Moskova

Moskova

13 Aralık 2021 Pazartesi

Rusların 5 'kış hastalığı': Başa bela 'yıkıcı alışkanlıklar'


Kaynak: https://turkrus.com/

 

İstatistiklere göre Ruslar kışın, sıcak aylara göre daha fazla para harcamaya başlıyor. Ortalama bir Rusun kışın sıradan bir market alışverişinde bile ortalama çeki en az 200 ruble artıyor. Tatil vesilesiyle yapılan ekstra harcamalar ise “yıkıcı” boyutlara çıkıyor.  Uzmanlar aslında bunun objektif nedenleri olmadığını söylüyor: “Kış harcamalarının önemli bir kısmı sadece bir alışkanlık meselesi ve bunu ciddi bir zorunlulukla açıklamak güç.” 

K. Pravda’nın konuştuğu uzmanlar, halka paralarını daha faydalı şeylere harcayabilmek için terk edebilecekleri "en yıkıcı" kış alışkanlıklarının listesini yaptı:

 

1. Evde "tropiklerde olduğu gibi" yaşamak! 

Ekonomik yaşamaya alışkın Avrupalıları son derece şaşırtan “Rusya’ya özgü” durumlardan biri, kışın evde tişört, hatta şortla gezme alışkanlığı. Dışarıda eksi 20 derece iken bile evde tişörtün üstüne bir şey giymek “tuhaf” sayılıyor.  Gerçi Sovyet döneminde doktorlar, vücudu sürekli olarak aşırı ısıtmanın zararlı olduğu uyarısında ısrar ettiler, özellikle solunum yolu hastalıklarını tetiklediğini söylediler ama kulak veren pek olmadı. Çünkü SSCB devrinde, kışın dondurucu soğuğunda evleri "tropikler” gibi ısıtmanın  pratikte hiçbir maliyeti yoktur. Evleri 28 dereceye kadar ısıtmanın maliyeti “birkaç kuruş” idi. Hala evlerin büyük ölçüde merkez sistemle ısıtılırken, Avrupa’da “normal ve sağlıklı” sayılan 18 ila 21 derece arasındaki oda ısısı, Ruslar için” Sibirya soğuğu” sayılıyor. Gerçi teorik olarak 21-25 derece arası "norm" sayılsa da, pratikte kış günleri sokak -20 dereceyken, evin için 27-28 dereceye kadar ısıtılıyor ve sıcaklık farkı neredeyse 50 dereceyi buluyor! Evinde ısınma için elektrik kullananlar da cabası. Oysa şimdi durum değişti. Elektriğin kilowatt/saat (kwh) maliyeti ortalama 5-6 ruble. Ayrıca saat 23.00'ten 07.00’ye kadar elektrik maliyetleri yaklaşık üç kat daha ucuz. Yani çamaşır ve bulaşık makinalarını “ekonomik saatte” çalıştırarak tasarruf da mümkün. Ama bunlar Rusların çoğu için hala pek dikkate alınmayan gerçekler. Oysa devir değişti, elektrik faturaları cep yakıyor. 

 

2. Şekerli ürünlerle vücudu sıcak tutmak!  

Bir perakende uzmanı, "Kışın insanlar daha fazla yiyecek satın alıyor. Unlu mamul, yağlı et, tatlılar market sepetinde daha çok yer buluyor” diyor. İlk bakışta bu mantıklı görünüyor: Vücut ısınmak için enerji harcıyor ve ek kaloriye ihtiyaç duyuyor. Ancak bu, makul bir süre boyunca soğukta dışarıda kaldıysanız mantıklı. Neredeyse bütün gün evde veya ofiste oturan, evinin önünde sıcacık metroya ya da taksiye binerek işine gidip gelen için mantığı yok. O kadar enerji yakmıyorsanız, Tolstoy romanlarının kış insanları gibi sokakta günleriniz  geçmiyorsa, yağlı sosisler, çörekler ve “çayın yanında”  yenecek bir sürü hamur tatlısının vücudunuza ne faydası olabilir?  Ayrıca kışın market alışverişleri artıyor. Soğukta, boş mide ile markete giren, daha çok harcıyor. Tavsiye: Evde zorunlu alışveriş listesi yapmadan markete gitmeyin. Soğukta alışveriş sözde sizi “ısıtıyor” ama yok yere cebinizi “yakıyor”.

 

3. Kış melankolisiyle alışveriş yaparak savaşmak!

Bir uzman, "Tüketici davranışındaki değişikliklerin bir başka nedeni de kış melankolisi” diyor: “Güneşsiz, soğuk, karanlık havada ruhu kararan, depresyona meyillenen insanlar, alışverişle neşelenmeye çalışıyorlar. Online satış siteleri ve hızlı kurye-teslimat hizmetleri, indirimler ve promosyon kodları ile bu iş daha da baştan çıkarıcı hale geldi. Bir araştırmaya göre, Rusya’da tüketiciler bahçe malzemeleri için geçen kış, yaza kıyasla ayda 300 ruble daha fazla harcamış! Bu tür beyhude harcamalar yerine alternatif olarak, uzmanlar melankoliyi dindirmek ve stresi azaltmak için daha zararsız bir yol öneriyor: Ellerinizi kullanarak yapacağınız hobiler bulun! Ve bu başlıkta son öneri:  Evde oturmaktan yorulduysanız, alışveriş merkezine değil, en yakın parka yürüyüşe çıkın. Zorlu koronavirüs günlerinde bu, sadece cüzdanınız değil sağlık için de daha faydalı.

 

4. "Gösteriş için” giyinmek! 

Kışlık giyim fiyatları tabii ki çok daha pahalı. Hele de Rusya gibi hala “marka tutkusu”nun statü sembolüyle birlikte kol kola yürüdüğü bir ülkede. Rusya Halkların Dostluğu Üniversitesi'nde pazarlama bölümü başkanı profesör Aleksandr Zobov, “Statü uğruna tüketim, "kendini gösterme" arzusu ile ünlü marka giysilere servet harcamak ülkemizde çok yaygın” diyor. Bir sektör uzmanı,  son yıllarda kışa uygun botlar yerine, birçok kişinin havalı, pahalı, yazlık spor ayakkabılar satın aldığını vurguluyor. Bunun hem sağlığa hem de cüzdana zarar veren yaygın bir yanlış anlama olduğu vurgulanıyor. Zira çoğu kumaş olan spor ayakkabılar, ince bir tabana ve hafif sentetik fileye sahip. Bu, ayakların nefes almasını sağlıyor ama yazın. Kışın, yollara serpilen reaktifler ince tabanı hemen tahrip ederken, üstündeki ağ ayakları nemden koruyamıyor, tersine üşürüyor. Kış için tasarlanmayan spor ayakkabılar soğuk mevsimde hızla bozulur. Gösteriş için giyilen ayakkabılar ciddi sağlık sorunlarına neden oluyor. 

 

5. "Yeni Yıl hediyesi uğruna” servet harcamak!

Bu madde, tasarruf miktarı açısından ilk sırada sayılmalı. Rusların yılbaşı hediyesi “fetişi” malum. Ailesine, eşine dostuna hediye almayan kötü gözle bakılıyor. Parası çok olanın tatil için en pahalı destinasyonlara gitmesi de bir “statü sorunu” gibi algılanıyor. Gerçi pandemi döneminde Avrupa büyük ölçüde kapalı olduğu için yerli beldeler “mecburiyet adresi” oldu. Ama normal zamanlarda İsviçre dururken Soçi’ye kayağa gidenlere -orada da fiyatlar fahiş olsa bile- belli çevrelerde “kötü gözle” bakılırdı. Hediye konusu başlı başına bir travma. Bir kitap, bir kutu çikolata, özellikle ev içinde hediyeden sayılmıyor. iPhone, türü pahalı ‘gadget'lar yılbaşı dönemi hediye çılgınlığına servet harcanıyor. Kışın bütçeleri tarumar eden en büyük faktör de bu. Bu dönemde maaşların genellikle yarısı hediyeye harcanıyor.  

Uzmanlar kışa dair bu “yıkıcı alışkanlıkların” artık Rusların genlerine geçtiğini ve değiştirmenin zor olduğunu vurguluyor. Yani Rusya'da “akılla anlaşılmaz” bir kış mevsimi çılgınlıkları silsilesi devam edeceğe benziyor. 

12 Aralık 2021 Pazar

Beyaz Rusların Türkiye’ye göçünün 100. yılı: Göçün Türk toplumuna etkisi ne oldu?


Selin Uludağ

Kaynak: https://tr.sputniknews.com/  

 

1918 Rus İç Savaşı sonrasında Rus İmparatorluğu’ndan kaçan Beyaz Rusların Türkiye’ye göçünün 100. yıldönümü için yapılan konferans, İstanbul Üniversitesi’nin ev sahipliğinde gerçekleştirildi. Sputnik’e konuşan Prof. Dr. Türkan Olcay ve Türk-Rus Platformu Genel Sekreteri Ender Arat, göçün Türkiye'ye etkisini anlattı.

Birinci Dünya Savaşı’nın sonuçlarından biri olarak, 7 Kasım 1917 tarihinde Petrograd'ta (şimdiki St. Petersburg) başlayan silahlı ayaklanmanın Ekim Devrimi’ne dönüşmesiyle, ‘Beyaz göçmenler’ olarak da anılan, dönemin siyasi ortamına muhalif Rus zümreleri, iç savaşın ardından 151 gemi ile birlikte İstanbul’a sığındı.

Yurtlarından kaçmak zorunda kalan Beyaz Ruslar, o dönemde emperyalist güçler tarafından işgal altında olan Anadolu’yu kendilerine yeni bir yurt olarak görerek, başta İstanbul olmak üzere Marmara Bölgesi’nin çeşitli yerlerine yerleşti.

Türkiye'de kaldıkları dönemde cumhuriyetin kurulmasına da tanıklık eden Rus göçmenler, Cumhuriyet tarihinde birçok alanda sosyal hayata ve yaşama öncülük ederek yeni kurulan ülkenin entelektüel havuzuna katkıda bulundu.

Göçmenlerin izlerini hala çevremizde görmeye devam ederken, göçün 100. yılı için düzenlenen ve İstanbul Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. İlyas Topsakal’ın da katıldığı konferansta; profesörler, araştırma görevlileri, tarihçiler, Türkiye’de yaşayan Rus göçmenlerin torunları, diaspora temsilcileri ve Türkiye’de okuyan Rus üniversite öğrencileri bir araya geldi.

Açılış konuşmasını Rusya’nın İstanbul Başkonsolosu Andrey Buravov’un üstlendiği etkinliğin konuşmacılarından, Rus Dili ve Edebiyatı öğretim üyesi Prof. Dr. Türkan Olcay ve Türk-Rus Platformu Genel Sekreteri Ender Arat, Beyaz Rus göçmenlerin Türkiye’ye etkisini konunun tüm perspektifleriyle birlikte Sputnik’e değerlendirdi.

 

‘İstanbul'un nüfusu o dönemde 800 bindi, 200 bin de Rus göç ile geldi, şehrin nüfusu yüzde 30 arttı’

Bu göçün yapıldığında İstanbul’un işgal altında olduğuna dikkat çeken Arat, dönemin İstanbul’unda durumun ne olduğunu anlatarak, “İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar tarafından işgal edilmişti. Bu arada Balkanlardan harekete geçen 5 milyon insan da göç etmişti. Bunların çoğu istanbul'daydı. Üstelik İstanbul’da iki tane de yangın çıkmıştı; Fatih’te ve Balat'ta. İstanbul'un nüfusu o dönemde 800 bindi. 200 bin de Rus göç ile geldi. Bir gecede düşünün 115 tane gemi ile geldiler. Fransızlar bu gemilere el koymak karşılığında göçmenleri taşıdılar.140 bin asker, 60 bin sivil geldi. İlk gelenler asilzadelerdi ve onların paraları vardı. Istanbul'da lüks otellerde kaldılar. Tabi onlar çabuk döndüler, Paris'e Roma'ya gittiler. İkinci gelenler avamlar, sivil insanlar. En son gelen ise askerlerdi” dedi.

Ruslar, İstanbul'a göç ettiklerinde şehrin nüfusunun yüzde 30 arttığının altını çizen Olcay ise “Gelenler de çok hızlı bir şekilde Galata ve Beyoğlu civarında mesken edinirler. Ama gelen 150 bin kişinin 60 bini 3 farklı kamplara yönlendirilir. Bunlar da; Gelibolu, Çatalca ve Limni adasıdır. Daha hemen ilk günden 32 bin kişi Yunanistan, Sırbistan ve Bulgaristan gibi ülkelere gönderilmiş. İstanbul'da geriye 70 bin civarında göçmen kalıyor. Onların büyük bir kısmı da Selimiye'ye, Florya’ya, Tuzla'daki kampa gönderiliyor. Ayrıca Büyükada ve diğer adalara da yerleştiriliyorlar” dedi.

 

Göçün Türk toplumuna etkisi ne oldu?

Beyaz Rusların, Türkiye’de birçok kültür sanat faaliyetine öncülük ettiğini ve pek çok öğrenci yetiştirerek sürdürülebilir bir anlayışın oluşmasına da katkı sağladıklarını belirten Arat şu şekilde konuştu:

‘Türkiye’ye baleyi getirdiler, Atatürk'e hizmet etmiş restoranlar açtılar’

“O zamanlar İstanbul'da bale yoktu. Baleyi Lydia Arzumanova (Leyla Arzuman) getirdi. Herkes Türkiye de zanneder ki baleyi Ankara’da 1938-40’larda Ninette de Valois kurdu. Halbuki Arzumanova gelip burada belediyede bir şeyler yapıyor. Bunun topluma bir etkisi var. Hali vakti iyi olan aileler çocuklarını belediyeye bale yapmaya gönderdiler. Sabancı Müzesi’nin müdiresi Nazan Ölçer, zamanında orada bale yapanlardan biriydi. Bu göçün topluma olan etkisinin devamına bakarsak; Restoranlar açtılar. Tabii gastronomiye de bir etkisi var. Bir pastane sabaha kadar açık. O dönemde istanbul'da sabaha kadar açık pastane yok. Rejans restoran da Rus yemekleri servis eden bir yer olarak hala açık kalanlardan biri. İstanbul’da Karpiç Lokantası, Süreyya Restoran; bunlar Atatürk'e hizmet etmiş restoranlardır. Bugün eğer Moda Kulübü’ne giderseniz, Süreyya’nın menüsünün olduğunu görürsünüz. Rus yemekleri bugün de hala servisteler. Bunun da topluma etkisi var. Benim belgeselimde de Ruslar daha çok kendilerini anlatıyorlar ama Tükleşmiş olan Ruslar var, burada kalmış olanlar var.”

 

Ayasofya’nın mozaiklerini restore eden Rus ressamdan, Türk vatandaşı olan sanatkarlara

Göç ettikten çok kısa bir zaman sonra işyerlerini açıklarını belirten Olcay, “Aklınıza gelebilecek tüm mağazalar; kendi fırınları, kasapları, çamaşırhaneleri, avukat büroları, dişçi, doktor muayenehaneleri gibi yüzlerce işletme açıyorlar. Bununla birlikte restoranlar, kabareler, kafeteryalar açıldı.Tüm bunlar sosyal hayatta izler bıraktı. Daha sonra da zaten kültürel hayata bir etki başladı. Bunların ilki de 9 Ekim 1920’de açılan ilk sergidir. Akabinde de 1921 yılının Ocak ayında Rus ressamlar kendi birliğini kurdu. Bursa Sokağı 40 numarada Mayak adında bir kulüpte sergilerini düzenlediler. Orada 7 tane sergi yaptıktan sonra bir atölye daha açtılar. Bu doğrudan güzel sanatlara olan etkileri. O ressamlardan 4 kişi kalıyor burada, bunlar çok önemli ressamlar. Bir tanesi Nikolas Kluge’dir. Belki de adını bizim ülkemizde kimse bilmiyordur ama o burada kalmayı seçiyor, Türk vatandaşı oluyor ve 1932’den ölümüne kadar Ayasofya’nın bütün mozaiklerini Thomas Whittemore ile birlikte restore ediyor. Burada kalıp burada da ölüyor zaten. Başka bir ressam da Nikolay Kalmikoff. Türk vatandaşı olarak ismini Naci Kalmukoğlu diye değiştirdi. İbrahim Safi de aynı şekilde. 1930’lara geldiğimizde burada 1400 entelektüel kişi kaldı. Sanatla birlikte başka mesleklere de katkıları oldu. Mesela mühendislik alanında da bu insanların dokunuşlarını görüyoruz” dedi.

 

‘Mozart’ın Requiem’ini İstanbul’da ilk kez Rus kardeşler dinletti’

Bütün restoranlarda ve eğlence yerlerinde Ruslardan oluşan orkestraların sahne aldığını söyleyen Olcay, “3 dalga halinde göç ettiklerinde 19 Ocak, 20 Şubat ve en büyük dalganın olduğu 1919 Kasım ayında ilk kaptıkları şeyler enstrümanlarıymış. Onun için iş bulmak çok daha kolay oluyor. Oradaki entelektüel ailelerde herkes bir enstrüman çalabiliyormuş ama onun dışında St. Petersburg, Tiflis, Moskova konservatuarlarından mezun insanlarla, orkestra şefleri, profesörler geldi buraya. Mozart’ın Requiem’ini İstanbul’da ilk kez Rus kardeşler dinletti. Rus profesörler profesyonel müzisyenlerin yetiştirilmesine ve müziğin tanınmasına da çok büyük katkı sağlamış oldular” açıklamasında bulundu.

 

‘Kısa saç modasını ve plaj kültürünü Beyaz Ruslar başlattı’

O zamanlar Türk kadınlarında uzun saçın moda olduğunu hatırlatan Arat, “Ama Ruslar kısa saçla geliyorlar Türkiye'ye, temizlik problemleri de olduğu için burada daha da kısaltıyorlar saçlarını. Ve bu İstanbul sosyetesinin de moda oluyor. Ayrıca bir plaj kültürü geliyor. O dönemde kadınlar kapalı yerlerde suya girerlermiş. Halbuki Ruslar Ataköy gibi açık yerlerde denize girmişler” ifadelerini kullandı.

 

‘İşgalciler Rusların ordularını Atatürk'e karşı kullanmak istediklerinde Ruslar bunu kabul etmiyor’

Arat “İşgal sırasında olan Osmanlı’da İstanbul halkı, Ruslara kucak açıyor. Bunu Ruslar da anlayışla karşılıyorlar ve Fransızlar, özellikle de İngilizler, Rusların ordularını Atatürk'e karşı kullanmak istediklerinde Ruslar bunu kabul etmiyor. Aslında burada enteresan bir durum var. Atatürk ‘Kızıllarla’ işbirliği yapıyor ama Türkiye'de yaşayan Ruslar oldukları yere minnet duymaya devam etmişler” diye konuştu.

Putin: Sovyetler Birliği'nin dağılması benim için bir trajediydi


Kaynak: https://tr.sputniknews.com/  

 

“Sovyetler Birliği’nin dağılması Rusların çoğu gibi benim için de bir trajedi oldu" diyen Rusya lideri, "Tamamen farklı bir ülkeye dönüştük. Binlerce yıl içinde bir araya getirilmiş olan her şey önemli ölçüde kaybedildi” ifadelerini kullandı.

 

Rossiya 1'de yayınlanan 'Rusya-Modern Tarih' isimli film kapsamında röportaj veren Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının kendisi için ne ifade ettiği sorusunu yanıtladı. Putin, “Sovyetler Birliği’nin dağılması Rusların çoğu gibi benim için de bir trajedi oldu. Peki, Sovyetler Birliği’nin dağılması neydi? Bu, Sovyetler Birliği isimli, tarihteki Rusya’nın çöküşüydü” dedi.

Putin, dağılmanın hemen ardından 1990’lı yıllarda aslında ülkede bir iç savaş olduğunu, hem ekonomi hem de güvenlik güçleri ve silahlı kuvvetlerin tatmin edici düzeyde olmadığını belirtti. Putin, “Çok zorlu bir durum vardı. Bu ülkenin içerideki durumunu, onu oluşturan her şeyle ilgili bir şeydi. Ekonomi, güvenlik güçleri ve silahlı kuvvetler için de bu böyleydi. Bu aslında ülkede bir iç savaş olduğu konusuyla da ilgili bir şeydi” dedi.

O dönemde ülkenin topraklarının yaklaşık yüzde 40’ının yanı sıra aynı oranda üretim kapasitesi ve nüfusun da kaybedildiğini belirten Putin, “Tamamen farklı bir ülkeye dönüştük. Binlerce yıl içinde bir araya getirilmiş olan her şey önemli ölçüde kaybedildi” dedi.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte 25 milyon Rus vatandaşının bir anda kendisini yurtdışında, bağımsızlık elde eden eski Sovyet ülkelerinde bulduğunu söyleyen Putin, “Onlar (Bu ülkeler) için bu iyi, ancak sanırım arzuları dışında kendilerini yurtdışında bulmuş olanlar için kuşkusuz kötü. Dönmeleri, akrabaları ile bir araya gelmeleri imkansızdı. Kalacak yerleri yoktu. Bu hiç abartısız büyük bir insani trajedi” ifadelerini kullandı.

 

‘Volga aracımla yolcu taşıdım’

Putin, 1990’lı yıllarda herkes gibi birtakım zorlukları atlatmak durumunda kaldığını, Doğu Almanya'dan getirdiği Volga marka aracıyla yolcu taşıdığını söyledi. O dönemdeki zorlu günleri nasıl atlattığı sorusuna karşılık Putin, “Herkes gibi. Herkes gibi yaşıyordum ben de. Ancak bazen yolcu taşıyarak ek gelir elde etmem gerekiyordu. Yani özel araçla taksi şoförlüğü yaparak. Bundan bahsetmek hoş değil dürüst olmak gerekirse, ancak maalesef bunlar oldu” dedi. Yolcu taşımakta kullandığı aracın Volga marka aracı olup olmadığı sorusuna da Rus lider, “Elbette, zaten başka aracım yoktu” yanıtını verdi.

 

‘Rusya, 90’lı yıllarda egemenliğinin bir kısmını kaybetti’

Putin, “Rusya çok zayıf bir durumdaydı. Çeşitli mali araçlara, siyasi ve iç siyasi mekanizmalara bağımlı durumdaydı. Bu anlamda üzülerek Rusya’nın o zamanlar egemenliğinin önemli bir kısmını kaybetmiş olduğunu söylemek mümkün” dedi.

 

‘ABD istihbaratı her yere uzanıyordu’

ABD istihbaratından temsilcilerin 1990’lı yıllarda her yere ‘uzandığını’, hatta Rus nükleer kompleksindeki bazı şirketlerde dahi olduklarını belirten Putin, “O zaman bu konularda kararları ben vermiyordum, St. Petersburg’da belediye başkan yardımcısı olarak çalışıyordum ve bu kadar yüksek siyasetin içinde değildim. Ancak elbette her yere uzanıyordu. CIA’in kadrolu personeli olmasalar bile dışişleri bakanlığına, CIA’e burada yaptıkları çalışmalarla ilgili raporlar veriyorlardı” dedi. Bu kişilerin bir yerlere ulaşmak için çok becerikli olmalarına da gerek olmadığını kaydeden Putin, “Bir anlaşmamız vardı. Hükümetlerarası anlaşma imzalamıştık, bu çerçevede bazı nükleer şirketlerde ABD’li uzmanlar yer alıyordu. Bizim şirketlerimizdelerdi ve oralara her gün işe gider gibi gidiyorlardı” ifadelerini kullandı.

11 Aralık 2021 Cumartesi

Moskova ve İstanbul'da taksi vaziyetleri: "Öpme sanatı"

                                                            

                                    Öpme sanatı

M. Hakkı Yazıcı

mhyazici@yandex.ru

  

Yuliya, kan ter içinde ofise gelmişti. Bu soğuk, karlı Moskova gününde lök gibi terlemesi için önemli bir neden olmalıydı.

İgor, kolundaki saati göstererek göz kırpıp, sabahtan birlikte gidecekleri müşteri ziyaretine geç kaldıklarını ima etti.

Yuliya, belki “sen bugün benim işe gelebildiğime şükret” demek isterdi, ama boynunu büküp, özür diledi; bir yandan makyajını tazelerken mazeretini, ofise ulaşmak için yaşadığı macerayı anlatmaya başladı.

Pandemi olayı başladığından beri o da pek çok kişi gibi toplu ulaşım araçlarını kullanmaktan haliyle çekiniyordu. Hele hele metroya binmeye çok korkuyordu. O, ne kadar dikkat etse de güvenli mesafeyi korumayan, itiş kakış toplu ulaşım araçlarına binen insanlarla doluydu ortalık. Bazıları artık maske takmayı bile bırakmıştı.

O yüzden de Yuliya, biraz masraflı olsa da taksi kullanmayı tercih ediyordu.

Maliyeti düşürmek için önce evinin yakınındaki duraktan bir noktaya kadar otobüsle gidiyordu. O güzergahta otobüste fazla yolcu olmuyordu, yani nispeten güvenliydi. Sonra ofise kadar taksiye biniyordu.

Bu sabah da otobüse binmiş, tam kapı kapanırken arkadan tombul bir kadının koştura koştura geldiğini görmüştü.

Otobüsün beklemesi için elini sallayarak koşmasına devam ediyormuş. Yuliya’nın vicdanı elvermemiş, yazık, yetişemezse bir sonraki otobüsü beklerken soğuktan buz kesecekti zavallı; yardımcı olmak için şoföre seslenmiş.

Neyse, kadın otobüse yetişip binmiş; daha içeri adımını atıp, henüz nefeslenmişken  “Lütfen biletlerinizi, troyka kartlarınızı hazırlayın,” demiş.

Meğer kadın otobüs idaresinin bilet kontrol elemanıymış.

Gülüşüyoruz... O, anlatmaya devam ediyor.

Bundan sonrası daha komik.

Otobüsten inince hemen yakında parketmiş bir taksi görmüş. Hah, boş bir taksi buldum diye sevinirken başka bir kadın ondan önce arabaya yanaşmış. Eyvah, taksiyi kadına kaptırdım diye düşünürken, şoför, kadını almadan aniden arabaya patinaj yaptırıp hareket ettirip, onun daha yakınında durmuş.

Bu defa Yuliya, sevinip koşturarak yanaşmış; bütün şirinliğini takınarak  “Boş musunuz?” diye sormuş.

“Boşum,” diye cevap vermiş şoför.

“Peki, biraz önce arabaya yanaşan kadını niye almadınız?”

Şoför, gülerek, “O da sizin gibi boş musunuz diye sordu. Ben de pandemi koşulları nedeniyle aracımı daha yeni dezenfekte ettim, kokudan rahatsız olmazsanız binebilirsiniz dedim. Kadın benim için farketmez burnum zaten bir kaç gündür hiç koku almıyor deyince o panikle hemen gaza basıp kaçtım,” demiş.

Bu sözler Yuliya’ya yetmiş, daha şoför sözlerini tamamlar tamamlamaz kaçma sırası ona gelmiş. 

Serkan, sordu:

“Eeee, sonra buraya nasıl geldin?”

“Yürüyerek ve hatta koşturarak.”

“Nasıl yani!?”

Meğer otobüsten indikten sonra her zamanki gibi taksiye binmemiş “samakat”, yani bir elektrikli tornet kiralamıştı. 

Yuliya’nın neden kan ter içinde ofise geldiğini anlamıştık.

Ah, zavallı...

Serkan:

“Eh, artık paraya kıyıp sen de bir araba al,” diye takılıyor.

Yuliya, gözünün ucuyla, maaşımızı arttırsınlar da alalım der gibi İgor’u işaret ediyor.

 

***

Söz açılmışken bu taksi konusuna biraz değinelim.

Moskova’da ulaşımla ilgili uygulamalar son bir iki sene içinde çok çeşitlendi.

Moskova’daki dünyanın en ihtişamlı Metrosundan, otobüslerden, tramvaylardan öte bir şeyden bahsediyorum.

Taksi uygulamalarının dışında, kısa süreli araç, bisiklet ve hatta elektrikli tornet “samakat” kiralama uygulamaları da çok yaygınlaştı.

Herhalde dünyadaki bütün büyük şehirlerde ulaşım hep en önemli sorunlardan biri, ama bazı şehirlerde daha da büyük sorun.

Bizim ofistekiler benim taksi hikayelerini biliyorlar. Bu konu üzerinden yine bir muhabbet açılıyor.

Çok önceleri, 2013 senesinde yazdığım “Okumadan yazan taksici Çukça” başlıklı yazımda Moskova’daki taksilerden bahisle; “Bizim eski Murat 124’ler tipinde, eski püskü jiguliler, gurbetçi Azerilerin, Özbeklerin, Kırgızların sermayesi, ekmek teknesi taksiler... Malum Moskova’da resmi taksi uygulaması yeni yeni oturtulmaya çalışılıyor ve henüz etkin bir şekilde hayata geçirilememiş durumda. Bizim Türkiye’de alıştığımız sarı renkli, taksimetreli taksilerle dolu taksi durakları yok burada. Telefonla evden taksi çağırma lüksü nadir, sokakta her yüz metrede taksi çağırma zilleri de haliyle yok… Caddenin kenarında durup elini yola doğru uzatıyorsunuz; artık kısmetinize bağlı, bazen son derece lüks bir araba, bazen külüstür bir jiguli duruyor; gideceğiniz yeri anlatıyorsunuz, pazarlığınızı yapıp, anlaşırsanız biniyorsunuz: O, sizi istediğiniz yere götürecek taksidir,” diye yazmıştım.  

Köprülerin altından çok, ama çok sular aktı. Seneler sonra her şey değişti. Şaşırmamak mümkün değil.

İlginç bir şekilde Ruslar, bazı konularda gerilerden gelip, sıçrama yapıyor ve öne geçiyor. 

Yenilerde yazdığım “Korona günlerinde muhabbet” başlıklı yazımda ise bunu anlatmıştım.

“Rusya’daki taksi uygulamalarını bilenler bugünkü durumla eskinin ne kadar farklı olduğunu biliyordur... Şimdi artık Rusya’da pek çok ülkede olmayan çağdaş, ucuz ve teknolojik bir taksi sistemi var.  Darısı Türkiye’nin başına…” demiştim.

Serkan:

“Abi, hatırlıyor musun? On sene kadar önce bizim Türklerden biri trenle Petersburg’dan Moskova’ya gelmişti. Konsomolskaya’da Leningradskiy İstasyonu’da trenden inmiş. Yine trenle Kazanskiy Vakzal’dan binip Kazan’a devam edecekmiş. Dışarı çıkıp istasyonun önünde duran taksilerden birine binmiş. Kazanskiy Tren İstasyonu’na lütfen, demiş. Şoför hiç bozuntuya vermeden onu alıp, aşağıdaki kavşaktan dönüp Kazanskiy Tren İstasyonunun önünde bırakıp 1.000 rublesini almış. Zavallı, Moskova’ya daha önce hiç gelmemiş; iki tren istasyonunun karşı karşıya olduğunu, ortadan geçen Krasnaprudnaya Caddesi’nin altından istasyonları birbirine bağlayan yaya alt geçidinden öbür istasyona ulaşılabileceğini bilmiyormuş,” diyor.

***

Rusya’da günümüzdeki çağdaş taksi uygulamaları

Rusya’da çağdaş anlamda ilk taksi uygulamasını başlatan şirket Yandex Taxi.

İlk olmanın avantajını hala iyi kullanıyor.

Yandex Taxi, Rus bilişim şirketi Yandex tarafından hazırlanan, taksi çağırma ve kurye hizmetleri üzerinde uzmanlaşmış uygulamaların sahibi.

İlk kez 2011 yılında Moskova'da 11 taksi durağı ve 1.000 kadar sürücüyle hizmete başlamışlar. 2012 yılından itibaren ise Yandex Taxi kendisi aracılığıyla yapılan taksi çağırmalarından komisyon almaya başlamış.

Bugün Yandex Taxi, Rusya, Belarus, Moldova, Ermenistan, Gürcistan, Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Letonya, Estonya, Litvanya, Sırbistan, İsrail, Fildişi Sahili, Finlandiya, Gana ve Romanya'da 300'den fazla büyük şehirde aktif olarak faaliyet gösteriyor.

Yandex Taxi aynı zamanda yemek dağıtımı, kargo, kurye hizmetleri gibi hizmetler de veriyor.

Sonradan pazara giren başka rakip uygulamalar da var kuşkusuz, ancak Yandex sektörün tartışmasız lideri ve tekeli. Yani biraz “Ali kıran baş kesen”i...Piyasaya yeni rakiplerin girmesini de pek istemiyor haliyle.

Rusya’da taksi uygulamalarında çağdaş, teknolojik bir seviye yakalanmış durumda, ancak bununla yetinilmiyor, daha iyisi için çalışmalar yapılıyor.

***

Moskova’daki taksilerde yeni bir uygulama hayata geçiriliyor: Kiss Art

Şimdilerde Moskova’daki taksilerde yeni bir uygulama daha hayata geçiriliyor: Kiss Art.

Bu ise bir üst aplikasyon. Yani amacı taksici ile müşteriyi buluşturmak değil.

Onu zaten Yandex, Citimobil, Gett Taxi ve diğerleri yapıyor. Kiss Art, onların da üzerinde sektördeki kaliteyi arttırmak, denetimi sağlamak için oluşturulan bir üst uygulama kısacası. Taksi sektörü çalışmalarının merkezi bilgilendirme sistemi de diyebiliriz belki.

Sistemi bütün sürücüler ve taksi şirketleri de kullanacak.

Buna göre Moskova ve Moskova bölgesinde çalışan taksi şirketleri ve sürücüler tek bir çatı altında kayıtlı olacaklar.

Bu, bir taksinin faaliyetlerini izlemek için uygulanacak bir sistem; taksi pazarındaki tüm katılımcıları içerecek. Sistemin müşterisi ise Moskova Ulaştırma Bakanlığı.

Sistem, sürücülerin fazla çalışmamasını, zamanında tıbbi muayeneden geçmelerini ve hatta teknik olarak arabaların uygun olmasını sağlayacak. Geliştiricilerin beklediği gibi bu, seyahat güvenliğini arttıracak. Kurallara uymayan ve sisteme kayıt olmayan hiç kimse taksi siparişlerini alamayacak ve yerine getiremeyecek.

Bunun için tabii ki öncelikle sürücülerin tanımlanması; her sürücünün Devlet Hizmetleri portalında bir hesap oluşturması ve onaylatması gerekiyor.

Sürücü, 30 gün içinde Kiss Art’a kaydolmazsa, geçici kimliği artık geçerli olmayacak ve siparişlere erişimi otomatik olarak sınırlandırılacak.

Sisteme kaydolduktan sonra, her sürücü tüm toplayıcılar ve parklar ile işbirliği için tek bir kimliğe sahip olacak. Özetlenen çalışma programıyla şoförlerin günlük dinlenme süresi 11 saat olacak.

Sistemin kısaltılmış isminin İngilizce anlamı biraz tuhaf gelebilir: “Öpme sanatı”.

İsmin Rusça tam açılımı, “Комплексная Информационная Система Аналитика Работы Такси ( Kompleksnaya İnformatsiyonnaya Sistema Analitika Rabotı Taksi)”.

Sistemin lansmanı 14 Ağustos 2021'de Moskova ve Moskova bölgesinde yapıldı. Fakat tam uygulama hala başlamadı.

***

Şimdi buraya kadar iyi, ama...

Peki, kim öpecek, ya da öpülecek?

Şu ana kadar anlattıklarımdan bir methiye havası anlamı çıkarılabilir. Ancak sistemin zaafları, adil olmayan eleştirilecek, düzeltilecek tarafları da var.

Onlara da değinmek gerekir.

Sistem iyi, fakat sektörün alt bileşenleri bir dokun, bin ah işit durumundalar. Taksi şirketleri ve şoförler fazla öpülmekten son derece rahatsız.

Ağır koşullar, kesilen yüksek komisyonlar, düşük tarifeler, yüksek trafik cezaları taksicilerin belini büküyor.

Taksi şoförleri, hoşnutsuzluklarını bazı eylemlerle dile getirmeye başladılar bile.

Yani, görüldüğü gibi her mükemmeliyetin, ekstra maliyeti oluyor.

Ayda yaklaşık 70 bin ruble kazanmak isteyen bir taksicinin hafta sonları dahil günde 12 saat çalışması gerekiyor.

***

Tekrarlayalım, biraz da açalım.

Moskova’da sektörde Yandex gibi taksi aplikasyonlarının sahibi şirketler, taksilerin sahibi olan taksoparklar ve taksoparklardan araç kiralayan taksi şoförleri var.

Yukarıda belirttiğim gibi Kiss Art bunların hepsinin üstünde.

Moskova’daki taksi uygulamasının eskisinden de daha iyi olması bekleniyor.

Moskova’daki taksi uygulaması bilmeyene ilginç gelebilir.

Örneğin Türkiye’deki gibi plaka tahdidi yok.

Bileğine güvene herkes şartları uygunsa lisans alıp taksicilik yapabilir.

Taksi tarifelerine şu anda belediyelerin müdahalesi yok.

Piyasada bir kaç taksiden başlayıp, binin üzerinde taksi sahibi olan yüzlerce taksi firması var.

Taksi ücretlerini, kiraları, komisyonları piyasa aktörleri belirliyor demek mi lazım?

Yani piyasayı, Adam Smith’in “görünmez el”i (invisible hand) belirliyor mu diyeceğiz, ancak pek öyle değil.

“Adam simit, karısı kurabiye!” diyor Serkan.

Moskova’da İstanbul’a nazaran daha düzgün bir sistemi var derken, bir Rusya güzellemesi yaptığım sanılmasın.

Tamam, sistem iyi, ama piyasaya hakim bir kaç agrikatör mevcut. Pazar, en büyük uygulama sahibinin tekeli altında. O ne derse o oluyor.

Bir siparişte oluşan taksi ücretinin yaklaşık % 28’i taksiciden komisyon olarak kesiliyor.

***

Peki ya İstanbul?

 

İstanbul’da taksi sorununun kangrenleştiği herkesçe kabul gören bir husus.

Sanırım bu sorunu halledenin heykeli dikilecek.

Taksi bulmak, macerasız, konforlu yolculuk yapmak şansa bağlı.

Tam taksi buldum diye seviniyorsunuz, durdurduğunuz taksi şoförü, gideceğiniz güzergahı öğrenip işine gelmeyince hemen hazır yalanlarını sıralıyor:

“Abi, ben karşının taksisiyim,” ya da “Abla, arabayı diğer şoför arkadaşa devredeceğim, vaktim yok, ancak yolum üstünde bir yere gideceksen seni alabilirim,” falan gibi…

 

Taksiciler, hep sorunların kaynağı olarak trafik yoğunluğunu bahane gösteriyorlar.

Doğrudur, İstanbul’lular için trafik yoğunluğu bitmez tükenmez bir çiledir.

Ancak bilmeyenlere bilgi vereyim;  Moskova, trafik yoğunluğunda İstanbul’a rahmet okutur.

Tom Tom’un raporlarına göre Moskova Avrupa’nın en fazla trafik sorunu olan şehri.

Serkan, soruyor:

“Kim abi bu Tom Tom?” 

“Tom Tom, bizim çok bilen arkadaşlarımızdan birinin lakabı falan değil. Dünyanın en büyük navigasyon şirketlerinden biri.  

TomTom'un yaptığı araştırmalara göre Moskova, Avrupa'da trafik sıkışıklığında liderliği hiç kaptırmıyor. İstanbul bile Moskova'dan sonra ikinci sırada bulunuyor. 

Bu da bizim gibi trafik çilekeşi İstanbul’lulara ancak bir teselli ikramiyesi olabilir.

 

İstanbul’da nüfusa göre taksi sayısı az, kalitesi de çok kötü.

İstanbul’daki taksi sayısının arttırılması için verilen teklif İBB Meclisi’nde defalarca reddedildi.

Hem de 1.000 yeni taksilik artış için verilen teklif.

Taksi plakasındaki artış engelleniyor.

İyi ama kardeşim, İstanbul’a 1.000 ya da 5.000 değil, çok daha fazla yeni taksi plakası gerekiyor.

Peki, İstanbul’daki taksi sorunun altında kimler var?

Taksiciler mi, galericiler mi, lobiciler mi?

Şu günlerde bir taksi plakasının piyasa değeri yaklaşık 2,5 milyon TL.

İstanbul Taksiciler Esnaf Odası Başkanı Eyüp Aksu, plaka değeri en az 5 milyon TL. olmalı diyor. Aksu, plaka için bugün ederi 25 milyon TL olan gayrimenkullerini sattığını söylüyor.

İlginç bir gerekçelendirme. Zihin rant üzerinden çalışıyor. Rant geliri olan bir şey, yine rant getirisi olan bir şeyle karşılaştırılıyor.

Üretim falan ha keza.

Bir kişi ikinci bir taksi plakası alamıyor.

İlginç; İstanbul’da plaka sahibi 2.000 kadın gözüküyor. Halbuki o sayıda kadın taksi şoförü yok. Yani taksi şoförlerinin çoğu araçların ve plakaların sahipleri değiller. Onlar araçları kiralıyorlar.

Piyasada yevmiye günlük 275-325 arasında değişiyor. Taksicinin günlük kazancı ise yaklaşık 4.000 TL. SSK’larını kendileri ödüyorlar.

Taksiye ödenen ücretin % 42’si ranta gidiyor. Gerisini vardiyalı şoförler paylaşıyorlar.

İstanbul Taksiciler Esnaf Odası Başkanı Eyüp Aksu, “İstanbul’da dünyanın en ucuz taksi tarifesi var” diyor.

En pahalı akaryakıtla, en ucuz tarifeyle çalışıyoruz diyorlar. Akaryakıtı anladık, ama tarife konusu doğru değil.

Taksiciler Odası, taksi tarifelerini düşük buluyor, ücretin arttırılmasını istiyor, ancak gerçek şu ki tarifeler artarsa taksi şoförlerinin plaka sahiplerine ödedikleri taksi kiraları da paralel olarak artacak.

Yani taksi şoförünün yükü artacak.

 

Peki, İstanbul’da taksi ücretlerinin düşük olduğu doğru mu?

Dünyanın farklı şehirlerinde taksi ücretleri ne kadar?

Genellikle taksimetre üzerinden yapılan ücretlendirmeler, yerel düzenlemeler nedeniyle bir ülkeden diğerine büyük ölçüde değişebiliyor.

İngiliz firma Carspring Firması’nın Taksi Fiyat Endeksi  araştırmasına göre dünyanın farklı şehirlerindeki taksilerin açılış ücretlerini, kilometre başına maliyetlerini ve bekleme sürelerindeki ücretlendirmeleri gözler önüne seriyor.

Kilometre başına en ucuz taksi ücretlendirmesinin yapıldığı 3 şehir şöyle sıralanıyor: 

1. Kahire, Mısır: kilometre başına 0,10 ABD doları,

2. Bangkok, Tayland: kilometre başına 0,18 ABD doları,

3. Moskova, Rusya: kilometre başına 0,27 ABD doları,

Daha sonra Mexico City, Cakarta, Bangalore, Mumbai, Pekin, Bükreş, Kuala Lumpur en ucuz şehirler sıralamasında.

Bakın burada Moskova 3. Sırada, ama ilk 10’da bile İstanbul yok!

***

Şimdi çok çarpıcı bir bilgi vereceğim:

İstanbul’un nüfusu ise 15,6 milyon küsur, taksi sayısı ise 17.395. Sektörde çalışan taksi şoförü sayısı ise yaklaşık 50.000.

İstanbul’da bir taksi şoförü günde yaklaşık ortalama 12 saat veya daha fazla çalışıyor.

Bakın, İstanbul’un nüfusu 1975 yılında 2 milyon kişi imiş. Bu artışa rağmen taksi plakası sayısı aynı.

Moskova’nın nüfusu ise yaklaşık 12,6 milyon, Moskova Bölgesi’nin 7,5 milyon.

Yani Moskova’nın merkez nüfusu İstanbul’dan daha az, ancak Moskova ve oblastında kayıtlı taksi sayısı 145 bin, her gün trafiğe çıkan taksi sayısı ise yaklaşık 80.000.

Gördünüz mü farkı?

Bu akıl almaz durumu düzeltmek için İstanbul Belediyesi yeni uygulamalar için büyük çaba harcıyor. Ancak dirençle karşılaşıyor.

Tabii ki İBB’nin görevi müşteri bulmak değil ve olmamalı.

Plaka tahdidi engelinin kaldırılmasının yanı sıra aynı Moskova’daki Kiss Art üst aplikasyon uygulamasında olduğu gibi taksileri denetlemek ve kaliteyi arttırmak amaçlanmalı.

***

Biraz inceleyince böyle tuhaflıklar ortaya çıkıyor.

Konuşurken okuduğumuz bir haber aklımıza geliyor.

Dünyaca ünlü Fransız yapımı 'Taksi' filminin başrol oyuncusu Samy Naceri, film görüşmesi için İstanbul'a gelmiş. Taksi serisi filmlerde taksicilik yapan Naceri, Cağaloğlu'ndaki bir taksi durağına gitmiş, ancak durakta taksi bulamamış. Samy Naceri yaklaşık 20 dakika taksi beklemiş.

İrina:

“Ay, çok severim o adamı!” diyor.

Serkan:

“Sen nerden biliyorsun yahu, seyrettin mi ki filmini?”

Neyse, onlar inatlaşa dursunlar ben haberi anlatıyorum.

Fransız oyuncu Naceri, “Böyle büyük muazzam bir şehirde, turistlerin çokça ziyaret ettiği bir şehirde taksi sorunu olması çok üzücü," diyor.

"Gezdiğim ve film çektiğim şehirlerde araba kullanmayı seviyorum. Trafik yoğunluğu yüksek olan şehirlerde de araba kullandım, o yüzden İstanbul trafiğinde de zorlanmadım. Moskova veya Paris trafiğini görseniz saçlarınızı yolarsınız. Oraların trafiği daha da beter" diye konuşmuş. "Eğer bir oyuncu olmasaydınız Türkiye'de taksici olur muydunuz?" sorusuna Samy Naceri "Burada taksici olmak istemezdim çünkü trafik çok karışık" cevabını vermiş.

***

Bunları uzun yıllardır Moskova’da yaşayan, Sektörü yakından; içinden, kalbinden bilenlerle birlikte olduğum için yazdım.

Üşenmeyip, kendi deneyimimi paylaşıp, yardımcı olurum belki diye Türkiye’deki bir kaç taksici odasına, derneğine ve İBB’ye mektuplar yazdım. Geri dönüş olmadı. N’apalım olmasın. Herkes her şeyi biliyor, ihtiyaçları yok zahir diye düşündüm.

Yeter ki benim sevgili İstanbul şehrim hakettiği çağdaş bir taksi uygulamasına ulaşsın. Dileğim bu.

 ***

Biz, bu İstanbul ve Moskova’daki taksi uygulamalarıyla ile ilgili konuşurken İrina’yla Yuliya başka bir taksi macerasını anlatıp gülüşüyorlardı.

Haliyle merak edip kulak kabarttık.

Yuliya, İrina ve bir kaç ortak arkadaşları Cumartesi akşamı birlikte eğlenmeye karar vermişler.

Serkan, merakla araya giriyor:

“Senin şu remont yapan komşunla, trompet çalan adam da davetliler arasında mıydı?”

İrina, başını bile çevirmeden, dudağının ucuyla “Evet” diye fıslayıp Yuliya ile konuşmaya devam etti.

Yuliya’nın bir işi varmış erken ayrılmış. İrina, içmeye hızlı başlamış, devam etmiş. Kendi kendine önce az içerim, arabayla giderim diye kafasında plan yapmış, ancak ucunu kaçırınca başımı derde sokarım korkusuyla arabasını bırakıp taksiye dönmeye karar vermiş.

Yuliya, işte bu noktada kopuyor:

“Hayatım, parti senin evindeydi. Taksiyle nereye gittin?”

Meğer İrina, çıkıp bir taksi çağırıp, binmiş.

Adresi söylediğinde şoför arkasına dönüp şöyle bir şaşkınlıkla bakmış. Durumu anlamış, fazla üstelememiş. Bir kaç kilometre gidip, başka bir yönden geriye dönmüş.

İrina, teşekkür edip, evine ulaşmanın rahatlığıyla arabadan inmiş; merdivenlerden hoplaya zıplaya çıkıp kapıyı açmış. Evde hala eğlenmeye devam eden davetlileri görünce durumu farkedip, gülmeye başlamış.

Kapının eşiğinde onu karşılayan kediciği Barsik, “Sen bu ara birden nelere gittin, kayboldun da geri döndün!?” dermiş gibi ona bakıyormuş.

 

Not: Bu yazının yazılma sürecinde Türkiye’de durmadan hoplayan zıplayan ABD Doları değerleri nedeniyle bazı rakamlar eski kalmış olabilir. Kusura bakılmaya.

9 Aralık 2021 Perşembe

30 yıllık yalnızlık: Eski Sovyet cumhuriyetleri nasıl değişti?


Kaynak: https://turkrus.com/

 

8 Aralık 1991'de Sovyetler Birliği'nin fiilen sonunu getiren Belovejskaya Puşa anlaşmasının imzalanmasının üstünden tam 30 yıl geçti. İzvestiya gazetesi anlaşmanın yıl dönümünde eski Sovyet cumhuriyetlerinin makro ekonomi ve nüfus verilerini kıyasladı. SSCB'nin yıkılması kime yaradı, kime iyi gelmedi? İşte bazı rakamlar:

 

Rusya. 

Birliğin ana ülkesi aradan geçen 30 yılda gayri safi milli hasılasını 3 kat arttırarak 518 milyar dolardan 1,48 trilyon dolara çıkardı. Ne var ki 1989'da 147 milyon olan Rusya nüfusu şu anda 145 milyona gerilemiş durumda. Ülkede ortalama ömür beklentisi 73 yıl. Kişi başı yıllık gelir ise 11 bin dolar civarında.

 

Ukrayna.

1990'da 81,5 milyar dolar olarak hesaplanan GSMH'sini ancak 155 milyar dolar çıkarabildi. İki kere devrim yaşanan ülke doğusunda Rusya destekli ayrılıkçılarla mücadele ediyor. Ukrayna nüfusu da 30 yılda 51 milyondan 41 milyona geriledi.

 

Belarus. 

GSMH'si 30 yılda 21,5 milyar dolardan 60 milyar dolara yükseldi. Nüfusu ise tıpkı Rusya ve Ukrayna gibi geriliyor. 1989'da 10,1 milyon olan nüfusu şu anda 9,35 milyon.

 

Estonya. 

Baltık ülkesinin 1995'te 4,5 milyar dolar olarak hesaplanan GSMH'si bugün 30,6 milyar dolar. Estonya bugün Avrupa Birliği ve NATO üyesi. 1991'de 1,56 milyon insanın yaşadığı ülkenin nüfusu bugün 1,3 milyon. Kişi başı yıllık gelir ise 26 bin doların üzerinde.

 

Azerbaycan.

SSCB'nin dağılmasından en kârlı çıkan ülke Azerbaycan olabilir. 1992'de yalnızca 450 milyon dolar olarak hesaplanan GSMH bugün 42,5 milyar dolar. Hatta 2014'te bu gösterge 75 milyar dolara kadar çıkmıştı. 30 yılda ülkenin nüfusu da 7 milyondan 10 milyona yükselmiş durumda.

 

Kazakistan.

Orta Asya cumhuriyetinin GSMH'si de 27 milyar dolardan 170 milyar dolara yükseldi. Bölgedeki en istikrarlı ülkelerden biri olan Kazakistan'ın nüfusu da 16,5 milyondan 19 milyona çıktı. Kazakistan ayrıca 74 yıl ile ortalama ömür beklentisinin en yüksek olduğu eski Sovyet cumhuriyeti.

 

Tablo:

1991'de Sovyet cumhuriyetlerinde kişi başına düşen gelir (dolar olarak).


Kaynak: RBC

8 Aralık 2021 Çarşamba

Kendi gitti, adı kaldı yadigâr... SSCB'nin açılımını bile bilmiyorlar


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Sık sık Sovyet nostaljisi haberleriyle gündeme gelen Rusya'da yeni bir anket vatandaşların geçmişle ilgili bilgilerinin "net" olmaktan uzak olduğunu ortaya koydu. 

Devlete bağlı kamuoyu yoklama kuruluşu VTsİOM'un anketine katılanların yüzde 11'i SSCB kısaltmasının ne anlama geldiğini  dahi bilmediğini itiraf etti. 

"SSCB'siz 30 Yıl" başlıklı ankete katılanların yüzde 8'lik bir bölümüyse açılımı hatalı biliyor.

Kısaltmanın Türkçedeki doğru açılımı Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği şeklinde. VTsİOM analistleri, soruya doğru yanıt veremeyenlerin büyük bir bölümünün 18-24 yaş arası grupta bulunduğuna dikkat çekti.

Sovyetler Birliği'ni meydana getiren 15 cumhuriyetin 15'ini de eksiksiz bilenlerin oranı da yalnızca yüzde 6 olarak bulundu. 

Yüzde 27'lik bir kesim ise tek bir cumhuriyeti bile doğru sayamadı. Sonradan Rusya Federasyonu adını alacak Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti'ni hatırlayabilenlerin oranı da yüzde 28'de kaldı.

Peki, modern Rusya'nın vatandaşları Sovyetler Birliği'ni hangi kavramlarla özdeşleştiriyor?

Katılımcıların yüzde 21'i  "aydınlık geleceğe duyulan güven, istikrar ve huzur" yanıtını verirken yüzde 13'lük bir kesim de "olumlu duygular, hoş anılar" yanıtını tercih etmiş.

Yüzde 11'lik bir grup içinse SSCB "çocukluk, gençlik günleri" demek.

Sovyetler Birliği'ni mal kıtlığı, uzun kuyruklar ve gıda karneleriyle hatırlayanların oranıysa yüzde 5. 

Analistler, modern Rusya'nın toplumsal ve ekonomik durumu kötüye gittikçe Sovyet nostaljisinin güç kazandığı görüşünde.