Moskova

Moskova

27 Aralık 2018 Perşembe

Anket: SSCB'ye özlem duyanların sayısı son 10 yılın zirvesinde



Kaynak: https://haberrus.com/

  
Rusya'da faaliyet gösteren Levada Araştırma Merkezi, SSCB'nin (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) çöküşüne üzülen Rusların sayısının son 10 yılın zirvesinde olduğunu açıkladı.

Vedemosti gazetesinin Levada'nın çalışmasından aktardığına göre, ankete katılanların yüzde 66'sı SSCB'yi özlüyor. Bu insanların oranı geçen sene yüzde 58'di. Ayrıca, son 10 yılda bu rakamın yüzde 61'in üzerine hiç çıkmadığı açıklandı.

Bugün Rusya'da SSCB'yi özleyenlerin çoğunluğu 55 yaş ve üstündeki kişilerden oluşuyor. Ancak SSCB'yi hiç görmeyen 18 - 24 yaş aralığındaki gençlerin de bir kısmının SSCB'yi özlediği ifade edildi.

Neden özlem duyuyorlar

Anket verilerine göre, Rusların SSCB'nin dağılmasına üzülmesinin en temel nedeni ekonomik sistemin yok olması, katılımcıların yüzde 52'si bu görüşte. 'Büyük bir güce aidiyet duygusunun kaybı' sebebiyle özlem duyanların oranı yüzde 36, 'karşılıklı güvensizlik ve acının artması' sebebini öne sürenlerin oranı ise yüzde 31 oldu.

"Emeklilik reformu SSCB özlemini artırdı"

Levada'nın sosyologlarından Karina Pipiya, yeni emeklilik reformu sebebiyle halkın SSCB'ye olan özleminin yükseldiği görüşünde. Pipiya'ya göre SSCB dönemindeki 'güçlü ekonomi', kıtlık ve enflasyon olmaması gibi sebepler ve şimdi de halk arasında yükselen refah sorunları insanları böyle düşündürüyor.

Pipiya, gençler arasında SSCB özleminin artmasını ise 'romantizm' olarak yorumluyor.

SSCB'yi yıkan 3 temel faktör





1917 Bolşevik Devrimi'nin ardından 30 Aralık 1922'de kuruldu, 25 Aralık 1991'de yıkıldı... Rusya'da her yıldönümünde olduğu gibi, bugün de "Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği neden yıkıldı? Dağılmadan yoluna devam edebilir miydi? Kabahat kimindi?" soruları güncel tartışma konusu olmaya devam ediyor. Bugünden geriye bakıldığında Rusyalı uzmanlar Sovyetler Birliği'nin yıkılmasına neden olan faktörleri üç başlıkta topluyor.

Bunlardan ilki o dönemde petrol fiyatlarındaki düşüş ve ekonomik verimsizlik. Eski siyasetçi Yegor Gaydar'a göre, SSCB'nin asıl yıkıldığı tarih 13 Eylül 1985. O gün Suudi Arabistan'ın Petrol Bakanı Ahmed Yamani ülkesinin petrol üretimini sınırlandıran anlaşmadan çıkacağını açıklamıştı. Bu kararın ardından Suudiler petrol üretimini 5,5 kat arttırmış ve dünya çapında petrol fiyatları dibi boylamıştı. Bu ise tıpkı bugünkü Rusya gibi, ekonomisi esasen petrol gelirlerine bağlı bir ülke olan SSCB için ipin çekildiği anlamına geliyordu.

Sovyet ekonomisinin petrol bağımlılığına, en küçük tüketim ürünlerini dahi üretmekten aciz oluşu ve olağanüstü verimsizliği de eklenince ülkenin ekonomik çıkış kapıları kapanmış oluyordu.

SSCB'yi yıkan ikinci faktör ülke içi etnik gerilimlerdi.

1980'lerin ikinci yarısı Sovyet cumhuriyetlerinde ayaklanma biçimini alan bir dizi etnik gerilime sahne oldu. Bunlardan ilki 1986'da ülkenin başına etnik bir Rusun getirildiği Kazakistan'da yaşanan ayaklanma oldu. Bunu Azerbaycan'ın Sumgayıt şehrinde yaşanan katliam, Tiflis'teki şiddet olayları ve Karabağ çatışmaları izledi. 1990 yılına gelindiğinde çok uluslu bir devlet olarak Sovyetler Birliği'nin uzun süre ayakta kalamayacağı iyice görünür hale gelmişti.

SSCB'nin yıkılışına giden yolda etkili olan üçüncü faktör Gorbaçov reformları oldu.

Her ne kadar Rusya dışındaki ülkelerde sevilen bir politikacı olmasına rağmen Gorbaçov'un ülke içindeki popülaritesi oldukça düşüktü. Gorbaçov'un ekonomiyi ve siyaseti reforme etmek için ortaya attığı Perestroyka (yeniden yapılanma) ve Glasnost (şeffaflık) politikaları pek çoklarına göre Sovyetler Birliği'nin yıkılışını başlatan etkenlerin başında geliyor, ki pek çok Rusun reform ve yenilik alerjisinin kökeni Gorbaçov günlerinde yatmakta. Bugün Putin'in de, yıkımın sorumlusu saydığı Gorbaçov'a son derece mesafeli olduğu biliniyor.

24 Aralık 2018 Pazartesi

"Çerez jopu, da paşli ani fsye!" Yabancıları Rusya'da 'yerli' haline getiren 10 ifade





Bugün sizlere, Rusçanız çok "kıt" da olsa, Rus dostlarınız arasında kullandığınızda "Meğerse ne kadar iyi Rusça biliyormuş!" dedirtecek, sadece "buralı" olanların bilebileceği düşünülen söz öbeklerini paylaşacağız. 

Az Türkçe bildiğiniz sandığınız bir yabancının muhabbetin ortasında, "Vay anasını! Aşağısı Kasımpaşa! Yıkıl karşımdan!" demesinin etkisini yaratacak "altın sözler"! 

Ama kullanırken çok dikkatli olun: Telafisi imkansız zararlar yaratabilirsiniz!


"Çerez jopu"

Kulağı tersten göstermek/tutmak. Oldukça faydalı bir ifade olmakla birlikte, Rusların bizdekinin aksine kulak vb. gibi nispeten risksiz bir organ yerine jopa (popo) kelimesini kullandığını akılda tutmakta yarar var.


Yey-Bogu! 

Bizdeki "Allah aşkına", "Hey Yarabbi", "gerçekten mi?", "hadi canım" gibi ünlemlere karşılık gelir.


Gospodi, pomiluy!

Birebir anlamı "Tanrım, affet!" Endişe ile karışık şaşkınlık anlarında kullanabilecek, bizdeki "Allahım sen aklıma mukayyet ol! "u çağrıştıran bir ifade.


Derji karman şire.

Birebir çevirisi "Cebini geniş tut/aç". Türkçedeki "çok beklersin", "boşuna umutlanma" ifadelerine yakın, sokak ağzı bir söyleyiş. 


A bolşe tebye niçivo ne nado?

İroni yüklü ifadenin Türkçesi: "Başka bir arzun?"


Da paşli ani fsye!

İyice yumuşatarak söylemek gerekirse: "Canları cehenneme!" Kullandığınız yere dikkat etmenizde yarar bulunan "hayli sert" ifadelerden.


Da mnye glubako naplevat/nasrat/fioletava.

Yine yumuşatarak söylemek gerekirse "Umurumda değil". Yine hatırlatalım; dikkatli kullanmakta yarar var!
 

Nogi v ruki.

Birebir Türkçesi: "Ayaklar ellere". Biri bir başkasını acele ettirmek, harekete geçirmek istediğinde bu ifadeyi kullanır. Örneğin anne-baba çocuğuna "kıçını kaldır" manasında söyler.


Slış!?

Bu ifade aslında "Slışış?" (Duyuyor musun?) sorusunun yutularak söylenişi. Hem vurgulama, hem de onaylama, hem muhabbete başlamak için kullanılabilir.


Bazara nyet / bez bazara.

Tam Türkçesi "Pazar yok / pazarlıksız". "Hallederiz", "problem değil" manasında onaylama ifadesi.


Dyoşevo i serdito.

Tam çevirisi "ucuz ve kızgın". Ucuz ama kaliteli bir ürün ya da hizmet için kullanılır.

Sık yapılan dil yanlışı: “Na zdarovye!”



Suat Taşpınar, Moskova
BBC Türkçe




Dünyada aynı anda hem en yaygın, hem de en yanlış kullanılan Rusça deyişin o olduğunu düşünenler çoğunlukta: "На здоровье", yani "Na zdarovye!"
Çoğu yabancı bu sözün Ruslarla kadeh kaldırırken "Şerefe!" anlamına geldiğini sanıyor ve öyle kullanıyor.
 
Pek çok Slav kökenli dilde doğru olabilir, ama Rusya'da hem teoride, hem de pratikte hatalı.

Yanlış olduğunu turistler de, Rusya'da yaşayan biz yabancılar da genelde içki sofralarında tecrübe ederek öğreniyoruz.

Rusçada "здоровье", yani Türkçe okunuşuyla "zdarovye", sağlık anlamına geliyor.

Peki, çoğumuzun "şerefe" demek olduğunu sandığımız "na zdarovye" deyiminin Rusçadaki tam karşılığı ise, "Afiyet olsun, yarasın" demek ve bir ikrama teşekkür edilirken kullanılıyor.

Bazen "Güle güle kullan" yerine de geçiyor.

Ama Türkçeden birebir çeviri yaparak illa ki "sağlığa" içecekseniz, "na zdarovye" değil "za zdarovye" demek gerekiyor.

Herkesin sırası farklı olmakla birlikte, Rusya'da genellikle formal durumlarda ilk kadeh "tanışmaya", ikincisi "ebeveynlere", üçüncüsü "aşka" kalkıyor.

Sonrası herkesin hayal gücüne bırakılıyor.

"Na zdarovye"nin Türkçede "şerefe" diye yaygın kullanımı, muhtemelen Avrupa'daki Slav kökenli ülkelerde bu anlama gelmesinden kaynaklanıyor.

Çekçe, Slovakça, Bulgarca, Lehçe, Slovence dahil pek çok dilde, yazılışlarında ve telaffuzlarında küçük farklılıklar olsa da kadeh kaldırılırken "na zdravi- na zdravye", yani "sağlığa" deniyor.

Ayrıca 1980'lerde hem Türk futbolunda Yugoslavya teknik direktör ve futbolcu hakimiyetinin olması, hem de ilk bavulcuların bu coğrafyadan gelmesiyle, "na zdarovye" deyiminin de Türkçede "şerefe" diye yer edindiği, sonrasında Ruslarla ilişkilere bu yanlış şekliyle aktarıldığı düşünülüyor.

Sonuç olarak, Türkiye ile Rusya arasında şu günlerde soğuyan ilişkiler aynı masalarda kadeh kaldırma imkanını azaltsa da, işin doğrusunu bilmekte fayda var.

En iyisi sağlığı içki sofrasına meze yapmadan, kadehi aşka (za lyubov), dostluğa (za drujbu) ya da barışa (za mir) kaldırmak.

En çok eksiği çekilen şeylere… 

19 Aralık 2018 Çarşamba

Pavlov'un evini bilmiyorlar



Fuad Seferov



Rusya'da genç kuşağın ülkenin tarihini bilmemesi ve geçmişe kayıtsız davranması Devlet Başkanı Vladimir Putin'i kızdırdı.

Moskova'da düzenlenen bir toplantıda konuşan Putin, gençlerin terbiyesinin önemli bir konu olduğunu belirterek, genç kuşağın tarih bilincinden yoksun olmasını eleştirdi. Rusya lideri, Sovyet lideri Josef Stalin'in iktidar yıllarını kastederek, ülkedeki gençlerin neredeyse yarısının, Sovyet dönemindeki baskılardan haberdar olmamasından yakındı. 

Putin, "Gençlerimizin çoğu uzaya ilk çıkan insanın adını bile bilmiyor. Çoğu, uzaya önce Amerikalı bir astronotunun çıktığına inanıyor" dedi. Sovyet kozmonot Yuriy Gagarin, 12 Nisan 1961'de uzaya giden ilk insan olmuştu.

Putin bu konudaki rahatsızlığını sık sık dile getiriyor ve gençlerdeki bilgisizliği okullarda yurtseverlik eğitiminin yetersiz olmasına bağlıyor. Rusya Devlet Başkanı daha önce de, gençlerin vatanını sevmesini sağlamak amacıyla yurtseverlik terbiyesinin okullarda tekrar uygulatılması gerektiğini söylemişti.

Benzer şekilde, ünlü Rus yönetmen Nikita Mihalkov da sık sık Sovyet sonrası dönemde gençlerin iyi eğitilmemesinden yakınıyor. Rusya'da basının bu konuda yetersiz kaldığını belirten Mihalkov, "Biri Bizi Gözetliyor" programının Rus versiyonu Dom-2 (Ev-2)  tarzı programları, "Sokaktaki gençlere Dom Pavlova'yı (Pavlov'un Evi) sorsanız, kimse bilmez. Ama Dom-2'yi hepsi biliyor" diyor.

Pavlov'un Evi, 2. Dünya Savaşı'nın dönüm noktası sayılan Stalingrad Muharebesi'nde Nazi kuvvetlerinin ele geçirmek için büyük çaba harcadığı apartmanın adı.  Binanın adı, buraada mevzilenen ve iki ay boyunca Nazi birliklerinin saldırılarına direnen 27 Sovyet askerinin komutanı Başçavuş Yakov Pavlov'dan geliyor. Pavlov'un Evi savaşta Sovyet direnişinin sembolü olmuştu.

Rusya'da yapılan kamuoyu yoklamalarında gençlerin bir bölümünün 1917 Devrimi'nin önderi Vladimir Lenin'in kim olduğunu bilmediğini de gösteriyor.

125'inci yılını kutlayan AVM'nin gizli tarihi: Stalin GUM için yıkım emri vermiş!






Moskova'nın göbeği Kızıl Meydan'daki tarihi alışveriş merkezi GUM başkentin sembol yapılarından biri. Bu hafta 125. yaşını kutlayan GUM, Moskova'nın en gözde mekanlarından. Popülerliğine aşina olanlar için, GUM'un üç kere kapatılma ve yıkılma tehlikesi atlattığını öğrenmek hiç kuşkusuz bir şaşkınlık sebebi olabilir. Ama ne var ki gerçek bu yönde... Peki, iktidarlar Moskova'nın 125 yıllık bu güzide yapısından neden kurtulmak istemişti?

Merkez GUM, yani Devlet Mağazası adını Sovyet zamanında aldı. Rusya'da ürünlere fiyat etiketi konulması ve alışverişinden memnun olmayanlar için bir şikayet kutusu temin edilmesi ilk kez GUM'da gerçekleşti.

Stalin iki kere, ilki 1935'te, ikincisi ise 1947'de olmak üzere, GUM'un yıkılması için talimat vermişti. Gerekçe ise basitti: Kızıl Meydan'ı genişletmek. Ne var ki, ve belki de ne mutlu ki, bu planlar hiçbir zaman hayata geçmedi.

GUM'un üzerindeki kara bulutlar bir kez de Brejnev döneminde yoğunlaştı. Kremlin ve Aziz Vasili Katedrali gibi iki sembol yapının hemen yanı başında bir alışveriş merkezinin faaliyette olması kabul edilemez görüldü.

Söylentilere göre, bu plan da yüksek rütbeli bir görevlinin karısının kocasından GUM'u kurtarmasını istemesiyle suya düştü. Buna göre, kadın GUM'daki bir mağazadan elbise sipariş etmişti ve ne olursa olsun elbisesine kavuşmak istiyordu.

Brejnev'in planının iptal olmasının gerçek sebebi ne olursa olsun, GUM'un hala ayakta olmasından hem Moskovalılar, hem de "başkentin misafirleri" son derece memnun.

General Kış! : Rus ordusunun komutanı


 Kaynak: http://www.turkrus.com/


Tarih boyunca girdikleri "ölüm kalım" savaşlarında Rus ordularının en büyük yardımcısının kış olduğu söylenir. Ruslar da her vesile ile kışın gücü arkalarında oldukça bileklerinin bükülemeyeceğini söylerler. Rusya'nın bu yaman müttefikine "General Kış" adını layık görenler ise İngiliz mizahçıları. Napolyon'un büyük bir hevesle giriştiği 1812 seferinde Rusya'nın sert kışı tarafından hezimete uğratılmasını bir mizah dergisi "General Frost Shaveing Little Boney" (General Kış Küçük Sıskayı Tıraş Ediyor) sözleriyle alaya almış. Böylece deyim tarihte yerli yerine oturmuş. Gerçekten de 600 bin kişilik Napolyon'un "Grande Armee"sinde (Büyük Ordu) geriye sadece birkaç on bin Fransız canını kurtarıp evine dönebilmiş. 

Rusya'nın kışına yenilenler sadece Fransızlar değil. Soğuk iklime alışkın İsveçliler bile 1708'deki savaşta General Kış'a yenik düşmekten kurtulamamış. İsveç ordusundaki asker ve atların neredeyse yarısı donarak ölmüş.

Ne var ki zaman zaman General Kış'ın Rus ordularına karşı savaştığı da bir vakıa. Finlandiya ile SSCB arasında 1939'da patlak veren Kış Savaşı'nda Fin ordusunun 25 bin kişilik kaybına karşılık Sovyetlerin 126 bin asker yitirdiğini hatırlamak yeterli.


General Kış'ın Rusların aleyhine çalıştığı bir diğer vaka da 2. Dünya Savaşı sırasında cereyan eden Moskova Savaşı. -30, hatta -50 derecelere kadar düşen hava sıcaklığında donan toprak Alman zırhlılarına manevra için sağlam bir zemin sunmuş.

Yine de Doğu Cephesi'ndeki savaşın tamamında General Kış'ın, bir diğer meşhur savaşçı olan General Çamur'la birlikte Sovyetlere çalıştığına şüphe yok. Bu bahiste Almanların koca bir orduyu Stalingrad soğuğunda bıraktığını hatırlamakta yarar var, ki Stalingrad çarpışmaları 2. Dünya Savaşı'nın seyrinde de bir dönüm noktası niteliğindeydi.

Rusya’nın en popüler turistik noktaları





Rus turizm analiz ajansı TurStat, Rusya’nın yabancı turistler arasında en popüler turistik noktalarını belirledi.

Yıllık ziyaretçi sayısı göz önünde bulundurularak hazırlanan listenin zirvesine yılda 20 milyondan fazla kişi ile başkent Moskova’daki Kızıl Meydan yerleşirken, ikinci sırada ise St. Petersburg’daki Peterhof Sarayı (yılda 5 milyon fazla kişi) yer aldı. Listede 3. sırada yer alan popüler nokta ise yılda 3 milyondan fazla turist tarafından ziyaret edilen Tataristan’ın başkenti Kazan’daki Kremlin oldu. Kazan Kremlini'ni ise Moskova bölgesindeki Sergiyev Posad kenti ve Sibirya'daki Baykal Gölü takip etti. 

15 Aralık 2018 Cumartesi

Rusya’nın bir numaralı AVM’si GUM 125. yaşını kutluyor


Kaynak: http://www.turkrus.com/



Başkent Moskova’nın merkezinde, Kızıl Meydan’da, Kremlin’in hemen karşısında büyük ve görkemli bir alışveriş merkezi vardır. GUM (Государственный универсальный магазин). 1893’te mimar Roman Pomertantsev’in öncülüğünde açılan GUM bugünlerde 125. yılını kutluyor.
 
Çarlık Rusyası’ndan Sovyetler Birliği’ne, oradan da yeni Rusya’ya kadar başından birçok macera geçen GUM, ülkenin bir numaralı AVM’si durumunda. 1917 Ekim Devrimi sonrası bir dönem depo olarak kullanılmış. 1923’te yeniden açılsa da birkaç yıl içinde bakanlıkların yer aldığı bir ofis merkezine dönüşmüş. Ta ki Stalin’in ölümüne kadar (1953). Sonrasında ve bugün yine alışveriş deyince Moskova'da ilk akla gelen yer!..

GUM’un internet sitesinde de belirtildiği gibi (www.gum.ru), burası sadece bir AVM değil. İçinde bankalar ve eczaneler, restoran ve kafeler, sinemalar ve oyun alanları, sergi salonları ve çiçekçiler olan bir küçük kent gibi. Yanızca ticaretin değil, Rus tarihinin de bir parçası. Kremlin’in komşusu. Avrupa’nın sayılı alışveriş merkezlerinden biri.

Saat 10.00’dan 22.00’ye kadar açık olan GUM’a metro “Ohotnıy Ryad”, “Ploşçad Revolyutsii” ve “Teatralnaya” istasyonlarından ulaşabilirsiniz.

Putin'den gençlere öğüt: “Kaderinizi kendi elinize alın!”




Başarıya ulaşmak için insanın, kimseden yardım beklemeden kendi kaderini kendi eline alması gerektiğine ilişkin bir konuşma yapan Rus lider Putin, Bolşevik şarkılarından örnek verdi: "Bize ne Tanrı, ne çar, ne de bir kahraman yardım edebilir."

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, öğrencilerin katıldığı bir konferansta, başarıya nasıl ulaşılabileceğine ilişkin öğütler verdi.

Putin, "Her birey, kişisel başarının yüzde 90'ının kendine bağlı olduğunu anlamalı. Her birimiz hayattaki yolumuzu kendimiz arayıp bulmalı, yazgımızı kendi ellerimize almalıyız, aksi halde başarı elde edemeyiz" dedi.

'İYİ KALPLİ AMCA YARDIM EDER DİYE BEKLEMEYİN, DEVRİM ŞARKILARINA KULAK VERİN, KADERİNİZİ ELİNİZE ALIN'

Konuşmasına "Hep iyi kalpli amcanın bize bir şeyler getireceğini düşünüyoruz" diye devam eden Rusya lideri, genç öğrencilere birilerinden yardım beklemelerindense Bolşevik şarkılarına kulak vermelerini öğütledi: "'Bize kimse yardım etmeyecek, ne Tanrı, ne çar, ne de bir kahraman!' Bunu kendimiz yapmalıyız."

O konuşmadan bir bölüm ve videosu:

Путин про надежду на государство и собственную инициативу: Мы думаем «Добрый дядя должен нам что-то принести», но лучше вспомнить большевистские песни «Никто нам не поможет, ни бог, ни царь и не герой!» Нужно своей собственной рукой это делать.




Ve Putin'in gençlere kulak vermelerini öğütlediği Bolşevik şarkısının (Enternasyonal) videosu: 



8 Aralık 2018 Cumartesi

"Dünyada 125 milyon kişi Rusça öğrenmek istiyor"






Farklı diller konuşmak, insanların arasındaki sınırları ortadan kaldırıyor. Uzmanlar dünya genelinde yaklaşık 300 milyon kişinin Rusça konuştuğunu bildiriyor. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği döneminde resmi dil olan Rusça oldukça geniş bir alanda konuşuluyordu. Avrupa'da ve Atlantik okyanusunun öte tarafında da Rusça konuşan kalabalık topluluklar mevcut.

Saint Petersburg Devlet Üniversitesi her yıl 1500'ün üzerinde yabancı öğrenci ağırlıyor. Dünyanın dört bir yanından öğrenciler buraya Rusça öğrenmek için geliyor. Saint Petersburg Üniversitesi'nde Avrupa, Amerika, Asya kıtalarından, 60 farklı ülkeden gelen öğrenciler eğitim görüyor. Bazı öğrenciler Rus edebiyatına olan ilgileri nedeniyle Rusça öğreniyor, diğerleri iş fırsatlarını arttırmak istiyor.

Fakat Rusya'ya gelme ihtimali olmadığı halde Rusça öğrenmek isteyenler için de bir çözüm mevcut.

Yabancılar için Rusça dersleri ilk kez Moskova Devlet Üniversitesi'nde bulunan Pushkin Dil Enstitüsü'nde verildi. Yarım asırlık deneyiminden ve eğitim metodlarından faydalanan enstitü bugün dijital bir platform ( https://pushkininstitute.ru/learn ) üzerinden Rusça öğretiyor.

Enstitünün eğitmenlerinden Margarita Ruseckaya dünya genelinde 125 milyon kişinin Rusça öğrenmek istediğini ifade ediyor. Ruseckaya Rusça öğrenmek istediği halde Rusya'ya gelemeyenler için geliştirdikleri internet üzerinden dil öğrenme platformunun herkesin kullanımına açık ve ücretsiz olduğuna dikkat çekiyor.

Rusya'da yeni yıl kültürü



Samih Güven




Bir ülkede yılbaşı dönemine ne kadar önem verildiğini yapılan hazırlıklardan, şehir ve sokaklardaki süslemelerden, hatta bunların zorunlu hale getirilmesinden anlamak mümkündür. Örneğin Moskova’da her yıl Kasım ayı civarında iş yerlerine ve alış merkezlerine ilgili belediye birimlerinden birer yazı gönderilerek işyeri girişleri ve vitrinlere yılbaşı konseptine uygun dekorasyon, ışıklandırma ve süsleme yapılması gerektiği, aksi takdirde idari ceza uygulanacağı hatırlatılmaktadır. Zaten böyle bir hatırlatma yapılmasa dahi konu içselleştirildiğinden herkes kendi isteğiyle süsleme faaliyetlerine girişmektedir.

Bir diğer gösterge de örneğin Rusya’da Ocak ayının başındaki 8 günlük yeni yıl tatilidir. Çünkü bu kadar uzun bir zaman diliminin ekonomik açıdan kayıplara neden olduğu ve işe dönüldüğünde de konsantrasyon sorunlarına yol açtığı yönünde tartışmalar olmasına rağmen söz konusu tatilden vazgeçilmesi olası görülmemektedir.

Belediyeler, işyerleri, müzeler, kütüphaneler, ilgili tüm kurumlar çeşitli hazırlıklar yapmaktadır. Örneğin Moskova’da 2017 yılında yılbaşı kutlamaları kapsamında 400 etkinlik düzenlenmiş. Bu etkinliklere 11 milyon kişi katılmış. Konserler, sergiler, sahne şovları ve turlar düzenlenmiş. Yine kütüphaneler, sinemalar, müzeler ve parklar özellikle çocuklara yönelik olmak üzere çok sayıda etkinlik düzenlemişler.

Tabi özellikle yılbaşı gecesinde aile, akrabalar, arkadaşlar bir araya gelmekte ve zengin bir yılbaşı masası etrafında toplanılmaktadır. Genç kuşak ise genelde dışarıda eğlenmeyi tercih edebilmektedir. Yılbaşı gecesi restoranlar, barlar dolup taşmakta, evde olmak istemeyen insanlar arkadaşlarıyla, dostlarıyla, eşleri ve sevgilileriyle güzel bir mekanda yeni yılı karşılamaya çalışmaktadır.

Bazı ülkelerde yılbaşı masalarında özel yemekler söz konusu olabiliyor. Örneğin hindi gibi. Rusya’da ise hiç değişmeyen ana bir yemekten söz edemeyiz ama örneğin  olivie (Rus salatası), havyar, yaş pasta (tort) ve şampanya baş köşede yer alıyor. Mandalinayı da unutmamak lazım tabi. Yılbaşı masanın özenli ve çok geniş bir yiyecek yelpazesiyle hazırlanmasına önem veriliyor. Başta balıktan yapılanlar olmak üzere çeşitli mezeler, tavuk, et gibi ana yemekler de oluyor masada.

Rusya’da yılbaşı kutlamalarının en önemli unsurlarından biri de yeni yıla saatler kala insanların Kızıl Meydanda bir araya gelmesi. Tabii herkesin bu kutlamalara Kızıl Meydan’da katılması mümkün olmadığı için genelde evde televizyonların başında seyrediliyor bu anlar.

Yeni yıla adım atılmasının önemli bir unsuru Devlet Başkanının yaptığı konuşmadır. Devlet Başkanı genelde saat 12'ye beş dakika kala Kremlin’in önünde kısa bir konuşma yapmaktadır. İyi dileklerde bulunma, ulusal moral ve motivasyon verme amaçlı bir gelenek bu. Bu konuda ilginç bir olay Boris Yeltsin’in 1999 yılbaşı konuşmasında sürpriz bir şekilde istifa etmesi olmuş. 

Kremlin’de bulunan tarihi saat yeni yıla girildiğini çanlarıyla ilan ediyor. Çığlıklar, sevinç gösterileri, patlayan şampanyalar, havai fişek gösterileri ve tabi ki sevgililerin, çiftlerin öpüşmeleri eşlik ediyor buna.

 Yine Ded Moroz yılbaşı kültürünün başka bir unsurudur. Slav mitolojisinde donmuş büyükbaba anlamında Noel Baba benzeri bir mitoloji kahramandır ve çocuklara hediye getirdiğine inanılmaktadır. Ded Moroz ve onun torununu simgeleyen mankenleri ve kostümlerini camlarda, süslü çam ağaçları etrafında görmek mümkündür.

Birçok ülkede olduğu gibi çam ağacı da yılbaşı süslemelerinin başta gelen unsurudur. Dükkanlarda, evlerde, büyük meydanlarda her yerde özenle süslenmiş çam ağaçlarını görmek mümkündür.

Moskova ile özdeşleşen ve yılbaşı gecesi hayali kurulan en önemli şey kar yağışıdır. Özenle süslenmiş şehirler usul usul, lapa lapa kar yağışını bekler. Kar yağışı bütün bu hazırlıkların ve yılbaşı ortamının romantik, duygusal ve insanları birbirine yaklaştıran atmosferini tamamlayan, süsleyen önemli bir unsurdur. Tabii ki kar yağmadığı da olabilmektedir. 

Birçok ülkede olduğu gibi şöyle bir inanış da vardır: Yeni yıla nasıl girersen bütün yıl öyle geçer. Bu yüzden de insanlar arkadaşlarıyla dostlarıyla sevgi ve mutluluk anları içinde yeni yıla girmeye çalışır ve bütün yılın böyle geçmesini diler.

Rusya’da bir de Ortodoks takvimine göre Ocak ayının 14’ünde, aile arasında ve daha sessizce kutlanan “Eski Yeni Yıl” söz konusudur.

Özetlemek gerekirse Rusya’da yılbaşı gecesinin sembolleri Kızıl Meydan ve havai fişek gösterileri, yılbaşı ağacı, Devlet Başkanının konuşması, şampanya, Kremlin’deki tarihi saat ve Ded Moroz’dur.

Rusya’da yeni yıl kutlamaları kültürü Hristiyanlık öncesine dayanmasına rağmen, Maslenitsa, İvan Kupala, buzlu suya girme geleneklerinde olduğu gibi Hristiyanlık inancıyla bağdaştırılmış ve güçlü şekilde etki etmiştir günlük hayata.

Mutluluk yolu!



Samih Güven




Ankara’da Tunalı Hilmi Caddesinde bir kafede mutluluk teması meşgul ediyor zihnimi. Mehmet Hakkı Yazıcı’nın “Moskova’da mutlu olmak” adlı yazısını okuduğumdan mı bilmiyorum. Belki de Moskova’dan sonra hayatımda çok şeyin değişmiş olmasından. Bir şekilde herkesin yüzleştiği bir soru aslında: Mutlu muyum? Mutluluğa giden bir yol var mı?

Sanırım çağımız insanı mukayese ile yaşayan bir varlık; kendi durumunu başkalarıyla, kendini değişen zaman ve durumlar içindeki halleriyle ve en önemlisi de beklentileriyle. 

Moskova’da arkadaşımla sıklıkla gittiğimiz o restoranı hatırlıyorum bir an. Ne hikmetse her gidişimizde kendimizi mutluluk konusunu tartışıyorken buluyorduk. Neden kendimizden memnun olmuyoruz bazen, hayatta nasıl bir yol izlemeli gibi sorular gündeme getiriyordu. Bir gün dedim ki ona, mutlu olmak zorunda mıyız peki, yani bunu düşünmeden yaşasak olmaz mı? Yine de konu üzerinde tartışmadan edemiyorduk.

Moskova’da konu hakkında yoğunlaşmamızın bir nedeni olmalıydı. Belli bir süre Moskova’da olacaktık. Türkiye’deki hayatımızı dondurmuştuk sanki. Böylece geriye dönüp baktığımız, değerlendirme yapabileceğimiz bir imkan doğmuştu. Moskova ise yeni gerçekler, farklı bir bakış açısı sunuyordu.

Farklı ülkelerin farklı imkanları ve bakış açısı mutlulukta etken mi? Yoksa insan nerede olursa olsun, kendi yapısal açmazları ya da sınırları mı daha önemli? İkisi de etken sanırım.

Soruları bir yana bırakıp not defterimi inceliyorum Tunalı’daki kafede.

Mutluluk kavramı özgürlük kavramıyla da ilişkili aslında. Özgürlük hissi mutluğunun nihai bir aşaması gibi. Yani kendini özgür hisseden bir insanın mutluluğu yakalamış olması da olası. Mutluluk an’larla alakalı daha çok, özgürlükse bir süreç.

Bir de kültürel ve bilinçaltı kodlar var. Özellikle bireyler olarak bizi kendi kendimize hapseden, kendimizi en büyük engelimiz haline getiren ve böylece mutsuzluğumuzun da kaynağı olabilen düşünme biçimleri oluyor. Bugün şemsiye almadım ya yağmur yağar kesin, dolar aldım ya mutlaka düşer, iyi bir şeyin benim başıma gelmesi imkansız zaten, dünyanın akıllısı sen misin, sen mi kurtaracaksın, ne önde ol ne arkada, gibi yerleşik yapılarla beynin çalışma esaslarını ülkeden ülkeye farklı kılan özellikler oluyor. Bunların yaratıcılık, özgüven ve an’lardan keyif alma konularına güçlü etkisi olmalı.

Zimmel özgürlüğün her zaman bir şeyden özgürleşme olduğunu ve baskının karşıtı olarak ele alınması gerektiğini söylüyor. İnsanın kendi bilinçaltını da buna dahil etmek gerekiyor galiba. Hegel ise diyor ki, nefsin kendi kendini onaylamasından başka bir şey değil özgürlük.

Mutluluk da biraz buna benziyor galiba. Yani içinde bulunduğumuz herhangi bir durumu onaylıyorsak mutluyuz. Nerede, kiminle, ne durumdaysak işte, bunu onaylıyorsak mutluyuz.

Pencereden insanları izliyorum bir süre. Düşünceli yürüyenler de var, neşeli, sarmaş dolaş geçenler de. Çıplak ayaklı bir kız çocuğu birinin arkasından koşuyor. Suriye’li olmalı. Aldığı bozuklukları gülümseyerek tutuyor avucunda.

Tuhaf mutluluk halleri geliyor aklıma. Kendisi olmak yerine güçlü ilişkilerine güvenen mutludur belki. Ya da kendisi olmak yerine imkanlı birinin karısı veya kocası olmayı seçen de mutludur. Mutlu olmak herkesin hakkı, ama mutlu olduğumuzu sandığımız her durumda mutlu muyuz, kendimizi gerçekleştirmeden bunu yapabilir miyiz?

Galiba bir amacı olmalı insanın. Bu amaç da insanlığın evrensel değerleri dikkate alındığında anlamlı bir yere düşmeli. Böyle bir amaç uğrunda üretken birinin mutsuz olma ihtimali var mı bilmem. Ama zor amaçlar belirleyip mutsuz olma ihtimali var.

Yine de Nobelli ekonomist, psikolog Kahneman’ın dediği gibi mutluluk da aşk arayışı da irrasyonel. Reçetesi yok. Kişiden kişiye, durumdan duruma farklılık gösteriyor. Yani iki kere boka kondu diye üçüncüsünde ota konacağının garantisi yok.

İnsan kendisi olursa, kendini, gerçekliğini keşfeder, üretken olur ve insanlığa katkı yaparsa mutlu olur muhtemelen. Ama köyde ağacın altında bir saat uyuyup, sonra türkü söyleyerek tırpana yüklenen de mutludur. Hem de daha mutlu belki.

Sonuçta günlük hayatta, eş dost sohbetinde, edebi, felsefi metinlerde o kadar çok duruyoruz ki bu kavramın üzerinde. Belki de Nietzsche’nin dediği gibi rahatta mutluluk yok. Ve bir özgürleşme gerekiyor sanki. Önce kendimizden başlayarak.

Ama hayır, depresif görünen yukarıdaki paragrafla bitmeyecek yazı. Goethe’nin dediği gibi, insan seçer, ayırt eder ve yargılar. Bir mutluluk yolu olacaksa eğer, mutlu olduğumuz anları seçip çoğaltmakla olabilir belki de.

Ankara’ya döndükten sonra Rusçamı unutmak istemiyordum. Bu yüzden internette bulduğum Rusça videoları izliyordum sık sık. Bunlardan biri ilginç bir şekilde yazının teması ile örtüşmüştü. St. Petersburg’da insanlara onları neyin mutlu ettiği soruluyordu. En sık verilen cevap aşktı.

Kapitalistler gerçekten Moskova'da


Aydın Sezer



Uzun yıllar Enka'nın Moskova temsilciliği görevinde bulunan Murat Gülmezoğlu'nu kısa süre önce kaybettik. Murat ağabeyin anısına "Mavi Düş" kitabımda kendisiyle yer alan söyleşiyi aktarıyorum:

"1980'lerin ikinci yarısından itibaren Moskova'ya gitmeye başlayan firmalarımızın öncüsü ENKA'ydı. ENKA'nın Rusya'da gerçekleştirdiği projelere sonra değinilecek olmakla birlikte, ENKA'nın Moskova'daki ilk yerleşik müdürü, Sayın Murat Gülmezoğlu'yla gerçekleştirdiğim söyleşiyle 1988'in Moskovası'na dönelim. Söyleşimize başlarken, uzun yıllar ABD'de, Avrupa'da ve Suudi Arabistan'da yaşamış olan Sayın Gülmezoğlu'na, Moskova'ya giderken neler hissettiğini sordum. 

"Eylül 1988'de, yıllarca adını duyduğum fakat pek söyleyemediğim bir şehir olan Moskova'ya gidiyordum. Açık söylemek gerekirse, biraz korku, biraz da merak vardı. Gittiğimde Moskova değişim dönemindeydi. "Perestroyka yaşanıyordu. Herkes ümitli fakat yine de kuşkuluydu" diyerek söze başlayan Gülmezoğlu, Moskova'da çok güzel bir şehircilik anlayışıyla karşılaştığını belirterek, şehrin ortasından geçen nehrin önce iki kola ayrılıp sonra tekrar birleştiğini ve bu durumun  Paris'e çok benzediğini, orada da Sein Nehri'nin ikiye ayrılıp tekrar birleştiğini anlattı. "Paris'te Notre-Dame Kilisesi ve köprüler, Moskova'da Kremlin, Kızıl Meydan, St. Basil Kilisesi ve yüzlerce tarihi eser" diyerek şehircilik açısından çok etkilendiği Moskova'ya hayranlık duyduğunu gizlemeyen Gülmezoğlu, Moskova'yı anlatmaya devam etti.

"Her şey çok güzel korunmuş... Merkezin etrafında bir çevreyolu var, Bulvar Çevreyolu. Sonra bir ikinci çevreyolu geçiyor şehrin ortasına yakın, Sadovaya  Çevreyolu. Üçüncü çevreyolu şehrin sonunda, MKAD Çevreyolu. Bu dış çevreyolundan dik olarak merkeze doğru gelen bulvarlar var. Her taraf o kadar yeşil ki kendinizi bir şehrin merkezinde değil bir ormanın kenarında sanırsınız. Uçakla Moskova'ya inerken zaten etrafın yemyeşil ormanlarla kaplı olduğunu görürsünüz. Fakat şehri gezerken bu yeşilin şehrin merkezine kadar indiğini görünce hayran olmamak elde değil. Şehrin kuzey doğusunda kilometrelerce uzanan İsmailovsk Parkı. Güneybatısında Olimpik Köy ve güneyde tarihi Kolomenskaya Kompleksi sonsuz ormanlıklar içinde. Ne kadar da seversen sev kendi vatanını, kıskanmamak mümkün değil Moskova'yı".

Ulaşım sisteminin mükemmelliğine değinen Gülmezoğlu, "Metro teşkilatı ile yer altından istediğiniz yere gidebiliyorsunuz. Metro istasyonları çok derinlerde, çok uzun eskalatörlerle inip çıkıyorsunuz. İstasyonlar müze gibi. Heykeller, avizeler, duvarda süsler" diyor.

Moskova'daki ilk sonbaharında, ağaçların neredeyse bütün renklere büründüğünü, yaprakların yeşilden, sarı ve kırmızıya dönüştüğünü, en hafif bir rüzgârda yollara düştüğünü anlatan Gülmezoğlu, "Yürüyorum sık adımlarla, tabiatın şahane senfonisi her yanda..." diyor ve devam ediyor:  

"Moskova'da mimari olarak dikkati çeken yedi büyük kule bina var. Bunlara Stalin Binaları deniliyor. Ellili yıllarda inşa edilmiş bu çok farklı binalar, Stalin'in Alman harp esirlerine yaptırdığı bile söylenir. Hepsinin çok muhteşem girişleri, cephelerinde motifler ve heykeller bulunur. Ortalarında süslü yüksek bir kule oturtulmuştur. Dışişleri Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı, Leningrad ve Ukrayna Otelleri, Moskova Üniversitesi ve iki iskan ünitesi bu binalardır. Merkezdeki Moskova Oteli ve Parlamento binası gibi daha bir çok bina da Stalin devrinde yaptırılmıştır. Stalin mimariye meraklı birisi olmalı ki, bütün bu mimari eserler Stalin'in bizzat kontrolünde yaptırılırmış. Kendisinin bizzat imzalamadığı hiçbir proje inşa edilememiştir."

Ekim 1988'de ilk Türk işçi kafilesinin gelecek olmasından büyük heyecan duyduğunu vurgulayan Gülmezoğlu, "Onları Kievskiy Vagzal'da (gar) karşıladım. Muhtelif ülkelerde çok yüksek artı derecelerde çalışan işçilerimiz, şimdi de çok eksi derecelerde çalışacaklardı. Başarılarından şüphem olmasa da, heyecanlanmıyorum desem yalan olur" diyerek sözlerine devam ediyor.

"Kievskiy Garı'nda karşıladık işçilerimizi. Beni kalın bir palto ve başımda kalpakla görünce şaşırdılar. 'Hava soğuk...' dedim. Pek kabullenemedi Erzurumlu Rıza, 'Pek değil' demekle yetindi. Yeni bir devir başlıyordu bizim için, bu şehre yepyeni binalar yapacaktık işçilerimizle. Onlara güveniyordum. İşçilerimiz gelmeye başlamıştı, artık adımızı burada duyuracaktık güzel eserlerimizle. İlk işimiz olarak Moskova'nın merkezinde Petrovskiy Pasajı'nın restorasyonuna başladık. 

Cephe tamamen örtüldü. Trafik pek fazla olmadığından rahatça çalışabiliyoruz. Pasaj'ın yanında bir kemer, ondan geçince ofisimiz, iki katlı bir bina, yanında ilaveten yaptığımız tuğla bina. Petrovskiy inşaatımızdan sola doğru yürürseniz iki dakika sonra şehrin merkezindesiniz. Sağ tarafta Bolşoy Tiyatrosu, sol tarafta Mali Tiyatro, karşıda bir yabancı firmanın restore ettiği Metropol Otel, yanında Karl Marx'ın heykeli, ileride bir meydan ortasında bir heykel, Derjinskiy, KGB'nin kurucusu. Arkasında KGB Binası, burası Ruslara göre dünyanın en yüksek binası, 'bodrumundan bile Sibirya'yı görür...' diyorlar. Geriye doğru yürürseniz, resim satan bir galeri, sağda
GUM mağazaları, solda aynı yolda kitapçılar, pulcular, hatıra eşyası satanlar. Petrovskiy'den çıkıp sağda ilk sokağa saptığınızda Budapeşte Oteli ve lokantasını görürsünüz. Bu lokanta bizim öğlen ve akşam yemeklerini işçilerle beraber yediğimiz yer. Şirket, bu yemekler için adam başına 3,5 ruble ödüyor ve az da olsa lokantada Ruslar da oluyor. Ekseri cuma akşamları düğünler oluyor. İster istemez katılmış oluyoruz bu mutlu anına yeni Rus dostlarımızın. Burada benim dikkatimi çeken Anadolu'nun köylerinden gelmiş işçilerimizin bu havaya kolayca adapte olmuş olmaları. Herkes akşam iş paydosunda tulumunu çıkarıp, kravat bağlıyor ve yemeğini etrafın dikkatini çekmeyecek derecede kibarca yiyor. Rusça öğrenme ve terbiye kurallarını tatbikte işçilerimiz çok başarılı. Uzaktan kulak misafiri olduğum bir konuşmada, Yozgatlı Hüseyin hemşerisine dikkatle anlatıyordu: 'Bir kız arkadaşına giderken çiçek götüreceksin... Çiçek sayısı tek olacak 3, 5, 7... Yemeğe giderken bir şişe şampanya da götür, üstüne bir kırmızı kurdela bağlamayı unutma...'"

İşçilerin sosyal hayata hemen uyum sağlamalarının iş performanslarını olumsuz olarak etkileyip etkilemediğini sordum. "Bilakis" dedi, Gülmezoğlu, "Arabistan'da yıllarca kalıp, tek kelime Arapça öğrenmeyen, cuma günleri namaza dahi gitmeyen işçilerimiz, burada işlerine dört elle sarıldıkları gibi, hanım arkadaşlarıyla operaya, baleye hatta, pazar günleri kiliseye dahi gitmeye başladılar. Hemen Rusça konuşuyor olmaları, yabancı dile karşı ne kadar kabiliyetli olduklarını gösteriyordu."

Sosyal ilişkilerde yaşanan bazı aşırılıklara da göz yummadıklarını belirten Gülmezoğlu, bu nedenle Türkiye'ye göndermek zorunda kaldıkları işçilerin yüzündeki hüznü hiç unutamadığını da vurguladı. Sayın Gülmezoğlu'yla yaptığım söyleşiyi burada noktalamak gerekiyor. Zira, Sovyetler'in son dönemine ve 90 yıllara ilişkin ortak anılarımız bizi, Sovyet ve Rus muhipliğine götürecek kadar uç noktalara gidiyor." 


Rusya'dan şaşırtıcı 25 gerçek




"Rusya akıllı anlaşılmaz, arşınla ölçülmez; Rusya'ya inan yeter" diyen şair Tyutçev muhtemelen haklı. Ama gene de Rusya'yı anlamaya çalışanlar için, genel kültürlerine katkıda bulunmak gailesiyle derlenmiş bazı ilginç notları paylaşmak istedik. Rossiyskaya Gazeta'nın ekinde yer alan bu bilgiler arasında, Rusların en çok savaştığı milletin Türkler olduğu da var... İşte bazılarını zaten bildiğiniz, bazılarını belki ilk kez duyacağınız 25 Rusya notu:

1. Rusya'da yılbaşı kutlamaları genelde 31 Aralıkta başlar ve yılına göre 10 gün civarında sürer.

2. Ruslara bu da yetmez, yılbaşını 14 Ocak günü bir de eski takvime göre kutlarlar. Yani hem Gregoryen, hem Jülyen takvimine göre uzun uzun kutlama yapılır. 

3. Rusya'da genellikle internette iki nokta ve sağ parantezli gülücük :) yerine sadece sağ parantezli ) gülücük kullanır.

4. Rusya'da anketlere bakılırsa, her iki kişiden biri ekonominin devlet tarafından yönetildiği eski günlere dönmeyi arzular. Ayrıca ülkenin yarısı Stalin'i "kanlı bir diktatör" olarak görürken, diğer yarısı ona "kahraman" gözüyle bakar.

5. Rusya'da halkın suşi sevgisinin Japonlardan bile fazla olduğu rivayet edilmektedir!

6. Rusya XV. yüzyıldan XX. yüzyıla kadar olan 500 yıllık sürenin 489'unu savaşta geçirmiştir. En çok savaştığı ülke 12 kere ile Osmanlı'dır.

7. Geleneksel müzik aleti balalayka bir dönem "şeytan icadı" olduğu gerekçesiyle kilise tarafından yasaklanmıştır.

8. Yaşlıların huzurevine yerleştirilmesine Rusya'da iyi gözle bakılmaz.

9. Rusya'da yabancılara seslenirken "beyefendi", "hanımefendi" gibi hitaplar nadiren kullanılır. Bunun yerine, basitçe "adam" (Muşşina) ve "kadın" (Jenşina) diye seslenmek doğaldır.

10. Doğum günü sahibinin iş arkadaşlarına pasta ısmarlaması adettendir.

11. Yaygın kanının aksine dünyada en çok içki içilen yer Rusya değildir. Kişi başı alkol tüketiminde Rusya 10. sırada yer alır.

12. 145 milyonu bulan ülkede Komünist Partisi'nin üye sayısı sadece 160 bindir.

13. Rusya'da en yaygın erkek ismi İvan değil, Aleksandr'dır.

14. Dillere destan güzelliklerine rağmen Rus kadınlarının yalnızca yüzde 5'i "güzel" olduğunu düşünür!

15. Ülkedeki en popüler içki votka değil, biradır.

16. Acı ama gerçek: Rusyalılar Amerikalılardan daha fazla fast food tüketir.

17. Rusya halkı, büyük arabaları sever. Trafikteki araçların neredeyse yarısı ciptir (SUV).

18. Halk doktora gitmeyi pek sevmez, evde "geleneksel yöntemlerle" tedaviye inanır.

19. Ülkedeki kadın sayısı erkek sayısından 10 milyon daha fazladır.

20. Rusyalılar için yüksek eğitim işe girmekten, ya da ev almaktan daha önemlidir.

21. Ruslar nikah yüzüğünü sağ ele takarlar.

22. Pek çok market, spor salonu ve çiçekçiler 24 saat açıktır.

23. Rusya'da halk çayı şekerli sever.

24. Ülkede insanların en çok gurur duyduğu şey İkinci Dünya Savaşı'nda kazanılan zaferdir.

25. Ruslar ucuz ürünleri sevmezler. Onlara göre, "bir şey ucuzsa muhakkak Çin'de yapılmıştır!"

5 Aralık 2018 Çarşamba

Rusların anılmaktan bıktığı 10 sembol






Rusların canını sıkmak istiyorsanız ne kadar çok votka içtiklerinden dem vurun, Rus kadınların matryoşkalar kadar güzel olduğunu söyleyin, sokakta ayıların dolaşıp dolaşmadığından ya da evde balalaykaları olup olmadığından sual edin... Rusya'ya dair klişelerden artık herkese gına geldi! İşte RBTH sitesinin de katkısıyla, Ruslara artık bıkkınlık veren 10 sembol:

1. Matryoşka.

Bugün artık geri dönülmez bir biçimde Rusya ile özdeşleşmiş olsa da aslında Japon icadı olan bu oyuncaklar Rusyalıların birlikte anılmaktan bıktığı ilk sembol. Siz de muhtemelen artık Türkiye'ye hediye olarak en son ne zaman matryoşka götürdüğünüzü unutmuş olmalısınız. Hala mı götürüyorsunuz? Unutun!

2. Rus kadınları.

Dünya medyasının Rusyalı kadınları yansıtış şekli bu ülke vatandaşlarını rahatsız eden bir diğer kalıp. Medyanın yansıttığının aksine Rus kadınları paraya ve lükse düşkün "kolay lokma" olmanın çok ötesinde.

3. Kalaşnikof.

Kimi Rusyalılar bu sembolle gurur duysa da, kimilerine de artık silahla anılmaktan gına gelmiş durumda.

4. Balalayka. 

Rus halk müziğinin merkezinde yer almasa da bu enstrümanın, müziğin sembolü haline gelmiş olması tarihin bir başka cilvesi.

5. Ayılar.

Rusyalıları en çok bıktıran sembollerden biri de ayılar. Rusyalıların ayılarla iç içe yaşadığı, kışın sokaklarda ayıların dolaştığı düşüncesi ise fantaziden ibaret.

6. Votka.

Yine aslında Rusya'da icat edilmeyen, ama adeta ülkenin üzerine "yapışıp kalan" bir başka sembol. Tahmin edilenin aksine Rusyalılar dünyada içkiyi en çok seven ve tüketen millet olmanın uzağında.

7. Bale.

İnanması güç olsa da Rusyalıların büyük bir bölümü hayatında bir kere bile bale izlememiştir! Bolşoy Tiyatro daha çok turistlerin uğrak yeri; elbette fahiş bilet fiyatları bunda önemli bir etken.

8. Aziz Vasil Kilisesi.

İtalyan mimarların elinden çıkan Kızıl Meydan'daki sembol yapının Rus inşa geleneklerini yansıtıp yansıtmadığı tartışmalı. Ancak bu, kilisenin silüetinin Moskova'nın ve Rusya'nın sembol görseli olmasına engel değil. Yine de hemen her yerde Rusya denince bu soğan kubbeli kilisenin klişe olması bıkkınlık yaratmıyor değil.

9. Olivye salatası.

Fransız bir aşçının keşfettiği salata bizde Rus salatası olarak biliniyor. Tabii Soğuk Savaş yıllarında "Amerikan salatası" diye uydurulup öylece kaldığı da söylenebilir.

10. Havyar.

Rusya'ya dair baskın klişelerden biri de sürekli havyar tükettikleri iddiası. Ancak bazı havyar türleri o kadar pahalı ki, Rus halkının büyük bir bölümü için erişilmez konumda. Siyah havyarın yanına yaklaşmak imkansız, turuncu somon havyarı daha ucuz ve kimileri için daha bile lezzetli!

İşte bu klişelerin bıktırdığı söyleniyor. Rusya'nın olası yeni simgeleri ise ayrı bir yazı konusu...