Moskova

Moskova

7 Mart 2021 Pazar

Güneydeki başkentten 'kuzeyin başkenti'ne: Seyr-ü sefer halinde bir sinefil

 





Mustafa Kemal Yılmaz

Kaynak: https://turkrus.com/

 

 

Mustafa Kemal Yılmaz, kendi kişisel tarihinin izdüşümünde, Ankara’dan Moskova’ya uzanan, şimdilerde St. Petersburg’da soluklanan bir sinema tutkununun yolculuğuna bizi de "yol arkadaşı” yapıyor. 

 

***

Nevski’den Malaya Sadovaya’ya sapıyorum. Kuşatmanın kedileri anısına dikilen heykelleri görmek var aklımda. Fakat öyle küçükler ki sokak numarasını bilmeme rağmen bir süre aramak zorunda kalıyorum. İşte oradalar. Meşhur mağazanın yan duvarında, dört metre yüksekte ağır başlı Yelisey ve tam karşısında, sokağın diğer tarafında cilveli Vasilisa.

Kafamda belirli bir plan yok. Kedicikleri fotoğrafladıktan sonra Malaya Sadovaya’da yürümeye devam ediyorum. Karşıma üçgen biçimli bir meydan çıkıyor: Manej Meydanı. Solda karlar altındaki küçük bahçenin ortasında ihtişamlı bir Turgenyev heykeli var, hemen yanındaki binada da Lenin’le ilgili bir mermer tabela. Ama benim dikkatimi tam karşıda, sütun başları altınla süslenmiş bir bina çekiyor. Önüne kadar gidiyorum: Sinema Evi, Rusçasıyla Dom Kino. 

Griffonlu merdivenler altın bir çelenk tutan çocuk kentaur heykeline çıkıyor. Kapıda bir de tabela: Sovyetler Birliği’nde çekilen ilk film bu sinemada gösterilmiştir.

Şehirle iç içe bir tarihe sahip olduğu her halinden belli olan yapıya şaşkınlıkla bakıyorum. Ve derhal anlıyorum şaşkınlığımın sebebini. Altı aydır Petersburg’dayım, ama hala bir “sinemam” yok!

Halbuki hiç sinemasız kalmamıştım. Sokakta yürümeye devam ediyorum ama aklım çoktan geçmişe gitmiş bile. 30-35 sene öncesine. İlkokula ya başladım, ya  başlamak üzereyim. Yazları köyde geçiriyoruz. Coşkun akan bir dereciğin kenarındaki köy kahvesini hatırlıyorum. İyi, Kötü, Çirkin oynatıyorlar videoda. Hem de her gün, döne döne. Öyle yer ediyor ki film belleğimde, unutup tekrar izlemek için yirmi yıldan fazla süre geçmesi gerekiyor. (2014 yazında Moskova’da öğreniyorum Eli Wallach’ın öldüğünü, aklım köy kahvesine gidiyor. 2020 yazında dört gözle sınırların açılmasını bekliyoruz. Bu kez de Ennio Morricone göçüp gidiyor.)

İlk hakiki sinemaya kavuşmam ise 1997’de. ODTÜ Fizik Amfisi, namı diğer Üçlü Amfi. Vladimir Maşkovlu Hırsız’ı, burada izliyorum. Kampüsteki ilk yıl bitmeyen bir film festivali gibi geçiyor. Cadı Kazanı en çok iz bırakanlardan. Ama daha hafif filmleri de anımsıyorum. En İyi Arkadaşım Evleniyor, Beşinci Element, Big Lebowski. 

Sonra kampüsten dışarı taşıyoruz. Bahçeli’de Büyülü Fener’i öğreniyoruz. Costa-Gavras’ın Çılgın Şehir'ini burada izliyorum. Tübitak binasının altında küçük bir salonu keşfediyoruz. Burada da Jim Jarmusch’la tanışıyorum ve kısa filminde rol verdiği Roberto Benigni ile. Bir hınzırlık edip Kavaklıdere’ye Tinto Brass izlemeye gidiyoruz. “Erotik sinema bu muymuş?” diyerek Lola’yı yarım bırakıyoruz.

Şehre ikinci gelişim 2003’ten sonra. Ama bu kez belleğimde hiç sinema yok. Rusça öğrenmeye başladığım yıllar. Muhtemelen öyle doluyum ki Rusçayla sinemaya yer kalmıyor. Belki de hafızamdaki boşlukları romantik açıklamalarla dolduruyorum.

Ankara’dan sonra Moskova. Şehri tanımakla geçen ilk yılın sonuna doğru Arbat’ta Hudojestvennıy’ı keşfediyorum. Moskova’nın ilk sineması. Tüm yerkürede yüz yaşını deviren birkaç sinemadan biri. Potemkin Zırhlısı’nın prömiyerine ev sahipliği yapmış bir sinema mabedi. Öyle güzel, öyle rahat ki burada film izlemek. Anında müptelası oluyorum.

Üniversitedeki Polonyalı arkadaşların davetiyle Polonya Filmleri Festivali’nde çalışmaya geliyoruz. Gönüllüyüz güya ama yine de harçlık veriyorlar: 100 ruble, o günün kuruyla 4 dolar. Şehirde kazandığım ilk para.

Festivalde yapımcılarından biri Polonyalı olduğu için Peter ve Kurt’u da gösteriyorlar. 2008’in En İyi Kısa Animasyon Oscarının sahibi. Yapımcılar heykelciği de getirmişler. Dünya gözüyle bir Oscar görüyoruz.

François Ozon’un kısalarıyla burada tanışıyorum. Ben bayılıyorum, ama kız arkadaşım sevmiyor. Ortasında çıkıyor, ben kalıyorum. (On iki sene sonra bile hala başıma kakıyor.) Daha sonra birlikte Usta ve Margarita'ya gidiyoruz. Yarım bırakırken bu kez ikimiz de hemfikiriz. Taras Bulba’yla hamasi Rus sinemasının notunu verirken de öyle: Ruslar edebiyat uyarlamalarını kıvıramıyor.

Yıllar geçiyor. Bu kez Hobbit serisinin ikinci filmini izlemek için Hudojestvennıy’deyiz. Artık kız arkadaşım değil, eşim. Doktorun söylediğine göre doğuma en az on gün var. Ama sinemadan eve döner dönmez işaretler beliriyor. Ertesi gün vakit öğleyi geçerken artık bir kız babasıyım.

Bir ay sonra restorasyona alıyorlar sinemayı. Bir kere daha sinemasız kalıyorum. Doktora, iş, çocuk derken eskisi gibi mecal de yok. Bir yandan internetten film izleme kolaylığı. Yine de ara sıra keşif seferlerine çıktığım oluyor. Kutuzovski’deki Piyoner’i öğreniyorum. Rusların altyazı düşmanlığı gütmediği ender sinemalardan. Muhteşem bir mayıs günü Hamovniki’den Kutuzovski’ye yürüyerek Çılgın Max: Öfkeli Yollar'ı izlemeye gidiyorum. Hudojestvennıy’den sonra kendime yeni bir sinema mı buldum acaba diye düşünürken kasım ayı gelip çatıyor. Uçağı düşürüyorlar. Artık ne Hudojestvennıy var, ne Piyoner, ne Hamovniki, ne iş, ne de şehir. İki ay sonra Türkiye’de, memleketteyiz. Pencerenin önünde koyunlar otluyor.

Belinski Köprüsü’nü geçip Liteyniy’e çıktığımda hatıralardan sıyrılıp kendime geliyorum. Altı aydır Petersburg’dayım, ama hala bir sinemam yok! Yerleşme, mobilya, beyaz eşya, evrak işleri, oturum stresi, anaokulu kaydı, hastalık korkusu derken şehirle tanışmayı hep ertelediğimi fark ediyorum. Ama artık yerleştik, alışveriş tamam, oturum cepte, anaokulu kaydını yaptırdık, hastalığı ise hafif atlattık. Vakit geldi mi acaba?

Yürümeye devam ederken telefondan birkaç yazı karıştırıyorum. Şostakoviç'in konservatuar yıllarında Dom Kino'da sessiz filmlere doğaçlama müzik yaptığını öğreniyorum. İkinci Dünya Savaşı’na kadar Alman işçi sınıfıyla dayanışmak adına sinemaya Rot Front adını vermişler, Kızıl Cephe. Savaştan sonra ise Rodina, yani Vatan. Rusya’nın geçirdiği travmatik dönüşümün tek başına sembolü adeta.

Evet, diyorum, burada bir film izleyeceğim. Kinotavr’ın galibi Pugalo gösterime giriyor, yani Korkuluk. Hem de altyazıyla. Yakutça ile Türkçe arasındaki mesafeyi de görmüş oluruz, diye aklımdan geçiriyorum. 

Bu şehirde de bir sinemam olup olmayacağını ise zaman gösterecek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder