Moskova

Moskova

25 Şubat 2018 Pazar

'Sabah esnemesi'



İlkel Rusya Doğa Festivali'nin katılımcısı Aleksey Volkov'un 'Sabah esnemesi' isimli çalışması.

Moskova’daki Ressamlar Merkez Evi’nde düzenlenen İlkel Rusya Doğa Festivali’nde, Rusya’nın doğal güzelliklerini yansıtan fotoğraflar ve belgesel filmlerle hem Rusya, hem de diğer ülkelerden doğaseverleri buluşturdu.

Bu yıl beşinci kez düzenlenen festivalin temaları arasında çevrenin korunması, fotoğraf, bilim, Rusya’nın yerli halkları, hayvanlar, seyahat, etnografya, çizgi filimler yer alıyor.


Festival ile ilgili daha fazla bilgi www.fotocult.ru  sitesinde.

Zhivopisniy Köprüsü


Köprüler yalnızca bulundukları yerleri güzelleştirmekle kalmıyor, kültürleri ve insanları da birleştiriyor.

Sıra dışı bir tasarım, alışılmadık dekor, derin sembolik anlam ve ayrıntılarda gizlenmiş muhteşem görüntü gibi nüanslar bazı köprüleri özel yapıyor.

Bazı köprüler dönüştürülebilir ve olağandışı biçimler alabilirken, diğerleri güzelce dekore edilmiş ve romantik duygulara ilham kaynağı oluyor. Dünyadaki en sıra dışı köprüler olduğu iddia edilen yapıların her biri kendi benzersiz özelliklerine sahip.

Sputnik’in gerek tasarım gerekse teknoloji harikası olan dünyanın en ilginç köprülerini derlediği seçkide yer alan, sıradışı mimarisi, kırmızı rengi ve görkemli Moskova Nehri manzarasıyla dikkat çeken Zhivopisniy Köprüsü de bunlardan biri.

Bu köprü, Rusya'nın başkenti Moskova'da 2007 yılında hizmete açılmış.

Lev Tolstoy’un okumanızı istediği yazarlar ve romanlar / Maksim Gorkiy



Balzac’a şahsen ne borçlu olduğumu bilemem ve söyleyemem fakat onun genel olarak Rus edebiyatına etkisi çok büyüktür. Bu husus, Lev Tolstoy tarafından da kuşkuya yer bırakmayacak şekilde doğrulanmıştır. Bana şu soruyu sormuştu:

“Yabancılardan en çok kimi okuyorsunuz?”

Söyledim.

“Güzel. Ama Fransızları daha fazla okuyun. Bir dönem herkesin yazmayı öğrendiği Balzac’ı, Stendhal’i, Flaubert’i, Maupassant’ı okuyun. Yazmayı iyi bilirler, biçim duyguları ve içeriği yoğunlaştırma becerileri şaşırtacak kadar gelişmiştir. Onların yanına yalnızca Dickens’ı, belki bir de Thackeray’i koymak mümkündür. Eğer ben Stendhal’in Parma Manastırı’nı okumamış olsaydım, Savaş ve Barış’ın savaş sahnelerini yazamazdım.”



Kaynak: Edebi Portreler, Maksim Gorkiy, Çeviren: Ayşe Hacıhasanoğlu, Yordam Kitap


24 Şubat 2018 Cumartesi

Sovyet Edebiyatının Doğuş ve Gelişim Dönemlerinde Şolohov’un Yeri

Ataol Behramoğlu
Rus Edebiyatı Yazıları




Mihail Şolohov, Ukrayna Kazaklarından bir köylü kadınla bir değirmencinin oğlu olarak Don kıyılarındaki bir Kazak köyünde 1905’te doğdu. Bir din okulunda ve lisede öğrenim gördü. İç savaş yıllarında, ülkeye tarım ürünleri sağlamakla, “kulak”ların karşı devrimci eylemleriyle mücadele etmekle görevli işçi birliklerinde yer aldı. 

1922 yılı sonlarında geldiği Moskova’da bir süre işçilik ve hamallık yaparak yaşamını kazandı. Sonradan “Don Nehri Hikayeleri” ve “Gök Mavisi Bozkır” adlı kitaplarında yer alacak ilk hikayeleri 1923-24 yıllarında gazetelerde yayımlandı.

İşçi yazarların oluşturduğu “Genç Muhafız” adli edebiyat topluluğuna katıldı. 1920’lerin ilk döneminde, “Erken Sovyet Anlatısı” diye nitelenen bir anlatı türünün başlıca yapıtları yayımlandı. Bunlar, Vsevolod lanov’un “14-69 No.ht Zırhlı Tren”i (1922), Aleksandr Malışkin’in “Dair’in Düşüşü” (1923), Dimitri Furmanov’un “Çapayev”i (1923). İshak Babel’in “Kızıl Süvarileri (1923). Aleksandr Seraafımoviç’in “Demir illtfant” (1924). vb.dir. 1Cahra-Ilanları tek tek kişilerden çok kitleler olan bu yapıtların başlıca anlatım özellikleri, kısa ve kesik kesik cümlelerle, romantik, coşkulu bir anlattın dizemiyle (ritm) yazılmış olmalarıdır. Henüz yaşanmış, yaşanmakta olan olayların sıcağı sıcağın aktarıldığı bir çeşit anı-güne (‘ türünde yapıtlar da denebilir bunlara.


Aynı yıllarda. 19. yüzyıl gerçekçi edebiyat geleneklerini ve anlatım özelliklerini sürdüren romanlar da yazılmaktaydı. Konstantin Fedin’ in “Kentler ve Yıllar" (1924). Gorki’nin “Artamonovlar” (1925), Fyodor Gladkov’un “Çimento”su (1925) böyle yapıtlardır. Şolohov’un 1926 yılında yayımlanan kitaplarında yer alan hikayeleri, “Erken Sovyet Anlatısı” ve şiirine özgü romantik öğeleri taşımamakla onlardan ayrılır. Bu hikayelerde Don Nehri bölgesindeki iç savaş. Kazak köylerinde yeni düzenin temsilcileriyle karşı devrimciler arasındaki çatışmalar. babaya oğulla. kardeşi kardeşle karşı karşıya getiren acımasız toplumsal oluşumlar, gerçekçi bir bakış açısı ve soğukkanlı bir anlamla yansıtılır. Fakat yine bu hikayelerde, gerçekçi yöntemin, “Erken Sovyet Anlatısı”nın başlıca ürünlerinde gördüğümüz “doğalcılık” (natüralizm) öğelerini taşıdığını da belirtmek gerekir. Şolohov’un ilk yapıtlarında da gözlemlenen önemli bir özelliği insan yazgılarını, toplumsal, tarihsel bir kesit içinde, fakat aynı zamanda da tek tek ve derinliğine gösterebilme ustasıdır. Bu ustalık, “Durgun Don”da büyük boyutlara ulaşır. Şolohov “Durgun Don”u dört büyük ciltte. 1928-40 yılları süresinde yayımladı. Destan-roman türünün Rus edebiyatındaki büyük yaratıcısı “Savaş ve Barış’la Tolstoy’dur. Tolstoy’un dev yapıtında. insan kişilikleri tarihsel-toplumsal kesitler ve streçIerde ve denebilir ki diyalektik bir alkış ve oluşum içinde ele alınır. Şolohov, “Durgun Don”la Tolstoy geleneğinin doğrudan sürdürümcüsüdür. Şolohov’un bu süre getirdiği yenilik, ahlaksal toplumsal psikolojik sorunların, çatışkıların ve oluşumların karmaşasında. İlk kez halktan insanların, sıradan köylülerin bu türden bir romanın konusu olmalarındadır. Ve bu karmaşa, bu çatışkı ve oluşumlar süreci, Rus toplum yaşamının 1912-1922 yıllar arasındaki, olağanüstü önemde bir dönemidir. “Durgun Don” kişisel ve toplumsal olanın alabildiğine yoğun, bütünsel, derinliğine birleştirilebilmiş olmasıyla çağdaş dünya edebiyatının hiç kuşku yok ki en önemli yapıtlarındandır. Sovyet gerçekçiliğini, yeni insanın çatışkılar içinde oluşumunu kavramada öncelikle başvurulması gereken bir yapıttır. Şolohov’un yapıtları, (“Durgun Don”, ve onu izleyen “Uyandırılmış Toprak”), yerel konuşma tatlarından, deyim ve sözcüklerinden kaynaklanan, zengin, yoğun, şiirsel dilleriyle de özgündürler. Moskova’ya 1922’de gelen Şolohov çok az kaldı başkentte. Bir iki yıl sonra, doğup büyüdüğü Don bölgesine döndü, Vcşenska’ya bölgesine yerleşti; sade, halktan bir insan olarak, ölümüne kadar, hemen hemen hiç ayrılmamacasına orada yaşadı. Nobel Edebiyat ödülünü alması da bir değişiklik getirmedi bu halk insanının yaşamına. Bambaşka dünyaların ve inançların insanları, bambaşka koşulların ürünleri olmalarına karşın, Solohov’la çağımızın bir başka büyük yazarı, Amerikalı Faulkner arasında, gerek yazarlıkları gerek yaşamları bakımından, yakınlıklar bulunduğunu düşünüyorum.

23 Şubat 2018 Cuma

ALEKSANDR PUŞKİN’İN DEHASI VE RUS EDEBİYATINDAKİ ÖNEMİ


MUHAMMED TAŞKESENLİGİL




ÖNSÖZ

Bu çalışmamızın konusu, 19. Yüzyıl şair ve romancılarından, Rus edebiyatının kurucusu Aleksandr Sergeyeviç Puşkin’ in sanatının önemi, Rus edebiyatına kazandırdığı eserleri, dehası gibi konuları incelemektir.

Puşkin’i incelemekteki maksadımız, kendinden sonra gelen Gogol, Dostoyevski, Tolstoy, Çehov gibi aydınları ve edebiyatçıları nasıl etkilediğini özümsemek ve Rus edebiyatı için taşıdığı değeri irdelemektir.

Bu çalışmayı yaparken faydalandığımız kaynakları dipnot göstererek ve kaynakçada da bunları belirterek çalışmamız için gereken olan önemli kısımları alıntı yaptık. Çalışmamız boyunca uygulayacağımız yöntem şu şekildedir: ilk olarak Puşkin’i nasıl anlatmalı konusuyla başlayacağız. Akabinde Puşkin’in dehası, Puşkin ve Rus edebiyatı gibi konulara değineceğiz. Puşkin öncesi Rusya’da yaşanan tarihi olayları da inceledikten sonra; sanatı, eserleri ve Rus edebiyatındaki yeri şeklinde naklettiğimiz konuları aydınlatmaya çalışacağız.

PUŞKİN’İ NASIL ANLATMALI?

Aleksandr Sergeyeviç Puşkin üzerine yazmak bana her zaman güç gelmiştir. Rus edebiyatının herhangi bir başka yazarı üstüne, Gogol, Dostoyevski, Turgenyev, Çehov, Tolstoy vb. konusunda sanki daha kolaylıkla yazılabilirmiş duygusu var içimde. Onların yaşam süreçlerini ve yapıtlarındaki ana özellikleri bir tanıtma yazısı içinde özetlemek sanki daha kolay. Nereden geliyor bu duygu? Söz konusu yazarlar Puşkin’den daha az mı yazmışlar, ya da daha mı az yoğun yaşamışlar? Böyle bir şey de söz konusu değil. Yukarda adını ettiğim yazarların her birinin toplu yapıtları Puşkin’inkinden daha çok sayfa tutar ve her birinin yaşamı, Puşkin’inkinden daha az yoğun ya da trajik değildir. Öyleyse Puşkin üstüne konuşma zorluğu nereden kaynaklanıyor?

Pek çok yazarın, zamanında büyük ün kazanmış ve değeri bugün de sürmekte olan pek çok yazarın, gerek anlatım biçimleri, gerekse yapıtlarındaki konular ve tanıştıkları sorunlar, yaşadıkları dönemlerin sınırları içinde kalmıştır. Turgenyev’in ”Babalar ve Oğulları”nı düşünelim.  Bu romanın sanatsal değerini, tartıştığı konuların bugünün toplumlarında da geçerli olan önemini yadsıyabilir miyiz? Fakat Bazarov tipi, her şeye karşın yaşamayan bir tiptir artık. Canlılığı eksiktir. Yazıldığı dönemin tozları sinmiştir üstüne ve daha da ileri giderek “Suç ve Ceza”nın Raskolnikovu ’nu ve “Savaş ve Barış”ın Natalya’sı için aynı şeyleri söyleyeceğim. Söz konusu yapıtların ölümsüz sanat değerlerine, yazarlarının tartışılmaz dehalarına karşın… ve bir an, Çehov’un öykü ve oyun kahramanlarını düşünelim. Tüm canlılıklarına karşın, yer yer fazlaca romantik, ağır bir hava sinmiştir onların üstüne de. ( Milliyet sanat”, 22.20.1979 )

Bu noktada, Puşkin’in yapıtlarını ve bu yapıtlarını düşünüyorum. “Yüzbaşının Kızı”ndaki önemsiz bir tipi Şvabrin’i düşünüyorum örneğin. Kıskançlık ve tutku yüzünden, kendi sınıfına ihanet eden, hiç inanmadığı halde Pugaçev hareketine katılan bu döneğin kişiliğinde bugünün şu ya da bu yönde döneklerinin, karyeristlerinin capcanlı çizgilerini görmemek olası mı? Yine “Yüzbaşının Kızı”nda, belki önemsiz görülebilecek bir başka tipin, Pugaçev’in kurmay başkanı olan yaşlı köylünün kişiliğinde, Sovyet devrimindeki bir Çapayev’in, bizim Kurtuluş Savaşımızın herhangi bir halk liderinin, Zapata hareketine katılmış bir Meksikalı köylünün ve bugünün Türkiye’sinde ya da bir başka ülkesinde her an karşılaşabileceğimiz bilinçli ama tam da bilinçli olmayan, bu yüzden öfkeli ve eline olanak geçerse acımasız da olabilecek bir halk önderinin çizgileini görmemek olası mı?


Ayrıca Pugaçyev’in kendisinin abartmalardan alabildiğine arıtılmış, ne olumlu ne de olumsuz yönde şişirilmiş, olabildiğince yalın kişiliği; sanki günümüzün de bir halk kahramanı olabilecek kadar canlı betimlenmiştir. “Menzil Bekçisi”ndeki yaşlı adam, tüm dünyada yaşlı ve ezik halk insanlarının simgesi olacak kadar yalın ve gerçekçi çizgiler taşımaktadır. “Yevgeni Onegin”in Tatyana’sı, sadece Rusya’da değil tüm dünyada ve sadece yazıldığı yüzyılda değil bugünün dünyasında, sevgisine ihanet edilmiş onurlu bir kadının, bir taşra kızının, gösterişsiz ama sapasağlam değerlerinin ölümsüz simgesi olmuştur.

Puşkin’in yapıtları üzerinde tek tek durulabilir, bunların erdemleri ve bugün eskimiş sayılabilecek yanları sayılıp dökülebilir. Fakat asıl güçlük, onu gerçekçi Rus edebiyatının kurucusu yapan, sadece 19. Yüzyıl Rus edebiyatının değil günümüzde de Rus dilinde yazılan edebiyatının en büyük esinleyicilerinden, yol göstericilerinden biri kılan özelliklerini tanımlayabilmektir. “Yüzbaşının Kızı” ile karşılaştırılınca bütün romanlarımız ve büyük hikâyelerimiz yavan kalıyor. Saflık, yumuşaklık, öyle bir yüksekliğe ulaşıyor ki bu yapıtta, gerçek bile yapmacık ve karikatürize edilmiş gibi görünüyor. Ortaya ilk olarak gerçekten de Rus karakterleri çıkıyor. Kalenin basit komutanı, karısı, bayraktar, biricik topuyla kalenin kendisi, zamanın karışıklığı, sıradan insanların o alçakgönüllü büyüklüğü. Bütün bunlar yalnız gerçek değil, onu da aşan bir şey. Gogol’ün sözlerindeki “saflık”, “yumuşaklık”, “alçakgönüllü büyüklük” kavramlarının altını çizmek istiyorum. Bunlar tek başlarına Puşkin’i özetlemezler. Fakat “özlülük”, “yalınlık” kavramlarıyla birlikte, Puşkin’in yaratıcılığını kavramamıza yardım edecek anahtar sözcüklerdir.

Puşkin, hiç kuşkusuz, bir sanat dehasıdır. Çok sevdiği ve etkilendiği Shakespeare ölçüsünde bir yazardır kanımca… Shakespeare’in yapıtlarındaki halksal canlılık, zekâ, akıcılık, yalınlık, “alçakgönüllü büyüklük”, Puşkin’in yapıtları için de tümüyle geçerli değerlerdir. 1820 yılında yani yazarı henüz 21 yaşındayken yayınlanan “Ruslan ile Ludmila” destanından başlayarak, şiirlerinin büyük çoğunluğunda, “Boris Godunov” tragedyasında, ünlü şiir romanı “Yevgeni Onegin” de ve “Yüzbaşının Kızı” nda, kısaca tüm yapıtlarında egemen olan; zekâ, duygu, alaycılık, yalınlık, özlülük, akıcılık gibi kuru ve didaktiktir. Yaratıcılığının kaynağında, eski Yunan ve Latin klasiklerindeki yalınlık, Shakespeare’in halksal canlılığı, Byron’un kıvrak ve alaycı zekâsı, Fransız ve Rus aydınlanmacılığının ilerici ülküleri ve kimi zaman köylü kılığına girerek panayırlarda konuşmalarına, türkülerine kulak kabarttığı Rus halkının tüm halklar gibi binlerce yıl ötelere damıtılmış, yalın bilgeliği vardır. Puşkin’in yapıtları, tüm bu özelliklerin olağanüstü bir sentezi ve hiç abartmaksızın söyleyebiliriz ki, erişilmesi, yinelenmesi çok güç bir plastik ve estetik düzeyin ölümsüz örnekleridir. Puşkin üzerine yazma güçlüğü, onun bu özelliklerini tanımlama güçlüğünden doğuyor. “Alçakgönüllü büyüklüğü”; gerçeğin ta kendisinden kaynaklandığı ve alabildiğine yalın olduğu halde “gerçek değil, onu da aşan şey”i tanımlamak kolay değil çünkü. Bir de, tutkuları, coşkuları, kederleri, uçarılıkları, başkaldırıları ve özlemleriyle; kısaca, tek bir çizgiye indirgenemeyecek çok yönlü, bütünsel kişiliğiyle tüm zamanların çağdaşı kalacağına inandığım bu büyük yazarı, şematik kalıplara dökerek tanımlamaya çalışmak insanın içine sinmiyor.
   
PUŞKİN’İN DEHASI

Aleksandr Sergeyeviç Puşkin 1799’da Moskova’da doğdu. 1837’de Petersburg’da bir düelloda aldığı yara sonucunda iki gün sonra öldü. Lirik şiirlerinin önemli bir bölümü 1823-1830 yılları arasında yazıldı. Anlatı şiir türünde “Yevgeni Onegin” yapıtlarının başlıcaları da yine bu dönemin ürünüdür. “Onegin” tamamlanmış durumuyla ilk kez 1833’te yayımlandı. 30’lu yıllarda Puşkin, ilk gençlik döneminden itibaren karşılaşmaya başladığı siyasal baskıların yoğunlaşmasının da etkisiyle, tarih araştırmalarına, roman ve öykü türünde çalışmalara yöneldi. Gerçi tarihe özellikle de ulusal tarihe ilgisi yine ilk gençlik dönemlerinde başlamış; konusunu ulusal tarihten alan “Boris Godunov” 1825 yılında yayınlanmıştı. Bu kadar kısa bir zaman süresi içinde lirik ve epik şiir türlerinde, tiyatro, roman ve öykü alanlarında bu kadar çok ve çeşitli ürün verebilmek ve bu ürünlerle de çığır açabilmek, ulusal edebiyatın sınırlarını da aşarak dünya edebiyatının devleri arasında yer alabilmek ancak “deha” sözüyle nitelenebilir.

Aydın ve aristokrat bir ailede dünyaya gelen Aleksandr Puşkin’in anne tarafında büyük dedesi Habeşistanlı bir prensin oğlu Abram Hannibal’dir. Puşkin Afrika kökenli bu büyük dedeyi tamamlanmamış roman denemesi “Büyük Petro’nun Arabı”nda (1828) anlatmıştır. İlk eğitimini yabancı eğitmenlerden alarak başta Fransızca olmak üzere yabancı diller öğrenen Aleksandr Puşkin’in bu yıllardaki eğitiminde bir Rus köylü kadınının, Arina Rodionovna’nın etkileri kuşkusuzdur. Rus halk şiirine, masallara Rus konuşma dilinin deneyimlerine ve anlatım özselliklerine ilgisini bu sıradan halk kadınına ve anne tarafından ninesi Mariya Hannibal’a borçlu olan Puşkin, yine çocukluk döneminde bir yandan Moliere, Baumarchais gibi Fransız klasiklerinin, başta Voltaire olmak üzere XVIII. Y.y Fransız aydınlanmacılarının yapıtları okuyor, öte yandan, o dönem Rus edebiyatı ürünlerini okumanın yanı sıra, bu edebiyatın N.M. Karamzin, V.A.Jukovski gibi yaratıcılarını, Puşkin’lerin salonunda düzenlenen toplantılara konuk geldiklerinde kişisel olarak da görüp tanıyordu. Bu yoğun ve çok yönlü özel eğitime, o dönemin ayrıcalıklı aristokrat çocukları için Petersburg’da açılan “Tsarskoye Selo”(çar köyü) lisesindeki öğrenim eklenecektir. ( Şiirlerinden Seçmelere Önsöz, “İnsanüstü Bir Anıt Diktim Kendime”, Adam Yayınevi, İstanbul, 1996 )

PUŞKİN VE RUS EDEBİYATI

Ulusal Rus Edebiyatının Yaratıcısı

Doğumunun 200.yılında ülkesi Rusya’da ve başka ülkelerde çeşitli etkinliklerle ve yayınlarla anılmakta olan Aleksandr Sergeyeviç Puşkin Rus edebiyatının ulusal-gerçekçi bir yönde gelişmesini ve bu anlamda evrenselleşmesini sağlayan yazarlar zincirinin ilk ve birçok bakımdan en önemli halkasıdır. Ulusal Rus edebiyatının bir başka büyük yaratıcısı Gogol’ün çağdaşı olan Puşkin, şiirleri, nesir alanında yapıtları, yazıtları ve eylemleriyle bütün bir 19.yüzyıl Rus edebiyatının esinleyicisi, yol göstericisi olmuştur. Ana dil yaşadığı sürece ölümsüz kalacak dünya yazarları arasında Aleksandr Puşkin hiç kuşkusuz en ön sıralarda yer almaktadır.

Puşkin Öncesi Rus Toplum ve Edebiyatına Kısa Bir Bakış
           
10.yüzyıl ortalarında Hıristiyanlığı kabul eden Ruslar bunu izleyen birkaç yüzyıl süresince eski Slavca dilinde dinsel bir edebiyatın ürünlerini verdiler. Bu arada folklor gerçekten zengin ürünlerini oluşturmayı sürdürmekteydi. 13. Yüzyıl ortalarında başlayan ve 250 yıl süren Moğol istilası Ruslar’ın Balkanlar ve Batı’yla ilişkilerini kopardı. Batı ülkelerinde Rönesans yaşanmaktayken Rus ortaçağı denilebilecek bir dönem 16. Yüzyıla kadar sürdü. 1547’de “bütün Rusya’nın çarı” olarak taç giyen IV.(müthiş) İvan yönetiminde Rusya güçlü bir imparatorluk olma yönünde adımlar attı. İngiltere’yle ilişkiler ve Rusya’da ilk basımevinin kurulması bu dönemde gerçekleşti. 1613’te ilk Romanov’un tahta çıkışı Rusya tarihinde yeni bir sayfayı başlattı. İlk Rus tiyatrosunun kurulduğu tarih olan 1672’nin aynı zamanda Romanov’lar soyundan I. Petro’nun tahta çıkışı Rusya tarihinde yeni bir sayfayı başlattı.

İlk Rus tiyatrosunun kurulduğu tarih olan 1672’nin aynı zamanda Romanov’lar soyundan I. Petro’nun doğum tarihi oluşu anlamlı bir rastlantıdır. 1682’de çar olan Büyük Petro’nun 1725’e kadar süren yönetiminde Rusya sözcüğün tam anlamıyla çağ atladı. Batı ülkelerinden getirtilen yüzlerce bilim-teknik insanının çalışmaları, sanayileşme yönünde atılan adımlar, kilise reformları yapılarak dinsel kurumların kamu yönetiminden uzaklaştırılması, alfabe ve takvim reformları yapılarak dinsel kurumların kamu yönetiminden uzaklaştırılması, alfabe ve takvim reformları, 1703’te İlk Rus gazetesinin yayınlanışı, bütün bu alanlarda sayısız reform ve devrim Rusya’yı bir Batı ülkesine dönüştürdü. Toplumsal dönüşümlere kültür ve edebiyat alanındaki yeni oluşumlar eşlik etti. Tredikovski, Kantemir, Lomonosov, Sumarokov, Fonfizin, Derjavin, Karamzin, Jukovski, Batyuşkov, Krılov, Radişçey v.b şair ve yazarlar Rus edebiyatının ulusal, laik, aydınlanmacı bir yönde gelişmesinde önemli kilometre taşları oldular. Puşkin ve Gogol’le evrensel düzeyde ürünler vermeye başlayacak olan 19. Yüzyıl Rus edebiyatının temel özellikleri böylece atılmış oldu. ( Cumhuriyet kitap dergisi, 1999 )

SANATI, ESERLERİ ve RUS EDEBİYATINDAKİ ÖNEMİ

Aleksandr Puşkin her şeyden önce ozandır. Rus ve dünya yazınına, aralarında «Ruslan ile, Ludmila», «Çingeneler»; «Bahçesaray Çeşmesi», «Kafkas Tutsağı», «Yevgeni Onegin» gibi anlatı - şiirler de bulunan ölümsüz bir şiir mirası bırakmıştır. Fakat onun «Byelkin'in Hikâyeleri», «Dubrovski», «Yüzbaşının Kızı» v.b. öykü ve romanları da, şiir türündeki yapıtlarından daha az ünlü değildir. Hatta şiir çevirisinin özel güçlükleri nedeniyle, kendi ülkesi dışında şiirlerinden çok, öykü ve romanlarıyla tanındığı söylenebilir. 1799'da, zengin ve aydın bir ailenin çocuğu olarak Moskova'da doğdu. Zamanın soylu aile çocuklarının tümü gibi, ilköğrenimini Fransızca gördü. Yine çocukluk yıllarında Yunan Latin klasiklerini, Voltaire, Rousseau gibi özgürlükçü, aydınlanmacı Fransız yazarlarını okuma olanağı buldu. Bir Rus köylü kadını olan dadısından da, Rusçayı, Rus halk masallarını öğrendi. Puşkin öncesi Rus yazınının ana yönelişleri, romantizm ve klasisizm akımlarıydı. Bunlar da daha çok Batı yazınlarının etkisi altında doğmuşlar, ulusal- temele yeterince oturmamışlardı. Puşkin, Batı kültürü ve özgürlükçü düşünceyle Rus halk duyarlığını kaynaştırdığı yapıtlarında, Rus yazın dilini gerek sözcük dağarı gerekse tümce yapısı ve anlatım özellikleri bakımından arındırmış ve zenginleştirmiş, bu dile çağdaş ve ulusal bir yapı kazandırmış, yapıtlarında ilk kez Rus toplumunu halksal özelliklerini yansıtan tipler yaratmakla Rus yazınında ulusal ve gerçekçi çığırın öncüsü olmuştur.

Puşkin sonrası 19. yüzyıl Rus yazınının bütün büyük yazarları onun yapıtlarıyla beslenerek yetişmişlerdir. Puşkin'in anlatı türünde ilk yapıtı, 1827 yılında yazmaya başladığı «Büyük Petro'nun Arabı'dır. Bu özyaşamsal - tarihsel roman denemesi tamamlanmamış olmasına karşın, sağlam kuruluşu, yalın anlatımı, kişilerin gerçekçi betimlenişleriyle göze çarpar. Puşkin öncesi Rus yazınında anlatı dili şiir dilinden henüz tam olarak ayrılmamıştı. «Büyük Petro'nun Arabı» bu ayrımın oluşmasında önemli bir adım olmuştur.

1830 yılının ürünü olan «Byelkin'in Hikâyeleri», süssüz, yalın bir üslupla yazılmış, gerçekçi, özlü sanat ürünleridir. Bu öykülerde Puşkin, halk insanlarını büyük bir yalınlık, gerçekçilik ve ustalıkla çizmiştir. «Menzil Bekçisi» öyküsünde bekçi ve kızı, «Tabutçu» da tabut yapımcısı ve kızları, «Köylü Genç Bayan» da hizmetçi kızlar, uşaklar, sevecen bir alaycılık ve duyguyla çizilmiş bütün bu tipler, gerçekçi Rus yazınına örnek oluşturmuşlar; Dostoyevski, Nekrasov, Tolstoy, Çehov v.b. daha sonraki dönemlerin birçok büyük yazarı için tükenmez esin kaynakları olmuşlardır. Bütün bu öyküler ince bir alay, zekâ, yalın ve şen bir insan sevgisiyle örülüdür. Yine 1830 yılı ürünü olan «Goryuhino Köyü Tarihi», toplumcu gülmecenin, parodinin gerçekçi yazında güçlü bir örneğidir. 1832 – 33 yıllarının ürünü olan «Dubrovski» adlı romanı, yukarda adı edilen yapıtlarının ortak özelliklerini taşır. Yalın, akıcı anlatımıyla «Byelkin'in Hikâyeleri»ne yakındır.  ( Şiirlerinden Seçmelere Önsöz, “İnsanüstü Bir Anıt Diktim Kendime”, Adam Yayınevi )


Bu anlamda, «Büyük Petro'nun Arabı»na göre, Puşkin'in romancılığında ileriye doğru önemli bir adımdır. Kurgusu da çok daha işlek ve sağlamdır. Haydut olmak zorunda kalan soylu kişi, romantik edebiyatın bilinen bir kahramanıdır. Puşkin, «Dubrovski»de, bu romantik kahramanı ve çevresinde gelişen olayları, yine romantik renkler taşımakla birlikte, halksal, ulusal, gerçekçi bir temele oturtmayı başarmıştır.

Romanda dönemin Rus derebeylik düzeni ve ona uşaklık eden bürokrasiyle acımasızca alay edilmekte, Kirila Petroviç tipinin çevresinde Rus derebeylik düzeni, günlük yaşam özellikleriyle, sevecenlikten de yoksun olmayan ince bir alaycılıkla sergilenmektedir. Bu bakımdan «Dubrovski», Gogol’un bazı ilk dönem yapıtlarıyla da ortak özelikler taşır. Puşkin'in Rus halk tiplerine, onların yaşamlarına, konuşmalarına, göreneklerine duyduğu (bu kez alaycılıktan yoksun olmayan) ilgi ve sevgi, «Byelkin'in Hikâyeleri»nde ve daha sonraki «Yüzbaşı'nın Kızı»nda olduğu gibi, «Dubrovski»de de büyük yazarın başlıca özelliklerindendir. Yine «Dubrovşki»de, romantik aşk öyküsü çevresinde, Puşkin'i çok ilgilendirmiş olan «halk ayaklanması» konusu ilk kez yansımaktadır. Sonradan,

17. yüzyıl Rus köylü ayaklanması ve ayaklanmanın ünlü önderi Pugaçev konusunda «Pugaçev Ayaklanması Tarihi» adlı bir inceleme de yazacak olan Puşkin, «Boris Gudunov» adlı tragedyasında ve «Yüzbaşının Kızı» romanında da bu konuyu işlemektedir. «Dubrovski»yi, konunun romantik örgüsüne karşın, acımasız, baskıcı bir yönetime karşı bir halk ayaklanmacısını konu alışıyla, yazıldığı dönem bakımından, oldukça gözü pek bir yapıt saymak gerekir.

Yine aynı dönemin ürünlerinden «Maça Kızı»nda, hedef bu kez Petersburg sosyetesidir. «Maça Kızı»nı bir fantezi, traji - komik bir öykü olarak görmek olası. Fakat öykünün kahramanı Hermann konusunda Dostoyevski'nin değerlendirmesi, bu anlatıyı biraz daha derinliğine irdelemede ışık tutucu olabilir. Şöyle niteliyor Dostoyevski, «Maça Kızı»nın kahramanını: «... Muazzam bir kişilik, Petersburg döneminin (Puşkin'in Petersburg dönemi ürünlerinin / A.B.) alışılmadık bir tipi... Onda bir Napolyon profili ve bir iblis ruhu var...» Dostoyevski'nin bu değerlendirmesinden yola çıkarak, Hermann'ı, Raskolnikov'un (Dostoyevski'nin ünlü kahramanının) hazırlayıcısı, bir ön örneği olarak da görebiliriz... Hermann tipinin Gonçarov'un «Oblomov» undaki Ştolts tipiyle yakınlığı da, Puşkin'in «Maça~ Kızı»nda «Rusya'nın yeni, kapitalist döneme girişini» incelikle yansıttığı konusundaki yargılara bir kanıt sayılabilir. «Mısır Geceleri» yine yüksek sosyete çevrelerine yönelik acı bir alaydır.  ( Şiirlerinden Seçmelere Önsöz, “İnsanüstü Bir Anıt Diktim Kendime”, Adam Yayınevi, İstanbul, 1996 s, 28)

Modern bir anlatım ve kurgu özellikleri taşıyan öyküsünde Puşkin, dönemin resmi yazın çevrelerine ve baskıcı yönetime karşı, sanatın özgürlüğü konusunda düşüncesini ustaca yansıtmaktadır : «Çünkü yasak tanımaz rüzgâr, Zincir vurulmaz kartala, genç kız kalbine. Şair de öyledir işte İçinden geldiği gibi yaşar... » «Mısır Geceleri» nde, Puşkin, romantik esinlenme anlayışına karşı, sanatı bir ustalık, bir beceri olarak gören kendi gerçekçi anlayışını da yine ustaca ortaya koymaktadır... «Roslavlev», Napolyon'un Rusya seferi sırasındaki Rus yüksek sosyetesini incelikle eleştiren bir küçük anlatıdır. Yine de, bu birkaç sayfalık anlatının, «Savaş ve Barış»ta Lev Tolstoy'u etkilemiş olduğu söylenebilir... Anlatının kahramanı genç kız, Puşkin'in pek çok yapıtının kahramanları gibi, o dönem ve daha sonraki gerçekçi, ulusal Rus yazınının ilk örnek tiplerinden biridir.

Yurt dışına yolculuk, Puşkin'in büyük bir özlemiydi. Yazık ki bu özlem gerçekleşemedi. Baskıcı çarlık yönetimi yurt dışına çıkış izni vermedi ona. 1829 yılında, Osmanlı - Rus savaşı sırasında Rus ordusuyla birlikte yola çıkışı, bu yurt dışı yolculuğu özlemiyle ilgilidir. Bu yolculuğun izlenimlerini yansıtan (1836' da yayınlanan) «Erzurum Yolculuğu»nda belirttiği gibi, ayak bastığı yabancı topraklar Rus ordusunca ele geçirilmiş yerler olduğu için, yine de yabancı bir ülkeye ayak basmış olmuyordu...

«Erzurum Yolculuğu» Puşkin’in çok, yönlü zekâsının, kültürünün ışıltılarıyla parlayan bir yapıtıdır. Kafkas doğası betimlemelerinin, yıllar sonra, bir başka büyük yazarı, Maksim Gorki'yi etkilemiş olduğu rahatça söylenebilir. Savaş alanı betimlerinin ise, «Sivastopal»da ve hatta «Savaş ve Barış»ta Lev Tolstoy'u derinliğine etkilemiş olduğu açıklıkla görülebilmektedir. Savaş alanı betimlemerinde, dönemin siyasal koşullarının çok ötesinde, insancıl bir yaklaşımı var Puşkin'in: «Yolda yanlamasına uzanmış yatan genç bir Türk'ün cesedi önünde durdum. 18 yaşlarında bir delikanlıydı bu. Bir kızınkini andıran solgun yüzü henüz tazeliğini yitirmemişti. Sarığı tozlar içinde yatıyordu. Tıraşlı ensesinde bir kurşun yarası vardı...» Bu tümceler, bütün tarih kitaplarından çok daha belirgin ve elle tutulurcasına gözlerimizin önünde canlandırmaktadır bir savaş alanı görüntüsünü. ( Tüm öykü ve romanların yeni basımına önsöz. Cem yayınevi,İstanbul, 1990.)

Puşkin anlatı alanında başyapıtı olan «Yüzbaşının Kızı» nı da 1836 yılında tamamlayıp yayınladı. Gogol bu romanla ilgili olarak şöyle demektedir: «Yüzbaşının Kızı ile karşılaştırılınca bütün romanlarımız ve büyük hikâyelerimiz yavan kalıyor. Saflık, yumuşaklık öyle bir yüksekliğe ulaşıyor ki bu yapıtta, gerçek bile yapmacık ve karikatürize edilmiş gibi görünüyor. Ortaya gerçekten de ilk olarak Rus karakterleri çıkıyor. Kalenin basit komutanı, karısı, bayraktar, biricik topuyla kalenin kendisi, zamanın karışıklığı, sıradan insanların o alçak gönüllü büyüklüğü. Bütün bunlar yalnızca gerçek değil, onu da aşan bir şey. » «Yüzbaşının Kızı» yazılmasaydı, Tolstoy'un «Savaş ve Barış»ının da yazılmamış olacağı görüşü ileri sürülmektedir. Gerçekten de, savaşın abartılmadan, bütün yalınlığı ve karmaşıklığı içinde anlatılması, roman kahramanlarının gerçek yaşamından kopuk, savaştan başka bir şey düşünmeyen yapay kişiler olarak değil de, kendilerine özgü yaşamları ve aile yaşantılarıyla birlikte verilmiş olmaları bakımından, bu iki roman arasında bir yakınlık vardır. Bağımsız, özgürlükçü kişiliği ve dönemin ilerici okur yığınları arasında geniş yaygınlık kazanan yapıtları nedeniyle monarşi yönetiminin sürekli baskıları altında yaşayan Aleksandr Puşkin komploya benzer bir düello sonucu öldürüldüğünde henüz 38 yaşındaydı.
      
KAYNAKÇA

1- Cumhuriyet kitap dergisi, 1999
2-“Milliyet sanat”, 22.20.1979
3-Milliyet sanat, 22.20.1979
4-Şiirlerinden Seçmelere Önsöz, “İnsanüstü Bir Anıt Diktim Kendime”, Adam Yayınevi, İstanbul, 1996
5- Şiirlerinden Seçmelere Önsöz, “İnsanüstü Bir Anıt Diktim Kendime”, Adam Yayınevi, İstanbul, 1996 s,18
6- Şiirlerinden Seçmelere Önsöz, “İnsanüstü Bir Anıt Diktim Kendime”, Adam Yayınevi, İstanbul, 1996 s, 28
7-Tüm öykü ve romanların yeni basımına önsöz. Cem yayınevi, İstanbul, 1990.

Öykü ve Roman Yazarı Olarak Aleksandr Puşkin

Ataol Behramoğlu



Rus ve dünya yazınına, aralarında "Ruslan ve Ludmila", "Çingeneler", "Bahçesaray Çeşmesi", "Kafkas Tutsağı", "Yevgeni Onegin" gibi anlatı-şiirlerin de bulunduğu ölümsüz bir şiir mirası bırakan Aleksandr Puşkin'in, "Byelkin'in Öyküleri", "Dubrovski", "Yüzbaşının Kızı" vb. öykü ve romanları da şiir türündeki yapıtlarından daha az ünlü değildir. Hatta, şiir çevirisinin özel güçlükleri nedeniyle, kendi ülkesi dışında, şiirlerinden çok öykü ve romanlarıyla tanındığı söylenebilir.

1799'da zengin ve aydın bir ailenin çocuğu olarak Moskova'da doğdu. Zamanın soylu aile çocuklarının tümü gibi, ilk öğrenimini Fransızca gördü. Yine çocukluk yıllarında Yunan-Latin klasiklerini, Voltaire, Rousseau gibi özgürlükçü, aydınlanmacı Fransız yazarlarım okuma olanağı buldu. Bir Rus köylü kadını olan dadısından da, Rusçayı, Rus halk masallarım öğrendi.

Puşkin öncesi Rus yazınının ana yönelişleri, romantizm ve klasisizm akımlarıydı. Bunlar da daha çok Batı yazınlarının etkisi altında doğmuşlar, ulusal temele yeterince oturmamışlardı. Puşkin, Batı kültürü ve özgürlükçü düşünceyle Rus halk duyarlılığını kaynaştırdığı yapıtlarında, Rus yazın dilini gerek sözcük dağarı gerek tümce yapısı ve anlatım özellikleri bakımından arındırmış, zenginleştirmiş, bu dile çağdaş ve ulusal bir yapı kazandırmış, ilk kez Rus toplumunun halksal özelliklerini yansıtan tipler yaratmakla Rus yazınında ulusal ve gerçekçi çığırın (Gogol'le birlikte) öncülerinden olmuştur.

Puşkin'in anlatı türündeki ilk yapıtı, 1827 yılında yazmaya başladığı "Büyük Petro'nun Arabı"dır. Bu özyaşamsal-tarihsel roman denemesi tamamlanmamış olmasına karşın, sağlam kuruluşu, yalın anlatımı, kişilerin gerçekçi betirnlenişleriyle göze çarpar. Puşkin öncesi Rus yazınında anlatı dili şiir dilinden henüz tam olarak ayrılmamıştı. "Büyük Petro'nun Arabı" bu ayrımın oluşmasında önemli bir adım sayılır.

1830 yılının ürünü olan "Byelkin'in Öyküleri'', süssüz, yalın bir üslupla yazılmış, gerçekçi, özlü sanat ürünleridir. Bu öykülerde Puşkin, halk insanlarını büyük bir yalınlık, gerçekçilik ve ustalıkla çizmiştir. "Menzil Bekçisi" öyküsünde bekçi ve kızı, "Tabutçu" da tabut yapımcısı ve kızları, "Köylü Genç Bayan"da hizmetçi kızlar, uşaklar, sevecen bir alaycılık ve duyguyla çizilen bütün bu tipler, gerçekçi Rus yazınına örnek oluşturmuşlar; Dostoyevski, Nekrasov, Tolstoy, Çehov vb. daha sonraki dönemlerin birçok büyük yazarı için tükenmez esin kaynakları olmuşlardır. Bütün bu öyküler ince bir alay, zeka, yalın ve şen bir insan sevgisiyle örülüdür. Yine 1830 yılı ürünü olan "Goryuhino Köyü Tarihi'', toplumcu gülmecenin, parodinin gerçekçi yazında güçlü bir örneğidir.

1832-1833 yıllarının ürünü olan "Dubrovski" adlı romanı, yukarıda adı edilen yapıtlarının ortak özelliklerini taşır. Yalın, akıcı anlatımıyla "Byelkin Hikayeleri"ne yakındır. Bu anlamda, "Büyük Petro'nun Arabı"na göre Puşkin'in romancılığında ileriye doğru önemli bir adımdır. Kurgusu da çok daha işlek ve sağlamdır. Haydut olmak zorunda kalan soylu kişi, romantik edebiyatın bilinen bir kahramanıdır.

Puşkin "Dubrovski"de, bu romantik kahramanı ve çevresinde gelişen olayları, yine romantik renkler taşımakla birlikte, halksal, ulusal, gerçekçi bir temele oturtmayı başarmıştır. Romanda dönemin Rus derebeylik düzeni ve ona uşaklık eden bürokrasiyle acımasızca alay edilmekte; Kirila Petroviç tipinin çevresinde Rus derebeylik düzeni, günlük yaşam özellikleriyle, sevecenlikten de yoksun olmayan ince bir alaycılıkla sergilenmektedir. Bu bakımdan "Dubrovski", Gogol 'ün bazı ilk dönem yapıtlarıyla da ortak özellikler taşır. Puşkin'in Rus halk tiplerine, onların yaşamlarına, konuşmalarına, göreneklerine duyduğu (bu kez alaycılıktan yoksun olmayan) ilgi ve sevgi "Byelkin'in Öyküleri"nde ve daha sonraki "Yüzbaşının Kızı"nda olduğu gibi "Dubrovski"de de büyük yazarın başlıca özelliklerindendir. Yine "Dubrovski"de, romantik aşk öyküsü çevresinde, Puşkin'i çok ilgilendirmiş olan "halk ayaklanması" konusu ilk kez işlenmektedir. Sonradan, 17. yüzyıl Rus köylü ayaklanması ve ayaklanmanın ünlü önderi Pugaçev konusunda "Pugaçev Ayaklanması Tarihi" adlı bir inceleme de yazacak olan Puşkin, "Boris Godunov" adlı tragedyasında ve "Yüzbaşının Kızı" romanında da bu konuyu işlemektedir. "Dubrovski"yi, konunun romantik örgüsüne karşın; acımasız, baskıcı bir yönetime karşı halk ayaklanmasını anlatışıyla, yazıldığı dönem bakımından oldukça gözü pek bir yapıt saymak gerekir.

Yine aynı dönemin ürünlerinden "Maça Kızı"nda hedef bu kez Petersburg sosyetesidir. "Maça Kızı "nı bir fantezi, trajikomik bir öykü olarak görmek olası. Fakat öykünün kahramanı Hermann konusunda Dostoyevski'nin değerlendirmesi bu anlatıyı biraz daha derinliğine irdelemede ışık tutucu olabilir. Şöyle niteliyor Dostoyevski "Maça Kızı"nın kahramanını: " ... muazzam bir kişilik, Petersburg döneminin [Puşkin'in Petersburg dönemi ürünlerinin/ A. B.] alışılmadık bir tipi... Onda bir Napolyon profili ve bir iblis ruhu var... " Dostoyevski'nin bu değerlendirmesinden yola çıkarak, Hermann'ı, Raskolnikov'un (Dostoyevski'nin ünlü kahramanının) hazırlayıcısı, bir ön örneği olarak da görebiliriz... Hermann tipinin Gonçarov'un "Oblomov"undaki Ştolts tipiyle yakınlığı da, Puşkin'in "Maça Kızı"nda "Rusya'nın yeni, kapitalist döneme girişini" incelikle yansıttığı konusundaki değerlendirmelere bir kanıt sayılabilir.

"Mısır Geceleri" yine yüksek sosyete çevrelerine yönelik acı bir alaydır. Modern bir anlatım ve kurgu özellikleri taşıyan öyküsünde Puşkin, dönemin resmi yazın çevrelerine ve baskıcı yönetimine karşı sanatın özgürlüğü konusunda düşüncesini ustaca yansıtmaktadır:

"Çünkü yasak tanımaz rüzgar,
Zincir vurulmaz kartala, genç kız kalbine.
Şair de öyledir işte
İçinden geldiği gibi yaşar... "

"Mısır Geceleri"nde Puşkin romantik esinlenme anlayışına karşı sanatı bir ustalık, bir beceri olarak gören kendi gerçekçi anlayışını da yine ustaca ortaya koymaktadır. ..

"Roslavlev", Napolyon'un Rusya seferi sırasındaki Rus yüksek sosyetesini incelikle eleştiren bir küçük anlatıdır. Yine de, bu birkaç sayfalık anlatının "Savaş ve Barış"ta Lev Tolstoy'u etkilemiş olduğu söylenebilir... Anlatının kahramanı genç kız, Puşkin'in pek çok yapıtının kahramanları gibi, o dönemin ve daha sonraki gerçekçi, ulusal Rus yazınının ilk örnek tiplerinden biridir.

Yurtdışına yolculuk Puşkin'in büyük bir özlemiydi. Yazık ki bu özlem gerçekleşemedi. Baskıcı çarlık yönetimi yurtdışına çıkış izni vermedi ona. 1829 yılında, Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Rus ordusuyla birlikte yola çıkışı, bu yurtdışı yolculuğu özlemiyle ilgilidir. Bu yolculuğun izlenimlerini yansıtan (1836'da yayınlanan) "Erzurum Yolculuğu"nda belirttiği gibi, ayak bastığı yabancı topraklar Rus ordusunca ele geçirilmiş yerler olduğu için yine de yabancı bir ülkeye ayak basmış olmuyordu...

"Erzurum Yolculuğu" Puşkin'in çok yönlü zekasının, kültürünün ışıltılarıyla parlayan bir yapıttır. Kafkas doğası betimlerinin, yıllar sonra bir başka büyük yazarı, Maksim Gorki'yi etkilemiş olduğu rahatça söylenebilir. Savaş alanı betimlerinin ise, "Sivastopol"da ve hatta "Savaş ve Barış"ta Lev Tolstoy'u derinliğine etkilemiş olduğu açıklıkla görülebilmektedir. Savaş alanı betimlerinde dönemin siyasal koşullarının çok ötesinde insancıl bir yaklaşım sergiliyor Puşkin: "Yolda yanlamasına uzanmış yatan genç bir Türk'ün cesedi önünde durdum.18 yaşlarında bir delikanlıydı bu. Bir kızınkini andıran solgun yüzü henüz tazeliğini yitirmemişti. Sarığı tozlar içinde, yatıyordu. Tıraşlı ensesinde bir kurşun yarası vardı... " Bu tümceler, bütün tarih kitaplarından çok daha belirgin ve elle tutulurcasına gözlerimizin önünde canlandırmaktadır bir savaş alanı görüntüsünü...

Puşkin anlatı alanında başyapıtı olan "Yüzbaşının Kızı "nı da 1836 yılında tamamlayıp yayınladı.

"Yüzbaşının Kızı" yazılmasaydı, Tolstoy'un "Savaş ve Barışı "nın da yazılmamış olacağı görüşü ileri sürülmektedir. Savaşın abartılmadan, bütün yalınlığı ve karmaşıklığı içinde anlatılması, roman kahramanlarının gerçek yaşamdan kopuk, savaştan başka bir şey düşünmeyen yapay kişiler olarak değil de, kendilerine özgü yaşamları ve aile yaşantılarıyla birlikte verilmiş olmaları bakımından, bu iki roman arasında gerçekten de yakınlıklar vardır.


Bağımsız, özgürlükçü kişiliği ve dönemin ilerici okur yığınları arasında geniş yaygınlık kazanan yapıtları nedeniyle monarşi yönetiminin sürekli baskıları altında yaşayan Aleksandr Puşkin, 1837 yılında komploya çok benzeyen bir düello sonucunda yaşamını yitirdiğinde henüz 38 yaşındaydı. Fakat yapıtlarıyla çoktan ölümsüzlüğe ulaşmıştı. 

Rusya’da İvan Kupala geleneği


Samih Güven



Yüzyıllardır varlığını sürdüren ilginç Rus geleneklerinden biri de yaz gündönümü kutlamasıdır. Maslenitsa nasıl bir kıştan çıkış bayramı ise İvan Kupala da yaza geçiş bayramıdır.

Bu gelenek özünde bir Pagan geleneği olmasına rağmen güçlü yerleşik etkisi nedeniyle 10. yüzyılda Hristiyanlığın kabulü sonrasında da varlığını sürdürmüştür. Hristiyanlığın benimsenmesine kadar yalnızca Kupala olan isim daha sonra İvan Kupala olarak değişmiştir. “Kupala”nın bir araya gelme veya yıkanma, arınma anlamlarına gelen bir kelimeden türetilmiş olabileceği sanılmaktadır.

Eski kültürlerde mevsimsel gün dönümleri, gece, gündüz, ay, güneş, yıldız gibi simgeler geleneksel ritüellerin ana unsurları olabilmiştir. İnsanların güvenlik, anlamlandırma, şifa arayışı, bereket beklentisi gibi konular doğa güçleri ve olayları ile ilişkilendirilmiştir.

Kupala inanışına göre yaz gündönümünü simgeleyen bu özel gecede olağanüstü güçlerin etkisi söz konusu olmaktadır. Bu güçler kendisini ateş, su ve otlar üzerinden gösterebilmektedir. Bu nedenle arınma amaçlı suya girme, ateş yakıp üstünden atlama, ayrıca gece boyunca şifalı otlar toplama bu ritüelin temelini oluşturmaktadır.

Su birçok kültürde bolluğun, bereketin, hayatın, temizliğin, saflığın ve arınmanın sembolüdür. Ateş eski kültürlerde koruyucu, temizleyici, insanları birleştirici, duman ve yiyeceklerin kokusuyla haber verici anlamlarını gündeme getirmiştir. Bitkiler ise özleriyle bu dünyaya ait besleyici, şifa verici özellikleri taşıyan, renk ve şekilleriyle dünyayı güzelleştiren unsurlardır.

İvan Kupala gecesi toplanan otların her zamankinden şifalı ve koruyucu olduğuna inanılmıştır. Özel bir güce ve öneme sahip olduğuna inanılan bitki ise eğrelti otudur. Bu bitkinin yalnızca bu özel gecede açtığına inanılan çiçeğini toplayıp saklayan kişiye bazı yetenekler ve koruma sağladığına inanılmıştır. Bu nedenle gece boyunca bilgili ve tecrübeli insanlar ve özellikle köy şifacıları şifalı kökleri ve otları toplamıştır.

İnanış kapsamında Kupala gecesi köylerde ateşler yakılıyor, herkes bir araya geliyor, şarkılar söylüyordu. Genç kızlar otlar ve çiçeklerden çelenkler hazırlıyordu. Bu çelenkler akşam vaktinde suya bırakılarak ilerleyişleri izleniyordu. İnanışa göre batan çelenk aşkın sonu ve düğün olmaması anlamına geliyordu.

Başka bir unsur ise arınma amaçlı suya girmekti. En önemli anın şafak vakti olduğu düşünülüyordu. Ayrıca anneler, hasta çocuklarının gömleklerini şifa umarak yıkıyorlardı.

Bugünkü uygulamasında ateşin ortasında bir direğe monte edilen yanan tekerlek güneşi ve doğurganlığı sembolize etmektedir. Ateşin üzerinden atlandığında hastalıklardan kurtulunduğuna inanılmaktadır. Ayrıca mutluluk ve başarı isteyenlerin de ateş üzerinden atlaması söz konusu olmaktadır.

İvan kupala gecesi başlangıçta 21-22 Haziran olarak esas alınmışken takvim değişiklikleri sonrası 24 Haziran şimdi ise 6-7 Temmuz olarak kutlanmaktadır. Bu kapsamda bazılarınca asıl yaz gündönümünün olduğu gece, diğer resmi etkinliklerde ise 6-7 Temmuz tarihlerinde kutlanmaktadır. Bu kutlamaların Rusya yanı sıra Belarus, Ukrayna ve bazı diğer ülkelerde de yapıldığı görülmektedir.

İvan Kupala’nın modern içeriğinde gelenek kapsamındaki eski inanışlardan çok bir halk geleneğinin yaşatılması amaçlanmaktadır. Etkinlikler kapsamında çelenk yapılıp başa takılması, bunların suya bırakılması, ateş yakılması ve etrafında dans edilmesi, ayrıca toplu olarak suya girilmesi söz konusu olabilmektedir. Yine kutlamalar kapsamında konserler, kültürel kostümler içinde yiyecek sunumları ile oyun ve eğlenceler söz konusu olabilmektedir.

Ekmek ve tuz, maslenitsa ve İvan kupala gibi gelenekler Rus toplumunun doğaya entegre yaşam biçimi ve gelenekleri konusundaki hassasiyetleri açısından önemli fikirler veriyor.

Kaynaklar:

- Dalkılıç, L. Ç. (Rus Halk Kültüründe İvan Kupala kutlamaları- Dergipark.gov.tr  )
- https://www.rus-a.com/ivan-kupala-night-russia

21 Şubat 2018 Çarşamba

Ruslar dost canlısı: "Hediye kutsal!"




Rusya'da insanların yüzde 90'ı düzenli olarak arkadaşlarını ağırlamak ve onlara hediyeler vermek için imkan yaratabiliyor. 

Rosstat'ın düzenlediği anket maddi güçlük içinde olanların bile misafirperverlik ve dost canlılıktan ödün vermediğini ortaya koydu. 

Aynı ankete göre, Rusya halkı artık daha iyi besleniyor. "Gün aşırı balık ya da et yiyebiliyorum," diyenlerin oranı iki yılda yüzde 72'den 77'ye yükseldi.

Yılda en az bir kez hediyeye para ayırabilenlerin oranı yüzde 94,3. Arkadaşlarını ve akrabalarını her ay düzenli olarak evinde ağırlayanların oranı yüzde 87,6.

Uzmanlar Rusya halkının dost canlı ve misafirperver oluşunu geleneklere ve toplum yapısına bağlıyor. Bu nedenle maddi güçlük içinde olanlar dahi arkadaşlarını memnun etmeye çalışmaktan vazgeçmiyor.

Öte yandan, gün aşırı et ya da balık yiyebilenlerin oranının yüksek çıkmasına eleştirel yaklaşan uzmanlar da var. RANHİGS'den Yelena Zaretskaya söz konusu oranın ancak çalışan nüfusun içinde mümkün olduğu, emeklilerinse benzer olanaklardan yoksun olduğu iddiasında.


Rusya'da kişi başı yıllık et ve et ürünleri tüketimi 74 kilogram. 

Her yerde kar var!

Rusya'da son nüfus verileri açıklandı: Kaç milyona ulaştı? Kaç kişi ülkeden göç etti?




Rusya’da nüfus azalması sorunu sürerken, ülkeye göçmen akışının bu konudaki öneminin altı çizilmeye devam ediyor. Vesti.ru’nun haberine göre, Kırım'ın da katılmasından sonra Rusya’nın nüfusu 2017 yılında sadece 77 bin 400 kişi artarak bir yıl önceye göre geriledi ve 146,9 milyon oldu. 
2016 yılında ülke nüfusu 129 bin 700, 2015 yılında 277 bin 400 kişi artmıştı.

Rusya’da geçen sene dünyaya gelen bebeklerin sayısı 1 milyon 689 bin 900’e geriledi. Bu rakam 2015’te 1 milyon 944 bin 100, 2016’da 1 milyon 888 bin 700 idi.

Hayatını kaybeden kişilerin sayısı ise 2015’te 1 milyon 911 bin 400 iken, 2016’da 1 milyon 887 bin 900, geçen sene 1 milyon 824 bin 300 kişi olarak kaydedildi.

Rusya’da doğal nüfus kaybı geçen yıl 134 bin 400 kişi oldu. Ülkeye göç edenlerin sayısı ise bu rakamın yüzde 57,6 üzerine çıktı.

2017 yılında Rusya’ya 212 bin kişi göç ederken, bu rakam 2016’da 262 bin, 2015’te 246 bindi.


Vesti.ru, "Rusya nüfus kaybına uğruyor, tek umut göçmenler" başlığını kullandı. 

İşte 'Rusya vatandaşı'nın profili




Ortalama bir Rus vatandaşı 40 yaşında, perakende sektöründe çalışıyor, ya da hayatını şoförlük yaparak kazanıyor. Karısı, iki çocuğu ve kedisiyle birlikte, nüfusu 1 milyonun altında olan bir şehirde yaşıyor. Peki, ortalama vatandaşın mali durumu nasıl? Kazandığı parayı nasıl harcıyor?

RBTH'nin VTsİOM, Romir, NAFI ve Levada gibi önde gelen araştırma kuruluşlarına dayandırdığı değerlendirmeye göre, ortalama Rusya vatandaşı ayda 39 bin ruble (688 dolar) kazanıyor. Çok pahalı olduğu için araba satın alamıyor ve toplu taşımayı kullanıyor. Biniş başına ödediği para 20-30 ruble (40-50 сent). İş günleri öğle yemeğini dışarıda yiyor ve bunun için 200 ruble harcıyor (3,5 dolar).

Market alışverişine ortalama 586 ruble harcıyor (10,3 dolar). En çok satın aldığı gıda ürünleri tavuk, pirinç, süt, ekmek, tereyağı ve sebze.

Özel günlerde en az 200 ruble ödeyerek yarım litre votka alıyor.

Çocukları ve ev hayvanı için ayda ortalama 3 bin ruble (52 dolar) masraf ediyor.

Sağlık harcamaları sırasında ithal ürün yerine yerli muadilleri tercih ediyor.

Televizyon ya da gazetede gördüğü ilanlar üzerine ihtiyacı olanlara  ayda 500 rubleye kadar (8,8 dolar) bağış yapıyor.

Evinde çocuklarıyla paylaşmak zorunda olduğu tek bir bilgisayarı var ve internet bağlantısına ayda 400 ruble (7 dolar) harcıyor.

Çoğu zaman yemeğini evde yiyor.

Yılbaşı zamanı kutlamalar ve hediyeler için 14 bin ruble (247 dolar) masraf yapıyor ve bu alışverişler bütçesini sarsıyor.

Tatil yapacağı zaman yurt dışını değil, Karadeniz kıyılarını tercih ediyor. Tatil için ayırabileceği bütçe 40 bin ruble ((705 dolar). Ancak bunun için bankadan kredi çekmesi gerek. Bu yüzden tereddüt ediyor.


Uzun vadeli yatırım yapmak kafasında yok. Bitcoini duymuş, ancak kripto para birimleri hakkında yatırım yapacak kadar bilgi sahibi değil. Ona göre en iyi yatırım emlak almak.

Ruslar hakkında merak edilenler



Ruslar neden pek gülümsemez? Ruslar Moskova'ya neden 3. Roma diyor? Adidas eşofmanları neden seviyorlar?   Cesaretlerinin sırrı ne? Rusya'da çiçekçiler neden 24 saat açık? İşte RBTH'nin derlediği ve "en çok merak edilen ama sormaya çekinilen sorular ve cevapları" diye takdim ettiği ilginç notlar:



Ruslar neden pek gülümsemez?
– Samimiyet ve açıklık Rus kültürünün özellikleri arasında. Bu yüzden Ruslar ancak gerçekten mutlu olduklarında gülümser.

Ruslar gerçekten çok içer mi?
- Evet. Rusların alkol sevgisi XII. yüzyıla ait kroniklerde bile kendine yer bulmuştur. Hatta efsaneye göre, din arayışında olan Prens Vladimir'in İslam yerine Hıristiyanlıkta karar kılması ilkinin alkolü yasaklamasından ötürüdür.

Nikah yüzüğünü neden sağ ellerine takarlar?
- Ruslar bu konuda tıpkı Türkler gibi Roma-Yunan geleneğini miras almıştır.

Ruslar neden bu kadar korkusuz?
- Tarihçilere göre, bu Rusların kanında var.

Bazı Ruslar neden Asyatik yüz çizgilerine sahip?
- Rusya aslında 190 farklı etnik gruba ev sahipliği yapan bir federasyon. Ve bu grupların önemli bir bölümü Asya kökenli.

Çiçekçiler neden 24 saat açık?
- Erkekler bazen sürpriz yapmayı sever, bazen de kabahatlerini çiçekle kapatmaya çalışır. Bu yüzden ne zaman çiçek lazım olacağı belli olmaz.

Ruslar Moskova'ya neden 3. Roma diyor?
- Bu adlandırmanın geçmişi XVI. yüzyıla kadar gider. Bazı din adamları ve keşişler Rusya'yı Bizansın takipçisi ve gerçek inancın koruyucusu olarak görmüştür.

Ruslar neden Amerika'ya güvenmiyor?
- Büyük oranda devlet kontrolündeki medya propagandası nedeniyle. Ancak meselenin Sovyetler Birliği'nin yıkılışına, hatta daha öncesine kadar giden karmaşık kökleri var.

Adidas eşofmanları neden seviyorlar?
- Modacı Karl Lagerfeld bir keresinde "Eşofman yenilginin işaretidir. Hayatınızın kontrolünü yitirdiğinizi gösterir." demişti. Eğer bu doğruysa pek çok Rusun kontrolü kaybettiği iddia edilebilir.

Politikaya neden ilgisizler?
- Geçim sıkıntısı yüzünden. Çoğu Rusun birinci gündemi ay sonunda iki yakayı bir araya getirebilmekten ibaret.

Taşralılar neden Moskovalılardan nefret eder?
- Rus taşrası başkentin açgözlü, kaba ve küstah olduğunu düşünür. Moskova'ya ülkenin sırtındaki bir asalak gözüyle bakanların sayısı da az değildir.

Neden her yıl Zafer Bayramı'nı kutlarlar?
- İkinci Dünya Savaşı'nda kazanılan zafer çoğu Rus için en büyük gurur kaynağıdır.

İnternette smiley yerine neden parantez kullanırlar?
- Rusça internet kullanıcıları dost canlılığı aşırı duygusallığa kaçmadan ifade etmenin yolunu gülümseme smileyinden iki noktayı atarak buluyor. Ayrıca iki nokta ve parantez yerine sadece parantez kullanmak daha kolay.

Rus gençler neden sakal bırakmanın hayalini kurar?
- Çünkü delikanlılar sakalı "gerçek erkeğin" alameti farikası olarak görür.


17 Şubat 2018 Cumartesi

Boris Akunin’den Tarihi Roman Tadında Polisiyeler


A. Ömer Türkeş




Rus yazar Boris Akunin’in art arda yayımlanan Azazel ve Türk Gambitiisimli romanlarında suç örgüsünü macera, dram ve tarihle süslemiş. İşin içine biraz da mizahın katıldığı, keyifle okunan polisiyeler…

Gürcistan’ın Zestaponi şehrinde doğan Boris Akunin (1956), edebiyata 10 yaşında annesinin önerisiyle Savaş ve Barış’ı okuyarak yöneldi. Tunus ve Japonya’da geçen çocukluğundan sonra, 1973 yılında Moskova Devlet Üniversitesi Asya Enstitüsü’nde Japon Filolojisi bölümüne girdi. Mezun olduktan sonra Japon edebiyatından çeviriler yaptı; 1986 yılında editör olarak girdiği ünlü Inostrannaya Literatura dergisinin, bir süre sonra, yayın yönetmeni oldu. Gerçek adı Grigory Shalvovich Chkhartishvili olan yazar 1998 yılından itibaren B. Akunin adını kullanmaya başladı. Erast Fandorin dizisi, ilk kitabının yayımlandığı 1998 yılından itibaren büyük bir başarı kazandı. Kısa sürede Rusya’nın en başarılı tarihsel polisiye yazarı haline gelen Akunin’in kitapları 30’dan fazla dile çevrildi, sinema ve televizyona uyarlandı. Çarlık dönemi uzmanı olan Akunin’in 60’a yakın kitabı bulunuyor.

Biraz Muamma, Biraz Macera

Fandorin dizisinin ilk kitabı Azazel 1998’de yayımlanmıştı. Takvimlerin 1876 yılını gösterdiği bu ilk macerada okuyucu Moskova polis teşkilatında işe yeni başlayan kalem kâtibi Erast Petroviç Fandorin’le tanışıyor. Henüz yirmi yaşında. Hayata varlıklı bir ailenin çocuğu olarak başlamış, iyi bir temel eğitim almış ama babası servetini banka işinde kaybedince üniversiteye gidememiş ve ekmek parasını kazanmak için en düşük dereceyle polis teşkilatındaki memurluk görevini kabul etmek zorunda kalmış. Meraklıları için Erast Petroviç’in fiziksel özelliklerini de tarif edelim: “Çok hoş görünümlü bir gençti Erast; kara saçları vardı (gizlice gururlanırdı bununla) ve mavi (heyhat, keşke onlar da kara olsaydı) gözleri, çok uzun boyu, beyaz teni ve kahrolası, silinmeyen bir kızarıklığı vardı yanaklarında.”

Birkaç sıradan adli vaka dışında meslek deneyimi olmayan Fandorin, genç bir öğrencinin Alexander Bahçeleri’nde herkesin gözü önünde intihar etmesinden kuşkulanır. Zira aynı gün kentin değişik yerlerinde başka –başarısız– intihar girişimlerine dair haberler almıştır. Ölen gencin, servetini kimsesiz çocuklar için okullar açan bir İngiliz leydiye bırakmasından da kuşkulanır. Kendi başına yürüttüğü soruşturma sırasında saldırıya uğrayıp ölümden kıl payı kurtulması Fandorin’in kariyerini ve kaderini derinden etkileyecektir. St. Petersburg’dan gönderilen yeni amiri olayların ardında devrimci terörist grupların olduğu, bunların Avrupa’nın çeşitli kentlerinde bağlantılarının bulunduğu düşüncesiyle, Fandorin’e İtibari Danışman unvanı verilmesini sağlar ve genç adamı şüphelilerin peşinden Londra’ya gönderir. Londra’dan Venedik’e, oradan Paris’e uzanan Fedorin Rusya’ya döndüğünde meselenin siyasi komplo teorilerinden çok daha karmaşık olduğunu anlayacaktır:

“Şef haklı olabilir, fakat Fandorin de yol tahsisatını boşa harcamamıştı. İvan Frantsyeviç kâbus görürken bile ne kadar güçlü bir şebekeyle mücadele ettiğini hayal edemezdi. Burada öğrenciler ve bombalı tabancalı histerik kadınlar yoktu, burada tümüyle gizli, içinde bakanlar, generaller, savcılar ve hatta Petersburglu bir başmüsteşar bile olan bir tarikat vardı!”

İlk maceradan genç yaşta saçlarına kırlar düşürecek kadar büyük bir acıyla çıkan Fedorin ile Türk Gambiti isimli ikinci macerada Osmanlı-Rus Savaşı sırasında karşılaşıyoruz. Genç bir kızı kurtarıp himayesine alan kahramanımız, Rus ordusuna sızmış bir Osmanlı casusunun peşinde. 1877 yılında savaş bütün hızıyla sürer, Gazi Osman Paşa Plevne’yi büyük bir dirençle savunurken cephenin diğer tarafında Fedorin casusun maskesini düşürüp savaşı Rusların lehine çevirebilmek için zamana karşı yarışıyor…

Savaşa Karşı

Azazel ve Türk Gambiti, 2000’li yılların başlarında Kar Kraliçesi ve Türk Hamlesi isimleriyle Türkçeye çevrilmiş, oldukça ilgi de görmüşlerdi. Bu kez farklı çevirilerle yayımlanıyorlar. Şunu da eklemek gerekir ki gerek Sabri Gürses’in Azazel gerek Uğur Büke’nin Türk Gambiti çevirileri çok başarılı.

Tarihi arka planı çok sağlam olmakla birlikte Fedorin dizisinin genel yapısında parodik bir yaklaşım var. Boris Akunin, maceraların geçtiği yıllarda üretilen polisiye metinleri biçimsel anlamda taklit etmiş. Örnek olarak Ponson du Terrail’in ilki 1859 yılında yayımlanan Rocambole serisini, Emile Gaboriau’nun ilk macerası 1863’te yayımlanan Polis Müfettişi Lecoq tiplemesini sayabilirim. Bu tarz polisiyelerde bir suçun/cinayetin araştırılması söz konusu olmakla birlikte macera ve drama da yer verilmiştir. Erol Üyepazarcı’dan aktaralım: “Gaboriau henüz emekleme aşamasında olan polisiye romana, töre romanı ile serüven romanının konuyla ilgili olabilen o pek büyük potansiyelini de eklemiştir.”


Boris Akunin de bu yolu izliyor. Fandorin bir yandan işlenen cinayetleri analitik yöntemlerle çözmeye çalışırken diğer yandan bu cinayetlerin arkasındaki gizli teşkilatlarla, onların her yere sızmış tetikçileriyle, devleti tehdit eden entrikalarıyla mücadele etmek zorunda. Muamma kadar mücadelenin baş döndürücü temposuna da kapılıyoruz. Karanlık sokaklar, tekinsiz hanlar, adam kaçırmalar, suikastlar… Polisiye tarihinin ilk örneklerindeki motifleri güncelleyerek kullanıyor Akunin. ‘Azazel’deki eğitim kurumları aracılığıyla dünyayı ele geçirmeyi hedefleyen tarikat örgütlenmesine baktığımızda, özellikle Türkiye için fazlasıyla güncel olduğunu söyleyebilirim. Sanki hayat edebiyatı taklit etmiş…

Türk Gambiti de Rus tarihi kadar Osmanlı-Türk tarihine dayanan bir roman. Romanın başında Osmanlı devleti ve saray hakkındaki değerlendirmeler gösteriyor ki hem Akunin dersine çok iyi çalışmış hem de Türkleri iyi tanıyor. Çıkarsamaları yerli yerinde. Ne yazık ki bugün bile şaşırtıcı şekilde geçerli olan bir değerlendirmesiyle örnekleyelim: “Beyler, doğuda en önemli olan şey kendini padişah gibi gösterebilmektir. Eğer bağırıp çağırıyor, küfrediyorsan demek ki buna hakkın vardır”…

Arka planına Plevne kuşatmasını, ön plana iki tarafın casusları arasında geçen mücadeleyi koyarak kurgulanan Türk Gambiti’nde dönemin siyasal olayları, uluslararası ilişkileri, yer yer gazete yazıları da kullanılarak başarıyla canlandırılmış. Açıkçası bir polisiye roman kadar tarihi roman olarak da ilgi çekici. İşte bu özellikleri nedeniyle Fedorin romanları – Azazel, Türk Gambiti, The State Counseller ve The Decorator– büyük bütçeli prodüksiyonlarla sinemaya da uyarlanmışlar. Hoşça vakit geçirmeyi hedefleyen popüler türde tarihi polisiyeler yazmakla birlikte Boris Akunin’in yazarlık duruşunun ‘politically correct’ (siyaseten doğrucu) olduğunu, milliyetçi zırvalara ya da hamasete kapılmadığını söylemek gerekir. Ülkesinde Putin’e muhalefetiyle tanınan Akunin, her iki romanında da tarihi olaylardan yola çıkıp günceli yakalamasını biliyor. Fedorin’in sözleriyle bitirelim:

“Savaş, Varvara Andreyevna, korkunç bir alçaklıktır. Savaşta ne haklı ne de haksız vardır. Her iki tarafta da iyiler ve kötüler vardır. Ne yazık ki, genellikle kötüler iyileri öldürür.”

Boris Akunin, Türk Gambiti, Çeviren: Uğur Büke, Alfa, 2018, 265 s.
Boris Akunin, Azazel, Çeviren: Sabri Gürses, Alfa, 2018, 270 s.