Moskova

Moskova

18 Kasım 2023 Cumartesi

Balaklava


Balaklava

M. Hakkı Yazıcı

mhyazici@yandex.ru

  

Serkan, geçen hafta pazar günü bizim ofisteki kızların peşine takılıp Tretrikovskaya Galerisi’ndeki resim sergisine gitmişti. 

Galeri, tarihi olayların resimleri ve tarihi şahsiyetlerin portreleri ile doluymuş.

“Sırf görmüş olmak için gidiliyorsa neyse, ama altmışın üzerindeki irili ufaklı salondaki yüzlerce tabloyu görüp inceleyebilmek için yaklaşık üç saati gözden çıkarmak gerekiyor. Yoksa hiç girme daha iyi,” diyor.

Sergilenen resimler insana adeta sanatın ötesinde Rus tarihini kronolojik olarak anlatan bir görsel belgeler şöleni yaşatıyormuş.

Örneğin Ayvazovski’nin İstanbul’daki Kız Kulesi’ni kadrajına almış resmlerini görünce Boğaz’ın simgesi olan bu yapının şimdiki halinin ne kadar farklı olduğuna şaşırmış.

Çoğu savaş temalı resimlere bakarken Serkan dalıp gitmişti.

“Plevne Savaşı’nda saldırı öncesinde Rus askerlerini cephe gerisinde gösteren resme bakıp Osman Paşa’yı anmadan olmuyor.”

Kızlara Serkan’la kafa bulmak için fırsat çıkmıştı.

Osmanlı İmparatoru Sultan IV. Mehmed'in mektubuna cevap yazan Zaporojya Kazakları’nın Sultan’ın mektubuyla dalga geçip, güldüklerini resmeden Rus sanatçı İlya Repin'in meşhur eserinin önünde Yuliya, “Sen bu resmi biliyor musun?” diye soruyor Serkan’a ve arkasından İrina’yla birbirlerine göz kırpıp, kıkırdaşıyorlar.

Şakalaşma düzeyini aşmadığı için Serkan aldırmamıştı bu gülüşmelere.

***

Sergi çıkışında gardropta İrina yün başlığını bulamamıştı.

Kızcağız ağlamaklı olmuştu, sevgili başlığını bulamayınca.

Gardrop görevlisi kadın soruyor:

“Neyiniz vardı paltonuzun dışında, şemsiye mi?”

“Yok hayır, balaklava.”

“Balaklava mı, ne renk?”

Telaşlanan gardrop görevlisi kadıncağız sağa sola baktıktan sonra nihayet İrina’nın balaklavasını buluyor.

Rahatlıyorlar.

Serkan, İrina’ya  “Peki, ya sen ‘balaklava’ sözcüğünün nerden geldiğini biliyor musun?” diye soruyor.

İrina, bilmiyorum dercesine omuzunu silkiyor.

Sıra ondaydı. Serkan, en bilgiç halini takınarak başlıyor anlatmaya.

***

İngilizcede kar maskesi veya yüz maskesi  anlamına gelen “balaclava” sözcüğünün etimolojik kökü araştırıldığında ilginç şeyler çıkıyor ortaya.

Sözcük Rusçada da aynı: “балаклава (balaklava)”

Bu sözcük Kırım’daki Balıklıyuva adlı  bir Türk köyünden geliyor.

1475 yılında buradaki Cembalo Kalesini fetheden Türkler  bölgeye Balıklıyuva ismini vermiş.

Sağır duymaz, uydururmuş. İngilizlerin dili dönmeyince Balıklıyuva olmuş Balaklava.

Kırım’ın güneybatısında, Sivastopol’un altında, Karadeniz kıyısında sevimli bir köy burası. Balığı bol olmalı ki bu ismi vermişler.

Bu köyün ismi halen de Balaklava.

İrina, kaybettiğini sanıp, yeniden bulduğu için sevindiği balaklavasını göğsüne sıkıca bastırmış, dikkatle Serkan’ı dinliyor.

Serkan, “Şimdi konunun coğrafya ve etimoloji ile ilgili kısmını bitirip tarihi kısmına geçelim,” diyor.

“Hikayesi şöyle:

Dediğim gibi Balaklava (İngilizcesi: Balaclava), Sivastopol yakınlarındaki bir köyün ismi.  Belki kasaba demek daha doğru. Neyse…

Kırım savaşı sırasında burada da bir çatışma yaşanıyor. 

Kırım Savaşı, 4 Ekim 1853-30 Mart 1856 tarihleri arasında meydana gelen bir  Osmanlı-Rus savaşı. İngiltere, Fransa ve Piyemonte-Sardinya  Osmanlı tarafında savaşa dahil oluyor. Avrupalı devletlerin amacı Rusya'yı Avrupa ve Akdeniz dışında tutmak. Asıl neden de bu.

Bu savaşın bir parçası olan Balaklava Muharebesi,Osmanlı, İngiltere ve Fransa ordularının Ruslarla karşı karşıya geldiği pek bilinmeyen tarihi olaylardan biri.

25 ekim 1854’te meydana gelen çatışmaya bu  kasabada meydana geldiği için Balaklava Muharebesi adı verilmiş.

Hava çok soğukmuş.

İngiliz birlikleri iklime uygun olmayan kıyafetleri nedeniyle muzdaripmiş. Askerlerin ayazdan ağızları, burunları, kulakları buz kesmiş.

Balaklava Muharebesi'nin ardından bu haberler  askerlerin evlerine kadar ulaşıyor. Cephedeki askerlerin aileleri ve halk, miğferlerin altına giyilebilecek yünlü başlıklar da dahil olmak üzere, sıcak tutan yün giysiler örmeye ve cepheye göndermeye başlıyor.

Bölgedeki İngiliz askerleri ısınmak için bu örülmüş yün başlıklardan giymeye başlıyorlar.

Böylece bu başlığın ismi İngilizceye kar maskesi ya da yüz maskesi anlamında “Balaclava” olarak geçiyor.

***

Kızlar, Serkan’la sen anlamazsın, bilmezsin diye dalga geçiyorlardı ya, onun derin tarih bilgisi karşısında şaşırıp, mahçup oluyorlar.

Ancak sözcüklerin tarih içindeki macerası da çok ilginç değil mi?

Sözcüklerin izini sürmek, tarihe de ışık tutuyor. 

‘Sahte’ Lenin, Stalin ve Putin


Kaynak: https://medyagunlugu.com/

  

Türkiye’de son zamanlarda Mustafa Kemal Atatürk’e benzerliğini gelir kapısına çevirenlerin sayısı artmaya başladı. Bazı açılardan benzer bir durum uzun süredir Rusya’nın başkenti Moskova’da da var.

1990’lı yılların ortalarından beri Ünlü Kızıl Meydan’a adım atanlar Sovyet Devrimi’nin önderi Vladimir Lenin ya da bir döneme damgasını vuran Sovyet lideri Josef Stalin’le karşılaşıyor. Tabii söz konusu olan Lenin’le Stalin’in benzerleri. Hatta aslında bakılırsa Kızıl Meydan’da “Lenin gibi” dolaşan 10, “Stalin gibi” dolaşan ise sekiz kişi var. Bu kişiler, özellikle yabancı turistlerle para karşılığında özçekim (selfie) yapıyor. Lenin ve Stalin gibi giyinen kişiler sabit bir fiyat uygulamasa ve “pazarlığa açık” olsa da turistlerden birlikte fotoğraf çektirmek için genelde 500-1000 ruble (156-313 lira) talep ediyor.

Kızıl Meydan’da kopyaları dolaşan ünlüler Lenin ve Stalin’le sınırlı değil; son Rus Çarı II. Nikolay, Çariçe II. Katerina, ünlü şair Aleksandr Puşkin ve Karl Marx’ın benzerleri de turist peşinde koşuyor. Hatta bu kişilere son yıllarda Devlet Başkanı Vladimir Putin’le eski ABD Başkanı Barack Obama’nın benzerleri eklendi. Ama Lenin ve Stalin’in “başarılı” kopyalarının tersine Putin gibi dolaşan kişinin Rusya liderine çok benzediğini iddia etmek zor. (Manşetteki küçük fotoğraf)

Sahte ünlüler zaman zaman turist kapmak için işi kavgaya kadar vardırabiliyor hatta karakolluk olabiliyor. Bu kavgalar medyaya esprili şekilde örneğin, “Lenin’le Puşkin kavga etti!” başlığıyla yansıyor.

Ünlü sakalı ve yanından ayırmadığı Pravda gazetesiyle Lenin rolü oynayanlardan Sergey Solovyov, zor bir işleri olduğunu, bütün gün ayakta durduklarını söylüyor, “Bazen de yanımdan geçen kişiler gerçek Lenin’mişim gibi bana laf atıyor” diyor.

Kızıl Meydan’da gezen ve taklit ettikleri tarihi kişilerin sayesinde para kazananların Türkiye’de olduğu gibi büyük bir tepki çektiğini söylemek zor.

Yine de bu kişileri farklı bir açıdan eleştirenler var. Örneğin Parlamenter Vitaliy Milonov, bir ara bu kişilerin yasaklanmasını ya da para cezasına çaptırılmasını istemişti.

Milonov’un gerekçesi ilginçti:

“Kızıl Meydan’da Leninler, Stalinler dolaşıyor. Tamam dolaşsınlar da bari en azından taklit ettikleri kişilere benzesinler. Benzemeyenler ya yasaklansın ya da pazar cezasına çarptırılsın!”

‘Rus ruhu’ üzerine

 


Cenk Başlamış

Kaynak: https://medyagunlugu.com/

 

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin bir süre önce “geleneksel manevi ve ahlaki değerlerin korunması ve güçlendirilmesine” yönelik bir kararname imzaladı.

Kararnamede yer alan 17 madde arasında, vatanseverlik, maneviyatın maddiyatın önünde olması, güçlü aile, karşılıklı yardımlaşma ve merhamet de bulunuyordu.

Bu kararname dış dünyada fazla ilgi çekmedi ve neden gerek duyulduğu konusunda üzerinde pek durulmadı.

Ama iş maneviyata gelince, pek çok ulus diğerlerinden farklı, özgün ve üstün olduğuna inansa da bu konuda Rusları ayrı bir yere koymak gerekir.

Putin’in iki yıl önce yaptığı bir tanıma bakılırsa, “Rusya sadece bir ülke değil, zengin gelenekleri, çok kimlikli karakteri, sayısız kültür ve inancı sayesinde farklı bir uygarlık…”

Ancak Rusya’nın ve Rusların diğer tüm ülkelerden ve uluslardan farklı olduğu görüşü, daha doğrusu iddiası yeni değil, hatta yüzyıllar öncesine dayanıyor.

Rusya ile biraz ilgisi olanların yakından bildiği bir dörtlük vardır:

“Rusya akılla anlaşılamaz

arşınla ölçülmez

kendine hastır

Rusya’ya sadece iman edilir…”

Dörtlük 1800’lerde yaşamış Rus şair ve diplomat Fyodor Tyutçev’e ait.

Bu öyle bir dörtlük ki, ilk bakışta yergi içerdiği izlenimi bırakıyor ama aynı zamanda Rusya’nın, “akılla, mantıkla anlaşılamaz, çözülemez, başkalarına benzemez manevi kimliği“ne vurgu yapıyor.

Bu tanım yüzyıllardır Rusların kendileriyle övünmek için söylediği “Rus ruhu”nda bayraklaşan, somutlaşan bir söze dönüştü.

Bir ülkenin akılla çözülememesi, özellikle kendi ülkelerinde akılcılığın hakim olduğu Batılıların anlamakta güçlük çektiği bir durum.

Ama bu onlar için ne kadar anlaşılmaz bir şeyse, Ruslar için de o kadar gurur kaynağı.

Örneğin, bir yabancı Rus arkadaşına Rusya’da anlayamadığı, kavrayamadığı şeyler olduğunu söylese kendisine hemen bu dörtlük hatırlatılır. Zaten Ruslara göre, bir yabancı Rusya’yı kesinlikle anlayamaz çünkü “dünya bir yana Ruslar bir yanadır, onlar başka, bambaşkadır…”

Bu durumla karşılaşan bir yabancı ister istemez ya aşağılık kompleksine kapılıyor ya da “Nasıl yani, Ruslar uzaylı mı, nasıl diğerlerinden bu kadar farklı olabilir ki…” diye tepki gösteriyor.

Ama tabii ülkelerine eleştirel bakan Ruslar da yok değil.

Bunlardan biri de, Tyuçev’le aşağı yukarı aynı zamanlarda yaşamış filozof Pyotr Çaadayev.

Bakın o ne demiş?

“Bazen bana öyle geliyor ki, Tanrı Rusları diğer halklara nasıl yaşamamaları gerektiğini göstermek için yarattı. Rusya toplumunun kimliği hiçbir zaman olmadı. Yok. Olmayacak da. Zaten gerek de yok. Tıpkı Rusya gibi halkı da dünyaya bir ders olarak varlığını sürdürüyor…”

Haliyle o zamanlar bu sert sözleri söylemenin bir bedeli vardı.

İmparatorluk Çadaayev’i “deli” ilan etti ve eserlerini yasakladı.

Tyuçev mi haklı yoksa Çadaayev mi?

Galiba Rusya’ya uçlardan bakan ikisi de haksız…

11 Kasım 2023 Cumartesi

Moskova'nın en iyi bar ve restoranları


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Moskova'nın en iyi restoranlarını seçmeyi amaçlayan Wheretoeat ödülleri GUM'da düzenlenen bir törenle sahiplerini buldu. Jüri 197 işletmenin yer aldığı uzun listeden en iyi 10 restoranı şu şekilde belirledi:

 

1. Savva

2. Olluco

3. Loona

4. Folk

5. White Rabbit

6. Sage

7. Maya

8. Sage

9. Onest

10. Probka na Tsvetnom

Medya temsilcilerinden en çok oyu alan restoran ise Olluco oldu.

Moskova'nın en iyi barı ödülü bu yıl da Butler The Japanese Bar aldı.

Yılın en iyi şefleri AVA, Loona, Narnia ve Patriki'nin tandem şefleri Vitali İstomin ve Artyom Losev seçildi.

En iyi sömelye ödülü ise Lucky Group'tan Dmitri Kipelkin aldı.

7 Kasım 2023 Salı

Putin’den ‘Altınordu’ göndermesi


Fuad Safarov

Kaynak: https://medyagunlugu.com/

  

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 13. yüzyılda ünlü Rus Prensi Aleksandr Nevski’nin Türk-Moğol devleti Altın Orda (Altınordu) ile iş birliği yapmasının taktik açıdan doğru bir karar olduğunu söyledi.

Rusya’nın Ulusal Birlik Günü vesilesiyle Moskova’daki Zafer Müzesi’nde, Rusya Federasyonu Toplumsal Konseyi’nin yeni üyeleri ile bir araya gelen Putin, tarihi konulara da değindi. Söz konusu bayramın önemini vurgulayan Rusya lideri, halkın birliğinin her zaman Rusya’nın yeni sınırlara ulaşmasının temel bileşeni olduğunu söyledi ve “Her zaman böyle olmuştur. Örneğin, Aleksandr Nevskiy zamanında yaşananları hatırlayalım. Altın Orda’ya gitti, hanlarına boyun eğdi. Batı’nın işgaline etkili bir şekilde direnmek dahil, her şeyden önce hüküm sürmek için izin aldı” dedi.

Putin bu olayın önemini, “Altın Orda kibirli ve zalimce davranıyordu ama Batılı fatihlerin yok etmeye çalıştığı dilimize, geleneklerimize, kültürümüze dokunmadı. Bu çok önemli çünkü eğer bir halkın kültürü, gelenekleri ve tarihi yok edilirse, o halk yavaş yavaş etnik bir grup olarak yok olmaya başlar, bahar gelince eriyen karlar gibi erir, yok olur” sözleriyle anlattı.

Rusya’da Prens Nevski’ye bir aziz kadar saygı duyulduğunu anlatan Putin, “Nedeni yaptığı bu seçimdi. Önce Rus halkını, sonra da devasa ülkemizin topraklarında yaşayan tüm halkları kurtarmayı düşündü” dedi.

13. yüzyılda önce Novgorod, sonra da I. Vladimir beyliklerinin lideri olan Büyük Prens Nevski, İsveçlileri Neva kıyılarında yendiği için” Nevski” adını ve “Neva Muzafferi” soyadı aldı, Rusya’da ulusal kahraman ilân edildi. 1242 yılında Töton şövalyelerini, Pskov Gölü’nün buzları üstünde yenerek hem Rusya’yı hem de Ortodoksluğu kurtardı. Bu nedenle Ortodoks Kilisesi tarafından azizlik mertebesine yükseltildi.

Cengiz Han’ın torunu Batu Han tarafından 1242 yılında kurulan Altın Orda devleti bir Türk-Moğol birliğiydi. Moğol İmparatorluğu’ndan sonra kurulan devlet mutlak monarşi ile yönetiliyordu. Moğolcada Orda kelimesi “otağ” anlamına geliyordu, bu yüzden devlete Altın Orda denilmişti. Altın Orda’nın siyasi yapısı Cengiz Han’ın koyduğu yasalara dayanıyordu. Altın Orda, Türk-Moğol karışımı bir ordudan oluşuyordu. Devlet kurulduktan sonra Altın Orda ordusu Rusların bazı bölgelerini istila etti.

Kıpçak Türkçesi, Çağatay Türkçesi ve Moğolcanın yaygın olduğu devlete tarihi kaynaklarda Altınordu devleti de deniliyor. Başkenti Saray Berke olan devlet 1502 yılına kadar hüküm sürdü.

Hakimiyet alanı günümüz Avrupa Rusya’sı, Karadeniz’in kuzeyi, Gürcistan, Ukrayna ve Kazakistan’ın bir bölümüydü.

5 Kasım 2023 Pazar

Rus Postmodern Edebiyatı Üzerine



Kısmet Rüstemov


Kaynak: https://oggito.com/

 

Gerçekliğin eski anlamını yitirdiği bu dünyada artık her şey hipergerçekliktir. Bu öyle bir dünya ki, burda neyin taklit, neyin gerçek olmasını bilmek olanaksız, kopyalar gerçeğin yerini işgal etmiş.

Kısmet Rüstemov

Rus edebiyatı üzerine düşünürken, aklım nedense hep uzak 17., 18. yüzyıllara gidiyor. Düelloları düşünüyorum, önce birbirine sırtını çeviren, sonra birbirinin yüzüne ateş edenleri. Lorca'nın ünlü “İgnasio Sanches Mejias İçin Ağıt” şiirindeki dize ile söylersem: “yumurtasını yaraya bırakan ölümleri”. Bence, Rus kültürünün şifrelerini çözmek, o kültürü anlamak için unutulmamalı: önemli olaylardan biri de düellodur. Fransızlardan benimsedikleri düellonun tabancası Roland Barthes’tan çok çok önce “yazarın ölümünü” ilan etmişti: Puşkin’in, Lermontov’un ölümünü... Rus teorisyen Viktor Şklovski edebi metni tekrardan, monotonluktan kurtarmak için iki yol öneriyor. Ben mitolojiden ödünç aldığım isimlerle bu yollardan birincisine “Thetis metodu”, ikincisine “Phoenix metodu” demeyi seviyorum. Birinci metod parmaklarımızın arasından su damlaları, kum taneleri gibi akıp giden günlük hayattaki sıradan anlara yoğunlaşmayı, yani bir anlamda kral Peleus’un kollarının kıskacına düşene dek bin bir biçime giren Thetis’i hatırlatıyor. İkinci metod ise bize edebi geleneğin daima yeniden üretimini, yenilenmesini teklif ediyor, yani bir anlamda küllerinden doğan Phoenix’in tecrübesini. İşte burda Nabokov’un Tolstoy üzerini söylediği bir şey aklıma geliyor. Nabokov’un yazdığına göre, Tolstoy ömrünün sonlarında hiçbir şey okumuyormuş, yalnızca bir kitaba ara sıra şöyle bir göz atıp keyifleniyormuş: Anna Karenina. Bu Nabokov’un edebi bir uydurması mıdır bilemem, ama burada ilginç olan, Diriliş yazarının bir tren istasyonunda hayatının son düdüğünü duymadan önce, eski yazdıklarına göz atıp, sanki kendisini kendisi için yeniden yaratma, hatırlatma, “diriltme” isteği.

Viktor Pelevin yan yana gelmesi akıl almaz görünen farklı şeyleri birbirine yapıştırıyor. Çağdaş Rus edebiyatının yıldızlarından olan Viktor Pelevin de bana göre bu “diriltme” operasyonunu icra ediyor, tabii ki farklı anlamda. Yalnızca bir cümlesini alıntılamak bile yeter ki, Pelevin’in yeniden değerlendirme dünyasına vize alalım. Nietzsche’nin “Tanrı öldü!” fikri gündeme geliyor, Pelevin hemen lafa dalıyor: “Öldüyse, demek Tanrı değilmiş.” Pelevin hem Çapayev ve Boşluk, Omon Ra gibi romanlarında, hem de son romanlarından biri olan 3ZB’de her defasında bir şeyi yeniden değerlendiriyor, “diriltiyor”, önceleri yan yana gelmesi akıl almaz görünen farklı şeyleri birbirine yapıştırıyor. Pelevin romanlarında Sovyetler dönemini düelloya çağırıyor, ama tabancasını yalnızca geçmişe doğrultmuyor. Mesela, 3ZB romanında sosyal medyanın insan hayatına etkisinden, sanal gerçekliğe zincirlenmiş “neo-Promoteus”lardan söz ediyor. Sanal dünyada kendini pencere pencere çoğaltsa da, insanın yalnızlaşmasından, binlerce dostu olsa da, topluma yabancılaşmasından doğan ve doğabilecek sorunları gösteriyor, tahmin ediyor. Boşa kurşun sıkmıyor, ironi şarjörünü tam hedefe boşaltıyor. Bu sanal dünya bir zamanlar Baudrillard’ın söylediyi simülatif dünyadır. Bu dünyada gerçekliğin sonsuz sayıda yeniden üretimi gerçekleşiyor. Gerçekliğin eski anlamını yitirdiği bu dünyada artık her şey hipergerçekliktir. Bu öyle bir dünya ki, burda neyin taklit, neyin gerçek olmasını bilmek olanaksız, kopyalar gerçeğin yerini işgal etmiş. “Fokur fokur kaynayan enformasyon kazanı içinde” (Baudrillard) gördüğü her şeyi hakikat, okuduğu her şeyi bilgi sayanların dünyası bu dünya. Pelevin'in romanının adı da çokkatmanlı: 3ZB. Bu ad Pelevin’in birkaç sözden türettiği, kendinden icat ettiği bir para birimi, Zükerbrin. 3 sadece bir rakam, Z harfi fFacebook’un kurucusu Zuckerberg’ün, B harfi ise Google arama motorunun kurucusu Brin’in baş harflerinden oluşuyor. Çağdaş rus postmodern yazarlarının –Pelevin, Sorokin, Limonov, Prigov, Prilepin– iğneleyici tarzlarını Goggle’a dek götürmek mümkün, fakat bence 20. yüzyılda iki önemli yazar var ki, onların yazdıklarını benimsemeyen bir tek bile Rus postmodernisti yoktur. Onlar Andrey Beliy ve Vladimir Nabokov. Beliy ve Vladimir paragrafına geçmeden önce söylemeliyim ki, başta Pelevin olmak üzere Rus postmodernistlerini birleştiren ortak yön, bana göre, herkesin olanlara seyirci kalmasına karşı duyulan agresif tavırdır. Onlar hepsi, Facebook diliyle söylersek, şöyle düşünüyor: romanlar okuru “dürtmelidir”. Rus eleştirisinin “ikinci dalga” adlandırdığı, Rus edebiyatının gümüş devrinin en önemli isimlerinden sayılan sembolist Andrey Beliy, ilk şiir kitabından ünlü romanı Petersburg’a kadar eşi benzeri olmayan biçim, söz ve ritm oyunları, müzikteki, resimdeki, matematikteki yenilikleri yazıda denemesiyle kısa zamanda üne kavuştu. O, teorik yazılarıyla da kendi kuşağına yön verdi. Küçük bir ilave: başka büyük bir Rus yazarının – Yevgeniy Zamyatin’in Beliy için dediklerine bakalım: “Onun yazdıklarının Rusça olup olmadığını söylemek çok zor: onun sentaksı çok farklı, kelime dağarcığı yeni sözlerle dopdolu. Kitaplarının dili Beliy dilidir, Ulysses’in dilinin İngilizce değil, Joyce’ca olduğu gibi.” Yaşadığı dönem “altın”dan değil “gümüşten” olsa da, soyadının yüz aklığına (Beliy, Rusça beyaz demek) güvenip en cesur, aynı zamanda, başarılı deneylerle radikal yeniliklere imza ata Andrey Beliy, bana göre Rus edebi düşüncesinin sınırlarını büyütenlerin başında geliyor. Cesur, başarılı deneylerle radikal yeniliklere imza ata Andrey Beliy.

***

“Postmodern şakanın babası” (Orhan Pamuk) Vladimir Nabokov yeni Rus düzyazısına en büyük etkiyi yapanlardan. Onun yalnızca Amerikada yaşadığı dönemde İngilizce yazdığı romanlar değil, aynı zamanda üniversitelerde Rus ve dünya edebiyatı üzerine verdiği dersler de kitaplaştıktan sonra büyük sonuçlar verdi. Bugün Nabokov’u Amerikan edebiyat tarihinin bir parçası saymaktan memnuniyet duyan Amerikalı eleştirmenler bile, onun yalnızca büyük üslupçu, estet değil, aynı zamanda edebi metni en ince ayrıntısına kadar bilen büyük bir eleştirmen olduğunda hemfikir. Nabokov’un Gogol’ün eserlerine yeni bakış açısı getirdiği ünlü kitabı Nikolay Gogol, Post-Sovyet Rusyası’ndakı entellektüel çevrelerde çok popüler oldu ve onun etkisiyle farklı bakış açılarından yazılmış yüzlerce alternatif kitap doğdu.

Andrey Beliy’den biçim, ritm, ses, söz oyunlarını, Nabokov’dan kamerayı farklı köşelerden kurmayı ve bütün dünya kültürünü kendi kültürünün bir parçası gibi özümseyip faydalanmasını öğrenen çağdaş Rus yazarları, kendilerine has ironik dil, parodik temalar ve karikatürize etme becerileriyle birbirinden ilginç ve başarılı romanlar yazdı.

Eski Sovyet romanlarını ve sosyalist gerçekçi edebiyatı parodileştiren, mitolojiden, ezoterizmden, okültizmden bol bol faydalanan Viktor Pelevin, radikal avangartçı Sorokin, Prigov ve kadınların dünyasını hem katı, hem de açık tonlarla dillendiren Ludmila Ulitskayan’ın eserleri Rus postmodernist edebiyatının günümüzdeki en parlak örnekleridir.

Rusya'da 10 bin km'yi taksiyle gittiler!


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Moskovalı iki kafadar Rusya'nın bir ucundan diğerine taksiyle 12 günlük seyahat gerçekleştirdi. Her ikisi de 24 yaşındaki İvan Storojev'le Valeri Kozlov'un 10 bin kilometrelik yolculuğu 45 bini benzin olmak üzere 650 bin rubleye mal oldu (7 bin dolar).

Uçakla ülkenin en doğu ucunda, Japon'ya komşu Vladivostok'a gelen Storojev ve Kozlov şehirde bir taksi tuttuktan sonra varış istikametini St. Petersburg olarak değiştirdi.

İkilinin bu maceraya atılmaya razı gelecek bir sürücü bulmak için 6 saat harcadığı bildiriliyor. Storojev ve Kozlov nihayet Ferruh adında bir Özbek sürücüyle anlaşarak yolculuğa başladığı öğrenildi.

Üç yol arkadaşı yolculuğu günde 12-14 saat yol alıp geceleri ise otellerde konaklayarak tamamladı. Taksicinin konaklama ve yeme-içme masraflarını da müşteriler karşıladı.

En uzun taksi yolculuğunun uğradığı şehirler Vladivostok-Habarovsk-Çita-Ulan-Ude-İrkutsk-Krasnoyarsk-Kemerovo-Novosibirsk-Omsk-Çelyabinsk-Tümen-Ufa-Nijniy Novgorod-St. Petersburg şeklinde sıralanıyor.

Moskova'da ekonomik ve temiz 5 semt


Kaynak: https://turkrus.com/

  

Moskovskiy Komsomolets gazetesi eski Moskova tabir edilen bölgede sadece 11 bölgenin nispeten temiz hava koşulları sunduğunu yazıyor. Ekostandart verileri temel alınarak hazırlanan habere göre bu bölgelerden 8'i MKAD'ın içinde, 3'ü ise dışında.

MKAD içi semtler: Krılatskoye, Strogino, Horoşevo-Mnevniki, Yasenevo, Obruçevski, Sokolniki, İzmaylovo ve İvanovskoye.

MKAD dışı semtler: Mitino, Severnoye Butovo ve Severnıy.

Adı geçen semtlerin otoyol ve fabrika benzeri hava kirletici unsurların etkisinden nispeten uzak olduğu ve çok sayıda yeşil alana ve su havzasına ev sahipliği yaptığı belirtiliyor.

Öte yandan IRN.RU'nun değerlendirmesine göre şehirde makul bir fiyata konut sahibi olunabilecek en temiz 5 bölge şu şekilde:

İvanovskoye, Severnoye Butovo, Mitino, İzmaylovo ve Severnıy Rayon.

Ruslar için en gözde yerli modeller




Kaynak: https://turkrus.com/

 

SberAvto'nun Quto.ru ile ortaklaşa gerçekleştirdiği araştırmaya katılan Rusyalı otomobil tutkunları en sevdikleri yerli modelleri açıkladı. İşte modeller ve oranlar:

VAZ-2106, yüzde 14;

Lada Niva, yüzde 14;

VAZ-2101, yüzde 13;

Lada Vesta, yüzde 10;

GAZ-31105 Volga, yüzde 8;

VAZ-2115 Samara, yüzde 7;

GAZ-13 Çayka, yüzde 7;

Moskviç-412, yüzde 7;

Aurus Senat, yüzde 5.

Otomobilseverlerin yüzde 45'i yerli modellerde en çok servisin basitliğini sevdiklerini belirtiyor. Yüzde 24'lük bir grup da yerli modellerin fiyat avantajına dikkat çekiyor.

Türkiye'deki Murat serisi gibi Fiat platformu üzerinde tasarlanan VAZ-2106 Avtovaz tarafından 1976-2006 yılları arasında üretilmişti.

Rusların şans getiren batıl inançları




Kaynak: https://turkrus.com/

 

Rusya’da yapılan bir ankette halkın şans getireceğine inandığı batıl inançları mercek altına alındı. Araştırmaya katılan Rusya vatandaşlarının yüzde 60’ı kendisini batıl inançları olan birisi olarak tanımladı.

Mistik ve doğaüstü inançları “saçma” olarak tabir eden ve bu tür inançları olmadığını belirten kişilerin oranı yüzde 14.

Anket katılımcılarının yüzde 45’i zaman zaman geleceğe dair astroloji tahminleriyle ilgilendiğini söyledi.

Yüzde 11’lik bir kesim ise bu konulara şüpheyle yaklaştıklarını söylüyor. 

Anket katılımcılarının yüzde 49’u tahtaya vurmak, omuza tükürmek gibi batıl inançları olduğunu belirtti. 

Ankete göre Rusya vatandaşlarının yüzde 30’u otomobillerinde dini semboller bulunduruyor. 

Anket katılımcıları ayrıca, seyahate çıkmadan önce dua etmek, arabalarla konuşmak, negatif kişileri araca almamak, arabada küfür etmemek, arabanın içinde demir para saklamak gibi batıl inançları olduğunu belirtti.