Moskova

Moskova

31 Aralık 2013 Salı

Rusya'nın yeni yıl gelenekleri


Rusya'nın yeni yıl gelenekleri




Geleceğe dair en renkli hayallerin büyülü bayramı olan yeni yıla çok az bir zaman kaldı. 31 Aralık’ı 1 Ocak’a bağlayan muhteşem gecede milliyet, sosyal statü ve siyasi düşünceden bağımsız olarak hepimiz tek bir hayali yaşıyoruz: ‘‘Yeni yılda biraz daha mutlu olmak’’.

Rusya’da yeni yıl kutlamaları 15. yüzyılın sonlarında başladı. Ancak kutlamalar, 1 Ocak tarihinde değil, Büyük Moskova Prensi 3. İvan’ın emri ile 1 Şubat’ta yapılıyordu. Her yıl, bu tarihte gerçekleştirilen kutlamalarda halk, Kremlin’de bulunan Katedral Meydanı’nda toplanıyor, Çar ve beraberindekiler bir kutlama alayı eşliğinde saraydan dışarı çıkıyordu. Ardından dini ikonlar, haçlar ve flamalar taşıyan din adamlarına başkanlık eden Patrik, Çar’a yaklaşmak suretiyle kendisini kutsayıp, hükümdarına sağlık diliyordu. Daha sonra dini tören başlıyor ve bu törenin ardından Boyarlar ve Ortodoks Kilisesi’ne mensup dini liderler sırayla Çar’ı ve Patrik’i kutluyordu.

Rusya’daki geleneksel yaşamı Avrupa tarzına göre yeniden şekillendiren Büyük Rus Çarı ve Reformcu 1. Petro, 1699 yılında aldığı kararla takvimde Avrupa ile eşzamanlı olarak hareket edilmesi talimatını verdi. Bu andan itibaren, yeni yıl kutlamaları da Eski Rus Devleti’nde olduğu gibi Dünya’nın yaratılış tarihini değil, tıpkı Avrupa’da olduğu gibi Hz. İsa’nın doğum tarihi esas alınarak kutlanmaya başlandı. 1. Petro imzaladığı özel bir emirle yeni kutlama tarihini onayladı: ‘‘Rusya’da yeni yılın başlangıcı farklı bir tarih olarak kabul edildiği için şu andan itibaren insanların kafalarının karıştırılmasına son verilmesini ve ülkenin her yerinde yeni yılın başlangıcın 1 Ocak olmasını, bunun iyi bir başlangıç ve memnuniyetin işareti olması için ise insanların işlerinde ve aile yaşamlarında refah ve mutluluk dilemek suretiyle birbirlerini kutlamalarını emrediyorum’’.

Söz konusu emrin yayımlanmasından sonra Çar, Moskova’da şimdiye kadar görülmemiş bir kutlama ve festival düzenlemeye karar verdi. 31 Aralık tarihinde gece saat 12’de Kızıl Meydan’a çıkan 1. Petro, elindeki meşale ile gökyüzünü renklendirecek olan ilk havai fişeğin fitilini ateşledi. O gece Moskova semalarına fırlatılan yüzlerce farklı havai fişekle gökyüzü rengarenk oldu. Festival ve şenlikler 7 gün boyunca devam etti. Böylece 1 Ocak 1700 tarihinden itibaren, yeni yılbaşı kutlama zamanı nihai olarak Rus takvimine yerleşmiş oldu.

1917’deki Ekim Devrimi’nden sonra Sovyet Hükümeti, Noel’den ayrı olarak yeni yıl kutlamalarına herhangi bir yasak getirmemiş, hatta bizzat Vladimir İliç Lenin, işçi çocukları için proleter yılbaşı ağacı festivalleri ve bu festivaller kapsamında konserler ve özel eğlenceler düzenlenmesini emretmiştir. Fakat Lenin’in 1924 yılında hayata veda etmesinin ardından, iktidarın Yılbaşı Bayramı’na olan yaklaşımı değişmiştir. Komünist ahlaki prensiplerin gayretli savunucuları, bu bayramı bir ‘‘burjuva kalıntısı’’ olarak yaftalamış, yılbaşı ağacı süsleme geleneğini protesto eden ve kafası karışmış işçilerin yazdıkları mektuplar, Sovyet gazetelerinde yayımlanmaya başlanmıştır.

1930’lu yılların ortalarına doğru iktidarın öfkesi merhamete dönüştü. 28 Aralık 1935 tarihinde, ülkenin en büyük komünist gazetesi olan Pravda’da yayımlanan makale ile halk, yeniden yeni yılı kutlamaya çağrıldı. Makalenin yazarı, yayımlanan yazısında, ‘‘Sovyet Ülkesi’nin işçi çocukları neden bu harika eğlenceden mahrum bırakılmaktadır?’’ diye soruyordu. Bu tarihlerde Pravda’da yayımlanan herhangi bir makale, bilgilendirme ya da tespit, ‘‘Parti’nin derhal uygulanması gereken bir emri’’ olarak kabul edilmekteydi. Makalenin yayımlanmasından hemen bir gün sonra, ‘‘Öğrencilerin 1936 yılbaşını kutlamaları hakkında kararname’’ Hükümet tarafından imzalanıyor, ülke genelindeki tüm fabrikalara çocuklar için yılbaşı hediyeleri hazırlanması için emirler gönderiliyor ve tüm halk pazarlarında yılbaşı ağacıları satışa çıkıyordu. Sovyet gazeteleri de o tarihe kadar sürdürdükleri tutumu ani bir şekilde değiştirmek suretiyle, yılbaşı ağacı süslemeleri, yeni yıl kutlamaları ve halk eğlenceleri hakkında makaleler ve haberler yayımlamaya başlıyordu. Bu suretle yeni yıl, Sovyetler Birliği’nin komünist ideoloji ile bağlantılı olmayan, Stalin Dönemi çocuklarının gri fonlu yaşamlarına renk katan tek bayramı haline geliyordu.

Sovyetler Birliği’nde 31 Aralık’ta kutlamalar yapılsa da, 1 Ocak tarihi normal iş günü olarak kalmaya ve bir gün önce kutlama yapan insanların hayatlarını zorlaştırmaya devem etmişti. İktidar ancak 1948 yılında halkın taleplerine kulak vermek suretiyle 1 Ocak tarihini resmi tatil ilan etti. 1992 senesinde Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından, Ruslar, 2 Ocak tarihinde de dinlenme hakkını elde etti. 2005 yılından itibaren ise 1 – 5 Ocak tarihlerini kapsayan ve Dünya’nın tek yeni yıl tatili olan resmi tatil Rusya’da kabul edilerek yürürlüğe girdi. Hafta sonu ve Noel de hesaba katıldığı zaman, Ruslar bu zaman zarfında bir haftalık bir tatil yapmaktadırlar.

Buraya kadar anlatılanların dışında, Rusların bir de ‘‘eski’’ Yeni Yıl Bayramı var. Bu geleneğin halen sürdürülüyor olmasını 1918 yılında Julian takviminden Gregoryen takvimine geçen Sovyet Hükümeti’ne borçluyuz. Bu iki takvim arasındaki fark 13 gün olduğu için Rusya’da 13 Ocak’ı14 Ocak’a bağlayan gece, eski takvime denk gelen ikinci bir yeni yıl kutlaması yapılır.



Moskova: “Kışın en iyi şehri”

Moskova’da, Rus ve Avrupa şehir geleneklerini sergileyen Yılbaşı ve Noel fuarları açıldı. Rusya başkenti, 6 gündür “Noel’e Yolculuk” festivalinin renkli fuarlarının oluşturduğu masal atmosferinde yaşıyor.

Kaynak: http://turkish.ruvr.ru/

Her bir fuarın kendi özelliği var. Birinde cüceler ve kurabiye adam yaşarken, diğerinde gerçek geyiklere rastlanabilir, bir başkasında da atlıkarınca ve midilliye binilebilir, pide yapma öğrenilebilir veya Noel keklerinin tadına bakılabilir. Ancak tüm fuarları birleştiren ortak özellik bayram havası, neşeli müzik, eşsiz hediyelikler, leziz ikramiyeler ve ısıtan içeceklerdir.
01_img_0185_.jpg
Festival çerçevesinde fuarlarda, demirciler ve buz yontucular turnuvaları düzenleniyor. Tüm ziyaretçiler, ustaların çalışmalarını canlı izleyebilir, soru sorabilir ve hatta buz ve demirden figürlerin yapımına katılabilir.
Starıy Arbat’ta düzenlenen “Sladkaya Skazka” (Tatlı Masal) fuarında, demirci ustalarının nasıl büyük bir maharetle demirden sıra dışı eşyalar yaptığını görebilirsiniz. Meğerse dövme, modern teknolojiler kullanılmadan, kaynak yapılmadan, sadece eski geleneksel aletlerle – çekiçler, kıskaç ve keski ile – yapılıyor.
Yarışma için takımlardan biri, 2 metre boyunda büyük bir kuş yaptı. İsteyen herkes, bu benzersiz çalışmayı görebilir ve kendini demircilikte deneyebilir.
02_img_0169_.jpg
Buz yontucuları arasında düzenlenen “İsa’nın doğuşu” konulu yarışmaya Moskova, Sankt Peterburg, Arhangelsk, Kargopol ve Surgut’tan 5 takım katılıyor. Yarışma için buz, küçük buz küpleri şeklinde Yekaterinburg’dan getirildi.
Küpler daha sonra aralarında birleştirildi ve yontucular, önceden hazırladıkları eskizlere göre buzlardan figürler yapmaya başladı. Hazır buz heykelleri, “Monastırskaya”, “Zastolnaya”, “Sladkaya Skazka” ve “Goroda Rossii” (Rusya’nın Şehirleri) fuarlarında sergileniyor. Ziyaretçiler, usta yontucuların yönetiminde buz heykeli yapımına katılabilir.
11_img_0190_.jpg
Moskova’nın Manej Meydanı’nda açılan Avrupa Kentleri Fuarı, merkez fuar olarak gösteriliyor. Riga, Viyana, Cenevre, Brüksel, Kopenhag, Odense, Strasbourg ve Prag, bu kentlerin her birisi ayrı bir şale alarak kültürüne göre düzenledi. Burada, Avrupa’dan getirilen oyuncaklar ve hediyelikler satılıyor ve çeşitli mutfaklara ait yemekler – kavrulmuş kestane, Belçika çikolatası ve Çek tatlısı “trdlo” – ikram ediliyor.
Avrupa Kentleri Fuarı’nda Hans Christian Andersen’a adanan programlar, folklor gruplarının gösterileri, Brüksel Çikolata ve Kakao Müzesi’nin sunumları, “Noel misafirperverliği” çelenklerini örme dersleri ve Avrupalı misafirlerin sunacağı diğer dersler düzenlenecek. Bu ve diğer fuarlardaki derslerin çoğu ücretsiz olacak.
Fuarın gururu, şimdilik daha çok Avrupa’nın kutlama kültürüne özgü olan kurabiye adam Menele’nin ev müzesidir. Viyana, Noel fuarında, küçük aile işletmelerinin ürünlerini – yünlü battaniyeleri, orijinal renkli terlikleri, Steiermark kabak çekirdeği yağını ve ahşap oyuncakları – sergiliyor.
04_img_0182_.jpg
Moskova’nın Kamergerskiy sokağında bal mumların satıldığı Prag Şalesi ve Cüceler Evi açıldı. Misafirlerine çay ikram eden cüceler, çeşitli masallar anlatıyor ve uğur figürleri oymayı öğretiyor, karşılığında ise evlerinin duvarlarını süsleyecek bir anı fotoğrafı talep ediyorlar. Küçük insanlar, cüce ayakkabılarını, külahlarını, bohem camını, “Smaltum” sofra takımını ve nadir oyuncakları satıyor. Dükkanlarında geleneksel Çek poğaçaları “trdlo”ların nasıl hazırlandığını izleyebilir, Çek restoranını ziyaret edebilir ve tabak boyamayı öğrenebilirsiniz.
18_img_0220_.jpg
Poklonnaya Gora, Don Kazakları Fuarı’na ev sahipliği yapıyor. Burada Kazakların geleneksel kıyafetleri, el sanatı ürünleri ve hediyelik silah, sahi bal ve baldan yapılmış likör, kurabiyeler satın alınabilir. Fuarda, Kazak mutfağından yemeklerin ikram edildiği 2 lokanta çalışıyor. Burada, geleneksel Kazak ve Rus halk şarkılarını dinleyebilir, oyunlara ve halk danslarına katılabilir, çevikliğinizi sergileyebilirsiniz.
21_img_0255_.jpg
Çistıye Prudi bölgesinde açılan “Sanat Bulvarı”nda genç tasarımcılar ve esnaflar, küçük boncuklardan gerdanlıklar ve eko malzemelerden sıra dışı yılbaşı ağacı süslerini yapmayı ve balo maskelerini süslemeyi öğretiyor.
22_img_0242_.jpg
Smolenskaya metrosu yakınlarında açılan “Rusya’nın Şehirleri” Fuarı’nda, 26 Aralık günü, 19. yüzyılın sonlarında yapılan kuklalarla bir gösteri düzenlendi. Kuklalar canlanarak Büyük Petro dönemine ait masalsı bir hikaye anlattılar. Petruşka ve arkadaşları, 31 Aralık’a kadar her gün saat 13.00, 15.00 ve 17.00’da sahne alacak.
16_img_0170_.jpg
Kuznetski Köprüsü’nde açılan “Objornıy Ryad” (Oburlar Dükkanı) fuarını ziyaret edenler için aşçılar, gerçek Rus uha (balık çorbası), şçi (lahana çorbası), et ve salamlar, pelmeni (kalınca yufka parçalarına konularak haşlanmış kıyma), havyar ve kırmızı balıktan kocaman sandviçler, sbiten (bal ve baharatlardan yapılan bir tür içecek) ve sıcak elma şarabını hazırlayacaklar.
09_img_0205_.jpg
Novopuşkinski bahçesi, ziyaretçilerini Vladimir kentinden getirilen el yapımı ürünleriyle sevindiriyor. Burada “Sladkaya Skazka” (Tatlı Masal) fuarı da açıldı. Fuar, ülkenin dört bir yanından gelen en iyi pastacılar buraya çikolata, kurabiyeler, şekerler, pestil, pastalar, şekerlenmiş fındık ve fıstıklar ve birçok diğer tatlı getirdikleri için “Tatlı” adını aldı.
08_img_0174_.jpg
Rusya’nın Şehirleri Fuarı, Arbat ve Vozdvijenka’da açıldı. 1905 Yılı Sokağı’nda Belarus Fuarı misafirleri bekliyor, Pyatnitskaya Sokağı’nda Alman ürünlerin satıldığı dükkan yer alıyor, Novopuşkinski parkını ziyaret edenler Vladimir’den getirilen el yapımı ürünleri alabilir, Manej Meydanı’nda ise Avrupa’nın her bir yanından bayram geleneklerine dokunulabilir.
20_img_0239_.jpg
Moskova’da toplamda 23 bayram fuarı çalışıyor. Her birinde, çeşitli dersler, bayram gösterileri, oyunlar, turnuvalar ve danslar düzenleniyor ve canlı müzik çalıyor. Fuarlarda anma pasaportları veriliyor; 12 merkez ve bir bölgesel fuarı ziyaret eden herkese hediyeler dağıtılıyor. Noel’e Yolculuk, 8 Ocak’a kadar sürecek. Fuarların çoğu saat 11.00’da açılıyor ve 19.00 veya 22.00’a kadar çalışıyor.
12_img_0192_.jpg

30 Aralık 2013 Pazartesi

Rusya’da ağaçlar atkılarını taktı

Abdurrahman Kamburoğlu, Cihan

Rusya’nın Velikiy Novgorod şehri sakinleri kendi ördükleri atkıları parktaki ağaçlara taktı.
Velikiy Novgorod sakinleri kendi elleriyle ördükleri rengarenk atkıları Kremlin Parkı’ndaki ağaçlara taktı. Etkinliğe katılan vatandaşlar atkılı ağaçların kış mevsimine ayrı bir hava katacağından emin. Etkinliğe tüm kentin sakinleri davet edilirken bu olayın gelenek haline gelmesini hedefleniyor.
ABD ve Avrupa’da da kış mevsiminde ağaçlara çeşitli giysiler giydirildiği belirtiliyor.
Kremlim Parkı, Novgorod kentinin en meşhur parklarından biri. Özellikle yaz aylarında Kremlim Parkı vatandaşların en çok uğradığı mekanlarından biri.
Kremlim Parkı, Volhov Nehri’nin kenarında yer alıyor. Park alanında ayrıca Kremlin Kalesi de yer alıyor.


29 Aralık 2013 Pazar

Çehov: Kısa hikâye


Nazan Bekiroğlu / Zaman

“Yazar mı eser mi?” sorusuna “Eser” diye cevap verdiğimi sanırdım. Oysa nicedir kendimi “Yazar” derken yakalıyorum ve Çehov’a yeniden dönerken onun eserleri masamın üzerinde cilt cilt yükselse de mektuplar ve anılar kadar hakkındaki biyografilere de daha çok bakıyorum.
Çehov’a ne kadar farklı zaviyelerden bakmak mümkün. Bu kısacık yaşam ne kadar belirgin damarlar üzerinde ilerliyor ve bu kısacık hikâyeye ne kadar çok başlık atılabiliyor.
    Çehov’un, babasıyla ilişkisi meselâ. Çehov, dönüp geriye baktığında despot bir babanın elinde harcanmış bir çocukluk görecektir ileriki yıllarda. Bu baba yıpratıcı bir yoksulluk içinde geçen kâbus gibi bir çocukluğun temel aktörüydü ve Çehov henüz 19 yaşında aile babası rolünü üstlenmek mecburiyetinde kalmıştı. Fakat o, babasından hem nefret etmiş  hem de onu sevmişti ve mektuplarına bakılırsa babası öldüğü zaman bir yanıyla onun eseri olduğunu da idrak etmişti.
    Çehov’un toprakla olan ilişkisi sonra. Çehov, özgürlüğünü satın almış bir toprak kölesinin torunuyken alt sınıfın zorluklarından, kalem hakkıyla yıldan yıla kurtularak sosyete partilerine uzanmıştı. Bu yaşamdan hem hoşlanıp hem kaçmak istese de mülk edinmeyi daima sevdi. Arka arkaya irili ufaklı mülklerin, yurtlukların sahibi oldu. Tolstoy gibi! Ama malikânesindeki yaşlı Tolstoy “Mülkiyet, hırsızlıktır” derken Çehov mülk üstüne mülk satın alıyordu.
    Ve siyaset. Çehov’un, için için kaynayan ve devrime doğru koşan Rusya’da siyasete mesafeli tavrı. Çehov, sanatını siyasetle dirsek dirseğe tutmaktan daima kaçınmıştı. Her zaman nazik ve sevecendi, kaba güce düşmandı. Çar II. Aleksandr’ın serfliği kaldırmasına, işkenceyi yasaklamasına, mahkemelere jüri koydurtmasına, bir anayasa sözü vermesine rağmen öldürülmesini anlayamadı meselâ. III. Aleksandr’ın baskıcı bir politika izlediği yıllarda yine siyasete bulaşmadı. O vadide kalem oynatmadı. Taraf olmadı. Ona göre edebiyat gözlem yapmalı ama asla hüküm vermemeliydi. Fakat sanatını siyasî bir söylemin dışında tutsa da bu, onun siyasete ilgisiz olduğu anlamına gelmiyordu. Paris’te bulunduğu sıralarda meşhur Dreyfus davasını izlediğinde Zola’ya büyük hayranlık duymuş, bu yüzden meşhur yayıncısı ve koruyucusu Suvorin’i eleştirmekten geri kalmamıştı. Gorki’ye verilen akademi üyeliğinin geri alınması üzerine kendi üyeliğinden istifa etmekte tereddüt etmemişti. Rusya, öğrenci olayları ile sarsılırken o, Gorki tarzı savaşkan bir sosyalizmi reddetse de rejimin otokrasisi karşısında eskisinden daha fazla rahatsızlık duymaya başlamıştı.
    Öğrenci olayları çığırından çıkınca, yayıncısının “Ciddi bir sorundan, ciddilikten uzak bir biçimde söz etmesini ve bireylere karşı haklarını aşan bir hükümetin savunuculuğunu yapmasını kınadı”, “Devlet kavramı hukuktan esinlenen ilişkilere dayandırılmalıdır; yoksa anlamsız bir sözcük, imgeleme yetisini yıldırmaya yönelik bir korkuluk olur çıkar” diyordu. “İnsanlar düşüncelerini özgürce açıklama hakkından yoksun iseler, o düşüncelerini öfke ve kızgınlıkla dile getirirler ve çoğu kez hükümet açısından canavarca ve çileden çıkarıcı sayılan bir biçimde. Ama basın ve vicdan özgürlüğü verilsin, o zaman herkesin arzuladığı yatışma gelir ve uzun süremeyecek olsa da bizim ömrümüz kadar sürecektir kuşkusuz” (Alıntılar; Henry Troyat, Mektupların Söylediği: Çehov, Çev. Vedat Günyol, Dünya Yay, İst. 2004, 340 s.213). Çehov bütün bunları eserlerinde değil mektuplarında yazıyordu. Fakat bütünüyle gözleme dayalı hikâye ve tiyatrolarında dönem Rusya’sının bütün hastalıklarını teşrih masasına yatırmıştı ve edebiyatı siyasete bulaştırmadan da siyaset üstü bir insanlık ülküsü için kalem oynatmanın hiç de olumsuzlanan anlamıyla apolitiklik anlamına gelmediğini göstermişti.
    Ve Karadeniz. Dostoyevski ve Tolstoy’a duyduğum bütün hayranlığa rağmen bir yönetmen olsaydım, kuşku yok Çehov’un hayatını film yapardım. Ve bu filmde arka planda daima Karadeniz görünürdü. Çünkü Çehov da Yalta ile Moskova arasında bölünmüş yaşamının hiç olmazsa önemli bir kısmında Karadenizliydi.


Çehov’un yaşamından bahsetmeye başlayınca, bu kısa hikâyeye atılacak daha çok başlık var. Yazı dünyasında takma isimleriyle gerçek ismi arasındaki bölünmüşlüğü, doğa ile olan ilişkisi, kız kardeşiyle arasındaki derin sevgi bağı gibi.
Çehov’un seyahatleri. Sanat dünyasındaki klancılıktan, tek elcilikten, dayı yeğen ilişkilerinden, şöhret hırsından rahatsız olan; dişiyle tırnağıyla kazandığı statünün kendisine sağladığı monotonluktan bunalan Çehov seyahate çıkmayı hep sevmişti. Rusya içi gibi yolu sık sık Avrupa’ya da uğradı ama her defasında özlemle geri döndü. Fakat kısa zaman sonra tekrar seyahati özledi. Bu seyahatler arasında en dikkat çekici olanı 1890’da Rusya’nın ta öbür ucundaki bir sürgün ve hapis yeri olan Sahalin Adası macerasıdır. Macera, çünkü o vakitlerde Trans-Sibirya tren yolu yoktu. Bu hasta adam Sahalin’e üç ay üzerine vardığında, sellerle, azgın nehirlerle, dondurucu soğukla, tabiat gibi türlü tekinsiz insanlarla da boğuşmuştu. Ama içinde yaşadığı ışıltılı dünyadan kaçmak ve acı ile yüz yüze gelmek istemiş, katilin hapishanede biten öyküsünün sonrasını merak etmişti. Sahalin, onun monotonlaşan yaşamının şoku oldu.Çehov’un Tolstoy’la ilişkisi meselâ, bu da baba-oğul düzleminde okunabilecek bir ilişki. Bir bakkalın oğlu, özgürlüğünü satın almış bir toprak kölesinin torunu olan Çehov, meteliğe kurşun atan bu gazeteci edebiyata küçük kapıdan girmişti ve başlangıçta, çağdaşı devlerin isimleri altında eziliyordu. Hele de Tolstoy. Çehov, önceleri Tolstoy’a karşı mesafelidir. Onu fazlasıyla ütopik bulur. Fakat ilk karşılaşmalarında koca romancının sadeliğinden büyülenir. Bir kolera salgını esnasında köylerde bilâ-ücret kendisini tüketen kasaba doktoru, “büyücünün”, malikânesinden etrafa yardım yağdırmak için nasıl örgütlendiğini görünce onun ütopyalarının pratiğe döküldüğünü de görerek içi ısınır. Nitekim ömrü boyunca Tolstoy’a hayranlık besleyecektir. Fotoğraflarının bir kısmında Tolstoy’un yanı başındadır.
Tabii bir de doktorun ölümü var. Çehov bir doktordu ve fakat gençlik yıllarından itibaren veremdi. Kan tüküren, ciğerleri sökülürcesine öksüren bu doktor, başını yastıktan kaldıramadığı, aşırı zayıfladığı, bir basamaktan diğerine adım atmak için yarım saat beklediği zamanlarda bile garip bir tavırla, bir doktora görünmeyi ve tedavi olmayı reddetti. Neredeyse bütün hayatı, kendisini kovalayan azgın bir şeyin önünden kaçarken yaşamak ve yazmaktan ibaretti. Veremin tedavisi olmadığını biliyordu çünkü. O yüzden tedavi ile vakit harcamaya yanaşmadı. Kalan zamanının az olduğunun farkında, onu ölüm hazırlığıyla geçirmek yerine yaşamla doldurmaya çalıştı.
Ve Çehov’un aşkları. Daha doğrusu aşksızlığı. Yalnızlığı. Çehov, fotoğraflarına ve çağdaşlarının tanıklıklarına bakılırsa hayli yakışıklı bir adamdı. Aynı zamanda akıllı, zeki ve esprili. Buna bir de hastalığı ve yalnızlığı eklenirse kadınların ona âşık olmamak için fazla sebebi kalmıyordu. Ömrü boyunca kadın hayranlarının ilgisiyle kuşatıldı. Bunlardan biri çok ilgi çekici, Lidya. Bu kadın, Çehov’un ölümünden çok sonra yayımladığı anılarına bakılırsa, Çehov’un kendisine sırılsıklam âşık olduğunu fakat bunun farkında olmadığını düşünüyordu! Dahası Çehov’un, aşk üzerine bazı hikâyelerindeki başkahramanın kendisi olduğuna da ciddi ciddi inanıyor, cevap bekliyordu. Eğer biri böyle bir vehme bütün kalbi ve yaşamıyla inanmışsa onu vazgeçirmek nasıl mümkün olabilir ki? Her defasında baştan savmak istediği birini cevaplar gibi cevapladı onu Çehov. Belli ki her şey Lidya’nın içinde olup bitiyordu.
Fakat Olga Knipper. Ömrü boyunca evliliğe pek sıcak bakmayan Çehov, onu ömrünün son yıllarında kendisiyle evlenmeyi göze alabilecek kadar sevmişti. Alışıldık evliliklere pek benzemeyen bu beraberlikte Çehov, Olga’nın kariyerini bölmemek için yalnızlığa bile isteye razı geldi. Yine de mutluydu. Değil mi ki ona “Merhaba yaşamımın son sayfası” demişti ve gülümserken çekilmiş tek fotoğrafı –en azından benim görebildiklerim arasında- Olga ile çekilmiş olandı.


Batum’da Çehov ve Gorki

Nazan Bekiroğlu / Zaman

Bir süre önce Batum’daydım. Bir akşamüstü sarı ışıklarla aydınlanmış eski zaman sokaklarında gayesizce dolaşırken bir evle karşılaştım.
Perdesiz derin pencereleri, kalın duvarları, dantelli korkulukları ile metruk gibi görünüyordu. Fakat duvarda Rusça ve Gürcüce yazılı bir plaket asılıydı. Gürcüce’den tek harf bilmeyen ben Rusça’nın harflerini mırıldanarak iki ismi çıkartabildim. Anton Çehov-Maksim Gorki. Aradaki ve bağlacını da tanıdım. Yanında da bir tarih: 1888-1900. Gerisini hayalimde tamamladım. Bir zamanlar birilerinin yaşadığı yerleri işaret etmekte kadirşinas olan insanlar bu iki ünlü ismin kaldığı evi unutmamışlardı. Döndükten sonra Rusça bilen bir arkadaşa plaketin fotoğrafını gönderdim. Yanılmamıştım. Gorki ve Çehov filân tarihlerde bu evde yaşamışlardı.
    Peki ama nasıl? Bir arada, aynı zamanlarda mı? Burası bir otel miydi? Yoksa Rusya İmparatorluğu’nun bu uzak köşesinde merkezden gelenleri ağırlamayı zevk edinmiş bir zenginin, kapısı cömertçe açılan evi mi? Bilmiyordum. Ama demek bu sokaktan onlar da geçmişti. Şu duvara, pencerelere bakmışlardı. Serin taşların onlara ait dokunmuşluğu muhafaza eden bir yanı vardı. Vesaire vesaire. Benim alışkanlıklarım belli. Her an ince sis perdesini kenara iterek şu kapıdan içeri girebilirim.
    Anılarla Çehov, Çehov’un Mektupları ve Çehov’un hayatı üzerine yazılmış ne varsa masamın üzerine serildi. Ekranda nice e-kitap açıldı. Bir doktor olan Çehov veremdi ve ölüm ile yaşam arasındaki ince çizginin üzerinde ilerleyen yaşamı kısa sürdü. Öldüğünde kırk dört yaşındaydı ve ölmeden önce dünyayı görmek istemişti.
    Çehov, ikisi de geniş planlı birer Kafkasya ziyaretinin parçası olarak Batum’a iki kez gitmişti. İlki Temmuz 1888’de. Yayımcısının oğlu ile Yalta’dan buharlı bir gemiye bindi ve Karadeniz üzerinden Kafkasya kıyılarına indi. Bu seyahatten mektuplarında söz eden Çehov manzaranın tarifsiz güzelliğinin farkındadır: Servi, zeytin ve okaliptüs ağaçları, şelâleler, çay bahçeleri ve hepsinin üzerinde deniz, dağlar dağlar dağlar. Batum ise ona büyük, askeri ve ticari, yabancı görünümlü bir şehir gibi gelir. Her adımda kendisini Türkler tarafından kuşatılmış gibi hisseder. Batum Tiflis arasında, meşhur Gürcü Ordu Yolu’nu ise “Ben hayatımda böyle bir şey görmedim” cümlesiyle tarif eder, “Sadece bir yol değil, yekpare bir şiir, olağanüstü, mucizevî bir hikâye.”
    Çehov 1888’de henüz Gorki ile tanışmıyordu. Uzun bir mektuplaşmanın ardından ilk kez yüz yüze gelmeleri 1899’da Gorki’nin onu Yalta’daki evinde ziyaret etmesiyle gerçekleşti. Gorki, ilk karşılaştıklarında, ilkokul öğretmenleri için bir sanatoryum açtırmaya çalışan Çehov’un sadeliğinden büyülenmişti. Daha önemlisi onun kalabalıklar, hayranlar, yazı heveslileri, yazdıklarını kendi üzerine alan hayali geniş kadınlar arasındaki yalnızlığını fark etti. Bu boşluğa kendi hacmince doldu. Çehov kaçmak istiyordu. Fakat ciğerleri sökülürcesine öksürüyor, kan tükürüyordu. 1900 yılı Mayısında kendisini iyi hissetti ve Gorki ile birkaç arkadaşına katılarak gemi ile ikinci kez Kafkasya’ya indi. Gürcistan’da gezdiler. Tiflis’e vardılar. Oradan trenle Batum’a geldiler.
    Başımı masamın üzerindeki kitap yığınlarından kaldırdım. Demek ki Çehov bu evde iki defa kaldı. İlkinde değil ama ikincide Gorki ile birlikteydi.
    Tamam. Macerayı öğrendim. De! Bütün bunları bilince ne oldu şimdi? Bilmesem ne olurdu? İşte onu ben de bilmiyorum.
    Çok sevilen birinin geçmiş olduğu yerden geçmek mi? Çok sevilen birinin geçmiş olduğumuz yerden geçtiğini bilmek mi? Aynı denize, aynı göğe bakmış olmanın bizi ayrıcalıklı kıldığını vehmetmek mi? Benzer rotalarda seyahat edenlerin birbirlerine karşı duyduğu meraklı yakınlık mı? Onun yazdığı sayfalarla sizin yazdığınız sayfaları üst üste getirip ışığa doğru kaldırmak gibi mi? Nereleri uymuş nereleri uymamış?
    Çehov yaşam öyküsünü soran Tikhonov’a mektubunda “En iyisi mi siz ne istiyorsanız onu yazın. Gerçeklerin yetmediği yerleri de şiirle doldurun.” demişti.
    Ben de sanırım bunu yaptım. Ve hep de bunu yapıyorum.

27 Aralık 2013 Cuma

St. Petersburg’da şehrin ilk mimarı Domenico Trezzini’nin heykeli dikildi

Rusya’nın St. Petersburg kentinde mimar Domenico Trezzini’nin heykeli dikildi. 
Kuzey başkentinin ilk mimarının 5,5 m uzunluğundaki bronz heykeli, şehirdeki Valilevskiy Adası üzerindeki Blagoveşenskiy Köprüsü’nün karşısında bulunan ve mimarın soyadını taşıyan Trezzini Meydanı’na dikildi. 
Mimarın kürk giymiş bir şekilde, çizimlerini ve projelerini elinde tutarak Neva Nehri’ne doğru bakarken tasvir edilen heykelinin 2014 başında yapılması planlanan açılış töreninin gerçekleştirileceği zamana kadar kapalı olacağı bildirildi.
1670 yılında İtalya’da doğan Domenico Andrea Trezzini, 1703 yılından itibaren şehrin ilk mimarı olarak St. Petersburg’da çalıştı. Mimarın projeleri arasında Kronstadt, Aleksandr Nevskiy Manastırı, taş kullanılmak suretiyle yeniden inşa edilen Petropavlovskiy Kalesi, Yazlık Bahçe içerisinde bulunan 1. Petro Yazlık Sarayı, Petropavlovskiy Kalesi’nde bulunan Petrovskiy Kapısı ve Petropavlovskiy Katedrali’nin yanı sıra, daha pek çok önemli eser bulunmakta.


Doğanın yılbaşı şakaları: Vietnam’da kar, Moskova’da güneşli hava...

Doğanın yılbaşı şakaları: Vietnam’da kar, Moskova’da güneşli hava



©Photo:EPA


Mısır ve Suudi Arabistan’a kar yağdı.

Güneydoğu Asya kar altında.

Moskova’da ise hava sıcaklığı artıları gösteriyor ve Rus kışının vazgeçilmezlerinden olan kar eridi.

İngiltere’de sağanak yağışlar, birçok vatandaşı Noel bayramını ailesiyle birlikte kutlama olanağından etti. 

Ancak tüm bunların küresel iklim değişikliğini konuşmak için bir neden olmadığında ısrar eden meteoroloji uzmanları, yaşananları doğanın şakaları olarak kabul etmeyi tavsiye ediyor.

Bugün Vietnam’da yağan kar muhtemelen sadece turistleri sevindirdi. Turistler, karla kaplı palmiyeler önünde fotoğraf çektiriyor. Bu doğal, zira tropikal iklime sahip bir ülkede bu tür olaya ancak 100 yılda bir tanık olunur. Yerliler ise ekinlerin donması sonucu doğan zararı hesaplamaya çalışıyor.

Rusya ise tam aksine soğukları ve karı bekliyor. Yılbaşı arifesinde her yerde çıplak toprak ve su birikintileri gözlemleniyor. Rusya Meteoroloji Merkezi’ne göre geçtiğimiz kasım ayı, 1891 yılından bu yana Rusya’nın en sıcak kasımı oldu. Aralık ayında da havalar ortalamaların üzerinde seyrediyor. Meteoroloji uzmanı Anatoliy Tsıgankov, tüm bunların kısa vadeli ve lokal nitelik taşıdığını, genel olarak olağan bir tablonun gözlemlendiğini söyledi:

“Biz Avrupa’da bulunuyoruz ve havanın ısındığını görüyoruz. Ancak Kuzey Yarımküre bölünmezdir. Soğuk havanın merkezi, Kuzey Buz Denizi’dir. Üzerindeki soğuk hava kütlesi, yerinde durmuyor, ya Avrasya yönünde ya da Amerika’ya doğru kayıyor. Geçtiğimiz yıllarda daha çok bize doğru kaymıştı. Bu nedenle Rusya’da, özellikle de Sibirya’da havalar çok soğuktu. Bu yıl, sonbahardan itibaren soğuk hava Kanada’ya doğru kaydı. Rusya’ya ise Çin ve Hindistan’dan daha sıcak bir hava geldi. Fakat tüm yarımküreye genel olarak bakarsak ortalama hava sıcaklığı önceki yıllara göre çok az değişti.”

Kanada’da kuzeyden gelen soğuk hava, ulusal felakete yol açtı. Buzlu yağmurlar, 250 bin kişiyi elektriksiz ve ısısız bıraktı. Yol trafiği felç oldu. Can kaybı var. Üstelik meteorologlar, Kanadalıları umutlandırmak için acele etmiyor. Buzlu yağmurların birkaç gün daha sürebileceğini ifade ediyorlar. Rusyalılar buzlu yağışların ne olduğunu iyi biliyor. Aralık 2010’da Rusya’nın tüm orta kesimi, buzlu yağmurların etkisi altında kalmıştı. “Gismeteo” sitesi baş meteorologu Leonid Starkov, bunda şaşılacak bir şey olmadığını söylüyor:

“Bu, havalar eksileri gösterirken yağan sıradan bir yağmur. Bulutlar, 200-300 metre yükseklikte bulunuyorsa su, kara dönüşmeden düşüyor. Ağaç, evler ve arabalar gibi yüzeyi soğuk yere düşerek hemen donuyor ve her yer ince bir buz tabakası ile kaplanıyor. Fakat bu tür olaylara yol açan hava faktörlerinin kombinasyonuna oldukça az rastlanır.”

Kuzey Yarımküresinde şimdi yaşanan hava olayları, nadir olsa da çoktan biliniyordu. Bu nedenle meteoroloji uzmanları, bu olayları küresel ısınmaya bağlamıyor. Küresel ısınma, araştırılması gereken ayrı bir konu.



26 Aralık 2013 Perşembe

Rusya’dan en güzel doğa fotoğrafları


Rusya Coğrafya Derneği ve National Geographic Russia tarafından düzenlenen Rusya’nın Vahşi Doğası – 2013 isimli ulusal fotoğraf yarışmasında dereceye giren fotoğrafçıların eserlerinin sergilendiği ve bu yıl üçüncüsü düzenlenen Vahşi Doğa Fotoğrafları Sergisi, Moskova’da açıldı.

Fotoğrafçı: Nikolay Zinovyev. ‘‘Anne ve yavruları’’ 





Fotoğrafçı: Timur Ahmetov. ‘‘Gün batımından şafağa’’ 





Fotoğrafçı: Dmitri Utkin. ‘‘Kuşlar’’ 






Fotoğrafçı: Denis Bogomolov. ‘‘Memeli hayvanlar’’ dalında aday.




Rusça öğrenmenin anahtarı çizgi filmler

маша и медведь мультфильм сериал



©KinoPoisk.Ru

Faridun Usmanov

Sosyologlar, Rus-Türk evliliklerinin ve bu tür evliliklerden doğan çocuk sayısının arttığını kaydediyor. Bazı aileler Türkiye’de, bazıları da Rusya’da yaşamayı tercih ediyor. Ancak her iki durumda de anne babalar, çocuklarına iki dil öğretme sorunuyla karşı karşıya geliyor.

Dil öğrenmenin başlıca araçları dil ortamı ile aile içi iletişimdir. Bu süreçte büyük rolü ayrıca genel olarak telekomünikasyon teknolojileri, özellikle de çizgi filmleri oynuyor. Türkiye vatandaşıyla evli olan Filoloji Dr. Yevgeniya Larionova şunu söylüyor: 

'Çocuk çizgi filmleri sayesinde daha güzel bir şekilde yabancı dil öğrenebilir. Bence yabancı dil öğreniminde çizgi filmlerin birincil yeri vardır. Örneğin, benim çocuğum aynı zamanda hem Rusça hem de Türkçe konuşan bir çocuk. Rusya’da yaşadığımız için tabii ki kitap okurken veya çocukla çizgi film izlerken daha çok Rusçayı tercih ediyoruz ama Türkiye’den uzak kaldığımız için Türk çocuk televizyon kanallarının çizgi filmlerini de izletiyoruz çocuğumuza. Örneğin, tercih ettiğimiz bir program TRT-Çocuk kanalında çıkan ‘Keloğlan massalları’. Bence çok eğitici ve aynı zamanda kültür tanıttıcı bir filmdir. Aslında biz günümüz anne babaları çok şanslıyız. Çünkü anne babamızın bize yapamadığı şeyleri şimdi artık çocuklarımıza yapabiliriz. Mesela farklı elektronik cihazları varken biz internet sayesinde çocuklarımız için en güzel örnekleri seçerek çocukların hem dillerini hem de dünya görüşlerini zenginleştirebiliriz. Çocuklarımız da çok şanslı. Kaliteli malzemelerden onlar da faydalanır ve aynı zamanda iki dil öğrenebilirler. Aynı şekilde Türkiye’de büyüyen Rus-Türk çocukları da Ruşçalarını geliştirmek için ve Rus kültürü ile daha yakından tanışmak için bizim hem eski hem de yeni çizgi filmleri seyredebilirler'.

Türkiye’de çizgi film yapımcılığı, oldukça kısa bir zaman önce gelişmeye başladı. Türkiye’de şimdilik yabancı çizgi filmleri yerli filmlerden daha popüler. En azından sayıca daha fazla olması nedeniyle. Günümüzde Türk yapımcılar, neredeyse tüm gücünü yabancı çizgi filmlerini Türkçeye çeviriye ve seslendirmeye harcıyor.

Moskova’daki Türk şirketlerinden Colin’s Halkla İlişkiler Müdürü Kubeysi Tarhan, Türkiye’nin iyi çizgi film eksikliğinin büyük bir olumsuzluk olduğunu söyledi: 

'Farklı bir ülkenin versiyonu olan çizgi filmler her zaman o ülkenin sosyal yapısını ön plana çıkarır. Bizim mesela izlediğimiz filmlerde genelde ‘Tom ve Jerry’ mesela çok beğendiğim bir filmdi, şidet ön planda idi her zaman ama biz şiddete gülerdik sadece. Çünkü o şiddeti espiri ile kamufle ederek biz çocuklara gösteriliyordu. Hani bu konuda eğer eleştirmek gerekiyorsa bence bu bir eksi. Ama Türkiye’de o zamanlarda bunun eksi veya artı olduğunu tartışacak bir ortam yoktu. Çünkü aile yapısı buna çok müsaıt değildi. Televizyonlar zaten tek kanallı çift kanallı televizyonlar vardı. Televizyon izlemek sadece bir zevk olduğu için çizgi filmin iyisi veya kötüsü ayırt edilmezdi çünkü alternative yoktu, seçim hakkı yoktu.
Amerikan çizgi film sektörü içerisinde güzel çizgi filmler de vardır. Hani eğitici ondan sonra gerçekten topluma sağlıklı bir birey yetiştirme adına yapılan çizgi filmler de vardır. Hani burada ben Rus çizgi filmlerini kesinlikle sadece izletiririm, Japon çizgi filmlerini kesinlikle sadece izletiririm veya Fransız çizgi filmlerini sadece izletiririm diyemem. Çünkü çok beğendiğim Rus çizgi film sektöründe bile beğenmediğim unsurlar da var. Mesela ben de ilk kez şaşırdım Rusya’da gördüm. Hani çizgi filmleri çok seviyorum ama bir gün mesela ilk kez televizyon ekranında Nu Pogodi diye adlandırılan bir çizgi filmde oradaki iki kahramandan birisinin ağzında sürekli sigara taşınmış olması mesela beni çok şaşırtmıştı. Neden? Çünkü birçok ülkede bırakın çizgi filmlerde sigaranın içkinin alkolün tasnifi yapılsın tam tersi filmlerde dahi artık sansürleri yapılıyor. Yani gösterilmemeye çalışıyor. Ama burada yaşları 3 yaş ve üzeri çocuk izleyici kitlesi için yapılmış bir çizgi filmden bahs ediyoruz'.

Doğrusu söylemek gerekirse, “Nu Pogodi!” (Sana gösteririm!) çizgi dizisi ilk kez l969’da gösterildi ve o zamanlar ekranlarda sağlıklı yaşamı kimse düşünmüyordu. Öte yandan, 1 Eylül 2012 tarihinde, “Çocukların sağlığı ve gelişimini olumsuz yönde etkileyebilecek bilgilerden korunması hakkında” kanun yürürlüğe girdi ve kanun gereği “Nu Pogodi!” çizgi dizisinden sigara sahnelerin bulunduğu bölümlerin gösterilmesine sınırlamalar getirildi.





Ancak “Nu Pogodi!”, Soyuzmultfilm stüdyosunun en popüler çizgi filmlerden biridir. Dünyanın dört bir yanında on milyonlarca severi var. Senaryo yazarları kurdu, ayıplanacak değişik yanları olan kötü kahraman, tavşanı ise spor ve eğitim ile uğraşan, kültür etkinliklerine katılan ve örnek gösterilen iyi kahraman olarak gösterdi.

Yevgeniya Larionova, çocukluğundan beri bu çizgi filmini diğer Rus çizgi filmleri ile birlikte seyretmekten zevk aldığını söyledi: 

Bizim gerçekten çok zengin çizgi film hazinemiz vardı ve hala da var. Buna güzel bir örnek ‘Soyuzmultfilm’ studyosunda çekilen 1500’den fazla çizgi film. İnanılmaz bir rakam çizgi filmler için. Soviyetler zamanındaki animasyon geleneklerimiz bize gerçekten çok zengin, çok güzel bir miras bıraktı – çizgi film mirası. Bu miras arasında Rus klassik masal ve edebiyat eserlerinin yanında Dünya klassikleri de vardı. Daha sonra Sovyet çocuk edebiyatından da bazı eserler eklendi ve çizgi film mirası böylece oluşturuldu. Ayrıca serrettiğimiz bu çizgi filmler çok kaliteliydi ve buna özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum. 1930’lu ve 1940’lılarda çekilen ve daha sonra bizim bu zengin gelenek çerçevesinde yapılan çizgi filmler Disney Studyosu’nun filmleri ile yarışabilecek kadar güzel ve kaliteliydi. Ben kalite derken hem çizilen imajlar, senaryoları ve hem müzikleri açısından bakıyorum. SSCB dağıldıktan sonra da Disney studyosunun çizgi filmleri ile tanıştık. Tabii biz de butün dünya çocukları gibi o çizgi filmlerinin kahramanlarını sevdik. Ama bence o sevginin büyük payı Disney filmlerin çok bölümlü olmasına bağlıdır. Çünkü bizim bildiğimiz Rus çizgi filmleri ağırlıklı olarak tüm metrajlı idi. Biz de bu formata alıştığımız için yeni formatla karşılaşınca doğal olarak ilgi gösterdik Disney filmlerine.
Rusya’da bunun gibi çok bölümlü çizgi filmlerimiz da vardı. Ama her hafta sonu çocukları televizyonun karşısında toplayacak kadar film yoktu.
Son zamanlarda ise Rusya’da biz aslında çok gurur verici bir şeye tanık oluyoruz. Kasıt hem bizim Rus animasyonculuk geleneklerini devam ettiren hem de yeni dünya standartlarına göre yapılan çizgi filmler, yani yeni teknolojilerle yapılan Rus çizgi filmleridir. Son zamanlarda Rus televizyon kanallarında bunun gibi birçok çizgi film çıktı. Örnek olarak bazı isimleri vermek isterim. Ilk olarak tabii ki son zamanlarda büyük bir ilgi toplayan ‘Masha i Medved’ yani ‘Maşa ve Ayı’ adlı çizgi filmidir. Bu çizgi film Youtube’te izleyici sayısı açısından her gün rekor üzerine rekor kırıyor, çünkü günlük izleme sayısı artık 1 milyonu aşmaktadır. Şunu da mutlaka söylemem gerekir ki ‘Maşa ve Ayı’ çizgi filmi artık yurt dışında da gösteriliyor. Ve burada çok interesan bir şey daha var. Yalnız Ukrayna ve Beyaz Rusya gibi Rusça konuşulan ülkelerde değil artık Fransa ve Kanada gibi ülkelerde de gösteriliyor ve büyük ilgi topluyor.
Bu acaba ne anlamına geliyor? Demek ki bu çizgi filmdeki mizah duygusu olsun gösterilen karakterler olsun problemler sorunlar ve başka şeyler olsun sadece Ruslara ait değil. Butün bunlar ulusal sınırları aşıyor ve başka kültürlere de ulusal üstü değerleri tanıyan bir çizgi film oluyor.
Bir başka örnek ‘Fiksçikler’ (‘Fiksiki’) adlı çizgi film. Bu çizgi film aslında yeni formatta yapıldı. Bu formatın adı eduteintment, yani hem eğlendirici hem de eğitici çizgi filmidir. Bu çizgi film de çok kaliteli ve gerçekten sadece Rus değil bence tüm dünya çocuklarının seyretmesine değer bir çizgi filmdir'.

10 yıldan fazladır Rusya’da yaşayan Kubeysi Tarhan, Rus çizgi filmlerini seyrediyor ve çok seviyor. Çocuğu için tercihlerinin ne olduğu sorulunca hiç tereddüt etmeden şu yanıtı verdi: 

'Benim 4 yaşında bir kızım var. Rusya’da yaşıyoruz. Tercihiniz hangi dilden çizgi film izletmek ise hemen söyleyebilirim – Rusça. Neden? Çünkü kızım eğer şu an Rusya’da yaşıyorsa ve eğitimini ve gelişimini şu an bu coğrafyada bu kültürde sürdürüyorsa bu kültürün anlayışından uzak olmaması lazım, kendisini soyutlamaması lazım. Ondan dolayı tercihim Rus çizgi filmlerinden yana. Ancak parallel olarak tabii Türkçesini ilerletmesi adına da Türkçe çizgi filmleri de zaman zaman kendisine izletiyoruz. İkincisi de gerçekten de eğer Türkiye’deki çizgi film sektörü ile Rusya’daki çizgi film sektörünü karşılaştırırsak şöyle bir gerçek var Rus çizgi filmleri gerçekten daha zengin. Çünkü tarihsel olarak Rusya’daki çizgi film sektörü daha önce başlamış ve daha profesyonel anlayışta yol almış. Bu anlamda Türk çizgi filmleri ve Türkçe çizgi filmleri biraz daha zayıf kalıyor. Hani zenginlik açısından da tercihim şu anda Rus çizgi filmlerden yana'.



St. Petersburg müzelerine kısa bir tur

Музей смотритель Эрмитаж Санкт-Петербург искусство


© Sergei L. Loiko, Los Angeles Times/www.latimes.com
Kaynakrsfmradio.com

Rusya’nın kuzey başkenti St. Petersburg’un kültür yaşamında bir yolculuğa hazır mısınız...
Değerli dinleyiciler Rusya’nın Sesi tarafından hazırlanan Kuzey Ekspresiyle yeniden karşınızdayız…
“Kuzey Ekspresi”miz, bu hafta, Rusya’nın kuzey başkenti Saint Petersburg’un kültür yaşamında bir yolculuğa çıkıyor…
Programımızda, herkesin tanıdığı Hermitaj Müzesi ve şehrin diğer müzelerinin salonlarında gezintiler yapacağız… Gezintilerimiz sırasında bize, Saint Petersburg Devlet Üniversitesi’nde tarih dersleri veren, aynı zamanda çok deneyimli bir rehber olan Elena Lelina eşlik edecek… Sözü kendisine bırakıyoruz:

TÜM ESERLERİ GÖRMEK 8 YILINIZI ALIR...

“Her müze, barındırdığı sergi eşyaları ve koleksiyonlar açısından, önemli bir değere sahiptir. Öncelikle bunu söylemek istedim. Herkesin adını bildiği Hermitaj Müzesi ise sürekli sergilerin yanı sıra, dönemlik sergilere de yer verir. Hermitaj, dünyanın en zengin müzeleri arasında yer alır. Fransa’daki müzeleri düşündüğümüzde aklımıza ilk olarak nasıl Louvre geliyorsa, Rusya’daki müzeleri düşünen bir yabancının zihninde de ilk olarak Hermitaj belirir.”

Şu anda müzenin sahip olduğu koleksiyon 3 milyondan fazla parçadan oluşuyor. Bu koleksiyon daha çok tablolar, heykeller, uygulamalı sanatlara özgü eserler ve diğer sanat türlerine özgü parçalardan oluşuyor. Sergilenen her esere bir dakika bakacak olursanız, tüm eserler için 8 yılınızı ayırmanız gerekir. Ayrıca müzenin her salonunu, bütün eserleri görmek isterseniz, 20 kilometre yol tepmeniz gerekir. Hermitaj Müzesi, 5 binadan oluşuyor. Bu binalardan en ünlüsü ise elbette Kışlık Saray. Elena Lelina anlatıyor:

MİMAR RASTRELLİ'NİN İLGİNÇ HİKAYESİ

“Kışlık Saray, şehrimizin kurucusu Çar I. Petro’nun kızı Çariçe Elizaveta zamanında yapılmaya başlamış. Sarayın mimarı, Francesco Rastrelli. Rastrelli’nin çok ilginç bir hikâyesi vardır: Fransız asıllıdır. I. Petro 18’inci yüzyılın başında, Rastrelli’nin babasını çalışmak üzere Rusya’ya davet eder. Baba rastrelli, 8-9 yaşlarındaki oğluyla Petersburg’a gelir. Gün gelir, bu küçük erkek çocuğu, mükemmel bir mimar olarak şehrimizde üne kavuşur. Mimar Rastrelli, yaşamını ve sanatını Petersburg’la bağlantılı bulur.
Ne var ki Kışlık Saray’ın yapımı, Çariçe Elizaveta zamanında tamamlanmaz. Sarayın yapımını, yere göğe sığdıramadığımız Çariçe II. Yekaterina tamamlatır. Ve Kışlık Saray, çok uzun yıllar boyunca Romanovlar’ın tahttan indirilmesine dek, Rus çarların rezidansı olur.”

ANLAMI KÜÇÜK AMA KENDİSİ BÜYÜK MÜZE

“Bir süre sonra bu galeriden, Fransızca bir kelime olan 'ermitaj' olarak bahsedilmeye başlamış. Bu kelime 'bir odalık küçük mutluluk' anlamına geliyor. 'Ermitaj' kelimesi küçük bir alana işaret eder, hoş küçük bir köşeye… Ama gelin görün ki, Hermitaj şu anda, dünyanın en büyük, en tanınmış müzelerinden biri. Yine de hayatına, bu küçük galeriden başladığını unutmamak gerek… II. Yekaterina, hayatı boyunca koleksiyonunu genişletmeye devam etti. Böylelikle Hermitaj, Çariçe’nin yaşadığı yer olmakla beraber zamanla, Batı Avrupalı elçilerin ve diğer önemli kimselerin, sanat koleksiyonunu görmek için davet edildiği bir yer hâline geldi. Ve sonraları, Hermitaj o denli büyüdü ki, koleksiyonun Kışlık Saray’a sığması imkânsız hâle geldi. Böylece Kışlık Saray’a ek binalar yapılmaya başladı. Şu anda Hermitaj; ana bina olan Kışlık Saray, Eski Hermitaj ve Yeni Hermitaj denen binalardan ve Hermitaj Tiyatrosu’ndan oluşuyor. Hermitaj Tiyatrosu’nda çok güzel gösteriler sergilenir; sahnelenen baleler özel ilgi görür. Hermitaj, bugün o denli büyük bir müzedir ki, müzenin depoları, şehrin farklı köşelerine dağılmış durumdadır. Hermitaj’ın büyüklüğünü tasvir etmek için, 'devlet içinde bir küçük devlet' demek yanlış olmaz sanıyorum.”

MÜZENİN GURURU REMBRANDT TABLOLARI

Hermitaj, bir sanat müzesi. Doğal olarak müze öncelikle sanat eseri koleksiyonları barındırıyor. Müzenin çatısı altında yalnız batı Avrupalı sanatçıların eserleri değil, dünyanın pek çok köşesinden sanatçıların eserleri yer alıyor. Hermitaj koleksiyonunun oluşturulduğu yıllarda Rubens’in önemli eserleri alınmış koleksiyona. Müzenin en gururlandığı koleksiyonlardan bir diğeri ise, Rembrandt’ın tabloları… “Danae”, “Müsrif oğlun eve dönüşü”, “Bir genç adamın portresi” ve Rembrandt’ın babasını resmettiği “Bir ihtiyar adamın portresi” gibi çok değerli tabloları, Hermitaj’ın koleksiyonunun birer parçası… Rembrandt’ın eserlerinin bulunduğu büyük salonda, “Rembrandt’ın öğrencileri” ya da “Rembrandt okulu sanatçıları” diye anılan başka sanatçıların da tabloları bulunuyor…

HERMİTAJ BELEGESELİNİ İZLEYEBİLİRSİNİZ

KAYNAK: STUDİO MASTER VİDEO

Kışlık Saray’ın müze hâline getirilmesi için ilk adımları II. Yekaterina atmıştı. 1764 yılında batı Avrupalı sanatçılardan 252 adet tablo satın aldı. Bu eserlerin, saray’da bulunan küçük galerilerden birine yerleştirilmesini istedi. Hermitaj’ın oluşum hikâyesini bize rehberimiz Elena Lelina anlatıyor:
Hermitaj’ın diğer zengin koleksiyonları arasında; Renoir ve Matisse’in tabloları da var. Bunların dışında, müzenin en değerli dört tablosundan da bahsetmek gerekir. Hermitaj’ın tanıtımını yaptığımızda, yurtdışından turistleri müzemize davet ettiğimizde, mutlaka andığımız iki isim var: Leonardo da Vinci ve Raphael…
Hermitaj’da Leonardo da Vinci’nin iki tablosu var. Bunlardan birincisi, uzun yıllar, sanatkâr Rus ailesi Benois’ların koleksiyonunda bulunan ve sonradan Ermitaj’a verilen “Benois Madonna”dır… İkincisi ise çarlık Rusyası zamanında İtalya’dan alınan Madonna Litta… Müzemizde Raphael’in de iki tablosu var. Bu tablolardan biri 'Kutsal aile ve sakalsız Aziz Yusuf' ismini taşıyor. Geleneksel 'Kutsal aile' resimlerinde, Aziz Yusuf, hep sakallı biri olarak tasvir edilir. Raphael’in tablosunda ise Aziz Yusuf’un yüzü daha farklı yansıtılmış ve bu yüzden bu tablo çok özel sayılıyor. İkinci tablo ise Raphael’in ilk dönem çalışmalarından Madonna Connestabile'dir…”

RUSYA TARİHİ DE BURADA...

Hermitaj’ın taşıdığı özelliklerden biri de, Rusya’da yaşanan tarihi olayları yansıtması… Özellikle Rus turistlerin ilgisini çeken salonlardan biri, Rusya’nın Napolyon’a karşı verdiği 1812 Vatan Savaşı’na katılan Rus kahramanların portrelerinin yer aldığı galeridir. Bu galeride, Çar I. Aleksandr ve savaş öncesinde çarlık Rusyası’nın İstanbul başkonsolosu olan başkumandan Kutuzov’un portrelerini görmek mümkün.
Müzede, tablolar ve heykeller dışında, eski zamanların sanatsal zevkini yansıtan eşyalar görmek de mümkün…

HERMİTAJ NASIL GEZİLMELİ?

Böylesine büyük ve zengin olan Hermitaj’ı nasıl gezmenin daha doğru olacağını, bize yine Elena Lelina anlatıyor:
“Hermitaj’ı yurtdışından görmeye gelenlere, müzeyi bir rehber eşliğinde gezmelerini tavsiye ederim. Müzemizde Türkçe bilen rehberler de var. Müzeyi gezmek için en iyi yöntem, 10-12 kişilik bireysel turlara katılmak. Bu tür turlarda Ermitaj’da bulunan en önemli eserler görülüyor. Sergilenen eserler dışında, Kışlık Saray’ın Neva nehri’ne açılan pencereleri önünde de duraklamak gerekiyor. Bunu yapmayı mutlaka öneririm, çünkü bu pencerenin ötesinde şehrimizin büyüleyici manzarası seyretmek mümkün.
Müzede geçirilecek zaman ise, misafirin görmek istediklerine bağlı olarak değişiklik gösterir. Bir sanat müzesini gezmek, doğal olarak insan algısı için yorucudur. Sanat müzeleri, insanın omuzlarına duygusal bir yük bindirir…
Eğer Petersburg’a birkaç günlüğüne gelindiyse, o zaman yalnız en ünlü eserlerin gösterildiği kısa Hermitaj turlarını, sonra da fıskiyeler şehri Peterhof ‘un görülmesini tavsiye ederim... Bize gelen sanat tarihi uzmanları, sanatçılar ya da belli bir sanat akımıyla özel olarak ilgilenen kişiler içinse başka programlar sunuluyor… Tabii, ermitaj öyle bir müze ki, salonlarında hayatınız boyunca dolaşsanız bile, her eseri yeterince derin bir biçimde incelemeniz mümkün olmaz…”

GÖNÜLLÜ REHBERLER EŞLİĞİNDE HERMİTAJ TURU

KAYNAK: RUSSİA TODAY

Saint Petersburg’daki müzelerin sayısı 100’ü geçiyor. Şehirdeki müzelerin sayısını tam olarak söylemek zor, çünkü hepsi müze rehberinde yer almıyor. Devlete ait müzelerin yanı sıra, üniversite ya da özel kuruluşlara ait “küçük müzeler” dediğimiz pek çok müze var… Büyüklük ve önem bakımından Ermitaj’ın hemen ardından gelen Petersburg müzesi ise “Rus Müzesi”dir… Müzeyi bize Elena Lelina anlatıyor…

TARİH MÜZELERİ ZİYARET EDİLMELİ

“Rus Müzesi, yine çarlık ailesinin ikamet yerlerinden biri olan Mihaylovski Sarayı’nın binasında bulunuyor. Bu bina da mimari açıdan özel bir yapı… Rus Müzesi'ne ait olan başka saraylar da var. Çar I. Pavel’in rezidansı olan Mihaylovski Şatosu ve Mermer Saray da, Rus Müzesi'nin bir parçası… Müzeye ait olan diğer yapılar arasında, Birinci Petro’nun yazlık rezidansı 'Yaz Bahçesi' ve Saint Petersburg’un ilk binası Birinci Petro’nun küçük ahşap evi bulunuyor. Yalnızca Rus sanatına ayrılmış müze, mutlaka görülmesi gereken yerlerden. Rus sanatçılara ait tablo ve heykelli görmek için batı ve doğu’dan çok sayıda turist Rus Müzesi'ne geliyor.”
Şehirde sanat müzeleri dışında birçok tarih müzesi de var. Akla ilk gelenler, “Saint Petersburg Tarih Müzesi” ve “Leningrad Kuşatması Müzesi”. İkinci dünya savaşı sırasında, adı henüz Leningrad olan şehir 872 gün ve gece boyunca Nazi Almanyası’nın kuşatması altında kaldı… Müzede, işte bu zor döneme ait pek çok eşya, belge ve tablo sergileniyor…
Petersburg’un ilgi çekici diğer müzelerinden bir diğer ise “Din Müzesi”. Bu müzede hristiyanlık, yahudilik, müslümanlık ve budizm tarihine yönelik sergi eşyaları görmek mümkün.
Petersburg’da bir dizi yazar müzesi de var… Örneğin, Dostoyevski Müzesi’nde yazarın içinde yaşadığı odaları ve yazarın siyah fötr şapkasını görmek mümkün…

SU MÜZESİ MİMARİSİYLE ÖN PLANA ÇIKIYOR

Rehberimiz Elena Lelina bize şehrin diğer bir ilginç müzesini anlatacak…
“Petersburg’a gelenlere, mutlaka görmelerini tavsiye ettiğim son derece ilgi çekici bir müze var. Mimari açıdan çok güzel bir yapıya sahip olan eski su kulesi’nde 'Saint Petersburg Su Müzesi' kuruldu. Bu müzede şehrin su sağlama yöntemleri ve kanalizasyon sistemlerini anlatan sergi parçaları yer alıyor. Nehirler ve kanallarıyla anılan Petersburg için, bu gerçekten çok özel bir müze. Su müzesi’nde görülecek ilginç parçalardan biri, girince hemen karşınıza çıkacak olan fıskiyeli havuz. Gerçekten çok hoş bir yapıya sahip… Bu müze görenleri her zaman büyülemiştir…”
Böylesine çok sayıda sanat ve kültür evi barındıran Petersburg’un müzelerinden biraz olsun bahsedebildik…
Her köşesinden tarih, kültür ve sanat fışkıran bu şehrin eşsiz havasını solumak için, sizi Rusya’nın kuzey başkenti Petersburg’u görmeye davet ederiz…


24 Aralık 2013 Salı

1908 yılından karlar altında Moskova videosu

1908 yılından bir karlar altında Moskova videosu. Pek çok şey değişmiş olsa da Moskova'yı bilenlerin içinde tanıdık mekanlar bulabilecekleri ilginç ve güzel bir tarihi film.







21 Aralık 2013 Cumartesi

Kızıl Meydan yanındaki müze kompleksi 2016 yılında açılacak

Оружейная палата

Kaynak:
Rusyanın Sesi

Rusya Devlet Başkanı İşleri Müdürü Vladimir Kojin yaptığı açıklamada halen Kremlin müzelerinde bulunan eserlerin Kızıl Meydan yakınlarında 2015 sonunda veya 2016 başında açılacak eşsiz müze-eğitim kompleksinde sergilenmeye başlayacağını söyledi.

Kojin gazetecilere yaptığı açıklamada “Proje tüm hızıyla devam ediyor. Artık bina içerisindeki ince işlere geçildi” dedi. Kojin, Devlet Başkanının talimatıyla Kızıl Meydan 5 numarada bulunan kompleksin Kremlin Müzelerine devredildiğini söyledi. Kare şeklindeki bu binada birkaç yıldan beri restorasyon çalışmaları yürütülüyordu.

Kojin bununla birlikte, kare içerisinde yer alan yeni bina inşasıyla ilgili yarışmanın da başlayacağını söyledi. Kojin sözlerini şöyle sürdürdü: “Tarihsel kare içerisinde modern bir bina olmasını, tüm bunun ise eşsiz bir müze-eğitim kompleksine dönüşmesini istiyoruz”.

Vladimir Kojin yeni müzede Kremlin Sarayından pek çok eserin yer alacağını söyledi: “Şu anda koleksiyonun %80’i Kremlin bodrumlarında, çok kötü şartlarda bulunuyor. Bunlar arasında, yalnızca özel eldivenlerle dokunulabilen eşsiz eserler bulunuyor ve bu eserler raflarda, bodrum borularının altında duruyorlar”.

Bir de sinemanın yer alacağı yeni binada ayrıca eğitim projeleri için alanlar ayrılacak ve bir kafe ile restoranlar açılacak.

Kojin yeni müzenin zamanla, eskiden Rossiya otelinin bulunduğu yerde inşa edilecek parkla birleşeceğini umduğunu söyledi
.

Geyik nezaketi

лось животное рога

Alfa Strahovaniye sigorta şirketinin raporuna göre Rusya’nın Ural’lardaki Çelyabinsk bölgesindeki Miass-Uçala karayolunda Kasım ayı sonunda 2013 yılının en garip kazası meydana geldi. 

Interfax Ajansı'nın aktardığına göre olayda yolda yavaş bir hızla seyreden araba ile bir Mus geyiği çarpıştı. 

Olayda geyik ve sürücü kadın yara almazken, arabada da ciddi hasar oluşmadı. Ancak esas ilginç olay kazanın ardından meydana geldi. Sürücünün aktardığına göre kazadan sonra geyik olay yerinden hızla kaçmak yerine önce arabayı dikkatlice inceledi, sonra sürücüyü ‘koklayıp öptü’.

Olay yerine gelen trafik görevlileri ise sürücü kadını, kazadan dolayı korkmuş şekilde değil, geyiğin beklenmedik hareketinden dolayı oldukça etkilenmiş halde buldular.

17 Aralık 2013 Salı

Rus kadınları neden güzelmiş?



Suat Taşpınar / TurkRus.Com

Espriyi yıllar önce TürkRus.Com yazarlarından İsmail Boy'un bir yazısında okumuştum.  Evli iki Türk konuşuyor: "Geçenlerde karım 'Türk kadınları mı güzel, Rus kadınları mı?' diye sorunca 'hiç düşünmeden' cevapladım, 'Türk kadınları' dedim,  şayet biraz 'düşünseydim' tabii ki 'Rus kadınları' diyecektim!"

Türk kadınlarının başımızın üstünde yeri var elbette; ama genelde Slav ırkının, özelde Rus kadınların güzelliği dillere destan, malumunuz. Metin Üstündağ'ın unutulmaz bir duvar yazısı vardı çook eski zamanlarda: "Mühim olan ruh güzelliğidir. İmza: Ölü sevici Abuzittin" diye. Eğri oturup doğru konuşursak, erkeklerin algısı, "ruh güzelliği"nden önce "vücut güzelliğine" programlı. O yüzden Rus kadını deyince, tarih boyunca bin türlü sıkıntıyla boğuşan, rahat yüzü görmeyen eli öpülesi kadınlarının yazdığı destanlara pek kulak veren yok:  

2. Dünya Savaşı ve Stalin'in GULAG'larında 27 milyon erkeğin ölmesi... Sanayiden tarıma, nerede iş gücü eksilse her devirde kadınların doldurulması... İnşaat işçiliğinden troleybüs şoförlüğüne kadar, her işe kadın elinin değmesi... Erkekler votka şişesinde balık misali yaşarken, bir de 'evi çekip çevirme ve babalık yapma' mecburiyetine katlanmaları... Yani kadınlığını, güzelliğini yitirmeden, hem eli ekmek  tutan, hem çocuklarına annelik eden "kahraman Sovyet kadını" tarafına kafa yoran yok... Milletin aklı fikri, "Yaw bu Rus kadınları ne güzelmiş, allah allaaah!" kısmında..

Neyse biz, Rus kadınının hayat yolunda bu büyük mücadelesini, taşı sıkıp suyunu çıkaran kuvvetini ve azmini takdir edip, "popüler soruya" dönelim: Rus kadınları neden bu kadar güzel?

"İklim" desen, güneşe hasret en az altı ayın takdire şayan tarafı yok... "Beslenme" desen "sağlıklı" saymak için bin şahit yetmez, milyar şahit de gelse  kimseyi kandıramaz... Refah içinde büyümek desen alakası yok; bütün hayat kıt kanaat, cenderede geçmiş... "Kuzeyli" olmaya bağlasan, Almanya'dan Finlandiya'ya hangi kuzeylide güzellik bu kadar yaygın? Eee azizim, o halde nereden geliyor bu güzellik?

Bu soruyu sorduğumuz Rus dostlarımızdan aldığımız, hem kulağa en iyi gelen, hem de makul-mantıklı görünen cevap şu:  "Başlangıçta Avrupa'nın en an karışan, en saf etnik ırklarından biri olarak güzel kalan Slavlar, sonrasında Türki halklarla, en çok da Tatarlarla karışıp melez güzelliğin zirvesine çıktı!" 

Yani "Slavlar Orta Asya halklarıyla karışarak daha da güzelleşti" diyenler çok... Hatta Rusça'da  Putin'in de sık sık kullandığı, "Rus'u kazısan altından Tatar çıkar" diye bir söz var. Yani iki milletin birbiriyle kaynaştığı, karıştığı, halvet olduğu manasında...

Ama durun: Rusların güzelliği nereden gelir sorusuna, bizim daha yeni duyduğumuz,  çok şaşırdığımız ve sizinle paylaşmak istediğimiz cevabı en sona sakladık:
İva Afonskaya adlı hanım kızımız, Rus gazeteci meslektaşımız bir yazı yazmış. Ve de "sırrı" tarihte dolaşarak bulmuş. Özetle diyor ki: 

"Rus güzelliği fenomenini, tarih ile açıklayabilirsiniz. Orta Çağ'da Avrupa'da karanlık dönem yaşanırken, 'cadı avcılığı' çok yaygındı. İçine şeytan girdiğine inanılan kızlar, kadınlar diri diri yakılırdı. En çok genç ve güzel kızları yaktılar. Şeytanın en çok onların bedenine girdiğine inanılırdı. Yani cadı sayılmanın önemli emarelerinden biri  'güzel olmak'tı. Böylece onlar kendi soylarındaki güzellik genini yakıp yok ettiler. 

Rusya'da ise tarih boyunca 'cadı' kavramı farklı algılandı. Rusya'da da cadılıkla suçlanan kadınlar olurdu ama kimse Avrupa'daki gibi onları yakmadı. Üstelik Rusya'da cadı kadınlar hep çok çirkin ve yaşlı olurdu. (Örnek: Baba Yega efsanesi) 

Sonuçta onlarda güzellik imha edildi, bizde kuşaktan kuşağa aktarıldı. Avrupa'da, Orta Çağ'da güzel kadınların genetik yapısını bozdular. Rusya'da ise benzer yıkıcı etki kadınlarda değil erkeklerde oldu. Ne zaman ve nasıl mı? Ekim devrimi yıllarında, sonrasındaki iç savaşta, ardından Stalin terörü yıllarında, 2. Dünya Savaşı'nda, sosyalizm yıllarında... Bu yüzden bizde erkeklerin genetik yapısı bozuldu. Böylece Rusya'nın bugünkü haline geldik:  Kadının güzeli fazla;  erkeğinki az..."



11 Aralık 2013 Çarşamba

Futbol muhabbeti her zaman tatlı olur

M. Hakkı Yazıcı


Saçma sapan bir şekilde evde mutfakta ters düşüp, omurgamı incitince merdivenleri yavaş yavaş iniyorum. 

O kadar futbol oynayıp, tekme, çelme yedim, düştüm, kalktım; böylesi hiç başıma gelmemişti.
Babam yaşındaki üst kat komşum Vladimir İvanoviç, inerken kolumdan tutup yardım edince bayağı utandım.

Neyse ki düz yolda yürümek daha kolay.

Birlikte markete giderken mahallenin çocuklarının karları küreyip temizleyip top oynadıkları minyatür sahanın kenarında oturup, biraz oyunu seyredip, nefeslenmeye niyetleniyoruz.
Yan padiyezddeki ( apartman girişi) komşularımızdan birinin büyük oğlu Lev, kalede oynuyor.
Lev, rakip oyunculardan birinin sert şutunu uçarak köşeden çıkarınca Vladimir İvanoviç dayanamayıp ayağa fırladı:

“Maladets Lyova, bravo aslansın!”

Tam da uymuştu; Lev, zaten Rusçada aslan demekti.

Vladimir İvanoviç, benim hasta Galatasaray’lı olduğumu biliyor, Aslanın Galatasaray’ın sembolü olduğunu da…

Böylece aramızda bol aslanlı bir futbol muhabbeti başlıyor.
Sonra bana dönüp, “Biliyor musun?”  diyor, “Belki inanmayacaksın, ama gençliğimde ben de iyi bir kaleciydim.”

Bakıyorum, gençliğini hayal etmeye çalışıyorum.  Yaşına rağmen, boylu posluydu, atletik bir vücudu vardı.

Gerçekten de eskiden iyi bir kaleci olabilirdi.

Vladimir İvanoviç, devam ediyor:

“Kaleci Lev Yaşin’e hayrandım o zamanlar. Kaleciliği seçmeme, Dinamo Moskova taraftarı olmama bu hayranlık neden oldu.”

***

Lev İvanoviç Yaşin (Лев Ивaнович Я́шин), Sovyetler Birliği Millî Futbol Takımı'nın çok ünlü kalecisi…

Belki onlarca maçını anlatmış Halit Kıvanç'a sorsanız size iki saat ballandıra ballandıra anlatır.

Çok atletik bir vücuda ve müthiş reflekslere sahipti. Vücudunun bu avantajlarını kullanır çok güzel kurtarışlar yapardı. Onun koruduğu kaleler de kale gibiydi hani…Topun filelere değdiği pek olmazdı; sanki kale ağlarının arasında örümcek ağları da olurdu.

Yaşin,1950'lerde dünyadaki kalecilik anlayışını değiştirdi denilebilir. Yani kalecilik anlayışında devrim yaptı. O güne kadar kale çizgisini terk etmeyen, ceza alanı dışına pek çıkmayan bir kaleci tipi yaygındı.

“Biliyor musun Vladimir İvanoviç,” diyorum. “Mahalle arasında top koşturan her çocuğun büyüyünce benzemeyi hayal ettiği futbolcular vardır. Seninki neydi diye soracak olursan, düşünmeden Brezilyalı Garrincha derim. Onun gibi rakiplerimi bir sağa, bir sola yatırıp, zarif çalımlarla ekarte etmeyi hep hayallemişimdir. Böbürlenmek gibi olmasın, ama deneyip de yapmamış değilimdir hani…Ancak her zaman ortada oynamak nasip olmuyor. Kaleye geçmeye gönüllü bir başka arkadaşın yoksa, sırayla da olsa kaleye geçmek gerekiyor. İşte, o zaman da ben sizin efsane kaleciniz Yaşin gibi şahane kurtarışlar yapmak isterdim.”

Gerçekten de Yaşin, Türkiye'de belli bir yaşın üstündeki bütün futbolseverlerin tanıdığı, sevdiği efsane bir kaleciydi.

Milli Takımın ve Aslan Cimbom'un büyük kaptanı, unutulmaz kaleci Turgay Şeren'in matrak bir anısı var Yaşin'le ilgili. Yakın dostluklarının hatırına Turgay'ın jubilesine gelir ve onun evinde kalır.

Şeren, “Yaşin, bizim evdeyken birden pantolununu indirdi. Altında maçtaki şortu duruyordu. Yokluktan dert yandı. Ona altı tane iç donu alarak hediye ettim” diye bu renkli anısını paylaşıyor.

Eee, futbolun o zamanlar şimdiki gibi bir ekonomisi yoktu; futbolcular milyonlarca dolar kazanmıyordu. Ama belki daha sportmenlerdi.

Bu hikayeyi Vladimir İvanoviç’e anlatıyorum.

Gülüp, kafasını sallıyor.

Biraz dalgınlaşıyor. Muhtemelen o eski günleri, zor yaşam koşullarını hatırlıyor.

Hava soğuk. Vladimir İvanoviç’le kabanlarımızın içinde büzüşüyoruz.

Futbol muhabbeti derinleşince Galatasaray'ın efsanevi futbolcusu Metin Kurt’un bir anısı aklıma geliyor, onu da anlatıyorum. 

Metin Kurt, şöyle aktarıyor:

“Spartak Moskova maçını oynuyoruz. Muzaffer (Sipahi) ile A Milli takım kadrosundan gelip Galatasaray kafilesine katılmıştık.
Hava sıcaklığı Moskova’da eksi otuz ile otuz beş derece arasında.
Maça çıkacağız. Sağ olsun, rakip takım bize külotlu yün çorap gönderdi. Biz delikanlıyız ya! Reddettik. Biz hiç külotlu çorap giyer miyiz?
Sahaya çıktık. Aman Allahım. O ne soğuk? Soğuğu biliyoruz, ama bir şort bir fanilayla çıkmışsın o soğuğa. Bir bakıma seni o soğukta çıplak sokağa koymuşlar!
Doğru koştuk çoraplara.
Öyle bir giyişimiz var ki, anlatamam. Hem gülüyor, hem de alelacele giyiyoruz. Neredeyse iki çorabı üst üste giyeceğiz. Anlamamız gerekirdi.
Soyunma odalarında sahayı gösteren ve sadece o stadyum için kurulu kapalı devre televizyon vardı. Yedek kulübesi yok. İçerden seyrediyorsun maçı. Dışarıda oturmanın imkanı yok… öyle bir havada sahada buzdan eser yok. Tabandan ısıtma sahaya ilk kez orada şahit oldum…
O şartların takımı Spartak Moskova’ya 3-0 gibi küçük bir skorla yenilerek bu macerayı kapamış olduk.
Küçük skor diyorum, zira skor daha kabarık olabilirdi, ama bizim Aydın (Güleş) sağ olsun, bizi farklı yenilgiden kurtardı!
Sahada ayakta duracak halimiz yok. Adamlar başladı golleri bir bir sıralamaya.
Aydın gitti, önünde oynayan açığa el kol hareketleri ile, “ siz sosyalist, biz sosyalist, yeter artık üzerimize gelmeyin” gibisinden uyuşmuş dudaklarıyla bir şeyler anlatmaya çabaladı.
Ardından aleni bir hareketle orta çizgiyi gösterip bizim sahayı işaret etti. 'Buradan, buraya geçmek yok. Bu taraf sizin, bu taraf bizim. Artık burdan geçmek yok!'
Aydın’ı anladı mı karşısındaki futbolcu, kimdi bilmiyorum; ama gerçekten Ruslar üzerimize gelmedi.
İlk üç sayıya kadar fırtına gibi esip dalga dalga üzerimize gelen takım rüzgarı kesilmiş denizin ortasında yelkeni sönmüş tekneye benzedi ve maç 3-0 skorla hezimet olmadan bitti."

Vladimir İvanoviç, bu hikayeye de bayılıyor. Üşümeyi falan unutup kahkahalarını koyuverdi. Gülmekten yere düşecekti neredeyse; belimin ağrısını falan unutup, onu tutmaya çalışıyorum.

***

Vladimir İvanoviç’le kanka olmamızın bir nedeni ikimizin de Dinamo Moskova’lı olmamız.

O da benden dolayı Galatasaraylı oldu. Öyle kendi aramızda paslaşıp duruyoruz.

Ben de Moskova’ya ilk geldiğim zamanlar çabuk sosyalleşebilmek için bir Rus takımını tutmaya karar vermiştim.

Epey kafa yormuştum bu işe.

Rusya Federasyonu liginde yılların Moskova takımlarına kafa tutarak yıldızları parlayan, şampiyonlukları olan Fatih Tekke’nin oynadığı Zenit veya Gökdeniz’in oynadığı Rubin Kazan’ı seçebilirdim.

Fatih Tekke’nin takımı olarak Türkiye’de ünlenen Zenit, St. Petersburg’daki Stalin Metal Fabrikası spor topluluğu tarafından 1923 yılında kurulmuştu. Gazprom’un ana sponsorluğu nedeniyle “Gazprom”un, Putin’in ve Medvedev’in St. Petersburg’lu olması nedeniyle de “Kremlin’in takımı” olarak anılıyor.

Gökdeniz’in başarılı futboluyla senelerdir güç verdiği Rubin Kazan da köklü Rus takımlarını alt ederek şampiyon olan bir Tataristan takımıydı.

Ama ben, Moskova’da yaşıyordum ve bir Moskova takımını tutmam daha doğru olurdu.

CSKA, Kayak Severler Topluluğu tarafından 1911’de kurulmuştu. Ne alaka!?..Daha sonra Kızıl Ordunun katkısıyla ve eski askerlerin katılımıyla kulüp, şampiyonalara katılmıştı. Bugün de “ordunun takımı” olarak biliniyordu.

Bizim şirkette Alex, hasta bir CSKA taraftarıydı. Ben de CSKA’lı olabilirdim mesela.

Ama keyifli olur muydu? Belki başka bir takımı tutup, birbirimizle uğraşmak, kızdırmak daha eğlenceli olabilirdi.

Alex, belki şaşıracaksınız, ama aynı zamanda hasta Fenerbahçeli bir Rus.

Şansıma bakın ki Alex’in dışında, İlker ve Ersin de Fenerliydi.  Her gün onlarla burun buruna olmak, laf yetiştirmek çok yorucuydu.

En iyisi başka bir Moskova takımını tutmaktı.

Lokomotif  Moskova, 1923 yılında “Ekim İhtilali Kulübü” adıyla, Moskova-Kazan demir yolu çalışanları arasındaki en iyi futbolcular tarafından kurulmuştu. Bugün de demiryolcuların takımı olarak biliniyor.

Spartak Moskova takımının 1922 yılına kadar ismi “Pişeviki” (yani “gıdacılar”) idi, çünkü Gıda İşçileri Sendikası himayesinde kurulmuştu ve ilk stadı bir et fabrikasının yanında bulunuyordu. Bugün ismi daha çok polisle, güvenlik güçleriyle anılıyor. Eskisi kadar başarılı değilse de taraftar kitlesi büyük ve coşkulu.

Dinamo Moskova, 1923 yılında SSCB’nin gizli polis örgütü Çekistler’in (daha sonra KGB olarak tanınacak kurum) personelinden kurulmuştu. Dinamo’nun diğer Sovyet kulüpleri için örnek olacağı bekleniyordu. Beria’nın takımı olarak ünlenmişti. Dinamo ilk iki SSCB şampiyonluğunu kazanmıştı. Son dönemdeyse eski başarılarından oldukça uzak. Hala “istihbaratçıların” takımı olarak biliniyor.

Aslında hangi takımın kim tarafından kurulduğu, kimin takımı olduğu pek umurumda değildi.

Maksat spor ve muhabbet olsundu.

Moskova’ya ayak bastığım ilk günlerde kaldığım ev Dinamo Moskova’nın stadının tam karşısındaydı. Pencereden baktığımda karşımda stadı görüyordum.

Yani bir bakıma Dinamo Moskova ilk göz ağrımdı. Son yıllarda o eski yıllardaki başarısından çok uzak olması önemli değildi. Bu neden ve Lev Yaşin’in oynadığı takım olması Dinamo’yu tutmam için yeterliydi.

***

Mahalleli çocukların maçı bitmişti. Komşumuzun oğlu Lev, ter içinde yanımıza geldi.
Vladimir İvanoviç, sevgiyle sırtını sıvazladı, “Bravo Lyovuşka, bugün çok iyiydin.  Ancak biraz daha güvenli ol. Lev Yaşin gibi ceza alanına atılan topları tutmak için kaleni terk etmekten çekinme. Ayrıca iyi yer tutma yeteneklerini daha da geliştirmen gerekir,” dedi.

Lev, Vladimir İvanoviç’in bu işten anladığını biliyordu. Hiç seyretme imkanı olmasa bile o da anlatılanlardan tanıdığı Yaşin’in hayranıydı.

Hiç itiraz etmeden, “Tamam,” anlamında kafasını salladı.

Vladimir İvanoviç, “Bak, işte o zaman sen de çok iyi bir kaleci olacaksın,” diye devam etti.


Lev’i ben de gerçekten beğenmiştim. Azıcık seyretmiş olsam da tarzı Yaşin’i andırıyordu. Onun gibi, ismi Lev’in Rusçadaki anlamındaki aslan çevikliğiyle toplara atlıyordu.