Moskova

Moskova

29 Ocak 2022 Cumartesi

Rusya'yı anlamak için 7 özdeyiş


Kaynak: https://medyagunlugu.com/

 

Rusya derin bir kuyu...

Rusya her sabah "Çözdüm" diye uyanıp her akşam "İyice kördüğüm ettim" diye uyuduğumuz bir muamma...

Rusya, kitaplardan öğrenilemeyecek, yaşanarak bir nebze anlaşılabilecek bir büyük bilmece...

Rusya'nın bazı "olmazsa olmazları" var. "Rusya yalnızca akılla anlaşılamaz" veya "Rusya'nın iki talihsizliği vardır…" gibi, Rusya'yı tanımlama çabasındaki bazı ünlü özdeyişlerin kökenini, bunların ne anlama geldiğini biliyor musunuz? RBTH derledi:  



1. "Ülkemizin toprakları oldukça geniş ve zengin. Ama düzen yok." 

Bu deyişin geçmişi 12. yüzyıla dayanıyor. O dönemde yazılan günlüklerde geçiyor. "Kiev Rus" yönetimi dönemine ait, Birinci Günlük olarak bilinen, "Son Yılların Öyküsü"nde geçen bir ifade. Daha sonra Rusya olacak olan bu topraklarda yaşayanların Vikinglere haraç vermekte oldukları belirtiliyor. Günlüklere göre sonunda Vikingleri uzaklaştırıyorlar ancak sonra birbirlerine düşüyorlar. Düzeni sağlamak için yabancı bir prensi, kendilerini yönetmeye davet ediyorlar. Vikinglere (Varangianlar) artık özdeyişe dönüşmüş olan bu mesajı gönderiyorlar: "Topraklarımız oldukça geniş ve zengin. Ama düzen yok. Gelin ve bizi yönetin." 

2.  "Bir Rus'u kazırsan, altından Tatar çıkar." 

Bu ifade günümüzde, Rusya'da ırkların ne kadar karışmış olduğunu belirtmek üzere kullanılıyor. Bu deyiş, Rusya'ya 19'üncü yüzyılda, Fransa'dan gelmiş. "Avrupalılar bizi, kendilerinden kabul etmek istemiyor" diyen Dostoyevski, Rusların Tatar gibi olduğunu düşünen Fransızların, bunu bir özdeyişe dönüştürdüklerini yazar. Marquis de Custine de 1839'da, kitabı "La Russie"de, "Onların tam anlamıyla Tatar oldukları dönemin üzerinden bir yüzyıl bile geçmedi" der.    

3. "Rusya akılla anlaşılamaz." 

En ünlü deyişlerden biri.  Fyodor Tyutçev'in 1866'daki felsefi dizelerinin ilk satırı. 

Rusya sadece akılla anlaşılamaz,   
Hiçbir ölçü, onun büyüklüğünü ölçemez, 
Yalnız ve özgündür, 
Ona sadece inanılır  

4. "Rusya'nın sadece iki müttefiki vardır: Ordusu ve donanması." 

Çar III. Aleksandr'a atfedilen bir ifade. Bakanlarına daima şunu söylediği belirtilir: "Dünyada sadece iki sadık müttefikimiz var. Biri ordumuz, diğeri de donanmamız. Tüm diğerleri, ilk fırsatta bizim karşımıza geçer." Bu ifadeler, Çar'ın, Avrupa'ya yönelik daimi kuşkuculuğunu yansıtıyor.  

5  "Bize elinde kılıçla gelen, kılıçla ölecektir." 

Sergey Eisenstein'in 1938 yapımı filminde, Orta Çağ hükümdarlarından Aleksandr Nevski konu alınır. Nevski, filmin sonunda tutsak Cermen şövalyelerini serbest bırakırken, "Gidin ve yabancı topraklarda, Rusya'nın ayakta olduğunu anlatın! Bize barışla gelenler, konuk olarak karşılanacaktır. Ancak elinde kılıçla gelenler, kılıçla öleceklerdir. Rusya bunun üzerinde duruyor ve sonsuza kadar da böyle duracak."  

6. "Rusya'nın çok geniş toprakları vardır ancak geri çekilecek en küçük bir yeri dahi olamaz." 

İkinci Dünya Savaşındaki Panfilov bölüğünün komutanı Vasili Kloçov'a ait, siyasi propaganda ifadesi olduğuna inanılır.   

7. "Rusya'nın iki şanssızlığı var: Aptalları ve yolları". 

Kökeni tartışmalıdır. 19'uncu yüzyıl yazarlarından Nikolay Gogol'e atfedilir.

 

(TürkRus.Com) 

Dünyaca ünlü Rus yazar Anton Çehov, 162 yaşında


Kaynak: https://tr.sputniknews.com/

 

Dünyaca ünlü Rus yazar Anton Çehov, 100’den fazla dile çevrilmiş 300’den fazla farklı eseriyle dünya edebiyatındaki önemli yerini korumaya devam ediyor. 29 Ocak 1860’ta Rusya'da dünyaya gelen ünlü tiyatro yazarı ve modern öykücülüğün kurucusu Çehov, bugün 162 yaşında.

29 Ocak 1860 tarihinde Rusya‘nın güneyinde bir taşra kenti olan Taganrog’da ortanca çocuk olarak dünyaya gelen Anton Pavloviç Çehov, 1876 yılında bakkal dükkanı işleten babasının iflas etmesinin ardından Moskova‘ya taşındı.

Moskova'ya taşınmasının ardından lise eğitimine burada devam eden Çehov, üniversite eğitimine TIP fakültesinde devam etti. Tıp öğrencisi olduğu dönemde ailesinin gelirine de katkı sunmak amacıyla gülmece dergilerinde yazılar kaleme alan Çehov, üniversiteyi bitirmesinin ardından ilk kitabını yayımlattı.

19. yüzyılın en büyük yazarlarından kabul edilen Anton Çehov, 1862 yılındaki kolera salgını sırasında doktor olarak görev yaptı.

15 Temmuz 1904 tarihinde Almanya’nın Badenweiler kentinde 44 yaşında verem hastalığından hayatını kaybeden Anton Çehov’un tüm eserleri, ölümünden 40 yıl sonra 20 cilt halinde yayımlandı.

Modern öykücülüğün kurucusu olarak gösterilen Çehov'un yazdığı eserler sadece edebiyat dünyasına değil, birçok farklı sanat alanında üretimler gerçekleştiren sanatçıları da etkiledi.

27 Ocak 2022 Perşembe

Gitti gördü yenildi çekildi

 

Fuad Safarov

Kaynak: https://medyagunlugu.com/

 

Fransa İmparatoru Napolyon Bonapart'ın yüz binlerce askerle çıktığı Rusya seferinin bozgunla sonuçlanmasının nedenleri arasında dondurucu kış koşulları ve Rus ordusunun yıldırma taktikleri hep başlarda sayılır. 

Ancak son zamanlarda Rus tarihçiler, Moskova’ya girmeyi başaran Fransız ordusunun apar topar çekilmek zorunda kalmasının bir nedeninin de “diyera” (ishal) salgını olduğunu söylemeye başladı. 

1812 yılında yaşanan savaşa ait tarihi belgelere atıfta bulunan Rusya Burdenko Askeri Hastane Araştırma Merkezi ve Müzesi yetkilileri, savaştan bir ay önce Napolyon'un askerleri arasında aniden “diyera” salgının başladığını söylüyor. Rusya'nın çok okunan günlük gazetelerinden Moskovski Komsomolets'e konuşan tarihçiler, "Fransız ordusundaki doktorlar ve tıp uzmanları hızlı hareket eden birliklere yetişemiyordu. Yetersiz beslenme ve aşırı yorgunluk askerleri yıprattı. Bu da orduda kitlesel hastalıklara yol açtı" diyor. 

Tarihçilere göre, Fransız askerler arasında “diyera”nın giderek yayılması ordu komutanlarında büyük endişe yarattı. 9. Tabur Komutanı General Merl 3 Ağustos 1812 tarihli raporunda salgın nedeniyle çoğu askerin çatışmaya katılmadığını bildirmiş. Örneğin, sadece 6. Bavarya Birliği'nin 14 bin askeri bu yüzden savaşa katılamamış. 

Rus ordusuyla çatışmalar artarken, Fransız seyyar askeri hastaneleri beklemedikleri oranda yüksek ”diyera” salgını karşısında çaresiz kalmış. 1812 yılının Ekim ayında Fransızlar Rusya'dan çekilirken, değişik hastalıklarına yakalanan binlerce askerini savaş meydanında bırakmış. 

Ancak bu iddiaya katılmayanlar da var. 

Rusya'nın askeri tarihçilerinden, yazar Prof. Dr. Rudolf İvanov, "Savaşı şanlı Rus ordusu ve askerlerimiz kazandı. Bazı hastalıklar ve ayrıca kış şartları da olabilir. Fakat o dönem Rus ordusu toparlandı ve Napolyon'a karşı hamleler geliştirdi. Sonuçta Rus askerleri Avrupa'ya kadar giderek işgalcileri topraklarımızdan kovdu" diyor. 

22 Ocak 2022 Cumartesi

Rusya gaz-petrolle kalmadı


Kaynak: https://turkrus.com/

  

Rusya 2021 yılında ham madde ve enerji ürünleri harici ihracatını yüzde 36 oranında arttırarak 191 milyar dolara çıkardı. Rusya İhracat Merkezi, böylece bu kategoride yeni bir rekora imza atıldığını açıkladı. 

İhracatı en çok artan ürün grupları arasında metal, gübre, ağaç ürünleri, kimyasal malzeme, plastik ve enerji ekipmanı başı çekiyor.

Merkezden yapılan açıklamada son bir yılda kimya sanayi ürünleri ihracının yüzde 54, metalurji ürünleri ihracının yüzde 52 ve orman ürünleri ihracının yüzde 43 oranında arttığına dikkat çekildi.

Rusya'nın müşterileri arasında ilk sıra 15,6 milyar dolarlık alımla Çin'e ait. Kazakistan 14,4 milyar dolarla ikinci, Belarus 11,4 milyar dolarla üçüncü sırada. 

Bu üç ülkeyi 10,9 milyar dolarlık alımla Türkiye ve 7,9 milyar dolarlık alımla ABD izlemekte.

20 Ocak 2022 Perşembe

Tarımda Rusya'nın 1 numaralı müşterisi Türkiye


Kaynak: https://medyagunlugu.com/

 

Son yıllarda Rusya’dan Türkiye’ye hızla artan tarım ürünleri ihracatı, 2021’de rekor kırdı. Böylece Türkiye, daha önce Rusya’nın 1 numaralı müşterisi olan Çin’i de geride bırakarak liderliğe yükseldi. Geçen yıl 36 milyar doları aşan tarım ihracatı ile Rusya bu sektörde de büyük atılım gösterdi. 

Rusya Tarım Bakanlığı'na bağlı Agroexport federal ajansından yapılan açıklamaya göre, Türkiye'nin 2021'de Rus tarım ürünleri alımı yüzde 38 artarak 4,3 milyar dolara ulaştı. 

Açıklamada, "Federal Gümrük Servisi'nden alınan ön verilere göre 2021'de Rusya'nın Türkiye'ye tarım ihracatı 13 milyon tona ulaştı. Yıllık bazda ihracat, 2020’ye kıyasla yüzde 38 arttı. Bu sayede Türkiye Çin'i geride bıraktı ve en büyük müşterimiz oldu. Türkiye yüzde 12'lik pay ile Rusya’dan tarım ürünleri alımında ilk sırada yer alıyor" denildi. 

Raporda, Türkiye'nin Rus buğdayı alıcıları arasında lider ülkelerden biri olduğu hatırlatıldı.  

2021’de Türkiye’ye 1,8 milyar dolar tutarında, 6,7 milyon ton buğday sevk edildi.  

Türkiye geçen yıl da Rus ay çiçek yağının en büyük ithalatçısı konumunu korudu. Satış miktarı yüzde 42 artarak  913 bin tona, satı geliri ise 2,5 kat artarak 1,1 milyar dolara ulaştı.  

Ayrıca, 2021'de Türkiye, hacim olarak 3,1 kat (1,2 milyon ton) ve değer olarak 4,2 kat (309 milyon dolar) artışla en büyük arpa alıcısı oldu. 

Kepek alımı 1,1 milyon ton (yüzde 21 artış) ve 235 milyon dolar (yüzde 21 artış) olarak hesaplandı. 

Agroexport verilerine göre, baklagil ürünleri satışı da dört kat aratarak 206 milyon dolara çıktı. Küspe de çok alınan ürünler arasında. 

Rapora göre, 2030 yılına kadar Rusya'dan Türkiye'ye tarım ürünleri satışı 5 milyar doları aşabilir. 

Agroexport'un daha önceki raporuna göre, Rusya Federasyonu'ndan tarım ürünleri ihracatı 2021'de yüzde 22 artarak 36 milyar dolara çıktı. 

Öte yandan geçen yılın ilk 10 ayına ilişkin veriler dikkat çekici: 

Rusya Federal Gümrük Servisi bu yılın ilk 10 ayına ait Rusya ile Türkiye arasındaki ithalat ve ihracat verilerini yayımladı. 

Ocak-Ekim 2021 döneminde Rusya ile Türkiye arasındaki ticaret hacmi yıllık bazda yüzde 52 artışla 25 milyar 692 milyon dolara ulaştı. 

Rusya’nın Türkiye’ye yaptığı ihracat yüzde 57,9 artarak 20 milyar 438 dolara yükseldi. Türkiye Rusya’dan en çok enerji alanında alım yapıyor. 

Türkiye’nin Rusya’ya yaptığı ihracat da aynı dönemde artış gösterdi. 

Yılın ilk 10 ayında Türkiye’den Rusya’ya yapılan ticaret yüzde 32,5 oranında artarak 5 milyar 254 milyar dolara çıktı. 

Yani Türkiye'nin Rusya'ya ihracatının çok büyük bölümü, sadece Rusya'dan yapılan tarım ithalatını karşılayabiliyor. 


(TürkRus.Com)

Ünlü Rus komutan 'General Kış'



Kaynak: https://medyagunlugu.com/

 

Tarih boyunca girdikleri "ölüm kalım" savaşlarında Rus ordularının en büyük yardımcısının kış olduğu söylenir. Ruslar da her vesile ile kışın gücü arkalarında oldukça bileklerinin bükülemeyeceğini söylerler.

Rusya'nın bu yaman müttefikine "General Kış" adını layık görenler ise İngiliz mizahçıları. Napolyon'un büyük bir hevesle giriştiği 1812 seferinde Rusya'nın sert kışı tarafından hezimete uğratılmasını bir mizah dergisi "General Frost Shaving Little Boney" (General Kış Küçük Sıskayı Tıraş Ediyor) sözleriyle alaya almış. Böylece deyim tarihte yerli yerine oturmuş. Gerçekten de 600 bin kişilik Napolyon'un "Grande Armee"sinde (Büyük Ordu) geriye sadece birkaç on bin Fransız canını kurtarıp evine dönebilmiş. 

Rusya'nın kışına yenilenler sadece Fransızlar değil. Soğuk iklime alışkın İsveçliler bile 1708'deki savaşta "General Kış"a yenik düşmekten kurtulamamış. İsveç ordusundaki asker ve atların neredeyse yarısı donarak ölmüş.

Ne var ki zaman zaman "General Kış"ın Rus ordularına karşı savaştığı da bir vakıa. Finlandiya ile SSCB arasında 1939'da patlak veren Kış Savaşı'nda Fin ordusunun 25 bin kişilik kaybına karşılık Sovyetlerin 126 bin asker yitirdiğini hatırlamak yeterli.

"General Kış"ın Rusların aleyhine çalıştığı bir diğer vaka da 2. Dünya Savaşı sırasında cereyan eden Moskova Savaşı. -30, hatta -50 derecelere kadar düşen hava sıcaklığında donan toprak Alman zırhlılarına manevra için sağlam bir zemin sunmuş.

Yine de Doğu Cephesi'ndeki savaşın tamamında "General Kış"ın, bir diğer meşhur savaşçı olan "General Çamur"la birlikte Sovyetlere çalıştığına şüphe yok. Bu bahiste Almanların koca bir orduyu Stalingrad soğuğunda bıraktığını hatırlamakta yarar var ki, Stalingrad çarpışmaları 2. Dünya Savaşı'nın seyrinde de bir dönüm noktası niteliğindeydi.

(TürkRus.Com)

Ruslar karla nasıl mücadele ediyor?


Kaynak: https://medyagunlugu.com/

 

Türkiye'nin gündeminde yine yoğun kar yağışı ve insanların yollarda mahsur kalması var...Yılın büyük bölümünü şiddetli kış altında geçiren yabancı kentlerde, örneğin Moskova'da benzer durumda ne yapılıyor? Moskova kara teslim oluyor mu? Olmuyorsa nasıl mücadele ediyor? 

Kestirmeden söylemek gerekirse Moskova kara teslim olmuyor. Ama bunun teknolojik açıdan ileri gitmek, daha yüksek IQ seviyesine sahip olmak ya da çalışkanlıkla hiçbir ilgisi yok. Aslında işi sırrı şu basit iki kelimede gizli: Hazır olmak. 

Kar ve soğukla yaşamak zorunda olan Moskova'nın hazırlıkları neler? 

Öncelikle Moskova Belediyesi'nin emrinde yolları açık tutmak için yedi bine yakın araç bulunuyor; yani karın aniden bastırması halinde binlerce araç yolları açık tutmak için anında seferber olabiliyor. İkincisi, Moskova Belediyesi'nin sokakları kardan temizlemek için tam 36 bin işçisi var. Buzlanmanın önlenmesi için yıl boyunca yollarda 260 bin ton sıvı, 83 bin ton da katı madde kullanılıyor. Toplanan karlar eskiden Moskova Nehri'ne boşaltılırdı, şimdi sayıları 20 civarında olan kar eritme tesisine gönderiliyor. Şaşırtıcı gelse de bizdeki klasik " zincir-takoz- çekme halatı" üçlüsü Moskovalı sürücülerin yabancı olduğu kavramlar, araçlara zincir takmak resmen yasak!  Zaten karla başarılı şekilde mücadele edince zincire gerek kalmıyor, çivili lastik ya da kar lastiği yeterli oluyor. Tabii bu koşullarda normal sürücülerin aklına yaz lastikleriyle dolaşmak ve "Alem şoför görsün!" diye hava atmak da gelmiyor. 

Yoğun bir kar yağışıyla mücadele etmenin Moskova Belediyesi'ne günlük maliyeti yarım milyon dolar. Bir ara uçakların yardımıyla kar bulutlarının dağıtılması da düşünülüyordu ama sonradan vazgeçildi. 

Elbette, nüfusu 12 milyonu geçen Moskova tüm bu önlemleri almak, karla hiç ara vermeden mücadele etmek zorunda çünkü aylarca kışın altında kalan kentin başka türlü yaşaması mümkün değil.  

Ama sihirli formülü tekrarlamak gerekirse, işin sırrı "hazır olmak"ta... 

2000'li yılların başında Moskova'da bir mayıs ayında aniden şiddetli kar yağışı başladı. Bu, ne meteorolojinin öngördüğü ne de Moskova Belediyesi'nin hazır olduğu bir kar fırtınasıydı. Peki, ne mi oldu? Türkiye'de sık sık ne yaşanıyorsa aynısı Moskova'da yaşandı; yani yollar karla kaplandı, trafik felç oldu, kışlık lastikleri çıkaran araçlar birbirine girdi, uçaklar uçmadı, kısacası hayat tıpkı bizdeki gibi felç oldu. Çünkü Moskova mayıs ayında gelen kara hazır değildi...

 

Rusya'daki 'Osmanlı harikası'


Fuad Safarov

Kaynak: https://medyagunlugu.com/

 

Rusya’nın Karadeniz kıyısındaki Taman Yarımadasında yüzyıllar önce inşa edilen Osmanlı çeşmesi yapımında kullanılan gelişmiş ve karmaşık teknolojisi nedeniyle büyük ilgi çekiyor. 

Karadeniz'le Azak Denizi’nin birleştiği noktada bulunan bölgede antik uygarlık, Rus Orta Çağı, Bizans ve Osmanlı kültürünün izlerini taşıyan eserler yer alıyor. Bir zamanlar Osmanlı’ya ait yarımada 1787 yılındaki Rus-Türk savaşının ardından Rusya’ya bağlanmış. 

Rus gazeteci ve tarihçi Natalya Zavyalova, sularının şifalı olduğuna inanılan ev şeklindeki çeşmenin muhtemelen 17. yüzyılda inşa edildiğini söylüyor. Zavyalova, “O dönemler burası Kırım Hanlığı'na aitti ama fiiliyatta söz sahibi olan Osmanlı'ydı. Araştırmalara göre, o dönemlerde burada içecek su sorunu vardı” diyor. Bazı Rus internet kaynakları ise, 15. yüzyılda yapıldığını tahmin ettikleri çeşmeden çağının ilerisindeki teknolojisi nedeniyle "mühendislik harikası" diye söz ediyor.

Zavyalova'ya göre Osmanlı’nın eşsiz çeşmeyi inşa etmesiyle ilgili birçok efsane var.  

Bir efsaneye göre, Taman’daki Türk paşanın memleketten bir kız akrabası misafirliğe geliyor. Kötü ve tatsız su yüzünden kız her gün giderek güzelliğini kaybedince paşa bölgede su sorununu çözmek için çeşmeyi yaptırıyor.  

Bir başka efsaneye göre ise çeşmeyi paşanın kızına aşık olan Özbek asıllı saray bahçıvanı Rahim yaptırmış. Paşa ona hem para hem de kızıyla evlenme vaadinde bulununca. Rahim aşkı uğruna ustalarla çeşmeyi yapmış. Fakat paşa daha sonra bir nedenle kızını vermekten vazgeçmiş. Öldürüleceğini düşünen Rahim korkarak bölgeden kaçmış. 1666 yılında bölgeye gelen Türk gezgin Evliya Çelebi de Taman Yarımadasının acilen bir çeşmeye ihtiyaç duyduğunu söylüyor. 

Osmanlı’nın inşa ettiği boru hatlarının mükemmel bir yapı ve aynı zamanda tarihi eser olduğunu belirten Zavyalova, “Bir dönem herkes çeşmenin su kaynağının artezyen olduğuna inanıyordu. Ama incelemelerden sonra burada eşi benzeri bulunmayan bir hidro teknolojik sistemin varlığı ortaya çıktı. Yerin altına onlarca kilometre boru hattı döşenmiş. Bölgede denizden gelen su rutubetlenerek buharlaşıyor, kumların altındaki seramik borular ise buharı emerek tekrar suya dönüştürüyor. Bu borular hava sıcaklığının 20’den fazla olduğu zaman bile ısınmıyor" diyor 

20. yüzyılın ortalarına doğru Osmanlı çeşmesinin bölgenin en başlıca su kaynağı olduğunu anlatan Rus gazeteci, "19. yüzyılda Rusya İmparatorluğu, çeşmede suyun azalması ve meydana gelen teknik sorunları çözmek için bölgeye uzman göndermiş. O zamanın parasıyla bin 500 ruble tutan çalışmalar devlet bütçesinden finanse edilmiş. Rusya’da buna benzer bir çeşme yok. Bugün de bölge halkı ve yerli ve yabancı turistler bidonlarla su doldurabilmek için buraya geliyor. Çünkü Osmanlı Türk çeşmesinin suyu temiz ve tatlı. Bölgeye Türk turistleri de davet ediyoruz" diye konuşuyor. 

Rus kaynaklara göre, bazı günlerde Osmanlı çeşmesi kapalı tutuluyor. Eskiden günde 30 bin litre su akan çeşmeden bugün yaklaşık 3 bin litre su akıyor. Çeşme suyunun böbrek, mide ve bağırsak hastalıklarına iyi geldiğine inanılıyor.. Bölgenin turizm ve haber portallerinde Osmanlı çeşmesi hakkında binlerce kaynakta çok geniş bilgi var. İnternet forumlarında kullanıcılar Osmanlı çeşmesinin ziyaret edilerek görülmesi gereken tarihi eser olduğunu söylüyor. 

Taman'daki Türk çeşmesi ile ilgili Rusça bir video:





18 Ocak 2022 Salı

Yaşam kalitesi: Rusya mı SSCB mi?



Kaynak: https://turkrus.com/

  

Rus ekonomistler Sayıştay Başkanı Aleksey Kudrin'in günümüz Rusya'sında yaşam kalitesinin Sovyetler Birliği dönemindeki kıyasla daha yukarıda olduğu yönündeki sözlerini değerlendirdi. Putin'e yakınlığıyla bilinen eski Maliye Bakanı Kudrin, şimdilerde yaşam standardının SSCB yıllarına kıyasla yaklaşık yüzde 20 daha yüksek olduğunu söylemişti.

RBC gazetesinin görüşüne başvurduğu uzmanlar, Rusya ve SSCB'yi biçimsel göstergeler üzerinden kıyaslamanın doğru olmadığı kanısında. Gazete de Birleşmiş Milletler insani kalkınma endeksinde Rusya'nın SSCB dönemine kıyasla iki kat gerilediğine dikkat çekiyor.

Moskova Devlet Üniversitesi'nden Natalya Zubareviç de Kudrin'in sözlerine eleştirel yaklaşan uzmanlar arasında. Zubareviç, Sovyetler Birliği döneminde gelir adaletsizliğinin neredeyse hiç olmadığını, bugünün Rusya'sının ise bu konuda bir Latin Amerika ülkesi görünümünde olduğunu belirtiyor. Zubareviç Kudrin'in telaffuz ettiği yüzde 20'lik oranın doğru olduğu, ancak bu oranın nüfusun her katmanı için geçerli olmadığı görüşünde.

Macro-Advisory baş ekonomisti Vladimir Tihomirov da dolar bazında Rusya vatandaşlarının gelirinin arttığı düşüncesinde. Ancak Tihomirov iki dönemin kıyaslanmasında en büyük güçlüğün fiyatlandırma sistemlerindeki farklılıktan ileri geldiğini dile getiriyor. Ekonomiste göre bu nedenle bir kıyaslama yapmak anlamsız.

Yüksek Ekonomi Okulu'ndan Vladimir Salnikov da iki dönem arasında kıyaslama yapmanın doğru olmadığını düşünenlerden. Salnikov, Tihomirov gibi mal ve hizmetlerin yanı sıra fiyatların da değiştiğine dikkat çekiyor. Buna göre örneğin otomobil almak SSCB'ye kıyasla çok daha kolay iken aynısını kaliteli sağlık hizmeti ya da gıda ürünü için söylemek zor.

Kudrin'in açıklaması dün şöyle haber olmuştu:

Uzun süredir devam eden tartışmaya, eski Maliye Bakanı ve Putin'e yakın isimlderde, şimdiki Sayıştay Başkanı Aleksey Kudrin de katıldı. Kudrin, günümüz Rusyası'nda yaşam standardının SSCB yıllarına kıyasla yaklaşık yüzde 20 daha yüksek olduğunu söyledi. 

Gaydar Forumu’nda değerlendirmelerde bulunan Kudrin, 2003-2004 yılı civarında, Rusya'nın SSCB'nin çöküşünden önceki yaşam standardına geri dönmeyi başardığını söyledi.

Kudrin'e göre, 2000'den 2011'e kadar ülkede yaşam standardı üç katına çıktı.  

Genel ekonomik değerlendirmelerde bulunan Kudrin, Rusya'nın kamu borcunun dünyanın en düşük borçlarından biri olduğunu vurgulayarak, "Rusya bugün şüphesiz normal bir piyasa ekonomisi haline geldi. 1989'da bunu düşünmek, bir peri masalı gibi görünürdü. Aslında bu büyük bir başarıdır. Bu kadar hızlı bir dönüşüm, bu kadar büyük ve hızlı değişimler kolay değil” dedi.

Kudrin ülkede ekonomik büyümenin bu yıl resmi tahminin altında olacağını öngördü. Kudrin, 2022 GSYH büyümesinin resmi tahmin olan yüzde 3’ün altında kalacağı tahminini paylaştı.

Yüzde 4 enflasyon hedefinin de olumlu olduğunu belirten Kudrin, ancak bu hedefin gerçekleştirilmesinin kolay olmadığı fikrini dile getirdi.

Diğer yandan, Rusya’nın ekonomik büyüme potansiyeline sahip olduğunun altını çizen Sayıştay Başkanı, “GSYH, ben başbakan yardımcısı olduğum 11 yılda yüzde 67 büyürken, son 13 yılda ise sadece yüzde 13 büyüme kaydedildi. Fakat bu, potansiyelimizin olduğunu gösteriyor. Yapısal reformların hayata geçirilmesi halinde, çok daha yüksek, dünya standartlarında büyüme temposu yakalayabilirdik. Devlet başkanının önümüze koyduğu hedef bu” diye konuştu.

Ekonomik Kalkınma Bakanlığı’nın son verilerine göre, Rusya ekonomisinde 2021 büyüme rakamının yüzde 4,3 olması bekleniyor. Putin, bu hedefi yüzde 4,5 olarak açıklamıştı.

Bakanlığın 2020 GSYH büyümesi hedefi ise yüzde 4,2.

 

4 Ocak 2022 Salı

Rusya yılbaşını kaç kere kutluyor? 1 Eylül ve 1 Mart da varmış!


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Rusya'da her şeyin olduğu gibi yılbaşının da karmaşık bir tarihi var. Örneğin 1 Ocak gününün tatil olarak kutlanması 1948'den bu yana uygulanan bir pratik. O tarihten önce Ruslar yılın ilk gününü iş başında geçiriyordu.

Hıristiyanlık öncesi dönemde Ruslar yeni yılın gelişini 1 Mart günü kutluyordu. Bunun sebebi kimilerine göre Roma takviminin esas alınması, kimilerine göreyse zirai açıdan yeni yılın bahar aylarında başlamasıydı. 

Ancak Rusya üzerinde en çok etki bırakan medeniyetlerden Bizans'ın yılbaşını 1 Eylülde kutlamaya başlamasıyla birlikte Rusça konuşulan topraklar da bu uygulamayı benimsedi. Petro dönemine kadar yılbaşı 1 Eylül günü kutlandı. 

Ülkenin kalkınmak için Avrupa'yı örnek alması gerektiği düşüncesinde olan yeni çarsa 1700 yılından itibaren yılbaşı için 1 Ocak tarihini belirledi. Hatta aynı kararnameyle Hıristiyanlık takviminden de vazgeçildi ve 31 Aralık 7208'i  1 Ocak 1700 takip etti.

1917 devrimiyle iktidara gelen Bolşevikler, bu reformlara bir yenisini ekledi ve Gregoryen takvimi kabul ederek aradaki 13 günlük farkı ortadan kaldırdı ve takvimi dünyanın büyük bir bölümüyle eşitledi.

Buna karşın Ortodoks gelenek Jülyen takvimi takip etmeyi sürdürdü. Bu yüzden günümüz Rusyasında yılbaşı gayrıresmi olsa da 13 gün arayla iki kere kutlanıyor.

3 Ocak 2022 Pazartesi

Rusya'nın en Sovyetik şehirleri


Kaynak: https://turkrus.com/

  

Yandex harita servisi, RBC gazetesinin isteği üzerine ülkede Sovyet döneminden kalma yer ve sokak isimlerini analiz etti. Örneğin başkent Moskova'da SSCB'nin kurucusu Lenin'in adını taşıyan 10 sokak bulunuyor. Ülkede en çok "Sovyet Sokağı" ise St. Petersburg'da. Şehirde bu isimde tam 27 sokak bulunmakta.

Ancak bu sayıya rağmen ülke genelinde toplam sayıya oranla Sovyetler'den kalma isimlerin en az olduğu yer yüzde 0,6'lık oranla başkent Moskova. St. Petersburg'da da oran yalnızca yüzde 1,3.

Oranın en yüksek olduğu bölge ise yüzde 9,4 ile Mordovya. Cumhuriyet, Sovyetler Birliği döneminde çok sayıda gulaga da ev sahipliği yapmıştı.

Devrimin önemli simalarından Mihail Kalinin anısına verilen sokak isimlerinin en fazla olduğu şehir ise 9 ile Saratov. Kalinin'in adını taşıyan sokak sayısı Krasnodar'da 7, Voronej'de 5.

1934'te cinayete kurban giden komünist parti yöneticisi Kirov'un adı en çok Omsk'ta yaşatılıyor. Şehirde bu adı taşıyan 10 sokak var.

Komünizmin baş teorisyeni Karl Marx'ın adına en çok St. Petersburg'ta rastlanıyor. Şehirde 4 sokak Marx'ın adını taşımakta. Moskova'da ise bu sayı 3.

Ekim Devrimi anısına verilen yer ve sokak isimlerinde başkent Moskova 22 ile başı çekiyor. İkinci sorada 14'le Bryansk var.

2 Ocak 2022 Pazar

Sovyetler Birliği'nin dağılmasının 30. yılı


Cenk Başlamış

Kaynak: https://medyagunlugu.com/

 

Gazeteci Cenk Başlamış, 30. yılında Sovyetler Birliği'nin dağılmasının perde arkasını BBC Türkçe için yazdığı yazıda değerlendirdi:

 

Milyonlarca öfkeli insan nefret ettikleri adamın konuşmasını izlemek üzere televizyonlarının başında toplanmıştı. Evlerine son kez konuk ettikleri adam vakur görünmeye, üzüntüsünü ve hayal kırıklığını gizlemeye, “suçsuz” olduğunu anlatmaya uğraşıyordu.  

Sovyetler Birliği'nin ilk ve son devlet başkanı Mihail Gorbaçov'un 11 dakikaya sığan istifa konuşması sadece kişisel bir tükeniş değildi, 290 milyonluk dev bir ülkenin de hukuken son nefesiydi.  

25 Aralık 1991'de yapılan o konuşmadan bu yana yani bir zamanlar ABD ile dünyayı yöneten iki süper güçten biri olan Sovyetler Birliği'nin tarihe karışmasının üzerinden tam 30 yıl geçti.  

74 yıllık imparatorluğun 15 parçaya bölünmesi sadece birliği oluşturan cumhuriyetleri etkilemedi, uluslararası alanda da devasa sonuçları oldu. 

Sovyetler Birliği'nin dağılmasında elbette Batı'nın ambargosu gibi dış etkenler de rol oynadı ama bunlar da kısmen iç nedenlerle, Kremlin'in tercihleriyle bağlantılıydı. Örneğin, silahlanma ve uzay yarışına girilmesi ya da ekonomi sadece belirli alanlarda geliştiği için petrol fiyatlarının düşmesinden aşırı etkilenmesi gibi. 

Dağılmaya giden süreç  

Gorbaçov 11 Mart 1985'te Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin genel sekreterliğine seçildiğinde ekonomik ve siyasi sorunların farkındaydı. Kısa süre sonra Batı medyasında da manşetlere çıkan iki önemli reformu uygulamaya başladı. Batı ile rekabetten nefes nefese kalan ekonomiyi yeniden yapılandırmak için “perestroyka”, korku imparatorluğuna dönen ülkenin rahatlayabilmesi, daha açık ve özgür konuşabilmesi için “glasnost” politikalarını en önemli hedefi haline getirdi.  

“Glasnost” toplum tarafından hemen benimsendi ve Gorbaçov'un reformlarıyla on yıllar sonra yeniden ilk kez umutlanan halk siyasi sorunları o ana dek görülmemiş bir heyecanla konuşmaya, tartışmaya başladı. Ama üstten gelen baskının azalmasıyla Baltık cumhuriyetleri başta ayrılıkçı, milliyetçi ve muhalif hareketlerin önündeki duvar da yıkıldı.  

“Perestroyka” cephesinde ise işler yolunda gitmiyordu: Batı ile neredeyse ölümüne rekabete giren Sovyet ekonomisi artık tıkanmıştı. Kaynaklarını ve önceliği silahlanmayla uzay yarışına ayıran ekonomi-bugüne benzer şekilde-enerji ithalatından gelecek gelire bağımlı olmuştu; çeşitlik sağlayamamış ve vatandaşlarının en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hale gelmişti. Oysa, komünizmin zamanla iktidardaki bir grubun ayrıcalıklı hakimiyetine dönüştüğü ülkede vatandaşların ulaşamadığı malları hatta daha lükslerini dilediğince tüketen bir sınıf da vardı.  

Gorbaçov'un toplum tarafından benimsenen reformları işte bu ayrıcalıklı sınıfın direnişiyle karşılaştı. İktidar ikiye bölünmüştü: Değişimi destekleyen liberaller ve görünüşte ideolojik nedenlerle karşı çıkan ama aslında ayrıcalıklarını kaybetmekten korkan “şahinler” yani sertlik yanlıları.  

“Pandora'nın Kutusu” açılınca  

İki grup arasında dengeyi sağlamaya çalışan Gorbaçov bir süre sonra “Pandora'nın Kutusu”nu açtığını anladı ve frene basma ihtiyacı duydu; tetiklediği depremin sonuçlarından korkmuştu. Ülkeyi dönüştürmekte kararlı liderin yerine bir adım ileri iki adım geri atan kararsız ve kafası karışık biri gelmişti. Bu noktada halkın desteğini kaybetmeye başladı çünkü reformlarını umutla destekleyenler yarı yolda bırakılmış, ihanete uğramış duygusuna kapıldı.  

“Pandora'nın Kutusu gerçekten de açılmıştı: Baltık'tan başlayarak ülkenin her yerinden isyan, çatışma ve kargaşa haberleri geliyordu. Örneğin Estonya kendi yasalarının Sovyet yasalarından üstün olduğunu açıklamış, Kafkasya'da Karabağlı Ermeniler Azerbaycan'dan tek yanlı bağımsızlık ilan etmişti. Hemen hemen yer yerde "halk cephesi" adında muhalif örgütler kuruluyordu. 

Liberallerin “çok yavaş”, tutucuların “fazla hızlı” gitmekle suçladığı Gorbaçov ilk çok adaylı seçimlere izin verdi ama ipleri gevşetmek için attığı her adım artık bağımsızlık rüzgârını daha da güçlendiriyordu.   

 

Boris Yeltsin'in rolü  

Sovyetler Birliği'nin dağılmasında çokça göz ardı edilen önemli bir konu var: Boris Yeltsin'le Gorbaçov arasındaki kişisel husumet.  

Gorbaçov iktidara gelince liberal kanattan Yeltsin'i Komünist Parti'nin Moskova bölümünün başına atamış ve ülkeyi yöneten Politbüro'nun yedek üyesi yapmıştı. Popülist bir politikacı olan Yeltsin, işe metroyla gitmeye başlayınca ayrıcalıklı yöneticilerden nefret eden Moskovalıların bir anda sevgilisi oldu. 1987 yılında iktidarı reformlarda yavaş kalmakla eleştiren Yeltsin Politboro'dan istifa edince Gorbaçov onu sorumsuzlukla suçlayarak görevinden aldı. Bu sırada garip bir olay yaşandı: İntihar mı, kalp krizi mi, yoksa saldırı mı olduğu anlaşılamayan gizemli bir hadise sonucu Yeltsin hastaneye kaldırıldı. Gorbaçov'un kendisinin görevden alınacağı toplantıya hasta yatağından kalkıp gelmesini istemesine, “Bu ahlaksız ve insanlık dışı hareketi hiçbir zaman affetmeyeceğim” diye tepki gösteren Yeltsin Sovyet liderine açıkça savaş açtı. 1989 yılında yeni oluşturulan Halk Temsilcileri Kongresi'ne bağımsız aday olarak seçilmeyi başaran Yeltsin muhalefet lideri konumuna yükseldi ve iktidara karşı yüz binlerce kişinin katıldığı gösteriler düzenlemeye başladı. 1990 yılında Komünist Parti'den istifa etti, ertesi yıl Rusya'nın ilk başkanı seçildi. Hemen ardından Rusya Federasyonu bağımsızlık kararı aldı.  

Bu sırada Doğu Avrupa'da tarihi gelişmeler başlamış, Berlin Duvarı 1989 sonlarında yıkılmıştı. Ülkesinin de parçalanma sürecine gittiğini gören Gorbaçov 17 Mart 1991'de son bir hamleyle Sovyetler Birliği'nin geleceğine ilişkin bir referandum düzenledi. Birliği oluşturan 15 cumhuriyetten altısının boykot ettiği oylamaya katılanların yüzde 78'i Sovyetler Birliği'nin devamı yönünde oy verdi.  
 

19 Ağustos darbesi  

Umutlanan Gorbaçov Sovyetler Birliği'nin kuruluşuyla ilgili belgenin yerini alacak yeni bir Birlik Anlaşması hazırlanmasını istedi. Böylece Sovyetler büyük ölçüde bağımsız cumhuriyetlerden oluşan bir federasyona dönüşecekti. Asıl sürpriz ise, Gorbaçov'a isyanın başını çekmeye başlayan Rusya Federasyonu'nun da anlaşmayı 20 Ağustos 1991 tarihinde imzalayacağını açıklamasıydı.  

Ancak bir gün önce, 19 Ağustos'ta, Gorbaçov'un Kırım'da tatilde bulunduğu sırada, aralarında savunma ve içişleri bakanıyla KGB başkanının da bulunduğu bir grup “şahin” üst düzey yetkili darbe girişiminde bulundu. Yeltsin'in tankın üzerine çıkarak başlattığı direniş, zaten kötü örgütlenen darbenin sadece iki buçuk günde çökmesini sağladı.   

21 Ağustos gecesi Gorbaçov Moskova'ya döndüğünde hâlâ devlet başkanıydı ama fiili iktidar darbeyi engelleyen Yeltsin'in eline geçmişti. İntikam saatinin geldiğini düşünen Yeltsin, her toplantıda Gorbaçov'u kameraların önünde aşağıladı, hakaret etti, dalga geçti. 24 Ağustos’ta Gorbaçov parti genel sekreterliğinden istifa etti. 

6 Kasım'da Rusya Federasyonu topraklarında Komünist Parti'yi yasaklayan Yeltsin 8 Aralık'ta Ukrayna ve Beyaz Rusya liderleriyle Sovyetler Birliği'nin yerine Bağımsız Devletler Topluluğu'nu (BDT) kurarak öldürücü darbeyi indirdi. Artık olmayan bir ülkenin başkanına dönüşen Gorbaçov'un 25 Aralık'taki istifası artık sadece bir formaliteydi. Bu olaydan sekiz yıl beş gün sonra onun koltuğuna oturan Yeltsin'in de televizyondan istifa konuşması yapması ise kaderin cilvesiydi.  


Uzmanlar ne diyor?  

“Sovyetler Birliği neden dağıldı” sorusunu yönelttiğimiz ikisi Rus biri Türk üç uzmanın değerlendirmeleri şöyle:  

Sergey Markov-Rusya Siyasi Araştırmalar Enstitüsü Başkanı:   

"Sovyetler içeride çok gelişmiş, eğitim, sağlık, ekonomi ve teknoloji bakımından ilerlemişti. Fakat siyasi devlet yapısı geride, neredeyse 1950'lerin düzeyindeydi. Dolayısıyla değişim başladığı zaman sistem yeniliklere dayanamadı ve çöktü. Ülkenin siyasi yönetimi de yaşlıydı ve tecrübesizdi, yeni krizlerin ne anlama geldiğini bilmiyordu. Kriz patlak verince her şey felç oldu ve sonuçta ülke dağıldı."  

Halil Akıncı-Eski Moskova Büyükelçisi-Türk Konseyi Kurucu Genel Sekreteri:  

Rusya geleneksel olarak otokrasiye dayanır. Gorbaçov'un reformları merkezin gücünü zayıflatınca sistem çöktü. Sovyet iktidarı üç ayak üzerine kurulmuştu: Siyasi, ekonomik ve enformasyon tekeli. Siyasi tekel zayıflamıştı, ekonomi kötüydü, gelişen teknoloji sayesinde, örneğin yabancı radyoların dinlenmesiyle enformasyon tekeli de çöktü. Dönemin muhalefet lideri Yeltsin'in Sovyetleri yıkmak istemesinin nedeni, Müslüman Orta Asya cumhuriyetlerini kambur olarak görmesi ve esas olarak Ukrayna ve Belarus'la üçlü bir Slav birliği kurmayı planlamasıydı.  

Vladimir Vasilyev-Rusya Bilimler Akademisine bağlı ABD ve Kanada Enstitüsü Öğretim Üyesi:  

"Sovyetler, o dönemdeki yöneticilerinin hainliği yüzünden yıkıldı. Gorbaçov'u, Dışişleri Bakanı Edard Şevardnadze'yi ve Politbüro'nun önemli üyesi Aleksandr Yakovlev'i kastediyorum. Sovyetlerin yıkılması planının temeli 1985 yılında atıldı yani Gorbaçov'un başa gelmesiyle süreç başladı. Gorbaçov yanına Şevardnadze ve Yakovlev'i alarak “perestroyka”yı başlattı. Amaç Sovyetleri yıkarak kapitalizmi getirmekti. Bunu yapmak için de “Soğuk Savaşı” kaybetmek gerekiyordu, öyle de oldu. Sovyetler kapitalizme yenik düştü. “ 

Türklerin Noel Babası "Ayaz Ata" üzerine tezler



Kaynak: https://turkrus.com/

 

"Türkler, 22 Aralık öncesinde bu bayrama hazırlanmak için evlerini ve yaşadıkları yerleri temizlerler, yeni ve temiz elbiseler giyerlerdi. Türklerde bugün Tanrı Ülgen'e sunulmak üzere hediye hazırlanır ve en yüksek tepede akçam ağacı altında dualar ederek hediyelerini buraya bırakırlardı. Bu olay gerçekleşirken bölgenin en bilge ve yaşlı kişisi en görkemli elbiselerini giyerek bu törene liderlik ederdi. Bu bilge kişi, Türk toplumlarının çoğunda farklı adlarla anılmıştır. Fakat genel kanaat Ayaz Ata isminin verildiğidir. Hatta Ayaz Ata'nın yaşlı olmasından dolayı ona yardımcı olarak torunu yaşında bir kızın yardımcı olduğudur."

Ruslardaki Ded Moroz ile yardımcısı Sneguruçka'nın benzerleri, aslında pek çok kültürde var. Bu konuda 2018'de Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yılmaz'ın Anadolu Ajansı'na yaptığı "Noel Baba'dan önce Ayaz Ata vardı" değerlendirmesi ilginç bilgiler içeriyor.  Gülsüm İncekaya'nın söyleşisini arşivden çıkardık ve Rusya'nın uzun tatil günleri için bir "okuma notu" olarak sizinle paylaşmak istedik:

"Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Salih Yılmaz, yeni yıl kutlamalarını batı, doğu toplumları ve Türklerde din üzerinden değil, inanç kültürü üzerinden açıklamak gerektiğini belirtti.

Yılmaz, "Türkler, milattan önceki yüzyıllarda bile yıl döngüsü olarak kabul edilen 21 Aralık gününü törenlerle kutlamıştır. Türk kültüründeki Ayaz Ata geleneği, Hristiyanlıktaki Noel Baba veya Ruslardaki Ded Maroz mitolojisiyle alakalı değil, tam tersi onlardan çok eskiye dayanan mitolojik bir gelenektir." dedi.

Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi, Rusya Araştırmaları Enstitüsü Başkanı (RUSEN) Prof. Dr. Salih Yılmaz, Türklerin yılbaşını kutlamasına, eski Türklerde bu kutlamaların nasıl olduğuna, kutlamaların sadece Hristiyanlıkta mı olduğuna ilişkin AA muhabirine değerlendirmelerde bulundu.

 

Prof. Dr. Yılmaz'a sorulan sorular ve verdiği cevaplar şöyle:

Türklerde "yıl döngüsü" olarak da nitelendirilen Nardugan Bayramı nedir?

Doğu toplumlarında önemli kutlamalardan birisi de karanlık ve aydınlığın 3 günlük savaşı olarak kabul edilen 22 Aralık günü gün ışığı başlayan, 24 Aralık akşamına kadar süren yıl döngüsü kutlamasıdır. Bu kutlamaya göre en uzun gece sona erip günler uzayacak ve Güneş daha fazla görünecektir. Güneş'in daha fazla görünmesi ise tanrının insanlara hediyesidir. Aslında bu olay bilimsel bir gerçeklikken insanoğlu tarihten beri bugünü, geleneksel bir törene dönüştürmüştür. Bu törenler toplumlar arasında farklı biçimde uygulanmıştır. Örneğin, bugünü ilk kutlayanlardan birisi de Türklerdir. 

Türkler eskiden beri 22 Aralık'ta gündüzün geceyi yenmesini bir zafer olarak nitelendirmekte ve bu zaferi akçam ağacı altında kutlamaktadırlar. Türklere göre güneşin doğuşu, yeni yıl döngüsü olarak kabul edilmiştir. Türkler, Güneş'e mitolojide 'Nar' ismini vermişlerdir. Türk atasözlerindeki 'Nar gibi yanıyor', 'Nar gibi kızardı' sözleri aslında 'Güneş gibi yanıyor veya kızardı' anlamındadır. Nardugan Bayramı olarak nitelendirilen bugün aslında Güneş'in doğuşu bayramıdır. Nardugan/Nartugan/Nardogan kelimeleri farklı Türk topluluklarındaki adlandırmalardır.

 

Türkler bu seremoni için özel bir hazırlık yapar mıydı? 

Evet. Türkler, 22 Aralık öncesinde bu bayrama hazırlanmak için evlerini ve yaşadıkları yerleri temizlerler, yeni ve temiz elbiseler giyerlerdi. Türkler'de bugün Tanrı Ülgen'e sunulmak üzere hediye hazırlanır ve en yüksek tepede akçam ağacı altında dualar ederek hediyelerini buraya bırakırlardı. Bu olay gerçekleşirken bölgenin en bilge ve yaşlı kişisi en görkemli elbiselerini giyerek bu törene liderlik ederdi. 

Bu bilge kişi, Türk toplumlarının çoğunda farklı adlarla anılmıştır. Fakat genel kanaat Ayaz Ata isminin verildiğidir. Hatta Ayaz Ata'nın yaşlı olmasından dolayı ona yardımcı olarak torunu yaşında bir kızın yardımcı olduğudur. Ritüellerde bu kız gerçekten kızı veya torunu olabileceği gibi kızı/torunu yok ise torunu yaşında birisinin yardımcı olarak görevlendirilmesidir. Bu törende kadınlar önceden bezler hazırlayarak tören sırasında akçam ağacına bağlarlardı. Bu bezler veya ipler genelde koyun/keçi yününden yapılırdı. Bu bezlerde motif olarak da hayat ağacı işlenirdi. Türklerdeki bu gelenek, İslamiyet'in kabulünden sonra evliyalar veya önemli insanların mezarlarına veya bu mezarların yakınındaki ağaçlara bezler bağlanması şeklinde devam etmiştir.

 

Anadolu'da Khal Kagan kutlaması ile Noel kutlamaları çok benzer formlar taşıyor. Noel, Anadolu kültüründen mi geliyor? 

Anadolu'da Sivas, Tunceli, Erzincan, Bingöl ve Muş'ta yeni yılın karşılanması olarak "Khal Kagan" kutlamalar yapılmaktadır. Bu kutlama her yıl aralık ayının son haftası Khal Khelk adı verilen ak saçlı, aksakallı, yaşlı bir adamın, köy çocukları ile beraber kapı kapı dolaşarak hediyeler toplaması ile başlamaktadır. Hristiyan dünyasındaki Noel baba ile benzer bir durum söz konusu olsa da Hristiyanlıktaki Noel Baba figürü, yakın tarihte ortaya çıkmıştır.

 

Yörüklerdeki Sayacı geleneğinin Ayaz Ata ile bağlantısı var mı?

Yine Yörük Türklerinde Saya geleneği vardır. Saya gezmesi genellikle koç katımından sonraki 100. günde olur. Bu da zemheri ayının ortalarına rastlamaktadır. Miladi takvime göre zemheri (erbain), 40 günlük bir süreç içerisinde gerçekleşmektedir. Bu sürecin 21 Aralık'ta başlayıp 31 Ocak itibarıyla sona erdiği varsayılmaktadır. 1 Şubat itibarıyla eskilerin deyimi ile zemheri ya da erbain dönemi son bulmaktadır.

Bu geleneğe göre köy gençleri bir araya toplanır, içlerinden seçtikleri üç genci, çoban, yüzü kara boyalı genç ve gelin kılığına sokarlar. Çoban kıyafetindeki gence keçeden yapılma aba veya kürk giydirilir, takma sakal, bıyık takılır ve belindeki kuşağa çan ve zil bağlanarak eline de uzunca bir değnek verilirdi. Gelin kılığına sokulan gencin başına yazmadan bir örtü ile uzun kollu entari giydirilirdi. Ayrıca gençlerden birkaçına da toplanacak yağ, bulgur vesaire koymak için heybe, torba ve helke verilirdi. Akşamdan sonra köyün bir ucundan başlanarak evler tek tek dolaşılır. Dolaşma esnasında hep bir ağızdan türküler söylenirdi. Türkler'de Sayacı geleneği aslında yıl döngüsünün kutlanmasıdır. Burada kural ise bölgede ilk koyunun doğurmasıyla bu döngünün başladığına inanılmasıdır.

 

Ayaz Ata kültürünün Ruslardan Türklere geçtiği iddialarının gerçeklik payı var mı? 

Türk mitolojisinde Ayaz Ata isminde bir figür olup olmadığına dair tartışmalar vardır. Bu mitolojik inancın özellikle Hunlar ve öncesinde Gök Tanrı inancı ile alakalı olduğunu söyleyebiliriz. Türklerde günümüzde özellikle Orta Asya'da ve Sibirya'daki Türk topluluklarında Ayaz Ata ve Kar Kız/Ayaz Kız kültürü vardır. Bazı uzmanlar bu kültürün Rus kültüründen geçtiğini iddia ediyorlarsa da tam tersi Türk kültürünün Rusları etkilediğini söyleyebiliriz. 

Ayaz Ata adının Rusçadaki Ded Maroz (Ayaz/Soğuk Dede/Ata) ile Sneguroçka (Kar Kız) sözcüklerinin çevirisi olması araştırmacıları yanıltmaktadır. Rusya'da özellikle Sovyetler Birliği döneminde Ded Maroz geleneğinin yaygınlaşmasıyla bu kültürün Sovyetler sebebiyle Türklere geçtiğine dair yanlış bir algı vardır. Türklerde kış dönümü Hunlar döneminde kutlanan bir gelenektir. Türk mitolojisinde hayat ağacının kutsallığı, Gök Tanrı'nın en yüksek tepede yaşadığına inanılması ve özel günlerde hediyeler sunulması bir gelenektir.

Ruslarda Ded Maroz kutlaması Stalin'in yakın arkadaşı Pavel Postyshev tarafından ortaya atılmıştır. Pravda gazetesinin 1935 yılındaki bir baskısında ilk defa Ded Maroz'dan bahsedilmiştir. Pavel Postyshev, Ded Maroz'u kurgularken Türklerin o tarihlerde zaten kutladığı Ayaz Ata'dan faydalanmıştır. Hatta ilk kurgulanan Ded Maroz'a da Türkçe Ayaz Pavloviç Atayev ismi verilmiştir. Ded Maroz'a eşlik etmesi için de Akşeker ya da Karkızı figürü Türk mitolojisinden faydalanılarak kurgulanmıştır. 

Ünlü yazar Cengiz Aytmatov'un "Gün Olur Asra Bedel" adlı romanında Ayaz Ata geleneği Türklerin mitolojik kahramanı olarak işlenmektedir. Rusların Ded Maroz'u kurgularken Türk mitolojisindeki Nardugan Bayramı'nı örnek alması, sanki bu geleneğin Ruslardan Türklere geçtiği gibi algılansa da, tam tersi bir durum söz konusudur.

Ayaz Ata geleneği, Türklerde özellikle Sibirya ve Altay Dağları çevresinde yaşayan Türklerde yaygın olarak kutlanmıştır. Kuzey Türkleri özellikle Şaman/Kamları kullanarak kış dönümünü kutlamışlardır. Türklerde Şamanlar en bilge ve tanrıya ulaşılması için başvurulan bir varlık olarak görüldüğünden Ayaz Ata olarak görev de onlara verilmiştir. Ayaz Ata geleneği, genelde Kuzey Türkleri için vardır. Güney Türkleri olarak kabul edilen Oğuzlarda bu gelenek, daha çok Nevruz olarak kutlanmıştır.

 

Yakın dönemde özellikle Kazakistan'da Ayaz Ata geleneği oldukça yaygınlaşmıştır. Kazak şairi Abay Kunanbayev'in Ayaz Ata'yı tanımladığı şiiri şöyledir: 

"Ak giyimli gövdeli, aksakallı/Kör ve sağır tanımaz diri canlı/Üstü başı ak kır, rengi soğuk/Bastığı yeri gıcırdatıp, gelip kaldı./Nefesi tipi, ayazla kar/İhtiyar baba: Kış, gelip hüzün saldı./Uçmaz külahını ok gibi dimdik yapıp/Ayazla kızarıp parladı./Bulut gibi kaşları kapamış iki gözün/Başını silkse kar yağdırıp seni zorladı."

 

İslamiyete geçiş sonrası bu gelenekler nasıl bir forma büründü? 

Kuzey Türkleri, İslamiyeti kabul ettikten sonra Ayaz Ata da kimsesizlere, yolda kalanlara, zorda kalanlara yardım eden evliya rolüne bürünmüştür. İslam inanç kültüründeki 'Hızır' kimliğini, İslam öncesi Türklerde Ayaz Ata üstlenmiştir. Kazak Türklerinde kışın karşılanması Soğumbası adlı törenle kutlanmaktadır. Eski Türk mitolojisinde yel (rüzgar), evreni döndüren, şekillendiren bir güçtür. Ayaz aslında yel sayesinde oluşur. Efsaneye göre, Ülker burcunun altı yıldızı, göğün altı deliğidir. Bu deliklerden yeryüzüne soğuk hava üfler ve kış oluşur. Ayaz Ata ise bu soğukta darda kalanlara ve ihtiyaç sahiplerine yardım eden bir kişidir. Eski Türkler ilk zamanlarda Ayaz Ata kültürünü Yel Ana olarak da tanımlamışlardır. Yel Ana kültürü zamanla Yel Ata olmuştur. 

Türkler, Yel Ata kültürünü zamanla Ayaz Ata olarak adlandırmaya başlamışlardır. Türk topluluklarında Kutsal Baba, Çam Baba olarak da anılan Ayaz Ata kültürüne zamanla ona iyiliklerinde yardım ve eşlik eden kızı, bazı hikayelere göre de torunu eklenmiştir. Ayaz Ata, Özbekçe Ayoz Bobo veya Ayaz Ota, Kırgızca Ayaz Ata, Kazakça Ayaz Ata olarak nitelendirilmektedir. Bazı Türkler ise Ak Ayas olarak isimlendirmektedir. Başkurt lehçesinde Ayaz Ata, Kış Babası olarak yer alır. Torunu ise Kar Güzeli adıyla anılır. Tatar kültüründe ise Qış Babay (Kış Babası), torunu ise Kar Kızı olarak tanımlanmaktadır.

Sonuç itibarıyla Türklerde 21 Aralık günü veya ilk karın düştüğü gün kutlanan kış döngüsü, Hristiyanlık ve İslamiyet'in inanç sisteminde kendisine yer bulmakta zorlanmıştır. Hristiyanların bir kısmı Hazreti İsa'nın doğumunu 25 Aralık'ta kutlamaktadır. Fener Patrikhanesi, Ermeni Patrikhanesi ve Rus Kilisesi İsa'nın doğumunu 6 Ocak'ta kutlamaktadır. Bu haliyle Türklerin geleneksel akçam ağacı kutlamaları veya Ayaz Ata kültürü, diğer semavi dinlerin inanç sistemi içerisinde kendisine yer bulamamıştır. Türk kültüründeki Ayaz Ata veya Nardugan Bayramı, ya Hristiyanlıkla veya Rus gelenekleriyle özdeşleştirerek sanki Türklere ait değilmiş gibi sunuluyorsa da Türklerdeki bu gelenek, Ruslardan da, Hristiyanlardan da eskiye dayanmaktadır.

Nardugan, Türklerde yeni yıl bayramıdır. Ayaz Ata ise bu bayramın simgesidir. Ayaz Ata, her yıl 22 Aralık'tan sonra gelen ilk dolunayda ortaya çıkar ve 1 Şubat'a kadar kutlamalar devam eder. Kuzey Türklerinde 21 Aralık'tan sonra ilk dolunayın çıktığı ilk gün, yeni yılın ilk günüdür. Akçam ağacı ise tanrı ile kurulan bağlantının simgesidir. Türklerin işlediği halı, kilim ve diğer motiflerde hem akçam ağacı hem de Ayaz Ata motifleri bulunmaktadır.

 

Yılbaşı kutlamak her yıl olduğu gibi bu yıl da tartışmalara konu oluyor. Yılbaşı kutlamak Hristiyan geleneği midir?

Güney Türkleri/Oğuzlar, yeni yıla Nevruz ile başlamaktadırlar. Hem Kuzey Türkleri hem de Güney Türkleri, yeni yılda kutlama yapmışlardır. Kış dönümü ve bahar dönümü olarak adlandırılan bu bayramların yaşadıkları coğrafyaya göre farklılık gösterdiğini söyleyebiliriz. Günümüzde İslam kültürüyle yetişenler için yılbaşı kutlaması, Hristiyanlık geleneği olarak görülmektedir. Fakat Türklerde hayat ağacı kültürünün yaygın olarak kullanıldığını düşündüğümüzde, Türklerin yeni yıl kutlamalarının Hristiyanlıktan çok daha eskiye dayandığını söyleyebiliriz.

Türk kültüründeki Ayaz Ata geleneği, Hristiyanlıktaki Noel Baba veya Ruslardaki Ded Maroz mitolojisiyle alakalı değil, tam tersi onlardan çok eskiye dayanan mitolojik bir gelenektir. Ayaz Ata, Ayaz Han olarak da bilinen bu soğuk beyi Ruslar'daki gibi kötülüğü temsil etmemektedir. Rus mitolojisinde Ded Maroz, soğuk getiren bir kötü ruhtur. Fakat Türklerdeki Ayaz Ata, soğukların bitmesine neden olan iyi bir ruhtur. Türklerde Ayaz Ata'nın bindiği kızaktaki altı ayak ise Ülker burcunun altı yıldızı ve göğün altı deliğini temsil etmektedir. Ayaz Ata, Türklerde Ay Tanrısı ile iletişim kurarak soğukların bitmesi için aracılık etmektedir. Ay Tanrısı'nın, soğuk havaya karşı Türkleri koruması için Ayaz Han'ı gönderdiğine inanılır.

Rusya'da hayata dair 6 not


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Rusya'da yaşamanın kendine göre güçlükleri var. Hele de yabancılara sorarsanız bu zorluklar bir hayli fazla... Ama Rus halkı hayatı bir nebze de olsa kolaylaştırmak, renklendirmek için türlü  alışkanlıklar, gelenekler ve adetler geliştirmekte oldukça maharetli. Özellikle yabancılar bazen bunları anlamakta güçlük çekiyor ama hayatın içine dalınca "anlamaya" başlıyor. İşte bunlardan RBTH'nin derlediği altısı:

1. Yanında hediye getirmek. Arkadaş, komşu, eş-dost ziyaretlerine giderken Rusyalılar muhakkak yanlarında küçük de olsa bir hediye getirir. Bir kutu çikolata, pasta, çocuklar için bir oyuncak, ya da çiçek. Önemli olan hediyenin kendisi değil, bunu düşünmüş olmak. 

2. Çay fincanına ya da kupasına kaşık koymak. Sovyet zamanından kalma bir şaka Rusların çayı kaşık gözlerine batmasın diye sağ gözleri kapalı içtiğini söyler. İçinde kaşık bulunan çay daha hızlı soğur ve Rusyalılar bu çayın daha lezzetli olduğunu düşünür.

3. Yeni yılı iki kere kutlamak. 1918 yılında yapılan takvim değişikliği ile birlikte Rusya iki yeni yıl sahibi oldu: Eski takvime göre ve yeni takvime göre. Yani Jülyen ve Gregoryen takvimlerine göre... Eski takvimin yılbaşıları halen kutlanmakta. Başka bir deyişle, Rusyalıların her yıl bir dilek tutmak için, içip eğlenmek için iki fırsatı var.

4. Kışın bile dondurma yemek. Rusya'da dondurma satışı kışın bile devam eder. Kış vakti dondurma yiyip hastalanmaktan korkanlar dondurmayı reçelle birlikte tüketebilir. Bu sayede boğaz şişmez derler. Bir de, "Mühim olan vücudun iç ve dış ısısını dengede tutmaktır. Kışın dışınız soğuk olur, dondurma yiyip içinizi de soğutursanız hasta olmazsınız" diye bilimsel açıklama getirirler. 

5. İşi son dakikaya bırakmak. Bugünün işini yarına bırak felsefesini benimseyen bir diğer millet de Ruslar. Bu alışkanlık şöyle bir fıkraya ilham vermiş: Öğrenciye sorarlar: - Çince öğrenmek için ne kadar zamana ihtiyacın var? Öğrencinin cevabı: - Teslim tarihi (deadline) ne zaman? 

6. İyimserlik. Dışarıdan bakınca pek belli olmasa da Ruslar iyimser insanlardır ve sabretmek Rusların en iyi bildiği şeylerden biridir. En zor şartlara bile katlanmak ve "Vso budet horoşo" diye her şeyin güzel olacağını temenni etmek Rus karakterinin omurgasıdır.