Moskova

Moskova

30 Eylül 2017 Cumartesi

Rusya’nın en güzel yerleri – 2 -



Rusya’nın en temel turistik yerlerden biri efsanevi Baykal Gölü.

Dünyadaki en derin göl olan Baykal, ayrıca dünyanın en büyük doğal içme suyu rezervi olarak gösteriliyor.

Rusya’nın en güzel yerleri -1-



Sputnik, 27 Eylül Dünya Turizm Günü dolayısıyla Rusya’nın mutlaka görülmesi gereken en güzel yerlerinin fotoğraflarını derledi.

Listede, Baykal ve Kamçatka gibi dünyaca ünlü yerlerin yanı sıra, daha az tanınan ama bir o kadar etkileyici olan çeşitli bölgeler de bulunuyor.




Avrupa'nın en yüksek dağı, Rusya Federasyonu’na bağlı Kabarda-Balkar ve Karaçay-Çerkez cumhuriyetlerinin sınırında yer alıyor. Yüksekliği 5642 metre olan Elbrus, dünyanın en yüksek 7 dağı arasında gösteriliyor.

Rusya hakkında 25 ilginç gerçek



Rusya'nın coğrafi büyüklüğü, doğal zenginlikleri, silahlı gücünün muazzam çapı, kadın-erkek dengesizliği, içki düşkünlüğü, McDonalds tutkusu... Birbiriyle alakasız gibi duran alakalı "ilginç veriler"...Çünkü Rusya, kendisiyle en içli dışlı olanları dahi şaşırtacak hikayelere, gerçeklere sahip.

Slavorum sitesinin bunlardan 25'ini  sıralıyor. Siz de listeye göz atıp Rusya bilginizi test edebilirsiniz.

1. Bir zamanlar Rusya'ya ait olan Alaska 1867'de 7,2 milyon dolara ABD'ye satılmıştı.

2. Batılılaşma yanlısı çar Petro sakal kesimini teşvik etmek için bir "sakal vergisi" çıkarmıştı.

3. 2013'e kadar Rusya'da bira alkollü içki sayılmıyordu.

4. Rusya'nın yüz ölçümü Pluto'dan daha büyüktür.

5. Rusya sahip olduğu 8400 nükleer silahla bu alanda dünyanın 1 numarası.

6. Rus bilim insanları 1959'da tilkileri evcilleştirmeyi başardı.

7. Rusya'nın en zengin 20 insanının toplam 227 milyar dolarlık serveti Pakistan'ın GSMH'sinden daha büyük.

8. Rusya'nın yüzde 70'i Sibirya'dır.

9. Kuril Adaları üzerindeki karşılıklı hak iddiası nedeniyle Rusya ve Japonya 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana teknik olarak savaş halinde.

10. Dünya tatlı su rezervinin yüzde 20'si tek başına Baykal Gölü'nde.

11. Moskova metrosunu günde 9 milyon insan kullanıyor. Bu Londra ve New York metrolarını kullananların toplamından daha büyük bir sayı.

12. Rusya'da yılda kişi başı bira tüketimi 18 litredir.

13. Rusya'da kadın sayısı erkeklerden 9 milyon daha fazla.

14. Rusya'nın boru hatlarının toplam uzunluğu dünyanın çevresini altı kereden fazla dolanabilir.

15. Uzaya ilk uydu gönderen ülke 1957'de Sovyetler Birliği olmuştu.

16. Rusya'da erkekler ortalama 59, kadınlar 73 yıl yaşar.

17. Stalin'in ana dili Gürcüce idi. Komünist lider Rusçayı 8 yaşında öğrenmişti.

18. Rusyalılar Amerikalılardan 6 kat daha fazla çay içer.

19. Rusya'nın adları dahi bilinmeyen en az 15 gizli şehrinin bulunduğu tahmin edilmektedir.

20. ABD ve Rusya'nın birbirilerine en yakın oldukları noktada aralarındaki mesafe 4 kilometrenin altındadır.

21. Rusya dünyanın en büyük ikinci petrol üreticisidir.

22. Dünyadaki en büyük McDonalds restoranı Moskova'dadır.

23. Rusya'da bazı ayılar jet yakıtına bağımlıdır. Bu hayvanlar yakıtı koklayıp "kafa bulmayı", ardından da bayılmayı sever.

24. Ruslar kışın yüzmeye bayılır.


25. En popüler bilgisayar oyunlarından Tetris Rus programcı Aleksey Pajitnov tarafından yazılmıştır.

ÖLÜ RUHLAR

Upton Sinclair

Ruslara dillerinin olanaklarını ortaya çıkartan şair, yoksul bir hayat sürdükten sonra erken ölen, şu aylaklar sınıfının güzel gençlerinden biri olan, Puşkin’di. O aristokrat bir ailenin oğluydu; birçok şairler gibi umutlarla dolu yirmi yaşında bir ülkücüydü; hürriyet üzerine bir manzume yazarak sürgüne gönderildi. Ailesi çardan bağışlanmasını istedi. Ve bunda başarı kazanılıncaya kadar orada çingeneler arasında taşkın bir hayat sürdü. Sonra, saraya dönüp küçük bir memuriyet elde ederek bilgisiz, sıkıntılı, özel deyimiyle «seçkinler» arasında yaşamaya başladı; onlarsa şairin yeteneği hakkında bir fikre sahip değildiler. Güzel aristokrat bir bayanla evlendirilerek aldatıldı ve kalbi kırıldı.

Puşkin halk masalları ve Byron üslûbunda bir sürü aşk şiirleri yazdı. Ülkücülüğü ölmüştü, bir saray uşağı olmuş, hattâ Polonya’nın alınmasını bile övmüştü.

Bir aristokrat delikanlının trajik aşk acılarını hayatından alınma bütün ayrıntılarıyla birlikte anlatan «Eugen Onegin» adında uzun bir hikâyeli şiir» yazdı: Sabahleyin nasıl kalkar, çikolatasını nasıl yer ve balo ve çay ziyafetlerine çağrılan okur. Böyle bir hikâyenin belki büyük bir edebiyat olamayacağı sanılır; fakat Puşkin burada Rus hayatını ve Rus realitesini anlatıyor. Onu ilginç yapmayı biliyor, beyitlerinin büyüsüyle aydınlatıyor ve böylece Rusya’daki klâsik geleneğe ölüm darbesini indiriyordu. Yunan perileriyle Fransız çoban kızları modadan düşüyor ve halka söyleyecek şeyleri bulunan Rus yazarlarına yol açılıyordu.

Ondan sonra Gogol geldi. O «küçük Rus» tu, yani güneyde bulunan ve bütün güney memleketleri gibi sıcakkanlı ve romantik olmak ününe sahip olan Ukrayna’dan çıkmıştı. Gogol bir hademenin züğürt oğluydu; içinde ağlamakla gülmek birbirine karışan mizahi hikâyeleriyle ün kazandı. Eserlerinde apaçık görünen hiçbir propaganda yapmıyordu; biliyordu ki bu onun hürriyetini götürür. O devirde eğer siyaset sorunlarına dokunmak istenirse ılımlı ya da sol Hegelci adı alınırdı. Yani Hegel’in felsefî fikirleriyle, şu halde metafizik örümcek ağlarıyla ilgilenildiği, memleketin ve halkın gerçek sorunlarına ilgilenilmediği izlenimi verilirdi.

Gogol «Müfettiş» adında bir tiyatro eseri yazdı. Bunda bir küçük şehirde nasıl bir hükümet üyesi beklendiğini ve küçük, büyük hırsızlıkların ortaya çıkmasından korkan muhtelif memurların nasıl titreştiklerini anlatır. Memurlar biliyorlar ki müfettiş belirsiz bir giyinekle görünecektir; onun için masum bir genç gezginciyi o tehlikeli adam sanırlar. Onun büyük şaşkınlığı ortasında sonu gelmeyen saygı gösterisinde bulunurlar. Sonunda posta müdürü, adeti olduğu gibi, genç adamın bir dostuna yazdığı mektubu açar ve ondan adamın serüvenini ve şehir halkıyla nasıl eğlendiğini öğrenir. Şehir memurlarının önünde onları dehşete düşürerek, mektubu yüksek sesle okur.

Birisi parçayı Çara okuduğu zaman majeste hayran olup oynanmasını emretti. «Büyük Monar» Fransa kıralı Lui’nin, Moliere’in saray adamlarıyla nasıl eğlenişinden 'hoşlandığı hatırlansın ve birbirleriyle karşılaştırılsın! Bir kral bu gibi şeyler üzerine gülmek zevkini kendine adayabilir - ya da hiç değilse adayabileceğim sanır - fakat gülmenin yıkıcı gücünü ancak, resmi makamlar bilir.

Gogol «ölü Ruhlar» adlı bir roman da yazdı. Orada genç bir adam tanıyoruz ki Amerika’nın binlerce «satış tekniği» okul ve üniversitelerinden birinde de pekâlâ öğrenci olabilirdi.. Bu satış psikolojisi uzmanı ileri gitmek için, gerçek bir Yankee fikri buldu.(1) O günlerde Rus köylüleri üstünde bulundukları toprakla birlikte alınıp satılırdı; mal sahibi bütün köleleri için vergi ödemek zorundaydı. Zaman zaman sayım oluyordu; fakat iki sayım arasında ölenler için de mal sahibi vergi vermekte devama mecburdu. Yetenekli delikanlımıza parlak bir fikir doğdu: Her mal sahibi hoşnutlukla bu «ölü ruhlar»ı bana satacaktır, diye düşündü. Büyük bir sayı elde ettim mi, biraz toprak satın alıp «ölü ruhlar»ını oraya yerleştirir ve onların ölü olduklarından habersiz olan bir bankadan bol borç para alırım.

Rusya içinde dolaşma ve mal sahipleriyle konuşma bile başlıbaşına (bir komedidir. Gogol bizi çiftlikten çiftliğe dolaştırarak kölelerin yoksulluğunu, bilgisizlikleri içinde kaba ve brutal olanlar kadar zararlı olan iyi kalbli mal sahiplerinin kıyafetsizlik ve çaresizliklerini gösterir. Böyle bir durumu yorumlamaya yazarın ihtiyacı yoktur, onu sadece tanımak, mâhkum etmek için yeterlidir. Hükümet işe karışıp eserin ikinci kere basılışını yasakladı. Böylece Gogol’un romanı ihtilâlci bir vesika haline gelerek genç ihtilâlcilerce el yazısıyla kopya edilip yayıldı. Sonraları zavallı Gogol bir çeşit dinî cinnete tutuldu; eserlerini yazmış olmaktan duyduğu pişmanlıkla birçok müsvettelerini ve bu arada «ölü Ruhlar» m son bölümünü ateşe attı. Bu gerçek bile «Rus ruhu»na esaslı bir bakış sağlar ye halkın doğu barbarlığından modem individüalizme ulaşması için ne kadar uzun bir yol yürümesi gerektiğini takdir ettirir.

1)Birleşik Amerikanın lakabı (Çev.)

Upton Sinclair, Altın Zincir isimli kitabı’ndan, May yayınları
Çeviren- Emin Türk Eliçin



YOKSULLUK İÇİNDE, YOKSULLUKLA SAVAŞAN YAZAR

Necati Doğru


1878 - 1968 yılları arasında yaşadı.

ABD'li bir yazar olmasına karşın daha çok Rusya ve Alamanya'da okunurdu.

Almanya'da iki milyon, Rusya'da üç milyon satmıştı yapıtları. Kitaplarının ilk sırasında elbette "The Jungle" yer alıyordu. 

Türkçeye "Şikago Mezbahaları" adıyla çevrilen yapıt, altmışlı ve yetmişli yıllarda çok okunan bir romandı. (Bir Amerikan yazarının iddiasına göre, Sovyet Devrimi'nin gerçekleşmesinde katkısı olmuş kitaplardandır.)

Çocukluğu zor koşullarda geçmişti. Babası viski satıcısıydı. Hem satar hem içerdi. Küçük Upton, kimi akşamlar meyhaneleri dolaşarak babasını arar, bulursa eve taşırdı. Kötü evlerde yarı aç yarı tok yaşarlardı. Büyüdüğünde bir içki düşmanı olacaktı.

En yakın arkadaşlarından biri Jack London'dı.

On yaşına kadar okula gitmemiş, ama kendi kendine okuma yazma öğrenerek çok sayıda kitap devirmişti. Okula başladığının ikinci yılında, öğretmenleri, onun yüksekokula hazır olduğunu gördüler.

Hem okula gider, hem sokaklarda tanesi bir dolardan oyuncak satar, hem de önemsiz dergilere küçük hikâyeler yazarak para kazanmaya, annesine bakmaya çalışırdı.

Üniversiteye giderken her gece sekiz yüz sözcüklü hikâyeler yazardı. Bu da her ay iki koca cilt kitap yazıyor demekti. Hikâyeden, haftada yetmiş dolar kazandığı oluyordu.

Çok fakirlik çektiği için, fakirliğin ortadan kalkması bilincine varmıştı. Yoksulluğa karşı savaşmak için beş yüzden fazla broşür yazdığı bilinir. Broşür yazarlığından para kazanmadığı için yine geçim sıkıntısına düşmüştü. Neyse ki tam o günlerde "The Jungle" romanını yazıp yayımladı. Bununla çok satan yazarlar katına erişti: Tam otuz bin dolar telif ücreti geçti eline.

Bu parayla Utopian Colony'yi kurdu. Yoksul yazar ve sanatçılar için bir barınak tasarlamıştı bununla. Ancak bir yangın sonunda barınaklar yandı kül oldu; hayali de suya düşmüş oldu!

Yarım yüzyıl boyunca ABD'deki sosyalist partinin liderliğini üstlendi.

Derken bir gün kendini keman öğrenmeye adadı. Yıllarca sürdü öğrenmesi. Komşuları şikâyet edince kırlara açılıp kuşlara, sincaplara çalıyordu.


Öldüğünde elliden fazla kitabı vardı.

29 Eylül 2017 Cuma

Gagarin hakkında bilinmeyen ilginç gerçekler



Sputnik, ‘Poyehali!’ (Gidelim!) sözüyle 12 Nisan 1961’de uzay çağını başlatan Rus kozmonot Yuri Gagarin hakkında bilinmeyen ilginç gerçeklerden bir seçki sundu.

Gagarin, uçuş öncesinde eşi ve kızlarına bir veda mektubu yazdı. Gagarin’in eşi Valentina, uçuşun başarıyla tamamlanması nedeniyle açmadığı bu mektubu, Rus kozmonotun 27 Mart 1968 tarihinde MiG-15 uçağıyla gerçekleştirdiği bir deneme sürüşünde hayatını kaybetmesinin ardından okudu.

Başarılı uçuşunun ardından SSCB'deki en yüksek dereceli ödülü olan ‘Sovyetler Birliği Kahramanı’ nişanı başta olmak üzere çok sayıda madalya ile ödüllendirilen Gagarin’e başka hediyeler de sunuldu. Sovyet hükümeti tarafından Gagarin’e verilen hediyeler arasında bir ev ve apartmanın yanı sıra altı ipek iç çamaşırı ile altı çift ipek çorap da vardı.

Gagarin’in kaşının üstündeki yara izi aşk, şiddet, cesaret gibi nice efsanelerin doğmasına neden oldu. Ancak bu yaranın, Eylül 1961’de Gagarin’in Anna isimli bir kadınla birlikte olduğu sırada eşine yakalanması ve kaçmak için bulundukları binanın penceresinden atladığında başını bir kaldırım taşına vurmasından kaynaklandığı biliniyor.

Uzayı dolaşıp gelen Gagarin, ne yazık ki uçuşundan yedi yıl sonra uçuş eğitmeni Vladimir Seryogin’le birlikte gerçekleştirdiği bir deneme uçuşunda hayatını kaybetti. İkilinin külleri Moskova’daki Kremlin’in duvarı içinde saklanıyor.

Uzaya ilk çıkan ve Dünya'nın yörüngesinde tur atan ilk insan olan Gagarin, uçuşun ardından hem Rusya hem de dünya kamuoyu tarafından sıradışı bir insan olarak görülmeye başlanmıştı. Ancak Gagarin dönemin lideri Nikita Kruşçev’le görüşmek için Moskova’ya geldiği sırada bir ayrıntı tüm basın mensupları ve yetkilileri şaşkına çevirdi. Zira, Gagarin’in üzerinde sıradan bir insan olduğunu yeniden hatırlatan bir ayrıntı vardı: Ayakkabı bağcıkları açıktı.

Gagarin’in çocukluğu bugün Ukrayna topraklarındaki Gjatsk’ta bulunan Kluşino köyünde geçti. Ölümünden sonra Gagarin’in çocukluğunun geçtiği Gjatsk’ın adı Gagarin olarak değiştirildi.

Gagarin’in uzaya gittiği Vostok 1 uzay aracının beraberindeki Vostok 3KA kapsülü 12 Nisan 2011’de bir açık arttırmayla 2 milyon 882 bin 500 dolara satıldı. Bu uzay kapsülü, Rusya dışındaki tek Vostok aracı.

Gagarin’in iki kızından biri olan Yelena Valentin 2001 yılından bu yana tarihçi olarak Kremlin müzelerinin genel müdürlüğü görevini yürütüyor. Küçük kızı Galina Gagarina ise Moskova’daki Plekhanov Üniversitesi’nde ekonomi profesörü ve bölüm başkanı.



Kozmonotlar horlamaz: Uzay kahramanları nasıl yaşıyor?



Dünya’nın yörüngesinde tur atan ilk insan olan Rus kozmonot Yuri Gagarin’e ödül olarak beyaz eşya, mobilya, yatak çarşafı ve kap çanak verilmişti.

Sputnik, Rus kozmonotlarla ilgili bu gibi ilginç bilgilerden bir seçki hazırladı. Günümüz Rus kozmonotları nasıl yaşıyor, ne kadar maaş alıyor, neler yiyor?

Uzaya çıkan ilk insan olan Yuri Gagarin, hem askeri pilot hem de kozmonot olarak iki maaş alıyordu. Gagarin, uzay yolculuğu nedeniyle bir daire, Volga otomobili, giysiler, halı ve benzeri ev eşyaları ile ödüllendirilmişti.

Uzaydaki ilk kadın Valentina Tereşkova’ya da ödül olarak bir daire, elbiseler, çantalar, aksesuarlar ve ayakkabılar verilmişti.

Rusya’da ‘gökyüzü’ ve ‘uzay’ görevleri için ayrı maaş ödeme geleneği ise devam ediyor. Genellikle birinci sınıf pilot olan Rus kozmonotlar ayda 1500 ilâ 2500 dolar arasında değişen maaşlar alıyor. Kozmonotlara ayrıca görev yılı ve test uçuşları üzerinden ekstra ücret veriliyor. Uzayda geçirdikleri süreye bağlı olarak aldıkları maaş 25000 dolara çıkabilir. Bir 
NASA astronotunun maaşı ise 170.000 dolara ulaşabiliyor.

Kozmonotlar seçilirken fiziksel dayanıklılıkları ve boyları değerlendiriliyor. Genelde de kısa boylu olmaları tercih ediliyor. Zira daha az ağırlık daha az yakıt demek. Sovyet kozmonot Musa Manarov’a göre, bir kozmonotun uzay yolculuğuna hazırlanması da birkaç ay alabilir.
Rusya Uçuş İdare merkezinden uzmanlar, uzaya gönderilecek kozmonot için tercihleri doğrultusunda dengeli bir menü hazırlıyor ve hazırladıkları listeyi aşçılara iletiyor. Menüde borş çorbasından ızgara ete kadar birçok şey olabiliyor. Ancak vitamin ve mineral dengesini korumak için zorunlu yiyecekler var.

Dünya’nın yörüngesinde güneş her 90 dakikada bir doğup batıyor. Yani her bir kozmonot günde güneşin doğuşuna 16 kez tanık oluyor. Ancak biyolojik saatlerini korumak için Dünya saatine göre yaşıyorlar. Ayrıca kozmonotlar uzayda yer çekimi olmaması nedeniyle horlamıyor.


Yörüngeye birkaç kez giden çok az kozmonot var, çoğunun uçuş sayısı bir ya da iki defayla kısıtlı. Bir kozmonotun uzaya uçması için ideal yaş ise 32-38. Ancak çok daha büyük yaşta uzaya uçuş gerçekleştiren kozmonotlar da var. 2013 yılında Pavel Vinogradov 60. doğumgününü uzayda kutlamıştı. ABD’li astronot John Glenn ise uzaya son uçuşunu 77 yaşında yapmıştı.

28 Eylül 2017 Perşembe

Aral Gölü 40 yıl içinde bakın ne hale geldi?


Kaynak: Hürriyet Planet

Çölün orta yerinde paslanmış gemiler görmek şaşırtıcı olabilir. Ancak bu çölün kısa bir süre öncesine kadar deniz olduğunu bilenler için bu o kadar da büyük bir sürpriz değil.

Bir zamanlar dünyanın en büyük 4’üncü gölü olan Aral Göl, oldukça dramatik bir değişim geçirdi.

Kazakistan ile Özbekistan arasında kalan Aral Denizi'nin çevresi, bir zamanlar geçimini balıkçılık ve deniz ticaretinden sağlayan hareketli bir bölgeydi. Sonra birkaç yıl içinde gölün büyük bir kısmı kurudu, balıklar öldü ve geriye de bu paslı gemilerden başka bir şey kalmadı.

Sovyetler Birliği hükümetinin hatalı sulama faaliyetleri sonucu yok olan Aral Denizi, geçmişte yaklaşık 70 bin kilometrekarelik yüzölçümüyle dünya üzerindeki en büyük göllerden biriydi. Hatta bu yüzden "deniz" olarak nitelendiriliyordu. Ancak bugün geriye sadece dört gölcüğe bölünmüş 5 bin kilometrekarelik bir su alanı kaldı.



SULAR BOŞA GİTTİ

Suların pamuk gibi tarım ürünleri yetiştirmek amacıyla sulamada kullanılmasıyla göl küçülmeye başladı. Sulama faaliyetleri 1940’larda başladı. Sulama kanallarının kalitesizliği dolayısıyla, çekilen suların yüzde 50’si ile 75’i boşa aktı.

1960’lı yıllarda su seviyesi her yıl 20 santimetre alçaldı. 1970’lerde durum daha da kötüleşti. Su seviyesindeki kayıplar yıllık yarım metreyi buldu. 1980’lerde alçalma 1 metreye yaklaşırken gölden çekilecek su neredeyse kalmadı.

Göldeki balıklar yavaş yavaş ölürken tarım ilaçlarının suyu zehirlemesiyle durum daha da kötüye gitti.

ESKİ GÜNLERİNE DÖNECEK Mİ?

2005 yılında başlatılan bir baraj gölü projesiyle Aral Denizi eski görkemli günlerine döndürülmeye çalışıyor. Ancak bugüne kadarki çabaların henüz bu hedefi tutturması mümkün olmadı.

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-mun’un ifadeleriyle “çağımızın en kötü çevre felaketlerinden biri”ni düzeltmek için daha çok çalışılması gerekiyor.

Bir Rus çizgi filmi daha dünyayı fethediyor, 143 ülke yayın haklarını satın aldı



Özellikle "Maşa ve Ayı"nın büyük başarısından sonra, dünya genelinde gösterilen Rusya yapımı çizgi filmlere bir yenisi daha ekleniyor. “Tri kota (Üç kedi)” adlı çizgi film 143 farklı ülkede ekranlara gelecek. 

Okul öncesi çocuklara yönelik yayın yapan Nick Jr. Kanalının 100 milyondan fazla izleyicisi artık “Tri kota (Üç kedi)” adlı Rus çizgi filmini de seyredebilecek. 

Business FM'in haberine göre, Rus STS Media, çizgi filmin İngilizce versiyonunun haklarını Viacom şirketine sattı. Nick Jr. kanalı, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, Latin Amerika ülkeleri, Yakın Doğu, Hindistan, Avustralya ve Güney Kore’de ekranlara geliyor.
  
Çizgi filmin bu ay içinde dünya genelinde gösterimine başlanacağı açıklandı.


Bu, “Smeşariki” ve “Maşa ve Medved”den sonra farklı ülkelerde gösterilecek üçüncü Rus yapımı çizgi film olacak.


27 Eylül 2017 Çarşamba

Rusya'nın uzun ömür başkenti



Rusya Federasyonu Başbakan Yardımcısı Olga Golodets, Rusya'nın en uzun ömürlü insanlarının Kuzey Kafkasya cumhuriyetlerinden İnguşetya'da yaşadığını söyledi. 

Cumhuriyette ortalama insan ömrü 80 yılın üzerinde. Golodets, İnguşetya sakinlerinin uzun ömürlü olmalarını sağlıklı yaşam biçimine, alkol ve sigara gibi kötü alışkanlıklardan uzak durulmasına ve gelişmiş sağlık sistemine bağlıyor.

İnguşetya'da şu an 100 yaşın üstünde sağlık yaşamı devam eden 45 kadın ve 4 erkek var.
 
Golodets ayrıca şu anda Rusya'da 70 yaşın üstünde 13,3 milyon kişinin yaşadığını söyledi.


Ortalama insan ömrünün en az olduğu bölgeler ülkenin Uzak Doğu'sunda yer alan Yahudi Özerk ve Amur bölgeleri.

Matruşka bebekler Rusya’nın simgesi oldu



Rusya’da 19. yüzyılda çocukların zihinsel gelişimi için tasarlanan ”matruşka” bebekler, ülkenin simgesi haline geldi.

Rus sanatçı Sergey Malyuti’nin 1890 yılında tasarladığı ve ahşap oyma sanatçısı Vasily Zvyozdoçkin’in yaptığı iç içe geçmiş 8 bebek, adını döneminin popüler kadın ismi ”Matriyona”dan aldı.

Ahşap bebekler, 20. yüzyılın başına kadar okullarda çocukların zihinsel gelişimi, renk, boyut ve aile kavramlarını öğrenmeleri için kullanılıyordu.

Bebekler, ilk kez 1904’de Paris’teki uluslararası bir fuarda görücüye çıktı ve matruşka olarak tüm dünyada tanındı.

Birden fazla olmasıyla kadının doğurganlığını, iç içe geçmesiyle de annenin korumacı yönünü betimleyen matruşka bebekler, Paris fuarının ardından dünyanın her ülkesinden talep görmeye başladı.

Kısa sürede Rusya’nın simgelerinden biri haline gelen matruşka, Türkiye’ye Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra geldi. Bağımsız Devletler Topluluğuna üye ülkelerdeki vatandaşlar sayesinde tanınan bebekler, Rusya ile Türkiye arasındaki ticari ilişkilerin gelişmesiyle Türkiye’de kısa sürede sevilen ithal ürünlerden biri oldu.

Ihlamur ağacı tercih ediliyor

Sergiev Possad kentindeki Güzel Sanatlar Enstitüsünün Tasarım Bölümü Başkanı Daria Baranova, matruşkanın ilk kez Moskova’da elde yapıldığını, 20. yüzyılın ortalarından itibaren kentteki atölyelerde üretilmeye başlandığını anlattı.

Matruşka yapılacak ahşabın titizlikle seçilmesi gerektiğini ve genelde Ihlamur ağacının tercih edildiğini belirten Baranova, ahşabın ince bir işçilikle tornadan geçirildiğini, yüzey temizliği dikkatle yapılarak boyama ve tasarım ünitesine gönderildiğini söyledi.

Birinci Moskova El Sanatları Eğitim Fakültesi’nden öğretim üyesi Elena Kalenova da fabrikadan gelen ürünlerin kurutulduktan sonra astarlandığını, daha sonra boya ve çizim aşamasının başladığını söyledi.

Önce yüz bölümünün, ardından elbise ve detayların çizildiğini anlatan Kalenova, kırmızı, mavi, kahverengi ve beyaz renklerin yaygın olarak kullanıldığını belirtti. Kalenova, en son vernik atılarak matruşkanın tamamlandığını vurguladı.

Boyu bir santimetreden 13 metreye kadar değişen matruşkalar, renk, boya, çizim, büyüklük ve figürlerine göre 100 ruble (yaklaşık 1,5 dolar) ve 58 bin ruble  (yaklaşık bin dolar) arasında alıcı buluyor.


24 Eylül 2017 Pazar

Harvard Üniversitesi'nden izlenmesi gereken 10 Sovyet ve Rus filmi listesi



Sovyet ve Rus sinemasına Rusya'daki izleyiciler ile yabancı sinemaseverlerin bakışı her zaman farklı olageldi.  İşte yabancı sinema eleştirmenlerinin bakışını yansıtan güzel bir örnek. RBTH, Harvard Üniversitesi'ne bağlı Department of Visual and Environmental Studies'in (Görsel ve Çevresel Çalışmalar Bölümü) hazırladığı izlenmesi tavsiye edilen filmler içinden en önemli gördüğü 10 Rus filmini şöyle sıraladı:

1. Kanuna Göre (Po zakonu) - Lev Kuleşov, 1926

Öncü sinemacılardan Lev Kuleşov'un bir Jack London yapıtından uyarladığı siyah-beyaz film genel izleyici kitlesi tarafından pek takdir edilmese de hala eleştirmenlerin favorilerinden biri.

2. Potemkin Zırhlısı (Bronenosets Potyomkin) - Sergey Eisenstein, 1925

Rus sinemasının dünya çapında şöhrete sahip yönetmenlerinden Sergey Eisenstein'in 1905 devrimi olaylarından esinlenerek çektiği Potemkin Zırhlısı bugün bile pek çok ülkede ilgiyle izleniyor.

3. Ana (Mat') - Vsevolod Pudovkin, 1926

Ünlü ressamımız Abidin Dino'nun birlikte çalışma şansını bulduğu Sovyet yönetmenlerden biri de Vsevolod Pudovkin. Yönetmenin bu filmi Maksim Gorki'nin aynı adlı romanından uyarlanmış.

4. Toprak (Zemlya) - Aleksandr Dovjenko, 1930

Rusya'nın yine dünyaca ünlü yönetmenlerinden Dovjenko bu filmde kamerasını 1930'lu yıllara damgasını vuran ve ülkeyi kökünden değiştiren tarım ve hayvancılığın kolektifleştirmesi politikasına tutuyor.

5. Turnalar uçuyor (Letyat juravli) - Mihail Kalatozov, 1957

1958'de Cannes'da Altın Palmiye kazanan film pek çok Rusyalının da en sevdiği filmlerden biri. Yüreklere dokunan bu ikinci dünya savaşı öyküsünde kısa süre önce kaybeden efsanevi oyuncu Aleksey Batalov ve Tatyana Samoylova yıldızlaşıyor.

6. Askerin Türküsü (Ballada o soldate) - Grigori Çuhray, 1959

En özel ve en sevilen Sovyet filmlerinden biri Askerin Türküsü. Yönetmeninin tüm bürokratik engellere rağmen ekrana çıkarmayı başardığı bu mütevazı ikinci dünya savaşı filmi bugün bile pek çok sinemaseverin favori Sovyet filmi.

7. Unutulmuş Ataların Gölgesi (Teni zabıtıh predkov) - Sergey Paradjanov, 1964

Aykırı yönetmen Paradjanov'dan bir orta çağ fonunda geçen bir Romeo-Jülyet hikayesi.

8. Andrey Rublyov (Andrey Rublyo) - Andrey Tarkovski, 1966

Rus tarihinin en önemli ikon sanatçısı Andrey Rublyov'un yaşamına eğilen bir Tarkovski filmi. Alışılmışın üzerindeki süresiyle dikkat çeken film Sovyetler Birliği ve Rusya tarihinin ebedi fay hatlarından biri olan sanatçı-iktidar ilişkisine odaklanıyor.

9. Savaş ve Barış (Voyna i mir) - Sergey Bondarçuk, 1967

Lev Tolstoy'un başyapıtından uyarlanmış bir sinema destanı. Ünlü yönetmen Sergey Bondarçuk'un yönettiği ve başrolünü oynadığı film pek çok Rusyalının da en sevdikleri arasında.

10. Russkiy Kovçeg - Aleksandr Sokurov, 2002


Son dönemin öne çıkan Rus yönetmenlerinden Aleksandr Sokurov'un St. Petersburg'da Ermitaj'da çektiği Russkiy Kovçeg kentin 300'ncü kuruluş yılını onurlandırıyor. Ermitaj'ı Rusya'nın kültürel mirasını koruma ve muhafaza etme görevini üstlenmiş bir nevi Nuhun Gemisi, yani "kovçeg" olarak gören Sokurov filmi tek sekansla ve montajsız çekmiş.

"Rusya kaynakçamız bile yok!"

Birgül Ayman Güler


Birgül Ayman Güler, Aydinlik.com.tr sitesinde yazdı:

"Ruslar, Türkiye üzerine kendi dillerinde çevrilmiş ya da yazılmış yayınların neler olduğunu tam sayım halinde biliyorlar. Kaynakça çalışmalarını çoktan yapmışlar. Ellerindeki ciltlerde Rusçada bizimle ilgili olan yayınlarını taramışlar. Kaynakçaları 1713 yılından başlamış, bugünlere kadar gelmiş.

Rusça’da Türkiye üzerine yazılmış 1713 1917 yılları arasında 5116 adet, 1917 1975 arasında 15797 adet yapıtın bilgisine sahibiz, diyebiliyorlar.

Biz ise, Türkçede Rusya’ya ilişkin çevirdiğimiz ya da kaleme aldığımız yayınların neler olduğunu bilmiyoruz. Rusya hakkında neleri bildiğimizi ve neyi, ne zaman, nereden, nasıl öğrendiğimizi ölçebileceğimiz bir “kaynakça”mız yok.

Oysa “kaynakça”, Batı dilinden söyleyişle bibliyografik çalışma, hangi alan söz konusu ise o alanda, elgördülük değil ciddi işler yapıldığının işareti sayılır. İşe başlamanın “a”sı!

Bizde yok!

***

Rus akademisyenlerden S. N. Uturgauri, Ankara’da 1992 yılında yapılan 500. Yıl Sempozyumu’na sunduğu bildirisinde, Rusya ile birbirimizi öğrenmeye başlama tarzımıza ilişkin olarak ilginç bilgiler veriyor.

Diyor ki, ülkelerimiz birbirini, doğrudan kendi dillerinde kendi yaptıkları incelemelerle değil, büyük bölümü Fransızcadan yapılan çeviri kitaplarla tanımaya başladı.

Rusya’da bizimle ilgili ilk kitap, “Osmanlı İmparatorluğunun yükselmesi, çökmesi ile askeri durumu” başlıklı, Kont Marsilye adlı yazar tarafından kaleme alınmış Fransızca bir kitabın 1737 tarihli çevirisi. Bizde Rusya hakkındaki ilk kitap ise, Edirne Barışı’ndan sonra yine Fransızcadan çevrilerek 1829 yılında yayımlanan J. H. Castera’nın“Katerina Tarihi” olmuş.

İlk diplomatik-ticari ilişkilerin 1492 yılında başladığı düşünülürse, ortada hem geç hem dolaylı bir kültürel temas gerçeği var.

Reklamdan sonra devam ediyor 
Rusya - Türkiye arasındaki kültürel ilişkilerin Batı coğrafyası üzerinden değil, iki tarafın birbirinin kültürünü aracısız doğrudan öğrenme dönemi, Rusya’da 1781’de bizde ise 1886 yılında başlamış.
Onlar Şair Nâbi’nin Hayriyye’sini 1781’de [Fransızcadan çevirip] Rusça okurken, biz onların diplomat-yazarı Griboyedov’unAkıldan Bela oyununu - Mizancı Murat Rusçadan çevirmiş Osmanlıca/Türkçe olarak 1886’da okumuşuz.

Tarihlere dikkat ederseniz, bir de şöyle bir durum var: Birbirini Batılıların süzgecinden okumakta Rusya 1737 - biz 1829; birbirinden doğrudan çeviri yaparak öğrenmede Rusya 1781 -biz 1886 doğumluyuz. Aramızda yüz yıllık, hiç de az olmayan bir fark var. Bugün, “karşımdaki hakkında ne biliyorum” sorusunu açıklığa kavuşturacak bibliyografik çalışma eksiğimizi göz önüne alırsak, kültürel ilişkilerde bizim daha ‘geriden gelme’ özelliğimiz halen sürüyor demektir.

Herkes önce kendinden sorumludur. Artık, yetersiz bilgi ve eksik gayret sorunumuzun üstesinden gelmemiz gerekir.

Elbette bir de sorularımızı yeniden düzenleme işi var...

Alanın uzmanlarınca masaya koyulmuş, ne var ki üzerinde durulmamış, ama öne çıkarılmaları heyecan verici çok soru var. Örneğin, Türk Rus ilişkilerinin son 500 yılında yaşanan 12 savaşın toplamı 50 yıl. Peki kalan 450 yılda ne var ne yok?... Örneğin, bu kapışmalarda başka devletlerin rolü ne kadar?... Örneğin, bu iki ülkenin hem imparatorluk hem modernleşme tarihi neden bu kadar çok birbirine benzer? ... Örneğin, Batı zihninde dünyanın Batı/Doğu sınırı kâh Hristiyanlık/İslam kâh Katolik/Ortodoks ayırımına göre çizilir; bu durumda ‘kim kimle daha çok kültürel ortak?’...

Kendi gerçekliğimize ve başkalarıyla ilişkilerimize taşıma süzgeçlerden değil de doğrudan bakabilirsek, ezbere aldığımız sorulara farklı ve yeni sorular ekleyebilirsek, hiç kuşkusuz gözlerimizin önünde başka bir dünya görüntüsü belirecek."


www.aydinlik.com.tr


19 Eylül 2017 Salı

"Lenin ve Stalin’in aşçısının torunuyum... Küçükken disiplin sorunum vardı..."




Ünlü ABD'li yönetmen Oliver Stone'un, 2015-2017 yılları arasında "Putin" belgeselinin çekimleri sırasında Rus lider ile yaptığı söyleşilerden oluşan "Vladimir Putin ile Söyleşi" adlı kitap satışa çıktı. Lenta.ru, kitaptan bazı bölümleri paylaştı. İşte Putin'in ilginç anılarından bazıları:

“Dedemin bir dönem Lenin ve Stalin’in aşçılığını yaptığı doğru. Dünya küçük. Dedem 1917’deki devrim öncesi Petrograd’da bir restoranda aşçılık yapıyordu. Lenin’in yazlık evinde nasıl aşçı olduğunu bilmiyorum. Daha sonra Stalin’in evinde aşçılık yaptı. Sıradan bir insandı, aşçıydı.  
Biz Leningrad’da (St.Petersburg) yaşıyorduk, ama Moskova yakınlarında yaşayan dedemin yanına yazları birkaç kere geldik. Emekliye ayrılmıştı, ama daha önce çalıştığı devlet yazlık evlerinin birinde yaşıyordu. Babam, babasının yanına Stalin hayattayken gittiğini anlatırdı. Dedem, Stalin gezinti yaparken babama uzaktan onu göstermiş. Bu dönem hakkında tek bildiğim şey bu.”

“Ailem üzerime çok titremesine rağmen ben başına buyruk yaşardım. Sokakta çok zaman geçirirdim ve tabii, en hafif deyişle her zaman disiplinli değildim. Ne zaman ki düzenli olarak spor, judo yapmaya başladım, disipline oldum ve hayatım iyi yönde değişmeye başladı.”

“KGB’de çalışmayı kendim istedim. KGB’de çalışabilmek için hukuk fakültesine girdim. Henüz lisede okurken KGB’nin Leningrad İdaresine çat kapı gidip, onlarla çalışmak için ne yapılması gerektiğini sordum. Hukuk fakültesini bitirmem gerektiğini söylediler. Bu nedenle hukuk fakültesinde okudum.”

“1996 yılında Moskova’ya geldiğimde burada arkamda ciddi bir destek ve önemli bağlantılarım yoktu. 1996’da geldim ve 2000 yılında devlet başkanının vekili oldum. 

Boris Yeltsin ile ve ekibiyle çok özel bir ilişkim yoktu. Yeltsin’in neden beni seçtiğimi bilmiyorum. Benden önce çok yetenekli kişiler çalışıyordu. Bu kişilerden biri olan Bay Primakov, maalesef kısa süre önce aramızdan ayrıldı.


Yeltsin’in bana yaptığı ilk teklifi reddettim. Burada, yan odada, devlet başkanlığına aday olabilmem için beni başbakan olarak atamak istediğini söyledi. Bunun çok büyük bir sorumluluk olduğunu, hayatımı tamamen değiştireceğini ve buna hazır olmadığımı belirttim. O ise, daha sonra bu konuya tekrar döneceğimizi söyledi.”

Ayşe nasıl Mariya oldu


Fuad Seferov


İlk kez bundan yaklaşık 520 yıl önce diplomatik ilişki kuran Türkiye ile Rusya'nın ortak geçmişinde bilmediğimiz, hâlâ  karanlıkta kalan pek çok sayfa bulunuyor...

Türk-Rus tarihinde yapılan kısa bir zaman yolculuğu bu kez de Türk kızı Ayşe'nin 1800'lerin sonunda Edirne'den başlayan, önce Varşova'ya sonra da Rusya'ya uzanan inanılmaz macerasını ilk kez ortaya çıkarıyor.

İşte film gibi bir yaşam öyküsü...

Farklı kaynaklardan yararlanılarak yapılan araştırmaya göre, 1877-1878 yıllarındaki Rus-Türk savaşına katılan Keksgolmski Alayı'nın yürüyüşü sırasında subay Mihail Savenko, Edirne'nin Kuruçeşme köyünde yanmış bir evin yanında açlıktan ölmek üzere bir Türk çocuğu görür. Rus subayların cesetlerle dolu köyden geçişi anında Savenko beş yaşındaki kız çocuğunu şans eseri fark eder ve paltosuyla sararak hemen yürüyüşteki sırasına döner.

Savenko durumu arkadaşlarıyla paylaşır ve Rus askerler yürüyüş boyunca bitkin çocuğu nöbetleşe taşır. Dönemin Rus kaynakları kız çocuğun annesinin bölgede çıkan çatışmalar sırasında hayatını kaybettiği notunu düşer. Bu kaynaklarda, "Bebek adının Ayşe olduğunu söyledi. Savaş sonuna kadar Ayşe görevli yüzbaşı Petersen'in treninde özel bakıma alındı. Önce Bulgar köylülere verilmek istendi ama daha sonra Rus alay yönetiminin yaptığı toplantı sonucunda çok sevildiği için orada kalmasına karar verildi.  Ayşe yemekhaneden getirilen yemekle beslendi" yazar.

Savaşın ardından bölgede görevli olan alay o zamanlar Rusya'ya bağlı Varşova'ya döner. Ayşe Varşova'da alaya ait Ortodoks kilisesinde vaftiz edilir ve kendisine Mariya ismi verilir. 

Yüzbaşı Kostantin Konovalov vaftiz ettiği için Mariya'nın nüfus belgesinde baba adı olarak Konstantin yazılır, soyadını ise hayatını borçlu olduğu Keksgolmskaya Alayı'ndan alır. O kadar sevilir ki, Mariya için alayda özel bir vakıf kurulur ve subaylar her ay maaşlarının yüzde 1'ini bağışlar. 

Okula başlayıncaya kadar Mariya Keksgolmskaya'yı, Alay Komutanı General V. Panyutin'in ailesi yetiştirir.

Bu sırada ilginç bir olay yaşanır...

Ağustos 1879'da Varşova'daki Keksgolmski Alayı'nda bir toplantıya katılan Rus Çarı II. Aleksandr misafirhanede Mariya'nın duvarda asılı fotoğrafını görür. Bunun üzerine Alay Komutanı Panyutin, Mariya'nın öyküsünü anlatır ve Varşova'da bulunan Aleksandro-Mariyinskiy Kızlar Enstitüsü'nde eğitim alması için Çar'dan yardım ister.


İlginç öyküden etkilenen II. Aleksandr, eşi ile bu konuyu görüşme sözü verir. Gerçekten de kısa süre sonra Çar'ın eşinin onayıyla Mariya söz konusu okulda eğitim görme hakkını kazanır.

1890 yılında okuldan başarıyla mezun olan Mariya katıldığı askeri bir etkinlikte dönemin Çarı III. Aleksandr'ın eşi Mariya Fyodorovna'nın dikkatini çeker. Mariya Çar ailesinin oturduğu bölüme davet edilir ve onlarla birlikte Keksgolmski alayının geçişini izler. Çar ailesinin üyeleri ile sohbet etme olanağı bulan eski Ayşe, yeni Mariya onların da sempatisini kazanır, 

İlginç öykü, ABD ve İngiltere'de çıkan gazetelere de "Alay Kızı Mariya" başlıklarıyla yansır. 

1892 yılında, yani yaklaşık 20 yaşındaki Mariya, İzmailovski Alayı'nda görevli subay Aleksandr Şlemmer ile evlenir. Görkemli düğüne Varşova'daki Rus sosyetesi ve askeri yetkililer katılır. Düğünde Çar ailesi Mariya'ya pırlanta kaplamalı altın bilezik ve bir tebrik mesajı da gönderir..  

Evlendikten sonra Mariya Rusya'da kilise ve anıtların inşa edilmesi ile ilgili hayır çalışmalarında görev alır, bağışlarda bulunur, 1.Dünya Savaş'nda askeri hastanelerde gönüllü hemşirelik de yapar.

Burada vereme yakalan Mariya, 1917 Devrimi sırasında belki de çarlık ailesine olan gönül borcu nedeniyle Beyaz Ordu, yani devrime karşı mücadele edenlerin safına geçer.

Önce Beyaz Ordu subayı olan büyük oğlu Pavel çatışmalarda hayatını kaybeder, ardından eşi Kızıl Ordu tarafından yakalanarak kurşuna dizilir.

Sonunda Mariya 1920 yılında, 40 yaşına ulaşamadan vereme yenik düşerek Kırım'ın Yalta kentinde hayatını kaybeder, aynı yerdeki mezarlıkta toprağa verilir. 

Beyaz Ordu saflarında savaşarak Avrupa'ya kaçan öteki oğlu Georgi ise 1974 yılında Almanya'da hayatını kaybeder.

2001 yılında Leningrad bölgesinde yer alan Priozerksi kentinde başarılı öğrenciler için Mariya Keksgolsmkaya adına burs tahsis edilir.
Böylece Ayşe'nin Edirne'de başlayan hayatı Yalta'da son bulur ama anısı hep yaşar...

Fuad Seferov, Moskova

Kaynaklar:
*Adamoviç B.V. Keksgolmskaya Alayı Kızı, 1958. 
*Mariya Keksgolmskaya-Ayşe. Donskaya Reç Gazetesi 1890.

Rusya'nın "ayrımcılık" yarası: Çalışan kadınlar, kazanan erkekler...




Rusya'da iş hayatından erkeklerden daha fazla yük çektiği her vesile ile itiraf edilen kadınların erkeklerden çok daha az kazandığı resmi ağızlardan da doğrulandı. Bir hükümet toplantısında konuşan Başbakan Yardımcısı Olga Golodets 2015 sonu itibariyle ayda ortalama 38 bin 600 ruble (670 dolar) kazanırken, kadınların 28 bin ruble (486 dolar) kazandığını açıkladı.

Dünya Ekonomik Forumu'nun cinsiyetler arası eşitsizlik listesinde Rusya 144 ülke arasında 75. sırada. Sıralamada Türkiye 130. sırada.

Bakan Golodets kadınların maaşlarının erkeklerden yüzde 26 daha düşük olduğunu söylüyor. Maaş uçurumunun en az olduğu sektör eğitim. Bilişimde ise fark yüzde 33'e kadar çıkıyor.

Öte yandan, başbakan yardımcısı çalışma hayatında cinsiyetler arası uçurumun kapanma eğiliminde olduğuna dikkat çekiyor. Golodets, 2005 yılında maaşlar arasındaki uçurumun yüzde 40 seviyesinde olduğunu, bugün "nispeten daha iyi noktada olunduğunu" belirtiyor.

Golodets kadınların politikada yeterince temsil edilmediğine ve Rusya'nın bu alanda Batı'nın ve diğer gelişmiş ülkelerin gerisinde kaldığına da değindi.


Devlet Duması'nda kadın vekil oranı yüzde 15, Parlamento'nun üst kanadı Federasyon Konseyi'nde ise yüzde 17. Hükümetteki 31 bakandan yalnızca üçü kadın: Başbakan Yardımcısı Olga Golodets, Eğitim ve Bilim Bakanı Olga Vasilyeva ve Sağlık Bakanı Veronika Skvortsova.