Moskova

Moskova

19 Aralık 2011 Pazartesi

St.Petersburg: Artık başka bir dünyaya ait olan şehir












Nazlı Eray
Akşam


30'dan fazla kitabıyla üretken bir yazar Nazlı Eray. Hayalci, fantastik ve kesinlikle etkileyici. 'Çilekli bir kup dondurmanın içinde okurlara katı gerçekler de anlatıyorum' diyen Nazlı Eray, AKŞAM PAZAR okurları için St. Petersburg'u yazdı.

Çok değişik bir kente giriyorum ve orada geçireceğim sekiz saat boyunca, beynimin içinde unutulmaz anılarım oluşacak, beynim sanki bir kamerayla kentin görüntülerini çekecek ve ben soğuk kış gecelerinde, evimde bu kenti düşüneceğim. Herhalde kolay unutamayacağım orayı.

Bunları düşünerek St. Petersburg'dan içeri daldım. Hiç yanılmamışım düşüncelerimde; şehir, içine girer girmez yakama yapıştı ve beni bir daha bırakmadı. Oysa az görmüştüm orayı, topu topu yedi-sekiz saat. Gördüğüm en tuhaf, en etkileyici, belki ürkütücü ve hüzünlü kentlerden biriydi St. Petersburg. İlkbahardan yaza geçerken bir gün Alexander Nevsky Caddesi'ne ayak basmıştım, akşamları beyaz geceler devam ediyor, saat gece 11.30'da bile gökyüzünde parlak bir aydınlık oluyordu. Başlı başına bu ışık, bu gelmeyen gece, sarhoş etmeye yetmişti beni, günün bütün saatleri karmakarışıktı beynimin içinde; Alexander Nevsky Caddesi'nde yürürken bir sabah mıydı yoksa bir akşamüstü mü, bilmiyordum.?Daha önce görmediğim genişlikte upuzun caddeler, durmuş oturmuş büyük binalar; fakat tuhaf bir eskimişlik, bir tarihin içine sıkışmışlık; Çarlık devrinden kalma pırıltılı saraylar ve oyuncak gibi rengarenk, akıl almaz güzellikte, soğan biçimli kubbeli kiliseler; onların hemen kenarına komünizmin kente hakim olduğu zamanlarda yapılmış, uzayıp giden sosyal konutlar; ürkütücü bir biteviyelik ve bütün bunların üstüne çökmüş olan zaman.
O dünyaların ikisini de eskitip sarartmış olan zaman. Hüzün ve artık olmayan bir şeylerin izleri...

FİLM PLATOSU GİBİ

İşte bu muhteşem kent, adeta bir Orson Welles filminin dev platosunu andıran St. Petersburg bana tüm bunları bir anda çağrıştırdı.

Hermitage'ın olduğu uçsuz bucaksız meydandayım. Hafif bir rüzgar yerdeki kuru yapraklarla oynuyor. Bu olağanüstü zengin müzeye girip, kaybedecek zamanımın olmadığını anlıyorum. Belki eşsiz mücevherlerin sergilendiği bölümü daha sonra gezebilirim. Kapıda uzun kuyruk...

Uzaklaşıyorum meydandan. Yavaş yavaş akmakta olan Neva Nehri'ni görüyorum o an. Nehrin üstündeki köprünün demirlerine dayanıp birçok şey düşünmeye başlıyorum. Bu kentin insanları... Ünlü yazar Puşkin. Güzel karısına göz koydu diye düello ettiği Dantes. Puşkin çirkin, maymun gibi. Karısı Nathalie. O bir rüya. Beyazlar içinde bir resmi yatağımın yanında durur. Kara Nehir kenarında yapılan düello da Puşkin ağır yaralanır, 36 saat yaşar. Evine taşırlar onu. Orada, üst kattaki odasında kan kaybından ölür. Puşkin'in dadısı Arina. Ona çocukluğundan beri bakan yaşlı, şişman Rus kadın Arina. ?Lenin Caddesi'nde yürüyorum şimdi. Devrim'den sonra Lenin, karısı Krupskaya ile o zamanlar Çar II. Nikola'nın kışlık sarayı olan Hermitage'a yerleşmişti. Krupskaya'nın çocuğu olmuyordu. Zehirli guatrı vardı.

Moskova'da Lenin'in mumyasını görmüştüm. Bir yıl önce. Mumya yeraltındaydı, tepeden bir spotla aydınlatılmıştı. Lenin siyah takım elbisesinin içinde orada yatıyordu. Bordo bir kadife örtünün üstünde. Gözleri kapalıydı, kravatı özenle bağlanmıştı. Ufalmıştı boyu. 'Bu bir bebek!' diye bağırmıştım onu görünce. 'Gerçek olamaz!'

Ama yanına yaklaşınca mumyanın gerçek olduğunu anladım. Sanki yeni tıraş olmuştu yüzü. İncecik çıkan sakalını yaklaşınca görmüştüm.

Yürüyorum St. Petersburg'da. Hotel Europa. Kül tablalarının bile altınla kaplanmış olduğu lüks, pahalı bir otel. Ama onda da bir eskilik, bir başka dünyaya ait olma havası var.

Birden buluyorum kafamdaki sorunun yanıtını.

St. Petersburg.

Artık başka bir dünyaya ait olan bir kent burası. Zengin geçmişiyle, içinde yaşanan dramlarla, şu anki ürkütücülüğü ve başıboşluğuyla başka bir dünyanın şehri burası.

GOGOL GECELERİ

Bunu bulunca rahatlıyorum. Burada geceler Gogol'un geceleri... Benim için St. Petersburg'da geceler ünlü yazar Gogol'a ait olmalı. Onun o bürokrasiyi kamçılayan, yer yer fantastik olan öyküleriyle, geceler Gogol'un. Paltosu çalınan bir zavallı memurun hortlayan ruhu gece yarısı St. Petersburg sokaklarında dolaşır ve çalınan paltosunu arar...

Az ileride Aurora Gemisi. 1918 ihtilalini yapan gemi. Şehrin el değiştirmesi...

Bir cafe'de piruşki yerken bir Rus ile konuşuyorum.

'Lenin nasıldı?'

'Belki de eşcinseldi' diyor.

Şaşkınım.

'Öyle mi?'

'Bu bir argüman' diyor. Kahvesini içiyor.

Artık hiçbir ideolojiye ait olmayan, sanki yalnız kalmış, binalarının boyaları eskimiş ve solmuş, gücüyle bana adeta bir tokat atan şehir, St. Petersburg. ?Beni gittikçe içine çekiyor.

'Pekiyi Stalin bu kentte yaşadı mı?' diye soruyorum. 'Hayır, o Moskova'yı severdi' diyor Rus. Kahvesinden bir yudum daha alıyor.

'Şu Lenin hakkındaki az önceki söylediğiniz... İnanmadım' diyorum. 'Hiç duymadım. Dünyada duyulmadı.'

'Kim bilir...' diyor Rus. 'Konuşulur bu.'

St. Petersburg'da her şeye hazırdım, gene de şaşırdım biraz. Bu, devrimcileri tedirgin eder, diye düşündüm. Gene de yazmalıyım bunu, St. Petersburg'un gözümde bir parçası olan Lenin hakkında bir 'yoldaş'ın fısıltısı bu.

St. Petersburg. İnanılmaz bir kent.

Şimdi mavi beyaz bir sarayın önündeyim. Katerin Sarayı olmalı bu. Nefis bir düğün pastası gibi önümde uzanıyor. Öyle büyük, öyle görkemli ki. Uçuk mavi, beyaz ve altın rengi kubbeler... Bir rüya sarayı.

İçindeki bir odaya girip, o gece orada uyumak istiyorum. Çar'ın yatağında deliksiz bir uykuya dalayım, sabah o görkemin içinde uyanayım, aklıma hiç devrim filan gelmesin. Yiyip içeyim aynı Çar'ın yaptığı gibi...

Fakat Nikolai Gogol'un gecesi peşimi bırakmıyor. Şehir birden ürkütücü bir hal alıyor, sokaklarda yalnızlık var şimdi. Gogol, St. Petersburg'da yaşamış ve en ünlü eserini burada vermişti. Kafamda, 'Bir Delinin Hatıra Defteri', 'Müfettiş', 'Palto'... Tekrar Alexander Nevsky Caddesi'nde yürüyorum. Gogol'un gecesinin içinde.

Şehir başlı başına bir içki gibi, günün her rengi ve saatiyle başımı döndürüyor.

Petergof - Yazlık Saray.?Ulaşıyorum oraya. Gördüğüm ihtişam şaşırtıyor beni. Yemyeşil bir ormanın içinde altın renkli heykeller, onlarca altın adam, havaya fışkıran fıskiyeler, kat kat şelale olup akan sular, köprülerin üstünde kameralara poz veren yeni evlenmiş gelin ve damatlar. Bembeyaz gelinlikli Rus kızları... Altın heykeller gözlerimi kamaştırıyor, sular, fıskiyeler ıslatıyorlar beni, yakınlarına gidiyorum, altından adalelerine dokunuyorum.

Yeniden Alexander Nevsky Caddesi'ndeyim.

Şehir eski ve köhne. Yıllardır boyanmamış yapılar çevremde. Bir kapıdan içeriye girsem, bu kentin gecesini burada yaşasam, daracık bir sosyal konutun küf kokan bir odasında. Bir işçi gibi uyansam sabah. Şapkamda çekiç-orak amblemi olsa. Dünyanın yükünü sırtımda taşısam. Akşam köşe başındaki yoldaşların gittiği kahveye gitsem. Cebimde birkaç ruble olsa. İçimde inancım.

Çelişkiler kenti St. Petersburg. Seni nasıl unutabilirim? Rüyalarda görülen, kötü, zedelenmiş bir çocukluğun rengi var sende.

Çariçe'nin hekimi ve danışmanı Rasputin. Yusupof Sarayı'nda bir yemekte zehirli şarapla zehirleniyor. Ölmüyor. Yürüyor yollarda. Bir iki kurşun sıkıyorlar. Gene ölmüyor. Neva Nehri'nin içinde çırpınıyor.

Tüylerim diken diken.

Neva Nehri yanı başımdan akıyor. Senden korkuyorum ama aşık oldum sana St. Petersburg. Ayrılamıyorum köprünün üstünden.

18 Aralık 2011 Pazar

Rusya 8 yılda 2,3 milyon küçüldü












Rusya Federal Devlet İstatistik Kurumu (Rosstat) Sovyet sonrası dönemde yapılan ikinci nüfusa sayımı ile ilgili sonuçları yayınlamaya devam ediyor. Buna göre 2002’de 145,2 milyon olan Rusya nüfusu, 2010’da 142,9 milyona geriledi.

Düşük doğum oranı, yaşam sürelerinin giderek kısalması ve diğer etkenler nedeni ile özellikle kırsa kesimde köy ve kasabalar hayalet şehirlere dönüşüyor. 2002’den bu yana tamamı ile terk edilen kasaba sayısı 8 bin 500’ü geçti. Tüm Rusya’da bulunan 134 bin kasabadan, 19 bin 400’ünde sürekli yaşayan kimse kalmadı.

Kadınlar erkeklerden 10,7 milyon daha fazla

Yeni verilere göre kadın nüfusun erkek nüfusa oranında da olumsuz gelişme var. Buna göre 2002’de kadınlar 10 milyon erkeklerden daha fazla iken, şimdi fark 10,7 milyona çıktı. 76 milyon 700 bin bayanın yaşadığı ülkede erkek nüfusu ise 66 milyon 205 bin.

Kent ve kırsal alanda yaşayan nüfusta da önemli göstergeler var. Buna göre 2002’de 106 milyon 427 bin kişi kentlerde yaşarken, şimdi bu rakam 105 milyon 318 bine geriledi. Kırsal kesimde ise 2002’de 38 milyon 737 bin olan nüfus, 37 milyon 587 bine düştü.

Rusya nüfusu 2002’ye göre daha yaşlı hale geldi. 10 yıl önce 37,7 olan ortalama yaş oranı 39’a çıktı.

Nüfus sayımı ile ilgili bir başka ilginç sonuç ise 100’den fazla etnik toplumun yaşadığı ülkede kimliklerle ilgili. Nüfusun yüzde 80,9’u kendisini Rus olarak tanımlıyor. Ruslardan sonra yüzde 3,9’la en kalabalık nüfus Tatarlara ait. Kendini Ukraynalı olarak tanımlayanların oranı ise 2002’de yüzde 2 iken, şimdi yüzde 1,4’e gerilemiş durumda.

Rusya’nın 63 bölgesinde nüfus geriye giderken 20 bölgede nüfus artışı yaşandı. En büyük nüfus artışının yaşandığı kentlerden biri de Moskova. 2002’de 10 milyon 382 bin olan başkentin nüfusu 11 milyon 514 bine yükseldi. Ülkenin ikinci büyük kenti St. Petersburg ise 2002’de 4 milyon 661 bin iken, şimdi 4 milyon 848 bine çıktı.

Faruk Akkan, Moskova, Cihan

Kuyruklu Yaşam
















M.Hakkı Yazıcı
mhyazici@yandex.ru
Kaynak: http://www.turkrus.com/


Şurik, mırıl mırıl söyleniyordu.
“Ne söyleniyorsun?” diye sordum.
Giorgi, Şurik’in evinde tadilat yapan Moldovyalı usta, söz verdiği saatte gelmemiş, bir gün sonra yüzü kıpkırmızı gelmişti. Ancak sağlam bir gerekçesi vardı; dini bütün bir ortodoks olarak İsa’nın Kurtuluşu Katedrali’nde sergilenen “Meryem’in Kuşağı”nı görmeye gitmişti.
Şaka değil, neredeyse bütün bir gün, dışarıda, kuyrukta beklemişti. Yüzü yanmıştı; hani şu “amele yanığı” dediğimiz cinsten… Şu günlerdeki, puslu, bulutlu, soğuk Moskova günlerinde çok nadir kendisini gösteren güneşte ancak bu kadar yanılabilirdi.

***
Yunanistan’daki Afon Manastırı’ndan Moskova’ya getirilip 27 Kasım'a kadar Kurtarıcı İsa Katedrali’ne sergilenen kutsal emanet, “Çocuğu olmayan kadınları iyileştiriyor” söylentileri üzerine mucize peşinde koşan yüz binlerce Rus kadınının da akınına uğradı.
Moskova’nın saç baş yolduran trafik yoğunluğu bir kat daha arttı.
Binlerce kişinin oluşturduğu ziyaretçi kuyruğu katedralin beş kilometre ötesine kadar uzandı. Bir hesaba göre kuyruk o kadar uzun ki katedrale girebilmek için kuyrukta en az iki gün beklenmesi gerekiyor.
Tabii, her zaman ki gibi, VIP statüsündeki ayrıcalıklı vatandaşların bu çileye katlanmalarına gerek yoktu; onlar sıraya girmeden amaçlarına ulaştılar.

***
Kuyruklar (Oçered -очередь), Rusya’da halkın yaşam kültüründe yer etmiş bir alışkanlık.

Bir zamanlar Lenin’in Mozolesi önünde kuyruklar oluşurdu. Devran değişti Kremlin’in çok yakınında ilk Mc Donalds restoranı açıldı. Önünde bugün bile anımsanan upuzun bir kuyruk oluştu. Ruslar kapitalizmin efsanevi sembolü ile bir an önce tanışmak istiyorlardı. Daha sonra vahşisiyle de olsa kapitalizmin kendisiyle tanıştılar…
Zaman değişti; kuyruklar bitmedi, ancak niteliği değişti.
Sovyetler Birliği döneminde halk, her ihtimale karşı cebinde bir file ya da torba ile dolaşırmış. Ola ki bir mağazaya, magazine yeni bir ürün gelir; kuyruğa girip almak gerekir diye…
Bir devlet dairesinde işiniz var, gidiyorsunuz; görüşme yapacağınız memur yerinde yok, ancak ceketi sandalyenin arkasında asılı. Sekretere soruyorsunuz, yüzünüze bakmadan “Ceketi sandalyesinde asılı, demek ki buralarda,” diye cevap veriyor. Ceket, “aslında ben işimin başındayım” mesajının dekoru. Neden sonra memur, elindeki torba dolu, kan ter içinde; ancak amacına ulaşmış olmanın mutluluğu ile yerine dönüyor.
Çevre kasabalardan Moskova’ya gelip, kuyruğa girdikleri mağazalardan aldıkları ürünlerle evlerine dönen Rusları taşıyan, esprilerin konusu “Uzun, Yeşil, Sucuk Kokan” (длинная, зелёная, пахнет колбасой) elektrikli tren (электричка) hala yaşlıların hafızasında…
Bu tür hikayeler, o zamanın günlük, olağan şeylerinden.
Son gelen, sonuncu kim? (Кто последний?) diye sorup sıraya giriyor. Bürokrasisiz olur mu? Bu işin de kendisine göre bürokrasisi var. Kuyruktakilerin isimleri defterlere kaydediliyor; sıra numaraları avuçlarının içine veya bileklerine yazılıyor.
Kuyruklar, zamanla bir yaşam biçimi, sosyalleşmenin bir aracı, muhabbet mekanları haline dönüşüyor. İnsanlar, zaman da değişse alışkanlıklarından kolay vazgeçemiyor.

***
Anekdot bu ya, bir gün, bir babuşka, sabahın erken saatlerinde, olağan günlük yaşamının başlangıcında devlet polikliniğine gider. Asıl niyeti, her zaman yaptığı gibi, kuyrukta karşılaştıklarına sağlık şikayetlerini anlatmak, onların hastalıklarını, dertlerini dinlemektir.
Fakat normalin dışında bir durumla karşılaşır. Çok kısa, neredeyse yok denecek bir kuyruk vardır. Bu duruma canı sıkılır, poliklinikten çıkıp yakınlardaki bir Sberbank şubesinin ödeme kuyruğuna girer, güne devam eder.

Kuyruklu bir ülke












Hakan Aksay
Kaynak: http://www.rusya.ru/


Hakan Aksay , Rusya'nın "ulusal sembolü"nü yazdı... T24'deki yazısında sembolün ne olabileceğini sorgulayan Aksay "Hayır, iki başlı kartalın yer aldığı resmî arma falan değil. Ulu akağaç da değil. O güzelim melodilere ruh veren balalayka da. “Stoliçnaya” votkası hiç değil…" diyerek, "kuyruk"ta karar kıldı.

“Rusya’nın ulusal sembolü ne?”

Hayır, iki başlı kartalın yer aldığı resmî arma falan değil. Ulu akağaç da değil. O güzelim melodilere ruh veren balalayka da. “Stoliçnaya” votkası hiç değil…

Ya nedir?..

Bu soruyu yıllarca düşündüm.

Ve bir gün karar verdim:

Kuyruktur Rusya’nın sembolü. Daha doğrusu kuyruklardır. Ben bu ülkeyi bildim bileli, her sokak bekleşen insanlarla, sabırlı ve umutlu kuyruklarla doludur.

Böyle düşündüm ve “kuyruk”ta karar kıldım.

* * *
Brejnev zamanında her gün başka ülkelerden bir yerlerden gelen bazı mallar ortaya çıkıverirdi ve ... hooop: kuyruk!

En önemli ve en gururlu ulusal kuyruk, kuşkusuz, Mozole kuyruğuydu. Yani Lenin’in içi doldurulmuş balzamlı ölü bedenine uzanan kuyruk… 21 Ocak 1984’te (ölümünün 60. yıldönümünde) son kez rekor derecede insan akmıştı Mozole’ye.

6 Mart 1953’te Stalin’in cenazesinde, devasa kuyruklarda birbirini ezen insancıklardan bahsedildiğini de çok duydum.

Ha, bir de kitap kuyruklarıyla övünülürdü, haklı olarak. Sergilere uzanan kuyruklar da o cinstendi. 1975’te “Mona Lisa’yı görmek için” Puşkin Müzesi’ne binlerce insanın sınırsız bir ip misali dizildiklerini anlatırlardı.

Gorbaçov zamanında en gergin kuyruk tipi ortaya çıktı: Votka (ya da genel olarak içki) kuyruğu. “Perestroyka”nın mimarı, işe içki üretimini ve satışını kısıtlayarak başlayınca, sokaklar “direniş kuyrukları”yla doldu.

O yıllardan bir fıkra: Otobüs şoförü duyuru yapıyor:

- Şarapçı durağında inecekler kapıya yaklaşsın; bir sonraki durak, kuyruk sonu!

Kapitalizme geçişi başlatan büyük reformların ilk aylarında, 1992 yazında, acıklı bir kuyruk tipiyle tanıştı Ruslar: Ekmek kuyruğuyla!

Ne günlerdi onlar!.. Hiçbir şey bulunmazdı. Moskova’daki evimin perdelerine ve yorganına kadar her şeyi Türkiye’den götürmüştüm.

Ah, şu “kuyruklar ve yokluklar ülkesi”!..

* * *
Zaman değişti… Düzen değişti… Yine kuyruksuz kalmıyorduk Tanrı’ya şükür! Ama bu seferkiler başkaydı: Dolar satın alma ve bozdurma kuyrukları, mantar gibi türeyen şirketlerin satışa çıkardığı hisseleri alabilmek için oluşturulan kuyruklar...

Bir de size söylemeyi unutmamam gereken “özel bir kuyruk” vardı 31 Ocak 1991’den itibaren: Mc Donald’s kuyruğu! Rusya’nın ilk, dünyanın en büyük Mc Donalds’ şubesi… Söylemesi ayıp, ben de beklemiştim o upuzun ve aptal kuyrukta. Çünkü yanımdaki sarı saçların, o “en moda kuyruk”ta dalgalanması gerekiyordu… Amerikalı bir gazeteci “işte özgürlük ve özgürlüğe susayanlar kuyruğu” demişti; ben de ona küfretmiştim, “hamburger beyinli, ne olacak!”...

O dönemde bir gün, bir gazetede, kuyrukların “kolektivizim ve dayanışma duygularını geliştirdiğini” savunan bir yazı okuduğumda çok gülmüştüm. Aklıma yıllardır kuyruklarda duyduğum konuşmalar gelmişti:

- Hey, sıra dışından girmeyelim!

- Biz sabahtan beri buradayız!

- İtişmesenize be!..

* * *
Yıllar geldi de geçti yine…

Bu ülke kuyruksuz kalmaz, demiştim ben size!..

Geçenlerde Yunanistan’daki Afon Manastırı’ndan getirilen ve Moskova’daki Kurtarıcı İsa Katedrali’nde sergilenen “Meryem Ana’nın Kutsal Kemeri”ni görmek için karda-kışta 1 milyon kişinin beklediğini yazdı Rus gazeteleri. Öteki 13 Rus kentini de sayarak “1 ayda toplam 3 milyon kişi” dediler.

Milyonların kuyrukta beklemesini bazıları “bir zamanların ateist Ruslar’ı şimdi ne kadar dindar oldu” diye yorumladı. Kimileriyse “çocuğu olmayan kadınları şıp diye iyileştirdiği”öne sürülen Kutsal Kemer’i görmek için inanan-inanmayan yüz binlerce kişinin soğuk kuyruklarda gece ve gündüz beklemesine şaştı kaldı.

Ben hiç şaşırmadım. Kuyruksuz olamayacağını biliyordum bu ülkenin.

Bakalım bir sonraki rekoru ne olacak genlerdeki bu en köklü alışkanlığın veya değişmez “ulusal sembol”ün…