Moskova

Moskova

29 Mayıs 2021 Cumartesi

‘Sen Ben Lenin' afişleri


Kaynak: https://medyagunlugu.com/

 

Yönetmen Tufan Taştan’ın, senaryosunu Barış Bıçakçı ile birlikte yazdığı ilk uzun metraj filmi ‘Sen Ben Lenin’in özel afiş çalışmaları yayınlandı. Sovyetler Birliği’nden denize atılan ve Düzce’de kıyıya vuran bir Lenin heykelinin gerçek hikayesinden yola çıkan filmin Türkiye prömiyeri, önümüzdeki günlerde 40. İstanbul Film Festivali’nde yapılacak. 

Taştan’ın ilk uzun metraj filmi olan ‘Sen Ben Lenin’, dünya prömiyerini geçen ay köklü film festivallerinden 43. Moskova Film Festivali’nde yapmış, büyük beğeni toplamış ve Rus basınından övgüler almıştı. 

Politik konusu ve güçlü oyuncu kadrosuyla şimdiden merakla beklenen filme özel yapılan farklı iki afiş çalışması sinemaseverlerin beğenisine sunuldu. Grafik tasarımcı Uğur Erbaş’ın hazırladığı afişte kasaba ve Lenin birlikteliği filmden metaforlarla anlatılırken, illüstratör Sezen Özyıldız tarafından hazırlanan bir diğer afişte ise kasabalıların ilişki ağı kara tahtada bir Lenin silueti olarak ortaya çıkıyor. 

Karadeniz’in hırçın dalgalarının getirdiği Lenin heykelinin kasaba meydanına dikilmesinin ardından, Başbakan’ın katılacağı açılış töreni öncesi heykel çalınmıştır. Heykeli bulmak için Ankara’dan özel olarak görevlendirilen polislerin kasabalılara yönelttiği ‘Neredesin Lenin?’ sorusu üstüne gelişen olayların konu alındığı ‘Sen Ben Lenin’in başrollerinde Barış Falay ve Saygın Soysal yer alıyor. 

Taştan ve Bıçakçı’nın kaleme aldıkları polisiye ve kara mizah türündeki filmin oyuncu kadrosunda Falay ve Soysal’la beraber Melis Birkan, Serdar Orçin, Nur Sürer, Salih Kalyon, Hasibe Eren, Özgür Çevik, Şerif Erol, Binnur Kaya, Mustafa Kırantepe, Serkan Keskin, Nazlı Bulum, Murat Kılıç, Sarp Aydınoğlu, Barış Yıldız, Sarp Akkaya, Necip Memili, Bige Önal ve Utku Çakar gibi birçok önemli isim rol alıyor. 

Yapımcılığını İstanbul Digital (ID) Film ve Yapım-eki’nin birlikte üstlendiği, müzikleri Barış Diri’ye ait olan filmin şarkısı Edip Cansever’in ‘Mendilimde Kan Sesleri’ adlı şiirinden bestelendi ve Seyyal Taner tarafından seslendirildi.

(Medyatava)

Rusya liderlerinin unutulmaz restleri


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in ABD'li yetkililere yönelik "Sibirya'yı koparmaya kalkanın dişlerini dökeriz" sözleri, tarih boyunca Rus liderlerin çeşitli vesilelerle dile getirdiği tehdit ve gözdağı sözlerini yeniden hatırlattı. Komsomolskaya Pravda gazetesi Korkunç İvan'dan Kruşçev'e, Rus liderlerin yabancı devletlere ya da kendi insanlarına karşı dozajı yükselttiği anları sıraladı. 

Çar Korkunç İvan'dan İsveç Kralı III. Johan'a: "Canın havlamak istiyorsa kendin gibi bir serseri bul. Havladığın sürece benden cevap bekleme".

Çar Petro'dan çarlık memurlarına: "Hazineden para çalan boynuna ip beğensin".

Çariçe Yekaterina: "Bizim iznimiz olmadan Avrupa'da tek top patlamaz!"

Çar III. Aleksandr: "Bizim sadece iki müttefiğimiz var: Ordumuz ve donanmamız."

Çar I. Nikolay: "Rus bayrağı dikildiği yerden bir daha inmez."

Stalin: "Her hatanın bir adı ve bir de soyadı vardır."

Kruşçev'den ABD'ye: "Hoşunuza gitsin, ya da gitmesin, tarih bizden yana. Sizi gömeceğiz."

Ve yine Kruşçev'den ABD'ye: "Kuzka'nın anasını göreceksiniz! (Türkçedeki "ebenin örekesi"ne benzer bir ifade.)

Brejnev'den Demir Leydi'ye: "Thatcher Churchill'in pantolonunu giymeye çalışıyor."

Medvedev'den kendisini kızdıran üst düzey bürokratlara: "Benim söylediklerime 'cevap' denmez, 'emir' denir. 'Cevap' sizin söylediklerinizdir, benim söylediklerimi siz oturur granite kazırsınız."

Ve Vladimir Putin'den unutulmaz sözler:

"Rusya'nın sınırları hiçbir yerde bitmez."

Baltık ülkelerine: "Siz bizden ancak ölmüş eşeğin kulağını alırsınız!"

"Leningrad sokaklarında öğrendiğim bir kural var: Kavga kaçınılmaz ise ilk vuran sen ol."

"Ayı kimseden izin almaz."

Ukrayna milliyetçilerine hitaben: "Kırım hep Rustu ve Rus olacak! Ve Ukraynalı ve Kırım Tatarı olacak. Ama asla Banderacı olmayacak."

23 Mayıs 2021 Pazar

Kruşçev'in yaşadığı ev şimdi kaç para?


Kaynak: https://turkrus.com/

 

 

Moskova'da satışa sunulan en pahalı daire Preçistenka Sokağı'ndaki bir konakta bulunan çatı katı. RBC gazetesi, devrimden önceki yıllarda inşa edilen yapıdaki dairenin satış fiyatının 1,1 milyar ruble, yani 15 milyon dolar olduğunu yazıyor.

Gazetenin aktardığına göre, devrimden önceki dönemlerde yapılan ve çoğu artık mimari anıt statüsünde olan satıştaki daire sayısı 800 civarında ve bu dairelerin tamamı Sadovoyoe Koltso'nun içinde kalıyor.

Örneğin ünlü edebiyatçılar Aleksey Tolstoy'un ve Maksimilyan Voloşin'in bir dönem ikamet ettikleri Malaya Molçanovka sokağında "Aslanlı Ev" olarak bilinen binada 114 m2'lik bir dairenin satış fiyatı 220 milyon ruble (3 milyon dolar).

Romanov Ara Sokağı'ndaki Şeremetyev Binası da Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri Nikita Kruşçev ve Mareşal Georgi Jukov gibi isimlere ev sahipliği yapmış. Şu anda binada 163 metrekarelik bir daire 140 milyon rubleye satılıyor (2 milyon dolar).

22 Mayıs 2021 Cumartesi

Açıl turizm sezonu, açıl!

 

M. Hakkı Yazıcı

mhyazici@yandex.ru

 

İgor’a oğlu anlatmış; derste öğretmen öğrencilere “en sevdiğiniz Rus şehri hangisi?” diye sormuş.

Öğretmen haliyle Moskova, Petersburg ya da başka şehir diye bir cevap bekliyormuş.

Maksim’in arkadaşlarından biri ısrarla parmak kaldırıp ayağa kalkmış “Antalya” demiş.

Öğretmen gülümsemiş.

Parmak kaldıran bir başka öğrenciye sormuş, o da “Antalya” diye cevap vermiş.

Öğretmen, “Ama çocuklar,  Antalya Rusya’da değil ki, Türkiye’de,” demiş.

Çocuklar şaşırıp, biraz da hayal kırıklığı içinde bakmışlar öğretmene.

Bunu çocukların bilgisizliklerine vermek doğru değil. O kadar birbirine karıştı ki hayatlarımız, o kadar sarıp sarmalandık ki; oraymış, buraymış önemli olmaz hale geldi.

***

Ruslar, Türkiye’de tatil yapmayı özledi. Türkiye’de Rusları özledi.

Bildiğiniz nedenlerle geçen yıl alıştığımız gibi geçmedi.

Peki, ya bu sene!?

Bu sene ne yaşayacağız?

Malum başlangıç iyi olmadı. Rusya, Pandemi gerekçesiyle 15 Nisan-1 Haziran 2021 tarihleri arasında Türkiye ile olan uçuşları askıya aldı.

Haziran başında yeni bir karar açıklanacak.Herkes merakla Rusya'nın bu kısıtlamayı kaldırıp kaldırmayacağını bekliyor.

Umarız Türkiye’nin aldığı tedbirlerin sonucunda her şey normal seyrine girer. Ve umarımız pandemi bahane edilerek politik sorunlara turizm sezonu heba edilmez.

***

Çok sıkıldık değil mi bu pandemiden?

Hani İgor’un oğlu Maksim rüyasında bir kırkayakla arkadaş olduğunu görmüştü ya, bu defa da rüyasında bir arı ile arkadaş olmuş.

Arı, şöyle demiş güya:

“Sosyal mesafeden dolayı kovanlara toplu girilemiyor, bu sene bal mal beklemeyin bizden, yok; idare edin artık, reçel yiyin.”

Komik çocuk bu kerata!

Pandemi, nah şuramıza kadar geldi. Sabrımız taştı; bıktık, usandık. Kovid virüsü düş artık yakamızdan.

***

Herkes merakla izliyor.

1 Haziran'dan itibaren Rusya ile charter uçuşlarının yeniden başlatılması umuduyla hazırlıklar ve yoğun temaslar sürdürülüyor.

İçinde bulunduğumuz günlerde Türkiye ile Rusya arasında heyetlerin biri gelip, biri gidiyor; görüşüyorlar.

Ancak henüz hiçbir şey tam olarak belli değil. Çeşitli, ancak resmi olmayan haberler havada uçuşuyor

Rusya Tur Operatörleri Birliği (ATOR) Başkanı Maya Lomidze, Mayıs sonunda iki ülke arasındaki uçuşların ne zaman başlatılacağı konusunda bir karar alınabileceğini ifade etmiş.

Üst düzey bir başka yetkili, hava trafiğinin açılışı için en erken tarihin şu an için 15 Haziran olduğunu söylemiş.

Kararın çabuk alınması ve olumlu yönde olması Türkiye tarafı için önemli, zira son iki senedir salgının etkisiyle turizm rakamlarında ciddi bir düşüş yaşanıyor.

Geçen senenin rakamlarını malum nedenle gösterge olarak kabul etmemek lazım. Turizmin normal seyrinde olduğu 2019 yılında Türkiye’ye gelen yabancı sayısı 51,7 milyon kişiymiş. Turizm geliriyse 29,8 milyar dolar. 

O yıl ülkemizi en fazla ziyaret eden yabancılar arasında ise 7 milyon kişi ile Ruslar birinci sırada. Yaklaşık olarak her bir Rus turistin ortalama 600-700 dolar civarında harcama yaptığı sanılıyor.

Yani konuştuğumuz para yaklaşık 4,5 milyar ABD Doları. 

Az değil.

Seyahat kısıtlamalarından oldukça etkilenen turizm sektörü umudunu koruyor.

Başta ülkemizin pandemi illetini kontrol altına almasını istiyoruz. Zira her şeyin başı sağlık. Ve sonra Haziran’dan itibaren iyi bir turizm sezonu yaşanmasını bekliyoruz.

Bahsettiğimiz gibi heyetlerin temasları devam ediyor. Ankara'da hükümete yakın kaynaklardan medyaya yansıyan haberler, masadaki önlem planlarının ayrıntılarını yansıtıyor. Daha önce Rusya ile domates ihraç krizinde yaşandığı gibi, turizmde de "alınan önlemlerin yerinde görülmesi için" Rusya'dan resmi heyet davet edilmesi, önerilen önlemler arasında. Sürecin benzerliği nedeniyle buna “Domates Formülü” diyorlar.

Beklemekten ve bu temasların etkili olacağını ummaktan başka çaremiz yok. Tersini düşünmek bile istemiyoruz.

Ya ters bir karar çıkarsa!?..

Ne yazık ki Rusya siyasi ilişkilerin kötüleştiği dönemlerde bazen turizm kartını masaya koyuyor. Bunun bir örneği 2016 yılında “Uçak Krizi” sonrasında yaşanmıştı. O yıl Türkiye’ye son derece az sayıda Rus turist gelebilmişti.

Yeniden yaşanmasa keşke…

“Domates Formülü” falan derken aklımıza bir fıkra geldi.

İki domates, tarlanın kendi taraflarındaki kısmından bir karayolunun kestiği karşı tarafa geçip orada yetişen akrabalarını ziyaret etmeye karar vermişler. Tarlayı kesen yol öyle çok işlek bir yol falan değilmiş, ama aksilik bu ya, tam onlar yolun ortasına kadar gelmişlerken hızla gelen bir otomobil bizim zavallı domatesleri ezip, asfalta yapıştırmış. Neden sonra domateslerden biri kendine gelip, doğrulmuş, yanında perişan halde yatan diğer domatese: “Kalk hadi salça, gidelim,” demiş.

Öfff ki, ne öfff!

Artık yeter!

Yaşadığımız eski güzel yılların kıymetini bilmeyip o zamanlar da şikayetlenmişsek affola.

Şimdi aklımıza kötü şeyler getirmeden, umutla her şeyin normale döneceği günleri hasretle bekliyoruz.

Açıl turizm sezonu, açıl!

15 Mayıs 2021 Cumartesi

İnsana Ne Kadar Toprak Lazım


Gözüne bir kitap ilişti raflarda. Uzanıp aldı.

Tolstoy'un 1886'da yazdığı “İnsan ne ile yaşar?” adlı bir kitaptı.

Tanıtım yazısını okudu. Sonra sehpanın üzerine bıraktı.

“Çok hoş bir kitaptır bu. Bu kitaptaki üç hikayeden birinde ‘İnsana ne kadar toprak lazım?’ başlıklı hikayede konuştuğumuz konu çok güzel anlatılıyor. Açgözlülüğün insanın başına ne felaketler getirebileceğini anlatan ibretlik bir hikayedir. Tolstoy, gözünü toprak hırsı bürüyen bir insanın, hırsı sonucu iki metrelik bir çukurla biten hazin öyküsünü anlatıyor. Lise çağındaki her insan evladının okuması gerektiğini düşünüyorum.”

“O çağlarda okunursa daha sonraki yaşamında insanlar hata yapmaz mı diyorsun yani?”

Gülümsedi.

“Hikayenin kahramanı köylü Pahom, ‘Bizim tek sıkıntımız, yeterli toprağımızın olmayışıdır. Eğer istediğim kadar toprağım olsaydı, şeytandan bile korkmazdım,’ diyor.”

“Çok toprağı olsa hayatının bütün dertleri sona erecekmiş yani.”



“Bir gün bir yabancı gelmiş uzaklardan. Volga'nın öbür tarafından geldiğini ve orada çalıştığını söylemiş. Laf lafı açmış ve adam birçok insanın oraya göçüp yerleştiğini anlatmaya başlamış. Kendi köyünden olan insanların da oraya göçtüklerini, kütüklerini oraya yazdırıp yirmi beşer dönüm toprak aldıklarını söylemiş. Toprak o kadar verimliymiş ki, ekilen çavdarlar bir at boyu yükseliyormuş. Hatta o kadar kalınlaşıyormuş ki, beş tanesi bir deste yapıyormuş!

''güneş batana kadar çevirebildiğin toprak senindir.'' cümlesi bilgece söylenmiş bir söz, Başkurtların cömertliği ve vericiliği de aynı şekilde. sahiplenmek için çabaladıklarımızın belli bir süre sonra bize sahip olduğunu anlatan çok güzel bir hikaye.

Başkurtların reisi, Pahom'a, gözünün gördüğü her yeri bir şartla alabileceğini söyler.  Şartı şudur:  Pahom bir noktadan almak istediği toprağı küçük çukurlar kazarak işaretleyecektir ancak, akşama kadar istediği genişlikte araziyi kazarak başladığı noktaya gelmek zorundadır.  Yarış sabah güneşin doğuşuyla başlar ve batışıyla da biter.  

Pahom güneşin doğuşuyla hoşuna giden merayı büyük bir hızla işaretlemeye başlar.   Yolun yarısı geçmiştir ki güzel bir mera daha görür.  “Burayı da arazimin içine katarsam iyi olur, verimli bir alan” der.  Sağa doğru koşu alanını daha da fazla genişletir.  Güneşin batmasına az kalmıştır.  Ayakları yara içindedir, çok yorulmuştur ama ne olursa olsun başladığı yere güneş batmadan yetişmelidir.  Hırs gözünü bürümüştür.  Hızını arttırır, var gücüyle koşar. Alkışlar içinde güneş batmadan başladığı yere yetişir.  O yorgunlukla yığılır kalır.  Uşağı seslenir ama cevap alamaz. Ağzından kan gelmiş ve ölmüştür efendi Pahom. Yarışın başladığı ve bittiği noktaya, hemen olduğu yere gömülür uşağının ağzından ibret verici o son sözü söyler bize Tolstoy: “Onun İhtiyaç Duyduğu Üç Arşın Kadar Bir Topraktı…''

“Dik gömülecekse bir metrekare çok bile çok. Öyle değil mi?”

“Öykünün özeti bu…”

“Evet, maalesef böyleyiz. Hayatımıza daha fazlasını katmak için çabalarken hayatımızdan ömür dakikalarımız azalıyor… Koşuşturmalar içinde hayattan keyif alamıyoruz. Bir durup, düşünmeli…”

"Türklerle evli Rus kadınlar" yorumu



Kaynak: https://turkrus.com/

  

Popülist çıkışlarıyla bilinen Liberal Demokrat Parti'nin lideri Vladimir Jirinovski, karma evlilikler sayesinde Rusya'nın Türkiye üstündeki etkisini arttırabileceğini ileri sürdü. On binlerce Rus kadının "Rusya'nın Küçük Asya'daki gizli silahı" olabileceği görüşünü dile getiren Jirinovski, Rus kadınlarının Türk erkeklere boyun eğmediğini ve aile içinde kendi düzenlerini kurduğunu söyledi. 

Jirinovski, "Onlar (Rus eşler) artık Türkleri eziyor, tıpkı burada bizde olduğu gibi orada da (aileye) hükmediyor. Yani Türkler onlara kendi doğu tarzı yaşamını dayatamıyor, onlar (Rus kadınları) hükmediyor" dedi.  

Türkiye'de karma evlilikler sayesinde 120 binden fazla Rusya vatandaşının yaşadığını hatırlatan Jirinovski, Rusça dilinin Türkiye'de Baltık Ülkeleri'nden bile daha fazla rağbet görebileceğini iddia etti.

Jirinovski Türklerle evli Rus kadınlarının yerel yönetimlerde de görev aldığını belirterek, Kremlin'in bu konuya daha yakından eğilmesi ve onlara dil, kültür eğitimi konusunda daha fazla destek vermesi gerektiğini söyledi.



Rusya'da kaç Türk vatandaşı var?


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Başkent Moskova’da şu an 789 bin yabancı ülke vatandaşının yaşadığı, bir yıl önce ise bu rakamın 1 milyonu geçtiği bildirildi.

Rusya İçişleri Bakanlığı Göç Dairesi Başkanı Dmitri Sergiyenko çoğuluğu Kırgızistan, Özbekistan ve Tacikistan vatandaşlarının oluşturduğunu söyledi.

RIA'nın aktardığına göre Sergiyenko, Moskova'da Güvenlik, Göç Politikası ve Etnik İlişkiler Komisyonu toplantısında yaptığı açıklamada, "Moskova'daki yabancı ülke vatandaşlarının sayısı bir yıl öncesine kıyasla yüzde 21 oranında azalarak 789 bine düştü. Geçen yılın aynı döneminde bir milyondan fazla yabancı yaşıyordu” dedi.

Bu kişilerin yüzde 93’ünün, vize gerektirmeyen BDT ülkelerinden gelenler olduğu bildirildi.

Buna göre yabancıların  yüzde 30’u Kırgızistan, yüzde 27’si Özbekistan ve yüze 20’si Tacikistan’dan gelenler.

Rusya'ya vize ile gelen yabancılar arasında ise Türk vatandaşları ilk üçte.

Rakamlar açıklanmamakla birlikte, bu kişilerin yüzde 13’ünün Çin, yaklaşık yüzde 10’arlık bölümünün ise Türkiye ve Vietnam’dan gelenler olduğu bildirildi.

Bu durumda Rusya Federasyonu’a geçen yıl vize ile giriş yapan Türk vatandaşlarının sayısı “70 bine yakın” olarak hesaplanıyor. Haberde tam bir netlik olmasa da, bunun hem Rusya’da daimi olarak çalışarak yaşayanları, hem de turistik vizeyle geçici ziyarette bulunanları kapsayan bir rakam olduğu tahmin ediliyor. Daha önce medyaya yansıyan bilgilerde Rusya’da yaşayan Türk vatandaşlarının sayısı “40 bin civarında” olarak tahmin edilmişti.

2. Dünya Savaşı gerçekleri


Fuad Safarov

Kaynak: https://medyagunlugu.com/

 

Türkiye için 30 Ağustos neyse, 9 Mayıs da Rusya için aynı anlamı taşıyor... 2. Dünya Savaşı’nda Sovyetler Birliği’nin Almanya’ya karşı kazandığı zaferin yıl dönümü olan 9 Mayıs Rusya’da her yıl gerçek bir bayram havasında coşkuyla kutlanıyor. Pandemi kısıtlamaları geçerli olsa da bu yıl da farklı değil.

Özellikle yıl dönümlerinde Türkiye’nin savaş sürecinde oynadığı rolle ilgili olarak Rus medyasında zaman zaman haber ve değerlendirmeler çıkıyor. Kimi yorumlarda Türkiye’nin Kafkasya üzerinden Sovyetler’e saldırmayı düşündüğü iddia ediliyor, kimi yorumlarda ise tam tersine Moskova’ya yardım etmeye çalıştığı... 

Örneğin Rusya Askeri Diplomatlar Analiz Merkezi Başkanı tarihçi Vladimir Vinokurov'a göre, savaşın başlamasından önceki süreçte Türk diplomatlar edindikleri bilgileri Sovyet meslektaşlarıyla paylaşmış. Arşiv belgelerine atıfta bulunan Rus tarihçi, Türk diplomatların Almanya'nın Sovyetler Birliği’ne saldıracağı konusunda Moskova’yı defalarca uyardığına dikkat çekiyor.

Vinokurov, 1940 yılında Almanya, İtalya ve Japonya arasında Üçlü Pakt imzalanmasının ardından Türkiye’nin Tokyo Büyükelçisi Ferit Tek’in Sovyet Elçisi K. Smetanin’i ziyaret ettiğini anlatıyor. Tek’in ziyaretin amacı Adolf Hitler yönetimindeki Almanya’nın Sovyetler’e saldıracağı konusunda uyarıda bulunmaktı. 

Türk Elçi saldırı amacıyla Almanya’nın SSCB’yi güneydoğu tarafından kuşatmak için Romanya ve Macaristan’da bazı askeri faaliyetlerde bulunduğuna dikkat çekti. Sovyet Elçi Smetanin'in, Almanya ve SSCB arasında saldırmazlık anlaşması bulunduğunu hatırlatması üzerine Büyükelçi Tek gülümseyerek, “Ama sadece görünüşte öyle, bu kağıt üstünde bir anlaşma...” dedi. 

1940 yılında Tokyo'daki Türkiye Büyükelçiliği'nde düzenlenen 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı resepsiyonunda Tek, Sovyet mevkidaşı Smetanin’i bir kez daha, “Almanya Avrupa zaferinin ardından mutlaka size doğru harekete geçecek” sözleriyle uyarma gereği hissetti. Rus tarihçiye göre, Türk diplomat yaptığı görüşmelerde saldırmazlık anlaşmasının Moskova’nın aleyhine olduğuna sık sık vurgu yaptı.

Vinokurov, "Temmuz 1940’ta Türkiye'nin Macaristan Büyükelçisi Ruşen Eşref Ünaydın da Sovyet Elçisi Şaronov’a Alman birliklerinin Macaristan üzerinden Romanya’ya hareket ettiğine dikkat çekti" dedi. 

Benzer şekilde 4 Ocak 1941’te Türkiye'nin Berlin Büyükelçiliği Maslahatgüzarı Alkent, Sovyet Büyükelçisi V. Dekanozov’a Almanya’nın Sovyetler’e saldıracağı konusunda uyarıda bulundu. 13 Ocak’ta Türk diplomat Sovyet mevkidaşıyla yaptığı bir diğer görüşmede Romanya-SSCB sınırında çok sayıda Nazi askerinin bulunduğunu söyledi. 

Türkiye'nin savaşta nasıl önemli rol oynadığı konusunda Rusya Dışişleri Bakanlığı'na bağlı Moskova Uluslararası İlişkiler Enstitüsü (MGİMO) öğretim görevlisi, emekli diplomat Prof. Dr. Yuri Dubinin ilginç tarihi olaylarla örnekler veriyor. Türkiye'nin 2. Dünya Savaşı'nın kaderini değiştirdiğini düşünen Dubinin, şu ilginç diyaloğu aktarıyor: 

“Sovyet lideri Josef Stalin 1942 sonbaharında SSCB’nin Ankara Büyükelçisi Sergey Vinogradov'u acilen Moskova'ya çağırdı. Stalin'in üç kere "Söyler misin, Türkiye bize karşı savaş açacak mı açmayacak mı" diye ısrarla sorması üzerine Vinogradov, "Hayır yoldaş Stalin..." diye yanıt verdi. 

Güneyden bir saldırı gelmeyeceğine sonunda ikna olan Stalin Türk sınırındaki Kızıl Ordu birliklerini Stalingrad cephesine kaydırdı. Bu birliklerin Sovyetler'in savaşı kazanmasında önemli rol oynadığı biliniyor, Stalingrad çatışması da savaşın dönüm noktası sayılıyor. 

Vinogradov'dan bu konuşmayı bizzat dinlediğini belirten Dubinin, "Kendisine bu bilgiyi Türk kaynaklardan alıp almadığını sordum. Bana,’ Hayır. Türk yetkililer benimle konuşmalarında çok samimi ve yakın davranıyordu. Hatta Türk Dışişleri Bakanı ile bazen satranç bile oynuyorduk. Ama tabii ki, devlet sırlarını benimle paylaşmıyorlardı. Gizli bilgilere de sahip değildim. Ama Stalin'e verdiğim yanıttan emindim. Temasta bulunduğum Türk yetkililerin konuşmalarından, davranışlarından çıkardığım sonuç buydu" dedi. 

Bu uyarılar dışında Türkiye'nin savaş yıllarında Nazilerle mücadele eden Karadeniz kıyısındaki Tuapse kentine stratejik bazı ürünlerin sevkiyatı yaptığı da ortaya çıktı.  

Rus kaynaklara göre, 'Aleksandr Ulyanov', 'Pestel' ve 'Anatoliy Serov' gibi Sovyet gemileri Kasım 1942'den itibaren Trabzon limanından defalarca sevkiyat yaptı.. 

Benzer bilgiler Sovyet tarihçi Boris Vayner'in 'Büyük Yurt Savaşı'nda Sovyet Deniz Ulaşımı' (1989 yılı) adlı kitabında da yer alıyor. 

SVR de 30 kez uyarmış

Gizli servis belgelerine göre Stalin'i sadece Türkiye değil Sovyet istihbarat örgütü SVR de uyarmış, hem de en az 30 kere.

1938-41 yıllarına ait örgüt gizli bilgilerini kitaplaştıran emekli SVR Generali Lev Sotskov, o dönem Berlin’de faaliyet gösteren Sovyet casuslarının çalışmalarını anlattı. Emekli general, “Onlar orada Almanları ajan yaparak, elçilik, bakanlık ve ordu üzerinden gizli bilgiler alıyordu. Bizim iki iyi kaynağımız vardı: Biri Nazi Almanyasında İçişleri Bakanı Himmler’in, diğeri ise Göring’in (Hava Kuvvetleri Komutanı) idaresinde çalışıyordu” dedi. 

Gizli bilgilerin “Yoldaş Stalin, Molotov ve Beriya’ya” başlıklı belgeleri yorumlayan general Sotskov, “O dönem Sovyet yönetiminin gelişmelerle ilgili nasıl bilgilendirildiğini ortaya koymaya çalıştık. Belgelere göre Hitler’in SSCB’ye saldıracağıyla ilgili Moskova’ya en az 30 kez istihbarat bilgisi aktarılmış. Stalin ise dünya kamuoyu gözünde saldırgan durumuna düşmekten korkuyordu. Evet Stalin korkuyordu. Bunu başka türlü izah etmek mümkün değil. Buna yayınlanan bazı belgeler tanıklık ediyor. Belgeleri incelerken şu sonuca vardım: Stalin’e başka nasıl rapor edilmesi gerekiyordu ki her şey anlaşılsın. Saldırı hazırlığıyla ilgili her yerden bilgiler geliyordu” eleştirisinde bulundu. 

SVR’in yayınladığı belgeler arasında dönemin İngiltere Moskova Büyükelçisi Richard Stafford Cripps’in Londra’ya gönderdiği rapor da yer alıyor. 

Ayrıca Alman asıllı efsanevi Sovyet ajanı Richard Sorge de, Nazilerin saldırısını ne zaman başlayacağı ile ilgili doğru bilgileri Japonlardan sızdırmış fakat Stalin bu bilgilere güvenmemiş. 

Rusya'da tembellik istisnaymış!



Kaynak: https://turkrus.com/

 

 

Rusya'da devlete bağlı kamuoyu yoklama kuruluşu VTsİOM tembellik konulu bir anket gerçekleştirdi. Rus halkıyla iligli önyargıların aksine, Komsomolskaya Pravda gazetesi, ankete katılanların yüzde 73'ünün kendini "çalışkan" olarak tanımladığını yazıyor. "İşimi yarına bırakmam, tam zamanında yaparım," diyenlerin oranı ise yüzde 66 olarak belirlendi. 

Gazetenin anketi yorumlaması için görüşüne başvurduğu Finans Üniversitesi Rektör Yardımcısı Aleksandr Safonov, sonuçların kendisini şaşırtmadığını, zira Rusyalıların Almanlardan bile çok çalıştığını söyledi. Safonov, örneğin sağlık sektöründe her personelin normalin 1,4 katı mesai yaptığına dikkat çekiyor.

Öte yandan VTsİOM'un anketine katılanların yüzde 21'i açıkyüreklilikle kendilerini "tembel" olarak niteledi. Kurum analistleri tembellerin oranının yaş küçüldükçe arttığını belirtiyor.

Rusyalıların yapmaya en çok üşendiği işler şunlar:

Her türden gündelik iş, katılımcıların yüzde 13'ü;

Temizlik, yüzde 10;

Bulaşık, yüzde 6;

Spor, yüzde 4;

Bahçe işleri, yüzde 3;

Ütü, yüzde 2.

DİDEROT ETKİSİ


Fransa’nın 18. Yüzyıl yazarlarından olan aydınlanma filozofu Denis Diderot, büyük bir borç bataklığına düşer. Onun bu perişan hali, Rus Çariçesi Katerina’nın kulağına kadar gider.

Çariçe, bu bataklıktan kurtulması için Diderot’ya nazik bir teklif sunar: Diderot’nun kütüphanesini satın alır ve kendisine tekrar hediye eder. Hediye ettiği kütüphanede çalışması için de Diderot’ya 25 yıllık maaşını peşin öder.

Tabii ki bu peşin ödeme, Diderot için hiç beklenmedik bir anda bir servete sahip olma anlamına gelir. Artık Diderot, bütün borçlarından kurtulmuş ve rahatlamıştır.

Bir gün bir arkadaşı ona kadife bir sabahlık hediye eder. Ve her ne olursa işte bundan sonra olur.

Filozof sabahlığını giyinir. Çalışma masasına kurulur ve iştahla çalışırken birden bire bu muhteşem sabahlığı ile çalışma masasının birbirine uyuşmadığını düşünür.

Kasasındaki yüklü miktar nakdin sarhoşluğuyla derhal, çalışma masasını değiştirmek üzere çıkar ve harika bir çalışma masası alır. Artık sabahlık ve çalışma masası uyumludur.

Fakat bir de ne görsün? Yerdeki eski halı, ne sabahlığına ne de çalışma masasına yakışıyor. Koşar ve kasasındaki paraya da kendisine de layık yakışacak bir halı alır.

Yine de içini kemiren bir şeyler vardır. Çünkü evin koltukları, dolapları, sandalyeleri, duvar resimleri ve duvar halısı, odanın süslemeleri artık birbiriyle uyumsuz ve hafif kalır.

Her şey gözüne batmaya başlamıştır artık… Gel zaman, git zaman Diderot, evin bütün eşyalarını iğneden ipliğe değiştirir.

Diderot’un durumu idrak etmesi fazla zaman almaz. Başladığı noktaya dönüşünün hırslarından kaynaklandığının farkına varır.

Sonuçta, yazarın bu konu üzerine kaleme aldığı meşhur eseri “_*Eski Sabahlığım İçin Pişmanlık”_* adlı eser ortaya çıkar. Yazar, ardında tarihe geçecek özlü bir söz bırakır. _“**Eski sabahlığımın efendisi iken yenisinin kölesi oldum.**”_

Diderot bu yazısında tüketim çılgınlığına kendisini kaptırışını anlatır. 

Onun, tüketim çılgınlığının insanı sürükleyeceği halleri anlatan ve bugünkü anlamına en yakın içeriği ile kavramdan söz eden yazar olması ve sebep-sonuç ilişkisini ortaya koyması bakımından adına atfen “_*Diderot Etkisi*_” denilmiş.

Diderot etkisi iki kısımlı bir olgudur. Alışveriş alışkanlıklarımızla ilgili iki varsayımı temel alır. Bu fikirler:

*Müşteriler tarafından satın alınan eşyalar onların kimliğinin bir parçası olurlar ve birbirlerini tamamlama eğilimindedirler.

*Bu kimlikten sapan yeni bir eşyanın alınışı, yeni bir uyumlu bütün oluşturabilmek için bir tüketim sarmalına girilmesine sebep olabilir.

Diderot Etkisinin tüketici psikolojisi ve tüketim bağımlılığına dair ortaya çıkardıkları oldukça önemlidir.

Bugün hiçbirimiz aldığımız herhangi bir eşyayı beli bir tarz veya konseptin parçası olmadığı sürece kolay kolay giymez veya satın almayız.

İşte buna *Diderot Bütünlüğü* denir. Bu bütünlük her alışverişin birbirini tetiklediğini ifade eden mekanizmayı anlatır.

Diderot Efekti, harcamaların gereksizliğinden ziyade; yeni bir alışverişin beraberinde bozulan bütünsellik algısı nedeniyle gereksiz harcamalar doğurduğu gerçeğini de ifade eder.

Diderot, bu etkiyle bireylerin nasıl bir tüketim uçurumuna sürüklendiğini ifade ederek insanın kendini kontrol ederek yeni bir şeye sahip olmanın anlık ve geçici mutluluğundansa sahip olduklarımızın değerini bilerek daha kalıcı mutluluklara yönelmemizi de salık verir.

Bu etkiye dair değerlendirmelerini dile getirdiği yazısının sonunda şunları söyler:

“Örneğimin size bir ders vermesine izin verin.

 

“ Yoksulluğun özgürlükleri vardır; 

zenginliğin ise engelleri…”

1 Mayıs 2021 Cumartesi

Kırkayakla bir bahar gezisi


 

M. Hakkı Yazıcı

mhyazici@yandex.ru

 

 

Moskova'da bahar hep biraz gecikir. Ama yine de güneşli ılık günler sabırla beklenir.

Bazı yıllar biraz erken, bazı yıllar biraz geç; ama heyecanla güzel, güneşli günlerin geleceğinden emin takvim yaprakları koparılır.

Çocukken evimize alınan Saatli Maarif Takviminin yapraklarını koparıp, dikkatlice okuyan babaannemden alırdım haberleri. Üçüncü cemre toprağa düştü mü, tamam. Bahar geldi demekti. Ama Rusya’da böyle değil durum.

Takvimin bazen hükmü olmuyor.

İgor’a “Bahar bazı şehirlere takvimle, bazılarına çiçeklerle geliyor,” diyorum.  “Mesela, İstanbul'a erguvanlarla, Moskova’ya leylaklarla ...” diye devam ediyorum.

İgor, uzman bir tarihçi edasıyla:“Moskova’nın simge çiçeğidir leylak; 1945’te cepheden zaferle dönen askerler, leylaklarla karşılanmış, o günden beri leylak “zafer çiçeği” olarak da anılagelir,” diye tamamlıyor.

***

Benim hiç şaşmayan bir takvimim vardır. Moskova Belediyesi’nin parklardaki fıskiyeleri, “fantan”ları açmaya karar verdiği gün bana göre baharın başladığı tarihtir. -Ki genellikle Nisan ayının sonundadır.

Güneş, bulutlarla yaka paça kavga etse de artık yüzünü daha çok gösterir; bulutların kenarından olsa da ışıklarını gönderip ısıtır ruhumuzu. Ve umut çiçekleri baş verir dallarda…

Fıskiyelerin Ekim ayında kapatılmasıysa artık sonbaharın fiilen sona ermesi, soğuk havaların gelmesi ve kışın kapıda olması demektir.

Bu, sıcak ve güneşli havalara kavuşma ve veda anlamında bir hafta önce ya da sonra da olsa pek şaşmayan bir durum.

İşte böyle, her yıl neredeyse emir-komuta zinciri içinde bir bahar gelir, bir bahar gider.

***

Gazetedeki haberi okuyunca İgor'la birlikte “Oh be, nihayet!” diye haykırdık.

Moskova’da fıskiye sezonu açılıyordu.

Dediğim gibi, Moskova'lılar için bunun anlamı büyük, zira fıskiyelerin açılması bir bakıma baharın fiilen de gelmesi demek.

Yaklaşık 500 fıskiye tüm Moskova’nın farklı köşelerinde aynı anda hizmete açılacaktı. Fıskiyeler Moskovalılara ve misafirlerine ekim ayına kadar sıcak günlerde serinleme olanağı sunacaktı.

Bahar ayları kıştan yorgun düşmüş Ruslar için zaten kısa olan yaz mevsimini güzel değerlendirmek için hayallerin kurulduğu bir zamandır aynı zamanda.

Yaz aylarında yemyeşil olan parklara gidilecek, daçada çiçekler ekilecek, domates, salatalık yetiştirilecek, bahçede ağaçların arasında kurulan hamakta bol bol uyunacak; nehirlerde, göletlerde yüzülecek, falan da filan.

Moskovalılar baharı başka bir coşkuyla karşılar.

Son kar tepecikleri taşınır, sokaklar, caddeler, parklar temizlenir. Her yer boyanır. Fundalık topraklar getirilir, çiçekler ekilir. Tomurcuklar patlar, güzellikler arz-ı endam etmeye, Nehir gemileri (reçniye tramvayçiki) Moskova Nehri’nde salınmaya başlar. Moskova'nın parkları, meydanları el ele gezen aşıklarla dolar.

Rusya başkenti, parkların kapladığı alan bakımınından dünyada 11 metropol arasında ilk sırada yer alıyor. Moskova nüfusunun yüzde 90'ının yürüyüş mesafesinde bir parka erişimi var. 

***

“Bahar, güzeldir; ancak yüreğinizde de bahar varsa daha da güzeldir,” diyorum.

İgor:

“Güneş, parkları, meydanları dolduran, açılıp saçılan genç, güzel kızların üzerine ışıklarını keyifle salar,” diye devam ediyor.

O sırada Yuliya, elindeki evrağı imzalatmak için odaya girip çıktı.

Gözünün ucuyla arkasından bakarken Serkan da lafa karışıyor:

“Evet, abi yaa! Güzel kızlar mı güneşi görünce açılıp saçılırlar, yoksa güneş mi onların güzelliklerini görünce coşup ışıklarını gönderir anlamıyorum…Belki de ikisi birden…Ama kesin olan şu ki, aralarında büyük bir aşk var,” diyor.

Orhan Veli’nin bir şiiri geliyor aklıma:

“İmkansız şey
Şiir yazmak,
Aşıksan eğer;
Ve yazmamak,
Aylardan nisansa…”

***

İgor’la bahara güzel bir giriş yapmak üzere haftasonunda Gorki Parka gidip sezonu açmaya karar verdik.

“Geçen sene şu virus belası yüzünden baharı da, yazı da doya doya yaşayamadık, bari sene acısını çıkaralım,” diyorum.

Öyle ya, bahar, umut demek değil mi zaten?

Ertesi sabah İgor oğlu Maksim’le birlikte buluşmak için sözleştiğimiz yere geldiler.

Çocuğu kış boyunca görmemiştim. Kocaman olmuştu yumurcak.

Babası gece yatmadan önce beraber parka gideceğimizi söyleyince, sevinçten havalara uçmuş. Akşamdan hazırlığını yapmış.

İgor:

“Bizim oğlan heyecandan gece doğru dürüst uyuyamamış; garip rüyalar görmüş,” dedi.

Sabah uyanır uyanmaz babasına gece gördüğü bir rüyayı anlatmış.

İgor, gülerek anlatıyor:

“Maksim, bir kırkayakla arkadaş olmuş meğer. Parkta yürüyüşe çıkmaya karar vermişler.

Oğlan acele ediyormuş:

“Hadi, çabuk ol, ben hazırım. Geç olmadan çıkalım.”

Kırkayak, tamam anlamında kafasını sallamış.

Oğlan, birazdan yine:

“Daha hazır olmadın mı? Hava birazdan kararacak!” diye üstelemiş.

Kırkayak:

“Tamam, tamam, telaş ettirme ayakkabılarımı giyiyorum. Aceleyle kırk ayağımı bir pabuca sokturacaksın,” demiş.

***

Maksim’e, “Zaten kısacık olan yazın kırkayakla arkadaşlık etmek akıllıca bir iş mi?” diye soruyorum. “O ayakkabılarını giyinceye kadar akşam olur.”

Kahkaha atıyor.

Maksim, yeşil çimenleri görünce kışa nispet edercesine ayakkabılarını çıkarıp koşturmaya başladı.

“Baba, biliyor musun, benim kırkayak arkadaşımın annesi babasına oğlanın ayakkabıları eskimiş yenilerini alalım deyince adamcağız yıkılmış,” deyip gülüyor koşarken.

Kerata, Ataol Behramoğlu’nun şiiri gibi coşmuş, sevinçle koşturuyor:

“Bu sabah mutluluğa aç pencereni
Bir güzel arın dünkü kederinden
Bahar geldi, bahar geldi güneşin doğduğu yerden
Çocuğum uzat ellerini
Şu güzelim bulut gözlü buzağıyı
Duy böyle koşturan sevinci
Dinle nasıl telaş telaş çarpıyor
Toprak ananın kalbi
Şöyle yanı başıma çimenlere uzan
Kulak ver gümbürtüsüne dünyanın
Baharın, gençliğin ve aşkın
Türküsünü söyleyelim bir ağızdan.”