Moskova

Moskova

20 Haziran 2009 Cumartesi

Moskova Öykücükleri (1)

Vladimir

M.Hakkı Yazıcı

Yılbaşı yaklaşıyor. Rusya’da on günlük uzun bir tatil var; herkes çoktan tatil planlarını yaptı ve gitti. Bense buradayım. Bu uzun on gün yalnız başıma nasıl geçecek diye kara kara düşünüyorum.

Nasıl vakit geçirsem?

Dolaşsam, Arbat’a gitsem. Eğer oradaysa, sokağın başını mekan tutan dostum Vladimir’in saksafonundan çıkan ezgileri dinlesem…

Vladimir Matiushionok, Belarusya Radyo-Televizyon Senfoni Orkestrası’nın solistlerinden. Yani önemli bir sanatçı, ama ekmek derdinden sokak müzisyenliği de yapıyor. İlk gördüğüm ve müziğini dinlediğimde biraz sohbet olanağı bulmuş, CD’sinden de almıştım. Benim Türk olduğumu ve müziğinin hayranı olduğumu öğrenince o da çok mutlu olmuştu.

Moskova Metrosunda her köşede bir sokak çalgıcısı bulmak mümkün... Hangi metro istasyonunda kim çalar biliyorsun. Geçenlerde Arbat’ta metro girişinde akşam üzeri amfisiyle, çalgıcılarıyla bir orkestra kurulmuştu. Bateristin kocaman davulunun üzerinde “Arbat Beat” yazıyordu; demek ki orkestranın ismi bu.

Ancak Vladimir’in yeri benim için başka… Bana göre çok önemli bir müzisyen.

Vladimir’i uzun süredir göremiyor; merak ediyordum. Havalar malum çok soğudu; belki ondan gelmiyordur, diye düşünüyorum. Ama endişe etmiyor da değilim. Yoksa kötü bir şey mi; ağır hastalık falan mı var?

Arbat Meydanı’na kadar yürüdüm. Sonra tabii ki sevdigim güzergahın başından sonuna kadar, eski Arbat Sokağı’nı baştan sona katettim. Meşhur Rus blininden yedim.


Arbat Sokağı yine çok canlıydı. Sokak ressamları, müzisyenleri mutad mesailerindeydi. Sokağın başında Vladimir’i de görünce sevinçten deliye döndüm.


Selamlaştık. Çalmaya ara verdiği bir sırada, “Yahu Vladimir, nerelerdesin, uzun süredir seni göremiyorum. Merak ettim,” dedim.


“Merak edecek bir şey yok; orkestra ile uzun süreli bir turneye çıktık,” dedi. Mutlu bir şekilde gittikleri yerleri, verdikleri konserleri anlattı.


İçim rahatladı.


Beni mutlu etmek için çok sevdiğimi bildiği bir Rus şarkısını, “Kak upanitelniyi vı Rassiye veçeram”ı çalmaya başladı. Eksi on derece soğukta, ayakta, kımıldamadan, nefesim kesilmiş bir halde dinledim.


Arkasından Beatles’dan “Yesterday”i çalmaya başladı. Bu parçayı da çok severdim ve onu sabaha kadar dinleyebilirdim; ama hava çok soğuktu. Soğuğa Vladimir kadar alışkın değildim.


Elimi sallayıp, “Hoşça kal,” dedim. O ise dudaklarını saksafonundan, parmaklarını tuşlardan ayırmadan çalmaya devam ederken “güle güle” anlamında gözünü kırptı.


İstemeye istemeye, arkamda saksafonundan çıkan güzelim ezgileri bırakarak uzaklaştım.


01 Ocak 2009, Moskova

9 Haziran 2009 Salı

"Kızıl Meydan'da ayı yok!"

İzvestiya Gazetesi geçenlerde ilginç bir derleme yayınladı. Rusya başkenti hakkında internet forumlarındaki bloglarda yazılanları inceleyerek, Moskova’ya gelen yabancı turistleri en çok nelerin şaşırttığını ortaya çıkardı. Kompas dergisi son sayısında bu yazıların en ilginçlerini yayınladı. işte yabancıların gözüyle Moskova maceraları:

“Moskova’da gerçekten ayılar yok. Bu gerçek. Kendim kontrol ettim! Orda ayılar YOK (!)”.

“Burda herkesi satın almak mümkün. Polisleri bile!”
Polisler (Burda onlara “militsiya” diyorlar”) yolsuzluğa çok yatkın. Her zaman yanınızda belgelerinizi taşımanız gerekiyor. Eğer belgeleriniz yanınızda yoksa sizi tutuklayıp parmaklıkların ardına kapatabilirler. Ama her zaman rüşvet vermek mümkün. Bir arkadaıım Kızıl Meydan’da elinde birayla yürürken polis geldi ve ona bunun yasak olduğunu, kurallara göre üç saatliğine onu alıkoyabileceğini söyledi (Halbuki meydanda bira çok sık satılıyor ve birçok kişi orda bira içiyor.) Arkadaşım korktu ve para teklif etti. Polis 4 bin ruble istedi, ama arkadaşımın yanında sadece 700 rublesi vardı. Sonra polis ona sigara paketini uzattı ve parayı içine koyarak paketi ona geri vermesini istedi. Sonra ayrıldılar.”


“Yollarındaki ölümcül manevralarıyla New York’a çok benziyor. Trafik kuralları var, ama kime gerek! Dört şeritli yolda aynı anda altı araba 120 kilometre hızla yarış yapabiliyor.”


“Burada legal taksiler çok az. Ama yolun kenarında beklemeniz yeterli, mutlaka birilerini durdurursunuz. Kalabalık bir insan grubu tanımadığı bir arabaya doluşuveriyor. Deliler...”

“Bir geniş ana caddeden karşıdan karşıya geçmek için önce iki yolu daha geçmemiz gerekti. Ve her birinde “yeşil adamın” yanmasını en az ikişer dakika bekledik. Sonra da altgeçitten geçtik. Yani 50 metrelik bir yolu geçmek için neredeyse bir kilometre yol yürümemiz gerekti. Şimdi komünizmin Rusya’da niye tutunamadığı anlaşıldı?. Yol çok uzun geldi!”

“Moskova’da hayatımın en pahalı ‘tiramisu’sunu yedim”

“Süpermarketlerde fiyatlar çok yüksek olduğu için ‘produktı’ denilen yerlerden yiyecek alıyorduk.”

“Havaalanından matryoşka almayı planlıyordum, ama 4 bin rubleye satıldığını öğrenince vazgeçtim (Halbuki gerçek fiyatının 300*400 ruble olduğunu biliyorum).”

“Moskova’da hayatımda yediğim en pahalı ‘tiramisu’yu (ünlü İtalyan tatlısı) yedim. 290 ruble verdim. İki dilim pasta ve iki cappuccino için ise bizden 990 ruble adlılar.
Otelde bir saat internet için 20 dolar aldıklarını hiç söylemiyorum. Çok hoş değil mi?”


“Burda karşılaştığım garsonlardan hiçbirinin gülümsediğini görmedim”

“Burdaki polis ve askerler, komünizmin çöküşünün ardından iktidarlarını kaybetmiş olmaktan yakınıyorlar gibime geldi. Kendilerinden korkmalarına alışmışlardı, şimdi ise bunu en kaba yöntemlerle sağlamaya çalışıyorlar”.

“Burda karşılaştığım garsonlardan hiçbirinin gülümsediğimi görmedim. Ama eğer bu taştan yüzleri yumuşatmayı başarırsanız, Moskovalılarla sohbet etmek hoş bile olabiliyor”.

Hangi takım kimin?















Rus futbolcu denince, Türkiye’deki futbolsevenlerden yaşlılar Lev Yaşın, Eduard Streltsov’u, gençler bir ara Fenerbahçe’de oynayan Vladimir Besçastnıh gibi isimleri çok iyi bilir. Sovyet döneminde futbol kulüplerinin bilim araştırma enstitüleri personelinden, fabrika işçilerinden, tugayların askerlerinden oluşan takımlar temelinde, planlı olmayan bir şekilde oluşturulduğunu bilir miydiniz? İyi tanıdığınız Rus futbol takımlarının nereden çıktıklarını, hangi kurumları ve sosyal sınıfları temsil ettiklerini biliyor musunuz?

ÇSKA:

Bu takım Kayak Severler Topluluğu olarak 1911’de kurulmuştur.
Daha sonra Kızıl Ordunun katkısıyla ve eski askerlerin katılımıyla kulüp yerli şampiyonluğa katılmıştır. Bugün de “ordunun takımı” olarak bilinir.


SPARTAK MOSKVA:

1922 yılına kadar takımın ismi “Pişeviki” (yani “gıdacılar”) idi, çünkü gıda işçileri sendikası himayesinde kurulmuştu ve ilk stadı bir et fabrikası yanında bulunuyordu. Bugün daha çok ismi polisle, güvenlik güçleriyle anılır. Eskisi kadar başarılı bir formu yoksa da, taraftar kitlesi büyük ve coşkuludur.


DİNAMO:

1923 yılında SSCB’nin gizli polis örgütü Çekistler’in (sonra KGB olarak tanınacak kurum) personelinden kurulmuştur. Dinamo’nun diğer Sovyet kulüpleri için örnek olacağı bekleniyordu. Beria’nın takımı olarak ünlendi. Dinamo ilk iki SSCB şampiyonluğunu kazanmıştı. Son dönemde küme düşmemek için uğraştı. Hala “istihbaratçıların” takımı olarak bilinir.


LOKOMOTİF:

1923 yılında “Ekim İhtilali Kulübü” adıyla Moskova Kazan demir yolu çalışanlarından en iyi futbolcular tarafından kurulmuştur. Bugün de demiryolcuların takımı olarak bilinir.


ZENİT:

Fatih Tekke’nin takımı olarak Türkiye’de ünlenen Zenit, St. Petersburg’daki Stalin Metal Fabrikası spor topluluğundan geçen futbolculardan 1923 yılında kurulmuştur. Başkent Moskova’nın köklü takımlarına karşı en dişli mücadeleyi vermiş ve geçen yıl şampiyon olmuştur. Gazprom’un ana sponsorluğu yüzünden “Gazprom”un, Putin’in ve Medvedev’in St. Petersburg’lu olması yüzünden de “Kremlin’in takımı” olarak anılır.

Ploşat Revolutskiy İstasyonundaki kurt köpeği heykeli

İşyerine giderken Teatralnaya Metro istasyonundan Ploşat Revolutskiy istasyonuna aktarma yapıyorum. Bu istasyon Moskova Metrosunun en güzel istasyonlarından biri… Gidiş geliş yönlerinde ve koridorda sıra sıra bronz heykeller var. Her heykelden dörder adet var: Gidiş yönünde, geliş yönünde ve koridorda karşılıklı iki tane.

Rusların garip inanışları; aynı bizdeki gibi batıl itikatları var.
Ploşat Revolutskiy istasyonundaki bronz heykeller arasında elinde tüfeği yanında kurt köpeğiyle diz çökmüş Bolşevik askeri heykeli var. Her nedense Ruslar geçerken mutlaka kurt köpeğinin burnunu ve bazen kalçasını okşuyorlar. Daha çok da kadınlar yapıyor bunu... Büyük bir sevgi ile yaklaşıp, köpeğin burnunu avuçluyorlar. 

Metronun yoğun olduğu sabah saatlerinde köpeğin önünde neredeyse sıra oluşuyor.

Tanıdığım bütün Ruslara sebebini sordum; bir bilene rastlayamadım. İgor’a göre bu, yeni türetilmiş saçma sapan bir şey; eskiden yokmuş böyle bir şeyler. Hikayesi olmayan bir gelenek oluşmuş. Belli ki bunu bir uğur sayıyorlar. İçinde bulunduğumuz kriz günlerinde yoksullaşan Rusların böyle bir avuntuya gerçekten ihtiyaçları var.

Eksik kalır mıyım? Ben de yapıyorum bunu. Hem de yolumu değiştirip, bir yuvarlak çizip dördünün birden.

Herhalde yaşadığım bunca sıkıntıdan sonra biraz umuda ihtiyacım var.

Rusya’da Tatil Günleri













Rusya’da bir çalışana hoş gelebilecek bir kural var. Rusya Federasyonu’nda, resmi tatil günleri cumartesi ve pazara denk gelirse, bir sonraki iş günü tatil oluyor. Düşünsenize Türkiye’de çalışan biri olarak yeni yıl takvimini elinize alıyorsunuz. O yıl tatil günlerinin ne zamanlara geldiğine bakıp tatil planları yapıyorsunuz. Fakat o da ne!?.. Şeker Bayramından iki gün, Kurban Bayramından bir gün ve hatta Cumhuriyet Bayramı cumartesi pazara denk geliyor. Tatil hayalleriniz bir anda sönüyor. Oysa Rusya’da durum öyle değil.

Rusya'daki tatil günleriyle ilgili Suat Taşpınar'ın hoş bir yazısı şöyle:
"Rusya'nın sembolünün neden ayı olduğunu nihayet anladım. 'Rus ayısı' deyiminin, 'güç, kudret' ifadesi olmak kadar 'miskinlik' ile akrabalığı olduğuna artık iman ettim. Sadece minik bir fark var: Ayılar takvim kullanmadığı için ne zaman uyuyup ne zaman uyanacaklarını tam kestiremiyor. Ama Ruslar iki takvim birden kullandığı için 'kış uykusu' dönemi belli!İmparatorluk döneminde Rusya'da Julian takvimi kullanılırdı. Bu takvimde İsa'nın doğum günü sayılan 'rojdestvo' (Noel) 7 Ocak'ı 8'e bağlayan gece, yılbaşı 12 Ocak'ı 13'e bağlayan geceydi. Devrimden sonra Lenin'in, "Uygar dünya ile uyum içinde olmalıyız" sözleri üzerine Gregorian takvimine geçildi. Böylece Noel 25 Aralık, yılbaşı 31 Aralık'ta kutlanır oldu. Ama 'yararlı' alışkanlıkları terk etmemek lazım! Ruslar Noel'i ve yeni yılı hem eski takvime, hem de yeni takvime göre kutlamaya devam etti. Rusya her yıl en geç 24 Aralık günü fiilen tatile girip, 'eski yeni yıl'ın kutlandığı 13 Ocak'tan sonra işbaşı yapar oldu.İşte biz bu aralar o tatilin ortasında sayılırız. İçki ve erzak takviyesi dışında sokağa burnunu uzatana iyi gözle bakılmıyor. Rusya 'votka şişesinde balık' misali yalpalıyor.Oysa bu topraklara ilk geldiğim günleri hatırlıyorum. Bir cumartesi, sabahın köründe caddeleri vızır vızır, metroyu tıkabasa dolu görünce şaşırmıştım. "Zafer Bayramı cuma gününe denk geldi ve tatil yaptık. O günün iş kaybını telafi etmek için cumartesi çalışıyoruz. Sovyet devrinden kalan bir uygulamadır" diye izah etmişti temzlikçi teyzemiz Lidya Vasilevna. Çok etkilenmiştim. "Biz işten kaçmak için tatilleri uzattıkça uzatıyoruz, bu adamlar hafta sonu bile çalışıyor" diye hayıflanmıştım. Meğerse kazın ayağı öyle değilmiş. Velhasıl, Türkiye'de hafta sonlarını da katıp, bayram tatilini en fazla 10 güne çıkarabilenlere bakıp üzülüyorum! Çünkü biz Rusya'da hayatın fişini bir aylığına çekiyoruz. Sahi siz de Rumi takvim, Hicri takvim diye, bir punduna getirip 'kış uykusuna' dalmanın bir yolunu bulsanız. 'İki bayram arası düğün olmaz' yerine, 'İki bayram arası çalışılmaz' deseniz, fena mı olur?"
(Kış uykusu ayılara mı özgü?, Suat Taşpınar, Radikal,06/01/2004)

Moskova'da insanı bezdiren 7 şey














“Element" dergisi Moskova'da insanı yaşamaktan bezdiren 7 konuyu 7 başlık altında toplamış, ne dersiniz sizde aynı fikirde misiniz?

1) Sıkışık trafik:


Trafikten kaçamazsınız, çünkü trafiğin en yoğun olduğu saatler dediğimiz zaman aralığı, bir iş günün dörtte üçü boyunca sürüyor. Metroda ise babuşkalar ölümcül olabiliyor, hele ki kapıya yakın, düşeş bir yer kaptıysanız. Araba sahibi olmak da aynı derecede tehlikeli, üstelik sola dönebilmek için St Petersburg’a kadar gitmeniz gerek.


2) Müşteriye güler yüz


Batılılara servis yapan bir restoranda değilseniz, maalesef, servis iyi olmayacak. Çivi çiviyi söker hesabı, kasanın başında duran devuşkaya, onun size davrandığından daha kaba davranın ve hatta bunu başarabilmek için, sinirleriniz bozulana kadar, ayna karşısında alıştırma yapın. Belki o zaman size de servis yapılacaktır.


3) Hava Kirliliği


Moskova’nın havası, mesela Çernobil’e kıyasla daha temiz olmasına rağmen, gün sonunda üzerinizde, güçlü bir kese ve anti-bakteriyel sabunla çıkarabileceğiniz bir kir tabakası bırakıyor. Dışarı çıkıp yirmi dakika koşarsanız, ömrünüz, muhtemelen bir, beş yıl kadar kısalıyor.


4) Militsiya


Yasal olarak, sizi gerekçe göstermeden durdurmaya hakları yok. Fakat pratikte, eğer havada turist kokusu alırlarsa, sizi, alacakları bir sonraki votka şişesinin sponsoru olarak görüyorlar. Hele de, güneşte biraz yandıysanız, metroya girme konusunda baya bir şansa ihtiyacınız olacak.


5) Hayat Pahalılığı


Yeni yapılan, dünyanın en pahalı şehirleri sıralamasında, Moskova, Londra ve Tokyo’nun hemen ardından üçüncü sırayı alıyor. Emlak fiyatları sürekli artıyor; hatta toplu taşımada bile, indi-bindi 19 rubleye çıkmış durumda. Ama doğruyu söylemek gerekirse, içki hala ucuz.


6) Park Yeri


Her büyük şehirde olduğu gibi, Moskova’da da şehir merkezinde park yeri bulmak mümkün değil. Yetkililer ise bu duruma çözüm olarak, yeni park alanları inşa etmek yerine, park etmek yasak olan yerlere park eden arabaları çekerek çözüm buluyor. Araba yoksa, sorun da yok. Metroda görüşürüz.


7) Yüz Kontrolü


Keyfi, sinir bozucu ve aşağılayıcı – sosyal adaletten yoksun gece klübümüze hoşgeldiniz. İçeri girmek için mantıklı açıklamalar (“Çok paramız var ve tüm bu paralarımızı sizin müessesenizde harcamak istiyoruz!”) işe yaramadığında, sosyal statüye yapılan vurgunun (“Sen benim kim olduğumu biliyor musun!?”) tüm sorunları çözdüğü de bilinen bir gerçek.

Moskova’da Trafik Keşmekeşi

Moskova’yı bilmeyen bir İstanbulluya Moskova’da trafik sorununun İstanbul’unkine bile rahmet okutacak derecede kötü olduğuna inandırmak çok zor.

Hem de dünyanın en eski, büyük ve önemli metro ağlarından birine sahip bu koca şehirde ulaşımın önemli bir kısmının metro ulaşımıyla yapılıyor olmasına rağmen…


Araç alım vergileri, araba fiyatları, benzin fiyatları düşük, görmemişlik had safhada olunca trafikteki araç sayısı da rekor seviyede oluyor haliyle…Moskova’da görgüsüzlüğe kaçacak lükslükteki araçları, korumaları, tetikçileri ile Rus mafyası sokakları doldurmuş.


Bazılarının ifade ettiği gibi, burada halk yer altına inmiş, mafya yer üstüne çıkmış durumda.


Vergiler çok düşük olduğundan Rusya lüks oto galerisine dönmüş durumda. 40-50 bin dolara birkaç yıllık en gözde araba, cipleri alabilirsiniz, Lexus, BMW dahil. Türkiye'deki galerilerde 120 bin küsur avro etiket konulan VW Touareg'ler, burada en fazla 60-70 bin dolar. Ev almaya gücü yetmeyen de, şahlanan ekonomiden kendisine düşen payı arabaya yatırıyor.

Rus Kızları

Rus kızları güzeldir. Sarı saçlı, mavi gözlü, beyaz tenli, kırmızı dudak boyalı, sütun gibi bacaklı, heykel gibi dimdik ve etkileyici…Bizim buralarda pek görünmez öylesi! Ama bir göründü mü, çok durmaz, hemen gözden kaybolur. Selvi gibi boyu vardır, ama salına salınadır gidişi! Gider, gider ama, rüzgarını bırakır izleyenlerine! Çünkü bir başkadır gidişi selvi boylunun, salına salına bile olsa! Belki de güzelliği ondandır!

Rusya da, kızlarına benzer. Bir varmış, bir yokmuş gibidir! İnsanlarını, ülkesi dünyanın bir güç dengesi olma mağrurluğuyla yaşatan, her bir bireyi birer ayaklı kütüphane gibi olan, iklimi soğuk, kendi sıcak insanlar ülkesi, şimdilerde, kendinden çok koptu. Yerinde, yeller esiyor! Gelişi debdebeli ve zor oldu. Ama, ya gidişi? Ya gidişi? “ Selvi boylunun gidişine benzedi. Hem de, salına salına! “ O, işte bir tek bunu hak etmedi!

Rus Aile Yapısı














Rus aile yapısında, özel günler çok anlamlıdır. Doğum ve evlilik yıldönümleri, ulusal bayramlar ve bazı özel günler; bunlara, ne ölçüde önem verdiklerini ve kendi kibarlıklarını sergileme fırsatı buldukları dönemlerdir. Çiçek, hayatlarından ve ellerinden eksik etmedikleri bir sevgi tomarıdır.

Pek çok özel kutlama günü içinde ilginç olanları da vardır: Örneğin, 12 Eylül’deki “ Hamilelik Günü “, 1 Nisan’daki “ Kahkaha Bayramı “ ve Prens ile bir köylü kızının aşkının hikayesinden esinlenerek ilan edilen 8 Haziran’daki “Aile Mutluluğu Bayramı“, başka ülkelerde alışık olunmayan birkaç özel gündür.


Bu arada, 2008 yılı Rusya’da “ Türkiye Yılı “ ilan edilmiştir. Ruslar, insan ilişkilerinde, genelde soğuk mizaçlı gibidirler. Fakat, ilişkinin ilerleyen süreci içinde, çok candan ve paylaşımcı oldukları hemen hissedilir. Önce mesafeli olup, sonra açılırlar. Aradıkları temel ölçü, güvendir. Son yıllarda; değişen şartlarla para ilişkisi öne çıkmasına rağmen, “ ilişkide güven “ Rus insanının, karşısındakiyle kurmak istediği ilişkinin temel biçimidir.


Ruslar dostluğa çok önem verirler. Karşı tarafın samimiyetine istinaden kalıcı dostluklar kurmaya çalışırlar. Dostlarını ziyaret etmek, onlarla birlikte zaman geçirmek, Ruslar için vazgeçilmez bir tercihtir.


Uzaktan bakıldığında çok sağlam olmadığı sanılan Rus aile yapısı, aslında sıkı aile bağlarıyla örülüdür. Aile fertlerinin tümü, birbirine karşı son derece saygılı ve hoşgörülüdür. Çok istisnai haller dışında, ciddi iç tartışmalar çok fazla yaşanmaz.


Bireyler, kişilik haklarına tecavüz etmemek kaydıyla, günlük hayatın özgür bireyleridir. Fakat, aile içi hukukun zedelenmemesine itina gösterirler. Bünye içindeki ufak tefek sorunlar ve didişmelerin çözümü; ya bir demet çiçek ya da bir tatlı öpücüktür. Aile bireylerinin her biri, kendi işi dışında farklı sosyal aktivitelerde bulunmaya gayret ederler. Kız çocuklarının piyano merakıyla beraber, aile fertlerinin çoğu, mutlaka bir enstrüman çalmasını bilir. Geleneksel Rus çalgısı olan “ Balalayka “ neredeyse her Rus evinde bulunur.

Rus İnsanı

Rus erkekleri, sade giyimli; kızları, bakımlı ve güzel!

Bunun dışında dikkati çeken bir şey daha var: Rus toplumu, okuyan bir toplum… Nereye gitseniz, kimi görseniz, elinde bir kitap! Parkta, kafeteryada, metro istasyonlarında, evinin önündeki kanepede; hepsinin elinde okuyacağı bir şeyler var.


Bir restorana gitseniz, taksiye binseniz, bir temizlikçi kadın görseniz; sohbetl ettiğinizde, çoğunun Tolstoy’un, Gogol’un, Dostoyevski’nin eserlerinin önemli bir kısmını okumuş olduklarına tanık olursunuz.


Zaten, ülkenin çoğu bireyi birer ayaklı kütüphane gibi. Her kente üniversiteler ve kültür evleri kurulmuş. Üniversiteler bir yana, kültür evleri; her tür kültürel ve sanatsal aktivitelerin merkezi durumunda.


Ülkede okuma yazma oranı çok yüksek olup, belirli yaş grubu insanlarının çoğu üniversite mezunu. Rus toplumu, kültür ve sanata önem veren bir toplum. Dünyanın en ünlü Bolşoy Tiyatrosu, Moskova’da bulunur. Yine Moskova’daki Lenin Kütüphanesi, Dünya’nın ikinci, Avrupa’nın en büyük kütüphanesidir.


Üç bin Ruble maaş alan bir Rus kızı, sadece Bolşoy Tiyatrosu’nu izlemek üzere Leningrad’dan Moskova’ya geldiğini ve bu amaçla yaptığı geliş gidiş ve sair harcamalarının, maaşının önemli bir kısmına tekabül ettiğini anlatır ve şaşırırsınız.


Bu, Rus insanının kültür ve sanata ne ölçüde değer verdiğinin açık bir göstergesidir.

Moskova metrosunun köpekleri de meşhur















Sovyet döneminde Moskova'nın dünyaca ünlü metrosuna girmeleri bile yasak olan sokak köpekleri artık işe gidip gelen yüzbinlerce kent sakini ile birlikte sabırla bir trenin gelip kapılarını açmasını bekliyor.

Moskova'da sayıları 26 000'i bulan sokak köpeklerinden birini bir koltuğa kıvrılmış, yanındakini koklayıp dururken görmek artık alışılmış bir durum. Hatta bu köpekler için www.metrodog.ru adlı bir web sitesi bile hazırlanmış.


Bir grup zoolog ise Moskova'daki sokak köpeklerinin kente nasıl bu kadar hızlı adapte olduğunu araştırmış ve ilginç bulgular elde etmişler. Örneğin, Moskova'da Sovyet dönemi sonrası araç sayısının hızla artması ile birlikte sokak köpekleri yayalarla birlikte karşıdan karşıya geçmeyi, hatta renk körü olmalarına rağmen yeşil ışığın yanmasını beklemeyi bile öğrenmişler.
Zoologlara göre 'Moskovalıları onların köpekleri tanıdığından daha iyi tanıyan' sokak köpekleri aynı zamanda birer uzman psikolog.
Köpeklerin insanlara saldırması ise çok ender görülen bir durum. Uzmanlar bu saldırıyı da ormanlık bir parkta yaşanması dolayısıyla, orada insanlarla daha az haşır neşir olan köpeklerin topraklarına yönelik tehdit hissetmesine bağlıyor. Köpekler kentin karakterinin de bir parçasını oluşturuyor.


Rusya'nın adı Nevski, ensesinde Stalin

Rusya resmi televizyon kanalının haziran ayında başlattığı “Rusya’nın adı” isimli yarışma sonuçlandı. Önce Rusya tarihinden 500 kahraman www.nameofrussia.ru internet sitesinde halkın oylarına sunuldu. Sonra adayların sayısı 50’ye, ardından da 12’ye indirildi.

Son üç ay içinde her bir kahramanla ilgili TV programları ve tartışmalar yapıldı. Toplam olarak 4,5 milyon oy kullanılan yarışma dün gece sonuçlandı ve “Rusya’nın adı” ilan edildi.

13. yüzyılın Rus lideri ve komutanı Prens Aleksandr Nevski birinci seçildi. Nevski için yarım milyonu aşkın oy kullanıldı. Onun hemen ardından 2011’de bir suikaste kurban giden Çarlık Rusyası’nın reformcu Başbakanı Pyotr Stolipin geldi.

Oylamanın son saatlerinde ünlü Rus şairi Aleksandr Puşkin’i geride bırakan Sovyet lider Stalin üçüncü sıraya yükseldi. Çar Birinci Pyotr (veya Büyük Petro) beşinci, bolşevik devrimin önderi Lenin ise altıncı oldu.

Lenin’in ve özellikle de Stalin’in Rus halkından böylesine destek alması, yarışmanın sansasyonu oldu. Komünist Partisi, organizatörlerin internet oylamasında hile yaparak Stalin’in kazanmasını engellediğini iddia etti.

Suç cenneti Moskova

Moskova'da ırkçılık her geçen yıl artıyor.Rusya Başsavcılığı Soruşturma Komitesi 2008'in ilk yarısında başkentte ırkçı saldırıların geçen senenin aynı dönemine oranla altı kat arttığını açıkladı. Moskova'da ilk altı ayda etnik kökenli 73 saldırı kayıtlara geçti.

Rusya genelinde suç oranları azalırken, Moskova'da bazı suçlar hızla artıyor. Moskova'daki her üç ırkçı saldırıdan birini yerli göçmenler gerçekleştiriyor. Resmi kayıtlara göre, yılın ilk yarısı Moskova'da şehrin yerlisi olmayanlar tarafından işlenen ve kayıtlara geçen toplam suçların sayısı ise 50 binin üzerinde. Her ne kadar başkentte genel suç oranlarında yüzde 7,9'luk bir azalma olsa da, bazı suçlarda inanılmaz artış gözleniyor. Rusya genelinde 2008'in ilk altı ayında tecavüz suçları yüzde 13 azalırken, Moskova'da yüzde 31 arttı. Yine gasp suçları Rusya genelinde yüzde 24 azaldı, Moskova'da yüzde 86 arttı. Moskova'da rüşvet suçları da geçen senenin aynı dönemine oranla yüzde 5,8 yükseldi. Moskova'da yabancılar tarafından işlenen suçların sayısı da yüzde 12 artarak 9 bin 200'yi buldu.

Rusya akılla, mantıkla anlaşılmaz


Moskova'dan Milliyet muhabiri Cenk Başlamış, BBC Türkçe Yayın Servisi'ne "Rusya ve Türkiye'nin 'Batılıların kendilerine karşı hep önyargılı olduğunu düşünmeleri' gibi bazı ortak özelliklerinden yola çıkarak 'anlaşılması zor' Ruslar`ı anlatıyor. Siz de okurken pek çok noktada "Aklımdan geçenler yazılmış" hissine kapılacaksınız!

Görünüşte Rusya`yı yermek için söylenir ama dikkat edenler bu ifadeyi kullananlarda gizli bir gurur farkeder.

Gururun nedeni yine Rusların çok övündüğü `Rus ruhu`nda gizli.

Onlara göre, `Rus ruhu` o kadar derin ki, yabancılar, özellikle Batılılar anlayamaz.Tabii,sözü edilen `ruh`un da etkisi olabilir ama yabancıların anlayamamasının asıl nedeni Rusya`nın çift kişiliği. Yani, Rusya aynı anda hem Batılı hem de Doğulu bir ülke. Tıpkı Türkiye gibi...

Dolayısıyla, Rusya`ya ya da Türkiye`ye gelen bir Batılı ilk anda kolayca dehşete kapılabilir.Türklerle Rusların ortak bir noktası daha var: Batılıların kendilerine karşı hep önyargılı olduğunu düşünürler.Aslında ilginç bir ruh halidir bu; iki halk da hem önyargıdan yakınır hem Batılıların kendileri hakkında ne düşündüğünü merak eder.

İşte bu nedenle, örneğin, New York Times`ın Türkiye`ye `iki tam sayfa ayırması` türü haberler çok hoşumuza gider.Komsomolskaya Pravda gazetesi de hiç üşünmemiş, Batılıların Rusya hakkında ne düşündüğünü araştırmış. Ama `araştırmış` sözünü hakkını vererek dolu dolu söylemek gerekiyor, çünkü yüzyıllar öncesine gitmişler. O zaman ve bugün ne söylendiğini karşılaştırmışlar.

Örneğin, İngiliz misyoner Richard Chensler,`Rus kiliselerinde ayin sırasında din adamlarını dinleyen yok. Millet çene çalıyor` diye yazmış 1553 yılında. Sovyet döneminde Almanya`nın Moskova Büyükelçiliğini yapan Andreas Meier Landrut,`Komünizm yıkılınca kilise yeniden güçlendi. Ancak çoğunluğun kalbini fethedemedi. Kiliseye sadece yaşlılar gidiyor` diye yazmış 1990`larda.

Bavyera`nın Rusya Büyükelçisi Frants Gabriel De Bre 1800`lerde, `Rusya dünyanın en zengin ülkelerinden biri. Ama sahip oldukları hammaddeleri satıyor, sonra da bunları işlenmiş olarak satın alıyor`diye yazmış.

International Herald Tribune gazetesi,daha geçen ay `Rusya para dolu bir çuvalın üzerinde oturuyor`diye benzer bir tespitte bulunmuş.

Bir Alman 1676 yılında,`Ruslar gece gündüz içiyor, ama utandıkları bu durumdan bir türlü kurtulamıyor`diye yazmış.

Alman Büyükelçisi 300 yıl sonra,`Halk neyse,ülkeyi yönetenler de votkaları yuvarlıyor`demiş.Venedik temsilcisi Marko Foskarino,1557 yılında,`Yabancılar için Rus kadınları elde etmek çok kolay` diye yazmış. İngiliz modacı Robert Carry Williams daha iki yıl önce Rus basınına, `Kadınlarınızın inanılmaz gözleri var. Elinizi uzattığınız anda da sizinler` demiş.

Batılıların dün ve bugün Rusya için ne düşündüğü listesi uzayıp gidiyor.

Komsolskaya Pravda, `Değişen bir şey yok. Bizim hala soğuktan donduğumuzu, votka komasına girdiğimizi, Tanrıya inanmadığımızı, servetimizi saçtığımızı, kadınlarımızın çok güzel ve çok kolay olduğunu düşünüyorlar` diye konuyu bağlamış. Bağlamış ama en önemlisini yazmayı unutmuş: Anlaşılmamak ya da anlaşılmaz olduğunu düşünmek Rusların çok hoşuna gidiyor.

Rusya'nın yolu, aklın sağı-solu...
Suat Taşpınar

Radikal ,13/12/2009

Ruslara eskaza “Sizin memleketi anlamak zor” deseniz, kastınız ne olursa olsun, bundan övünme payı çıkarırlar. ‘Farklı olmanın’ gururuyla, şairleri Tyutçev’in ünlü dizelerini okurlar: “Rusya akılla anlaşılmaz / Arşınla da ölçülmez / Rusya’nın hali bambaşkadır / Rusya’ya sadece iman edilir.” Bu “Biz farklıyız” avuntusu, bu “Biz her durumda kendi yolumuzda gideriz” takıntısı, bu “İstenen bir şey olmuyorsa başka sebebi yoktur, sadece bizim benzersizliğimizdendir” saplantısı yok mu... Oysa ‘Rusya’nın yolu’ diye tutturulurken sık sık ‘ortak aklın yolu’ndan çıkılabildiği de bir anlaşılsa...Siyaset tarzında bu ‘özel’ duruma lafımız yok. Evet, Rusya’nın ‘kendi yolu’ var ve Batılıların anladığı manada demokrasi bu topraklarda kolay yetişecek çiçek değil. Halkın ezici çoğunluğunun sadece ‘ekmek ve düzen’ istediği, ifade özgürlüğünü önemsemediği, “Bize demir yumruk lazım” dediği bir ülkede bu normal. Yeni yetme Kremlin ideologlarının imalatı olan ‘yönetilen demokrasi’ kavramı Rusya’da zaten egemen. Pek çatlak ses çıkmıyor. Şimdi de yeni kalkınma modeli olarak ‘muhafazakar modernite’ diye bir kavram icat edildi. “Biz Rusya’yız, bizim yolumuz herkesten ayrı. Halkın sıkıntılarını aşması için devletin ekonomideki güçlü rolünü sürdüreceği, modernleşmenin de devletin öncülüğünde gerçekleşeceği bir kalkınma modeli izlenecek” dendi, iktidar partisi Birleşik Rusya’nın son kongresinde alınan kararla...Buraya kadar hava hoş. Alan memnun, satan memnunsa; yöneten ile yönetilen arasında ‘milli mutabakat’ varsa itiraz anlamsız. Ama iş gündelik hayata gelir de, “Bizim kendi yolumuz var” plağı hala çalarsa, iş değişiyor. Beğensek de beğenmesek de, dünyanın mühim bir bölümü için ‘küreselleşme’ güncel bir gerçek. Siyasi farklılıklar bir yana, artık sınırlar, bayraklar ne olursa olsun, ‘gündelik hayata dair’ pek çok uluslararası kriter kemikleşiyor, ‘olmazsa olmaz’ hale geliyor. Bu, hayatın hemen her alanında ‘standartlaşma’ olarak kendini gösteriyor. Ama Rusya kara trene rahmet okutuyor; islim arkadan da gelmiyor.Bu kadar geveleyip durduğum şeyi örneklerle açıklayayım: Mesela iş yaparken bürokrasi 32 dişi çelik gibi karşınıza çıktığı zaman... Mesela çek-senetin hala olmadığı, 100 dolarlık bir ödeme için hala 100 muhasebe belgesinin doldurulduğu bir kara düzen hüküm sürdüğü zaman... Mesela AB standartlarına uyup sınırı geçen domates Rusya’da geri çevrildiğinde “Bizim kendi standardımız var, başkalarınınki bizi bağlamaz” dendiği zaman... Mesela domuz gribine savaş açan Hıfzısıhha Kurumu’nun başındaki zat kimseye danışmadan “Rus öğrencilerin yurtdışına çıkışını yasaklıyorum” diyebildiği zaman... Mesela birkaç akılevvelin restoranda ateşlediği havai fişek 140’a yakın masum insanın hayatını söndürünce kimi yetkililer “Rusya’da havai fişek gösterilerini tümüyle yasaklıyoruz” dediği zaman... Mesela New Yok’un alameti farikası sokak ‘hot dog’cuları dahil, adabıyla satılan ‘ayaküstü yemekler’den hijyenden yana şikayet yokken, Rusya’da pis bir dönercide bir kişi zehirlendiğinde hemen “Bütün dönerciler kapatılacak” kararı alındığı zaman... Mesela alfabeniz dünyaya hiyerografi gelirken metronuzda hala tek kelime İngilizce tabela olmadığı zaman... Mesela e-devlet Türkiye’de bile dağları aşmışken, burada bir arpa boyu yol gidilemediği zaman...İşte hayatın bu ‘ufak’ arızalarını çözmek için ‘Rusya’nın yolu’nu aramak, gelişmenin önünde ‘Rusya duvarı’ oluyor. ‘Aklın yolu’ zaten bu soruların cevabını vermiş. Standart dediğiniz şey, onun yanında ‘herkes için olabildiğince eşit uygulanan kurallar’, meseleyi büyük ölçüde hallediyor. Yangın çıkışının da, havai fişek ateşlemenin de, gıda ürünlerinin de, otoyol yapmanın da, uluslararası muhasebenin de kuralı-standardı var. Mühim olan onları önce koymak, sonra uygulamak. Siz, bu kör düzenin sürmesinden beslenenlerin “Bizim yolumuz ayrı” yalanının belini kıramıyorsanız, “Neden bizde olmuyor?” dediğinizde “Olmuyor, çünkü biz farklıyız” diye laf yetiştirenlerin çanına ot tıkayamıyorsanız, ‘yaşam kalitesi’ endekslerinde insan hayatının en değersiz olduğu ülkelerle aynı sıraya mahkum oluyorsunuz işte...Biz, “Kardeşim neden yangın çıkışı bile olmayan bodrum katındaki barlar, restoralar hala açık?” diyoruz; siz “Rusya akılla anlaşılmaz” diyorsunuz. Biz, “Neden caddelere parkometre koymuyorsunuz?” diye soruyoruz; siz “Arşınla da ölçülmez” diyorsunuz. Biz, “Alman’ın, Fransız’ın afiyetle yediği üzümü neden sokmuyorsunuz?” diyoruz; siz “Rusya’nın hali bambaşkadır” diyorsunuz. Biz “Neden bir şirket ‘registrasyonu’ için eksi bilmem kaç derece soğukta sokakta, kuyrukta sabahlanılıyor? Neden iki günlüğüne yurtdışına çıkılıp girilse bile her seferinde sıfırdan polis ‘registrasyonu’ işkencesi var?” diye sual ediyorsunuz; siz “Rusya’ya sadece iman edilir” diyorsunuz. “Ama insanın imanı bu kadar da gevretilmez ki!” diyecek olsak, “Bu yol Rusya’nın yolu” diyorsunuz. Pes edip oturuyoruz...

Ruslar da Bizim Gibi Duygusal İnsanlar




Hani biz bir yabancı iki çift Türkçe laf etseler; şiş kebap, boğaz, rakı, Hakan Şükür, Galatasaray deseler nasıl yağlarımız eriyorsa, Rusların da benzer tepkileri var. Mesela Rusça bilmek onların kalbine giden yolda önemli bir adım.

Başlangıçta kaba, soğuk görünseler de tanıdıktan sonra gerçek bir dost oluveriyorlar. Yalnız kendimize has zannettiğimiz misafirperverlik onlarda da önemli bir özellik.


Rusya, diğer ülkelerdeki yaşamın günlük akışına bakınca, iklimi soğuk gibi gelse de, aslında insanlarının günlük hayattaki sıcak yaşamına tanıklık eder. Uzaktan bakınca; dili, anlaşılması zor, insan coğrafyası bazen yakın, bazen uzak, içlerine girmeyince; kimin nerede, ne iş yaptığı, nasıl yaşadığı, hep merak konusu olan kuzey komşumuz bu ülke, esasında yakın tarihin debdebeli yıllarına hep en önde tanıklık etti. Son yirmi yıl dünyasının, değişen coğrafyasının çiziminde en aktif rolü onlar oynadı. Yaşamın iniş – çıkışlarında, önemli virajların oluşmasında; ülkesine, Rus insanı da eşlik etti. Gorbaçov’un Foros Körfezi’nde tutsak edilmesine sevindi. Yeltsin’in Beyaz Ev önünde tanklar üzerine çıkmasına alkış tuttu. Parlamento binasının kuşatılıp, Meclis Başkanı Ruslan Hasbulatov ve parlamenterlerin elleri başlarında ele geçirilmesini de, bir zamanlar çok meraklısı oldukları “ Zenginler De Ağlar “ dizisini izler gibi seyretti. Sanki, her şey “ gelen ağam, giden paşam “ gibiydi onlara! Çok da hevesliydiler yeni şeylere! Zaten çok çabuk alışmışlardı bu hayata! Ama gelin görün ki, yağmurdan kaçarken doluya tutulmuşlardı:


Şimdi, eskiye göre çok şey değişti Rusya’da. Her köşe başında yeni zenginler türedi. Daha birkaç yıl öncesine kadar sıfırları bile olmayan maaş ve gelirlerle geçinen bu insanların, izleyenleri hayrete düşürecek yetenekleri sayesinde ulaştıkları zenginlik, göz kamaştırır durumda. Az bir kesimin sahip olduğu olağanüstü zenginlik yanında, milyonlarca insanın içinde bulunduğu yaşam şartları ve bunun yarattığı paradoks Rusya sohbetlerinin ana konusunu oluşturuyor. Yaşam; dolara koşanların mücadeleleriyle dolu şimdi Rusya’da! Dolar için, kimileri evindeki bazı şeylerini pazara götürürken, bazıları da cazibesini açık artırmaya çıkartıyor. Biz Türkler de, güzelliğin ne kadar da para eder bir şey olduğunu öğrendik, kadını tanıdık bu arada!


Ama gelin görün ki; yeni hayat, yabancısı oldukları bir çelişkiler yumağı sundu onlara… Her şey iyi gidecek sanılırken, bir de bakıldı ki; ekonomik şartlar ağırlaştı, yaşam zor çekilir oldu ülkelerinde… Sonuçta; Rus hayat tarzının sarsıldığı, Rus aile yapısının çözülmeye başladığı görüldü: Bugün Rusya’da, ekonomik şartlar nedeniyle, evlilikler bile eski yıllara göre azalmış, evlilik dışı yaşayan çiftlerin sayısında artış olmuş durumda.


Son yıllarda sayıları giderek artan boşanmaların çoğundaki temel etkenin, ekonomik sorunlar olduğu söyleniyor. Ve yine içinde bulundukları yaşam zorluğuna dayanamayıp intihar edenlerin hızla arttığı ileri sürülüyor. Zaten alkol meraklısı olan Rus insanının, ekonomik şartların ağırlığı karşısında, kendini daha da alkole vererek, yaşamın dışına çekildiği haberler arasında yer alıyor. AİDS’in de bugün Rus insanı için ciddi bir tehlike haline geldiği, herkesin kabulü.


Bunun yanında Rus toplumu, eğlenceye de çok düşkün. İş dışında çoğu zamanları, restoran, bar ve diskolarda geçer. Bu anların en vazgeçilmezi, votkadır. Bizdeki dublenin karşılığı “ sto ( 100 ) gram “ votka içmek, her Rus’un bir el alışkanlığı. Ancak, kadehler bizdeki gibi boş yere kalkmaz. Mutlaka birileri ya da bir şeyler için içilir. Hatta, ev ya da özel toplantılarda, kadehler kaldırıldığı zaman, masadakiler sırayla konuşma yapar ve başta eşler, çocuklar, anne-babalar, arkadaşlar olmak üzere pek çok şey için, iyi dileklerle kadehler yudumlanır.


Özellikle mesai bitip, hava karardığı zaman Rus insanı ( kızlar bunun öncüsü ) en şık kıyafetleriyle eğlence merkezlerinin yolunu tutarlar. Ülkemizde pek alışık olmadığımız, kadın ve erkeğin birlikte paylaştığı masalar, Rusya’da olağan bir durumdur. Tabii bu esnada; genelde iri yapılı, geniş omuzlu, kendine çok dikkat göstermeyen Rus erkek tipi yanında; sarı saçlı, beyaz yüzlü, kırmızı dudak boyalı, ince uzun boylu, doğum bile yapmasına karşın bozulmamış vücut yapısına sahip kızlarının cazibesinden, başta Türkler olmak üzere, tüm erkeklerin kendini koruyamadığı da bir gerçektir.


Sade ve gösterişten uzak giysilerin, onların üzerinde nasıl da şık görünür.


Rus ailelerinde aile üyelerinin, özellikle kadınlarının yanlarına çocuklarını da alarak, park, sinema, tiyatro veyahut başka bir yere giderken yaşadıkları mutlulukları, ayrılırken oradakilere gösterdikleri saygı ve nezaketleri en üst düzeydedir.

5 Haziran 2009 Cuma

Öykü : Albüm

Anatoli Gavrilov

Çeviri:

M. Hakkı Yazıcı


Nikolay Petroviç emekli olduğunda ona bir albüm ve bir çalar saat armağan edildi.


“Çok bir şey değil,” dedi karısı.


“Ivır zıvır,” diye yılışıkça güldü kızı.


Nikolay Petroviç cevap vermedi. Ara sıra vakit geçirdiği, üstünkörü düzenlenmiş odasına çekildi: bir masa, bir divan, bir eski transistörlü radyo.


Kullanma talimatlarını okuduktan sonra çalar saati kurdu, ayarladı ve uzak stepte donarak ölen bir çoban hakkındaki şarkının çınlayan tanıdık melodisini duydu.


Albümün kabı, üzerinde bir altın işlemeli yazı bulunan yeşil kadifedendi: “Sevgili Nikolay Petroviç’e Kıyma-Makinesi Mağazası topluluğundan.”


Şimdi, kendi fotoğraflarını aile albümünden şahsi albümüne aktarabilirdi.


Bunların hepsi onbeş kadardı: okul, askerlik, evlilik, 1 Mayıs gösterileri, Gorlovka’ya gezi…


Bütün bu fotoğrafların içinde onu sarsan ilk şey, hüzünle baktığı, bir sebeple hoş görmediği, yalnız şu küçük solmuş olanıydı-gülümsüyor muydu: çıplak şirin yumurcak, bacaklar havada, iki ön dişi görünen, bir kilimin üzerine uzanmış ve gülümsüyor…


Arkası yazılıydı:”Nik bir yaşında.”


“Nik bir yaşında,” dedi Nikolay Petroviç yüksek sesle.


Pencereden alacakaranlığın köyün üzerine çöktüğü görülüyordu.


Ortalık tamamen kararmıştı.


Köpek ulumaya başladı.


Duvarın öbür tarafında kızı kaset çalarının düğmesini açtı: “Haa-yat yee-ni-den yaa-şan-maa-ya-caaaak…”


“Yeni Rus Yazını -Booker Ödülleri”

GLAS Yayınevi, Moskova-Rusya

1994 baskısından

Anatoli Gavrilov (1947), dış dünyayla ve edebiyat çevreleriyle çok fazla ilişkili olmadan, postanesinde çalıştığı, Vladimir’de, küçük bir Rus kasabasında yaşıyor. Geleneksel Rus edebiyatının çekim alanında “küçük adam”ın öykülerini yazıyor.

Pek çok Avrupa diline çevrilen Gavrilov’un öyküleri Rusya’daki taşra yaşamını anlatmaktadır.



Kaynak: Dünyanın Öyküsü Dergisi, Nisan-Mayıs 2012

4 Haziran 2009 Perşembe

Moskova Metrosu

Josef Stalin tarafından 1931'de inşaası başlatılan Moskova Metrosu, günümüzde büyüklük bakımından New York, Paris veya Londra metroları ile karşılaştırılsa da iç mimari ve dekorasyon bakımından dünyanın en güzel metrosu olduğu herkes tarafından kabul edilmektedir.

Moskova Metrosu, haklı olarak bir mimari eser sayılmaktadır. Metroyu Moskova’nın en iyi mimarları şekillendirmiştir. “Kızıl Kapı”, “Sokolniki” ve “Mayakovskaya” istasyonları, Brüksel ve Paris’te yapılan uluslararası sergilerde Grand Prix’ye (Büyük Ödül) layık görülmüştür. İlk istasyonların yapımına, devrim öncesi Rusyası’ndaki Çar Sarayları’nın inşasında harcanan miktardan daha fazla mermer harcanmış. Büyük Vatan Savaşı zamanında metro, sığınak olarak kullanılmış.

Halkın kullanımına açık hatlardan başka, güya hükümet binalarını şehrin kenarında bulunan mistik bir yeraltı şehriyle birleştiren esrarengiz bir metro (II. Metro) daha varmış.

Peki dünyanın en çok yolcu taşıyan metroları hangileri? Uluslararası Metrolar Birliği’nin açıkladığı verilere göre, kilometre başına 8,5 milyon yolcuyla Moskova Metrosu bu sıralamada ikinci sırada. Dünyanın en yoğun metrosu kilometre başına 10 milyon yolcu ile São Paulo (Brezilya) Metrosu. Moskova Metrosu’nu 7 milyon yolcuyla Şangay Metrosu izliyor.

Bugün 12 hattan oluşan, 301,5 km. uzunluğundaki Moskova Metrosu’nda 187 istasyon bulunuyor. Moskova Metrosu devlet tarafından işletilmektedir. Metroda 35 binden fazla personel istihdam ediliyor. Moskova Belediyesi metroyu genişletme çalışmalarına tüm hızıyla devam ediyor. En son eylül ayının başında Arbatsko-Pokrovskaya hattında “Slavyanskiy Bulvar” istasyonu hizmete girdi. Önümüzdeki yıl Lyublinsko-Dmitrovskaya hattında “Dostoyevski” ve “Marina roşa” açılacak. “Myakininskya", “Volokolamskaya”, “Mitino”, “Borisova”, “Şipilovskaya”, “Zyablikova” ve “Novokosino” durakları da üç yıl içinde faaliyete başlayacak.

Moskova Metro'sunda her hattın kendine ait ismi ve rengi bulunmaktadır. Hatlar genellikle Moskova'nın dışından merkezine doğru yönlenmiştir. Sadece çember isimli -ring- hattı (20km) tüm diğer hatları keserek transfer hattı gibi kullanılmasını sağlamıştır. Ayrıca hattın ismi ve istasyonların isimleri yolculuk sırasında anons edilmektedir. Anonsu yapan kişi erkek ise bindiğiniz trenin yönü Moskova'nın merkezine doğru gidiyor, kadın ise merkezden dışarı doğru gidiyor anlamı taşımaktadır. Ring hattı için erkek anons sesi saat yönünde, kadın anons sesi saatin ters yönünde yol aldığınızı göstermektedir.

Sarhoşundan ayyaşına, silahlısından bıçaklısına, hayat kadınından öğrencilerine kadar pek çok değişik milyonlarca yolcu taşıyan bu metrolar, görenleri hayretler içerisinde bırakan sahneler yaşanıyor.
Metro içerisinde soyunup çırılçıplak dolaşan yolcunun bile fazla dikkat çekmediği seyahatlerde, lezbiyen çiftlerden dayak yiyen askerlere kadar ne ararsan bulunuyor.

Rusya Hakkında İlk Bilgiler ve Bazı Rakamlar

Rusya’nın nüfusu yaklaşık 141 milyon. Nüfusun 2050'de 121 milyona düşmesi bekleniyor. Yani en önemli sorunlardan biri nüfus.

Bir yandan ekonomi yılda yüzde 8-9 büyüyor, ancak diğer yandan nüfus azalıyor. Muazzam işgücü açığı var. Gerçi hükümet ikinci çocuğu yapan aileye 10 bin dolardan fazla teşvik primi veriyor, doğumlar artıyor, ama hala ölüm hızı daha fazla.

İşgücü açığını kapatmanın pratikte tek yolu göçmenler. Ama Rusya, yabancı göçmenlerin yaratacağı sosyal sorunlar yüzünden frene basıyor.

İlk hedef BDT ülkelerindeki Rusları ülkeye çekmek. 1998'de yüzde 13 olan işsiz sayısı şu an yüzde 6'nın altında. Ülkede 7-10 milyon arasında yasadışı işçi çalışıyor. Bunların çoğu Tacikistan, Özbekistan gibi BDT ülkelerinden.


Ekonomi büyüyüp nüfus azalınca, kalifiye elemanlar kıymete biniyor. Maaşlar uçuyor. Verimlilik aynı hızla artmıyor. Şirketler bu yoklukta personel seçemiyor, aksine çalışanlar son derece kaprisli şekilde kendine uygun işi, şirketi seçiyor.

Rusya Hakkında Kahve Kültürünün Dışında Ne Biliyoruz?














Bu bizden mi kaynaklanıyor, yoksa dayatılan bu olduğu için mi böyle oldu, bilemiyorum, ancak hayata magazin penceresinden bakmak artık bir alışkanlığımız oldu.

Putin'in adının karıştığı yalan-dolan haberler ya da çarpıcı fotoğraflar olmasa Rusya'nın medyada pek yer bulduğu yok.

Bir de tabii son Gürcistan olayı ve yaşadığımız ticari krizler nedeniyle Rusya çokça gündemimizi meşgul ediyor.

Ticaret hacmimizin 25 milyar doları aştığı kuzey komşumuzda ne olup bittiği, dünyanın geri kalanı gibi, milletin umurunda değil aslında. Hepimiz her konuda uzmanız. Ancak kahve kültürü seviyesinde...Konu açılınca herkesin heybesinde söyleyecek birkaç laf var:

“Adamların petrolü, gazı var, satıp köşeyi dönüyor.”

“İnşaatlarını zaten biz yapıyoruz, tekstili biz veriyoruz, tatile de bize geliyorlar.”

“Putin de süper bi şahsiyet. Memleketin havası biraz soğuk, ama kızları güzel. Valla Rusya'nın geleceği parlak.”

Ve daha birkaç laf… O kadar.