Moskova

Moskova

14 Aralık 2014 Pazar

Taşrada hayat





















Suat Taşpınar

Kaynak: http://www.moskovalife.com/

Ben gazı köklemeye niyetlenirken, önümdeki Gazel (Ceylan) kamyonetin şoförü ismine ihanet etti ve frene bastı. Mecburen ona uydum. Öbür türlüsüne 'kaza' diyorlardı. Ve en fazla beş saniyeyle 'geçiş hakkını' trene kaptırdık. Başımıza geleceği bilsek ikimiz de uçar giderdik trenin önünden ya, neyse. Demiryolu geçidini kapatan kırmızı-beyaz çizgili demir direk yavaş yavaş indi. Daha ufukta ne görüntüsü ne de gürültüsü olan treni beklemeye başladık. 

Takvimin yaz, havanın ilkbahar dediği bir gün ortasıydı. Moskova'nın birkaç yüz kilometre ötesinde, taşranın kapısında, adını bilmediğim bir köyün kıyısındaydık. Kontağı kapattım. Russkoye Radyo'yu açtım. "Ondan sana yar olmaz diyorlar, ama ne gam, seviyorum işte, size söyleyecek tek sözüm bu" diyen Anna German'ın taş plak tadındaki sesine denk geldim. Mecburi molayla gevşedim. Etrafı seyre daldım. İçime huzur doldu.

Arkamdaki Nuh devrinden kalma Kamaz kamyonun şoförü indi aşağı. Sigarasını yaktı. Daha arkadaki Sovyet yadigârı bir Jiguli'de oturanlarla yarenliğe başladı. Eskicinin 10 tane mandal bile vermeyeceği bisikletin zor taşıdığı gürbüz bir köylü çocuğu daçaların olduğu tarafa doğru aheste pedal bastı. Biraz ileride, göz alabildiğine uzanan çimenliğin başında inekleri otlatan beyaz başörtülü bir kadın gördüm. Ne inekler ne de tren umurunda değil gibi gökyüzüne bakıyordu.

Çok geçmeden peşine onlarca yük vagonu takan upuzun bir lokomotif yorgun argın geçti gitti. Ama geçit hâlâ kapalıydı. Zamandan bir 5-10 dakika daha aktı. Dikiz aynasından sürekli uzayan araç kuyruğuna baktım. "Bizde olsa şimdi millet korna çalar, inip geçit memurunu azarlardı, hiç değilse ne olduğunu sorardı" dedim.

Neredeyse yarım saat olmuştu. Karşı istikametten ikinci tren de geçti gitti. Geçit yine açılmadı. Benden başka meraklanan, kaygılanan yok gibiydi. Şoförler inmiş, öbek öbek hararetli muhabbetler başlamıştı. Allı güllü basma elbisesiyle fingirdek bir köylü kızı geçti, tren yolunun öbür tarafına yürüdü, birkaç kişi komik laflar edip takıldı kıza. "Belki sizin hatırınıza açarlar!" diye seslendi gençlerden biri, kız kelime israf etmedi.

Tüm pencereleri açtım. Rüzgârın alıp getirdiği kokuları içime çektim. Çimen kokusu, yaban çiçeklerinin karışık kokusu, rüzgârın ve temiz havanın tarifsiz kokusu. Karınca sürüsüne benzeyen insanların devasa yuvası o şehir uzaktaydı. Şairin deyimiyle 'ucuz cesaretlerin ve pahalı zevklerin' insanlarından uzaktaydık. Zamanın telaşsız aktığı bir taşra köyünde, bir demiryolu geçidinde, Gogol'e malzeme olacak gibi bekliyorduk. Trenler geçiyor, geçit açılmıyor, bekleyiş neredeyse bir saati buluyor, insanların çoğu sanki bir yere yetişme derdi yokmuş gibi muhabbet ediyor, hatta beklemekten tuhaf bir keyif alıyor gibi görünüyordu.
Neredeyse bir saat önce fabrikasını ziyaret edip vedalaştığım Türk işadamı ansızın çıkıverdi arkamdan. "Hâlâ burada mısınız?" dedi, "Olur böyle. Trenler makas değiştirirken bekletirler. Ama belki da makinistin birisi yemeğe gidip öylece bırakmıştır treni, millet beklese de kimin umurunda?"

Uzayan kuyruğa umutsuzca baktım. Pastoral tabloda her şey sükûnet içindeydi. İçimden bir ses, "Burada kalıp ne güzel kafa dinlenir" diyordu, ama öbür ses "Acele et, akşama Moskova'da randevun var" diye ensemde boza pişiriyordu.

"Siz bu kuyruktan çıkın, geri dönün, sağdan iki kilometre gidince bir demiryolu altgeçidi var, oradan geçip gidin" dedi. Şaşırdım. "Peki böyle bir yol var da, neden bu kadar araba burada bekliyor? Bunların çoğu buraları bilen adamlar olmalı." Güldü. "Bilirler de, acele etmenin ne gereği var. Çoğu işe çıkmış şoförler. Şimdi gitse, bir başka iş verecekler, başka bir yere daha yollayacaklar. Halbuki burada mesaiyi bitirene kadar sigara içip tembellik edip sonra da 'Ne yapalım, tren yolu kapalıydı, kuyruğa takılıp kaldım' demek var. Bizim çalışanlar bile bazen yapıyor.

Acelesi olan zaten gitmiştir" diye akıl verdi.

Dediğini yaptım. Beş dakika sonra demiryolunun öbür tarafındaydım.

Moskova cangılına doğru gaza bastım. Yemyeşil otlaklar, yaban çiçekleri, köy evleri, sükûnet ortasında geçidin açılmasını sabırla bekleyen insanlar ve taşranın aceleye gelmeyen huzuru arkamda kaldı.


5.8.2007 Radikal

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder