Moskova

Moskova

28 Ocak 2019 Pazartesi

Leningrad kuşatmasının kırılmasının 75. yıldönümü anılıyor


Rusya’da yaklaşık 900 gün süren Leningrad kuşatmasının kırılmasının 75. yıldönümü anılıyor


75 yıl önce bugün Kızıl Ordu, 872 gün süren Nazi Almanyası'nın kuşatmasını kırıp o zamanki adıyla Leningrad, şimdiki ismiyle Petersburg şehrinin halkını kurtardı.

Leningrad kuşatması Eylül 1941'den Ocak 1944'e kadar sürdü. Şehrin kuruluşundan beri geçirdiği en trajik dönem olarak tarihe geçen bu 29 aylık süre boyunca, yaklaşık 3 milyon olan şehir nüfusunun, kimi hesaplamalara göre bir milyonu, kimi hesaplamalara göre ise bir buçuk  milyonu, bombardıman, hastalıklar ve açlık yüzünden  hayatını kaybetti.


Modern tarihin en uzun süreli ve en yıkıcı kent kuşatmalarından biri  olan Leningrad kuşatmasının  dehşet  dolu günlerinden kalan arşiv görüntüleri, videoda.







25 Ocak 2019 Cuma

Petersburg havaalanı olan "Pulkovo" nun adının "Dostoyevsky" olarak değiştirilmesi sebebi ile





Vildan Sever 

St. Petersburg havaalanı olan "Pulkovo" nun adının "Dostoyevsky" olarak değiştirilmesi sebebi ile ..

Havaalanı salonlarında Dostoyevski'nin kitapları olan ünvanlar teklif edilmektedir ...

Transit yolcu bekleme salonu -"Ezilmiş ve aşağılanmışlar"

VIP yolcu salonu-"Cinler"

Gümrük kontrol noktası -"Suç ve Ceza"

Ödemeli sefer kayıtları salonu-"Budala"

GRU(istihbarat kurumu)çalışanlarının uydurma pasaportlarla uçuş yaptıkları salon -"Karamazov Kardeşler"

Napolyon’un Moskova seferi hakkında ilginç gerçekler



Samih Güven




1.Napolyon'un Moskova seferinin amacı Çar I. Aleksandr'ı Britanyalı tacirlerle ticaret yapmaktan alıkoymak ve böylece Birleşik Krallık'ı barışa itmekti. Fakat Napolyon Moskova konusunu bir saplantı haline getirmişti.

2.Napolyon 1812 yılı Haziran ayında 450 ile 600 bin arasında olduğu tahmin edilen bir ordu ile Rusya'yı işgal etti. Rus kuvvetleri ise takviyelerle beraber yaklaşık 400 bin askerden oluşuyordu. 

3.Bu savaşta Çar I. Aleksander 67 yaşındaki Prens Mihail Kutuzov’u Rus ordularının kumandanlığına getirmişti.

4.Eylül'ün 7. gününde  Borodina kasabasında bir gün süren kanlı bir muharebe gerçekleşti.Bu muharebede ölen ve yaralanan Rus askerlerinin sayısı katılan 100 bin kişinin 40 bini civarındaydı. Fransızların kaybı ise katılan 120 bin askerden 28 bin kişiydi.

5.Kutuzov muharebeyi durdurmaya ve Moskova'nın güneyine çekilmeye karar verdi. Napolyon Vorobyevi tepelerinden Moskova’ya bakarken “En sonunda bu ünlü şehir karşımda” demişti. Ancak Kutuzov şehri boşaltınca Napolyon şaşkınlığa uğramıştı. “Nasıl yani bütün bunları bırakıp gidiyorlar mı?” demişti. 14 Eylül’de Napolyon Kremlin’e geldi.

6.Görüş birliği olmamakla birlikte Rus vali tarafından kasıtlı olarak yangın çıkarıldığı sanılıyor. Napolyon'un karargahında levazım birliğinde görevli olan yazar Stendal yangını şöyle tarif etmiş: “Dibi toprakta ucu gökyüzüne doğru uzanan bakır rengi bir duman piramidi.”  20 Eylül 1812'de alevler söndüğünde şehrin beşte dördü yanarak yok olmuştu. 

7.Yangın Kremlin’i de etkileyince Napolyon kaçmak zorunda kalmıştı. Kış erken ve beklenmedik bir şekilde gelmiş, general kış da savaşa dahil olmuş, yakılmış şehirde Fransızlar erzaksız kalınca geri çekilmek zorunda kalmışlardı.

8.İşgal boyunca genel olarak Fransız ordusunun en büyük sorunu tedarik zincirindeki aksaklıklar olmuştu. 

9.Yine savaş süresince Rus köylülerinin gerek ordunun saflarında savaşarak ve gerekse gerilla tarzında yaptıkları saldırılarla savaşın gidişatını önemli ölçüde değiştirmeleri etkili olmuştu.

10.Bu savaşta Çar I. Aleksandr, general Kutuzov ve bütün halkın yenilgiyi kabul etmeyen duruşu önemli bir rol oynamıştı. 

11.Öfkesini ve hayranlığını gizlemeyen Napolyon'un savaşın sonunda “Ne insanlar, ne kararlılık ama” dediği söylenmektedir. 

12.Napolyon'un Moskova'dan kovulması sonrasında Çar I. Aleksandr tarafından Kurtarıcı İsa adında bir katedral yapılması emredilmişti.

KAYNAKLAR:

-FIGES, O., Nataşa’nın Dansı
-RIASANOVSKY, N. ve STEINBERG, M., Rusya Tarihi
-www.wikipedia.org  
-www.history.com

Ortodoksluk ve Rusluk




Samih Güven



Son zamanlarda Dostoyevski’nin bir sözü kafamda dolaşıp duruyordu. “Ruslar bütünüyle Ortodoks’tur. Ortodoksluğu anlamayanlar Rusları asla anlamayacaktır” demekle neyi kastediyordu Dostoyevski? 

Aklımda bir cevap vardı ama yine de araştırıp emin olmak istiyordum. Ruslar Hristiyanlığı Batıdan değil Bizans’tan almıştı. Dostoyevski din konusu ile ulusal ve kültürel özgünlük meselesinin birlikte ele alınması gerektiğini kastediyordu muhtemelen. Bir de Dostoyevski'nin Rus köylü sınıfında olduğuna inandığı alçakgönüllülük ve acıya karşı manevi kapasiteyi de buna eklemek gerekiyor.

Rusya ile ilgili çeşitli kültürel konuları araştırırken dikkatimi bir şey çekiyordu. Onuncu yüzyılda Hristiyanlığın kabul edilmesinden önce malum Ruslar pagandı ve o dönemlerden günümüze kadar gelmeyi başaran gelenekler vardı. Örneğin İvan Kupala, Maslenitsa, buzlu suya girilmesi, çam ağacı ve yılbaşı süslemeleri gibi. Bu gelenekler öylesine özgün bir şekilde taşınmıştı ki günümüze bazıları kilise ritüellerinde bile yer bulmuştu kendine.

Yani Ortodoksluğu anlama çabası Katoliklik ve Ortodoksluk arasında var olan papalık makamının konumu, hukuk ve idari makamlar, rahiplerin evlenip evlenemeyeceği, İsa’nın doğum tarihi, kutsal ruhun kaynağına ilişkin yorum ve düşünce farklılıklarından çok daha geniş bir çerçeveye oturuyor.

Rusların kendi kültürel ve geleneksel özelliklerini dinsel ibadetleri ile bağdaştırmaları ve daha bağımsız kalmalarının üzerinde durulması gerekiyor.

Orlando Figes’in “Nataşa’nın Dansı” adında Rusların kültürel tarihine ilişkin çok önemli bir kitabı var. Orada yer alan konuyla ilgili izahat gerçekten önemli.

Ruslar onuncu yüzyılda Hristiyanlığı kabul etmişler malum. Bu onların kendi iradeleriyle dinleri araştırmaları ve özgürce karar vermelerine ilişkin ilginç bir süreç olmuş. Figes konuyu şöyle ele almış. 

Onuncu yüzyılda Vladimir dinleri araştırmak üzere temsilcilerini görevlendiriyor. Volga Bulgarlarını inceleyen temsilciler uygun rapor vermiyor. Yine Yahudilikte olumlu rapor alamıyor. Hristiyanlık konusunda karar kılınıyor ama temsilciler Roma ve Almanya’daki kiliseleri fazla basit buluyor. Fakat Bizans kiliselerinden, onların ihtişamından ve sanatsal güzelliğinden oldukça etkileniyorlar ve olumlu rapor veriyorlar. Tabi o dönemdeki ticari ve siyasi ilişkileri de göz önünde tutmakta fayda var.

Ruslar’ın Hristiyanlığı Batı Kilisesinden değil Bizans'tan almalarının çok önemli bir anlamı vardı. Çünkü Figes’e göre Bizans'ta uluslar üstü bağlılık sağlayacak bir papalık yoktu. Latince gibi ortak bir dil de yoktu. Dolayısıyla Ortodoks toplumu genelde ulusal çizgilerini korumayı ve nispeten bağımsız kalmayı yeğleyen kiliseler olmayı başardı. 

Figes’e göre Ortodoks kilise ritüelleri ulusal ve kültürel özelliklere imkan veriyordu. Hatta bazen onları temsil ediyordu ve 1453 yılında İstanbul'un fethedilmesi sonrasında da Moskova'nın Ortodoksluğun en önemli merkezi haline geldiği düşünüldü.  Böylece Rus kiliseleri daha bağımsız ve özgün bir yapıya kavuşmuş oldu.

Özellikle komünizm öncesi dönemde Çarların taç giyme töreni, evlilik merasimleri de dahil olmak üzere ulusal sorunların çözümü, dayanışma, motivasyon duyguları uyandırılması açısından kiliselerin önemli bir işlevi olduğu biliniyor. 

Komünizm dönemindeki mesafeli tavırdan sonra 90’lı yıllardan itibaren Ortodoks kiliselerin tarihsel misyonlarına dönme çabaları olduğu da anlaşılıyor.

Dolayısıyla söz konusu yaklaşımın tarihin akışına ve kültürel konulara önemli etkileri olduğu açık.

Moskova'nın karanlık yüzü




Cenk Başlamış



Yıllar önce Türkiye’de bir bayan sunucu televizyonda hava durumunu anlatırken, “Havalar nasıl olursa olsun, sizin havanız iyi olsun,” derdi.

Güzel bir dilek ama gerçekçi değil. Hele Rusya’da. Hele hele Moskova’da.

İlk bakışta havadan sudan bir konu gibi görünüyor ama değil.

Rusya’da, özellikle Moskova’da hava insanların ruh halini, hatta yaşam biçimini belirliyor. Aslında bir değil, üç Moskova var. Yazık ki, en güzel Moskova en kısa süren Moskova.

Özellikle Akdeniz bölgesinde insanlar deniz ve güneşin keyfini çıkarırken, ağustos ayının ikinci yarısında soğuk hava Moskova’nın kapısını çalmaya başlıyor. Hem de öyle böyle değil, geceleri battaniyesiz yatırmayacak bir soğuk. Merkezi ısıtma sistemi de henüz çalışmadığı için şanssız Moskovalılar battaniye altında titriyor.


Şanslı Moskovalılar ise Türkiye gibi ülkelerde güneşten kaçacak gölge arıyor.

Eylül ve ekim aylarına hadi bir derece katlanılıyor çünkü ısıtmasa da güneş hala kendisini gösteriyor. Ama kasımla birlikte cehennem azabı başlıyor. Sanki birisi güneşi, “Git! Sakın buralarda görmeyeyim seni!” diye tehdit etmiş. Güneş aylarca ortadan yok oluyor, geceden çok da farkı olmayan gündüzler başlıyor.

Ruslar doğuştan bu işkenceyi kanıksadığı için fazla farkında değil ama karanlık onların yaşamını etkiliyor. Karanlık kış aylarında Moskovalılar otomatiğe bağlanmış gibi yaşıyor, neredeyse robot gibi davranıyor. Asık yüzlü insanlar her sabah aynı saatte kalkıyor. Kurulmuş gibi arabasına ya da toplu taşım aracına biniyor. Aynı asık yüzle günü, pardon karanlığı geçiriyor. Akşam olunca aynı reflekslerle evine dönüyor.

Ekim sonu – mart sonu arasında tek hâkim olan birinci Moskova’da yaşayanlar sürekli karanlığın verdiği hırçın ve gergin ruh halinden bir türlü kurtulamıyor. Tabii buna, zaman zaman sıfırın altında 30 dereceye düşen soğuk havayı da eklemek gerekiyor. Karanlık ve soğuk, yollardaki kar artığı çamurla birleşince hayat iyice çekilmez hal alıyor.

Derken bir nisan günü güneş dönüyor ve ikinci Moskova dönemi başlıyor. İnsanlar farkında olmadan gülümsüyor. Hareketleri hızlanıyor. Kış aylarının gerginliği azalıyor. Ama sevinç kısa sürüyor. Bu sefer de yağmurlar başlıyor, hava yeniden soğuyor ve kararıyor. Bunun ne kadar süreceğini Allah biliyor. Yeniden güneşi bekleyenlerin kar fırtınası ile karşılaşma olasılığı da var tabii.

Bu yıl şimdilik işler yolunda. İşler yolunda derken en azından kar yağmıyor. Ama hava yine soğuk, yine kapalı, yine yağmur yağıyor. Üstelik her yıl olduğu gibi yine gizli bir el sıcak suyu kesmiş durumda. (Moskova’da sıcak su sistemi her yıl mayıs-ağustos arasında kapatılıyor) Radyodaki sunucu, “Önümüzdeki üç gün sürekli yağmur yağacak,” derken sanki dinleyicilerden özür diliyor.

Bugün 2 Haziran ve herkes umutla üçüncü Moskova’yı bekliyor. Yani, ısıyı 30 dereceye yükseltecek, gece saat dokuz buçukta gözlük taktıracak kadar dik bakan güneşi bekliyor. Herkes umutlu. O günler mutlaka gelecek. Radyodaki sunucu bu sefer gururla, “Şu anda 30 derece,” diyecek ama kuşku duyanları inandırmak için özellikle vurgulayacak, “tabii ki, sıfırın üstünde 30 derece...”

Hayat daha bir hızlanacak. Genç kızlar, genç erkeklerin gözlerini üzerlerine odaklayacak giysiler giyecek, daha doğrusu giymeyecek, örtünecek. İnsanlar nehir kıyılarında güneşlenecek. Derken bir ağustos günü battaniyeler yeniden çıkacak, havaya yazılmış bir yaz da, bu yazı da son bulacak. 

(2009)

Gazeteci Cenk Başlamış'ın "Rusya'nın Sırları" kitabından alınmıştır.

19 Ocak 2019 Cumartesi

Çehov’un Not Defteri







Ulusal bilim diye bir şey yoktur, ulusal çarpım tablosu olmadığı gibi; ulusal olan şey artık bilim olmaktan çıkmıştır.

• • •

Çocukların ağlamasına katlanamam, ama kendi çocuğum ağladığında duymam.

• • •

İki eş: biri Petersburg’da, biri Kerç’de. Sürekli hırgür, tehditler, telgraflar. Adamı neredeyse intihara sürükleyecekler. Sonunda adam bir çare bulur: İkisini aynı eve getirir. Kadınlar taş kesilir; sessizleşirler, sakinleşirler.

• • •

İnsanların evlendikten sonra meraklarını yitirdiklerini gözlemledim.

• • •

Seksenlerinde yaşlı bir adam, altmış yaşlarında olan diğer yaşlı adama seslenir: “Kendinden utanmalısın genç adam.”

• • •

Bir doktor davet edilir, hemşire ise gönderilir.

• • •

Köylü ne kadar aptal olursa, atı onu o kadar iyi anlar.

• • •

Çok duyarlı, zeki bir genç kadın; kadın banyo ederken, adam, kadının dar bir leğen kemiği ve acınacak kadar küçük kalçaları olduğunu fark etti – ve adam ondan nefret etmeye başladı.

• • •

Terbiyeli, iyi giyimli çocuklarınız olmalı, çocuklarınızın da güzel bir evleri ve çocukları olmalı ve onların çocuklarının da çocukları ve güzel evleri olmalı; peki tüm bunlar ne için? – Şeytan bilir.

• • •

Tiyatroya gidiyorlar, ciddi dergiler okuyorlar – yine de kindar ve ahlaksızlar.

• • •

Zengin olduğumda kalçaları yeşile boyalı, şişman ve çıplak kadınlardan oluşan bir harem kuracağım.

• • •

Yeni edebiyat biçimleri her zaman yeni yaşam biçimleri yaratır ve muhafazakar insan aklına itici gelmeleri de bu yüzdendir.

• • •

Bir köy ilahiyat okulundaki bir öğrenci Latinceyi çok iyi derecede öğreniyordu. Yarım saatte bir temizlikçi kadınların odalarına iner, gözlerini kapatır ve onları çimdiklerdi. Onlar da çığlık atıp kıkırdarlardı. Sonra çocuk, kitaplarına geri dönerdi. Buna “kendine gelmek” diyordu.

• • •

İnsanlar hastalıklarından bahsetmeye bayılırlar. Oysa hayatlarındaki en önemsiz şeydir hastalıkları.

• • •

Aşk, arkadaşlık ve saygı, insanları ortak nefret kadar bir araya getirmez.

• • •

Bir mektuptan: “Yurtdışındaki bir Rus, eğer casus değilse, aptaldır.” Komşum aşk acısını yenmek için Floransa’ya gitti ancak uzaktayken daha da depreşti aşkı.

• • •

Çapkınlık, her erkeğin doğarken yanında getirdiği bir çantadır.

• • •

Yurtdışındaki Ruslar: Erkekler Rusya’yı tutkuyla seviyorlar ama kadınlar sevmiyorlar ve çok geçmeden unutuyorlar.

• • •

İstanbul’un köpekleri neden bu kadar sıklıkla tasvir ediliyor?

• • •

Bıyıksız bir adam, bıyıklı bir kadına benzer.

• • •

Bir profesörün düşüncesi: Asıl olay Shakespeare’in kendisi değil, hakkında yapılan yorumlar.

• • •

Bir kadın sanattan büyülenmez, sanatla ilgili olan insanların çıkardıkları gürültüden büyülenir.

• • •

Evlendikten sonra her şey –politika, edebiyat, toplum– eskiden olduğu kadar ilgisini çekmez hale geldi; şimdilerde karısı ve çocuğuyla ilgili her türlü ıvır zıvır hayatındaki en önemli şey.

• • •

Ölüm korkunç ama halen daha korkunç olan şey, sonsuza dek yaşayacakmış ve hiç ölmeyecekmiş gibi hissetmek.

• • •

Öğretmen: “Puşkin’in yüzüncü yaşı kutlanmamalıdır, kilise için hiçbir şey yapmadı o.”

• • •

Nefret ettiklerim: şakacı bir Yahudi, radikal bir Ukraynalı ve sarhoş bir Alman.

• • •

Üniversite, insandaki tüm kabiliyetleri ortaya çıkarır; salaklığı da.

• • •

Sakin, nazik bir kadın sinirlenince şöyle dedi: “Eğer erkek olsaydım, o iğrenç suratına bir tane geçirirdim.”

• • •

Sadakatsiz bir kadın, büyük ve soğuk bir pirzoladır. Kimse dokunmak istemez çünkü daha önce birisi onu ellerine almıştır.

• • •

O kadına artık aşık değil; gelsin aşık olmamanın heyecanı, huzurlu bir ruh hali, uzun ve huzur dolu düşünceler.

• • •

Ölüyü soydular ama eldivenlerini çıkarmaya vakit bulamadılar: Eldivenler içinde bir ölü.

• • •

Eğer biraz olsun boş vaktin olsun istiyorsan, hiçbir şey yapma.

• • •

Yalnızlıktan korkuyorsanız eğer, evlenmeyin.

• • •

Zeki bir adam öğrenmeye bayılır ama öğretmeyi beceremez.

• • •

Eskiden romanlardaki ve hikayelerdeki erkek kahramanlar (söz gelimi Peçorin, Onegin) yirmi yaşındalardı ama şimdilerde 30-35 yaşın altında kahraman yok. Aynı şey yakında kadın kahramanların da başına gelecek.

• • •

Aptalların övgüsünü kabul etmektense ellerinde can verin daha iyi.

• • •

Her akşam yemeğinden sonra kocası, keşiş olacağını söyleyerek tehdit ediyor karısını, kadın da ağlıyor.

• • •

Hizmetçi kız, efendisinin yatağını yaptığında, her seferinde terlikleri yatağın altına iter. Şişman efendisi, buna daha fazla katlanamayarak, hizmetçi kızı uyarır. Ortaya çıkar ki kıza terlikleri mümkün olduğunca uzağa koymasını söyleyen efendisinin doktorudur. Adam zayıflasın diyedir bu.

• • •

Tiyatro salonu. İzleyiciler arasındaki bir beyefendi, önündeki sırada oturan hanımefendiden şapkasını çıkarmasını ister, önünü kapatıyordur. Homurdanma, yalvarma yakarma kar etmez. Sonunda söyler genç adam: “Hanımefendi, izlediğiniz oyunun yazarı benim.” Kadın yanıtlar: “Bana ne.”


Yukarıda okuduğunuz notlar, S. S. KOTELIANSKY ve LEONARD WOOLF tarafından İngilizceye çevrilip “NOTE-BOOK OF ANTON CHEKHOV” adıyla yayımlanan kitaptan Türkçeye Onur Çalı tarafından çevrilmiştir. Söz konusu kitap, Çehov’un not aldığı fikirler, çıkmalar ve küçük parçalardan oluşmaktadır.

Ressam Harlamov'un gözünden Moskova




Moskova’ya bir de 1973 doğumlu, Moskova’lı genç ressam Roman Harlamov (Роман Харламов)’un gözüyle bakmaya ne dersiniz?

Harlamov’un diğer eserlerini görmek için web sitesi:  https://artmodern.ru/



18 Ocak 2019 Cuma

Rusya’da 36 bin köyde birer kişi yaşıyor







Rusya’da köyler ölüyor, hızlı kentleşme köylerin ortadan kalkması sonucuna yol açıyor. 

Konuyla ilgili incelemelerde bulunan Komsomolskaya Pravda gazetesi, ülkede 20 bin kadar köyün öldüğünü, 36 bin civarında köyde ise birer kişinin yaşadığının sanıldığını yazdı.

Üstelik “ölen köyler”in çoğu Rusya’nın ücra köşelerinde değil, merkez bölgesinde. Gazete, Moskova yakınlarındaki Tver Bölgesi’ne giderek yaptığı araştırmaların sonuçlarını paylaştı. 

Buralarda ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan uygun yaşam şartlarının kalmadığını vurgulayan Komsomolskaya Pravda, özellikle gençlerin son dönemde hızla kentlere aktığının altını çizdi.

Rusya’da kentler ve köylerdeki hayatın birbirinden çok farklı hale geldiğini, köylerin yollarının bazen kardan kapandığını, doğal ortamı ve fiziksel emeği ile bambaşka bir dünya olduğunu yazan Komsomolskaya Pravda gazetesi, kentlerin ise “Moskova tipi” bir konfor alanı olduğunu vurguladı.

Gazetedeki sıralamaya göre en çok “ölü köy”ün bulunduğu bölgeler şöyle sıralanıyor:


1.         Tver (bu alanda lider, 2234 köy yok oldu),
2.         Vologda,
3.         Pskov,
4.         Yaroslav,
5.         Kostroma,
6.         Kirov,
7.         Smolensk,
8.         Nijniy Novgorod,
9.         Tula,
10.      Kaluga,
11.      Ryazan,
12.      Orlov,
13.      Moskova Vilayeti,
14.      Bryansk,
15.      Vladimir,
16.      Perm,
17.      Kursk,
18.      Sverdlov.

Rusların gurur ve utanç kaynakları





Rusya’da yapılan bir kamuoyu araştırması, Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ülke halkının önemli bir bölümü için hala en büyük utanç kaynaklarından biri olduğunu gösterdi. 

Yuri Levada kamuoyu araştırma şirketi, Rusya vatandaşlarının en büyük gurur ve utanç kaynaklarını mercek altına aldı. 

Anket sonuçlarına göre ülke halkının çoğu geçmişinden gurur duyarken, bugünkü utanç kaynakları arasında yoksulluğu ilk sıraya koyuyor.

Anket katılımcılarının yüzde 75’i Rusya’yı hala “süper güç” olarak gördüğünü söyledi. 

Ülke halkının büyük çoğunluğu için (yüzde 87) en büyük gurur kaynağı, II. Dünya Savaşı’nda Sovyetler Birliği’nin Nazi ordularına karşı kazandığı zafer.

Sovyetler Birliği ve Rusya’nın uzay araştırmalarında oynadığı rol (yüzde 50), Kırım’ın yeniden Rusya’ya bağlanması (yüzde 45), Rus edebiyatı (yüzde 40), ülkenin bilim alanındaki başarıları (yüzde 37) ve Rus silahlarının ünü (yüzde 36) Rusya halkının en fazla gurur duyduğu diğer konular.

Sovyetler Birliği’nin dağılması, Rusya halkının yüzde 45’i için en büyük utanç kaynaklarından biri.

Ankete göre Rusya halkının yüzde 61’i ise, “Böyle büyük bir halkın sürekli yoksulluk içinde yaşaması, en büyük utanç kaynağı” diyor.

İnsanların birbirlerine karşı kaba ve saygısız oluşu (yüzde 37) ve “Rusya’nın Batı’nın gerisinde kaldığı” düşüncesi (yüzde 24) de ülke halkının başlıca utanç kaynakları arasında.

17 Ocak 2019 Perşembe

-60 derecede 50 kilometre koştu!






Dünyada -94.7 derecenin 2013 yılından NASA uyduları tarafından tespit edildiği rekor sıcaklık hariç, 67.7 derece ile yeryüzünün en soğuk yeri olan Rusya’nın Yakutistan Cumhuriyeti'ndeki Oymyakon kasabasından bir rekor haberi daha:

Moldovyalı atlet Dmitri Voloşin, -60 derecede 50 kilometre koşarak tarihe geçti.

45 yaşındaki Voloşin, bu mesafeyi donma tehlikesi geçirdiği 6 saat boyunca aldı.

Metronews'in haberine göre Voloşin daha önce Sahara çölünde "en sıcak”, Kuzey Kutbu’nda da “en soğuk” maratonu koşmayı başarmıştı.

Voloşin, “45. kilometrede yüzümü-gözümü kaplayan buz saçakları yüzünden bir şey göremez oldum ama başardım” dedi. 

Koşu, 4 yaşındaki beyin felci hastası Eva Pismenyuk’a yardım toplama amacıyla organize edildi. 

VIDEO//



Rusya'da yılın en iyi filmi: Anna'nın Savaşı





Rusya'da her yıl büyük merakla beklenen sinema eleştirmenleri ödüllerinin sahipleri, sürprizlerle belli oldu.  Aleksandr Federçenko'nun yönettiği "Anna'nın Savaşı" (Voyna Annı) 2018 yılının en iyi filmi seçildi. En iyi yönetmen ödülü "Leto" (Yaz) filmi ile Kirill Serebrennikov'un oldu. Serebrennikov, devlet fonlarını zimmetine geçirdiği iddiasıyla yargılandığı dava yüzünden ev hapsinde bulunuyor.

Yılın en iyi filmine verilen "Beyaz Fil" ödülüne layık görülen "Anna'nın Savaşı"nın 8 yaşındaki oyuncusu Marta Kozlova da En İyi Aktris ödülünü kucakladı. Film ekildiğinde Kozlova 6 yaşındaydı.

Film, 2. Dünya Savaşı'nda tüm ailesi Naziler tarafından öldürülen ve tesadüfen hayatta kalan Anna'nın öyküsü anlatılıyor.

Filmin görüntü yönetmeni Alişer Hamidhocayev de kendi dalında ödül sahibi oldu.

"Anna'nın Savaşı" ülkenin en önemli film festivallerinden Kinotavr'dan eli boş dönünce, yapımcılar filmi Rusya'da göstermeme kararı almıştı. 

Öte yandan, en iyi yönetmen ödülüne layık görülen Kirill Serebrennikov'un filmi "Leto" Rusya'da yakaladığı gişe başarısının ardından yurtdışında da dağıtımcı buldu.

 Kirill Serebrennikov yöneticisi olduğu Sedmaya Studiya'da zimmetine para geçirdiği suçlamasıyla önce tutuklanmış, daha sonra da ev hapsine alınmıştı. Dava halen devam ediyor.



Ne olacak Rusya'nın hali?





Rusya'nın bilim insanları yaptırımların getirdiği risklerle başa çıkmak için kafa yoruyor. Bilimler Akademisi Dünya Ekonomisi Enstitüsü'nden ünlü profesör Yakov Mirkin, devletin yayın organı Rossiyskaya Gazeta'da yayımlanan bir yazıda meseleye ülkenin üç yüz yıllık reform tecrübesi çerçevesinde bakmayı deniyor. 

Mirkin'e göre, "Rus toplumu her zaman uçlarda gezinen bir reform tecrübesine sahip. Krizler aşırı yıkıcı, reformlar şok edici, devrimler nüfusun önemli bir bölümünü silip süpüren nitelikte. Özgürlük dönemleri ise karanlık enerji patlamaları şeklinde tezahür ediyor."

Petro reformları, 1860 toprak köleliğinin kaldırılması, Ekim Devrimi, Stalin dönemi modernizasyon, 1990'lar... Rusya'nın hayatı kendi üzerinde yaptığı bir deney adeta. Üstelik her deney nüfusun mal ve can kaynakları üzerinde tahrip edici etkilere sahip.

Mirkin "Suçlu kim?" diye soruyor. Verdiği cevap ise "Herkes". Toplumun önüne konan yeni reçeteleri geçmiş tecrübeleri unutarak gözü kapalı sahiplenme hevesi. 

Rus toplumunun bir diğer problemi ise devlete bağımlılık. Nüfusun belki de sadece onda biri her türlü riski göze alarak devletten ve güç odaklarından bağımsız bir ekonomik yörünge çizme konusunda istek duyuyor. Kalan yüzde 90'lık kesim ise yukarıdan aşağı örgütlenmiş bir güç hiyerarşisinin parçası olup kendini güvenceye almayı tercih ediyor.

Peki, böyle bir tabloda Batılı ülkelerin ABD öncülüğünde uyguladığı yaptırımların Rusya için yarattığı teknolojik ve mali riskler nasıl bertaraf edilebilir? Mirkin'e göre cevap kesinlikle fildişi kuleye kapanmak değil.

Bilim insanı, politika yapıcıları son derece aktif bir ekonomik siyaset yürütmeye çağırıyor. Yapmak istedikleri işlerde sanayicilere engel olmamak, hatta teşvik etmek, orta sınıfı cesaretlendirmek, değişimi, yeni olan her şeyi ve mobiliteyi seven insanlara yardımcı olmak.

Ancak Rus yönetici elitinin ve toplumunun hayatın her alanında yansımaları olacak bu denli aktif bir ekonomik siyaseti yürütmeye hazır ya da istekli olup olmadığı Yakov Mirkin'in yazıda telaffuz etmediği bir soru.

Süt tozundan kaynağa... Rusya'nın dünyaya armağanı 5 teknolojik buluş





Rusya, SSCB'nin en zorlu ekonomik şartlarında bile her zaman bilim tarihine olduğu kadar teknolojik gelişime de önemli katkılarda bulunmuş bir ülke. Çarlık yıllarından bugüne, gündelik hayatta sık karşılaştığımız ve kullandığımız bazı teknolojiler ilk kez bu topraklardan çıktı. Pek çok örnek sayılabilir ama bunlardan bazıları "en çok ses getirenler" denebilir.  İşte RBTH'nin derlemesiyle, Rusya'dan dünyaya yayılan 5 teknolojik buluş.

1. Kaynak

Elektrik arkı, İngiliz mühendis Humphry Davy ve Rus mühendis Vasili Petrov tarafından hemen hemen aynı zamanda ve birbirlerinden bağımsız olarak keşfedildi. Ancak Humphry'nin arkı kısa atımlı ve düşük ısılı iken Petrov'un arkı metalleri eriterek kaynaştırmaya imkan verecek kadar uzun süreli ve yüksek ısılı idi. Bu buluşu kaynak teknolojisini yaratmak için kullanan kişi de bir başka Rus mühendis Nikolay Bernardos oldu. Bernardos buluşunu 1885'te patent altına aldı ve kaynak teknolojisi 1888'de sanayide kullanılmaya başlandı. Aynı yıllarda diğer Rus mühendis Nikolay Slavyanov da metal elektrodlar yerine karbon elektrod kullanarak yüksek ısılarda metalleri birbirine kayaştırmayı başardı.

2. Süt tozu

Rus doktor Osip Kriçevski, Yakutistan'ın yerel halkının sütü soğukta dondurduktan sonra güneşte kurutarak toz haline getirdiğini gözlemledi ve 1832'de bu teknolojiyi Nerçinsk'te süt depolamak için kullandı. Aynı yıl St. Petersburg'da ürünün ticari amaçlı üretimine başlandı. Ne var ki bundan 33 yıl sonra süt tozunu patentleyen kişi İngiliz T.S. Grimwade oldu.

3. Yangın söndürme köpüğü

Bu buluş Rus çarlığı döneminin en eski petrol çıkarma bölgelerinden Azerbaycan'ın Bakü kentinde ortaya çıktı. Petrol kuyularında sıkça karşılaşılan yangın problemine çözüm arayan Fransız asıllı Rus mühendis Aleksandr Loran, söylenceye göre, bira köpüğünden esinlenerek yangın söndürme köpüğünü keşfetti. Loran buluşunu 1907 yılında hem Rusya'da, hem de ABD'de patentle koruma altına aldı.

4. Diagrid

Bu mühendislik-mimarlık kavramını anlamak için gözünüzün önüne üst üste bindirilen çelik kirişlerle yükselen Şabalovskaya TV kulesini hatırlayın. Rus mühendis Vladimir Şuhov'a ait bu buluş 1895-1899 yılları arasında keşfedilip patentle koruma altına alındı. İlk diagrid kule de 1896'da Nİjniy Novgorod'da inşa edildi. Moskova'daki Şuhov Kulesi, ya da daha bilinen adıyla Şabolovka Kulesi de diagrid teknolojisiyle inşa edilen bir yapı.

5. Kan basıncı ölçümü

İnvaziv olmayan (vücudun içine derinliğine girilmeden yüzeyde yapılan) kan basıncı ölçme tekniği 1904 yılında Rus doktor Nikolay Korotkov tarafından keşfedildi ve ertesi yıl yarım sayfalık bir raporla tıp camiası ile paylaşıldı. Korotkov'un yöntemi 1935 yılında Dünya Sağlık Örgütü tarafından tek remisi non-invaziv kan basıncı ölçüm yöntemi olarak kabul edildi ve halen standart bir yöntem olarak kullanılmakta.

16 Ocak 2019 Çarşamba

Dünya tarihini eserleriyle değiştiren Rus edebiyatçıları


Dünya tarihini eserleriyle değiştiren Rus edebiyatçıları kimdir?

Tolstoy, neden dünyanın ilk süper yıldızıydı?

Rus edebiyatının devleri Dostoyevski, Puşkin, Çehov ve Gorki, dünya için ne ifade eder?

Rus edebiyatının Batı edebiyatıyla karşılaştırması ve Türk edebiyatına etkileri nelerdir?

Deniz Bayramoğlu’nun sorularını, Tarihçi-Yazar Prof. Dr. İlber Ortaylı yanıtlıyor:



15 Ocak 2019 Salı

Ruslar kışın neden dondurma yer?





Kara kışta Moskova'ya gelip otuz iki dişi keman çalarak sokaklarda dolaşan Türkleri en fazla dehşete düşüren manzara, soğuğa aldırmadan afiyetle dondurma yiyen Ruslardır! Nasıl olur? Eksi 10-15 derece aldırmadan dondurma yemek hangi akla hizmettir? İşte bu görüntülere bakmak bile çoğu Türk'ü titretir. Bizim memlekette dondurma "yazlık yiyecek" kontenjanından muamele görür. Hatta haziran gelmeden dondurma yiyenlere tuhaf tuhaf bakılır. Aklını peynir ekmekle yediğine kanaat getirilir. Eylül demek çoğu dondurmacının kepenkleri indirmesi demektir.

Peki bu Ruslar nasıl insanlardır ki karda kışta lüpür lüpür dondurmayı mideye indirirler?

Bizde kesin kanaat vardır: "Soğukta dondurma yediğin anda boğazın şişer. Hemen üşütürsün. Hele çocuklara kışın dondurma yedirmek intihardır!"

Belki de kazın ayağı öyle değildir, hiç düşündünüz mü?

Kışın dondurma yemek Ruslar açısından bir "gelenek"tir. Ama bir de "sağlam mantığı" vardır. Sorarsanız size şöyle izah ederler:

"Dondurma yemek insanı daha fazla üşütmez; aksine ısıtır!

İnsanın sağlıklı olmasının bir şartdı da, vücudunun iç ısısı ile dış ısısını dengede tutmaktır. Vücud ısısı 36.6 derecedir. Kışın dondurma yerseniz içinizi soğutursunuz. Böylece vücudun dış ısısı ile iç ısısı dengeye gelir.

Yani sağlık açısından baktığınızda da dondurma yemek mantıklıdır.

Zaten yazın sıcakta, mesela çöl ikliminde sıcak içecekler yerine sıcak çay içilmesinin sebebi de budur. Orta Asya'da yeşil çay, olmazsa olmazdır. Mantık aynıdır. Yazın sıcakta vücudun dış ısısı yükselir. Sıcak içecekler, iç ısısı yükseltir. Böylece ısı dengesi sağlanır.

Yani siz siz olun, kışın dondurma yemekten vazgeçmeyin!"

Eee, doğru söze ne denir ki?


Not: Bu yazı 5 yıl önce Moskovalife.Com sitemizde yayınlanmıştı. Son günlerde gelen birkaç okur mektubu ve sorusu tekrar güncelleme şansı verdi.

14 Ocak 2019 Pazartesi

Ev her daim ilaç dolu, -30'da okul yolu... Rusya'ya ne kadar adapte oldunuz?






Ömrünün çeyrek asırdan fazla dilimini Rusya'da geçirenlerimiz hiç de az değil... Burada iş, aş, eş sahibi olan, artık kendini "buralı" sayanlarımızın sayısı her geçen gün artıyor. Peki, içlerinde yaşarken Ruslara ne kadar benziyoruz? Onların gündelik hayattaki alışkanlıklarını, takıntılarını, iyi-kötü klişelerini, farkında olarak ya da olmadan ne kadar içselleştiriyoruz?

Rossiyskaya Gazeta'nın ekinde, "Ne zaman Ruslardan biri sayılırsınız?" sorusuna yanıt olarak, bazı şartlar sıralandı:

Havadan sudan konuşmaktan nefret ediyor ve bunu bir zaman kaybı olarak görüyorsanız,

Limonlu çayı kahveye tercih ediyorsanız,

Yerlere kadar inen hakiki kürk giymek sizin için tuhaf değilse,

Soğuğa karşı çocuklarınızı lahana gibi kat kat giydiriyorsanız,

"Hruşçofka" tabir edilen 1950-1960'lı yıllardan, Hruşçev devrinden kalma tek tip dairelerde oturmuşluğunuz varsa,

Temizlikçi gelmeden önce "ayıp olur" diyerek ortalığı topluyorsanız,

Şerefe kadeh kaldırılmadan içkinizden katiyen yudum almıyorsanız,

Eve gelir gelmez üstünüzü başınızı değiştiriyorsanız ve sokak giysisi-ev giysisi ayrımı yapıyorsanız,

Mal yokluğu günlerinden kalan alışkanlıkla Adidas eşofmanlara bayılıyorsanız,

Uzun bir tren yolculuğuna çıkarken yanınıza muhakkak haşlanmış yumurta, salatalık turşusu, kızarmış tavuk ve Adidas eşofman alıyorsanız,

Ecza dolabınızda her türlü olasılığa karşı, her daim bir küçük kasabaya yetecek kadar ilaç bulunuyorsa,

Duvarınızda bir halı varsa ya da bir zamanlar olduysa,

Her şeye, hatta pastaya bile mayonez koyuyorsanız,

Misafirliğe gittiğinizde ayakkabılarınızı kapıda çıkarıyorsanız,

En sevdiğiniz özel gün yılbaşı ise ve yılbaşı ağacını uzun süre, hatta bahara kadar yerinden kaldırmıyorsanız,

Hamama gitmeyi seviyor ve arkadaşlarınızı akçaağaç dallarıyla keselemekten çekinmiyorsanız,

Televizyonda Kuğu Gölü gösterilirken içinizi hafif bir tedirginlik ve ölüm korkusu kaplıyorsa, * 

Saatlerce ormanda dolaşıp mantar toplamaya bayılıyorsanız,

Misafirliğe giderken eli boş gitmiyorsanız,

Yılbaşı zamanı en az üç gün yetecek kadar yemek hazırlıyorsanız,

Yılbaşı gecesi patlayana kadar yiyip şampanya içiyor ve televizyonda her sene aynı Sovyet filmlerini izliyorsanız,

1 Ocakta ise "Evde Tek Başına" ve eski "Star Wars"ları izliyorsanız,

Sizin için dışarıda hava sıcaklığının -30 derece olması okulu ya da işi asmak için yeterli bir sebep değilse,

Uçak piste inerken alkışlamadan edemiyorsanız,

Kadınlara yaşlarını sormanın kabalık olduğu düşüncesindeyseniz,

Biri kötü bir öngörüde bulunduğunda sol omzunuza üç kere tükürüyorsanız,

Her yerde yüksek topuklu ayakkabı giyebiliyorsanız,

tebrikler, kanınızda bir miktar Rusluk olması muhtemel demektir.


*TürkRus'un notu: Sovyet zamanı yas günlerinde televizyon muhakkak Kuğu Gölü balesini gösterirdi. Ayrıca 1991 Ağustos darbesi sırasında da devlet televizyonu günlerce Kuğu Gölü'nü göstermişti.