Moskova

Moskova

16 Ocak 2021 Cumartesi

Rusya ve Türkiye ekonomileri salgından neden farklı etkilendi?



Samih Güven

 

Kaynak: https://samihguven.blogspot.com/

 

 

 

2020 yılını kabusa çeviren Kovid-19 salgını ülke ekonomilerini benzer arz-talep mekanizmalarıyla etkiledi. Fakat ekonomik sonuçlar farklı şekilde gerçekleşti. Bunun sebepleri ekonomilerin farklı yapısal özellikleri, bütçe imkanları dahilinde tedbirlerin farklılaşması, farklı politik tercihler ve başta merkez bankaları olmak üzere kurumların bakış açılarındaki farklılıklardı.

Konuyu Rusya ve Türkiye ekonomileri üzerinden detaylandırmaya çalışacağım. Bunu yaparken ekonomik göstergeleri salgın öncesi ve sonrası ile kıyaslayıp, yapısal özellikler ve farklı kurumsal yaklaşımlar hakkında da bilgi vermeye çalışacağım.  

Böylece, 2020 üçüncü çeyreğinde neden oldukça farklı büyüme oranları gerçekleştiğini; cari fazla ve yüksek döviz rezervi olduğu halde Rus Rublesinde neden zaman zaman önemli değer kayıpları yaşandığını; net döviz rezervi negatif olan ve cari açık veren Türkiye’de ise “git-gel”li faiz politikasının nelere sebep olduğunu daha iyi anlamaya imkan olacağını umuyorum. Ayrıca ekonomi politikalarının bu iki ülkede neyi öncelediğini ve bunun ne gibi farklı sonuçlar yarattığını görmüş olacağız. 

Öncelikle Rusya ve Türkiye ekonomileri arasındaki yapısal farklara baktığımızda ilk olarak Rusya’nın enerji kaynaklı döviz gelirleri nedeniyle cari fazla veren ve yüksek döviz rezervine sahip bir ekonomiye sahip olduğunu görüyoruz. Buna karşın Türkiye ekonomisi cari açık veriyor ve son dönemde negatif net rezerv söz konusu. Rusya’nın bütçe gelirlerinin yarıya yakınını enerji gelirleri oluştururken, Türkiye’nin cari açığındaki en önemli unsur enerji ithalatı. Dolasıyla örneğin petrol fiyatlarındaki gelişmeler ve döviz gelirlerindeki azalma her iki ekonomide farklı stresler yaşanmasına neden oluyor.

Türkiye ekonomisi güçlü bir KOBİ ve özel sektör dinamizmine sahipken Rusya ekonomisinin bankacılık ve enerji sektörleri başta olmak üzere kamu ağırlığı fazla olan ve KOBİ’lerin istihdam ve üretim katkısının düşük seyrettiği bir yapıya sahip olduğunu görüyoruz. Rusya’daki nüfus dinamikleri ise ekonomik aktiviteyi sınırlayıcı bir özelliğe sahip. 

Yapısal farklılıkları uzatmak mümkün ama bir an evvel rakamsal analize geçmek için son bir nokta olarak Rusya ekonomisinin son yıllarda bütçe açığı, enflasyon, işsizlik gibi göstergeler başta olmak Türkiye ekonomisine kıyasla daha dengeli bir yapıya sahip olduğunu söylemek mümkün. Rusya ekonomisindeki temel problem düşük büyüme oranı iken Türkiye ekonomisinde hem yüksek enflasyon hem de yüksek işsizlik söz konusu.

Ülkelerin salgına karşı aldıkları tedbirlere gelince, IMF sayfasında ülke bazında Kovid-19 ile mücadele kapsamında hangi tedbirler alındığı ve tedbir paketlerinin ekonomik büyüklüğü ile ilgili önemli bir çalışma yer alıyor. Ülkelerin genelde likidite imkanlarını artırdığını, kredi imkanlarını genişlettiğini, vergi ertelemelerine gittiğini, bireylere doğrudan ödeme yaptıklarını görüyoruz. Ancak paketlerin bütçe büyüklüklerinin ve tedbirlerin ağırlıklarının farklılaştığı görülüyor. Gelişmiş ekonomiler ile kıyaslandığında hem Rusya hem de Türkiye’de doğrudan destek paketlerinin milli gelire oranının nispeten düşük kaldığı görülüyor. Dünya Bankasının bir raporuna göre Rusya’da bu oranın yüzde 0,4 olduğu anlaşılıyor. İki ülke arasındaki en önemli fark ise Türkiye’nin kredi enstrümanına daha fazla başvuruyor olması.

Peki 2020 ikinci ve üçüncü çeyreğindeki göstergelere bakıldığında Türkiye’de ve Rusya’da salgın hangi ekonomik sonuçlara yol açtı? Farklı sonuçların ortaya çıkmasına neler sebep oldu?

Rusya ekonomisi 2020 birinci çeyreğinde yüzde 1,6 oranında büyürken, salgının etkilerinin hissedildiği ikinci çeyrekte yüzde 8, üçüncü çeyrekte ise 3,4 oranında küçülme gösterdi.

Türkiye ekonomisi birinci çeyrekte yüzde 4,5 oranında büyürken, ikinci çeyrekte yüzde 9,9 küçülme, üçüncü çeyrekte ise yüzde 6,7 oranında büyüme yaşandı. Türkiye’nin tarihsel büyüme ortalamasının yaklaşık yüzde 5, Rusya’nın son dokuz yıldaki ortalama büyüme oranının ise yüzde 1,3 olduğunu hatırlatmak istiyorum.

Salgının ekonomik etkilerinin önemli ölçüde hissedildiği Nisan-Ekim döneminde Rusya’daki perakende satışlarda aylık ortalama yüzde 8,6’lık bir azalma söz konusu oldu. Sanayi üretimi ise aylık ortalama yüzde 6,2’lik bir daralma gösterdi. 

Aynı dönemde (Nisan-Ekim) Türkiye’deki perakende satışlarda aylık ortalama yüzde 0,3 oranında artış olurken, sanayi üretimi aylık ortalama 2,3 oranında düşüş gösterdi. Yani hem perakende satışlarda hem de sanayi üretiminde Rusya ekonomisinin daha olumsuz etkilendiği görülüyor.

Diğer taraftan, Rusya’da salgın öncesi temel makro değişkenlere bakıldığında Mart ayı itibarıyla enflasyon yüzde 2,5, işsizlik oranı ise yüzde 4,6 seviyesinde idi. Kasım ayı itibarıyla enflasyon oranı %4,4, işsizlik oranı ise %6,3’e yükselmiş oldu. 

Türkiye’de Mart ayında enflasyon yüzde 11,8, işsizlik oranı ise yüzde 13,2 seviyesinde idi. Kasım ayı itibarıyla enflasyon oranı %14,03, Eylül itibarıyla işsizlik oranı ise %12,7’ye yükselmiş oldu. Ancak bu noktada Türkiye’deki işsizlik oranı ile ilgili bir kayıt koymak gerekiyor. Çünkü gerek işten çıkarmanın yasaklanması ve gerekse işgücü piyasasından çekildiği öne sürülen nüfus durumu etkiliyor. Kimi analizlere göre gerçekçi işsizlik oranı yaklaşık yüzde 25 seviyelerine gelmiş görünüyor.

Rusya’da kriz öncesi oldukça düşük seyreden işsizlik oranının önümüzdeki yıl yeniden düşüşe geçmesi bekleniyor. Türkiye’de ise kriz öncesi zaten yüksek seyreden işsizlik oranının benzer katılığını sürdürmesi bekleniyor.

Bu iki ülke özellikle büyüme oranı ve enflasyon açısından kıyaslandığında ise hem yapısal nedenlerden hem de kurumsal bakış açılarından kaynaklanan önemli farklılıklardan söz etmek gerekiyor.

Rusya’da KOBİ’lerin sınırlı katkısı, özel sektör dinamizminin nispeten düşük olması, nüfus dinamiklerindeki olumsuz gelişmeler ve düşük yatırımlar nedeniyle büyüme oranı istenilen ölçüde artırılamıyor. Türkiye’de ise özel sektörün dinamizmi ve nüfus katkısı daha fazla. Böylece zaman zaman rasyonaliteden uzaklaşsa da kredi genişlemesi ile büyümeyi harekete geçirmek daha çabuk gerçekleşiyor.

Rusya Merkez Bankasının enflasyon konusundaki tavrı Türkiye Merkez Bankasına göre daha katı görünüyor. Rusya Merkez Bankası son yıllarda hedeflediği enflasyonu ya tutturuyor ya da çok yaklaşıyor. Faiz silahını ise düşük büyümeyi de göze alarak daha güçlü kullanıyor. Örneğin Rusya’da 2020 öncesi son üç yılın ortalama enflasyonu yüzde 3,6 iken politika faizinin bunun yaklaşık iki katkı olarak uygulandığı anlaşılıyor. 2020 yılında salgın nedeniyle faizleri gevşetmiş olan Rusya Merkez Bankasının enflasyon endişeleri nedeniyle Aralık toplantısında faizi 4,25 oranında sabit tutarak yeni bir faiz düşüşü yapmadığı görülüyor.

Türkiye’de 2020 öncesi son üç yılın ortalama enflasyonu yüzde 14,69 iken, ortalama politika faiz oranının da aşağı yukarı aynı seviyelerde uygulandığını görüyoruz. Dolayısıyla Türkiye Merkez Bankasının enflasyon ve döviz kuru endişelerine rağmen faiz silahını Rusya kadar katı kullanmadığı anlaşılıyor. Bunun sebepleri ise az çok malum. 

Türkiye’de genç nüfus dinamizmi ve yüksek işsizlik nedeniyle ekonomi politikalarının temel olarak büyümeyi öncelediğini söylemek mümkün. 

Rusya ise nüfusun artmaması ve aktif nüfustaki azalma nedeniyle düşük büyümeyi göze alıp enflasyonla daha katı şekilde mücadele edebiliyor. Türkiye ile benzer boyutlarda kredi genişlemesi uygulanmıyor. Rusya ekonomisi açısından en kritik konu petrol fiyatları oluyor genelde. Petrol fiyatlarının düşmesi Ruble’nin değer kaybetmesi ile sonuçlanıyor. Fakat bu durum döviz endişesinden çok bütçe gelirlerinin azalması ve halkın harcama eğiliminin gerilemesine dönük psikolojik unsurlardan kaynaklanıyor kanımca.

Hem petrol fiyatlarındaki artışlar, hem de döviz gelirlerinin azalması gibi faktörler Türkiye’yi cari açık üzerinden olumsuz etkiliyor. TL’nin değer kaybetmesi ciddi enflasyonist etkiler, gelir dağılımı etkileri, borç ödeme maliyetlerindeki artışlar gibi hususlar göz önüne alındığında ciddi olumsuz etkilere neden oluyor. Buna rağmen faiz politikası gerçekçi bir temelde uygulanamıyor. Örneğin geçmiş yıllarda yapılan hatalar nedeniyle salgın döneminde etkili bir araç olmaktan uzak kalıyor faiz oranları.

Galina’nın hüznü, Vera’nın yüzüğü

 



Samih Güven

 

Kaynak: https://samihguven.blogspot.com/

 

 

Nazım Hikmet ömrünün en güzel yıllarını hapishanede geçirmişti. Kendi deyimi ile doğrudan doğruya işlediği bir suçun karşılığı olarak da değil. Neticede hapislik dönemi sağlığını olumsuz etkilemiş ve özellikle kalbi ile ilgili sıkıntılar baş göstermişti. Onu hep engelleyen, moralini bozan kalp ağrıları… “Ah şu mendebur yürek…” diyerek şikayet ediyordu büyük şair.

Nazım Hikmet 1951 yılında Türkiye’den ayrılıp Moskova'ya geldikten sonra zaman zaman kalbiyle ilgili sorunları ciddiyet kazanıyordu. 1952 yılı yazında Berlin’deyken yaşadığı sıkıntı sonrasında Moskova’ya dönünce Sanatoryum hastanesine yatmıştı.

İşte hastanenin iç hastalıkları bölümü başkanı olan Dr. Galina ile o dönem tanışmış ve arkadaş olmuşlardı. Tabi Galina Nazım’dan çok etkilenmiş ve gönlünü kaptırmıştı. Nazım bir gün artık hastaneden ayrılmak üzereyken elinde daktilosu ile odasına girdi. Konuşmanın sonunda şöyle dedi: “Benimle geliyor musun şimdi, yoksa beni ölüme mi terk ediyorsun…”

Moskova’da beraber yaşamaya başladılar. Galina Onun doktoru, arkadaşı, çevirmeni, sevgilisi oldu. Yedi yıl birlikte yaşadılar. Galina yeri gelmiş Münevverin mektuplarını okumuş Nazım’la, yeri gelmiş onu bir leğende yıkamış, beslenmesiyle, sağlığıyla ilgilenmişti.

Şair Dursun Özden'in Nazım Hikmet hakkındaki “Karanlığa Karşı Yürüyen Adam” adlı kitabı içerdiği röportajlar ve belgeler açısından çok değerli bir kitap. Röportajların en önemlilerinden biri de hiç şüphesiz Dr. Galina ile yapılmış olanı.

Röportajda anlatıldığı üzere, Nazım bir keresinde 1957 yılında  Bükreş’te iken şöyle demiş: “Galina sen beni ölümden kurtardın. En az dört kere. Bu iyi mi oldu kötü mü oldu bilmiyorum ama yaşadığıma memnunum… Bu dünyadaki en büyük mutluluk… Sağ ol kızım…”

Malum Galina’ya hiç şiir yazmamış Nazım. Galina bunu şöyle açıklıyor. “Ben ona yasaklamıştım. Çünkü bunlar bir şekilde Türkiye’ye ulaşıyor ve Münevver üzülüyordu elbette.” Yine Galina’ya göre Nazım en olgun döneminde, birikimlerinin yoğun olduğu dönemde en güzel şiirlerini Vera için yazmış. Hatta bir röportajında “bülbül şakımaya başlamıştı” diye gülerek anlatıyor.

Vera’nın aşkı öylesine altüst ediyor ki Nazım’ı, öyle karşı konulamaz hale geliyor ki, Galina’dan da çekiniyor olsa gerek, çevirmeni Ekber Babayev ile bir kaçış planı yapıyorlar. Pijamasıyla, terlikleriyle çıkıyor evden…

Galina ayrıldıktan sonra da Nazım’ı hiç unutmamış, hep onunla, onun anıları ile yaşamış. “Onunla yaşadığım yedi yıl benim bütün ömrüme bedel”, diyor. Mezarına ise hiç gitmemiş. Çünkü onu ölü olarak hatırlamak istememiş, “O benim yüreğimde hep yaşıyordu”, diyor.

Dr. Galina Şubat 2014'te hayata veda ediyor. “Haydi bana eyvallah, beni Nazım çağırıyor, gidiyorum ben” diyerek…

Nazım Hikmet hayatı dolu dolu yaşayan, yakışıklı, çapkın bir erkekti belki. Hayatında altı kadın oldu (Nüzhet, Piraye, Münevver, Yelena, Galina, Vera). Her birinin hayatında da derin izler bıraktı muhakkak. Şair, yazar, Ataol Behramoğlu'nun dediği gibi, “Ona çapkın denebilir belki ama biraz daha derinliğine düşünüldüğünde bu temel nitelemenin fazlaca yüzeysel kaldığı açıktır.”

Nazım Hikmet bir aşk ve duygu adamıydı deyim yerindeyse. Vera’yla karşılaşınca da olan olmuştu tabi.  Aşk elbette ki ne planlanabilen ne de yönetilebilen bir şey. Kendi bildiğini okuyan yakıcı bir süreç.

Nazım Vera aşkı hakkında çok şey söylenebilir elbette ama şu açık ki hem kendi yanıp kavrulmuş hem de Vera’nın hayatında çok büyük bir tesir bırakmıştı Nazım.

Vera eşsiz ayrıntılarla, duygu dolu, şiirsel bir anlatımla yazdığı kitabında çok güzel anlatıyor o dönemi. Nazım sonrasında da hep onunla yaşamış. Vera Tulyakova kanser hastalığına yakalandığında da düşünsel olarak yanında olmuş Nazım. Vera son günlerinde Türkiye’den gelen o gümüş yüzüğü takmış parmağına ve öyle veda etmiş hayata…

Rusların batıl inançları


Fuad Safarov, Moskova


Kaynak: https://medyagunlugu.com/

 

Pek çok ülkede olduğu gibi Rusya'da da halk arasında batıl inançlar bir hayli yaygın.  

- Örneğin Rusya'da kapının eşiğinde vedalaşmak, el sıkışmak uğursuzluk sayılıyor.  

- Rusya'daki batıl inanca göre, evden çıkmışken unutulan bir eşya için geri dönmek de doğru değil. Şayet geri dönme zorunluluğu varsa mutlaka aynaya bakmak ve "Merhaba!" demek lazım.  

- Hayırlı bir iş için yolda yürürken önüne siyah kedi çıkarsa bu durumda sırtını dönmen ve ters yöne yürümen gerekiyor.  

- Kırık aynaya asla bakılmaz çünkü uğursuzluk getirir. 

- Yere tuz dökülmüşse bu olumsuz bir durumun habercisidir, mesela kavga çıkabilir. Çare mi? Tuzun olduğu yere şeker dökmek. 

- Parayı elden almamak daha doğru. Bunun yerine masanın üzerinden almak lazım. Paranın üstünü de o şekilde almak tercih ediliyor. Neden mi? Tabii ki uğursuzluk getireceği için.

- Evde biri vefat etmişse bütün aynaları tülle örtmek gerekir. 

- Evde ıslık çalmak olmaz, çalarsan fakir kalırsın! 

- Dikkat! Yemek masasının köşesine oturan genç kadınlar dul kalabilir. 

- Mezarlıktaki ağaçlardan meyve yenilmez, uğursuzluk getirebilir. 

- Tabakta yemek kalmamalı, yoksa zayıf düşersin. 

- Bir törende, özellikle askeri törende şampanya şişesi kırmak gerekir. Eğer şişe kırılmazsa uğursuzluk yaşanabilir. 

- Yemek masasından çatal düşerse o eve kadın, kaşık düşerse erkek misafir gelecek demektir.  

- Yoldan misafir bekliyorsan sakın evde temizlik yapma, misafirinin başına sıkıntı gelebilir. 

- Özellikle Rus filmlerinde çok sık görülen bir sahne: Uzak yola çıkacaksan öncesinde bir iki dakika oturmak uğur getirir. 

- Yeni evli bir kız yedi gün saçlarını kaşırsa kocası hayatını kaybedebilir. 

- Eğer bir evde sık sık tartışma ve kavga yaşanıyorsa komşunun kapısının eşiğine kedinin içtiği ama bitiremediği sütü dökmek çare olabilir. 

- Ruslar kucaklaşırken mutlaka üç kez öpüşür. Rus Ortodoks inancına göre Tanrı üçü sever.

- Yolda bir ayakkabıcı ile karşılaştırsan vay haline! Yolda ayakkabıcı demek sorun demek... 

- Kedin yalanarak temizleniyorsa hazırlıklara hemen başla, çünkü misafirlerin yolda demektir. 

- Demli çay güzelliği alır götürür.  

- Çantayı yere koyarsan parasız kalırsın.  

- Yolda yürürken elinde boş kova ile gelen bir kadınla karşılaşmak uğursuzluk getirebilir. 

- Gece tok uyumak lazım. Aç uyursan, rüyana çingeneler girer! 

- Rusya'da köprülerde demir ağaçlara ellerinde kilitlerle gelen yeni evli çiftler görürsünüz. Asma kilitleri ağaca asan çiftler, anahtarını da nehre atarak uzun süreli mutluluğu bulacağına inanır. 

- Çatalla ekmek almak doğru değildir, bu bir saygısızlıktır. Ekmeği atmak da büyük bir günahtır.  

Rus psikolog Olga Zavodilina, batıl inançların yaygın olması konusunda, “Bu insanın güven duygusunun eksikliğini gösterir. İnsanlar, batıl inançlara göre hareket ettiklerinde kendilerini korudukları düşünüyor" diyor.

Nâzım


 

Cenk Başlamış

Kaynak: https://medyagunlugu.com/

 

 

Bir devletin kendi vatandaşına nasıl eziyet edebileceğinin en çarpıcı, en hazin, en acı örneklerinden biridir Nâzım Hikmet. 

3 Haziran 1963 tarihinde hayatını kaybeden Nâzım'ın mezarının bulunduğu Novodeviçi (Yeni Kızlar) Manastırı Moskova'nın en güzel yerlerinden birinde, tam nehir kenarındadır. Ünlü politikacılar, üst düzey devlet görevlileri, sanatçılar, askerler en prestijli yerlerden biri kabul edilen bu mezarlığa gömülür. Girişten yaklaşık bir kaç yüz metre sonra Nâzım'ın yattığı mezarın çok yakınına bundan beş yıl önce Rusya'nın ilk devlet başkanı olan Boris Yeltsin gömülmüştü.  

Mezarlık gezmek ilk bakışta garip bir fikir gelebilir ama Novodeviçi'de o kadar çok ünlü yatıyor ki, yerli ve yabancı turistler için turlar düzenleniyor. Çünkü aynı zamanda mezarlıkta ünlü sanatçıların elinden çıkmış heykeller bulunuyor hatta bazı mezarlar Rusya'nın kültür mirasının parçası kabul ediliyor. 1514 yılında yapılan manastırın sınırları içindeki mezarlıkta aralarında Nikita Kruşçev'le (Kruşçov) Sovyet Komünist Partisi ile KGB'nin önde gelenlerinin de bulunduğu binlerce kişi yatıyor. 

Turistler için düzenlenen turlarda "ünlü komünist Türk şair burada gömülü" diye anlatılsa da, Nâzım'ı bugünkü Rus gençleri hemen hemen hiç tanımıyor. 58 yıl önce bu dünyadan göç eden şairin yaşlı Rus dostlarının sayısı da hızla azalıyor, bu yüzden yıldönümünde mezarı başına gelen Rusların sayısı artık 3-4'ü zor buluyor. 

Oysa, Nâzım 1950 yılında geldiği Sovyetler Birliği'nde devlet yöneticileriyle doğrudan temas kurabilecek kadar  ünlü ve saygın bir sanatçıydı. 1992 yılında yani Sovyetlerin dağılmasından hemen sonra Sovyet Komünist Partisi'nin arşivlerinde Rus meslektaşım Vladimir Jarov'la araştırma yaparken Nâzım'la ilgili bazı belgelere de ulaştık. Bunlardan biri o güne kadar bilinmeyen bir vasiyetti. 23 Aralık 1992 tarihli Milliyet'te çıkan vasiyetinde Nâzım şunları yazıyordu: 

1) Bana herhangi bir şey olursa, Sovyetler Birliği, halk demokrasisi ülkeleri ya da kapitalist ülkelerde ödenecek bütün telif ücretlerimin ikiye bölünerek bir parçasının (yarısının) TKP'ye, ikinci parçasının ise oğlumla eşime verilmesi 

2) Bütün kitaplarımın Lenin Kütüphanesi'ne verilmesi 

3)Bütün eşyalarımla binek arabamın Galina Grigoryevna Kolesnikova'ya verilmesi 

25 Ağustos 1956 tarihinde Nâzım'ın biraz da paniğe kapılarak bu vasiyeti yazdırmasının nedeni ağır hasta olması ve her an ölebileceğini düşünmesiydi. Vasiyette sözü geçen Kolesnikova, şairin eşi Vera Tulyakova'dan önce birlikte olduğu kadındı. Sovyet Komünist Partisi Merkez Komitesi'ne hitaben yazılan ancak Nâzım'ın iyileşince göndermekten vazgeçtiği mektubu Vera Tulyakova şairin ölümünden sonra iletti. 

Bir diğer belge, Nâzım'ın dönemin Sovyet lideri Kruşçev'e Sovyet vatandaşlığına alınması için 7 Aralık 1961 tarihinde yazdığı mektuptu. 

Bu mektuba rağmen Nâzım'ın 1950 yılında büyük bir mutluluk ve gururla geldiği, zaman zaman düş kırıklıklarıyla da karşılaştığı Sovyetler Birliği'ndeki yaşamını en iyi özetleyen kelime "hasret"tir, vatanına yani Türkiye'ye duyduğu hasret. 

O hasret duygusuyla ülkesini bir daha göremeden 3 Haziran 1963 sabahı bu dünyadan ayrıldı. Belki o Türkiye'ye gidemedi ama Türkler akın akın ona geldi. Üzerinde "Nâzım" yazan mezarı Moskova'ya gelen Türklerin uğrak yeri oldu; kimi bir paket Samsun bıraktı, kimi Türkiye'den bir tutam toprak. 

Mezarı başında ölüm yıldönümünde yapılan anma törenleri 1990'ların ortasından itibaren daha düzenli bir hal aldı, giderek daha büyük kalabalıklar katılmaya başladı. 3 Haziran artık daha çok ses getirir, yıldönümü Türk televizyonlarından canlı yayınlanır hale geldi.  

İlginç bir durum var: Nâzım'ı ölüm yıldönümünde anma etkinliklerini uzun zamandır Rus Türk İşadamları Birliği (RTİB) düzenliyor yani onun yaşadığı dönemin terminolojisiyle konuşmak gerekirse komünist şairi kapitalistler anıyor.   

Tabii, şimdi farklı bir dönem; Moskova'daki 3 Haziran anmalarının aslında ideolojik bir yönü yok. 

Ama çok önemli  başka bir yönü var: Devletinin yok etmeye çalıştığı, eziyet ettiği, ülkesinden uzakta yaşamak, hatta daha acısı ölmek zorunda bıraktığı bir insana aradan yarım yüzyıl geçmesine karşın, üstelik vatanından binlerce kilometre uzakta sahip çıkılıyor. 

Ne yazık ki, Nâzım'a bunları çektirenlerin yanına kâr kaldı...

Rus kadınla evli olmanın 10 eksisi


Kaynak: https://turkrus.com/

 

 

Aşağıda linkini bulacağınız ilk yazımız, "Rus kadınla evli olmanın 10 artısı" idi.

https://turkrus.com/1451319-rus-kadinla-evli-olmanin-10-artisi-xh.aspx

Sosyal medyada "tam isabet" diye yorum yapanlar da vardı, kendini hakarete uğramış sayıp "özür" talep eden de. Hayat ne siyah ne de beyaz; gri diyerek yatıştırmaya çalıştık onları. Kaldı ki,  "Önce 10 maddelik "güzelleme" ile başlıyoruz; ardından 'Rus kadınlarla evli olmanın 10 dezavantajı' da gelecek" diye baştan söylemiştik.

Şimdi, başımıza kötü bir şey gelmeyecekse "Rus kadınlarla evli olmanın 10 eksisini" de yine, subjektif tespitlerimizle paylaşalım. Beğenmeyen, söyleyecek sözü olan bilgi@turkrus.com adresine yazabilir.

İşte -bizim penceremizden- Rus kadınlarla evliliğin 10 muhtemel eksisi:

1 Yabancı olmalarından kaynaklanan kaçınılmaz sorunlar var: Dil, kültür, din, gelenek farklılıkları sıkıntı yaratabiliyor. Sık sık kimin neyi doğru yaptığı ailede çatışma konusu oluyor. Oysa eşiniz Türk ise, ahenkli bir ilişkiniz varsa bunlar genelde sorun hanesine yazılmıyor.

2 Değer yargılarındaki farklılıklar, onlara doğal gelen bazı davranışların size aşırı gelmesi, aile içinde bazen, ama Türkiye’de iken sosyalleştiğinizde çok kez sıkıntı nedeni oluyor. Gelenekçi, tutucu bir aileniz varsa,  Rus gelin cehennemi dünyada hem yaşayıp hem yaşatabiliyor.

3 Eşiniz Rus, siz Türk vatandaşıysanız hayatınızın önemli bir bölümü vize, çalışma-oturma izni, vatandaşlık vs. gibi sonu gelmez bürokratik işlemlerle uğraşmakla geçiyor. 

4 Mevzu ne olursa olsun, özellikle dil farklılığından kaynaklanan engeli aşıp, içinizden, aklınızdan, gönlünüzden geçeni, her nüansın, kelimenin hakkını vererek konuşma, anlatma, paylaşma imkanınız olmuyor. Türk bir çiftin, en müstehzi bir tebessümden, bir tek kelimeden derin manalar bulduğu muhabbetler sizin için ulaşılmaz güzellikler oluyor. 

5 Ne Türkçenin ne Rusçanın hakkı verilerek konuşulduğu, çoğu kez çocukların bunun acısını çektiği, tuhaf-basit-yetersiz bir “karma dil” kaçınılmaz oluyor. Bir noktada ilişkide derinlik değil, yüzeysellik daha sık yaşanan bir tablo oluyor. 

6 Bazı Rusların sıklıkla kafalarının içinde muhafaza ettikleri “demir perde” ve “Biz herkesten farklıyız” kompleksi, eşinizde de olabiliyor, dünya tarihiyle, kültürüyle aralarındaki mesafe bazen Türklere kıyasla çok daha fazla olabiliyor. Hele de Türkiye’ye, Türklere tepeden bakan gelin tipi olursa, huzur kaçıyor. 

7 Özellikle ilerleyen yaşlarda, hayatınızı-emekliliğinizi nerede geçireceğiniz sorusu gündeme gelince sorun yaşanabiliyor. Hiçbir zaman net gelecek planı olamıyor. Burası mı, orası mı? Çocuklar nereli olacak? 

8 Türkiye’de -eskisi kadar güçlü olmasa da- Rus kadınlara önyargılı bakış, memlekette huzurlu, kafanız rahat yaşamayı hüner haline getiriyor. 

9 Konu fiziğe geldiğinde, kendine bakan, sağlıklı yaşamı tazr edinen Türk kadınların güzelliklerini ileri yaşlarda daha fazla koruduklarını düşünenler az değil. Rus kadınlarının belli bir yaştan sonra hızla formunu kaybettiğini düşünenler çok. 

10 Günün sonunda, çilingir sofrası kurup, fonda Zeki Müren şarkısı, “Ah ulan, n'olacak bu memleketin hali!” muhabbetlerini tadına vararak yapma imkanınız, Türkçenin incelikleriyle süslü esprilere karşılık bulma şansınız Rus eşinizle -maalesef- olmuyor.

11 Ocak 2021 Pazartesi

Rus kadınla evli olmanın 10 artısı


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Bu mevzu tabii ki pehlivan tefrikası gibi; sonu gelmez. Ama arada güncellemekte ve yeni görüşleri, deneyimleri eklemekte fayda var. Başımıza geliyor, etrafımızda konuşuluyor, sosyal medyada tartışılıyor, okur mesajlarında mevzu ediliyor. Biz de bunların hepsini harmanlayıp bir kez daha "Bir Rus kadınla evli olmanın artılarını" 10 maddede özetlemeye çalıştık.

Önce 10 maddelik "güzelleme" ile başlıyoruz; ardından "Rus kadınlarla evli olmanın 10 dezavantajı" da gelecek:
 

1 Rusların genlerinde olduğu için zorluklar karşısında daha dirençli, özgüvenli ve komplekssiz oluyorlar, kolay bunalıma girmiyorlar, evin yükünü yeri geldiğinde tek başına, şikayet etmeden taşıyorlar.


2 Sovyet geleneği sayesinde temel eğitimleri iyi olduğundan eşlerini yukarı çekiyorlar, geliştiriyorlar, manen destek oluyorlar.


3 Genelde kendi aileleriyle ilişkileri mesafeli oluyor, bu yüzden kaynana-kayınbaba baskısı çok bunaltıcı olmuyor, kendi çekirdek ailelerine odaklanıyorlar. Türklerin güçlü aile bağlarını ve “baba figürünü” takdir ediyorlar. 


4 Farklı ana dillerde olunca, siz ne kadar Rusça bilseniz de, öfkeyle ağız dalaşına girip kalp kırmak aynı ana dile sahip çiftlere kıyasla zor oluyor. “Gözüne dizine dursun, genç ömrümü çürüttüm senin için” demenin Rusçası var mı? Rusça formüle etmeye çalışırken öfkeniz yatışıyor, kırıp dökmeden frene basabiliyorsunuz.


5 Pek çok şeyden “uzmana yakın düzeyde” anlıyorlar: Evde fahri doktor, öğretmen, hatta teknik eleman oluyor, Rusya’nın neden kadınların ellerinde yükseldiğini daha iyi anlıyorsunuz.


6 Çocuk eğitiminde (bize yöntemleri bazen çok katı ve acımasız gelse de) daha disiplinli, rasyonel ama şefkatliler. Bazen disiplinin suyunu çıkarıyorlar ama bizdeki gibi ‘şımartma’ eğiliminden daha iyi.


7 Rusların ırk olarak güzelliği malum; güzel bir eş sahibi olmak güzellik, güzele bakmak sevaptır! Ayrıca annelik görevlerini ihmal etmezken, kadınlık cazibesini de yitirmiyorlar.


8 Cinsellik daha özgür, daha doğal yaşanıyor, hijyen de cinselliğin ön koşulu olarak daha fazla önemseniyor.


9 Çoğu üniversite mezunu ve meslek sahibi olduğu için, gerektiğinde ekonomik açıdan aileye destek olabiliyorlar. Kariyeri ve geliri kocasından fazla olan Rus kadın sayısı az değil.


10 Dil kaynaklı problemlere rağmen Ruslar daha iletişimci, derdini, tasasını dile getirmekte daha istekli, daha becerikli.

9 Ocak 2021 Cumartesi

Baykal Gölü’nün ninesi

 


 

Kaynak: DW Türkçe


 

80 yıldır Baykal Gölü'nde | "Kimi saray ister kimi para insana lazım sadece üç tahta..." - DW Türkçe



Lyubov Morehodova 80 yıldır Sibirya'daki Baykal Gölü dışında bir yer tanımıyor.

Her gün ineklerine bakıyor, gölde delik açarak su çekiyor, komşu köye giderek ihtiyaçlarını satın alıyor.

Hem de hepsini 1943 yılından bu yana kullandığı buz patenleriyle yapıyor. Ve eksi 40 dereceye kadar düşebilen, koşulların fazlasıyla çetin olduğu kış aylarında da yapıyor.  

Gusli: en eski ve özgün, geleneksel bir Rus müzik aleti

 


Gusli ( Гусли ), eski, geleneksel bir Rus müzik aletidir.

Gördüğünüzde hemen “Aaaa, bu bizim kanunumuza benzer bir müzik aleti,” dersiniz.

Evet, aynı aileden müzik aletleri, ama biraz farklı.

( Laf arasında; Türk müziğinde kanun, tambur, darbuka gibi geleneksel çalgıların tınısı beni şahsen yüreğimden yakalayıp, yere çarpar. Hele gurbette olunca etkisi kat kat büyük oluyor. Hem keyif alıyor, hem de hüzünleniyorum. Karışık duygular kısacası…

Neyse, bu başka bir zamanda değinilecek bir konu; devam edelim.)

Gusli, şeklen benzer, ama farklı bir kültürün ürünü.

Geleneksel Rus kültüründe guslinin önemli bir yeri var.

Rus masal karakterleri gusli çalar ve hatta onun yardımıyla düşmanlarını yener.

Nasıl mı?

Onları dans ettirerek!

Bu halk enstrümanının sesi, kendinizi bir Rus “kosovorotka”sıyla ( bu da bildiğimiz tipik, geleneksel Rus gömleği ) bir ormanda ve bir huş ağacına sarılmış olarak hayal etmenizi sağlayacaktır.

Bu müzik aleti, sakin bir müzik eşliğinde hayranlıklarını (efsaneleri) anlatan uzun sakallı staretlerin (yaşlılar) ellerindeydi. Bu, bogatilerin (peri savaşçılarının) çaldıkları, düşmanlarını sonuna kadar dans ettiren tek enstrümandı.

Bu ne bir balalayka, ne de bir boynuzdur. Bu bir gusli… Slav masallarının çoğunda adı geçen kadim telli müzik aleti.

Ama onu bu kadar sihirli yapan nedir ve şimdi kimler çalıyor?

Gusli adı "uğultu" ve "vızıltı" kelimelerinden türemiştir. Bir gusli'nin yumuşak sesi, ve kuşların şarkı cıvıldaması gibi gelir.

Bu eski enstrüman 9. yüzyıldan beri biliniyor ve bugün hala halk ve senfoni orkestralarında yaygın olarak kullanılıyor.

Geleneksel olarak, bir gusli türüne bağlı olarak 5 ila 60 telden yapılır: dizlerin üzerine yerleştirilmesi gereken miğfer şekilli (shlemovidnye) ve kanat şeklindeki (krylovidnye), dikey lira şeklindeki (lirovidnye) ve masa- En çok büyük halk orkestralarında kullanılan piyano şeklindeki (klavirnye) gibidir.

Guslyar adlı bir müzisyen, gusli'nin boyutuna bağlı olarak hem parmağını hem de aracı kullanarak çalar.



Geleneksel olarak, bu enstrüman akçaağaç, huş ağacı veya Rowan'dan yapılır.

Eskiden bu enstrüman olmadan Slav partisi düzenlemek imkansızdı: hem soylular hem de köylüler gusli müziğini dinlemeyi severdi. Rus çarlarının bile bayram yemeklerinde eğlenmek için gusli orkestraları vardı (Rusça pir). Ve tabii ki bir gusli, skomorokh olarak adlandırılan gezgin müzisyenler ve aktörler için bir enstrümandı. Ancak, bir zamanlar müzikleri ve performansları Ortodoks Kilisesi tarafından "alay" ikonik şiirleri nedeniyle yasaklanmış ve guslileri yakılmıştı.

Bir efsaneye göre, ilk gusli eğlenmek için bogatiler tarafından yapılmıştır. Bir keresinde uygun bir ağaç buldular ve bir müzik aleti yapmaya karar verdiler. Kurgu olsun ya da olmasın, ama Slav destanlarında savaşçılar sadece bir gusli eşliğinde oynarlar.

Bir anlatıya göre, Sadko adında bir savaşçı, gusli'sini Ilmen Gölü kıyısında (Rusya'nın kuzeyinde Veliky Novgorod yakınlarındaki bir göl) çalan çok fakir bir adamdı. Bir gün sualtı çarı onun müziğini duydu ve onu zengin bir tüccar yaptı.

Başka bir efsane, Dük Vladimir the Great'in partilerinde gusli çalan ve misafirlerini eğlendiren Dobrynya adında bir bogatırdan bahseder. Stavr Godinovich adında bir savaşçı, yabancı bir büyükelçiyi neşelendirmek için hapishaneden çıkacak kadar yetenekli bir guslyar idi.

Bazı Rus halk araştırmacıları, gusli çalmanın bir savaşçının eğitiminin bir parçası olduğunu düşünüyor.

 

Kendi kendine çalan sihirli gusli

Rus halk destanlarında, insan olmadan kendi başına müzik çalabilen gusli - “samogudy” den sık sık bahsedilir. Sadece bir sesli komutla ("Gusli, çal!") "Açılırlar" ve etraflarındaki herkesin kesintisiz dans etmesini sağlarlar. Bir efsanede, böyle bir gusli, Maria Iskusnitsa'yı (Maria the Artful) su altı çarının esaretinden kurtarmaya yardımcı olur. Bir diğerinde - müziğiyle fethedilen çarın kızıyla evlenecek basit bir çoban olur.

Elbette, masal kahramanlarının birçok sihirli aygıtı olduğunu biliyoruz, ancak yine de bazı tarihçiler böyle bir gusli'nin gerçekten var olabileceğine inanıyor - örneğin, belirli bir melodiyi çalan bir müzik kutusu gibi bir mekanizmaya sahip olabilirler.

 

Gusli hala çok popüler mi?

Halk müziği Rusya'da çok popüler, sadece farklı türlerde gusli'den oluşan topluluklar bile var ("Rusya'nın Guslyars" adlı devlet orkestrası gibi).

Ayrıca, birçok insan hala geleneksel çalmayı öğrenmek istiyor - kendileri için bile. Tver Bölgesinde bir aile atölyesi kuran tanınmış bir gusli yapımcısı olan Sergei Gorchakov, "Bir gusli çalmak sezgisel bile olabilir" diyor. “Enstrümanı elinize alın, telleri tıngırdatarak ve güzel sesler çıkarmaya başlayın. Bir gusli, hiçbir notayı kaçıramayacağınız şekilde ayarlanmıştır! "

Son zamanlarda, yeni başlayanlar için çevrimiçi bir maraton düzenledi ve 100'den fazla öğrencinin kursunu bitirdiğini söyledi. "Sadece el motor becerilerini geliştirmeniz gerekiyor ve müzik olacak."

Atölye çalışmasında, Sergey’in ekibi yalnızca eski teknolojilerle geleneksel gusli yapmakla kalmıyor, aynı zamanda modern tekniklerle de yapıyor - müzisyenlerin talep ettiği Black Metal tarzı gibi.

 

Kaynak: https://www.rbth.com/

Kremlin'de Türk kahvesi



Fuad Safarov

 

Kaynak: https://medyagunlugu.com/

 

 

1980'li yılların ortalarında dönemin Sovyet lideri Mihail Gorbaçov'un ekonominin yeniden yapılanması için başlattığı "Perestroyka"nın az bilinen sonuçlarından biri de geleneksel Türk kahvesini Kremlin Sarayı mutfağına kazandırması. 

Rusya Federal Koruma Servisi (FSO) tarafından hazırlanan "Kremlin. Özel Mutfak" kitabında, Kremlin Sarayı'nın mutfağından sorumlu kişilerin belgeleri ve anıları paylaşıldı.  

Rus çarları ve Sovyet liderlerin nasıl yemekleri tercih ettiğini anlatan kitapta, geleneksel Türk kahvesi modasının Kremlin'de ilk ne zaman başlattığına da değinildi. Kitaba göre, 1980'li yılların ortalarında, hazır kahve sevmeyen Sovyet lideri Gorbaçov'un eşi Raisa Gorbaçova bundan böyle kahvenin cezvede yapılmasını istedi. Konuyla ilgili satırlarda, "Gorbaçov'un seksenlerin ortalarında start verdiği reformlar, sadece siyaset ve ekonomide değil, Kremlin'in mutfağında da başladı. Örneğin, sofra takımlarının görünümüne daha çok önem verildi. Lomonosov Porselen Fabrikası tasarımcıları özel takımlar yapmaya başladı. Sonra da kahve modasına geçildi" denildi. 

O dönemde Kremlin Sarayı'nın özel mutfağının sorumlularından olan Yarbay İgor Netılev, "Gorbaçov önce Staraya Meydanı'ndaki Komünist Partisi Merkez Komitesi'nde, ardından da Kremlin'deki Birinci Bina'da çalıştı. Eşi Raisa Maksimovna sık sık buraya gelmeye başladı. Zaman zaman kahve hazırlanmasını isterdi ama hazır kahve sevmezdi. O zamanlar kahve makinesi de olmadığı için cezvede (Rusçası turka) pişiriyorduk" dedi.

II. Katerina'dan modası geçmeyen çocuk yetiştirme tavsiyeleri



Kaynak: https://turkrus.com/

 

 

"Çok sıkı giydirme, çok besleme, oyunlarını sınırlama". İşte Rusya'nın gelmiş geçmiş en meşhur monarklarından İmparatoriçe II. Katerina'nın çocuk yetiştirme tavsiyelerinden bazıları. RBTH, çariçenin torunları Aleksandr ve Konstantin'in eğitmenlerine yönelik çıkardığı Çocuk Yetiştirme Kararnamesi'nden belli başlı maddeleri derledi. 

1. Olabildiğince basit, hafif olsun. Çok sıkı giydirmeyin.

2. Yiyecekler basit ve baharatsız olsun. Fazla tuz koymayın. Karınları toksa ve susamamışlarsa yiyip içmelerine izin vermeyin. Doktor yazmadığı sürece şarap da içirmeyin.

3. Özellikle geceleri yatak odaları muhakkak havalandırılsın. Sıcaklık 16-17 dereceyi geçmesin.

4. Buhar banyosundan sonra soğuk suyla yıkansınlar. Yazın istedikleri kadar yüzmelerine izin verin.

5. Kuş tüyü yatakta uyumasınlar. Erken yatsınlar, erken kalksınlar. Dokuz saatten fazla uyumasınlar.

6. İstedikleri kadar oynamalarına izin verin. Yaşlarına ve cinsiyetlerine uygun her türlü egzersizi teşvik edin.

7. Gerekmediği sürece ilaç vermekten kaçının.

8. İyi davranışlarını övün, kötü davranışlarından utanmasını sağlayın. Şaka için bile olsa yalandan ve hileden uzak durmalarını temin edin.

9. Ağlayarak istediklerini elde etmelerinin önüne geçin.

10. Çocukları azarlamayın. Onların yanında başkalarını da azarlamayın. Dahası, çocukların hayvanlara ve böceklere kötü muamelede bulunmalarına izin vermeyin.

11. Çocukları bilerek korkutmayın. Onları korkutan şeylerden koruyun. Ama bu korkularını aşmaları için dikkatli biçimde onlarla yüzleşmeye teşvik edin.

12. Çocuklara terbiyeli olmalarını öğretin.

Ruslar acı çekmeyi neden seviyor?






Kaynak: https://turkrus.com/

 

 

"Ruslar için acı çekmek bir sanat. Kimilerine göre, ulusal şöhretlerini de olaylara her zaman olumsuz tarafından bakabilme becerilerine borçlular." RBTH'de yayımlanan bir yazıda bu görüş dile getirildi.  Yazıya göre, Rus insanlarının genel neşesizliğini sert kışlara, her asırda muhakkak bir kere gerçekleşen yabancı işgallerine ve Korkunç İvan, Deli Petro ve Yosif Stalin gibi sert reformcuların iktidar dönemlerine bağlayanlar az değil. Buna göre, sürekli stres içinde yaşamak Rus olmanın bir gereği. 

Peki, Rusların acı çekmeye meylinin ve genel karamsarlığının bilimsel bir açıklaması var mı?

Amerika Birleşik Devletleri'nde Michigan Üniversitesi'nden bir ekip 2010 yılında bu soruya yanıt aramış.

İgor Grossmann ve Ethan Kross'un organize ettiği bir deneyde eşit sayıda Amerikalı ve Rus deneğe "canı sıkkın olduğunda kendi duygularını analiz eden ya da etmeyen bir karakterin" betimlendiği senaryolar verilmiş ve hangi karakterle kendilerini daha kolay özdeşleştirebildikleri sorulmuş.

Amerikalı katılımcıların her iki tipteki karakterlere de eşit oranda empati beslerken 83 Rus denekten 63'ünün kendilerini "en karanlık anları derinlemesine analiz eden" karakterlerle özdeşleştirdiği görülmüş.

Buna göre, Ruslar olumsuz deneyimlerini tekrar tekrar yeniden yaşayarak teselli aramaya eğilimli. Bu davranış biçimi bilimsel literatürde "ruminasyon" olarak adlandırılıyor.

Californiya Rus Üniversitesi'nden Daniel Rancour-Laferriere de Rusya'nın ulusal karakterinin "mazoşist" olduğu düşüncesinde. Rancour-Laferriere'e göre, "Rusya'da mazoşizm gündelik hayatın bir parçası haline gelmiş durumda."

Öte yandan, yukarıda anılan deneyi gerçekleştiren Grossmann ve Kross Rusların ruminasyon davranışının depresyonu önlemede etkili bir yol olabileceği sonucuna varıyor. Buna göre, bu şekilde olumsuz bir durumdan çıkıp yola devam etmek mümkün.

"Sovyetler Birliği müdürlerin metresleri yüzünden dağıldı!"





Kaynak: https://turkrus.com/

 

Rusya'da 1992-1993 yılları arasında ekonomi bakanlığı yapan Andrey Neçayev, Sovyetler Birliği'nin neden dağıldığı tartışmalarına yeni bir perspektif getirdi. Sovyet tipi planlı yönetim sisteminin ayakta kalma becerisinden yoksun olduğunu dile getiren Neçayev, çöküşün 1970'lerden itibaren kaçınılmaz hale geldiğini, ancak yeni keşfedilen petrol yatakları sayesinde birkaç yıl ertelendiğini söyledi. 

Farklı bir yol izlenmesi durumunda Gorbaçov döneminde Rusya'nın Çin'in izinden giderek Deng Şiaoping'in reformlarına benzer bir dönüşüm gerçekleştirebileceğini ileri süren Neçayev 1990-1991'e gelindiğinde bu fırsatın artık kaçtığına dikkat çekiyor.

Neçayev, Gorbaçov yönetiminin ekonomiyi kurtarmak için başvurduğu, ancak felaketle sonuçlanan politikalara örnek olarak 1988'de çıkarılan kooperatif yasasını verdi.

Neçayev, müdürlerin arkadaşlarını, karılarını ve metreslerini kooperatiflerin başına getirerek hükümetin sağladığı teşvikleri suistimal ettiğini ve bütçede kapanması imkansız bir gedik açtıklarını söylüyor.

5 Ocak 2021 Salı

Hayatın anlamına dair 8 kitap



Kaynak: https://turkrus.com/

 

Rus yazarların usta olduğu alanlardan biri insan varoluşunun büyük problemlerini ele almak. Cevap arayanların bakması gereken onlarca ölmez eser var. İşte RBTH'in önerdiği 8 eser: 

1. İvan Gonçarov. Oblomov, 1859 

Edebiyat tarihine bir tembellik alegorisi olarak geçse de Oblomov'un yapıtı bundan çok daha fazlasını sunuyor. Pek çok büyük eser gibi Oblomov da hayata dair zihin açıcı felsefi bölümler açısından son derece zengin. 

2. İvan Turgenyev. Babalar ve Oğullar, 1862 

Ebedi kuşak çatışması problemini ilk ele alan yazar Turgenyev. Eski kuşaklar yeni gelenleri asla anlayamayacak. Etkileyici Bazarov karakteri ile Babalar ve Oğullar bugün bile büyük bir hayran kitlesine sahip. 

3. Fyodor Dostoyevski. Karamazov Kardeşler, 1880 

Rus edebiyatında Tanrı konusunu ele alan en önemli kitaplardan biri de Karamazov Kardeşler. 

4. Lev Tolstoy. Diriliş, 1899 

İyilik, kötülük, adalet, vicdan ve kefaret üzerine bir Tolstoy başyapıtı. 

5. Maksim Gorki. Ayaktakımı Arasında, 1902 

Toplumun alt tabakalarını en iyi anlatan, Orhan Kemal ve Suat Derviş gibi Türk edebiyatçıları derinden etkileyen Maksim Gorki'nin en bilinen eseri. 

6. Andrey Platonov, Çukur, 1930 

Rus okurların Perestroyka'dan sonra, Türk okurların ise yeni çeviriler sayesinde son yıllarda keşfettiği incilerden, Sovyet kalkınması üzerine düşündürücü bir proletarya hikayesi. 

7. Mihail Bulgakov. Usta ve Margarita, 1940 

Rus edebiyatının 20. yüzyıldaki en büyük eseri hangisidir diye sorulursa, Rus okurların büyük bir bölümü Usta ve Margarita diyecektir. İyilik, kötülük, inanç ve aşk gibi evrensel temaları sürükleyici bir olay örgüsü içinde ele almasının yanı sıra Sovyet ansiklopedisi niteliğine sahip dev bir hiciv. 

8. Venedikt Yerofeyev. Moskova - Petuşki, 1970 

Modern Rus insanını anlamak için kılavuz kitaplardan biri. Veniçka'nın banliyö treninde iki istasyon arasındaki yolculuğu adeta Rusya'nın son 50 yılını kat ediyor. Kitap Türkçede de mevcut.

'Rusya' adı nereden geliyor?





Kaynak: https://turkrus.com/

 

Fransa'nın adı Franklardan, Almanya'nın adı Cermen kabilelerden, Amerika adı ise Amerigo Vespucci'den geliyor. Peki ya Rusya? Rusya adının kökeni ne? Tüm tarihçiler Rusya (Rossiya) adının Rus'tan geldiğinde hemfikir. Tarihte Slav kabilelerin yaşadığı toprakları Rusia, yani "Rus'un toprağı" olarak adlandıran ilk kişinin 10. yüzyılda Bizans imparatoru VII. Konstantin olduğunda tarihçiler mutabık. Peki, "Rus" ne demek ve bu kelime nereden geliyor?  

Bir teoriye göre Rus kelimesinin kaynağı İskandinav dilleri. Bugün pek az kişi farkında olsa da Rusya'nın ilk hükümdarları Vikingler ya da Varegler...  

12. yüzyılda yaşamış bir Rus vakanüvis, "Varegler bize kendilerinden yola çıkarak Rus adını verdi" yazıyor.  

Bu teori doğru ise Rus basitçe İsveç ya da İsveçli anlamına geliyor. Fincede de bugün İsveç için kullanılan kelimenin "Ruotsi" olması ilginç. 

Bir diğer izahat, Rus isminin Dnyeper nehrinin bir kolu olan Ros Irmağı'ndan geldiği yönünde. Buna göre, ırmak çevresine yerleşen Slavlar kendilerini "Rosskiye" demiş ve bu kelime zamanla Russkiye'ye dönüşmüş. 

Arap tarihçi Al-Masdi ise "Bizanslılar onlara [Slav kabilelerine] ar-rusiya der, ki bunun manası 'kırmızıdır'" diye yazıyor. 

Ne var ki Rus kelimesinin ne manaya geldiği üzerinde ileri sürülen hiçbir teori herkesi tam anlamıyla tatmin etmiş değil. 

Peki, günümüzde Rusya farklı dillerde nasıl ifade ediliyor? Türklerin "Rusya", İngilizlerin "Russia", Almanların "Russland", Fransızların "La Russie", Arapların "Rusiya" dediği bu ülkenin diğer dillerdeki adları neler? 

İşte birkaç ilginç örnek: 

1. Fince - Venäja.Estonca - Veneemaa (Venetlerden). 

2. Letonca - Krievija (Kriviklerden). 

3. Çince - 罗斯 (Elosy). Ros/Rus kelimesinden, ancak pek çok Uzak Doğu toplumu gibi Çinlilerde bazen R harfini L şeklinde telaffuz ediyor. 

4. Vietnamca - Nga. Bu tuhaf adlandırmanın Çin hiyerogliflerinin Vietnamca kurallara göre okunması sonucu ortaya çıktığı tahmin ediliyor.

4 Ocak 2021 Pazartesi

Troçki, Galata Rıhtımı’nda


Foto muhabiri Faik Şenol’un (1912-1981) İstanbul’un sosyal ve kültürel hayatına, günümüzde varlığını sürdürmeyen mekânlarına, toplumsal ve siyasal olaylarına tanıklık eden ve binlerce fotoğraftan oluşan koleksiyonu İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 2020’de koruma altına alındı. İST’in her sayısında usta fotoğrafçının bir karesiyle İstanbul’un geçmişine yolculuk yapıyoruz.

Tarih - Belge

 

Cengiz KAHRAMAN

Kaynak: https://www.istdergi.com/

 

1917 Ekim Devrimi’nin liderlerinden ve Kızıl Ordu’nun kurucusu olan siyasetçi Lev Troçki ülkesi Sovyetler Birliği’nden kovulunca, Almanya ve İngiltere’ye vize başvurusunda bulundu ancak olumlu yanıt alamadı. Bunun üzerine, 12 Şubat 1929’da İlyiç adlı vapurla İstanbul’a geldi. Önce Beyoğlu’nda bulunan Sovyet Konuk Evi’nde, sonra yine Beyoğlu’ndaki Tokatlıyan Oteli’nde, daha sonra da Bomonti’de bir evde konakladı. Ancak, Bomonti’de yaşayan Beyaz Rusların varlığından rahatsız olmuştu; 1929 yılının Mayıs ayında Büyükada’daki İzzet Paşa Köşkü’ne taşındı ve uzun bir süre burada ikamet etti. 1 Mart 1931’de İzzet Paşa Köşkü’nde çıkan yangının ardından aynı adadaki Yanaros Köşkü’ne geçti. 6 Nisan’da ise Moda’ya, avukat Hasan Fehmi Bey’in köşküne taşındı. 1932 yılı Aralık ayı başında Danimarka Sosyal Demokrat Öğrenciler Birliği’nin davetlisi olarak “Rus Devrimi’nin 15’inci Yıl Dönümü” konulu bir konferans vermek üzere Kopenhag’a gitti.

Foto muhabiri Faik Şenol’un çektiği bu tarihî fotoğrafta Troçki ikinci eşi Natalia Ivanovna Sedova ve kâtibi ile Kopenhag’dan İstanbul’a dönüşte Galata Rıhtımı’nda görülüyor. 11 Aralık 1932 Pazar günü İstanbul’a dönen Troçki’nin şehrimizdeki serüveni Sovyet vatandaşlığından çıkarılmasıyla birlikte sona yaklaştı. Türkiye tarafından oturma izni yenilenmeyen Troçki, 17 Temmuz 1933 tarihinde Bulgaria adlı vapurla İstanbul’dan ayrıldı ve 1937’de Meksika’ya sığınıncaya kadar Fransa ve Norveç’te yaşadı. 1940’ta öldürüldü.

3 Ocak 2021 Pazar

Kadın işçi

 


Kaynak: https://zen.yandex.ru/

 

Rus kadınlarının efsanevi güzelliğinden hep bahsedilir. Ama daha da fazlası onların toplumun temel direği olduklarıdır.

Bu konu bazen hatalı biçimde es geçilir.

Sovyet kadınları, tarlalarda, fabrikalarda, inşaatlarda, okullarda, siyasette, yani hayatın her alanında erkeklerle yarışırlardı.

Gündüz en ağır işlerde hiç şikayetlenmeden çalışan, toz toprak içinde kalan kadın işçiler iş bitiminde temizlenip, makyajını yapıp giyinip işyerlerinden çıktıklarında bir sinema artistini aratmayacak bir güzelliğe bürünürlerdi.

Yukarıdaki eski Sovyet karikatürü bunu güzel anlatıyor.

Semaver müzesi



Fuad Safarov, Moskova

Kaynak: https://medyagunlugu.com/  

  

Ne kadar farklı gibi görünseler de Türk ve Rus halklarının pek çok ortak yönü bulunuyor. Örneğin, iki halkı birleştiren geleneklerden biri, günümüzde artık eskisi kadar yaygın kullanılmasa da semaver alışkanlığı.

Rusya'da 17. yüzyıldan bu yana kullanılan semaveri Türklerin oradan aldığı yolunda bir iddia var ama onun öncesinde Çin ve İran'da da kullandığı söyleniyor. Rusçadaki "somavar"ın (semaver) "kendi" ve "kaynamak" kelimelerinin birleşmesinden geldiği düşünülüyor.

Peki, bir zamanlar kömürle çalışan, şimdilerde ise daha çok elektriklisi kullanılan semaverin Rusya'da müzesi olduğunu biliyor muydunuz?

10 yıldır koleksiyon yapan Rus Semaver Müzesi'nin kurucusu Anatoliy Novikov, "Müzeyi bir kaç ay önce açtım. Yerli ve yabancı turistlerin gelip tarihi Rus semaverlerini gözleriyle görmelerini istiyorum. Müzemizde en eski semaver 1740 yılına ait" diyor. Müze, Moskova'nın yakınlarındaki İvanteyevka kentinde bulunuyor.

Bize müzeyi gezdiren Novikov, Rusya'nın Tula, Moskova, Yaroslavl ve çeşitli bölgelerinde hazırlanan semaverleri sergilediklerini belirtirken, "Semaverlerin en önemli özelliklerinden biri, dış görünüşlerinin farklı olarak yapılması. 400 farklı çeşit var. En küçüğü bir, en büyüğü ise 140 litre" diyor.

Asıl mesleği inşaatçı olan Novikov, semaverin Rus kültüründeki önemini anlatırken, "Semaver Rus insanının ana işareti ve simgesidir. Dünyaca ünlü Rus yazarımız Fyodor Dostoyevski'nin de dediği gibi, semaver Rus insanının tüm mutlu ve acı günlerinin en vazgeçilmez parçasıdır. Dolayısıyla semaversiz Rusya'da hayat olamazdı" diye konuşuyor.

Müze sahibi, semaverin Türk kültüründe de önemli yer aldığını bildiğini belirterek şunları söylüyor:

"Semaver, Rus ve Türk halkını birleştiren ana unsurlardan biri. Semaver iki halkın kültüründe de önemli yer alıyor. Bunun nedeni halklarımızın aile değerlerine önem vermesi. Baba, anne, çocuklar ve tüm aile semaverde aile üyelerini bir araya getiriyor. Çay hazır olunca herkes semaverin etrafına toplanıyor, kimi zaman sorunlarını semaver başında konuşuyor.  İşte bunlar Rus ve Türk ailelerinin özellikleri."

Semaver kültürü ile ilgili Türkiye ile iş birliği yapmak istediklerini belirten Novikov, ortak sergiler ve geziler düzenlenebileceğini, Türk turistleri beklediklerini söylüyor.

Novikov son olarak, "Eğer bir gün fırsat olursa, müzemizde en değerli parçayı, usta İvan Vanikin'in 1865 yılında hazırladığı gümüş kaplamalı tarihi semaveri Rus-Türk ilişkilerinin artırılmasında ciddi rolü olan Türk Cumhurbaşkanı sayın Recep Tayyip Erdoğan'a hediye etmeyi çok arzu ederim" diyor.

İlgilenenler için müzenin adresi: Moskova Bölgesi (Moskovaskaya Oblast) İvanteyevka kenti. Pervaya Nijnaya Sokağı, no 29.