Moskova

Moskova

23 Şubat 2018 Cuma

ALEKSANDR PUŞKİN’İN DEHASI VE RUS EDEBİYATINDAKİ ÖNEMİ


MUHAMMED TAŞKESENLİGİL




ÖNSÖZ

Bu çalışmamızın konusu, 19. Yüzyıl şair ve romancılarından, Rus edebiyatının kurucusu Aleksandr Sergeyeviç Puşkin’ in sanatının önemi, Rus edebiyatına kazandırdığı eserleri, dehası gibi konuları incelemektir.

Puşkin’i incelemekteki maksadımız, kendinden sonra gelen Gogol, Dostoyevski, Tolstoy, Çehov gibi aydınları ve edebiyatçıları nasıl etkilediğini özümsemek ve Rus edebiyatı için taşıdığı değeri irdelemektir.

Bu çalışmayı yaparken faydalandığımız kaynakları dipnot göstererek ve kaynakçada da bunları belirterek çalışmamız için gereken olan önemli kısımları alıntı yaptık. Çalışmamız boyunca uygulayacağımız yöntem şu şekildedir: ilk olarak Puşkin’i nasıl anlatmalı konusuyla başlayacağız. Akabinde Puşkin’in dehası, Puşkin ve Rus edebiyatı gibi konulara değineceğiz. Puşkin öncesi Rusya’da yaşanan tarihi olayları da inceledikten sonra; sanatı, eserleri ve Rus edebiyatındaki yeri şeklinde naklettiğimiz konuları aydınlatmaya çalışacağız.

PUŞKİN’İ NASIL ANLATMALI?

Aleksandr Sergeyeviç Puşkin üzerine yazmak bana her zaman güç gelmiştir. Rus edebiyatının herhangi bir başka yazarı üstüne, Gogol, Dostoyevski, Turgenyev, Çehov, Tolstoy vb. konusunda sanki daha kolaylıkla yazılabilirmiş duygusu var içimde. Onların yaşam süreçlerini ve yapıtlarındaki ana özellikleri bir tanıtma yazısı içinde özetlemek sanki daha kolay. Nereden geliyor bu duygu? Söz konusu yazarlar Puşkin’den daha az mı yazmışlar, ya da daha mı az yoğun yaşamışlar? Böyle bir şey de söz konusu değil. Yukarda adını ettiğim yazarların her birinin toplu yapıtları Puşkin’inkinden daha çok sayfa tutar ve her birinin yaşamı, Puşkin’inkinden daha az yoğun ya da trajik değildir. Öyleyse Puşkin üstüne konuşma zorluğu nereden kaynaklanıyor?

Pek çok yazarın, zamanında büyük ün kazanmış ve değeri bugün de sürmekte olan pek çok yazarın, gerek anlatım biçimleri, gerekse yapıtlarındaki konular ve tanıştıkları sorunlar, yaşadıkları dönemlerin sınırları içinde kalmıştır. Turgenyev’in ”Babalar ve Oğulları”nı düşünelim.  Bu romanın sanatsal değerini, tartıştığı konuların bugünün toplumlarında da geçerli olan önemini yadsıyabilir miyiz? Fakat Bazarov tipi, her şeye karşın yaşamayan bir tiptir artık. Canlılığı eksiktir. Yazıldığı dönemin tozları sinmiştir üstüne ve daha da ileri giderek “Suç ve Ceza”nın Raskolnikovu ’nu ve “Savaş ve Barış”ın Natalya’sı için aynı şeyleri söyleyeceğim. Söz konusu yapıtların ölümsüz sanat değerlerine, yazarlarının tartışılmaz dehalarına karşın… ve bir an, Çehov’un öykü ve oyun kahramanlarını düşünelim. Tüm canlılıklarına karşın, yer yer fazlaca romantik, ağır bir hava sinmiştir onların üstüne de. ( Milliyet sanat”, 22.20.1979 )

Bu noktada, Puşkin’in yapıtlarını ve bu yapıtlarını düşünüyorum. “Yüzbaşının Kızı”ndaki önemsiz bir tipi Şvabrin’i düşünüyorum örneğin. Kıskançlık ve tutku yüzünden, kendi sınıfına ihanet eden, hiç inanmadığı halde Pugaçev hareketine katılan bu döneğin kişiliğinde bugünün şu ya da bu yönde döneklerinin, karyeristlerinin capcanlı çizgilerini görmemek olası mı? Yine “Yüzbaşının Kızı”nda, belki önemsiz görülebilecek bir başka tipin, Pugaçev’in kurmay başkanı olan yaşlı köylünün kişiliğinde, Sovyet devrimindeki bir Çapayev’in, bizim Kurtuluş Savaşımızın herhangi bir halk liderinin, Zapata hareketine katılmış bir Meksikalı köylünün ve bugünün Türkiye’sinde ya da bir başka ülkesinde her an karşılaşabileceğimiz bilinçli ama tam da bilinçli olmayan, bu yüzden öfkeli ve eline olanak geçerse acımasız da olabilecek bir halk önderinin çizgileini görmemek olası mı?


Ayrıca Pugaçyev’in kendisinin abartmalardan alabildiğine arıtılmış, ne olumlu ne de olumsuz yönde şişirilmiş, olabildiğince yalın kişiliği; sanki günümüzün de bir halk kahramanı olabilecek kadar canlı betimlenmiştir. “Menzil Bekçisi”ndeki yaşlı adam, tüm dünyada yaşlı ve ezik halk insanlarının simgesi olacak kadar yalın ve gerçekçi çizgiler taşımaktadır. “Yevgeni Onegin”in Tatyana’sı, sadece Rusya’da değil tüm dünyada ve sadece yazıldığı yüzyılda değil bugünün dünyasında, sevgisine ihanet edilmiş onurlu bir kadının, bir taşra kızının, gösterişsiz ama sapasağlam değerlerinin ölümsüz simgesi olmuştur.

Puşkin’in yapıtları üzerinde tek tek durulabilir, bunların erdemleri ve bugün eskimiş sayılabilecek yanları sayılıp dökülebilir. Fakat asıl güçlük, onu gerçekçi Rus edebiyatının kurucusu yapan, sadece 19. Yüzyıl Rus edebiyatının değil günümüzde de Rus dilinde yazılan edebiyatının en büyük esinleyicilerinden, yol göstericilerinden biri kılan özelliklerini tanımlayabilmektir. “Yüzbaşının Kızı” ile karşılaştırılınca bütün romanlarımız ve büyük hikâyelerimiz yavan kalıyor. Saflık, yumuşaklık, öyle bir yüksekliğe ulaşıyor ki bu yapıtta, gerçek bile yapmacık ve karikatürize edilmiş gibi görünüyor. Ortaya ilk olarak gerçekten de Rus karakterleri çıkıyor. Kalenin basit komutanı, karısı, bayraktar, biricik topuyla kalenin kendisi, zamanın karışıklığı, sıradan insanların o alçakgönüllü büyüklüğü. Bütün bunlar yalnız gerçek değil, onu da aşan bir şey. Gogol’ün sözlerindeki “saflık”, “yumuşaklık”, “alçakgönüllü büyüklük” kavramlarının altını çizmek istiyorum. Bunlar tek başlarına Puşkin’i özetlemezler. Fakat “özlülük”, “yalınlık” kavramlarıyla birlikte, Puşkin’in yaratıcılığını kavramamıza yardım edecek anahtar sözcüklerdir.

Puşkin, hiç kuşkusuz, bir sanat dehasıdır. Çok sevdiği ve etkilendiği Shakespeare ölçüsünde bir yazardır kanımca… Shakespeare’in yapıtlarındaki halksal canlılık, zekâ, akıcılık, yalınlık, “alçakgönüllü büyüklük”, Puşkin’in yapıtları için de tümüyle geçerli değerlerdir. 1820 yılında yani yazarı henüz 21 yaşındayken yayınlanan “Ruslan ile Ludmila” destanından başlayarak, şiirlerinin büyük çoğunluğunda, “Boris Godunov” tragedyasında, ünlü şiir romanı “Yevgeni Onegin” de ve “Yüzbaşının Kızı” nda, kısaca tüm yapıtlarında egemen olan; zekâ, duygu, alaycılık, yalınlık, özlülük, akıcılık gibi kuru ve didaktiktir. Yaratıcılığının kaynağında, eski Yunan ve Latin klasiklerindeki yalınlık, Shakespeare’in halksal canlılığı, Byron’un kıvrak ve alaycı zekâsı, Fransız ve Rus aydınlanmacılığının ilerici ülküleri ve kimi zaman köylü kılığına girerek panayırlarda konuşmalarına, türkülerine kulak kabarttığı Rus halkının tüm halklar gibi binlerce yıl ötelere damıtılmış, yalın bilgeliği vardır. Puşkin’in yapıtları, tüm bu özelliklerin olağanüstü bir sentezi ve hiç abartmaksızın söyleyebiliriz ki, erişilmesi, yinelenmesi çok güç bir plastik ve estetik düzeyin ölümsüz örnekleridir. Puşkin üzerine yazma güçlüğü, onun bu özelliklerini tanımlama güçlüğünden doğuyor. “Alçakgönüllü büyüklüğü”; gerçeğin ta kendisinden kaynaklandığı ve alabildiğine yalın olduğu halde “gerçek değil, onu da aşan şey”i tanımlamak kolay değil çünkü. Bir de, tutkuları, coşkuları, kederleri, uçarılıkları, başkaldırıları ve özlemleriyle; kısaca, tek bir çizgiye indirgenemeyecek çok yönlü, bütünsel kişiliğiyle tüm zamanların çağdaşı kalacağına inandığım bu büyük yazarı, şematik kalıplara dökerek tanımlamaya çalışmak insanın içine sinmiyor.
   
PUŞKİN’İN DEHASI

Aleksandr Sergeyeviç Puşkin 1799’da Moskova’da doğdu. 1837’de Petersburg’da bir düelloda aldığı yara sonucunda iki gün sonra öldü. Lirik şiirlerinin önemli bir bölümü 1823-1830 yılları arasında yazıldı. Anlatı şiir türünde “Yevgeni Onegin” yapıtlarının başlıcaları da yine bu dönemin ürünüdür. “Onegin” tamamlanmış durumuyla ilk kez 1833’te yayımlandı. 30’lu yıllarda Puşkin, ilk gençlik döneminden itibaren karşılaşmaya başladığı siyasal baskıların yoğunlaşmasının da etkisiyle, tarih araştırmalarına, roman ve öykü türünde çalışmalara yöneldi. Gerçi tarihe özellikle de ulusal tarihe ilgisi yine ilk gençlik dönemlerinde başlamış; konusunu ulusal tarihten alan “Boris Godunov” 1825 yılında yayınlanmıştı. Bu kadar kısa bir zaman süresi içinde lirik ve epik şiir türlerinde, tiyatro, roman ve öykü alanlarında bu kadar çok ve çeşitli ürün verebilmek ve bu ürünlerle de çığır açabilmek, ulusal edebiyatın sınırlarını da aşarak dünya edebiyatının devleri arasında yer alabilmek ancak “deha” sözüyle nitelenebilir.

Aydın ve aristokrat bir ailede dünyaya gelen Aleksandr Puşkin’in anne tarafında büyük dedesi Habeşistanlı bir prensin oğlu Abram Hannibal’dir. Puşkin Afrika kökenli bu büyük dedeyi tamamlanmamış roman denemesi “Büyük Petro’nun Arabı”nda (1828) anlatmıştır. İlk eğitimini yabancı eğitmenlerden alarak başta Fransızca olmak üzere yabancı diller öğrenen Aleksandr Puşkin’in bu yıllardaki eğitiminde bir Rus köylü kadınının, Arina Rodionovna’nın etkileri kuşkusuzdur. Rus halk şiirine, masallara Rus konuşma dilinin deneyimlerine ve anlatım özselliklerine ilgisini bu sıradan halk kadınına ve anne tarafından ninesi Mariya Hannibal’a borçlu olan Puşkin, yine çocukluk döneminde bir yandan Moliere, Baumarchais gibi Fransız klasiklerinin, başta Voltaire olmak üzere XVIII. Y.y Fransız aydınlanmacılarının yapıtları okuyor, öte yandan, o dönem Rus edebiyatı ürünlerini okumanın yanı sıra, bu edebiyatın N.M. Karamzin, V.A.Jukovski gibi yaratıcılarını, Puşkin’lerin salonunda düzenlenen toplantılara konuk geldiklerinde kişisel olarak da görüp tanıyordu. Bu yoğun ve çok yönlü özel eğitime, o dönemin ayrıcalıklı aristokrat çocukları için Petersburg’da açılan “Tsarskoye Selo”(çar köyü) lisesindeki öğrenim eklenecektir. ( Şiirlerinden Seçmelere Önsöz, “İnsanüstü Bir Anıt Diktim Kendime”, Adam Yayınevi, İstanbul, 1996 )

PUŞKİN VE RUS EDEBİYATI

Ulusal Rus Edebiyatının Yaratıcısı

Doğumunun 200.yılında ülkesi Rusya’da ve başka ülkelerde çeşitli etkinliklerle ve yayınlarla anılmakta olan Aleksandr Sergeyeviç Puşkin Rus edebiyatının ulusal-gerçekçi bir yönde gelişmesini ve bu anlamda evrenselleşmesini sağlayan yazarlar zincirinin ilk ve birçok bakımdan en önemli halkasıdır. Ulusal Rus edebiyatının bir başka büyük yaratıcısı Gogol’ün çağdaşı olan Puşkin, şiirleri, nesir alanında yapıtları, yazıtları ve eylemleriyle bütün bir 19.yüzyıl Rus edebiyatının esinleyicisi, yol göstericisi olmuştur. Ana dil yaşadığı sürece ölümsüz kalacak dünya yazarları arasında Aleksandr Puşkin hiç kuşkusuz en ön sıralarda yer almaktadır.

Puşkin Öncesi Rus Toplum ve Edebiyatına Kısa Bir Bakış
           
10.yüzyıl ortalarında Hıristiyanlığı kabul eden Ruslar bunu izleyen birkaç yüzyıl süresince eski Slavca dilinde dinsel bir edebiyatın ürünlerini verdiler. Bu arada folklor gerçekten zengin ürünlerini oluşturmayı sürdürmekteydi. 13. Yüzyıl ortalarında başlayan ve 250 yıl süren Moğol istilası Ruslar’ın Balkanlar ve Batı’yla ilişkilerini kopardı. Batı ülkelerinde Rönesans yaşanmaktayken Rus ortaçağı denilebilecek bir dönem 16. Yüzyıla kadar sürdü. 1547’de “bütün Rusya’nın çarı” olarak taç giyen IV.(müthiş) İvan yönetiminde Rusya güçlü bir imparatorluk olma yönünde adımlar attı. İngiltere’yle ilişkiler ve Rusya’da ilk basımevinin kurulması bu dönemde gerçekleşti. 1613’te ilk Romanov’un tahta çıkışı Rusya tarihinde yeni bir sayfayı başlattı. İlk Rus tiyatrosunun kurulduğu tarih olan 1672’nin aynı zamanda Romanov’lar soyundan I. Petro’nun tahta çıkışı Rusya tarihinde yeni bir sayfayı başlattı.

İlk Rus tiyatrosunun kurulduğu tarih olan 1672’nin aynı zamanda Romanov’lar soyundan I. Petro’nun doğum tarihi oluşu anlamlı bir rastlantıdır. 1682’de çar olan Büyük Petro’nun 1725’e kadar süren yönetiminde Rusya sözcüğün tam anlamıyla çağ atladı. Batı ülkelerinden getirtilen yüzlerce bilim-teknik insanının çalışmaları, sanayileşme yönünde atılan adımlar, kilise reformları yapılarak dinsel kurumların kamu yönetiminden uzaklaştırılması, alfabe ve takvim reformları yapılarak dinsel kurumların kamu yönetiminden uzaklaştırılması, alfabe ve takvim reformları, 1703’te İlk Rus gazetesinin yayınlanışı, bütün bu alanlarda sayısız reform ve devrim Rusya’yı bir Batı ülkesine dönüştürdü. Toplumsal dönüşümlere kültür ve edebiyat alanındaki yeni oluşumlar eşlik etti. Tredikovski, Kantemir, Lomonosov, Sumarokov, Fonfizin, Derjavin, Karamzin, Jukovski, Batyuşkov, Krılov, Radişçey v.b şair ve yazarlar Rus edebiyatının ulusal, laik, aydınlanmacı bir yönde gelişmesinde önemli kilometre taşları oldular. Puşkin ve Gogol’le evrensel düzeyde ürünler vermeye başlayacak olan 19. Yüzyıl Rus edebiyatının temel özellikleri böylece atılmış oldu. ( Cumhuriyet kitap dergisi, 1999 )

SANATI, ESERLERİ ve RUS EDEBİYATINDAKİ ÖNEMİ

Aleksandr Puşkin her şeyden önce ozandır. Rus ve dünya yazınına, aralarında «Ruslan ile, Ludmila», «Çingeneler»; «Bahçesaray Çeşmesi», «Kafkas Tutsağı», «Yevgeni Onegin» gibi anlatı - şiirler de bulunan ölümsüz bir şiir mirası bırakmıştır. Fakat onun «Byelkin'in Hikâyeleri», «Dubrovski», «Yüzbaşının Kızı» v.b. öykü ve romanları da, şiir türündeki yapıtlarından daha az ünlü değildir. Hatta şiir çevirisinin özel güçlükleri nedeniyle, kendi ülkesi dışında şiirlerinden çok, öykü ve romanlarıyla tanındığı söylenebilir. 1799'da, zengin ve aydın bir ailenin çocuğu olarak Moskova'da doğdu. Zamanın soylu aile çocuklarının tümü gibi, ilköğrenimini Fransızca gördü. Yine çocukluk yıllarında Yunan Latin klasiklerini, Voltaire, Rousseau gibi özgürlükçü, aydınlanmacı Fransız yazarlarını okuma olanağı buldu. Bir Rus köylü kadını olan dadısından da, Rusçayı, Rus halk masallarını öğrendi. Puşkin öncesi Rus yazınının ana yönelişleri, romantizm ve klasisizm akımlarıydı. Bunlar da daha çok Batı yazınlarının etkisi altında doğmuşlar, ulusal- temele yeterince oturmamışlardı. Puşkin, Batı kültürü ve özgürlükçü düşünceyle Rus halk duyarlığını kaynaştırdığı yapıtlarında, Rus yazın dilini gerek sözcük dağarı gerekse tümce yapısı ve anlatım özellikleri bakımından arındırmış ve zenginleştirmiş, bu dile çağdaş ve ulusal bir yapı kazandırmış, yapıtlarında ilk kez Rus toplumunu halksal özelliklerini yansıtan tipler yaratmakla Rus yazınında ulusal ve gerçekçi çığırın öncüsü olmuştur.

Puşkin sonrası 19. yüzyıl Rus yazınının bütün büyük yazarları onun yapıtlarıyla beslenerek yetişmişlerdir. Puşkin'in anlatı türünde ilk yapıtı, 1827 yılında yazmaya başladığı «Büyük Petro'nun Arabı'dır. Bu özyaşamsal - tarihsel roman denemesi tamamlanmamış olmasına karşın, sağlam kuruluşu, yalın anlatımı, kişilerin gerçekçi betimlenişleriyle göze çarpar. Puşkin öncesi Rus yazınında anlatı dili şiir dilinden henüz tam olarak ayrılmamıştı. «Büyük Petro'nun Arabı» bu ayrımın oluşmasında önemli bir adım olmuştur.

1830 yılının ürünü olan «Byelkin'in Hikâyeleri», süssüz, yalın bir üslupla yazılmış, gerçekçi, özlü sanat ürünleridir. Bu öykülerde Puşkin, halk insanlarını büyük bir yalınlık, gerçekçilik ve ustalıkla çizmiştir. «Menzil Bekçisi» öyküsünde bekçi ve kızı, «Tabutçu» da tabut yapımcısı ve kızları, «Köylü Genç Bayan» da hizmetçi kızlar, uşaklar, sevecen bir alaycılık ve duyguyla çizilmiş bütün bu tipler, gerçekçi Rus yazınına örnek oluşturmuşlar; Dostoyevski, Nekrasov, Tolstoy, Çehov v.b. daha sonraki dönemlerin birçok büyük yazarı için tükenmez esin kaynakları olmuşlardır. Bütün bu öyküler ince bir alay, zekâ, yalın ve şen bir insan sevgisiyle örülüdür. Yine 1830 yılı ürünü olan «Goryuhino Köyü Tarihi», toplumcu gülmecenin, parodinin gerçekçi yazında güçlü bir örneğidir. 1832 – 33 yıllarının ürünü olan «Dubrovski» adlı romanı, yukarda adı edilen yapıtlarının ortak özelliklerini taşır. Yalın, akıcı anlatımıyla «Byelkin'in Hikâyeleri»ne yakındır.  ( Şiirlerinden Seçmelere Önsöz, “İnsanüstü Bir Anıt Diktim Kendime”, Adam Yayınevi )


Bu anlamda, «Büyük Petro'nun Arabı»na göre, Puşkin'in romancılığında ileriye doğru önemli bir adımdır. Kurgusu da çok daha işlek ve sağlamdır. Haydut olmak zorunda kalan soylu kişi, romantik edebiyatın bilinen bir kahramanıdır. Puşkin, «Dubrovski»de, bu romantik kahramanı ve çevresinde gelişen olayları, yine romantik renkler taşımakla birlikte, halksal, ulusal, gerçekçi bir temele oturtmayı başarmıştır.

Romanda dönemin Rus derebeylik düzeni ve ona uşaklık eden bürokrasiyle acımasızca alay edilmekte, Kirila Petroviç tipinin çevresinde Rus derebeylik düzeni, günlük yaşam özellikleriyle, sevecenlikten de yoksun olmayan ince bir alaycılıkla sergilenmektedir. Bu bakımdan «Dubrovski», Gogol’un bazı ilk dönem yapıtlarıyla da ortak özelikler taşır. Puşkin'in Rus halk tiplerine, onların yaşamlarına, konuşmalarına, göreneklerine duyduğu (bu kez alaycılıktan yoksun olmayan) ilgi ve sevgi, «Byelkin'in Hikâyeleri»nde ve daha sonraki «Yüzbaşı'nın Kızı»nda olduğu gibi, «Dubrovski»de de büyük yazarın başlıca özelliklerindendir. Yine «Dubrovşki»de, romantik aşk öyküsü çevresinde, Puşkin'i çok ilgilendirmiş olan «halk ayaklanması» konusu ilk kez yansımaktadır. Sonradan,

17. yüzyıl Rus köylü ayaklanması ve ayaklanmanın ünlü önderi Pugaçev konusunda «Pugaçev Ayaklanması Tarihi» adlı bir inceleme de yazacak olan Puşkin, «Boris Gudunov» adlı tragedyasında ve «Yüzbaşının Kızı» romanında da bu konuyu işlemektedir. «Dubrovski»yi, konunun romantik örgüsüne karşın, acımasız, baskıcı bir yönetime karşı bir halk ayaklanmacısını konu alışıyla, yazıldığı dönem bakımından, oldukça gözü pek bir yapıt saymak gerekir.

Yine aynı dönemin ürünlerinden «Maça Kızı»nda, hedef bu kez Petersburg sosyetesidir. «Maça Kızı»nı bir fantezi, traji - komik bir öykü olarak görmek olası. Fakat öykünün kahramanı Hermann konusunda Dostoyevski'nin değerlendirmesi, bu anlatıyı biraz daha derinliğine irdelemede ışık tutucu olabilir. Şöyle niteliyor Dostoyevski, «Maça Kızı»nın kahramanını: «... Muazzam bir kişilik, Petersburg döneminin (Puşkin'in Petersburg dönemi ürünlerinin / A.B.) alışılmadık bir tipi... Onda bir Napolyon profili ve bir iblis ruhu var...» Dostoyevski'nin bu değerlendirmesinden yola çıkarak, Hermann'ı, Raskolnikov'un (Dostoyevski'nin ünlü kahramanının) hazırlayıcısı, bir ön örneği olarak da görebiliriz... Hermann tipinin Gonçarov'un «Oblomov» undaki Ştolts tipiyle yakınlığı da, Puşkin'in «Maça~ Kızı»nda «Rusya'nın yeni, kapitalist döneme girişini» incelikle yansıttığı konusundaki yargılara bir kanıt sayılabilir. «Mısır Geceleri» yine yüksek sosyete çevrelerine yönelik acı bir alaydır.  ( Şiirlerinden Seçmelere Önsöz, “İnsanüstü Bir Anıt Diktim Kendime”, Adam Yayınevi, İstanbul, 1996 s, 28)

Modern bir anlatım ve kurgu özellikleri taşıyan öyküsünde Puşkin, dönemin resmi yazın çevrelerine ve baskıcı yönetime karşı, sanatın özgürlüğü konusunda düşüncesini ustaca yansıtmaktadır : «Çünkü yasak tanımaz rüzgâr, Zincir vurulmaz kartala, genç kız kalbine. Şair de öyledir işte İçinden geldiği gibi yaşar... » «Mısır Geceleri» nde, Puşkin, romantik esinlenme anlayışına karşı, sanatı bir ustalık, bir beceri olarak gören kendi gerçekçi anlayışını da yine ustaca ortaya koymaktadır... «Roslavlev», Napolyon'un Rusya seferi sırasındaki Rus yüksek sosyetesini incelikle eleştiren bir küçük anlatıdır. Yine de, bu birkaç sayfalık anlatının, «Savaş ve Barış»ta Lev Tolstoy'u etkilemiş olduğu söylenebilir... Anlatının kahramanı genç kız, Puşkin'in pek çok yapıtının kahramanları gibi, o dönem ve daha sonraki gerçekçi, ulusal Rus yazınının ilk örnek tiplerinden biridir.

Yurt dışına yolculuk, Puşkin'in büyük bir özlemiydi. Yazık ki bu özlem gerçekleşemedi. Baskıcı çarlık yönetimi yurt dışına çıkış izni vermedi ona. 1829 yılında, Osmanlı - Rus savaşı sırasında Rus ordusuyla birlikte yola çıkışı, bu yurt dışı yolculuğu özlemiyle ilgilidir. Bu yolculuğun izlenimlerini yansıtan (1836' da yayınlanan) «Erzurum Yolculuğu»nda belirttiği gibi, ayak bastığı yabancı topraklar Rus ordusunca ele geçirilmiş yerler olduğu için, yine de yabancı bir ülkeye ayak basmış olmuyordu...

«Erzurum Yolculuğu» Puşkin’in çok, yönlü zekâsının, kültürünün ışıltılarıyla parlayan bir yapıtıdır. Kafkas doğası betimlemelerinin, yıllar sonra, bir başka büyük yazarı, Maksim Gorki'yi etkilemiş olduğu rahatça söylenebilir. Savaş alanı betimlerinin ise, «Sivastopal»da ve hatta «Savaş ve Barış»ta Lev Tolstoy'u derinliğine etkilemiş olduğu açıklıkla görülebilmektedir. Savaş alanı betimlemerinde, dönemin siyasal koşullarının çok ötesinde, insancıl bir yaklaşımı var Puşkin'in: «Yolda yanlamasına uzanmış yatan genç bir Türk'ün cesedi önünde durdum. 18 yaşlarında bir delikanlıydı bu. Bir kızınkini andıran solgun yüzü henüz tazeliğini yitirmemişti. Sarığı tozlar içinde yatıyordu. Tıraşlı ensesinde bir kurşun yarası vardı...» Bu tümceler, bütün tarih kitaplarından çok daha belirgin ve elle tutulurcasına gözlerimizin önünde canlandırmaktadır bir savaş alanı görüntüsünü. ( Tüm öykü ve romanların yeni basımına önsöz. Cem yayınevi,İstanbul, 1990.)

Puşkin anlatı alanında başyapıtı olan «Yüzbaşının Kızı» nı da 1836 yılında tamamlayıp yayınladı. Gogol bu romanla ilgili olarak şöyle demektedir: «Yüzbaşının Kızı ile karşılaştırılınca bütün romanlarımız ve büyük hikâyelerimiz yavan kalıyor. Saflık, yumuşaklık öyle bir yüksekliğe ulaşıyor ki bu yapıtta, gerçek bile yapmacık ve karikatürize edilmiş gibi görünüyor. Ortaya gerçekten de ilk olarak Rus karakterleri çıkıyor. Kalenin basit komutanı, karısı, bayraktar, biricik topuyla kalenin kendisi, zamanın karışıklığı, sıradan insanların o alçak gönüllü büyüklüğü. Bütün bunlar yalnızca gerçek değil, onu da aşan bir şey. » «Yüzbaşının Kızı» yazılmasaydı, Tolstoy'un «Savaş ve Barış»ının da yazılmamış olacağı görüşü ileri sürülmektedir. Gerçekten de, savaşın abartılmadan, bütün yalınlığı ve karmaşıklığı içinde anlatılması, roman kahramanlarının gerçek yaşamından kopuk, savaştan başka bir şey düşünmeyen yapay kişiler olarak değil de, kendilerine özgü yaşamları ve aile yaşantılarıyla birlikte verilmiş olmaları bakımından, bu iki roman arasında bir yakınlık vardır. Bağımsız, özgürlükçü kişiliği ve dönemin ilerici okur yığınları arasında geniş yaygınlık kazanan yapıtları nedeniyle monarşi yönetiminin sürekli baskıları altında yaşayan Aleksandr Puşkin komploya benzer bir düello sonucu öldürüldüğünde henüz 38 yaşındaydı.
      
KAYNAKÇA

1- Cumhuriyet kitap dergisi, 1999
2-“Milliyet sanat”, 22.20.1979
3-Milliyet sanat, 22.20.1979
4-Şiirlerinden Seçmelere Önsöz, “İnsanüstü Bir Anıt Diktim Kendime”, Adam Yayınevi, İstanbul, 1996
5- Şiirlerinden Seçmelere Önsöz, “İnsanüstü Bir Anıt Diktim Kendime”, Adam Yayınevi, İstanbul, 1996 s,18
6- Şiirlerinden Seçmelere Önsöz, “İnsanüstü Bir Anıt Diktim Kendime”, Adam Yayınevi, İstanbul, 1996 s, 28
7-Tüm öykü ve romanların yeni basımına önsöz. Cem yayınevi, İstanbul, 1990.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder