Moskova

Moskova

29 Mart 2021 Pazartesi

"Daha kötüsünü de gördük..." Meraklısına kısa bir 'Rus olma kılavuzu'

 


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Dünyada epeyce yankı yaratan, George Mikes'ın "How to be a Brit" (Nasıl İngiliz olunur) kitabının mizahi tonundan esinlenerek "Rus olmanın şartları" sıralanmak istense ortaya nasıl bir tablo çıkar? Gazeteci Anna Novikova, Rusya'daki RBTH sitesi için kaleme aldığı yazıda "Rus olmak için" gereken nitelikleri sıraladı. İşte akılda tutulması gereken "esprili" ilkelerden bazıları: 

- Ruslar da diğer milletler gibi genellikle politikacılardan hazzetmez. Ama başkasının önünde bunu asla kabul etmezler.

- Ruslara göre, sürekli sözü edilen ama ne olduğu tam da belli olmayan "Rus ruhu" yalnızca Ruslarda bulunur. Rus ruhunu anlamanın anahtarı ise Rus edebiyatıdır.

- Bir Rus atasözü düğünde ağlamaktan, cenazede oynamaktan söz eder. Aynı anda gülmek ve ağlamak, hayatın tadını hüzünle çıkarmak bir Rus davranışıdır.

- Bugünün Rusyasında insanı tanımlayan paradır. Elit Rus Mercedes S'e ya da alabilmek için büyük bir kredi çekildiği izlenimi veren başka bir arabaya binmek, her gittiği yerde en pahalı şarabı sipariş etmek zorundadır. Giyim-kuşamda İtalyan markalarından şaşılmamalıdır. Seyahatlerde restoranlarda garsonlara bir aylık maaşlarına denk bahşişler bırakılmalıdır. 

- Ruslar övülmeyi sever. Amerikalılara lanet okumak bir Rusun kalbine giden en kısa yoldur.

- Ruslar gülümsemez.

- Ruslar şikayet etmeyi sevmez. Sloganları "Daha kötüsünü de gördük"tür.

Hayat dersleri: Modern bir Rus kadınının yanında nelere dikkat etmeli?



Kaynak: https://turkrus.com/

 

Soru iddialı; yanıtlar da! Rusya'ya, Rus kadınlarına dair "basmakalıp tespitler" bir yana, modern bir Rus kadını ile arkadaşlık ederken, ya da dostça görüşürken nelere dikkat edilmeli? İşte RBTH sitesi yazarlarından Yuliya Şamporova, kimilerinin "feminist bir bakış açısıyla" diye nitelediği, kimilerinin "hedefi vurmuş" dediği bir tavsiye listesi hazırladı. Şu noktalara dikkat: 

1. Erkeklerle nasıl selamlaşıyorsanız, kadınlarla da öyle selamlaşın. Gazeteci Mariya Grigoriyan, iş görüşmesinde bir araya geldiği yabancı bir heyetten birileri erkeklerin elini sıkarken, kendi elini öpünce tüm iş yapma hevesini yitirdiğini hatırlıyor. 

2. Niyetinizden bahsedin ve sorularınızı doğrudan sorun. Rusya'da bir kadını sinemaya, ya da çay içmeye çağırıyorsanız, sinema izleyeceğinizi ya da çay içeceğinizi düşünecektir. Eğer bunu "sekse giden yol" olarak görüyorsanız bu en hafif tanımla manüplasyona girer ve kadına polise gitme hakkı verir! 

3. Gerçek hayatta nasıl kibarsanız, online iken de öyle olun. Bir kadını tanımamanız size onu bir seks objesi olarak görüp hakaretler yağdırma hakkını vermez. Belgesel yazarı Tatyana Kamenetskaya "Tinder" üzerinden yazıştığı bir erkeğin normal bir sohbetin ortasında çıplak fotoğrafını gönderdiğini anımsıyor. Tatyana bunu bir daha yapmamasını söyleyince muhatabı ona "sosyopat" demiş. Genç kadın bunu hem komik, hem korkunç, hem de zavallıca bulduğunu söylüyor.

4. "Şövalye ruhunu" tadında bırakmak gerek. Hesabı ödemek istiyorsanız kadın arkadaşınızdan bunun için izin isteyin. Hesabı ödediyseniz de karşılığında bir şey talep etmeyin ya da bir talep için kendinizde hak görmeyin.

5. Başka kadınların önünde ona iltifat etmekten kaçının. Bu tutumunuz, aynı ortamda bulunan diğer kadınları gücendirebilir. Kaş yaparken göz çıkarmaya gerek yok!

20 Mart 2021 Cumartesi

Rusya'da karşı cinsle nerede tanışılır?



Kaynak: https://turkrus.com/

 

Pandemi dönemi "fiziki temasları" minimuma indirdi, tanışmaları sosyal medyada "sanal" düzeyde kalmaya zorladı. Peki, geleneksel olarak Rusya'da insanlar karşı cinsten olanlarla nasıl, nerede tanışıyor?

SuperJob anketine göre, normal şartlarda da artık internet üzerinden tanışanlar ile iş yerinde tanışanların oranı birbirine eşitlendi: Yüzde 15.

Katılımcıların yüzde 11'i hayat arkadaşını sokakta tanışarak, yüzde 7'si arkadaş grubunda, yüzde 4'ü okulda, yüzde 3'erli grup da parkta veya tatilde tanıdıklarını söylüyor. 

Yüzde 17 ile Rusya vatandaşları, sosyal ağları veya özel uygulamaları, karşı cinsle tanışmak için en ideal ortam olarak görüyorlar.

Ankete katılanların yüzde 11'i, "her yerde bir ruh eşi bulunabileceğini"  söylüyor. Sadece yüzde 8'i iş yerinin romantizm için uygun bir yer olduğuna inanıyor.

Anket, 19 Şubat-4 Mart 2021 tarihlerinde Rusya'nın tüm bölgelerinde 2 bin kişinin katılımıyla gerçekleştirildi.

Rus sarayında Afrikalı Türkler


Fuad Safarov, Moskova 

Kaynak: https://medyagunlugu.com/


Rusya İmparatorluğu'nun başkenti St. Petersburg'daki Çarlık Sarayı'nda İzmirli Afro-Türklerin (Afrika kökenli Türkler) devlet memuru statüsünde hizmetli olarak uzun yıllar görev yaptığı ortaya çıktı. 

Siyah ya da esmer olan bütün yabancılara o dönemde Rusya'da genel anlamda "Arap" deniliyordu. Rus tarihi kaynaklarına göre, Rusya'da "Arap" uşaklar ilk kez 17. yüzyılda Çar Mihail Romanov'un annesinin sarayında hizmete alındı. 18. yüzyılın ilk çeyreğinde ise bu kişiler artık kadrolu olarak görev yapmaya başladı. Örneğin, Çariçe 2. Katerina'nın sarayında "Arap" lakaplı 10 hizmetli görev yapıyordu.  

19. yüzyılın başında uşakların sayıları 20'ye kadar çıktı. 19. yüzyılın ortaları ve 20. yüzyılın başlarına ait belgelerde, bu kişilerden "İmparatorluk Sarayının Arapları" diye söz ediliyor.  

İşte söz konusu iki dönemde de Rusya Çarlık Sarayı'nın önde gelen resmi hizmetlileri İzmir kökenliydi. Bunlardan ikisi "kıdemli Arap unvanı" verilen Konstantin Yevgeniyeviç Apti (manşetteki küçük fotoğraf) ve "küçük Arap" olarak adlandırılan oğlu Nikolay Konstantinoviç Apti'ydi. Baba Apti'nin 1859 yılında İzmir'de, oğlunun ise 1892 yılında Çarlık Rusya'sının başkenti St. Petersburg'da doğduğu bilgisi kayıtlarda yer alıyor.  

Baba Apti, St. Petersburg'da "burjuva" statüsündeydi. Ortodoksluğu kabul eden İzmirli ünlü uşak, 1882 yılından itibaren Prens A. P. Oldenburgskiy'nin yanında çalıştı, 1890'dan 1917'ye kadar da İmparatorluk Sarayı'nda görev yaptı. Apti, eşi Yevgeniya Mihaylovna ve dört çocuğuyla birlikte Sergievskaya'daki devlete ait bir apartman dairesinde oturuyordu. İmparatorluk sarayının Türk asıllı uşaklarından biri de Muhammed-Hacı Tabib-Oğlu idi.

Çar 3. Aleksandr'ın oğlu Büyük Prens Mihail'in vaftiz oğlu olan baba Apti, Rus çarları 3. Aleksandr ve oğlu 2. Nikolay'ın sarayında görev yaptı. Rusya, Bulgaristan, Sırbistan'ın devlet madalyalarıyla ödüllendirildi, 1910 yılında kendisine fahri Rus vatandaşlığı da verildi. Birinci Dünya Savaşı'nda Çar ailesiyle birlikte sağlıkla ilgili devlet görevlerinde faal olarak çalıştı. Nauka i Jizn dergisinde yer alan bir yazıya göre, 1918 yılında yeni Sovyet yönetimi kendisine yıllık 267 ruble maaş bağladı. 
  

1917 Bolşevik Devrimi'nin ardından oğlu Apti, Niva isimli dergide ressam olarak çalışmaya başladı. Rus tarihçilerine göre, oğul Apti çok iyi eğitim almış bir kişiydi. Onun oğlu Nikolay ise, İkinci Dünya Savaşı sırasında Sovyet gerilla örgütüne katılarak Nazilere karşı mücadele etti. 

Rus tarihçi Nina Tarasova'ya göre, İzmirli uşaklar Rusya'ya 19. yüzyılda 3. Aleksandr döneminde getirildi. Ruslardan farklı, koyu ten rengine sahip oldukları için Araplara benzetilen ve bu şekilde adlandırılan söz konusu kişilerin göreve başlamadan önce askerlik hizmetlerini anavatanlarında yaptıklarına dair bir belge sunmaları gerekiyordu. Ayrıca, 16 yaşın üzerinde olma ve Rus çarına bağlılık yemini etme zorunluluğu vardı. Eğer Hristiyan değillerse, eski dinlerini bırakarak Hıristiyanlığı kabul etmeleri de gerekiyordu. Vaftiz töreni Kışlık Saray'ın büyük kilisesinde yapılıyor, isimlerini değiştiren "Araplar" Çarlık Sarayı'nda hemen göreve başlıyordu. O zamanlarda tüm bu hizmetler, Rusya İmparatorluk Sarayı Bakanlığının Hoffmarshal's Dairesine bağlıydı. Afrika kökenli hizmetliler, sarayda iç salonların kapılarında görev yapıyor, konuklara imparatorun ofisine kadar eşlik ediyorlardı. Nöbet ise iki görevli tarafından tutuluyordu: "Kıdemli Arap" ve "küçük Arap." 1917 Devrimi'nin ardından saray ile ilgili tüm çarlık kurumları kaldırıldı. Baba ve oğlu Apti kayıtlara Çarlık Rusyası'nın ünlü ve vefalı uşakları olarak geçti.

Türkiye'deki Afrikalılar

Wikipedia'da yer alan bilgiye göre, Türkiye'deki Afrika asıllı Türkler veya Afro-Türkler, genellikle Osmanlı İmparatorluğu'nun çeşitli dönemlerinde işçi olarak veya açık köle olarak (köle olarak alıp hemen veya kısa bir müddet sonra azat etmek, isterse ücreti mukabili iş/görev vermek) getirilen ya da kendi istekleriyle Afrika'dan Anadolu'ya veya Kıbrıs'a gelerek yerleşenlerin çocukları ve torunlarına verilen addır. Bir kısmı sonradan ülkelerine dönmüş, kalanları Ege ve Akdeniz bölgesinde yerleşerek tarım alanında çalışmış, köyler oluşturmuşlardır. Afrika asıllı Türklerden yaşlı kuşak kendisini genelde Arap olarak tanımlarken kentte yaşayan genç kuşak ise ‘Afrika kökenli’ demeyi tercih etmektedir.

Osmanlı döneminde Nijer, Suudi Arabistan, Libya, Kenya ve Sudan'dan Afrika asıllılar, genellikle Zanzibar üzerinden Dalaman, Manavgat, Çukurova, Menderes ve Gediz ovasına getirilmişti. Bazı Afrika asıllılar ise 1923 Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi sırasında Girit'ten gelmiş, Ege bölgesine, çoğunlukla da İzmir'e yerleşmiştir. Ayvalıklı Afrika kökenliler Girit'ten gelen atalarının Yunanca konuştuğunu, Türkçeyi sonradan öğrendiklerini söylemektedirler. 

"Atatürk'ü çok seviyoruz"

Geçen haziran ayında Anadolu Ajansı bu konuda şöyle bir haber yayınlamıştı:

"Sudan'dan 2 asır önce geldikleri Aydın'a yerleşen ve "Afro-Türkler" olarak bilinen aileler, kendi deyimleriyle 'Biz Aydınlıdan daha Aydınlıyız' diyerek yaşamlarını mutlu ve huzurlu bir şekilde sürdürüyor.

Sudan'dan 1800'lü yıllarda tarım işçiliği için gelen ve Anadolu'yu yurt benimseyen Afro-Türklerin torunları, bugün Söke ve Germencik ilçelerinde yaşamaya devam ediyor. Bu kişilerden Hasan Biberci, "Milli bayramlarımızı da en coşkulu şekilde kutluyoruz. İstiklal Marşı'nı, Türk bayrağını, Atatürk'ümüzü çok seviyoruz. Biz annemizden, dedemizden ne gördüysek öyle yaşıyoruz. Mutfağımız bile Ege mutfağıdır" diyor.

Nastya, 'nasty'... "Hoş olmayan" çağrışımları olan Rus isimleri



 


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Rus medyası, Rusya’da çok yaygın olan, ama “hoş olmayan” İngilizce kelimeleri çağrıştıran isimlere dikkat çekti. Rambler.ru’da yer alan yazıda, örneğin Anastasiya isminin kısaltması Nastya’nın, İngilizcede “iğrenç, edepsiz, pis” gibi anlamlara gelen “nasty”, Svetlana isminin kısaltması Sveta’nın ise “sweat” (ter) kelimesini akıllara getirdiği belirtildi.

Maşa isminin telaffuzunun İbranicede “saat kaç”  sorusunu çağrıştırdığı, İlya isminin ise Fransızcda “var, vardır” anlamına gelen “il y a” sözcüğüne benzediği aktarıldı. 

Rusça Gaina isminin telafuzunun ise İspanyolca ve İtalyancada tavuk anlamındaki “Gallina” sözcüğü ile benzediğine dikkat çekildi. 

Örneğin Pavel isminin kısaltması olan "Paşa" ise Türkçe'de tam aksine "saygıdeğer" bir kelime olarak öne çıkıyor. 

16 Mart 2021 Salı

Uçar'a Turgenyev yarışmasında ödül



Kaynak: https://turkrus.com/

 


Rusya'da Turgenyev Kütüphanesi tarafından düzenlenen serbest düzyazı yarışmasında, Metin Uçar’ın yazdığı “Rusya Sevgisi” adlı eser “Turgenyev’in Rusya Sevgisi Temasının Yansımaları” dalında birincilik ödülüne değer görüldü.   

Uçar, ödül diplomasını Moskova’da düzenlenen bir törenle aldı. 

Uzun yıllardır Moskova’da yaşayan yazar Metin Uçar, ödül töreninden yaptığı konuşmada, “Bir yabancı olarak Rusya’da yaşadığı dönemde ‘Neden Rusya’nın bu kadar çok dünyaca kabul görmüş yazarı, şairi, ressamı ve müzik kompozitörü var?’ sorusunun aklını meşgul ettiğini, yarışmada ödül kazanan kısa yazısında bir yabancı gözüyle bunu, kısaca Rusya’nın ruhunu anlamaya çalıştığını” söyledi.

Metin Uçar’ın ödüllü kısa yazısının, yine kendi kaleminden Türkçe çevirisi aşağıda bulunuyor:

 ...

Rusya’yı sevmek


Bir filmi hatırlıyorum. Köyün başkanı halkın karşısında konuşuyordu.
 

- İnsan memleketini neden sever? Başka çaresi yoktur da ondan! Burayı seversen, burası dünyanın en güzel yeridir. Amma dünyanın en güzel yerini sevmezsen, orası dünyanın en güzel yeri değildir.

Bu sözlerde insanı hayran bırakan bir gerçek gizlidir. Peki, siz hiç düşündünüz mü, bir insan bir yeri severken bir diğerini neden sevmez? Bunun, soğuk, bilimsel bir açıklaması var, ancak bu benim ilgimi çekmiyor. Ben size başka bir şeyden bahsetmek istiyorum. Anlatacağım memleket sevgisi değil, bir insanın anavatanı olmayan bir ülkeye duyduğu sevgi. Öyle, insan anavatanı olmayan, yaşadığı başka bir ülkeyi de sevebilir. Benim hikayem Rusya ile ilgili! 

Muhtemelen 20-30 yıl önce ‘O soğuk ülkeyi, somurtgan insanlarını nasıl sevebilirsin?’ sorusuna mantıklı bir açıklama bulabilirdik. Ancak şimdi biliyoruz ki  burada da sıradan insanlar yaşıyor, güzeli de var çirkini de. Doğal güzelliklerden hiç dem dahi vurmayacağım, çünkü bu ülke o kadar güzel ve eşi bulunmaz doğal zenginliklere sahip ki yazmaya kalksanız ciltler dolusu eser çıkar.


Böylesi bir sevginin bence birinci şartı, güzeli farkedebilme yetisi ve çirkinden uzak durmak. Bu vasıflara sahip bir insan dünyanın çok farklı insanları arasında yaşayabilir. Hayatımı meydana getiren paha biçilmez anları her türlü çirkinliklere harcamak istemem. Bu nedenle her zaman güzelliği ararım. Rusya güzellik zengini bir yer, nereye bakarsam bakayım.


Size metroda yaşadığım bir olayı anlatacağım. 90’lı yıllardı. Komünizm hala sahnedeydi, ancak domates ve yumurta saldırısı altındaydı! Altı Aydan sonra ilk defa şehirde dolaşmaya çıkmıştık. O zamanlar şantiye sınırları dışına çıkmamıza pek izin vermezlerdi. Ne de olsa SSCB kapalı bir ülkeydi ve yabancı bir ideolojiye sahipti, yöneticilerimiz bizi şehre bırakmaktan çekinirlerdi. İşte böyle ilk defa şehre inmiştik ve ilk iş olarak da metroda seyahatin tadına bakmak istiyorduk. Metro vagonunda oturuyoruz. Karşı tarafta oturan güzel bir kız dikkatimi çekiyor. Anasıyla birlikte oturuyorlar ve anası da en az kendisi kadar güzel. Hoş hoş sohbet ediyorlar. İçime düşem bir düşünce beni cesaretlendiriyor: Git anasına de ki: ‘İyi günler. Kızınızla tanışmama müsaade eder misiniz?’ Böyle bir şey daha önce başıma gelmemişti. Ben ‘gideyim, ya olmaz, otur oturduğun yerde’ diye azap çekerken grubumuzdaki bir arkadaş fenalaşıyor. Kapalı yer korkusu varmış. Acil olarak metrodan çıkıyoruz. Benim aşk hikayesi daha başlamadan bitiyor! Biz de ne derler: ‘Güzele bakmak sevaptır’. Velhasıl burada çok sevaba girebilirsiniz. Bir de derler ki: ‘Ekmek parasını kazandığın yer vatanındır. Bende öyle bir meslek var ki, Rusya’da çalışmamı gerektiriyor. Tercümanlık. Köyün başının dediği gibi, bu ülkeyi sevmesem burası dünyanın en güzel yeri değildir.


Gelelim bu ülkeyi sevmemin iki ana nedenine. Birincisi insanları. Memleketimdekiler alınmasınlar, ancak özellikle 90-lı yıllarda burada birçok harika insanla tanıştım. Bu insanlarla politika, bilim, insan ilişkileri gibi çok farklı konularda uzun süren sohbetler yapardım ki bu memleketimde eksikliğini duyduğum bir şeydi.
 

İkinci neden ise yaratıcılığa iten atmosfer. Bu atmosfer sizi içine çekiyor ve bir şeyler üretmek istiyorsunuz. O kadar çok sayıda yazarın, ressamın, şairin, kompozitörün ve bilim insanının buradan çıkması pek de şaşırtıcı gelmiyor artık. Bu atmosfer sayesinde müzikle ve resimle uğraşmaya başladım. Benden iyi bir müzisyen ya da ressam çıktı mı, bunu bilemem, ama kendi çapımda ilgiyle uğraşıyordum ve kendimce harika eserler üretiyordum. Yine burada bilimkurgu hikayeler ve romanlar üzerine yazı kabiliyetimi geliştirdim. Şimdiye kadar bunları bastırmak imkanı olmadı, ancak sanırım bu artık bir zaman meselesi oldu. Yine aynı şekilde sayısız uzay gemisi dizaynı yaptım. Tek kelimeyle Rusya’nın havasında, suyunda öyle bir şey var ki bu tür uğraşılarınızı alevlendiriyor. İster istemez soruyorsun kendi kendine: ‘Rusya nasıl sevilmez ki?’. İste böylesi bir Rusya sevgisi hikayesi benimkisi.


Yazar – Uçar Metin.

Mesleği – Tercümanlık, Moskova, 15 yaşında bir oğlu var.

Kısa Bilimkurgu Hikayeler konulu Facebook sayfası – https://www.facebook.com/groups/1644454162257548

7 Mart 2021 Pazar

Güneydeki başkentten 'kuzeyin başkenti'ne: Seyr-ü sefer halinde bir sinefil

 





Mustafa Kemal Yılmaz

Kaynak: https://turkrus.com/

 

 

Mustafa Kemal Yılmaz, kendi kişisel tarihinin izdüşümünde, Ankara’dan Moskova’ya uzanan, şimdilerde St. Petersburg’da soluklanan bir sinema tutkununun yolculuğuna bizi de "yol arkadaşı” yapıyor. 

 

***

Nevski’den Malaya Sadovaya’ya sapıyorum. Kuşatmanın kedileri anısına dikilen heykelleri görmek var aklımda. Fakat öyle küçükler ki sokak numarasını bilmeme rağmen bir süre aramak zorunda kalıyorum. İşte oradalar. Meşhur mağazanın yan duvarında, dört metre yüksekte ağır başlı Yelisey ve tam karşısında, sokağın diğer tarafında cilveli Vasilisa.

Kafamda belirli bir plan yok. Kedicikleri fotoğrafladıktan sonra Malaya Sadovaya’da yürümeye devam ediyorum. Karşıma üçgen biçimli bir meydan çıkıyor: Manej Meydanı. Solda karlar altındaki küçük bahçenin ortasında ihtişamlı bir Turgenyev heykeli var, hemen yanındaki binada da Lenin’le ilgili bir mermer tabela. Ama benim dikkatimi tam karşıda, sütun başları altınla süslenmiş bir bina çekiyor. Önüne kadar gidiyorum: Sinema Evi, Rusçasıyla Dom Kino. 

Griffonlu merdivenler altın bir çelenk tutan çocuk kentaur heykeline çıkıyor. Kapıda bir de tabela: Sovyetler Birliği’nde çekilen ilk film bu sinemada gösterilmiştir.

Şehirle iç içe bir tarihe sahip olduğu her halinden belli olan yapıya şaşkınlıkla bakıyorum. Ve derhal anlıyorum şaşkınlığımın sebebini. Altı aydır Petersburg’dayım, ama hala bir “sinemam” yok!

Halbuki hiç sinemasız kalmamıştım. Sokakta yürümeye devam ediyorum ama aklım çoktan geçmişe gitmiş bile. 30-35 sene öncesine. İlkokula ya başladım, ya  başlamak üzereyim. Yazları köyde geçiriyoruz. Coşkun akan bir dereciğin kenarındaki köy kahvesini hatırlıyorum. İyi, Kötü, Çirkin oynatıyorlar videoda. Hem de her gün, döne döne. Öyle yer ediyor ki film belleğimde, unutup tekrar izlemek için yirmi yıldan fazla süre geçmesi gerekiyor. (2014 yazında Moskova’da öğreniyorum Eli Wallach’ın öldüğünü, aklım köy kahvesine gidiyor. 2020 yazında dört gözle sınırların açılmasını bekliyoruz. Bu kez de Ennio Morricone göçüp gidiyor.)

İlk hakiki sinemaya kavuşmam ise 1997’de. ODTÜ Fizik Amfisi, namı diğer Üçlü Amfi. Vladimir Maşkovlu Hırsız’ı, burada izliyorum. Kampüsteki ilk yıl bitmeyen bir film festivali gibi geçiyor. Cadı Kazanı en çok iz bırakanlardan. Ama daha hafif filmleri de anımsıyorum. En İyi Arkadaşım Evleniyor, Beşinci Element, Big Lebowski. 

Sonra kampüsten dışarı taşıyoruz. Bahçeli’de Büyülü Fener’i öğreniyoruz. Costa-Gavras’ın Çılgın Şehir'ini burada izliyorum. Tübitak binasının altında küçük bir salonu keşfediyoruz. Burada da Jim Jarmusch’la tanışıyorum ve kısa filminde rol verdiği Roberto Benigni ile. Bir hınzırlık edip Kavaklıdere’ye Tinto Brass izlemeye gidiyoruz. “Erotik sinema bu muymuş?” diyerek Lola’yı yarım bırakıyoruz.

Şehre ikinci gelişim 2003’ten sonra. Ama bu kez belleğimde hiç sinema yok. Rusça öğrenmeye başladığım yıllar. Muhtemelen öyle doluyum ki Rusçayla sinemaya yer kalmıyor. Belki de hafızamdaki boşlukları romantik açıklamalarla dolduruyorum.

Ankara’dan sonra Moskova. Şehri tanımakla geçen ilk yılın sonuna doğru Arbat’ta Hudojestvennıy’ı keşfediyorum. Moskova’nın ilk sineması. Tüm yerkürede yüz yaşını deviren birkaç sinemadan biri. Potemkin Zırhlısı’nın prömiyerine ev sahipliği yapmış bir sinema mabedi. Öyle güzel, öyle rahat ki burada film izlemek. Anında müptelası oluyorum.

Üniversitedeki Polonyalı arkadaşların davetiyle Polonya Filmleri Festivali’nde çalışmaya geliyoruz. Gönüllüyüz güya ama yine de harçlık veriyorlar: 100 ruble, o günün kuruyla 4 dolar. Şehirde kazandığım ilk para.

Festivalde yapımcılarından biri Polonyalı olduğu için Peter ve Kurt’u da gösteriyorlar. 2008’in En İyi Kısa Animasyon Oscarının sahibi. Yapımcılar heykelciği de getirmişler. Dünya gözüyle bir Oscar görüyoruz.

François Ozon’un kısalarıyla burada tanışıyorum. Ben bayılıyorum, ama kız arkadaşım sevmiyor. Ortasında çıkıyor, ben kalıyorum. (On iki sene sonra bile hala başıma kakıyor.) Daha sonra birlikte Usta ve Margarita'ya gidiyoruz. Yarım bırakırken bu kez ikimiz de hemfikiriz. Taras Bulba’yla hamasi Rus sinemasının notunu verirken de öyle: Ruslar edebiyat uyarlamalarını kıvıramıyor.

Yıllar geçiyor. Bu kez Hobbit serisinin ikinci filmini izlemek için Hudojestvennıy’deyiz. Artık kız arkadaşım değil, eşim. Doktorun söylediğine göre doğuma en az on gün var. Ama sinemadan eve döner dönmez işaretler beliriyor. Ertesi gün vakit öğleyi geçerken artık bir kız babasıyım.

Bir ay sonra restorasyona alıyorlar sinemayı. Bir kere daha sinemasız kalıyorum. Doktora, iş, çocuk derken eskisi gibi mecal de yok. Bir yandan internetten film izleme kolaylığı. Yine de ara sıra keşif seferlerine çıktığım oluyor. Kutuzovski’deki Piyoner’i öğreniyorum. Rusların altyazı düşmanlığı gütmediği ender sinemalardan. Muhteşem bir mayıs günü Hamovniki’den Kutuzovski’ye yürüyerek Çılgın Max: Öfkeli Yollar'ı izlemeye gidiyorum. Hudojestvennıy’den sonra kendime yeni bir sinema mı buldum acaba diye düşünürken kasım ayı gelip çatıyor. Uçağı düşürüyorlar. Artık ne Hudojestvennıy var, ne Piyoner, ne Hamovniki, ne iş, ne de şehir. İki ay sonra Türkiye’de, memleketteyiz. Pencerenin önünde koyunlar otluyor.

Belinski Köprüsü’nü geçip Liteyniy’e çıktığımda hatıralardan sıyrılıp kendime geliyorum. Altı aydır Petersburg’dayım, ama hala bir sinemam yok! Yerleşme, mobilya, beyaz eşya, evrak işleri, oturum stresi, anaokulu kaydı, hastalık korkusu derken şehirle tanışmayı hep ertelediğimi fark ediyorum. Ama artık yerleştik, alışveriş tamam, oturum cepte, anaokulu kaydını yaptırdık, hastalığı ise hafif atlattık. Vakit geldi mi acaba?

Yürümeye devam ederken telefondan birkaç yazı karıştırıyorum. Şostakoviç'in konservatuar yıllarında Dom Kino'da sessiz filmlere doğaçlama müzik yaptığını öğreniyorum. İkinci Dünya Savaşı’na kadar Alman işçi sınıfıyla dayanışmak adına sinemaya Rot Front adını vermişler, Kızıl Cephe. Savaştan sonra ise Rodina, yani Vatan. Rusya’nın geçirdiği travmatik dönüşümün tek başına sembolü adeta.

Evet, diyorum, burada bir film izleyeceğim. Kinotavr’ın galibi Pugalo gösterime giriyor, yani Korkuluk. Hem de altyazıyla. Yakutça ile Türkçe arasındaki mesafeyi de görmüş oluruz, diye aklımdan geçiriyorum. 

Bu şehirde de bir sinemam olup olmayacağını ise zaman gösterecek.

Rusya'da "kadın gibi kadın" tarifi yapıldı, ilk sıra Sovyet 'diva'larının


Kaynak: https://turkrus.com/

 

8 Mart Dünya Kadınlar Günü öncesinde Rusya vatandaşlarının kadınlık algısını ölçmeye yönelik bir anket yapıldı. Devlete bağlı kamuoyu yoklama kuruluşu VTsİOM'un anketine katılan 1600 kişiye "gerçek kadın" denince akıllarına kimin geldiği sorusu yöneltildi. 

Listenin ilk iki sırasında, Sovyet devrinden beri sahnede aynı başarıyla kalmaya devam eden ünlü şarkıcılar Alla Pugaçova (sağda) ve Sofiya Rotaru (solda) var.

Pugaçova'nın yüzde 6 oy aldığı ankette Sofiya Rotaru da yüzde 3'lük paya sahip oldu. 

Üçüncü sırada yine yüzde 3'lük payla eski St. Petersburg valisi Valentina Matvienko var. Matvienko şu anda parlamentonun üst kanadı Federasyon Konseyi'nin başkanlığını yürütüyor.

Ankette "Gerçek bir kadın aile ocağını korumalıdır" diyenlerin oranı yüzde 32 olarak bulundu. "Çocuk yetiştirmelidir" cevabını verenlerin oranı ise yüzde 21. "Evi çekip çevirmeli" diyenlerin oranı yüzde 17. "İyi kalpli ve özenli olmalı" diyenler de yüzde 10 olarak hesaplandı.

Rusya vatandaşlarının bir kadında en çok değer verdiği haslet ise yüzde 27'lik payla iyi kalplilik, duyarlılık ve empati duygusuna sahip olma. Önce "güzellik ve çekicilik" diyenlerin oranı ise yüzde 20.

"Kadınlarda zekaya ve eğitime önem veririm" diyenler de yüzde 19'luk paya sahip.

Ankette kadınlara 8 Martta hangi hediyeyi almak istedikleri sorusu da yöneltildi. Buna göre, kadınların yüzde 33'ü bu özel günde erkeklerden çiçek bekliyor. "Paket tur isterim" diyenlerin oranı yüzde 31. "Para ya da hediye sertifikası" bekleyenlerin oranı da yüzde 26.

Yüzde 24'lük bir kesim ise konser ya da tiyatro bileti hediye almayı istiyor.

Osmanlı ve Çarlık Rusya’sı neden çöktü?


Kaynak: https://samihguven.blogspot.com/

 

Hatırlıyorum da lise yıllarında, kuru, renksiz, savaşların uzun uzun anlatıldığı tarih kitapları berbattı. Bizde tarihe bakış biraz problemli zaten. Gerçekten kopup, onu beğenmeyip, TV dizilerindeki tarih sahnelerinden mutlu olma gibi huylarımız var. Geçmişi farklı göstermek, aşırı sevmek ya da kendini geçmişten kurtarmaya çalışmak tarihçinin işi olmasa gerek. 

Neyse ki iyi tarihçiler oluyor ve olgular arasındaki bu kesintisiz etkileşime nesnel ve daha geniş bir pencereden bakabiliyorlar. Kültüre, ekonomiye de dikkat kesilip daha yetkin, daha akıcı dille yazılan kitapların değeri bambaşka oluyor zaten. 

Aslında insanın yaşadığı çağa, içinde olduğu topluma daha bilinçli, daha dikkatli bakması önemli bir sorumluluk. Unutmayalım ki, dünya tarihi milletlerin ve medeniyetlerin kendi tarihleri olduğu kadar birbirleriyle mücadelelerinin de tarihi. Ayrıca, büyük güçler kendi vatandaşlarının refahını esas alırken çıkarları için dünyanın başka yerlerindeki insanların hayatlarını önemsemiyorlar. Gerçek bu. Yani kendi ülkenizi koruyup geliştiremezseniz, güçlülerin niyetlerini saflık göstererek anlayamazsanız, çocuklarınızın özgür geleceğini tehlikeye atarsınız.

Neticede tarih önemli bir alan. İnsanlık ve dünya tarihinin nasıl ilerlediğine ilişkin bir takım genellemeler yapmak da oldukça değerli. Örneğin Marks, Newton’un evrenin fizik yasalarını bulması gibi kendisinin de bütün insanlık tarihinin hareket yasalarını bulduğunu düşünüyordu. Üretim güçleri diye ifade ettiği teknik gelişmişlik kategorisine değişimi sürükleyen önemli bir rol veriyordu. Haklılığı konusunda farklı görüşler olsa da yaptığı analizin değeri çok büyüktü. 

Tarihin nasıl ilerlediği konusunda önemli tespitler yapan isimlerden biri de Yale Üniversitesi’nin ünlü profesörlerinden Paul Kennedy. Strateji alanında dersler veren Paul Kennedy’nin çalışmalarını yoğunlaştırdığı asıl alan ekonomik güç ve teknolojik ilerleme ile ayrılmaz şekilde iç içe geçmiş askeri tarih. 

Paul Kennedy’in 1500’den 2000’e ekonomik değişme ve askeri çatışmaları incelediği “Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri” adlı kitabı dünya genelinde takdir toplamış önemli bir çalışma.  

Geçenlerde bu kitabın bazı bölümlerine yeniden göz attım ve yazarın özellikle Osmanlı ve Çarlık Rusya’sının neden çöktüğüne ve Sovyetler Birliği’ne ilişkin tespitlerine kısaca değinmeye karar verdim. 

Paul Kennedy “Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri” adlı kitabında genel olarak  ekonomik güç ve askeri güç arasındaki denge ve devinimin büyük ulusların yükseliş ve düşüşleriyle yakından ilişkili olduğunu savunuyor. 

Kennedy’e göre dünya meselelerinde başı çeken ulusların göreli gücü hiçbir zaman aynı kalmıyor. Bunun başlıca sebebi de ülkeler arasındaki eşitsiz büyüme hızları ve bir toplumdan diğerine daha fazla yarar sağlayan teknolojik atılımlar. 

Kennedy’e göre askeri güce ulaşmak için zenginliğe, zenginliği korumak ve geliştirmek için de askeri güce ihtiyaç var. Ancak kaynakların büyük bölümü varlık yaratmak amacından uzaklaştırılıp askeri amaçlara ayrıldığında uzun dönemde ulusal gücün zayıflama ihtimali ortaya çıkıyor. Bu kitabın 1987’de yayımlanmasından iki yıl sonra çöken Sovyetler Birliği de onun bu tezini doğrulamış oluyor bir bakıma.

Bu noktadan itibaren Paul Kennedy’nin Osmanlı, Çarlık Rusya’sı ve Sovyetler Birliği’ne ilişkin görüşlerine kısaca değinmek istiyorum.

1-Osmanlı İmparatorluğu: Kennedy Osmanlıları “fetihçi bir seçkinler topluluğu” olarak niteliyor. Ona göre modern çağın başlarında Avrupa’ya en büyük tehdit Osmanlı Türklerinden geliyordu. Bunun sebebi ise Osmanlıların heybetli orduları ve çağın en ileri kuşatma kuvvetleri ve araçlarına sahip olmalarıydı. Ama Osmanlıların düşmanları günden güne çoğalıyordu. Bu kadar çok düşmana karşı da olağanüstü liderlere ihtiyaç vardı. Fakat 1566’dan itibaren hükümdarlık eden 13 Sultan da yetersiz kalmıştı. Ayrıca Avrupa’da gelişen yeni dinamikler söz konusuydu.

Kennedy’e göre, budala bir sultan, Osmanlı İmparatorluğunu öylesine işlemez hale getiriyordu ki benzer bir şeyi Papa’nın ya da Roma İmparatoru’nun yapması mümkün değildi. Yukarıdan açık seçik emirler gelmediği için Osmanlı bürokrasisi sertleşmiş, tutuculuk üstün tutularak yenilik boğulmuştu. Ticaret karşısında ise despotik ve merkeziyetçi bir tavır alınıyordu. 1550’den sonra toprak genişlemesinin durması ganimete dayalı gelirlere büyük sekte vurmuştu. Daha önce teşvik gören tüccarlar ve girişimciler üzerine çok ağır vergiler konulmuştu. Buna ilave olarak fiyatlardaki olağanüstü artışların büyük sonuçları olmuştu.  

Genel olarak Avrupa kökenli düşünce ve uygulamalar çoğu zaman küçük görülüp reddediliyordu. Ağır ve cüsseli topların daha hafifleriyle değiştirilmesi mümkün olamamıştı örneğin. 

Bütün bu ekonomik gelişmeler ve teknolojideki geri kalma sonun başlangıcını hazırlıyordu aslında. Üstelik Avrupa yükselmeye başlamış, özellikle denizcilikte büyük bir ivme yakalamıştı.

Kennedy şöyle bir soru soruyor: Nasıl oldu da önüne geçilemez bir ekonomik gelişme ve yenilik süreci başlamıştı Avrupa’da? Kennedy bu noktada Avrupa’nın politik çeşitliliğine ve coğrafyasına vurgu yapıyor. Ticaretin, tüccarların, limanların ve pazarların merkeziyetçilikten ve gözetimden uzak gelişmesinin önemli sonuçları olmuştu. Denizlerle çevrili olmanın hem gemiciliğin gelişmesi hem de ucuz taşımacılık açısından önemi büyüktü. Artan deniz ticareti zenginliği artıyor ve yenilen besinleri çoğaltıyordu. Ayrıca önemli bir reform gündemi vardı. 

2-Çarlık Rusya’sı: Kennedy Çarlık Rusya’sı ile ilgili şu önemli tespitlerde bulunuyor: Çarların askeri mutlakiyetçiliği, eğitimin Ortodoks kilisesinin tekelinde olması, bürokrasinin rüşvet yemeye yakın ve güvenilmez oluşu, tarımı durağanlaştıran ve feodal kılan serflik sistemi en önemli sorunlardı. Rusya Batıdan aldığı bir takım şeylere rağmen ekonomik açıdan geri kalıyor ve teknolojik olarak gelişemiyordu.

Kennedy’nin affına sığınarak bu noktada bir yorum belirtmek istiyorum. Aslında Petro reformlarının önemli sonuçları olmuştu. Hem kültür hem de eğitim hayatında önemli gelişmeler vardı. Ayrıca ticaret de canlanıyordu. Üstelik Petro’nun denizcilik tutkusunun askeri alanda önemli sonuçları olmuştu. 

19. yüzyılın ortalarında ise serflik kaldırılmış, eğitim laikleştirilmeye başlanmış, idarede ve yargıda önemli reformlar yapılmıştı. Ancak yeterince teknolojik atılım olmuyor, bürokrasi kendini istenildiği gibi yenileyemiyor ve ekonomi yeterince gelişemiyordu. Serflik kaldırıldığı halde tarımdaki sorunlar da çözülememişti.

Kanımca Çarlık Rusya’sının çökmesine neden olan şey tam da Kennedy’nin söylediği şekilde İmparatorluğun aşırı savaş isteklerini desteleyecek bir ekonomik gücün olmamasıydı. İsveç, Polonya, Japonya, Osmanlı savaşları orduyu ve ekonomiyi yormuştu. Birinci Dünya Savaşında ise açık bir çöküş baş gösterdi. 

3-Sovyetler Birliği: Kennedy’e göre Sovyetlerin askeri harcamaları azaltma şansı olmadığından karşı karşıya kalınan çelişkilerden kurtulma şansı da yoktu. Rus devletinin geleneğinde imparatorluk gücünün azalmasını kabullenebileceğine işaret edebilecek hiçbir şey de yoktu.  

Kennedy’e göre, Sovyetler Birliğinin tüm tarihi boyunca ekonomideki en zayıf alan tarımdı. Yiyecek fiyatları devlet yardımlarıyla ucuz tutuluyor, örneğin 4 dolara mal olan et 80 cente satılıyordu. Sadece tarımda değil sanayi verimliliğinde de önemli sorunlar vardı. Örneğin 1913 yılında Çarlık Rusya’sında bir saatlik çalışma ile Japonya’nın 3,5 katı hasıla elde ediliyorken 1980’lere gelindiğinde bu oran Japonya’nın dörtte birine düşmüştü.

Genel olarak ekonomi askeri alanı desteklemekte yetersiz kalıyor, artan askeri harcamalar ise bazı sektörlere daha fazla kaynak ayrılmasını mümkün kılmıyordu. 

Kennedy’nin Osmanlı ve Rusya ile ilgili görüşleri kısa özet olarak bu şekilde. Tabi kitapta oldukça uzun değerlendirmeler söz konusu. Bu değerlendirmelerin yüzde yüz doğru olduğu ya da başka görüşlerin olmadığı iddia edilmez ama değerli oldukları da reddedilemez.

Çok ilginç olduğunu düşündüğüm kitabın başlarında atıf yapılan bir merkantilistin görüşüne göre ise, bir ülkenin gücü, zenginliğinin ve sağlamlığının büyüklüğüne bağlı değil zaten, esas olarak komşu ya da rakiplerin aynı güce daha az veya daha çok sahip olması önemli. Dolayısıyla mukayeseli bir analiz gerekiyor. 

Başka bir husus ise büyük güçlerin aralarındaki rekabet ve önemli ekonomik dönüşüm ve farklılıkların günün birinde çatışmaya dönüşme potansiyeli. Bu açıdan bakınca da güç merkezlerindeki önemli değişikliklerden söz edilen günümüz dünyasında askeri bir çatışmanın arifesinde olunup olunmadığı önemli bir soru.

Neticede tarih derslerle ve kendi çelişkilerine yenilenlerle dolu. Gelişmeleri doğru analiz edip tedbir alan başarılı oluyor. Körlük, taassup ve kötü yönetim ise en büyük tehlike.

10 kadına 9 erkek bile düşmüyor

Kaynak: https://turkrus.com/

  

Bu tablo, Rusya Devlet İstatistik Servisi'nin (Rosstat) iki yılda bir, ülkede kadınlar ve erkeklere ilişkin temel sosyal göstergelerdeki farkları mercek altına aldığı araştırmadan çıktı. Rosstat tarafından yayımlanan “Kadınlar ve erkekler Rusya-2020” adlı rapora göre, ülkede 2020 sonu itibarıyla 78,6 milyon kadın, 68,1 milyon erkek yaşıyor. 

Ülke nüfusunun yüzde 53,6'sı kadınlar, yüzde 46,4’ü erkeklerden oluşuyor.

Ergenlik çağında ve çalışabilir nüfusa dahil olanlar arasında erkeklerin sayısı kadınlara göre daha fazla.

25,7 milyon kadına yalnızca 10,9 milyon erkek düşüyor. 

Rusya’da 2019’da dünyaya gelenler için beklenen ortalama yaşam süresi kadınlarda 78,2, erkeklerde 68,2 yıl.

Çalışan kadınların yüzde 39’u yüksek eğitim sahibi. Erkeklerde bu oran yüzde 29,7. 

Yüksek kalifiye uzmanların yüzde 63’ü kadın, yüzde 37’i erkek. Yöneticilerin ise yüzde 55’i erkek, yüzde 45’i kadın.

Eğitim seviyeleri daha yüksek olmasına rağmen, Rusya’daki kadınların maaşı erkeklere göre ortalama yüzde 20 düşük.

Yurt dışına çalışmaya giden Rusya vatandaşlarının çok büyük bölümünü erkekler oluşturuyor. 

Rusya'da milli semboller: Ayı ilk sırada


Kaynak: https://turkrus.com/

  

Rusya’da 27 Şubat Dünya Kutup Ayıları Günü öncesi yapılan bir anket, halkın büyük bölümünün bu hayvanı ülkenin sembolü olarak gördüğünü ortaya koydu. Rusya Kamuoyu Araştırmaları Merkezi’nin (VTsİOM) anketine katılan Rusya vatandaşlarının yüzde 62’si, ayının Rusya’yı çağrıştırdığını ve ülkenin ulusal sembolü olabileceğini söyledi.

Anket katılımcılarının yüzde 11’i kaplanı, yüzde 9’u kartalı Rusya’nın sembolü olarak gördüğünü belirtti.

Bazı anket katılımcıları ise kurt, köpek, aslan ve kedinin de Rusya’nın sembolleri arasında yer alması gerektiğini düşünüyor. 

Nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan kutup ayıları hakkında farkındalık yaratmak için, her yıl 27 Şubat “Dünya Kutup Ayıları Günü” olarak kutlanıyor.

Hayvan hakları ile kış şartları arasında: Rus kadınının kürk ile imtihanı...


Kaynak: https://turkrus.com/

  

Rusya'da yaşayan yabancılar, özellikle de Batılılar gündelik hayata dair pek çok detayı, geleneği, pratiği hem dikkat çekici, hem anlaşılmaz buluyor. Bunların başında da elbette masalsı kış mevsimi ve bu mevsime uyum sağlamış yaşam tarzı geliyor. Ardından, "En sert kış şartlarına dayanıklı kabanlar, paltolar varken bu çağda nasıl bu kadar yaygın kürk giyilir?" sorusu gündeme geliyor. 

Batılı, orta sınıfa mensup bir kadını en çok şaşırtan detaylardan biri Rusya'da kürk giyen kadın sayısının çokluğu. Peki Rus kadınlar maliyeti acımasız fıkralara da konu olmuş bu ürünleri nasıl alabiliyor? 

Rusya'da kadınların her şeye rağmen kürk edinmelerinin en önemli sebeplerinden biri bunun kökleri çok eskilere giden bir gelenek olması. Bunu Batı'daki "zenginlik ve üst sınıfa aidiyet göstergesi" olarak Rusya'da nitelemek tek başına cevap değil. Her ne kadar zenginin ve "yoksulun" giydiği kürkler, hayvanların ne kadar nadir ya da yaygın olduğuna bağlı olsa da...

Her şeyden önce  Çoğu Rusyalı kadın soğuk kış mevsiminde kürkten daha iyi bir "üst giyecek" olduğuna inanmıyor. Kürkün altına yalnızca bir tişört giyip sokağa çıkan çok sayıda kadın var. Bu yüzden ayaklara kadar inen bir kürk alabilmek için yıllarca para biriktirenler bile var. Oysa kürk değil de, yerini tutmaya aday bir manto giyilse, altına kat be kat giysiler, kazaklar giymeden dışarıda soğuktan korunmak imkansız sayılıyor. Gerçekten de kürkün doğal ısıtıcılığının yerini tutacak giysi yok gibi. Yani kürk biraz da "Rus kışının mecburiyeti".

Biraz da bu yüzden dünyanın diğer ülkelerinde kürke karşı çıkan hayvan hakları savunucularının sayısı Rusya'da nispeten daha az. Yani kürk kullanımının bu kadar yaygın, hayvan hakları yanlısı gösteri ya da protestoların bu kadar az olduğu başka ülke bulmak zor.

Rus kadınları aynı zamanda kürklerinin "özel" olmasını da seviyor. Sokakta birbirinin aynısı kürk bulmak son derece zor. Kürkte sabit bir modelle "seri üretim" mantığı tutmuyor.

Bir halk deyişi, "bir Rus kadını için en büyük utancın başka bir kadının kürküyle pişti olmak olduğunu" söyler. Sırf bu yüzden kendi kürkünü dikenler de az değil.

Ve de bir espri kürk konu olunca sık sık hatırlanır:

Rus kadın şaşırır: İki böbreği olan bir koca nasıl olur da karısına kürk alamaz?

(Arşivden)

Valenki: Rus kışının dermanı. Bin yıllık gelenek, "modernite"ye direniyor


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Hiçbir dikiş, boya ve yapıştırıcı malzeme kullanılmadan yüzde 100 saf yünden hazırlanan geleneksel Rus botları  'valenki'ler, hala tercih ediliyor.  Arkitera.Com'da derlenen bilgilere göre, üretim teknolojileri değişmesine rağmen, tarihi özelliklerini koruyan çizmeler, koyun, deve, at, köpek ve diğer yünlü hayvanların tüylerinin kullanılmasıyla hazırlanıyor.  

Tarihte bilinen en eski 'valenki'lerin, milattan önce dördüncü yüzyılda Altay bölgesinde üretildiği düşünülüyor.  

Tibet, Kafkas, Pamir ve Karpat dağlarının sakinleri tarafından da kullanılan 'valenki'lerin seri üretimi ise 18'inci yüzyılın ilk yarısında Nijniy Novgorod bölgesindeki Semyonovskaya köyünde başladı. 

 

Kimyasal madde yok
 

Hayvan tüylerinin mekanik baskı sonucu doğal olarak birbirine yapışması özelliği temel alınarak hazırlanan 'valenki'lerin üretiminde hiçbir kimyasal madde kullanılmıyor. 

Sibirya çöllerindeki aşırı soğuk hava şartlarında tercih edilen 'valenki'ler, İkinci Dünya Savaşı döneminde de Sovyet askerlerinin kullandığı en önemli ayakkabılar.   

Müzede eski tarama aletleri, değişik tarihi 'valenki'lerden örnekler, 'valenki'lerin hazırlanma süreci, kullanıldığı görüntülenen savaş fotoğrafları ve başka örnekler de yer alıyor. 


 

Tedavi edici özellik
 

Müze Müdürü Galina Aleksandrovna Volkova, 'valenki'lerin 200 yıllık tarihe sahip olmasına rağmen, günümüzde de yaygın bir şekilde kullanıldığını söyledi.  

'Valenki'lerin özellikle balıkçılar, avcılar, ülkenin Uzakdoğu bölgelerinin ormanlarında çalışanlar, askerler tarafından tercih edildiğini söyleyen Volkova, ''valenkiler, sadece ayakları sıcak tutma özelliğinden dolayı değil, aynı zamanda rahatsız ayakları tedavi edebilme özelliğinden dolayı da popüler oldu'' dedi.  

Rus uzmanlar, Deli Petro ve İkinci Yekatrina gibi çarların 'valenki'leri bel ağrılarını tedavi için kullandıkları tarihçiler tarafından kanıtlanırken, çocukların üç yaşına kadar 'valenki' kullanması halinde taktirde bağışıklık sisteminin çok güçlendiğini belirtiyorlar.

Rus ninelerin kahramanı | Treniyle onlara ekmek taşıyan makinist - DW Türkçe


Rus ninelerin kahramanı | Treniyle onlara ekmek taşıyan makinist - DW Türkçe


Kaynak: DW Türkçe

Tahta vagonlu eski bir dizel lokomotif ve çetin kış şartlarında haftada iki defa katedilen 31 kilometrelik tren yolu... Makinist Petroviç, Rusya'nın kuzeybatısındaki Soyga Köyü'nde yaşayan yaşlı teyzeleri, eski bir trenle dünyaya bağlıyor. Onları hastaneye götürüyor, ekmek ve erzaklarını taşıyor. Hatta son yolculuklarında da onlara eşlik ediyor. Sovyetler Birliği zamanında kurulan kereste işletmeleri kapandığından bu yana Petroviç, Tayga-Ekspresi ile Soyga'nın unutulan ninelerini taşıyor. Ama bu hat Soyga'nın yaşlıları hayatta olduğu sürece açık kalacak. Ardından bu sefer de sona erecek.