayıp bir sene sonra bıraktı,  tiyatroya merak saldı. 1958'de tiyatroda ilk rolünü kaptı. O sırada zaten "underground" mekanlarda "tuhaf" şarkılarını çalıp söylemeye başlamıştı. Tiyatro hayatının ilk yılları "disiplinsizlik" şikayetlerinden kovulmakla geçti. Asi ruhu, alkole düşkün serseri hayatı başına iş açıyordu.

Derken 1964'te yıllar içinde biriken 48 şarkısından kendi çabalarıyla yaptırdığı ilk kayıt, eş dost arasında dolaşmaya başladı. Ama kulaktan kulağa yayılıyor ve hayran kitlesi artıyordu. O yıllarda, kendisini tiyatro sanatçısı olarak da saygınlığa kavuşturacak olan eserlerle ünlü Taganka Tiyatrosu'nda sahneye çıkmaya başladı. Bazı oyunlarda elinde gitar kendi şarkılarını söylüyordu. Ayrıca beyaz perdeye de adım atmış, hem rolleri hem şarkılarıyla yükselişe geçmişti bile.

Konserleriyle "kült" olma yolundaydı. Ama alkolle, uyuşturucuyla savaşında kaybetmeye başladığı, sık sık tedavi görmek zorunda kaldığı dönemlerdi bunlar. Yükseliş ve çöküş bir aradaydı... 1970'li yıllar Vısotski'nin inanılmaz bir doğurganlıkla pek çok hit şarkısını yaptığı, artık Sovyet müzik tekeli "Melodiya"nın da mecburen kaydettiği plaklarının yok sattığı, Fransa'dan ABD'ye kadar yurtdışına sık sık konserlere gittiği, New York'ta ünlü TV programı "60 Dakika"ya konuk olduğu,  hem içeride hem dışarıda konserlerinin "olay" olduğu, beyaz perdede ve sahnede unutulmaz rollere imza attığı, ama sağlığı ile ilgili gittikçe batağa saplandığı dönemlerdi...
Devlet de bölünmüştü: Kimileri isyan ruhlu şiirleri ve hayatıyla Sovyet gençliğine kötü örnek olduğunu savunuyor, ama diğer yandan Brejnev şarkılarını keyifle dinliyor ve ona görünmeyen bir "koruma" sağlıyordu. Ama bu farklı tutumlar, onun sanatını "belli çizgileri aşmadan" istediği gibi yapmasını engellemiyordu. Sovyet sistemine bodoslama savaş açmışlığı yoktu elbette, ama her şeye rağmen "protest" bir ozandı. Ama bu kadar "yıldız" olmuşken, hayatı boyunca Sovyet TV'si onunla tek bir söyleşi bile yapmadı. Diğer yandan “şanslı azınlık”a tanınan bir hakkı kullanıp, Almanya’dan getirdiği Mercedes otomobiliyle Moskova caddelerinde hız yapabiliyordu Vısotskı, kimse hesap sormuyordu.

1980'de, ömrünün son yılında Vıstotski artık uyuşturucu almadan sahneye çıkamayacak durumda, sevdiklerinin tüm çabalarına rağmen bu illetle mücadele edemeyen, ama sanatını icrat etmekten vazgeçmeyen bir "yorgun delikanlı" idi. Onun bu son yıllarını, Özbekistan turnesi sırasında uyuşturucuya yaşadığı savaşı, 2011'de çekilen ve büyük ses getiren Pyotr Buslov'un yönettiği  "Vısotski, Çok Şükür Sağ" filmi anlatıyordu. Kesinlikle izlemelisiniz.

Vısotski 24 Temmuz 1980 sabahı annesine "Bugün öleceğim" dedi. Ve o gece, alkolle, sigarayla,  uyuşturucuyla, stresle bunalmış kalbi onu daha fazla taşıyamadı  ve yatağında öldü. On binlerin elleri üstünde taşınıp Moskova'da Vagankovskoye mezarlığına gömüldü. Moskova'da Strastnoy Bulvar'da, sırtında gitarıyla heykeli durur. Ve Rusya’nın pek çok şehrinde  heykelleri yükselir.

Vısotski, Sovyet gündelik hayatının dertlerini, insanların bu sistemde içine işleyenleri, aşkı, barışı, savaşı, yani "hayata dair her şeyi" anlattığı 600 kadar  ölümsüz şarkı bıraktı geride. Gulag da vardı şarkılarında, Moskova'nın mafyası da, hayvanlar da...  Savaş gazileri, "Bu duyguları ancak bizimle savaşa katılımı birisi yazabilir" dedi... Sovyet kozmonotlar, rejimin yasakladığı yıllarda onun kasetlerini uzaya götürdüklerini itiraf ettiler!  Dürüsttü. İronikti. Gerçekti.

İşte bu ülkede uzun süre yaşamak, biraz da Vısotski şarkılarını (sözlerini tam anlasak da, anlamasak da) can kulağıyla dinlemek demektir... Biraz Rus dostlarınız onun şarkıları çaldığında her kulak kabarttıklarında onlara eşlik etmek demektir... Biraz da onun sesinden, bu memleketin dününü, acılarını, umutlarını, külünü, dumanını içinizde hissetmek demektir...

Meraklısına not: Biraz sorup soruşturduk, Vıstotski'nin en güzel şarkılarını, internetten bulup dinlemek isterseniz diye derledik. Youtube'da bulabilirsiniz.:  "Я не люблю", "Песня о друге", "На братских могилах", "Очевидное и невероятное",  "Кони привередливые", "Здесь вам не равнина", "Тот, который не стрелял",  "Скалолазка",  "Парус", "Чужая колея"

***
SENİ SEVİYORUM

Seni şu anda seviyorum,
Gizli değil - alenen.
Işıltınla yanıyorum, ne "sonra" ne de "önce".
Hıçıkıra hıçkıra, yahut -- güle güle,
Her şekilde -- seni şimdi seviyorum,
Geçmişte - arzulamıyorum, gelecekte - bilmiyorum.
"Seni sevdim" - geçmiş zaman -
Kabirden de hüzünlü,-
İçimdeki tüm değer verdiğim şeyler kanatlarımı kırıyor, ayaklarımı bağlıyor,
Şairlerin şairi dese de:
"Ben sizi sevdim: bu sevgi belki de..."*
Bu bırakılmışlık ve solgunluk ifadesi -
Burada bir pişmanlık da var, bir hoşgörü de,
Tahtı alaşağı edilmiş hükümdar gibi.
Burada gitmiş olana bir acındırma
Hevesi var, hevesin tükendiği noktada,
"Seni seviyorum" ifadesine ise bir güvensizlik.

Seni şimdi seviyorum
Ölçüsüz, kayıpsız,
Bir asır benim için şu an -
Damarlarımı kesmiyorum!
Zamanın içinde, devamında, şimdi
Geçmişte nefes almıyorum ve geleceği sayıklamıyorum.
Adım adım, kulaç kulaç
Sana doğru, kelle koltukta!-
Ayaklarımda zincirler ve kat kat ağırlıklarla.

Sen yeter ki kazara zorlama beni,
"Seni seviyorum"dan sonra "seveceğim"i eklememe.
"Seveceğim"de bir burukluk var, tuhaf da olsa,
Uyduruk bir imza, bir kurt yeniği
Geri adım için bir önalış, ihtiyat tedbiri,
Renksiz bir zehir bardağın dibinde.
Okkalı bir tokat gibi yüze -
Sorun seni şimdi sevmemde.

Bir Fransız düşü görüyorum,
Zaman kaygısından uzak,
Geleceğin - öyle olmadığı, geçmişin - başka türlü olduğu.
Çivilenmişim bir rezil direğe,
Dil engeline takılmışım.
Ah, bu dil farklılığı!
Bu durum - yıkım.
Ama ikimiz bir çıkış yolu arar buluruz.
SENİ SEVİYORUM KARMAŞIK ZAMAN DİLİMLERİNDE -
GELECEKTE DE, GEÇMİŞTE DE, ŞİMDİDE DE!..

(Türkçe çeviri: Hüzeyin Avni Dağlı)

Rusya hakkında bilmediğiniz 29 gerçek

Kaynak: CNN Türk

Dünyanın "süper güçlerinden" olan Rusya hakkında bu bilgileri daha önce duymuş muydunuz?

Rusya’nın yüzölçümü Plüton gezegeninden daha büyük 17km2/16.6 km2.

Sibirya bölgesi Rusya’nın yüzde 77’sini oluşturuyor

Ortalama bir Rus yılda 18 litre alkol tüketiyor. Bu oran uzmanların tehlike sınırının neredeyse iki katı…

Rusya’da her yıl alkol kaynaklı hastalıklara bağlı olarak yaklaşık 500 bin kişi hayatını kaybediyor
Rusların yüzde 25’i henüz 55 yaşına gelmeden fazla vodka tüketiminden hayatını kaybediyor. Bu oran ABD’de yüzde 1.

“Vodka” kelimesi Rusça’da “su” anlamına gelen “Voda” sözcüğünden geliyor.

Bira, Rusya’da 2011 yılına kadar alkollü içecek sınıfında değildi. İlgili kanun değişene kadar yüzde 10 alkol değerinin altında olan içecekler “alkollü” sınıfına girmiyordu…

Rusya’da erkek nüfusundan 9 milyon kişi fazla kadın nüfusu bulunuyor.

1700’lü yıllarda bir rus kadın 40 yıl içinde tam 69 çocuk doğurdu. İsmi bilinmeyen kadının Feodor Vassilyev isimli bir Rus ile evli olduğu biliniyor. Bayan Vassilyev’in çocukları 16 ikiz, 7 üçüz ve 4 dördüzden oluşuyordu. Vassilyev’in 69 çocuğundan ikisi doğumdan sonra hayatıını kaybetti. Bu geniş aileye ait belge ise 1783 yılında Londra’da basılan The Gentelman’s Magazine dergisinin 53. Sayısında yer aldı.

Yeni çıkan bir kanunla Rusya’da çocuklarla eşcinseller hakkında konuşmak yasak. Bunu yapanlar hakkında “gençlere eşcinselliği özendirmek” suçlamasıyla dava açılabiliyor…

ABD Alaska’yı Rusya’dan 1867 yılında 7.2 milyon dolara satın aldı

Rusya-ABD sınırının en yakın olduğu yer olan Diomede Adaları’nın arasındaki mesafe yalnızca 4 kilometre. Küçük Diomede Adası ABD sınırlarının içinde bulunurken Büyük Diomede Adası ise Rusya’ya bağlı…

Bir efsaneye göre Rusya’da kimsenin yerini bilmediği ve haritalarda da yer almayan 15 gizli şehir bulunuyor…

Rusların üçte biri Güneş’in Dünya’nın etrafında döndüğünü sanıyor.

Eski Rusya Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov 2009 yılında Rus romantik balladlarından oluşan bir albüm yaptı.

Rusya’nın Baykal gölü dünyanın temiz su rezervlerinin yüzde 20’sini tutuyor…

Batı Sibirya’da bulunan Megion bölgesi valisi, Megion’da “bahane üretilmesini” yasakladı.

Rusya’da bazı müzelerde sanat eserlerine kemirgenler tarafından zarar verilmemesi için kediler çalıştırılıyor”

“Rusya’da kirli bir araba sürmek beraberinde yasal işlem getiriyor.

Rusya ve Japonya 2. Dünya Savaşı’nın ardından halen bir barış antlaşması imzalamış değil. Nedeni ise iki ülke arasındaki Kuril Adaları krizi…

Rusya olimpik takımı 1908 Londra Olimpiyatlarına miladi takvime henüz geçmedikleri için 12 gün geç kaldı…

Rusya’da ekonomik buhran zamanlarında okul öğretmenleri ödemelerini vodka ile alabiliyor.

Zengin Ruslar trafikten kaçmak için sahte ambulanslar kiralıyor.

Birinci Petro zamanında Rusya’da Sakal vergisi adında bir vergi toplanıyordu. Ülkede sakal bırakan herkes bu vergiyi vermek zorundaydı…

Joseph Stalin 8 yaşına kadar Rusça bilmiyordu. Bunun nedeni ise ailesinin Gürcü olmasıydı…

Tilkiler de tıpkı köpekler gibi 1959 yılından beri Rus bilim adamları tarafından evcilleştiriliyor…

Ülkede ilk suçiçeği aşısı yapılan çocuğa Vaccinov adı verildi. (İngilizce’de aşı anlamına gelen Vaccine’den türeterek)

Rusya 32 bin yıllık tohumlardan yetiştirilen dünyanın en eski bitkisine ev sahipliği yapıyor.