Moskova

Moskova

31 Ekim 2020 Cumartesi

Rusya’nın ilginç yönleri


Samih Güven

 

Kaynak: https://samihguven.blogspot.com/

 

Rusya'nın en ilginç taraflarından biri 10. yüzyıldaki din seçme girişimi ve dini ele alış ve yorumlayış biçimleri. Malum 10. yüzyılda Prens Vladimir bütün dinleri incelemek için temsilciler gönderiyor. Temsilciler raporlarını verdikten sonra da bir karar veriliyor ve Hristiyanlık seçiliyor.

 

Fakat temsilcilerin bazı ülkelerdeki, örneğin Almanya'daki ve Bizans’taki kiliseleri inceledikten sonra Bizans’taki kiliselerin ihtişamından ve sanatsal yönünden çok etkilendikleri anlaşılıyor. Bence bu husus Rus kültürü açısından önemli bir ipucu da veriyor.

 

Neticede Rusların bir din seçme konusu tamamen bilinçli ve kendi açılarından rasyonel bir karara dayanıyor. Bunu takip eden başka bir ilginç nokta ise Ortodoks inancını benimseyen Rusların dini kendi kültürel özellikleri ile birlikte ele almaları, dillerini ve kültürlerini önde tutmaları.

 

Aslında Ortodoksluk inancı Katoliklik ile bazı dini yorum farklılıklarından kaynaklanmıyor sadece. Asıl önemli nokta Rusların ulusal yönlerini, dil ve kültürlerini, hatta Pagan inancı döneminden gelen geleneklerini korumaya çalışmaları. Bana göre bu konudaki bakış açıları “Rusluk dinden önce gelir” yönündeki bir yaklaşım olarak özetlenebilir.

 

Rusya’nın başka bir ilginç yönü tarih boyunca büyük ve güçlü bir devlet olmaya, farklı kalmaya önem vermiş olması. İmparatorluk ve çarlık mantığı temelinde büyük ve güçlü devlet olma çabası aslında ilginç bir şekilde hem komünist dönemde hem de günümüz Rusya’sında gördüğümüz bir özellik bana kalırsa. 

 

Bir başka nokta ise Rusların kendilerini ne Doğulu ne de Batılı olarak görmeyip üçüncü bir uygarlık olarak düşünmeleri. Rusların ulusal amblemlerine bakıldığında buradaki çift başlı kartal hem Doğuyu hem Batıyı gözeten çift yönlü bir anlayışı dile getirse de bunlardan ayrı, özgün bir uygarlığa sahip oldukları düşünülüyor.

 

Bu yıl Mayıs ayında Devlet Başkanı Vladimir Putin’in bir ifadesinin Rusya’yı nasıl gördüğü konusunda fikir verdiğini düşünüyorum. Putin şu ifadeyi kullanmıştı: “Rusya sadece bir ülke olmayıp zengin gelenekleri, çok uluslu yapısı, barındırdığı birçok kültürü ve dini sayesinde ayrı bir uygarlık.” Ancak bu noktada da Rusluğun başat unsur olduğunu belirtmekte yarar var.

 

Rusya’da tarih boyunca bir Batı karşıtlığı var ve aslında bu Rusya'nın kendi gücünü konsolide ettiği, kendi dinamiklerini ve onu geliştiren özelliklerini kontrol ettiği bir anlayışı getiriyor. Rusya kendini böyle bir aynada tanımlıyor ve güçlendirmeye çalışıyor. Bu anlayış dış politika ve iç politika açısından önemli bir hareket noktası oluşturuyor. Bununla  birlikte Rus dış politikasının son derece pragmatist, gelenekçi,  ulusalcı ve çok yönlü bir bakış açısına sahip olduğunu da söylemek gerekiyor.

 

Komünist dönemde, özellikle soğuk savaş döneminde çok açık şekilde ortaya çıkan Batı karşıtlığı aslında 18 ve 19. yüzyıla kadar gidiyor. O dönem Petro reformlarına karşı çıkan birçok kimse bulunuyor. 19. yüzyılda Dostoyevski'nin söylemlerinde de çok açık bir Batı karşıtlığı var.

 

Doğu-Batı tartışmaları açısından kültürel konulara, geleneklere ve insan davranışları boyutuna bakıldığında ise gülmeye olan bakış açısında olduğu gibi daha çok doğulu özellikler öne çıkmış gibi görünüyor. Malum Rus geleneklerine göre neden yokken gülmeye hoş bakılmıyor. Doğu toplumlarını çağrıştıran buna benzer örnekleri çoğaltmak mümkün.

 

Diğer taraftan, Rusya’da duygusal bakış açısının günlük hayatta daha yüzeyde olduğu, Batıda ise daha derinlerde ve normlarla kapatılmış olduğu söylenebilir.

 

Başka bir ilginç özellik ise bana göre komünist dönemle birlikte kadınların gücünün ve özgürlüğünün toplumun çok önemli ve destekleyici bir unsuru haline gelmesi. Hem çalışma hayatında hem çocukların eğitimi ve aile hayatı gibi konularda kadının güçlü konumu Rusya’yı farklı kılan özelliklerinden biri gibi görünüyor. Buna rağmen bu noktada da bazı doğulu özelliklerin devreye girdiğini ve kadınların konumun örneğin İskandinav ülkelerindeki gibi olmadığını da belirtmek gerekiyor.

 

Rusya’nın en ilginç yönlerinden bir diğeri de Petro’nun reformları ve bizatihi Petro’nun kendisi. Petro’nun sadece Batılı giyim kuşamı değil, eğitimden idareye, askeri konulardan ekonomiye bir çok konudaki ilerici adımları Rusya’yı çok değiştiriyor. En az reformları kadar Petro’nun gözü kara, cesur ve hareketli doğası da oldukça ilginç görünüyor. Petro kendi ailesi ve Boyarlara rağmen bu reformlarda ısrarcı oluyor ve başarıya ulaşarak Rus tarihine damga vuruyor. Petro’nun Rusya’yı denizcilik ve askeri alanda geliştirmesi Osmanlı için de pek hayırlı olmuyor aslında.

 

Bu özellikleri daha da uzatmak mümkün elbette. Son bir nokta olarak Rus ve Osmanlı imparatorlukları tarihinin yakından ilişkili olması da dikkate değer bir nokta kanımca.

Kütük ev kültürü



Metin Uçar

 

Rusya’nın bir derdi var. O da bulunduğu coğrafyadan kaynaklanıyor. Ormanlık alanları çok olan bir ülkenin insanları doğal olarak yaşadıkları evleri de ahşaptan yapıyor. İş böyle olunca Mezopotamya’daki gibi kerpiç ya da taş ev kalıntılarını göremiyorsunuz. Doğa ahşaba karşı daha acımasız. Çıkan yangınlar ahşaptan ne varsa yok ediyor. Geriye bir soba bacası kalıyor! Ancak bu durum Rusya topraklarında yaşayan insanların ahşap ev yapmalarına engel olmuyor tabii ki. İnsanlar yeniden ve yeniden evlerini inşa ediyorlar. İşin içine bir de zanaatkarlık girince sıradan kütük evler birer ahşap oyma şaheserine dönüşüveriyor. Eski zamanlardan günümüze ulaşan az sayıdaki ahşap yapının korunması için çaba sarfediliyor. Şimdilerde sayıları yok denecek kadar azalmış olan ahşap oyma ustalarının eserlerini hala görmek mümkün. Az da olsa restorasyon işleri sayesinde bu eşsiz meslek dalı yaşamaya çalışıyor.

Taşra illerde gezerken ahşap işlemeciliğin çok güzel örneklerini görmeniz işten bile değildir. Aslında bu Rusya’ya özgü güzelliklerinden biridir. Ancak bir matroşka ya da gjel kadar bilinmez.

 

17 125 191 m²



Metin Uçar

 

 

Yukarıdaki rakam Rusya’nın yüzölçümünü gösteriyor. Eğer başka kaynaklarda daha küçük bir rakam görürseniz, o rakamları paylaşan ülkelerin Kırım’ın bağımsızlığını tanımadığını anlayabilirsiniz. Rusya bu rakam ile Dünya yüzeyinde kurulu en büyük devlet olma özelliğini de taşıyor. Bu yazımda nasıl oldu da Rusya böylesine büyük bir devlet oldu sorusuna açıklama bulmaya çalışacağım.

Konuya girmeden, azıcık uzaklaşacağım. Bu konuyu merak edip de haritayı açıp inceleyenler Rusya’nın gerçekten en büyük devlet olduğunu göreceklerdir. Ancak bu gördüğünüz sizi yanıltmasın. Rusya o haritalarda göründüğü gibi büyük bir ülke değil. Bu çelişkinin nedeni Dünya’daki kara parçalarının düz kağıda dökülmesinin zorluğundan kaynaklanıyor. Asıl durumu anlayabilmeniz için Rusya topraklarının Afrika Kıtası ve diğer büyük ülkelerle karşılaştırmasını gösteren görselleri ilginize sunuyorum.

Şimdi konumuza geri dönelim. Rusya nasıl Dünya’nın en büyük yüzölçümüne sahip ülkesi haline geldi?

Öncelikle Rusya’nın resmen devlet olarak kabul edildiği zamanlara bir bakalım.

Eski Rus Devleti olarak bilinen Kiev Rusu’nun 862 yılında kurulduğu kabul edilir. 16 Ocak 1547’de ise Büyük Moskova Knyazlığı ve ardından Rusya İmparatorluğu kurulur. Bu iki tarihi özellikle yazdım ki ilk Rus devletlerinin coğrafyası hakkında görüşünüz olsun. Bu topraklar Rusya’nın batısında yeralır ve kuzeyde Sankt-Peterburg’a kadar çıkar. Güneyde ise sınırı Kiev olarak belirleyebiliriz. Rusya’nın kurulduğu kabul edilen tarihte Osmanlı İmparatorluğu ile İran arasında 1555’te sona eren savaş yaşanmaktadır. Yani Yavuz Sultan Selim’in, Kanuni Sultan Süleyman’ın zamanı.

Rusya’nın genişleme sürecinin 1. Petro ile başlatabiliriz. Onun zamanında, önce Avrupa ile olan sınırların belirlenmesi sürecini ardından da güneye ve doğuya olan yayılmasını sürecinin başladığını söylersem yanlış olmaz. Burada amacım bu sürecin adım adım nasıl yaşandığını yazmak değil. Yazımın amacı bu yayılmanın nasıl mümkün olabildiğini anlamaya çalışmak olacak.

Bence bunun birinci nedeni 1. Petro ile başlayan devlet ve düzenli ordu sistemi. Yani Rusya’nın gerçek anlamda bir imparatorluk haline gelmesi. Ülkeyi yönetenlerin sahip oldukları planlar ve hayallere uygun olarak böyle bir yayılmanın olması son derece doğal. Ancak burada diğer imparatorluklardan ayrılan bir özelliği var Rusya’nın. Diğer kolonyal devletler ellerini dünyanın en uzak yerlerine uzatmışlar, oraların zenginliklerini sömürerek bugünkü zenginliklerine ulaşmışlardır. Daha sonra yaşanan bağımsızlık mücadeleleri ile kolonileştirilen halklar belki özgürlüklerine kavuşmuşlardır, ancak hiçbirinin normal bir uygarlık düzeyine kavuşamadıklarını görüyoruz. Rusya ise üzerinde bulunduğu topraklarda benzeri bir yayılma sergilemiştir, ancak ele geçirdiği topraklarda Avrupa’nın sergilediği şekilde vahşi bir kolonicilik yapmamıştır. Rusya imparatorluğu sınırlarında yaşayan halklar imparatorluğa bağlılıklarını dile getirdikten sonra huzur içinde kendi ulusal, geleneksel hayatlarını sürdürmüşlerdir. Bu bağlamda bir Rus, imparatorluk sisteminden ne kadar acı çektiyse, öteki halklar da aynı acıyı çekmişlerdir. Üstelik Ekim Devrimi’nden sonra durum kökten değişmiştir. Artık adının başına Sovyet kelimesi konulan tüm halklar hem sosyalizmin getirdiği nimetlere sahip olmuşlar hem de ulusal anlamda kendilerini istedikleri gibi geliştirebilmişlerdir. Dinlerin farklılığı hiçbir zaman sorun olmamıştır.

Rusya’nın imparatorluk haline gelmesini doğal sonucu olarak diğer Avrupa ülkelerinde de gördüğümüz bir coğrafik keşifler dönemi başlar. Rus kaptanları yaptıkları seyahatler ile yeni toprakları keşfederler, buradaki yerli halklarla tanışırlar.

Bunlardan en önemli keşifleri buraya kısaca not etmek istiyorum.

Belinghausen ve Lazarev komutasındaki Vostok ve Mirnıy adlı yelkenliler daha önce kimsenin görmediği bir kıtaya varırlar. 27 ocak 1820’de keşfedilen bu kıtaya Antarktika (‘Artika’nın karşısı’ demektir) adı verilir.

1581’den başlayan ve 1644’de Bering Boğazı’nın keşfi ile sonra eren keşifler döneminde Rusya’nın doğusundaki topraklar birer birer Rus İmparatorluğu’na katılır. Bu yayılmada coğrafyanın Rusya’nın yanında olduğunu söylemek gerekir. Özellikle kışın çok ağır şartlara sahip olan bu topraklarda insanlar zaten kısıtlı alanlarda ve az sayıda yaşamaktaydılar. Bu nedenle batıdan gelen iyi organize olmuş Ruslara karşı direnç göstermeleri pek mümkün olmamıştır. Tabii bu insanların hiçbir mücadele vermeden teslim olduklarını söyleyemeyiz. Elbette ki karşı koyanlar olmuştur, ancak ne sayıca ne de donanım bakımından Rusların karşısında durmaları mümkün olmamıştır. Bu yönde yapılan keşifler Bering Boğazı ile sınırlı kalmamıştır tabii. Sırada keşfedilecek olan toprak parçasının adı Alyaska idi.

1800’lü yıllarda Rusya İmparatorluğu’nun güneye gönderdiği araştırma gruplarını görüyoruz. Tyan Şan dağları, Orta Asya steplerinin keşfi ve buradaki toprakların Rusya İmparatorluğu’na katılması süreci işte bu zamanda gerçekleşmiştir.

Rusya İmparatorluğu bu şekilde yayılırken karşısına güçlü bir devlet ya da başka bir koloniyel güç çıkmamıştır. O dönemde ele geçirdiği topraklarda kimsenin gözü yoktur. Çünkü kolonileştirilmiş olan ülkelerin zenginlikleri bitecek gibi değildir.

Velhasıl Rusya’nın bugün dünyanın en büyük devleti olması bir bakıma şans eseri gerçekleşmiştir. Bu tabii benim şahsi görüşüm ve akademik bir değerlendirme olma amacı taşımıyor. O zamanlar buraya önem vermeyen koloniyel devletlerinin torunlarının bugün Rusya’ya bakarak iç geçiriyor olmalılar. Dedeleri şimdi Rusya’nın elinde olan toprakların doğal zenginliklerini (petrol, gaz, ağaç, su, elmas, altın ve uçsuz bucaksız araziler) çok önce tespit edebilselerdi şimdi durum farklı olabilirdi. Ancak o zamanlar içten yanmalı motorun henüz icat edilmemiş olması, evlerdeki sobaların odun ve kömürle ısıtıldığını düşünecek olursak, bu tarihi gerçekliğin de Rusya’nın lehine bir sonuç çıkardığını anlayabiliriz.

Eskinin bütün imparatorlukları dağılmıştır. Ayakta kalanın sadece Rusya olduğunu söyleyebiliriz. Bunun ana sebebinin SSCB’nin insanlara sunduğu ortak yaşam formülü olduğunu düşünüyorum. Bu formülde etnik, kökenin ya da dini görüşün önemi yoktur. Diğer yandan bundan sonra da aynı durum sürecek mi sorusu ortaya çıkıyor. İşte bu soruya cevap verirken modern Rusya ile Lenin’in temelini attığı sosyalist sistem arasındaki en büyük farkı görüyoruz. Lenin ulusların kendi kaderlerinin belirleme hakkını en temel konu olarak alırken Putin bu konuda Lenin’in yanıldığını açıklamıştır. Bunun sonucu olarak daha önceki anayasalarda bulunan ulusların kendi kaderlerini tespit etme hakkı yeni anayasadan çıkarılmıştır. Artık kimse Rusya Federasyonu’ndan ayrılmayı talep edemez. Bu değişikliğin geleceğe yerleştirilmiş saatli bir bomba olduğunu düşünüyorum. Bunun SSCB’nin kazanımlarından yine de faydalanma eğilimini ve dağılma potansiyelinden kaynaklanan korkuyu dile getirdiğini düşünüyorum. Velhasıl bu konu gelecek zamanların konusu ve ömrümüz yeterse neler olduğunu göreceğiz. Rusya Dünya’nın en büyük yüzölçümüne sahip olan devlet ünvanını kaybetmemek için daha çok mücadele edeceğe benziyor. Çünkü geçmişin koloniyel devletleri bugün ‘uygarlaşmış’ olsalar da dedelerinden aldıkları genlerin baskısı altındalar. SSCB ile başlayan dağılma sürecinin Rusya Federasyonu’na yayılmamış olmasından da çok rahatsızlar.

Lakapçılık


Metin Uçar

 

Böyle bir kelime yoksa icat eden ben olayım. Malum havalar soğuma eğiliminde ve kışın emareleri aniden bastırabilir. En belirgin emare tabii ki kar!. Kar yağmaya başladı mı belediyenin de etekleri tutuşur. Çünkü bu şehir sokaklarından toplanmayı bekleyen tonlarca kar demektir. İşte bu işte kullanılan bir araç var. Ruslar ona kollu yükleyici diyor. Ancak ben onu ‘kapitalist’ olarak biliyorum. Neden mi? 90’lı yıllarda bir proje müdürümüz vardı: Tuna bey. Bu araca kapitalist adını veren de oydu. O zamanlar henüz komünist sistemde olduğumuz için sohbet ettiğimiz Ruslar şaşırıp kalırlardı. ‘Neden kapitalist?’ diye. Tuna beyin cevabını ne kadar anlayabiliyorlardı bilmem ama bizim için her şey çok açık idi. Tuna böyle şöyle derdi: ‘Kapitalizm de tıpkı bu araç gibi ‘hep bana, hep bana’ der!’.

Lakap takma ya da lakapçılık Rusların çok sevdiği bir şeydir. Acaba bu konuda ne kadar ileri gitmişlerdir diye merak ettim. Karşıma tonlarca lakap çıktı. Tabii hepsini buraya yığıp sizi sıkmak niyetinde değilim. Oturdum kendimce bir eleme yaptım. Birinci grupta Rusların Sovyet liderlerine taktıkları lakapları, ikinci grupta ise taşıt araçlarına taktıkları lakapları size anlatacağım. Aslına bakacak olursanız lakap takılmayan hiçbir şey yok gibidir.

Sovyet döneminde liderlere takılan lakaplar o kişinin hem kişisel özelliklerini hem de yaptığı işleri yansıtırdı.

V.İ. Ulyanov (Lenin)

Vladimir İlyiç kendine isim takan az sayıdaki liderlerden biridir. Kendisine seçtiği Lenin ismiyle tüm dünyada bilinir. Sonradan isim haline dönüşen bu lakap 1914 yılında Lena nehri kıyısında, altın arama işinde çalıştırılan işçilerin grevi sırasında açılan ateş ile hayatını kaybeden 170 işçinin anısına seçilmiştir. Lenin’in diğer lakapları: İlyiç, Lenin deder, Vovka (Vladimir), Lukiç, Starik (Yaşlı adam), Petroviç, Lısıy (Kel).

İ.V. Cugaşvili (Stalin)

İosif Vissarionoviç Cugaşvili’yi çoğunlukla Koba diye çağırırlardı. Koba, Robin Hood benzeri bir roman kahramanıydı. Proletarya liderini kendine örnek alarak ‘Stalin’ adını seçmiştir. Stal Rusça çelik anlamına gelir. Stalin, Lenin’in yaptığı gibi buna ‘in’ ekleyerek ismini yaratmıştır. Sıradan halk arasında uzun yıllar Halk türkülerinin kalbi olarak anılmıştır. Daha sonra ona verilen lakaplar arasında bakın neler var: Korkunç Yosü, Duşegubka (can alan, katil), Ryabıy (dalgalı), Gutalinşik (Ayakkabı boyacısı), Tarakan (Kalorifer böceği), Rıjiy (Kızıl).

N.S. Hruşşev (Hruşşov diye okunur)

Ona takılan isimler Hryak (domuz), Hruşş, Kolhoznik (Kolhozcu), Nikita Kukuriznik (Mısırcı Nikita).

L.İ. Brejnev

Ona Patomki zırhlısı ya da çağlara bedel İlyiç derlerdi. Ülkenin başına geçtiğinde ise Yönetici olarak adlandırılmaya başlanır. Halkın en çok sevdiği lakaplarından biri İki kere Sovyetler Birliği İlyiç’i idi. Bu tuhaf adı madalyalara olan merakından almıştı. 

Y.V. Andropov

Ona Çekist (istihbaratçı), mücevher ustası, mohikan ve ikinci Stalin derlerdi.

M.S. Gorbaçev

SSCB’nin son lideri Gorbaçev’un da (Gorbaçov diye okunur) çok sayıda lakabı vardı. Gorbatıy (kambur), Mişka meçenıy (damgalı ayıcık), Globus (yerküre), Mişka-govorun (çenesi düşük ayıcık). Limonta Co, demokratizatör, oyuncak ayı gibi lakapları da vardır.

Vardığım sonuç: Rus halkı yaratıcı vesselam!

 

24 Ekim 2020 Cumartesi

Rusya'da tarihe karışan 5 meslek

 

Ressam Boris Kustodiyev, 'Panayır', 1906 yılı



Kaynak: https://tr.sputniknews.com/

 

Her toplumda olduğu gibi zamanla Rusya'da da kaybolmuş meslekler var. Sputnik, Russia Beyond the Headlines'ın derlediği (RBTH) bu meslekleri aktarıyor.

 

1

Denşik

Rusya İmparatorluk Ordusu'nda subaylara yardım etmekle görevli olan kişilere 'denşik' ismi veriliyordu.

Maaşlı olarak çalışan Denşikler askerler arasından seçiliyor ve subayın üniforması, silahları, eşyaları, atı gibi şeylerden sorumluydu. Denşikler subayın talimatlarını yerine getiriyor, onu koruyor ya da savaşın zorlu anlarında ona eşlik ediyordu.

Yüksek rütbeli subaylar, albaylar ve generallerin, asilzadeler arasından seçilen denşikleri olabiliyordu. Bu tip denşikler onbaşılığa veya çavuşluğa terfi edebiliyordu.

Ancak bu meslek 1881'de Rusya İmparatorluk Ordusu'ndan kaldırıldı.

 

2

Rayoşnik (Dikiz şovu çalıştırıcı)

Cennet anlamına gelen 'ray' kelimesinden türetilen 'rayoşnik' mesleğini icra edenler, küçük bir ahşap kutunun içinde, bir silindir üzerinde bulunan resimleri bir kol yardımıyla çeviriyordu.

İzleyiciler kutunun üzerindeki deliklerden bakarken, rayoşnikler resimleri çeviriyor, bir yandan da onlara uygun kafiyeli bir takım şeyler anlatıyordu. Rayoşnikler seyirciye göre resim silindirlerini de değiştirebiliyordu.

'Rayok' (küçük cennet) adı verilen bu kutularda ilk zamanlarda İncil'den hikayeler anlatılıyordu. Daha sonra çocuklar için anlatılar, büyükler içinse savaş ve başka ülkelerin resimleri, hatta müstehcen görüntüler de kullanıldı.

Bu 'küçük cennetler' panayır ya da şenliklerde yaygındı.

Mekanizmalarla birlikte rayoşnikler de 19. yüzyıl sonlarına doğru okuma yazma oranının artmasıyla ve fotoğrafçılığın gelişmesiyle ortadan kayboldu.

 

3

Burlaklar (Gemi çekiciler)

Burlaklar, 17-20 yüzyılda Rus Çarlığı'nın nehirlerindeki mavna ve diğer denizaraçlarını çekmekle yükümlüydü.


Volga Kıyısında Burlaklar tablosu. 1870-1873 yılları.
Ressam İlya Repin


10 ile 100 kişilik gruplar halinde çalışan burlaklar arasında belirli bir hiyerarşi, kurallar ve teknikler vardı, üzerlerine bağlı kenevir halatlarla gemileri çekiyorlardı.

O dönemde nehir kıyılarında atlarla gemileri çekmek için uygun yollar olmadığından burlaklar tercih ediliyordu. Bir gemiyi 300 kadar burlak çekebiliyordu. Rus Çarlığı döneminde nehirler başlıca ulaşım yoluydu.

19. yüzyıl ortalarında demiryolu taşımacılığı geliştikçe burlaklar azalmaya başladı.

 

4

Su taşımacılar

Rusya'da köylerde herkes kuyulardaki suları kullanabiliyordu, ancak şehirlerde durum biraz daha karmaşıktı. Rusya'nın başkenti Moskova'da ilk su borusu ancak 18. yüzyılın başında görüldü, dairelerde de musluk suyu 20. yüzyılın başlarında kullanılır olmuştu.

O zamana dek Rusya'nın kentlerindeki insanlar sularını, 'su taşıyıcılardan' temin ediyordu. 

Bu kişiler at arabalarına yüklü depolarda şehre su getiriyordu. At arabalarının ulaşamadığı yerlere de yaya olarak faaliyet gösteren su taşıyıcılar vardı.

 

5

Ofenya (Gezgin satıcı)

 

Ofenyalar Rusya'da demiryolları henüz yokken mevcuttu. Bu kişiler sokaklarda gezen yiyecek, tatlı ve meyve-sebze satan tüccarlar gibi değillerdi.

Ülkenin çok uzak kısımları da dahil olmak üzere her yere yaya olarak giden ofenyaların sattıkları başlıca ürünler kitaplar ve ikonalardı.

Ressam Nikolay Koşelev'in bu tablosunda seyyar satıcının mallarını inceleyen köylü bir aile resmedildi.

Ofenyaların sattıkları ikonalar da çoğunlukla Eski İnananlar'ın kullandığı, devlet tarafından yasaklı ve resmi olarak üretilmeyen ikonalardı. Ofenyalar gizli ikona ressamlarıyla bağlantı kuruyor, onlardan aldıkları ikonaları gizlice Eski İnananlar'ın bulunduğu köylere götürüyor ve yüksek fiyatlara satıyordu. Bu ikonaların pahalı olmasının sebebi ise satışının suç teşkil etmesiydi.



4 Ekim 2020 Pazar

Sovyet sinemasından 5 sessiz şaheser




Kaynak: https://turkrus.com/

 

 


Sovyet sinemasının zenginliği sesli dönemin öncesine uzanıyor. Russia Beyond, hazırladığı sessiz film derlemesinde yaratıcı yönetmenleri, tür çeşitliliği ve sinema sanatına yön veren buluşlarıyla öne çıkan 5 yapıtı sıraladı.

 

1. Aelita (1924). Yönetmen: Yakov Protazanov. 1920'ler Moskovası ile kızıl gezegen Mars'a yolculuğu bir araya getiren, zamanının ötesinde bir çalışma. Aleksey Tolstoy'un aynı adlı kitabından sinemaya uyarlanan film bilim kurgu klasiklerinden sayılıyor. 

 


 

2. Potemkin Zırhlısı (1925). Yönetmen: Sergey Eyzenşteyn. Sadece sessiz dönemin değil tüm Sovyet sinemasının en bilinen ve takdir gören yapıtlarından biri. Usta yönetmen isyan eden denizcilerin gözünden 1905 Devrimi'ni perdeye taşıyor.

https://www.youtube.com/watch?v=GmUef84ybXk&feature=emb_err_woyt   

3. Ana (1927). Yönetmen Vsevolod Pudovkin. İlk Rus devrimini konu eden bir diğer yapıt. Maksim Gorki'nin ölümsüz eseri Ana'nın sinema uyarlaması.

 

 


4. Kameralı Adam (1929). Yönetmen Ciga Vertov. Sinema sanatındaki pek çok tekniğin yaratıcısı öncü yönetmen Vertov'un kamerasından Sovyetler Birliği'nde gündelik hayat belgeseli.

 

 


5. Toprak (1930). Yönetmen Aleksandr Dovjenko. Sovyetler Birliği'nin kötü şöhretli kollektivizasyon politikasının beyaz perdedeki ilk resmedilişi. Dovjenko filmle ilgili çalışma defterine "Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" notunu düşmüş. Rejim yanlısı tonuna rağmen rejim tarafından sansürlenmekten kurtulamayan bir film.



'Vatandaş Rusça konuş! Zemnyaşka'



Kaynak: https://turkrus.com/



 

Rusya'da gündelik hayatta eski Rusça kelimelere dönülmesini savunan bir grup, yabancı kelimelerin kullanılmasına karşı kampanya başlattı. Fakat kampanyacıların tek hedefi İngilizceden Rusçaya geçen kelimeler değil. Kendilerini Rodnoreçiye (ana dil) ve Çistoreçiye (temiz dil) olarak adlandıran gruplar, "yeterince Rusça bulmadıkları" kelimelerin kullanılmasına da karşı çıkıyor. 

Russia Beyond'a konuşan Moskovalı Kim Suşiçev bu gönüllülerden bir tanesi. Psikoloji dalında yüksek lisansı olmasına rağmen şimdilerde kapıcılık yapan 36 yaşındaki Suşiçev, dört yıldır ekmek, yani "hleb" yerine özrusça "jito" kelimesini kullanıyor. 

Kendi ailesinin bile kendisini anlamakta güçlük çektiğini söyleyen genç adamın tercih ettiği bazı diğer özrusça kelimeler şu şekilde:

Kartoşka (patates) yerine zemnyaşka,

magazin (market) yerine sereden,

televizor (televizyon) yerine kazalnik,

sup (çorba) yerine navar,

sok (meyve suyu) yerine jija,

taksi yerine pralyotka,

parikmaherskaya (berber, kuaför) yerine bradobreynya,

internet yerine mejdusetye.

Sosyal medya ağı Vkontakte'de kurulan Rodnoreçiye grubunun üye sayısı 8 bin 500 civarında. Çistoreçiye grubununsa 2 bin 300 üyesi var.

Rus usulü hitap

 Fotoğraf: Aleksandr Petrosyan



Metin Uçar

 

İnsanlar birbirlerine hitap ederken çeşitli kelimeler kullanırlar. Bu tanışıklık, dostluk, iş gibi faktörlere bağlı olarak değişir. Yakın tanıdıklarınıza ismi ile hitap edersiniz. Başka ülkelerde bu hitap şekli soyadı ile olur. Bazen bunlara bey, bay, hanım gibi ekler eklersiniz. Yaşadığınız ülkenin gelenek ve görenekleri bunda belirleyicidir. Sonra resmi olan hitap şekilleri vardır.

Gelelim Rusya’da bu işler nasıl oluyormuş sorusuna. Rusya’da genel yaygın kullanım isim ve baba adı şeklindedir. Bunun ardından yakın tanıdıklarınız arasında duruma göre size isminizle ya da soyadınızla hitap ederler. İşte bu durumların neler olduğunu bilmeniz gerekir ki size neden ve nasıl hitap edildiğini anlayabilesiniz. Bu konu bizzat Rusları da ilgilendirdiği için olsa gerek ilginç bir makaleye rastgeldim. Bakalım bir Rus gözüyle bu konu nasıl görünüyor.

Ruslar kendilerine soyadları ile hitap edilmesini sevmezler. Eğer birisi size soyadınız ile hitap ediyorsa bu aşinalık ya da önem vermeme anlamlarına gelir. Ruslar soyadlarını küçük yaşlardan itibaren duymaya başlarlar. Özellikle de çocuk kreşine gitmeye başladıktan sonra. Hele okula başlanıldığında soyadından başka bir şey duymaz Rus insanı. Öğretmen ne der mesela? ‘Bugün kim tahtaya geliyor bakalım!?’. Ardından öğrenci listesini parmağıyla tarayan öğretmen beğendiği bir soyadını telaffuz eder. İşte o zamanlardan soyadı ile hitap ‘uyarı’ anlamına gelmeye başlar. Rus insanı daha sonraki hayatında da sık sık kendisine soyadı ile hitap edildiğini duyar. Ama bu yerler hep ya bir devlet dairesidir ya da başka bir resmi kurum. Bu nedenle soyadı ile hitap pek kibarca karşılanmaz. Sonra Ruslar kendisine adı ile hitap eden birine karşı daha dikkatli olur, onu dinler. Çünkü isim bir Rus için çok daha anlamlıdır ve kendine yakındır. Mesela annesi ona hep adı ile hitap eder.

Diğer yandan soyadının yakın insanlar arasında da ironi ve şaka amaçla kullanıldığı da görülür ki bu durumda yukarıda bahsedilen negatif duygular hissedilmez. Mesela bir arkadaş diğerine ‘Eh, Sidorov, gene aynı havadasın!’ ya da bir kadın eşine ‘Surkov, şu kapıyı ne zaman tamir edeceksin?’ diye sorabilir.

Ancak yakınlığın olmadığı durumlarda soyadı ile hitap negatif tepki yaratabilir. Mesela Bulgakov’un ‘Köpek kalbi! adlı eserinde şöyle bir konuşma geçer: Şarikov doktoru ‘Bormental!’ diye çağırdı. Bormental’in suratındaki ifade değişti: ‘Olmadı, lütfen beni adımla ve baba adımla çağırınız!’.

İş alanında birbirini tanıyan insanlar arasında da bay ya da bayan kelimesi ile soyadı kullanılarak hitap şekline rastlarız. Ancak burada soyadının eklenen bay ya da bayan kelimesi ile uygun oluşunun önemi vardır. Bu uygunluk yok ise işyerindeki bir tanıdığınız neden bana soyadımla hitap ediyorsunuz, adımla hitap etsenize diyebilir.

Bunun dışındaki durumlarda, genelde kullanılan hitap şekli ise isim ve baba adıdır. Bu hitap şeklinde hem karşınızdaki kişinin adını kullanırsınız, bu kendisine hitaptır, hem de baba adını, bu da büyüklere olan saygının ifadesidir.

Velhasıl Ruslara hitap ederken isim ve baba adı ile hitap önemlidir. Ancak bu kişi çok yakın tandığınız ise sadece ismi ile hitap uygundur. Soyadını ise şaka yapmak ya da birini iğnelemek istediğinizde kullanmak yerinde olacaktır.

Yazının sonunda iki hitap kelimesine daha bakmamızda fayda var: Siz ve sen. Doğal olarak saygının, yaşın, deneyimin ifadesi olarak insanlara ‘siz’ diye hitap edilir burada da. ‘Sen’ ise daha yakın tanışan insanların kullandığı bir hitap şeklidir. Yeni tanıştığınız bir insanla aranızda belli bir süre sonra şöyle bir Rus deyimi geçebilir: ‘Sen’e geçelim mi?’ Yani artık siz aşamasını geçmişsinizdir ve artık daha samimi bir ilişki seviyesine ‘sen’ ile geçebilirsiniz.

Bu ‘siz’ ve ‘sen’ kelimesi benim hep başıma bela olmuştur. Kibar bir insan olarak Ruslara gelende hep ‘siz’ diye hitap ederim. Ancak bunların arasında bazen çoktan ‘sen’ seviyesinde olanlar vardır. Çok kez bu konuda fırça yemişimdir. Çünkü ‘sen’e geçmek o kadar kolay değil benim için. Aradan 30 yıl geçmiş olmasına rağmen hala kendimi düzeltmeye çalıştığım bir konudur. Velhasıl siz ve sen kelimelerini kullanırken dikkatli olun. Sen’e giden yolun ‘siz’den geçtiğini unutmayın. Sen’e geçtikten sonra benim yaptığım ‘siz’ hatasını yapmayın!

Sağlıcakla kalınız.

 

Rusya’da küfür sadece küfür değildir!



Metin Uçar

 

Türkçe’de bir kimsenin namus, onur ve kişiliğine yapılan her türlü saldırı sövme demekmiş. Küfretmek de bu saldırı şekillerinden biri. Aslında küfür islamda reddetmek, inkar etmek demek ve dini alanda kullanımı daha fazla olan bir kelime. Sonradan bildiğimiz sıradan küfür, küfürlü konuşmak sığlığına nasıl dönüşmüş bilmiyorum ama neden bahsetmek istediğimi anlaşmışsınızdır.

Ruslar da sizin gibi bizim gibi insanlar ve onlar da yeri geldi mi küfretmekten geri durmazlar. Hatta inşaat sektörü gibi bazı sektörler vardır ki küfürden geçilmeyen diyaloglara tanık olmanız işten bile değildir. Yalnız burada kimsenin kimseyi küçük düşürme gibi bir amacı olmadığını hemen belirteyim. O sırada aslında konuşulan iştir. O sırada her iki tarafın da kullandığı küfürlü kelimeler mesela şöyle çevrilebilir: ‘Halatın ucundan tut, kendine çek!’ ya da ‘vincin altında durma!’ vs vs. Bu diyalogların normal hali ise şöyledir: ‘......!??!.....↘↙±....biiip! biiip!..... bi, biiiip!’.

Vay!, şimdi Ruslar nasıl küfür ediyormuş öğreneceğiz diye düşündüyseniz yanıldınız! Çünkü zevkle okuduğunuzu ümit ettiğim bendeniz, küfür etmekten nefret ederim! Küfür etmenin zeka seviyesindeki eksikliğin telafisi olduğunu düşünürüm. Bu yüzden de Ruslar ne gibi küfürler ederler sorusuna ‘uygulamalı’ bir sözlük koymayacağım buraya. İçinizden ‘e, sen nasıl tercümanlık yapıyorsun?’ diye soran olacaktır ki bu çok mantıklı ve haklı bir sorudur. Bu soruya yıllar önce Rusça küfürlerle tanışmamı ve şantiyede bir mühendisle yaptığım sohbeti hatırlayarak cevap vereyim.

Mesai bitişinde genellikle şantiyede çalışan Rus bekçilere misafir olurdum. Havadan, sudan konuşurduk onlarla. Hem dil pratiği yapardım hem de çalıştığım memleketi yakından tanımış olurdum. İşte o sohbetlerimizden birinde, çok sevdiğim Mihail’e küfür meselesini sordum. Beni yanlış anlamamasını rica ettim, bunun mesleğim için önemli olduğunu söyledim. Kendisi çok dindar bir adamdı ve belki de benim gibi küfür etmeyi sevmiyordu. Velhasıl sohbet sırasında bana Rusya’da en popüler olan üç küfürlü kelimeyi söyledi: 1: ‘biiiip!’ 2: ‘biiip!’ ve 3: ‘biiip!’. Dedim ki ‘e güzel, ama bu kelimelerin bir anlamı var mıdır? Nereden çıkmışlar?’ diye sordum. Şöyle sakallarını karıştırdı. Galiba o da pek bilmiyordu bu kelimelerin nereden çıktığını. Ama biraz düşündükten sonra başladı yavaş yavaş anlatmaya. Bu kelimeler bizdeki ‘biiiip!’, ‘biiip!’ ve ‘biip!’le aynı şeylerdi aslında. Bizim belden aşağı dediğimiz şeye onlar da belden aşağı diyorlar. Sizin de gördüğünüz gibi bizden pek farklı değiller. SSCB’de erkek, kadın ayrımı pek olmadığı için erkeklerin arasında yaşayan kadınlarında çok güzel ‘düşüncelerini ifade ettiklerini’ ifade etmek isterim.

Gelelim bizim mühendisle olan olaya. Gelen yükler tırlardan indiriliyor ve depoya istifleniyor. Bizim Rus çalışanlar tabii çalışırken çenelerini de işsiz bırakmıyorlar.

Bizim mühendis soruyor: ‘Ne konuşuyor bunlar?’

‘Vallahi küfürlü konuşuyorlar, ne demek istediklerini tam anlamadım!’ – Şimdi olsa ‘oraya, değil, buraya!’ dediklerini bileceğim. Ama o zamanlar daha acemiyim. Mühendis devam ediyor:

‘Bize küfür etmiyorlardır inşallah!’ diyor.

‘Yok canım, kendi aralarında konuşuyorlar!’ – Bu tepkiye anlam veremiyorum, hınzırlık olsun diye söze devam ediyorum. ‘Zaten bize küfür etseler bile ne dediklerini size çevirmezdim!’ – Mühendis sağdan sert bir darbe almış gibi afallıyor.

‘Nasıl çevirmezsin? Adam belki bana ‘anam, babam’ küfür ediyor, sen susacak mısın?’

‘Tabii ki susmam!’ diye cevap veriyorum ve devam ediyorum: ‘Size küfür etti derim’ diyorum. Mühendis hala aldığı darbenin etkisi altında.

‘Ya çok ağır küfrettiyse!?’

‘Çok ağır küfretti, derim!’ diyorum.

‘Ya git allasen!’ diyor mühendis. Ben de gidiyorum. O gün bugündür kimseye tek kelime küfür çevirmek zorunda kalmadım!

Rusların en temel üç küfür kelimesi olduğunu söylemiştim. Bunlardan biri olan ‘biiip!’i dolaylı yollarla size yine de anlatayım. Belki bir yerlerde duyarsınız, işinize yarar! Daha doğrusu nasıl davranacağınıza yardımcı olur.

Umarım anlatacağım hikayeden bu kelimenin nasıl telaffuz edildiğini çıkarırsınız!

Velhasıl, bendeniz Türkiye geneli profesyonel turist rehberiyim aynı zamanda. Yaklaşık iki ay kadar fiili rehberlik yapmışlığım da vardır. İşte o gezilerin dönüş yolunda genellikle Rus turistlere ilginç şeyler anlatırdım. Anlattığım konulardan biri her iki dilde de olan kelimeler idi. Bu konuyu size başka bir yazıda ayrıca yazacağım. Hakkaten ilginç durumlar var. Aynı anlama gelen kelimeler de var, tamamen zıt ya da başka anlama gelen kelimeler de! Bu anlattıklarım arasında bomba kelime olan ‘biiip!’ ise tabii ki en sonda patlatılırdı. Turist misafirlerime şöyle derdim:

‘Evet, değerli misafirlerim. Şimdi geldik günün kelimesine! Türkler bu kelimeyi sık sık kullanırlar, pazarda, otelde, sokakta bunu duyma şansınız çok yüksektir. Aman, sakın ola ki birilerinin size küfür ettiğini sanmayın. Bu kelime biz de çok masum bir anlam taşır.’

Her yerde karşılaşılacak bu tehlikeli kelimenin ne olabileceği sorusu genelde otobüste sessizliğe ve meraka yol açardı. Benim de asıl istediğim buydu zaten. O zaman kelimenin patlama etkisi daha vurucu olurdu. Velhasıl bakın sözlerime nasıl devam ederdim:

‘Sizde bir hareket vardır, üç parmaktan oluşan kombinasyon!’

Otobüs o zaman yıkılırdı. ‘Hadi canım!?’ diyenler olurdu. Her bir ağızdan ‘peki sizin dilinizde bu ne anlama geliyor?’ diye sorarlardı. Ben de zevkle onlara cevap verirdim:

‘Nasıl desem, bu, artık alışkanlık haline gelmiş davranış şekli demektir! Yaramazlık yapanlara bundan mahrum olduğunu söyleriz!’

İşte böyle....

Ne dediniz? Bir şey anlamadınız mı? Ya, çok pardon! Gerçekten de bunu ancak üç parmaktan oluşan kombinasyonun ne olduğunu bilenler bilebilir. Hmmm, ne yapsam? Bu sefer de sizin için benzeri bir açıklama yapayım: Üç parmaktan oluşan kombinasyonun karşılığı üç haften oluşan bir kelimedir ve Rusya’da o kadar da ayıp kabul edilen bir şey değildir. Rusça diğer bir kullanış şekli şiş’tir ve Türkçe karşılığını ‘Nah!’, yani sıradan bir şekilde yok olarak verebilirim. Velhasıl Rusya’da böyle bir üç harfli jest görürseniz hemen heyecan yapmayın! Bunu sıradan bir insandan da kültürlü zonturlu insanlardan da görebilirsiniz.

Bu kelimenin ne olduğunu öğrenmek için artık alışkanlık haline gelmiş davranış şekli tanımına üç harfli bir karşılık aramanızı önereceğim. Çünkü ben bunun çevirisini yapamayacağım. Bunu üç harfli kelimeyi bulanlar Türkiye’de ise sorun yok, çünkü kelime zararsız! Ancak Rusya’da telaffuz edecekseniz etrafınızda kimse olmadığından emin olun. Keyifli ve küfürsüz günler.

Ruslar neden gülümsemez?


Metin Uçar

 

Dilbilim uzmanı, profesör İosif Sternin, Ruslara has özellikler arasında günlük hayatta gülümsememeyi gösterir. Bakın bilim insanına göre bunun nedenleri nelermiş?

Ruslar için diyalog sırasında gülümsemek nezaket mesajı vermez. Batıda gördüğümüz, karşılaşma sırasındaki gülümseme ise sadece nezaket belirtisi olarak ortaya çıkar insanların yüzünde. İnsan ne kadar çok gülümsüyor ise o kadar çok karşısındaki insana dost olduğunu göstermeye çalışıyor demektir. Sürekli nezaketen gülümsemeye Rusların taktığı bir isim vardır: ‘Nöbetçi gülümseme!’. Bu tür gülümseme bir insan için kötü özellik olarak algılanır, samimiyetsizlik ve bazı şeyleri gizli tutma isteği ve gerçek duyguların gizlenmeye çalışılması demektir. Rus gülümsemesi ise gerçek anlamda sempatinin işaretidir, nezaketin değil.

Ruslar tanımadıkları insanlara gülümsemezler. Rusların diyaloğunda gülümseme esasen tanıdık insanlara yöneliktir. Bu nedenle mağazadaki satıcılar alıcılara gülümsemezler. Çünkü onları tanımamaktadırlar. Son yıllarda geliştirilmeye çalışılan hizmet sektörünün önündeki en büyük engellerden biri bu olmuştur. Eğer satıcı alıcıyı tanıyorsa mutlaka ona gülümseyecektir.

Ruslarda cevaben gülümsemek şeklinde bir tepki yoktur. Eğer bir Rus kendisine gülümseyen bir yabancıyı görürse mutlaka bu neşenin nedenini araştıracaktır. Belki de giyiminde ya da saç örgüsündeki bir yanlışlık karşısındakinin gülümsemesine neden olmuştur.

Bir Rusun gülümsemesi için herkesin anlayabileceği, yeterli bir nedeni olmalıdır. Ancak bu, diğer insanlar karşısında gülümseme için insana hak verir. Rusça’da diğer dillerde olmayan bir deyim vardır ve bu bir rastlantı değildir: «Смех без причины — признак дурачины» (Nedensiz gülüş, aptallığın işaretidir).

Rus insanının gülümsemez oluşu (somurtganlık değil, gülümsememezlik, aslında Ruslar hayatı seven, neşeli ve zeki insanlardır) Rus folklorunda da kendini gösterir. Bu nedenle çok sayıda gülüşe ve şakaya karşı deyimle karşılaşırız. Vladimir Dal sözlüğünden bakın birkaç Rus atasözü okuyalım: — Шутка до добра не доводит (Şakanın sonu iyi olmaz). — И смех наводит на грех (Şaka günaha iter). — И смех, и грех (Hem gülüş, hem günah). — Иной смех плачем отзывается (Başkasının gülmesi ağlatır) . — В шутках правды не бывает (Şakada gerçek olmaz). — Шутка к добру не приведет (Şaka iyilik getirmez).

Ruslar, işyerinde ya da ciddi bir işle uğraşırken gülümsemezler. Mesela havaalanlarındaki gümrük görevlileri hiçbir zaman gülmezler, çünkü ciddi bir işle uğraşmaktadırlar. Rus gülümsemesinin bu özelliğine başka bir yerde rastlayamazsınız.

Rus gülümsemesi sadece içten olur, bu iyi ruh halinin ya da karşısındaki insanla birlikte olmaktan memnun olmanın yansımasıdır.

İşte böyle, eğer size bir yabancı gülümsüyor ise bu ona herkese gülümsemesi gerektiğini öğrettikleri içindir, eğer bir Rus size gülümsedi ise bu sadece bunu istediği içindir.

Rusya’da yaşayan Türkiyeli yabancılar, ne dersiniz? Ruslarla diyalog sırasında benzeri durumlara düştünüz mü? Mesele bizim gülümsememize ‘gıcık’ olan çok Rusla karşılaştım. Bunu kötü oldukları ya da bizi sevmedikleri için yapmıyorlar. Neden yaptıklarını artık biliyorsunuz.

Distopik Bir Rus Bilimkurgu Komedisi: Kin-Dza-Dza!


Sinan İpek

Kaynak: https://www.bilimkurgukulubu.com/

 

Kişisel olarak sürrealist sanatla aram pek iyi değil… Hele iş bilimkurguya gelince daha da tutuculaşıyorum. Sırf konusu uzayda geçiyor ve içinde zaman yolculuğu (ya da garip makineler) var diye yazılan her kitaba ya da çekilen her filme bilimkurgu denmesine karşıyım. Bilimkurgunun biraz ciddi olması gerektiğine inanırım.

Yine de öyle eserler var ki, apaçık biçimde parodi ya da alegori olmasına ve bilim namına pek az şey içermesine rağmen yine de onları sevmeden edemezsiniz. Otostopçu’nun Galaksi Rehberi gibi…

Bunlardan biri de 1986 yapımı bir Rus filmi olan Kin-dza-dza!

Sovyet dönemine (Komünizm) şahit olmamış genç kuşak için bazı şeyleri bilmeden filmi tam olarak anlamak mümkün değil. Filmin çekildiği sırada Rusya’daki komünist rejim henüz çökmemiş, ama çökmek üzereydi. Komünist rejim tek parti egemenliğine dayanıyordu; bu tek parti ise Komünist partiydi. (En azından sosyalizmin Rusya’daki yorumu buydu.) Rejim, parti tarafından istihbarata dayalı bir baskı idaresine dönüştürülmüştü. Bazılarına göre bir çeşit distopyaydı bu.

 

Elbette bu baskı rejiminden sanat da payını alıyordu. Sanatçılar ve ürettikleri sanat eserleri, ciddi bir gözetim ve sansür denetimi altındaydı. Birçok sanatçı ya kovuşturmaya uğruyor ya da yapıtları rejim tarafından sansürlenerek kuşa çevriliyordu.

Kin-dza-dza!’nın kahramanları da sanatlarını kafes içinde icra eden iki şarkıcı. Kafes, büyük ihtimalle sanatın baskı altında olmasını simgeliyor.

Filmde bunun gibi birçok gönderme var. Örneğin, bir avuç sözcük içeren Pluke dilinde hemen hemen her anlama gelebilen “Ku!” sözcüğü, zamanın Parti Genel Sekreteri K. U. Chernenko‘nun adının baş harflerinden oluşuyordu. Bu durum filmin yapılmasına büyük bir engel teşkil etmekteydi. Neyse ki genel sekreter 1985 yılında öldü de film yapılabildi.

Ondan sonra gelen Gorbaçov ise içki karşıtıydı. Bu yüzden filmin senaryosunda yer alan şarap, sirke ile yer değiştiriverdi. Sirkenin tadına bakan uzaylılar, durumdan hiç memnun kalmazlar. Dünya’dan gelen kemancının çantasında neden sirke taşıdığı da yanıtsız bir soru olarak kalır.

Başka bir örnek de Pluke gezegeninde üstün grup olan Chatlanianlar ile aşağı grup olan Patsakların isimleri… Chatlanian sözcüğü Pluke dilinde para demek olan chatl’dan geliyor, yani “para sahipleri” anlamına geliyor. Öte yandan Patsak kelimesini tersten okuyunca Ukraynalıların Ruslar için kullandığı aşağılayıcı kelimeyle karşılaşıyoruz: Kastap.

Film bunun gibi bir çok göndermeyle dolu ve izleyiciler açısından oyunun bir parçası da bu göndermeleri çözümlemek olduğundan, ben fazla bir şey yazmak istemiyorum. 

Ancak, filmin insanlar arasındaki hiyerarşik sömürü ilişkilerine olan alaycı bakış açısı takdire şayan. Kimlerin Patsak, kimlerin Chatlanian olacağının hiçbir sosyal ya da biyolojik temeli olmaması gibi… Buna aptal bir makine karar veriyor. Yeşil yanarsa Patsak oluyorsunuz, kırmızı yanarsa Chatlanian… Patsaksanız burnunuza köleliğiniz simgeleyen bir çan takmak ve yanağınızı tokatlayıp dizlerinizi kırarak Chatlanian efendilerinizi selamlamak zorundasınız. Ancak, bu sadece Chatlanian gezegenlerinde böyle… Patsakların efendi olduğu bir gezegene giderseniz, bu kez efendi siz oluyorsunuz.

Pluke bir çöl gezegeni. Nedeni, pepelats denen garip aracı çalıştırmak için gereken yakıt olan “luts“un sudan elde edilmesi. Tabi, doğal olarak (!) Pluke gezegeninin sakinleri, gezegendeki bütün suyu tüketmişler! Ve hala kendilerini “uygar” olarak görebiliyorlar. Burada Sovyet rejimine bir gönderme var. Sovyetler yanlış tarım politikaları yüzünden Dünya’nın dördüncü büyük gölü olan Aral Gölü’nü kurutmuşlardı. Göl kuruduktan sonra çöl kumlarının ortasındaki gemi enkazları ilginç ve sürreal bir manzara oluşturuyordu. Çölün ortasındaki bu gemi enkazlarından Pluke gezegeninde de var.

Son olarak, filmin oyuncularının da Rusya’da oldukça tanınmış büyük aktörler olduğunu söylemeliyiz. Özellikle Wef ve Bee rolünde oynayan iki aktöre şapka çıkaracaksınız.

[imdb id=”tt0091341″]


Yazar Hakkında

Sinan İpek, Yazar, çizer, düşünür, öğrenir ve öğretmeye çalışır. Temel ilgi alanı Bilimkurgu yazarlığıdır. Bunun dışında Matematik, bilim, teknoloji, Astronomi, Fizik, Suluboya Resim, sanat, Edebiyat gibi konulara ilgisi vardır. Ara sıra sentezlediklerini yazı halinde evrene yollar. ODTÜ Matematik Bölümü mezunudur ve aşağıdaki başarılarıyla gurur duyar:TBD Bilimkurgu Öykü yarışmasında iki kez birincilik, 2. Engelliler Öykü yarışmasında birincilik, Ya Sonra Öykü Yarışması'nda finalist, Mimarlık Öyküleri Yarışması'nda finalist, 44. Antalya Altın Portakal Belgesel Film Yarışmasında finalist. Ithaki yayınları Pangea serisinin 5. üyesi "Beyin Kırıcı" adlı bir romanı var.

https://www.ilknokta.com/sinan-ipek/beyin-kirici.htm

 

Otomobil dünyasında amblemler



Metin Uçar

 

 

Bugünkü yazımda SSCB otomobil markalarını mercek altına alacağım. Internet’te arada bir rastlarsınız, hangi otomobil markası ne anlama gelir ya da hangi amblemin arkasında ne ifade edilmiştir diyen sorular vardır. ‘Ruslar otomobil yapmayı da mı biliyorlarmış?’ demeyin. Biliyorlar. Bildiğiniz dünya kalitesinde değil bunların çoğunluğu ancak bazıları var ki dünyada eşi yok. Dünya’nın ger yerinde bu tür SSCB yapımı otomobiller çok revaçta, hatta kendi özel kulüpleri bulunuyor. Otomobil markası, amblemi derken SSCB ve Rusya’nın otomotiv sanayiine de bir göz atmış olacağız böylece. Türkiye’deki otomotiv sanayiinin gelişmesi ile bazı paralellikler de ilginizi çekecektir tahminimce.

Yazıma ilkle başlayayım dedim ve geriye doğru bir baktım. Geriye gittiğimizde karşımıza FIAT 15 Ter diye bir kamyon çıkıyor. İtalyan devi FIAT konstrüktörü Carlo Cavali’nin elinden 1913 yılında çıkan FIAT 15 Ter adlı kamyon, gerçek anlamda bir efsanedir. Paletli olanlar da dahil olmak üzere aklınıza gelecek her amaçla kullanılmıştır bu araç. 1. Dünya Savaşı sırasında Rus İmparatorluğu’na çok sayıda satılan bu araç bir bakıma SSCB otomotiv sanayiinin de başlangıcı sayılabilir. Çünkü 1916’da Moskova’da kurulan ‘Moskova İ.A. Lihaçov Otomobil Fabrikası’nda (çoğunuz onu AMO ZİL olarak duymuşsunuzdur), FIAT 15 Ter’i esas alan ilk Sovyet otomobili (kamyon) AMO-F-15 üretilir. Ancak AMO ZİL üretim hayatının ilk yıllarında FIAT ile yapılan anlaşma ile FIAT 15 Ter üretir ve her ürettiği parti için yüklü bir para öderdi. Üstelik bu araçları ihraç etme hakkına da sahip değildi. Ancak Büyük Ekim Devrimi ve 1. Dünya Savaşı’nın bitmesi ile ‘kağıtlar da yeniden karılır’.

AMO ZİL’in açılımı Aktsionernoye Moskovskoye Obşestvo Zavod İmeni Lihaçova (Moskova Lihaçov Anonim Şirketi). Amblemi ‘ZIL’ harflerini içerir. Girişten de anlaşılacağı üzere AMO ZİL kamyonla işe başlar. ZİL’in çoğunluğu kamyon olan geniş bir model portföyü bulunuyor. Ancak bunun yanında ürettiği limuzinler de çok iyi bilinir. ZİL daha sonra dünyanın bilinen bir markası haline gelecek KaMAZ’ın da kuruluşunda rol almıştır.

Moskova’nın diğer bir otomobil fabrikası AZLK - Avtomobilnıy Zavod İmeni Leninskovo Komsomola (Lenin Komsomolu Otomobil Fabrikası), daha çok Moskviç markası ile ürettiği otomobillerden dolayı Moskviç olarak da bilinir. Ambleminde AZLK harfleri ve Kremlin’in yıldızlı kulelerini sembolize eden desen bulunur.

GAZ – Gorkovskiy Avtomobilnıy Zavod (Gorkiy Otomobil Fabrikası). Yine bir SSCB klasiği olan Volga marka otomobilleri üreten fabrikanın ambleminde ilk başlarda stilize bir ‘G’ harfi vardı ve Ford marka otomobillerden esinlenilerek üretilen otomobillerde kullanılırdı. Ford’un klasik amblemine çok benzeyen bu amblem daha sonra şimdi bildiğimiz amblem ile değiştirilir. Yeni amblemde GAZ harflerinin üzerinde bir geyik betimlemesi görürüz. Amblemin çerçevesi için Nijniy Novgorod şehrinin ambleminden esinlenilmiştir.

AvtoVAZ – Voljskiy Avtomobilnıy Zavod (Volga Otomobil Fabrikası). Şimdilerde Fransız Renault’a bağlı olan bu efsanevi fabrikanın bilinen otomobil modelleri arasında Jiguli, Sputnik, Samara, Niva, Oka bulunur. Bu fabrikanın inşaatında İtalyan FIAT ile işbirliği yapılmıştı. 1970’de ilk ürünlerini veren fabrikanın Jiguli modeli, FIAT 124’ün hemen hemen aynısı idi. Bu fabrikanın ürünleri başarılı bir şekilde batıda da satılmaktaydı. Özellikle zamanının önde gelen dörtçeker cipi Niva adeta efsaneye dönüşmüştür. İngiltere gibi ülkelerde Niva sevenlerin kurduğu kulüpler bile bulunmaktadır. AvtoVAZ’ın amblemindeki yelkenli tekne fabrikanın Volga Nehri kıyılarında kurulmuş olduğunu simgeler.

UAZ – Ulyanovskiy Avtomobilnıy Zavod (Ulyanovsk Otomobil Fabrikası). Minibüs, dört çekerli cip, kamyonet üreten bu fabrikanın ürünleri de efsane olmuştur. Bu araçların deneyimli ellerde geçemeyeceği engel yok gibidir. Fabrikanın ambleminde daire içine resmedilmiş bir kuş figürü bulunur. Bir dönem bu bir martı idi. Şimdi stilize bir hal almıştır.

KamAZ – Kamskiy Avtomobilnıy Zavod (Kama Otomobil Fabrikası). SSCB’nin diğer bir efsane markası. Paris-Dakar Ralli’sini izleyenler bu yarışmada birinciliği hep KamAZ marka kamyonların aldığını da bileceklerdir.

ZAZ – Zaporojskiy Avtomobilnıy Zavod (Zaporojye Otomobil Fabrikası – şimdi Ukrayna’da). Ambleminde Zaporojye Barajı’nın stilize görüntüsü ve ZAZ harfleri bulunur.

LAZ – Lvovskiy Avtomobilnıy Zavod (Lvov Otomobil Fabrikası –şimdi Ukrayna’da). Bir dönem SSCB topraklarında LAZ üretimi otobüslerle yolcu taşınırdı. Ambleminde ‘L’ harfi bulunur.

BELAZ – Belorusskiy Avtomobilnıy Zavod (Belorus Otomobil Fabrikası). SSCB’nin buldozer, kamyon ve uçak çekicilerini üreten, yine efsane bir markadır. Ambleminde BELAZ harfleri yeralır.

AURUS – Tabii bu otomobilden de bahsetmeden olmaz. Ne de olsa devlet başkanının zırhlı otomobili 2013’te Moskova’da kurulan bir fabrikanın ürünü. Bu marka Aurum (Altın) ve Rus kelimelerinin birleştirilmesinden oluşuyor. Ambleminde AURUS harflerini ve tepesinde dört ışınlı yıldız figürünü görürüz. Bu yıldız seçilen yolun doğru olduğunu ifade ediyormuş.

Rusya’nın Nehirleri / Bölüm 1: VOLGA




Metin Uçar

VOLGA 

Kaynak

Türkiye’deyken hep hayal ederdim, ‘bir gün gelir Fırat ve Dicle Nehri’nin doğduğu yerlerden başlayıp denize kadar yolculuk yaparım’ derdim. Kısmet olur mu bilmem, ancak nehirlere duyduğum ilgi çok eskiye dayanır. Kaptan Cousteau’nun benzeri Nil, Amazon seyahatlerini gıptayla izlerdim. Rusya’nın nehirlerine olan ilgimin doğal kaynağı işte bu merakımdır. Nehirler, eski zamanlardan beri büyük uygarlıkların etrafında kurulduğu doğal oluşumlardır. Önce beslenme, ardından sulama ihtiyacı, daha sonra nehir taşımacılığı, düşmandan korunmak için sudan faydalanılması gibi nedenlerle nehirler her zaman önemli rol oynamıştır tarihte. Bu yazı dizimde Rusya’nın büyük nehirlerini size tanıtacağım. Doğduğu yerden başlayıp, denize ya da okyanusa döküldüğü yere kadar, nehir boyunca ilginç neler varmış araştıracağım. Yapacağım çalışmanın ilginizi çekeceğini düşünüyorum. Çünkü meraktan Türkçe Wikipedia’nın Volga makalesini inceledim. Bir paragraftan ibaret. Burada çok daha geniş bir tanışma sizi bekliyor, emin olun. Çünkü Wikipedia'dan aldığım teknik bilgileri diğer kaynaklarla zenginleştirmeye çalışıyorum. Çekilmiş belgeselleri izliyorum.

Sizin de anladığınız üzere listemizin 1 numarası Rusların Mat-Volga (Volga Ana) dedikleri Volga Nehri. Okunması kolay olsun diye her nehirle ilgili yazıyı üç bölüme ayıracağım: Kaynak, orta havza ve delta.

Volga gerçekten de Rusya’daki Nehirlerin anasıdır. Su debisi, nehir havzası alanı ve uzunluk bakımından Dünya’nın en büyük nehirleri arasındadır ve Avrupa’nın ise en büyüğüdür. Volga’nın bir diğer özelliği ise Dünya’nın su çıkışı olmayan en büyük su havzasına (Hazar Denizi) dökülen en büyük nehri olmasıdır. 1930 yılından önce uzunluğu 3690 km olan Volga’nın bugünkü uzunluğu 3530 km’dir. Bu kısalmanın nedeni 1930 – 1980 arasında Volga üzerinde inşa edilen sekiz HES’in nehrin bazı bölümlerini muazzam baraj gölleri haline getirmiş olmasıdır. Rusya’nın Volga boyunca uzanan bölgesine Povoljye (Volga Boyu) denir.

Volga Nehri’nin doğduğu yere 1989 yılında yerleştirilen büyük bir kayanın üzerinde Volga’nın Rus nehri olduğu yazar. Mevcut hali ile tabii ki tartışılması anlamsız bir konu ancak Dünya’daki diğer doğal güzellikler gibi Volga da bir zamanlar başka halklara kucak açmıştır. Antik kaynaklarda ona Ra denir. Orta Çağ’da Tatarlar ona İtil, İdel, Atal derler. Rusça ismi Volga ise V’lga, yani nemden gelir. Çekya’daki Vlha, Polonya’daki Vilga nehirleri de bu ismin Slav kökenli olduğunu gösterir. Volga’nın doğduğu topraklar Baltık ülkelerine yakın olduğu için Baltık dillerine dayanılarak iddia edilen isimleri de dikkat çeker. Mesela ilga ‘uzun’ demektir.

Gelelim Volga’nın doğduğu yere. Volga Nehri’nin resmen doğduğu kabul edilen yer, Tver Bölgesi’ne bağlı Ostaşkovo Beldesi, Volgoverhovye (Yukarı Volga) Köyü’nde yeralır. Burada denizden 228 metre yükseklikte çok sayıda su pınarı bulunur. Bunlar birbirlerine küçük bir gölet ile bağlıdırlar. Muazzam Volga’nın bebeklik hali 30 cm derinlikte, bazen bir metreye varan genişlikte bir deredir. Volga’nın kaynağı olarak kabul edilen bu yerin 250-300 metre ilerisinde 19 yy başında inşa edilen kaya dolgu bir bendin izleri bulunur. Bu Volga üzerinde inşa edilen ilk baraj olarak kabul edilir. Baraj ile beraber burada Olga Kadın Manastırı inşa edilmiştir. Volga’nın bebeklik güzergahı yaklaşık 91 km’dir ve üzerinde Malıye Verhitı, Bolşiye Verhitı adında iki küçük göl bulunur. Ardından ise daha büyük olan Sterj, Vselıg, Peno ve Volgo gölleri gelir. Burada kadın manastırın yanı sıra kütükten yapılmış, Aziz Nikola’ya adanmış küçük bir kilise bulunur. Kilise’nin hemen önünde ise sizin de yakında tanıdığınız bir Anadolu’lunun heykeli vardır. Heykelin resmi adı: Likya Mira’lı Mucize Yaratan Nikolay. Heykel nispeten yakın zamanda, 2001’de kurulmuştur. Ortodoks inanışının Bizans üzerinden Rusya’ya gelmiş olmasından dolayı Aziz Nikola’ya ya da Aziz Georg’a adanmış sayısız kilise vardır Rusya’da.


2. Bölüm - orta havza 

Orta havza ifadesinin sadece yazımı üç bölüme ayırmak için kullandığımı belirterek kayığıma biniyorum. Katedeceğim yol Moskova’yı beş denizin şehri yapan Volga Nehri üzerinde bulunuyor.

Turistik seyahatimize başlamadan önce Volga’nın Rusya için öneminden bahsetmek istiyorum. Volga, Rusya’nın adeta bel kemiğidir. Nehirlerin anasıdır. Rus kimliğinin hatta dilinin oluşmasında birinci derecede rol oynamıştır. Dilbilimsel açıdan konuşma (reç - речь) ve nehir (reka - река) aynı kökten gelmektedir. Volga Nehri kıyısında Rusya’nın tarihini yoğuran, şekillendiren şehirler kurulmuştur. Günümüz Rusya’nın milyonun üzerinde nüfusu olan dört büyük şehri Volga kıyısındadır: Nijniy Novgorod (Aşağı Yenişehir), Kazan (bildiğimiz kazan), Samara (adını Samara Nehri’nden alır) ve Volgograd (Volga Şehri).

Volga’yı böylesine önemli yapan, kıyısında yaşayan insanların çehresini ve en nihayetinde tarihini şekillendiren özelliği bir ticaret yolu olmasıdır. Volga-Don kanalı ile Don, Azov ve Karadeniz bağlantılı ticaret yapılırdı Volga üzerinden. Arap halifeliğinden kumaş, metaller getirilir, slav ülkelerinden ise silah (kılıç), kürk, balmumu ve bal gönderilirdi. Hazar’ın İtil’i, bulgarların Bulgar’ı, Rusların Rostov, Suzdal, Murom ve Verhnoye Povoljye (Yukarı Volga Havzası) şehirleri çok önemli ticaret merkezleri haline gelmişlerdi. Rus knyazı Svyatoslav’ın 965 yılında Hazarları yenilgiye uğratmasından sonra Volga ticaret yolu eski önemini kaybeder.

11.yy’dan itibaren Rusya’nın ticari ve dini ilişkilerinin şekillendirdiği Dnyeper Nehri önem kazanır. Çünkü o günlerde Rusya yüzünü Bizans'a çevirmişti. Taa ki Korkunç İvan’ın Veşşiy Oleg’in vasiyetini yerine getirmesine kadar. Veşşiy Oleg, Volga’nın Rus için oynadığı ve oynayacağı rolü hissetmiş ve Rus’un ancak tüm Volga’ya sahip olması halinde güçlü bir devlet olacağını söylemiştir. XVI. yy ortalarında Kokrunç İvan Astrahan’ı ele geçirdiğinde bu hedefe ulaşılmış olur. O tarihten sonra Volga yeniden eski ticari ve tarihi önemini kazanır. Ortalama 500 gemiden oluşan gemi kervanları Volga’da gider gelirler o zamanlar.

1808 yılında Volga ve Neva nehirleri birbirine bağlanır. O tarihten itibaren güçlü bir nehir filosu meydana gelir. 1820’de ilk buharlı gemi Volga’nın sularında boy gösterir. O dönemde Volga kıyısında 300 bin burlak çalışmaktadır. Unutulan meslekler yazı dizimizde burlaklardan bahsetmiştik. Nehrin akış yönünün tersine tekne çeken insanlardı burlaklar. Güneyden, Astrahan’dan tahıl, tuz (Elton gölü), balık daha sonraki yıllarda petrol ve pamuk taşınırdı.

1917 Ekim Devrimi’nden sonra bolşevik yönetiminin kurulması aşamasında Volga yine belirleyici rol oynar. Devrim sonrasında yaşanan içsavaş sırasında büyük direniş gösteren Tsaritsino’nadaki çarpışmalara aktif olarak katılanlar arasında İ.V. Stalin de bulunmaktadır. Daha sonraları Tsaritsino’nun adı Stalingrad’a çevrilir.

30’lu yıllarda yaşanan endüstri devrimi sırasında Volga’nın önemi gittikçe artar. Volga artık sadece bir ticaret yolu değil bir enerji kaynağıdır. O yıllarda inşaatına başlanan ve hala çalışan sekiz HES Volga’nın da çehresini değiştirir. Volga boyunca muazzam büyüklükle baraj gölleri meydana gelir.

Unutmadıysanız kayığa binmiştik. Yolumuz güneye ve akış yönünde olduğu için Hazar Denizi’ne varmak o kadar yorucu olmayacak!

Küçük dereleri yanımıza alarak Volga’nın sularıyla birlikte güneye olan yolculuğumuza devam ediyoruz. Karşımıza üç büyük göl çıkıyor. Sterj (foto – 001 STERJ GÖLÜ), Peno (foto – 002 PENO GÖLÜ) ve Volgo (foto – 003 VOLGO GÖLÜ).

Daha sonra kıvrıla kıvrıla, sayısız güzelliklere tanık olarak Volga üzerinde kurulmuş ilk büyük şehir Rjev’e (foto – 004 RJEV) varıyoruz. Rjev’den sonra Volga aniden yön değiştirir. Artık kuzeye doğru ilerlemeye başlarız. Karşımıza çıkan ikinci şehir Tver’dir (foto – 005 TVER). Tarihi zengin olan bu şehirde dikkatimizi çeken kişi İvan Andreyeviç Krılov. Krılov Rusya’nın en bilinen masal yazarıdır. Tver’de yazıcı memur olarak uzun yıllar çalışmıştır. Ancak masal yazarlığı daha sonraki döneme aittir.

Volga, Tver’den sonra yoluna devam eder. Sanki yolu direkt Moskova’ya doğrudur. Ancak öyle değil. Yine keskin bir viraj alarak kuzeye yönelen Volga’nın Moskova’ya en yakın noktasında Şoşa köyü yeralır. Şoşa köyünün Volga kıyısında modern bir tatil merkezi vardır. Zavidovo. Bir zamanlar yabancı diplomatların her türlü ihtiyacını karşılamak üzere kurulan GlavUpDK’ya ait olan bu tatil merkezinin inşaatını Türk EMT A.Ş. şirketi yapmıştır (foto – 006 ZAVIDOVO). Buralarda çok sayıda tatil tesisi olduğunu notlarımıza alıp yolumuza devam ediyoruz. Kuzeye doğru olan yolumuzda bir sonraki uğrak yerimiz Dubna şehri. Ancak Dubna’ya varmadan İvankovskiye su rezervuarını aşmamız gerekiyor. Yolumuz üzerindeki ilk HES de burada bulunuyor. Kanal havuz sayesinde baraj engelini aşıp yolumuza devam ediyoruz.

Yolumuza devam ediyoruz, ancak Volga bir türlü güneye dönmek niyetinde değil gibi. Yukarılara çıktıkça çıkıyor. Ben bunu merak ederken karşıma çok ilginç bir yer çıkıyor. Kalyazin. Size yola çıkmadan Volga üzerinde sekiz HES inşa edildiğinden bahsetmiştim. Bu barajlar ülkenin ihyitacı olan elektrik enerjisini sağlarlar, ancak çok sayıda yerleşim yerinin de sular altında kalmasına neden olmuşlardır. Kalyazin çan kulesi (foto – 007 KALYAZIN) bir mucize eseri sulara karşı durabilmiş az sayıdaki yapıdan biridir.

Kalyazin çan kulesinin suya karşı kazandığı zafere eğilerek saygımızı ifade ediyoruz ve yolumuza devam ediyoruz. Sıradaki şehir Ugliç (foto – 008 UGLIC). Ugliç, yabancı turistlerin Altın Ring olarak bildiği ve çok sayıda kilise ve manastırı ile güzel bir yerdir. Ancak Ugliç’e Altın Ring seyahati sırasında geri dönmek üzere yolumuza devam ediyorum. Ugliç’te ikinci HES’i yine kanal havuz yardımıyla aşıyorum. Sıradaki yerleşim yeri, sakinlerinin fareleri çok sevdiği Mışkin (Fare Köy) (foto – 009 MISKIN). Efsaneye göre knyaz Fyodor Mihayloviç Mıstislavskiy birgün Volga kıyısına uzanır. Yorgundur. Aniden yüzünden dolaşan bir fare onu uyandırır. Sinirlenen knyaz fareyi nasıl cezalandıracağını düşünürken aslında hayatını kurtardığı anlar. Çünkü hemen yakında bulunan sinsi bir yılan ona saldırmak üzeredir. Bunun üzerine fareyi affeden knyaz burada onun adına bir köy kurulmasını emreder. Bugün Mışkin sokaklarında dolaşan fare kılıklı insanlar görürseniz şaşırmayın. Konunun Walt Disney ile alakası yok! 2008 yılından itibaren burada Uluslararası Fare Festivali düzenlenir. 2008’de Fare Sarayı açılmıştır.

Fareli köy Mışkin’den ayrıldığım sırada Volga’nın nasıl da genişlediğini farettim birden. Üstelik kuzeye doğru ilerledikçe iki kıyısı arasındaki mesafe inanılmaz derecede artmış idi. Neredeyse 1.5 kilometreye varan yerlerden geçiyorum. Bu arada ‘Volga acaba ne zaman güneye dönecek?’ diye sormaya da devam ediyorum. Ama öyle bir niyeti yok gibi. ‘Böyle giderse Hazar Denizi’ne dökülemez ki!’ diyorum kendi kendime.

Sorumun cevabını hemen alıyorum. Teknemle sanki denize çıktım. Sağım solum su! Karadan iz yok! Burası Rıbinsk Baraj Gölü. En geniş yeri 51 km, uzunluğu 130 kilometreden fazla. Burası Van Gölü’nden bile büyük. Yakınlardan geçen bir balıkçı teknesinden önümde Rıbinsk Barajı’nın olduğunu öğreniyorum. Şansımdan barajı inşa edenler benim gibileri unutmamışlar. Hemen güneyinde bir kanal havuzu inşa etmişler (foto – 0010 KANAL HAVUZ). Bu kanalın yönü güneye dönük. Demek ki dönüş noktamız bu imiş. Bu kanal havuz sayesinde 30 metre aşağı iniyorum ve Volga üzerindeki yoluma devam ediyorum. Karşıma unutulan meslekler dizisinde bahsettiğim Rıbinsk şehri çıkıyor. Rıbinsk (foto – 0011 RIBİNSK) zamanında burlakların başkenti olarak kabul edilirdi. Rıbinsk şehrinin görülecek yerleri arasında Volga Ana heykelini özellikle belirtmek istiyorum. Çünkü bu heykel Volga’nın kendisini simgeliyor.

Rıbinsk’ten sonra yeniden güneye doğru yaptığım seyahatte karşıma çıkan diğer bir şehir Yaroslavl. Yaroslavl (foto – 0012 YAROSLAVL) tarihi şehir merkezi UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası’na dahil edilmiştir ve ünlü Altın Ring’i oluşturan şehirler arasındadır. Yaroslavl’ın hemen ilerisinde yine Altın Ring’in diğer bir tarihi şehri olan Kostroma’ya (foto – 0013 KOSTROMA) geliyoruz. Kostroma yine kiliseleri ve manastırları ile bilinen bir yer, ancak burada üretilen bir hediyelik eşyayı mutlaka biliyorsunuzdur. Kostroma valiliğinde çok eski zamanlardan beri yapılan bu zanaatın adı Hohlama’dır(foto – 0014 HOHLAMA) . Kostroma ayrıca Rus ulusal kahramanı İvan Susanin’inde doğduğu yerdir. İvan Susanin Polonya-Litovya ordularına esir olur ve yol göstermesi için işkenceden geçirilir. Ancak bunu yapmayı reddeden Susanin düşman birlikleri yanlış yollara sokar ve kaybolmalarını sağlar. Bu hayatına malolur ama adı da tarihe malolur. Günümüzde size rehberlik eden, ancak yolunuzu kaybetmenize neden olan birine ‘Eh Susanin!’ diye takılınır.

Kostroma’dan sonra gelinleri ile ünlü, tekstil merkezi İvanovo’ya doğru inen Volga aniden yönünü doğuya çevirir ve yeniden bir denize dönüşür. Bu deniz hemen Nijnij Novgorod şehrinin önünde yeralan Gorkiy baraj gölüdür.

Farketiniz mi bilmiyorum, ancak güneye indikçe Volga’nın etrafındaki tarih de zenginleşiyor, derinleşiyor. Ben böyle ağır ağır önümdeki ikinci baraj olan Gorkiy’e doğru ilerlerken, sağ kıyıda Çkalovsk diye bir yerleşim yeri olduğunu öğreniyorum. Şehre bu isim burada doğan ve tüm dünyaca tanınan bir pilotun şerefine verilmiş. Valeriy Pavloviç Çkalov. Çkalov 1937 yılında Kuzey Kutbu’nu aşarak Moskova – Vancouver (ABD) arasında direkt uçuşu (foto – 0015 ANT-25. Çkalov’un uçağı) gerçekleştirerek tarihe geşmiş bir insandır. Çkalovks’ta onun adına bir müze bulunur.

Bu ilginç tanışmadan sonra yoluma çıkan diğer bir engel olan Nijniy Gorod HES’ni yine havuz kanal sistemi ile aşıyorum. Yine metrerlerce aşağı iniyorum. Önümde ise Volga’nın ‘milyonluk’ ilk büyük şehri Nijniy Novgorod! (foto – 0016 NIJNIY NOVGOROD) Bir milyon ikiyüzellibin nüfusu ile Nijniy Novgorod gerçekten büyük bir şehirdir. Alman Mercedes ve Volkswagen Rusya’da üretim yapacakları fabrika için burayı seçmişlerdir. Şehrin diğer bir bilinen kuruluşu silah üreticisi Almaz-Antey’dir.

Volga, Nijniy Novgorod’dan sonra hafifçe doğuya doğru yönelir ve Rusya Federasyonu’na bağlı iki cumhuriyet arasında doğal ve idari bir sınır görevi görür. Kuzeyde Mari El, güneyde ise Çuvaş Cumhuriyeti bulunur. Yolumuza çıkan sıradaki şehir Çuvaş Cumhuriyeti’nin başkenti olan Çeboksarı’dır (foto – 0017 CEBOKSARI). Çeboksarı’ya varmadan Volga yine deniz olur. Bu denizin adı ise Çeboksar Baraj Gölüdür ve sıradaki Çeboksar HES’in inşaatından sonra meydana gelir.

Volga’nın yine asıl yönü olan güneye döndüğü noktada diğer bir büyük şehir çıkar karşımıza. O da bir başkenttir, o da Rusya Federasyonu’na ait diğer bir cumhuriyet olan Tataristan’a dahildir: Kazan (foto – 0018 KAZAN). Bir milyon ikiyüzelliyedibin nüfusu ile ayrı bir yazıya konu olabilecek Kazan, tarihin en eski çağlarından itibaren doğu ve batı arasında önemli bir ticaret merkezi olmuştur. Kazan bir zamanlar Volga Bulgar Krallığı’nda sınır kenti olarak inşa edilmiştir. Kazan bilimsel, teknolojik alanda da çok önemli bir uygarlık merkezidir. Ancak dediğim gibi uzun yolumuzda sadece bir uğrak yeri olduğu için, onu başka bir yazıya bırakıp asılıyorum küreklere.

Yukarıda dediğim gibi Kazan’da güneye sert dönüş yapan Volga yine bir denize dönüşür. Bu sefer karşıma çıkan Jigulyovks HES’in meydana getirdiği Kuybışevskiy Baraj Gölü. Elimdeki harita olmasa, bu baraj gölünün doğusunda ikinci büyük bir nehrin Volga’ya karıştığından haberim bile olmayacaktı. Volga’ya dökülen bu büyük nehrin adı Kama’dır. Bu birleşmeden sonra Volga artık bildiğimiz, o çok engin ve uzun Volga haline gelmiştir (foto – 0019 VOLGA KAMA). Bir kıyısında durduğunuzda diğer kıyısını göremezsiniz. Ben de öyle düşünüyordum ama bir baktım ki kıyılar görünür oldu. Hem de iki taraftan da. Demek ki bir boğaza yaklaşıyoruz. Bu boğaz dediğim yerde karşıma Ulyanovsk şehri (foto – 0020 ULYANOVSK) çıkıyor. Bu şehir dünya tarihinin en önemli tarihi isimlerinden birinin doğduğu yer: Vladimir İlyiç Ulyanov (LENİN).

Ulyanovsk’u geçtikten sonra yukarıda bahsettiğim Jigulyovsk HES’na varıyorum. Yine havuz kanal, yine iniş. Ama Volga yoluna devam ediyor. Önümüzde iki önemli şehir bulunuyor. Tolyatti ve Samara. Tolyatti (foto – 0022 TOLYATTI) önemli bir sanayi merkezidir ve Rusya otomotiv sanayinin beşiği sayılır. SSCB ve Rusya’nın önemli otomobil üreticisi AvtoVAZ’ın merkezi buradadır. AvtoVAZ’ın %50’den fazla hissesi 2016’dan bu yana Fransız Renault’a aittir. Burada SSCB’nin efsanevi otomobilleri Lada markası altında üretilir. Jiguli, Niva, Sputnik, Samara ve ünlü mini otomobil Oka bu fabrikanın ürünleridir. Lada Niva’nın adı tüm dünyaya yayılmıştır ve birçok ülkede Lada Niva sevenler klüpleşmişlerdir.

Volga, Jigulyovsk HES’inden sonra 180 derece dönüş yapar ve artık batıya doğru akar. Bu keskin virajın bitiş noktasında Volga’nın diğer bir milyonluk şehri Samara çıkar karşımıza. Bir milyon yüzellialtıbinlik nüfusu ile Samara (foto – 0023 SAMARA) bölgenin bir sanayi devidir.

Samara’dan sonra Volga yine genişler. Bu önümüzde yeni bir baraj olduğuna işaret ediyor. Artık buna alıştım. Yeni bir baraj ve yeni bir havuz kanal geçişi. Önümüzdeki HES’in adı Saratov. Hemen aşağısındaki Saratov şehrinden alıyor adını. Yoluma devam ederken ilginç bir detay dikkatimi çekiyor. Önce Volga’nın sol kıyısında Marks isimli bir yerleşim yerinin yakınından geçiyorum. Ardından ise yine sol kıyısındaki Engels şehri karşıma çıkıyor. Umarım bahsettiğim detayı hissetmişsinizdir. Engels’in hemen karşısındaki sağ kıyıda ise Saratov şehri yeralıyor.

Bundan sonraki uğrak yerimiz yine bir milyonun üzerinde nüfusu olan Volgograd (Volga şehri) (foto – 0024 VOLGOGRAD). Volgograd’a sekizinci HES olan Volga HES’nın kanal havuzundan geçerek ulaşıyoruz. 1961 yılına kadar Stalingrad adını taşıyan bu şehirde görülecek çok önemli tarihi ve turistik yerler var. Ancak bunların başında Volgograd’ın simgesi olan Mamayev Kurgan gelir. 2. Dünya Savaşı’nda yaşanan Stalingrad savunmasının anısına yapılmış bir anıt kompleksidir. Bu savunma o kadar önemliydi ki İngiliz Başbakan’ı Winston Churchill, Tahran Konferansı’na gelirken yanında İngiltere Kralı VI. Georg’un özel bir hediyesini getirir. Stalingrad Kılıcı adını taşıyan bu hediyeyi yüksek misafirlerin huzurunda resmen teslim alan kişi İstanbul Taksim’deki Atatürk heykel kompozisyonundaki Voroşilov’dan başkası değildir! (foto 0025 - KILIC)

Volgograd’dan sonra hafifçe doğuya kıvrılan Volga artık yolunun sonuna gelmiştir.

 

3. Bölüm - Delta

Nehirler sadece kıyısında yaşayan insanlara sağladığı imkanlarla, insanlık tarihinin yazılmasına etki etmezler. İçinde aktıkları nehir yatağını rahat rahat akabilecekleri bir şekle getirmek için de uğraşıp dururlar. Sert kayalık araziler bile onlara kanyonlarla geçit vererek boyun eğerler. Volga’nın ise pek öyle bir derdi yok gibidir. Rusya ovası olarak bilinen havzası boyunca karşısına çıkan tepecikler birkaç yüz metreyi geçmez. Volga bu tepecikleri aşarken kıyının birinde eşsiz güzellikte yarlar meydana getirir. Çoğunlukla ise düz ovada aktığı için, neden olduğu erozyon sonucu arada bir yönünü değiştirir. Bizim menderes diye bildiğimiz kıvrımlar meydana getirir. Nehirlerin denize, okyanusa ya da bir göle döküldüğü yerlerde delta dediğimiz doğal oluşum meydana gelir. Deltalar nehirler gibi sürekli şekil ve yer değiştirirler. Mesela Milet bir zamanlar bir liman şehri idi. Fırat ve Dicle deltaları da yıllar önce şimdiki yerlerinden çok daha yukarıda bulunmaktaydılar.

Volgograd’dan sonra stepin ortasından tembel tembel akan Volga’nın deltası kendi gibi büyüktür. Kendisi gibi Avrupa’nın en büyük, Dünya’nın ise sekizinci büyük deltasına sahiptir. Burası bir ekosistem parkı statüsündedir ve 2019’da yüz yılını geride bırakmıştır. Son yılların ekoloji turizminde önemli bir yer almaktadır. 800’den fazla değişik türden canlının yaşadığı Volga Deltası adeta bir cennettir. 500’den fazla koldan meydana gelen deltanın alanı son 130 yıl içinde dokuz katı artmıştır.

Volga Deltası’nın hemen hemen ortasında seyahatimiz boyunca karşımıza çıkacak olan son şehir Astrahan’dır. Tarihi çok eski tarihlere dayanan Astrahan denildiğinde, doğal gaz, havyar, Mersin balığı, zengin fauna ve flora, ayrıca Astrahan karpuzu gelir. Nasıl ki Türkiye’de karpuz dendi mi Diyarbakır deriz, Rusya’nın Diyabakır’ı dendi mi Astrahan deriz! Burada nadiren bulunan altın havyarın kilosunun Londra’da 25.000 sterline alıcı bulduğu söylenir. Gram gram alınan siyah havyarın nasıl pahallı olduğunu ve öyle her yerde bulunmadığını siz de bilirsiniz.

Volga Deltası’nın diğer bir mucizesi uçsuz bucaksız tarlalara benzeyen lotus çiçekleridir. Lotus balı çok popülerdir.

Rusya’daki ve Avrupa’daki nehirlerin Anası Volga’nın suları deniz seviyesinden ortalama 27 metre aşağıda yeralan deltası içinden kıvrıla kıvrıla Hazar Denizi’ne dökülür.

Uzun seyahatimizin bitmesi şerefine bir Astrahan karpuzu kesiyorum. Yediğim bana, gördüklerimi size anlattım zaten.

Gördüklerim dedim de böylesi muhteşem bir seyahati yapmak için tabii ki uzun bir zamana ihtiyaç var, bir de kayığa! Her ikisinden de mahrum olduğum için bu seyahati ‘hayali’ olarak yaptım. Ancak modern teknoloji sayesinde bu hayal neredeyse gerçek gibiydi. Belki soracaksınız. ‘Peki sen hiç Volga’yı gördün mü?’ Rusya’ya gelip de Volga’yı görmeme şansı bana göre çok az.

Volga ile ilk defa Nijniy Novgorod’da tanıştım. Moskova’nın içinden geçen Moskova Nehri ileride Oka Nehri’ne dökülür, Oka ise Nijniy Novgorod’da Volga ile birleşir.

1991’in yaz ayları idi ve DEİK heyetine tercümanlık yapıyordum. Gittiğimiz yerler Nijniy Novgorod, Ufa, Volgograd ve Astrahan idi. Ufa - Volgorad – Astrahan arasındaki yolculuğumuz trenle idi ve bu sırada Volga ile bayağı senli benli olmak zamanını bulmuştum. Çok iyi hatırlıyorum Volga’nın üzerinde uzun mu uzun bir demiryolu köprüsünü aşıyoruz. Tabii ki bu nefes kesici manzaranın bir fotoğrafını çekmem lazım. Ben uygun bir kare yakalamak için uğraşırken vagon sorumlu kondüktör hanım yanımda bitiverdi ve bir haşlama, bir haşlama sormayın! Meğerse köprünün fotoğrafının çekilmesi yasak imiş. Hele de yabancılar tarafından. Bu size tuhaf gelmesin. O zamanlar daha SSCB dağılmamış ve memleket hala komünizme ilerleyen sosyalist bir memleket! Velhasıl kendisinden özür diliyorum ve çekmeye zamanım olmadı zaten diyorum. Oysa Zenit marka, İstanbul’da alınmış fotoğraf makinemin deklanşörüne bir kere basmışım. O fotoğraflar bir yerlerde tozlanıyor, ama nerede?

Dediğim gibi yolumuzun son durağı Astrahan olduğu için Volga’nın deltasını da gördüğümü söyleyebilirim. Tabii ki karpuzundan da yemişliğim vardır.

Size Türk inşaatçılar tarafından inşa edildiğini yazdığım Zavidovo’ya da hem inşaat sırasında hem de inşaattan sonra misafir olmuşum. Karşımızda akan tabii ki Volga.

En son Volga’yı Vesyegonks seyahatimiz sırasında Tver’de görmüşüm. Birkaç kere üzerinden geçmişim. Velhasıl Volga ile tanışıklığımız çok uzun yıllara dayanır.

Volga Nehri maceramız böylece bitiyor. Önümdeki Rusya haritasında görülesi nice dev nehir bulunuyor. Acaba hangisinden devam etsem diyorum. Galiba önce kendi gözümle gördüklerimden bahsedersem daha iyi olacak. Volga nehirlerin anası olduğu için ondan başlamıştım. İkinci sırada belki de en çok gördüğüm Moskva (Moskova) Nehri’ni anlatacağım. Bu bölümde sadece Moskva Nehri değil, Oka'da kürek sallayacağım.