Moskova

Moskova

29 Eylül 2021 Çarşamba

Queen’s Gambit Kurgusal Bir Kadın Satranç Ustası Yarattı. Sovyetler Birliği Onlarca Gerçek Kahraman Yarattı

Kaynak: https://elyazmalari.com/  

Sopiko Japaridze

 

Geçen hafta Sovyet Gürcü satranç ustası Nona Gaprindaşvili, platformun çok popüler mini dizisi The Queen’s Gambit’in onun başarısını küçümsediğini ve baltaladığını iddia ederek Netflix’e dava açtığını duyurdu. Son bölümlerden birinde, SSCB’de düzenlenen bir satranç turnuvası sırasında, anlatıcı dizinin ana karakteri kurgusal bir Amerikan satranç oyuncusu olan Beth Harmon hakkındaki tek olağandışı şeyin onun cinsiyeti olduğunu söylüyor. Ve bu sadece Rusya’ya özgü değil. Fakat Rusya’da dünya kadın satranç şampiyonu Nona Gaprindaşvili var ve hiç erkeklerle karşılaşmadı.

Dizi karakterlerinin çoğunun kurgusallığını sürdürürken, Nona’nın gerçek adını kullanıyor ve hatta dizi için uyarlanan kitaptaki replikleri değiştiriyor. Bu “repliğe” dava açılmasının nedeni basit – Gaprindaşvili, madalya dolu kariyeri boyunca düzinelerce erkekle karşılaştı, Uluslararası Satranç Federasyonu’nun (FIDE) ilk kadın büyükusta unvanını aldı ve Kadınlar Dünya Şampiyonu oldu. Dizi, yalnızca Nona’nın inanılmaz başarılarını değil, aynı zamanda SSCB’deki kadınların başarılarını da daha geniş bir şekilde siliyor, bunu yaparken de bu çok ırklı ülkeyi çok sayıda Ruslar olarak görüp ciddiye almıyor.

Gerçekte SSCB, satranç dünyasında on yıllarca süren bir saltanat yaşadı. Küçük Kafkas Cumhuriyetinin otuz yıl boyunca dünya şampiyonları üretmesiyle Sovyet Gürcü kadınları için özel bir altın çağ yaşanmıştı. İlk FIDE büyükusta unvanı Nona Gaprindaşvili’ye verilirken ikinci büyükusta unvanı da bir Sovyet Gürcü olan Maia Çiburdanidze’ye verilmişti. Nona, on altı yıl boyunca Dünya Kadınlar Satranç Şampiyonu olarak kaldı. Maia ise bu ünvanı on dört yıl boyunca elinde tuttu ve 2010 yılına kadar bu ünvana sahip olan en genç oyuncu olarak kaldı. Bunlar, uluslararası kadın satrancı tarihinin ikinci ve üçüncü en uzun saltanatıydı; unvanı en uzun süre elinde tutan kadın, Vera Menchik de SSCB’dendi. Karşılaştırma için; 1.600 büyükustadan sadece otuz dokuzu kadındı ve 2013’e kadar Amerika Birleşik Devletleri’nde hiç kadın büyükusta yoktu. Bugüne kadar kazananların çoğu ya SSCB’den, eski komünist ülkelerden (Gürcistan’dan başkaları da dahil) ya da modern Çin’den.

Sovyet kadınları küresel sahnede turnuvalar kazanırken, Amerika Birleşik Devletleri’nin yapabileceği en iyi şey, en iyi erkek satranç oyuncularını yenen hayali bir kadın hakkında kısa bir Netflix dizisi yapmaktı. Kurguda yazarın hayal gücünde hiçbir sınırlama olmasa da, yollarındaki engelleri kaldıran etkili sosyal politikalara borçluydu.

 

Yetenek Gerçek Kılındı

Evrimsel biyolog Stephen Jay Gould, bir zamanlar ünlü olan bu ayrımın önemini kavramış ve şu yorumu yapmıştı:

Bir şekilde, Einstein’ın beyninin ağırlığı ve kıvrımlarıyla daha az ilgileniyorum, eşit yetenekli insanların pamuk tarlalarında ve atölyelerde yaşayıp öldüklerinin neredeyse kesinliğiyle ilgileniyorum. Bu yazının yazarı (ifşa ediyorum: Ben Gürcü’yüm) SSCB’nin mükemmel olmaktan uzak olduğunu biliyor. Ama aynı zamanda fabrikalarda ve tarlalarda çalışan insanlara daha iyi çalışma koşulları ve yeteneklerini keşfetmeleri için bir kulüp ve merkezler karmaşasını verdi. Bu, liberallerin vaat etmeyi sevdikleri ama asla yaratmadıkları şeyi sağladı: “eşit bir oyun alanı”.

Queen’s Gambit ilgi çekici bir dizi olabilir, ancak nihayetinde hala “Einstein’ın beyni” ile ilgileniyor. Beth, inanılmaz dehası nedeniyle gösteride zafer kazandı. Annesini ölmüş olması, yetimhanede yaşaması ve bir satranç takımına sahip olamaması gibi ciddi zorluklara rağmen, onun Tanrı vergisi muhteşem yeteneği dizide sıklıkla anılıyor. Ama daha da kötüsü, The Queen’s Gambit dünyasının, dünyanın en iyi oyuncusu olmasına yardım eden hem zihinsel, sosyal, ekonomik hem de ahlaki desteğe sahip olan gerçek kadını, Nona’yı (ve onun gibileri) açıkça baltalamasıdır. Birinin gerçek, diğerinin kurgu olmasının bir nedeni vardır.

1917’deki Rus Devrimi’nden sonra, Gürcistan’ın Sosyal Demokratları, Tiflis şehrinin işlek caddesi Golovinskii bölgesindeki en görkemli saraya el koydu. Saray on dokuzuncu yüzyılda çarlık iadresi tarafından inşa edilmişti ve 1917’ye kadar imparatorluk Rusya’sının Kafkasya’daki iktidar merkezi olarak işlev gördü. 1921’den 1937’ye kadar ise çocuklar için Öncülerin Sarayı’na dönüştürülmeden önce Sovyet Gürcistan hükümetinin yeriydi. Dolayısıyla bu bina, Kafkasya’da Rus emperyal gücünün ve boyun eğdirme merkezi olmaktan, dünyanın en olağanüstü bilim insanlarını, sporcularını, sanatçılarını ve satranç büyük ustalarını üretmeye doğru dönüştü. Sovyet Gürcistanı’nda ve başka yerlerde bu tür saraylar inşa edildi.

Şimdiki adıyla Gençlik Sarayı, bugün geçmişteki ve şimdiki öğrencilerinin bir sergisine sahiptir. Nona Gaprindaşvili’nin kendisi tarafından bağışlanan büyük bir satranç seti ile satranca ayrılmış bir oda var. Saray, çocuklar tarafından çıkarılan mineraller, kayalar ve eserlerle birlikte geçmiş gezilerin fotoğraflarıyla doludur. Ayrıca eski öğrencilerin yaptığı sanat eserleri, heykeller ve filmler de var. Sergilenen eserlerin çoğu SSCB’den, ancak daha yeni olanlar da var. Sovyet heykelciklerinin nasıl bu kadar profesyonel göründüğüne dair yorum yaptığımda rehberim, o zamanlar çalışmak için Sovyetlerde pahalı malzemelerin olduğunu söyledi. “Yetenek aynı, malzemeler artık daha az.” Şimdi devletin sundukları hakkında daha fazla şeyi sorguluyorum. Rehberim bana eskiden sundukları programlardan çok daha azının mevcut olduğunu ve yaz kamplarının veya gezilerinin bir süredir yapılmadığını söyledi. O konuşurken ben ufalanan, lekeli duvarlara bakıyorum.

Queen’s Gambit’in yayımlanmasından bu yana, Nona Gaprindaşvili’nin kariyeri ve Gürcü kadınların Sovyet satrancındaki hakimiyeti ile bağlantı kuran birkaç makale yayımlandı. Yine de, Sovyet geçmişinin tipik bir şekilde çabucak silinmesiyle, hikaye 12. yüzyılda başlayarak “Gürcü” gelinlere çeyiz olarak satranç takımları verildiğini anlatıyor. Ancak bu gelinlerin asil kökenleri asla tartışılmamaktadır. On sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllar boyunca satranç, tıpkı tiyatro, kitaplar ve sahil tatilleri gibi vardı – ama bu lüksler, nüfusun çoğunluğunu oluşturan serflere veya işçilere değil, soylulara ve şehirlerde gelişen kapitalist sınıfa ayrılmıştı.

Sovyetler Birliği, satrancın işçi sınıfı arasında kitleselleşmesi için malzeme, zaman, yer ve uzmanlık sağladığın daha sonraki dönemde kadınların başarısı için platform yaratıldı. Burada hem ahlaki hem de politik olarak hiyerarşinin tersine çevrilmesi amacı vardı – artık en üstte üst sınıflar ve din adamları değil, işçi sınıfı olacaktı. Sanat ve spora geniş erişim, en başından beri Sovyetlerin sosyal gelişimini tanımlamaktaydı. Lenin, gençlikteki bu eğilimlerle bizzat ilgilendi. Clara Zetkin’e yazdığı gibi,

Özellikle gençlerin yaşam sevincine ve güce ihtiyaçları var. Spor, yüzme, yarış, yürüyüş, her türden bedensel egzersizler ve çok yönlü entelektüel ilgi alanlarına da. Öğrenmek, çalışmak, araştırmak, mümkün olduğunca kolektif olmalı.

 

Paçavralıktan Zenginliğe

Dolayısıyla Netflix ve SSCB arasında, sınıf siyaseti düşüncesinin iki zıt yönü var: birincisinde kurgusal olarak, işçi sınıfından bir kız, her şeye rağmen ve hatta elit muhalefete karşı çok çalışarak “büyüyor”; Sovyet tarihsel gerçekliğinde ise bireysel bir mücadele etme zorunluluğunda kalmaması için bireye bir platform sağlanıyor.

Bu karşıtlık, The Queen’s Gambit’in anlatmak istediği, iyi hissettiren hikayenin temelidir. Anlatı, kurgusal Beth’in bir Hıristiyan yetimhanesine taşınmasıyla başlar; burada, bodrum katında, onunla cinsiyetinden dolayı oynamaya direnen ve  isteksiz olan bir hademenin satranç oynamasına izin vermesi için yalvarır. İşçi sınıfından olan bu adam, genç kızın yetenekli olduğunu fark ettiğinde, onu bir oyuncu olarak becerilerini geliştirebilecek biriyle ilişkilendirmeye çalışır. Ancak Beth psikotropik ilaçlara bağımlıdır, yetimhaneler düzenli olarak çocuklara iyi davranışta bulunmaları için haplar verir. Ceza olarak, zaten Beth’in hanımefendi tavırlarından yoksun olmasından rahatsız olan müdire takip eden altı yıl boyunca onun satranç oynamasını yasaklar.

Beth nihayet evlat edinildiğinde, annesi ilk başta onu desteklemez – ona ilk gerçek satranç turnuvası için giriş ücretini gönderen işçi sınıfından olan hademedir. Anne, sadece parasız olduğunu ve para kazanması için kızına ihtiyacını olduğunu fark ettiğinde onu desteklemeye başlar.

Bu kurgusal hikaye, Nona Gaprindaşvili gibi gerçek hayattaki bir kadın oyuncunun tarihiyle taban tabana zıttır. Sovyet Gürcistanı’ında büyüyenler için satranç olağan ve yaygındır. Ve bunun nedeni de Sovyet devletinin spor ve sanatı geniş bir alana yaymak için ortak çabasıdır. Kardeşleri ve o her zaman satranç oynadı ve bir gün erkek kardeşi, takımlarındaki bir kızın gelememesi üzerine turnuvaya katılmasını istedi.

Büyük bir başarı gösterdikten sonra, ünlü satranç ustası Vakhtang Karsadze ona Tiflis’e gelmesi için yalvardı ve orada Pioneer Sarayı’nda eğitim verdi. 1961’de Dünya Kadınlar Satranç Şampiyonasını kazandı, ancak unvanını 1978’de diğer önde gelen Sovyet Gürcü oyuncusu Maia Chiburdanidze’ye kaybetti. Nona’nın başarısı ve büyük miktarda devlet kaynakları, birçok kadını satranca girmeye teşvik etti. Evet, Sovyetler Birliği’nde cinsiyetçilik vardı ve Nona, yaklaşan yenilgi karşısında onurlu bir şekilde istifa etmesini reddeden ve onu daha uzun süre oynamaya zorlayan yöneticiler gibi birçok sorunların üstesinden gelmek zorunda kaldı. Ancak Netflix’teki meslektaşı Beth’in başarısından farklı olarak, onunki kurgu malzemesi değildi.

 

Soğuk Savaş Kinayesi

The Queen’s Gambit’te Sovyetler Birliği’nde ve vatandaşlarında (Ruslar olarak anılır) açık darbeler var, tıpkı Sovyet büyükustasının Beth’i ilk kez yendiğinde ona karşı ne kadar “bürokratik” oynadığını duyduğumuz zamanki gibi. Aynı zamanda, genç Rus oyuncunun kendisini “Jiorgi” olarak tanıtırken sert bir g sesi kullanması gerekirken adını j sesiyle telaffuz etmesi gibi utanç verici bir ayrıntı eksikliği de var.

Bununla birlikte, “Rusların” satrançta iyi olduğu, çünkü “bireyci Amerikalıların aksine bir takım olarak çalıştıkları” tartışmasını da içeren, beyin ölümü gerçekleşmiş Hollywood anti-komünizminden bazı farklılıkları var. Nihayetinde Beth’in kazanması, ona yardım eden bir satranç ustaları topluluğunun eseridir. O tipik bir burjuva kızı değil – çünkü o trajik bir şekilde acı çekti. Onun başarısı aynı zamanda bir hademeye, marketi olan bir satranç oyuncusuna ve yetim kalan, evlat edinilmeyen ve dahi olmayan siyah bir kadına da bağlı. Tüm bunlar, Beth Sovyet rakibini yendiğinde ahlaki otoritenin kurulmasına yardımcı olur.

Paçavralıktan zenginliğe geçmenin idealleştirilmesine dayanan sınıf siyaseti, burada iş başında olan Soğuk Savaş kinayelerinden bazılarıyla oldukça tuhaf bir şekilde örtüşüyor. Beth, özellikle Moskova’daki turnuvalara katılmak için sürekli para aramaya zaman harcıyor. Sadece anti-komünist bir kilise örgütü, Hıristiyan inançlarını ve komünizm karşıtlığını alenen ilan etmesi karşılığında onu oraya göndermeye istekliyken, Dışişleri Bakanlığı da onu finanse etmiyor ama onu gözetlemek istiyor.

Buna karşılık, Sovyet satranç oyuncuları para toplamak zorunda değildi. Muhteşem binalarda zanaatlarını bileyen takım elbise giyen şatafatlı bir topluluk olarak tasvir ediliyorlar – ayrıca bu oyuncuların satrancı dört yaşında öğrendikleri ve böylece satrancı elit bir eğlence olarak tanımladıklarını öğreniyoruz. Bu, tüm hayatı boyunca o masaya ulaşmak için savaşan bir Amerikalı yetime karşıtlık anlamı taşıyor. Dizi böylece ABD’deki haklarından mahrum bırakılmış kimlikleri, haklarını kolayca elde etmiş Sovyet oyuncularına karşı bir silah haline getiriyor.

Bir bakıma böyle de yaptılar, ancak burada sergilenen harika çevrenin, “lüks komünizm”deki özgün deneyi yansıttığı kadar. Sovyet oyuncuların aristokrat olması şöyle dursun, burada Çarlık Rusyası’nda burjuvazinin zevk aldığı şeyler proletaryanın da zevk alması için onlara verildi. Çünkü SSCB opera, bale, edebiyat, spor, sağlık merkezleri, satranç vb. dahil olmak üzere kitlelere yüksek kültür getirmenin önemi üzerinde ısrar etti.

Amerikalı satranç oyuncularından biri Beth’e, “Biz bu küçük kolejde oynamak zorundayken Rusların nerede oynadığını görmelisin.” demektedir. Eh, bunun bir nedeni vardı. Satranç için kullanılan bu güzel binalar ya soyluların elinden alınan saraylar ya da yeni yapılan salonlardı.

Son sahnede, dizi bize gerçek işçilerin dışarıda sokaklarda satranç oynadığını anlatıyor- ve son bölüm Beth’in onlarla oynamak için Dışişleri Bakanlığı’ndan gelen refakatçisinden kaçmasıyla bitiyor. Görünüşe göre Beth Soğuk Savaş’ı bırakıyor ve kapıcı arkadaşı Shaibel’e çok benzeyen dışarıdaki satranç oyuncularına katılıyor.

Yine de Beth Soğuk Savaş’ın bir parçası olmak istemiyorsa da, birçok yönden tüm dizi bunu devam ettiriyor. Bütün bu ayrıntılar, Amerikalı kızın Sovyetler üzerinde ahlaki otoritesini ileri sürüyor. Sovyetler Birliği’ne karşı iğnelemeler genellikle az çok incelikli olsa da, Nona Gaprindaşvili’ye erkeklerle hiç karşılaşmamış bir kadın satranç oyuncusu olarak yapılan darbe öyle değildi. Bir kez daha, Sovyetler Birliği’nde kadınlar için gerçek ilerleme basitçe görmezden geliniyor veya ABD’den gelen “patron kız” feminizmi lehine alay ediliyor. Dizide Rus veya Gürcü kadın yok ve Nona Gaprindaşvili’yi oynayan aktris bile zar zor görünüyor. The Queen’s Gambit için, göz alıcı Amerikan Beth, “Rusları kendi oyunlarında yenen” ilk kadındır.

Sistemi temize çıkaran ve suçu bireylerin istekliliğine ya da eksikliğine bağlayan sahte tarihlerden daha fazlasına ihtiyacımız var. Kadınlar ve çalışan insanlar genellikle kendilerine değer veren ve yeteneklerini gerçekleştirmelerine olanak tanıyan gerçek sosyal programlara ve politikalara ihtiyaç duymaktalar. The Queen’s Gambit’in yapımcıları, dizinin yayınlanmasından sonra satranca olan ilginin arttığını iddia ederek şovun etkisini vurguluyor. Yine de, aynı zamanlarda ortaya çıkan Sovyet Gürcü kadın satranç oyuncuları hakkında bir belgesel olan Glory to the Queen, Netflix’in sahip olduğu görüşlerin bir kısmına sahip değil.

Çoğu insanın çığır açan kadın satranç oyuncularını düşündüğünde, Nona Gaprindashvili veya Maia Chiburdanidze’yi ya da bu iki Gürcü satranç oyuncusuyla birlikte diğer Gürcü satranç oyuncularının “savaş birliği” anlamına gelen Druzina olarak adlandırıldığını asla bilmeyecekleri ve sadece hayali Beth’i düşünecekleri üzücüdür. Bu tür izleyiciler, kadınlara başarılı olma şansı veren sosyal platformlar hakkında çok az şey bilecekler ve bunun sadece şartlara karşı savaşmalarına bağlı olmadığını bilemeyecekler. Nona Gaprindaşvili’nin Netflix’e açtığı davayı kazanmasını ve bu parayı onun gibi daha fazla kadını desteklemek için harcamasını umabiliriz.

(Bu yazı Türkçeye El Yazmaları için Caner Malatya tarafından çevrilmiştir. Yazının orijinali için: https://www.jacobinmag.com/2021/09/netflix-the-queens-gambit-soviet-chess-grandmaster-nona-gaprindashvili-sue-lawsuit-champion )

Moskovalılar çocuklarına dizilerden isim seçiyor, işte en popüler olanlar


Kaynak: https://tr.sputniknews.com/

  

Moskovalı genç anne-babalar çocuklarına animelerden isim koyuyor. Govorit Moskva radyosuna konuşan Nikah ve Nüfus Kayıt İdaresi (ZAGS) yöneticisi Olseya Bariksa, ailelerin yeni doğanlara sıra dışı isim verme adetinin yaygınlaştığını söyledi.

En çok tercih edilenler arasında ünlü anime serisi Titana Saldırı'dan sonra meşhur olan Eren ve Levi isimleri de var. Olesya Bariska bir dönem televizyon dizisi Game of Thrones'dan isim koyma modasının ise geçmeye başladığını belirtiyor. Yine de bu yıl Moskova'da doğan üç kız çocuğuna aileler Arya ismini koymayı tercih etmiş.

Özellikle erkek çocuklar için eski Slav isimler koymak da bir başka moda. Bu isimlerden bazıları Yaromir, Svyatozar, Yaropolk, Luçezar, Svetlomir, Svyatogor, Dobromir, Yelizar ve Yevsey. Klasik Rus isimlerinden Luka, Saveliy ve Yelisey de popülerlik kazanmış.

Kız çocuklarına konan ender isimlerden bazıları ise Lisa (tilki), Rumyana (al kız), Sahar (şeker), Kosmeya, Diora ve Titsiana.

ZAGS yetkilileri daha önce, şehirde doğan erkek çocuklarına en çok konan ismin Aleksandr olduğunu açıklamıştı. Anne-babaların kız çocuklar için en çok tercih ettiği isim ise Sofiya.

En iyi şehirler listesinde Moskova dördüncü sırada


Kaynak: https://tr.sputniknews.com/

© REUTERS / Tatyana Makeyeva

 

Rusya’nın başkenti Moskova Resonance danışmanlık şirketinin hazırladığı ‘Dünyanın en iyi 100 şehri’ listesinde dördüncü sırada yer aldı.

Resonance danışmanlık şirketi ‘Dünyanın en iyi 100 şehri’ listesini hazırladı. Listenin başını Londra, Paris ve New York çekti.

Rusya’nın başkenti Moskova dördüncü sıraya yerleşti. Son yıllarda Google Trends sıralamasında kente ilginin arttığı belirtilen listede 2018 FIFA Dünya Kupası gibi uluslararası etkinliklerin bu ilginin artmasına katkıda bulunduğu kaydedildi. Havayolu ile ulaşımın en kolay olduğu yerlerden biri olduğu hatırlatılan kent, ‘dünyanın eğitimli vatandaşlarına sahip üçüncü kenti’ olarak nitelendirildi.

Diğer yandan Moskova listede ilk 20’de yer alan tek Rus kenti değil. Rusya’nın kuzey başkenti olarak anılan St. Petersburg da 17. sırada.

Listede St. Petersburg’un ‘Kuzey’in Venedik’i’ unvanını hak ettiği, sanat ve eğitimle öne çıktığı belirtildi.

İstanbul da listenin 23. sırasına yerleşti. İki kıtaya yayılan tek büyük kent olduğuna dikkat çekilen İstanbul’un bugün, bu stratejik konumunu kendisine yeni yatırımlar çekmek için kullandığı ifade edildi.

“İstanbul’un tarihinin üzerine kurulu olduğu Doğu ve Batı’nın, eski ile yeninin, muhafazakarlık ve liberalliğin buluşması, buradaki her şeyi renklere bürüyor” ifadelerine yer verilen listede kentte minarelerle kilise kulelerini, kara çarşaflı ve vücuda oturan Armani elbiseli kadınları yanyana görmenin mümkün olduğuna dikkat çekildi.

28 Eylül 2021 Salı

250 yıl önce Moskova'da veba ayaklanması ve Türkler

 

Kaynak: https://turkrus.com/

 

1770 yılı ocak ayında Rus-Türk Savaşı sırasında Yaş şehrindeki Rus askerleri arasında tuhaf bir hastalık baş gösterdi. Halsizlik, kusma, daha sonra da "ruble büyüklüğünde" kabarcıklarla kendini gösteren hastalık kısa sürede yayıldı. İlkbahar aylarında Polonya'ya, ağustosta Kiev'e, kasımda ise Moskova'ya ulaştı.

Başlangıçta tifoyla karıştırılan hastalığın veba olduğu kısa sürede anlaşıldı. Moskova Valisi Pyotr Saltıkov şehirdeki meyhanelerin, pazarların ve hamamların kapatılmasını emretti. Şehir 20 sektöre ayrıldı. Doktorlar ve polis sektörleri tarayarak tespit ettikleri hastaları hastanelere götürdü, yakınlarını evlerde karantinaya aldı.

Ancak geç kalınmıştı. Temmuz ayına gelindiğinde kentte günde 100 kişi hayatını kaybediyordu. Eylül geldiğinde ise sayı 700'e çıktı. Şehirde ticaret yaşamı durdu. Moskova'nın ekseriyetle tüccar ve zanaatkar şehri olması nedeniyle yoksulluk baş gösterdi.

Bu durumu söylentiler takip etti. Şehirde hastalığı Türklerin yaydığını ileri sürenler, salgını ancak Kitay Gorod'daki Tanrının Anası, yani Meryem Ana ikonunun sona erdirebileceğini anlatmaya başladılar. Başpiskopos Amvrosii kiliselerde toplu ibadeti yasakladı. Tam iki hafta sonra, yani 26 Eylül günü huzursuzluk isyana dönüştü. "İkonayı çalıyorlar!" diye bağırarak kiliselere ve manastırlara hücum eden halk Piskopos Amvrosii'yi linç etti. Vali şehirden kaçtı.

Ertesi gün vali yardımcısı düzenin sağlanması için ordudan yardım istedi. Çariçe Yekaterina'nın favorisi Kont Grigori Orlov'un başında bulunduğu alaylar dördüncü gününde ayaklanmayı bastırdı. Şehir yönetimi ardından hastane sayısını arttırdı ve doktorların maaşını yükseltti. Tüccarlara ve zanaatkarlara para yardımı yapıldı.

Aralık ayına gelindiğinde ise günlük can kayıpları 20 kat azaldı. Salgının tamamen ortadan kalkması içinse 1772'yi beklemek gerekecekti. Salgında hayatını kaybedenlerin sayısının en az 52 bin olduğu tahmin ediliyor.

 

(Moskviçmag dergisinden)

26 Eylül 2021 Pazar

Rusya'da nüfus, istihdam ve işsizlik


Samih Güven

Kaynak: https://samihguven.blogspot.com/

 

Bütün dünya değişimin hızlandığı bir dönemden geçiyor. Salgınlar, dengesiz iklim hareketleri, nüfus dinamikleri, göç hareketleri, teknolojik gelişmeler ve otomasyon çalışma hayatına da önemli etkilerde bulunuyor.

Öne çıkan bazı eğilimlere baktığımızda, esnek çalışma uygulamaları, eğitim, meslek ve endüstri ilişkisinin daha fazla önem kazanması, evden çalışmanın artması, şirketlerin kurumsal kültürünü sanal ortama da taşıma gereği, yenilikçilik ve yaratıcılığın artan önemi, çalışan ve işveren beklentilerinin sürekli değişiyor olması gibi hususları görüyoruz.

Söz konusu dinamikler hiç kuşku yok ki işsizlik rakamlarından ücretlere, yabancı işçi sayısından verimlilik rakamlarına birçok başlığa etki ediyor. Ekonomi politikalarının nasıl şekillendirildiği ise ayrı bir önem taşıyor. 

Bu kapsamda konuyla ilgili tartışmalar açısından önem taşıması nedeniyle Rusya Federal İstatistik Servisinin verilerini ve diğer kaynakları kullanarak Rusya'da nüfus, istihdam ve işsizlik hakkındaki gelişmeleri rakamlarla özetlemeye çalışacağım. Buna göre: 

 

1.Nüfus: 

Rusya nüfusu son birkaç yıldır 146 milyon olarak seyrediyor. Nüfusun yüzde 54’ü kadın, yüzde 46’sı ise erkeklerden oluşuyor. Rusya’da nüfusun 109 milyonu kentlerde, 37 milyonu ise kırsalda yaşıyor. Moskova 12,6 milyon, St. Petersburg ise 5,4 milyon nüfusu ile en kalabalık şehirler. Dolayısıyla iş, ticaret, finans ve turizm sektörleri açısından önemli merkezler. 

Diğer taraftan Rusya içerisinde belirgin nüfus hareketleri olduğu, bazı bölgelerin göç verdiği; Sivastopol, Leningrad, Adıge, Kaliningrad, Moskova gibi bölgelerin ise en çok göç alan yerler olduğu görülüyor.

 

2.Nüfus dinamikleri: 

Rusya’nın nüfus dinamikleri incelendiğinde birkaç husus ön plana çıkıyor. Bunlardan en önemlisi çeşitli projeksiyonlara göre 2050 yılına kadar nüfusun 130-135 milyona kadar gerileyecek olması.  

Diğer taraftan, Rusya’da yaşam beklentisinin yükseldiği görülüyor. 2010 yılında 65 olan doğumda yaşam beklentisinin 2019 itibarıyla 73’e yükseldiği anlaşılıyor. Rusya’da 20-30 yaş arası nüfus son yıllarda azalma eğiliminde iken 55 yaş üstü nüfusun payı yükseliyor. Bu da hem daha fazla yabancı işçi ihtiyacı hem de sağlık ve sosyal güvenlik harcamalarının artışı anlamına geliyor.

 

3.Aktif nüfus: 

İstihdam edilenler ve işsizlerden oluşan aktif nüfus 75 milyon 400 bin seviyesinde. Bu rakamın 2017 yılında 76 milyon 285 bin olduğunu not etmek gerekiyor. 2021 yılı itibarıyla nüfusun 72 milyonluk bölümümün istihdam edildiği, işsizlik oranının ise yüzde 4,5 seviyesinde olduğu görülüyor. Rusya’da kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 55 seviyesinde.

 

4.İstihdam: 

Rusya’da 72 milyon çalışanın yüzde 38,9’unu kamu kurumları ve belediyeler, yüzde 49,3’ünü özel sektör, yüzde 4,,4’ünü kamu özel ortak kuruluşları, yüzde 6,5’ini ise yabancı sermayeli şirketler istihdam ediyor.

Rusya’da çalışanların sektörlerine bakıldığında toptan ve perakende ticaretin yüzde 20, eğitimin yüzde 16, sağlığın yüzde 13, imalatın yüzde 11, inşaatın ise yüzde 9 pay aldığı görülüyor.

 

5.İşsizler: 

Rusya’da genelde yüzde 4-5 seviyesinde düşük olarak seyreden işsizlik oranı bölgelere göre farklılık gösterebiliyor. Bu yüzden Moskova gibi şehirlere çalışmak niyetiyle önemli bir nüfus hareketi oluyor.  

İşsizlerin örneğin 2019 yılında yüzde 73’ünün daha önce bir işi olduğu, bunların yüzde 26’sının kendi isteğiyle ayrıldığı, kalan bölümün ise personel azaltımı, işletmelerin tasfiyesi ve diğer sebeplerle işinden ayrılmak zorunda kaldığı anlaşılıyor. 

İşsizlerin yüzde 21’inin üniversite mezunu,  yüzde 40’nın çeşitli eğitim programı ve meslek kursu mezunu, yüzde 29’nun da lise mezunu olduğu görülüyor.

 

6.Göçmen işçiler: Rusya’da hem nüfus dinamikleri, yani nüfusun artmaması ve yaşlı nüfusunun payının yükselmesi, hem de Rus vatandaşlarının bazı sektörlerde çalışmaya ve düşük ücretlere gönüllü olmaması nedenleriyle yabancı işçilere gün geçtikçe daha çok ihtiyaç duyuluyor. Son yıllarda 11-12 milyona kadar çıkan göçmen işçi sayısının salgın döneminde önemli bir azalma yaşadığı anlaşılıyor. Göçmen işçilerin geri dönüş için daha yüksek ücret talep ettiği değerlendiriliyor. Turkrus sitesinin haberine göre Moskova’daki bazı temizlik işlerine ilişkin ilanlarda, ücretlerin 47 bin Rubleden başladığı anlaşılıyor.

Rusya’da çalışma izni alan yabancıların, salgın öncesi eğilimleri göstermesi bakımından örneğin 2019 yılında 1,7 milyon olduğu görülüyor. Ülkelere göre dağılıma bakıldığında ise 1 milyon ile Özbekistan vatandaşları ilk sırayı alıyor. 498 bin ile Tacikistan vatandaşları ikinci sırada yer alıyor. Aynı yıl 83 bin Ukrayna, 55 bin de Azeri vatandaşının çalışma izni aldığı anlaşılıyor.

 

7.Ortalama ücretler: 

2017 yılında yaklaşık 39 bin Ruble olan çalışan başına ortalama aylık nominal ücretin 2020 yılında 49 bin Ruble (670 dolar ) olduğu görülüyor. 

Ortalama ücretlerin 100 bin Rublenin üzerinde olduğu sektörlerin ise petrol ve doğal gaz imalatı, tütün imalatı ve finans gibi sektörler olduğu görülüyor.

Diğer taraftan, Turkrus sitesinde yer alan bir habere göre Rabota.ru adlı bir sitesinin araştırması Rusya’da ideal maaş beklentisinin 107 bin Ruble olduğunu gösteriyor.

 

8.Verimlilik: 

Rusya’da genel olarak işgücü verimliliği Avrupa ülkelerinin gerisinde seyrediyor. Kimileri bunu iklime bağlasa da Finlandiya ve İsveç gibi benzer iklimlere sahip ülkeler dikkate alındığında bu yeterli bir açıklama olmuyor.  Kanımca en önemli faktör geçiş sürecindeki işletme ve çalışma kültürü. Dolayısıyla bu hususların gelişme yolunda oluğu ve zamanla verimlilikte artışlar olacağı anlaşılıyor. 

Hali hazırda örneğin çalışılan saat başına düşen milli gelir rakamına OECD veri sisteminden bakıldığında İrlanda’nın 102 dolar, ABD’nin 72 dolar, Almanya’nın 66 dolar, Japonya’nın 46 dolar, Kore’nin 41 dolar, Türkiye’nin 45 dolar, Yunanistan’ın 34 dolar, Rusya’nın ise 27 dolar olduğu görülüyor.

 

9.Asıl sorun ne?: 

Rusya'da yapısal sorunlar, yatırımların yetersiz kalması, petrol fiyatlarına bağımlılık, KOBİ'lerin ve müteşebbis ruhunun yeterince gelişmemiş olması gibi konular ekonominin istihdam performansını ve büyümesini sınırlayan, dolayısıyla reel ücretleri de etkileyen önemli faktörler.

 

 

KAYNAKLAR:

-Rusya Federal İstatistik Servisi

-Tradeeconomics

-OECD

-Diğer

Moskova: Bir şehir, on isim


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Tıpkı İstanbul gibi Moskova'nın da pek çok takma adı var. Kimi tarihten, kimi mimariden, kimi de mizahtan. İşte Russia Beyond'un derlediği, şehrin zengin geçmişini ve bugününü yansıtan 10 isim.

1. Bolşaya derevnya. Büyük Köy. Çariçe Yekaterina'dan miras kalan, ancak geçerliliğini hala koruyan bir niteleme. 

2. Tretiy Rim. Üçüncü Roma. Roma'nın mirasçısı olduğunu iddia eden şehirlerden biri de Moskova. Orta Çağ'da bir keşişin Moskova için "İki Roma düştü, üçüncüsü ayakta, bir dördüncüsü olmayacak" dediği iddia edilir. İkinci Roma ise Konstantinopolis, yani İstanbul. 

3. Gorod na semi holmah. Yedi tepeli şehir. Tanıdık bir isimlendirme daha. 

4. Pervoprestolnaya. Payitaht. 

5. Zlatoglavaya. Altın Kubbeli. 

6. Belokamennaya. Beyaz taşlı. Kremlin bugün kırmızı renkte. Ancak ilk inşa edildiğinde kireç taşıyla yapılmıştı.

7. Port pyati morey. Beş deniz limanı. Şehre Stalin'in armağan ettiği bir isimlendirme. Moskova Kanalı'nın inşaasından sonra Moskova'dan çıkan bir gemi Kara, Beyaz, Baltık, Hazar ve Azak denizlerine kadar gidebilir hale gelmişti. 

8. Nerezinovaya. "Moskova kauçuk değil." 1990'larda popüler olan bu deyiş, şehrin alabileceği insan kapasitesinin sınırlı olduğunu ima eder. 

9. Ponayehovsk. Moskova'nın sürekli göç aldığına dikkat çeken bir başka şaka yollu deyim. İpinikoparansk şeklinde çevrilebilir. 

10. DC. Yani Default City. Zira pek çok Moskovalıya göre, MKAD'ın ötesinde hayat yoktur.

Rusya toprakları dışında Rusya'ya ait 5 kara parçası


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Rusya topraklarında olmadığı halde mülkiyeti ve idaresi Rusya Federasyonu'na ait 5 kara parçası mevcut. Russia Beyond portalı bazıları tarihi ve dini, bazıları teknolojik öneme sahip bu kara parçalarını sıraladı.

 

1. Baykonur. Kazakistan'da bulunan ve aynı adlı uzay üssüne ev sahipliği yapan bu şehrin idaresi 2050 yılına kadar Rusya'ya ait. Federal şehir statüsüne sahip Baykonur'da Rusya kanunları ve Rus para birimi geçerli. Rusya şehrin yönetim hakkı için Kazakistan'a her yıl 200 milyon dolar ödüyor.  

Rusya vatandaşlarının yanı sıra yabancıların da şehri ziyaret etme ve roket fırlatılışını izleme şansı var. Ancak yabancı ülke vatandaşlarının bunun için 5 bin 800 doları gözden çıkarması gerekiyor. 

2. İsviçre Alpler'indeki taş anıt. Fransızlara karşı başlatılan, Suvorov'un önderlik ettiği 1799 seferi sırasında Rusların 2 bin askerini kaybettiği Saint Gothard geçidinde, 495 m2'lik küçük bir alan on dokuzuncu yüzyılda Rusya tarafından satın alındı ve burada hayatını kaybeden askerlerin anısına bir taş anıt dikildi. Söz konusu alanın mülkiyeti hala Rusya'ya ait. 

3. Norveç'teki Svalbard, Barentsburg maden köyü. 1920'de imzalanan bir imtiyaz anlaşmasıyla bu köyün mülkiyeti Sovyetler Birliği'ne verildi. Artık maden çıkarılmayan köyde bugün hala 400 kişi yaşıyor. Rusya vatandaşları vize almaksızın Barentsburg'u ziyaret etme hakkına sahip.

4. Paris'teki Rus Merkezi. Rusya'nın 2010'da 75 milyon euro ödeyerek satın aldığı arazide bugün bir Rus Merkezi ve Ortodoks kilisesi hizmet veriyor. Arazinin büyüklüğü 4 bin 245 m2. 

5. Ürdün Nehri'nin batı kıyısında, Filistin topraklarındaki incir ağacı. Hıristiyanlık tarihi açısından önem arzeden bu yer bir asır aradan sonra 2008'de yeniden Rusya'nın mülkiyetine geçti. İncil'de bahsedilen bir incir ağacının da içinde bulunduğu arazilerin toplam büyüklüğü 12 bin m2.

30 Yılın Ardından Sovyet Esintileri: Molchat (Molçat) Doma ve Monument


Deniz Tunç Kalyoncu

 

Kaynak: https://gergedan.press/

 

Zaman, anların peşi sıra ilerlediği ve bizim ortasına balıklama atladığımız bir olgu gibi…  Yaş aldıkça bizi tanımlayan, taşımaktan keyif aldığımız özellikler veya keşfettiğimiz ayrıntılar genellikle geride kalan günlerin ürünleri oluyor. Müzik de buradan ayrı düşünülmemesi gereken bir alan. Sovyetler Birliği artık yok, yaşı otuzdan küçük olanların dünyasında Sovyetler Birliği bir hayalden bile ibaret değil ancak ilgi korunuyor ve büyüyor. Soğuk Savaş’ın kızıl bayraklı devleti zaman geçtikte farklı pencerelerden yeniden keşfediliyor ve bu keşif dönemin tanıkları tarafından yapıldığı gibi onun sonrasına doğanlar için de mümkün hale geliyor.

1980’lerin Sovyet müziği denildiğinde synth-pop, punk ve rock müziğin birçok türevi direkt akla gelecektir ve bu dönemin bayrak taşıyıcılığını büyük ölçüde Kino ve grubun vokali Viktor Tsoy yapmıştır. Bugün, başta post-Sovyet ülkelerinde olmak üzere perestroyka ve glasnost döneminde belki de zirve noktalarını gören müzik türünün hâlâ çok dinleyicisi var. 2017 yılında bu gemiye yeni bir ses daha bindi: Molçat Doma.

Belarus’un başkenti Minsk’te kurulan grup özellikle 2018 yılında yayımladığı Etaji isimli albümü ile büyük ses getirdi ve farklı çevrelerce bilinir hale geldi. Grubun 2017 yılında kurulduğu bilgisini edinmeden bir parçasını dinlemeye kalkarsanız grubun 1980’li yıllara ait olduğunu düşünmeniz oldukça olası çünkü Molçat Doma’nın post-punk, new-wave ve synth-pop etkilenmesi tamamen o dönemi andırıyor. Diğer bir deyişle grup, 80’ler ağacının köklerinde hayat bulan bir parça gibi duruyor.

Molçat Doma, geçtiğimiz ay yeni albümü Monument’ı yayımladı. Aslında bu yazının konusunu biraz da albümün kendisi oluşturuyor. Öncelikle şunu söylemem gerekli: Grup kurulduğu günden bu yana yarattığı çizgiyi bozmadan ama aynı zamanda tekrara da düşmeden üretiyor. Albümdeki parçalar Rusça olmasına rağmen kolayca çözümlenebilir, ezberlenebilir ve nakaratlara eşlik edilebilir.

Molçat Doma, belki biraz Kino, biraz Nautilus Pompilius, biraz Nevskiy Prospekt ama günün sonunda hiçbiri değil, tamamen kendisi.

Asansörde yaptıkları bir söyleşide grup “Neden 90’larda doğan insanlar 80’lerin müziğini yapıyorlar?” sorusuna “Güzel soru, çünkü seviyoruz.” cevabını veriyor.

Monument, Etaji’ye göre daha yavaş bir albüm, grup uzun süren yolculuğunun bazı şarkılarında biraz soluklanmak istemiş gibi ama yayılan enerji hep aynı. Elbette albümü dinlerken ister istemez 2020’nin yaratmış olduğu bulutları hissediyorsunuz, albümün sesi tüm şarkılarda 80’lere ait değil; günümüze farklı rotalar çizildiği oluyor. Molçat Doma yine bu yıl Black Sabbath’ın Heaven and Hell isimli parçasını yeniden yorumlamıştı, bu yorumun kendi albümlerinin yaratım ve düzenleme sürecini etkilediğini kabul etmemiz gerekiyor.

Albümde birbirinden etkileyici dokuz şarkı var, albümün toplam süresi ise 39 dakika. Grubun üyelerine albümdeki en sevdikleri parça sorulduğunda gitarist Roman Komogortsev “Diskoteka”, vokalist Yegor Şkutko “Obreçen”, bas gitarist Pavel Kozlov ise “Udalil Tvoy Nomer” cevaplarını veriyor.

Benim için ise cevap kesinlikle albümün en tatlı parçası Zvyozdı (Yıldızlar). Aslında şarkının ilk hali tekli olarak 2019 yılında yayımlanmıştı ama albüm için yeniden düzenlendi, kaydedildi ve başka bir hale büründü.

Monument, soğuk bir kış gecesi, gökyüzünün tüm kasvetiyle griye büründüğü bir anda veya yağmurun altında yürürken dinlenilse hiç fena olmayacakmış gibi. Albüm tamamen karanlık değil, Sovyet disko ruhundan parçaları bulabileceğiniz Diskoteka ve Udalil Tvoy Nomer gibi şarkıları dinlerken kendinizi dans ederken veya ritme ayak uydurmaya çalışırken bulabilirsiniz.

“(…)
Bana daha sonra ne olacağı umurumda değil
Tanrı gibi dans ediyorum
Çünkü yarın aynı olmayacak
Ve eğer şanslıysan
Geceye birlikte devam edelim
Yıldızlı aşk gökyüzünün altında
…”



“(…)
Artık orada hiç kimse yok, hiçbir şey yok
Bu senin cevabındı
Bu sözlerden sonra
Dünya ışığı söndürecek
(…)

Sen yıldızlarsın
Sen yıldızlarsın
Sen yıldızlarsın
Ben ise ayım
Ben ayım
…”

“(…)



Bir akşam bana sordun
Neden yarın yerine bugün dün
Cevap yok, bunu açıkça söyleyeceğim
Dün bizdik, bugün ise sadece ben
…”

Arkona’dan sonra ilk defa post-Sovyet coğrafyadan bir grup için bu derecede heyecanlanıyorum, bir an önce Türkiye’de konser vermeleri veya benim onların konser verecekleri yerde bulunmam dileği ile!


Deniz Tunç Kalyoncu

1996’da Bişkek’te doğdu. 2020’de İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünden mezun oldu. İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde lisans eğitimi almaya devam etmektedir.

Tarih ve hukuk alanlarında çalışmalar yapmakta olup Gergedan Dergi’de Sovyetler Birliği ve Rusya üzerine yazılar yazmaktadır.

18 Eylül 2021 Cumartesi

'Rus ruleti'nin öyküsü


Kaynak: https://medyagunlugu.com/

 

Modern zamanların en ölümcül kumarının nasıl ortaya çıktığını ya da dünyaya nasıl yayıldığını aslında kesin olarak bilen yok... Adı böylece konmasa da, Rus ruletinin bir türevine, ünlü Rus şair Mihail Lermontov'un 1839'da yazdığı "Zamanımızın Bir Kahramanı" romanında rastlanıyor. Ancak oyunun Çarlık ordusunun kışlalarından çıktığını düşünenlerin sayısı az değil. 

"Rus ruleti" ifadesini kullanan ilk kişi ise Amerikalı macera öyküleri yazarı Arthur Surdez. İfade ilk kez Collier's dergisinin 1937 tarihli bir sayısında yayınlanan öyküde geçiyor. Öyküde Ekim Devrimi'nde yenilen ordu subaylarının bir kafede "altıpatlar"la Rus ruleti oynadığına değiniliyor. 

İlginç olansa, 1917 öncesinde hiçbir Rus yazarın eserlerinde "Rus ruletine" değinmemiş olması. Lermontov'un romanındaki pasajda da bir toplu tabancayı elden ele geçirmek yerine "dolu mu yoksa boş mu olduğu bilinmeyen" tek atışlık bir tabanca kullanılıyor. 

Ekim Devrimi yıllarında Rusya'da en yaygın revolver, 7 mermi alan Nagant (M1895). Bundan hareketle Surdez'in altıpatları sahnesinin hayal ürünü olabileceğini düşünenler de var. 

Peki, Rus ruleti ne kadar ölümcül? 

Altıpatlarla oynanacak bir Rus ruletinde silahın ortalama her 3.5 atışta patlaması beklenir. 

İlk kez tetiğe basıldığında yüzde 16,6 olan patlama olasılığı bir sonrakinde yüzde 20'ye, bir sonrakinde yüzde 25'e ve en nihayetinde yüzde 100'e, yani kesinlik mertebesine yükselir. Tetiğe her basıştan sonra topun yeniden çevrilmesi durumunda ise olasılık her seferinde aynı kalır: yüzde 66,5.

(TürkRus.Com)

Rusların en büyük dileği ne?


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Rusların en büyük dileği sağlıklı olmak. Devlete bağlı kamuoyu yoklama kurumu VTsİOM'un anketine katılanların yüzde 10'u "hayattan en büyük dileklerinin" kendilerinin ve/veya akrabalarının sağlıklı olması olduğunu beyan ediyor. İkinci sırada yüzde 8'lik payla barınma koşullarını iyileştirmek var.  

Rusya vatandaşlarının yüzde 4'lük bir kesimi ise en büyük hayalleri olarak "seyahat etmeyi" telaffuz ediyor. Bir hayalinin olmadığını söyleyenlerin oranı ise yüzde 12.

Ankette arzularını gerçekleştirmenin kişisel çabayla mümkün olduğunu düşünenlerin oranı yüzde 49 olarak bulundu. Dileklerini gerçekleştirmelerinin bazı koşulların bir araya gelmesine ve başka insanlara bağlı olduğunu beyan edenlerin oranı ise yüzde 37.

Bir dileğin gerçek olması için en çok başvurulan yöntem ise "yeni yılda dilek dilemek". Katılımcıların yüzde 19'unun verdiği cevap bu yönde.

Katılımcılara Rusya'da son yıllarda popülerlik kazanan "dilek maratonu" (marafon jelaniy) gibi eğitimlere nasıl baktıkları da soruldu. Yüzde 63'lük bir kesim bu tür eğitimlerin varlığını ilk kez duyduklarını beyan ediyor. VTsİOM analistleri kadınların erkeklere kıyasla dilek maratonlarından daha fazla haberdar olduğuna dikkat çekiyor. 

Bu eğitimlerin yararlı olduğuna inanmayanların oranı yüzde 61.

Moskovalılar bu yıl çocuklarına en çok hangi isimleri koydu?


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Moskova Evlendirme ve Nüfus Kayıt İdaresi (ZAGS) bu yıl başkentte yeni doğan kız ve erkek çocuklarına en çok konan isimleri açıkladı. Russia Today'in haberine göre, bu yıl da en çok tercih edilen isimler Aleksandr ve Sofiya oldu.  

ZAGS yetkililerinden edinilen bilgiye göre, 2021'de doğan erkek çocuklara en çok konan diğer isimler Maksim, Mihail, Mark, İvan, Artyom, Lev, Matvey ve Daniil şeklinde sıralanıyor. 

Sofiya'dan sonra en çok konan kız isimleri ise Alisa, Yeva, Viktoriya, Polina, Varvara, Aleksandra ve Anastasiya. 

Her zaman olduğu gibi bu yıl da çocuklarına orijinal isimler koymayı tercih eden ebeveynler var. Eski Yunan mitolojisi, coğrafya ve politikadan ilhamla yeni doğanlara konan bazı isimler şunlar:

Zevs (Zeus), Tesey (Theseus), Yenisey, Baykal ve Bayden (Biden).

Okulda başarısız, edebiyatta deha


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Önce Rus, daha sonra da dünya edebiyatına damgasını vurmuş bazı isimler okul hayatında hiç de başarılı değildi. İşte Rus edebiyatının en meşhur tembelleri, çift dikişçileri ve okuldan atılanları.

Aleksandr Puşkin. Dönemin en prestijli okulu İmparatorluk Lisesi'nde eğitim alan Puşkin, yalnızca iki derste pekiyi alabilmişti: Rus şiiri ve Fransız retoriği. Buna karşın matematikten sürekli zayıf getiren geleceğin şairi, Latince ve politik ekonomi derslerinden de ölesiye sıkılıyordu. 

Nikolay Gogol. Okul yıllarında hiç ışık vermeyen bir başka edebiyat dehası da Gogol idi. Resim, edebiyat ve tiyatro derslerinden büyük keyif alan Gogol, diğer dersler söz konusu olduğunda okulda "tembel bir öğrenci" olarak ün yapmıştı. En çok zorlandığı dersler yabancı dil dersleriydi. Bir öğretmeni Gogol'ün mezun olduğu sırada herhangi bir yabancı dilde tek bir fiili bile doğru dürüst çekemediğini hatırlayacaktır. 

Anton Çehov. Rus edebiyatının en ünlü doktoru ortaokul yıllarında iki kere sınıfta kalmıştı. Yunanca dersinden sürekli zayıf getiren Çehov'un edebiyat derslerinden bir kere bile pekiyi alamamış olmaması ayrıca dikkat çekici. Gogol gibi yabancı dil derslerinde zorlanan Çehov din derslerinde ise aksine başarı göstermiş, bu nedenle okuldaki adı Sofu Anton'a çıkmıştı.

Anna Ahmatova. Bir asır önce Puşkin'in okuduğu Tsarskoye Selo Gimnazyumu'nun kızlar bölümünde eğitim alan Ahmatova, okul yıllarında son derece sıradan bir öğrenci olduğunu anlatıyor. Ahmatova buna karşın tam bir kitap kurduydu. İlk şiirini de 11 yaşında yazacaktır. 

Marina Tsvetayeva. Ailesinin seyahatleri nedeniyle sık sık okul değiştiren geleceğin şairi isyankar bir öğrenci olmasıyla biliniyor. Davranışlarını değiştirmesi istendiğinde okul müdürünün yüzüne karşı "Leopar beneklerini değiştiremez" diyecek kadar cesur olan Tsvetayeva iki kere okuldan atılmış.

Ruslar piyasa ekonomisini sildi

 


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Reel gelirlerin pandemi döneminde gerilediği Rusya'da halk piyasa ekonomisinden umudu kesmişe benziyor. Nezavisimaya Gazeta'nın haberleştirdiği yeni bir ankete göre halkın yüzde 62'si ekonomide devletçilikten yana. Piyasa ekonomisine inançlarını muhafaza edenlerin oranı ise yüzde 24.

Gazete devletin ekonomiye ağırlığını koymasını isteyenlerin oranının ilk kez bu kadar yüksek çıktığına dikkat çekiyor. 

Rosstat verilerine göre, yılın ilk yarısında GSMH yüzde 5 büyürken halkın reel gelirleri ise yalnızca yüzde 1,7 oranında artış gösterdi. Gazetenin yazarları, halkın gelir seviyesindeki düşüşün devlete, devletin ekonomideki rolüne ve dış politikasına bakışını da değiştirmekte olduğu görüşünde.

Levada Center'ın anketine göre, Rusya'nın "öncelikle yüksek gelir düzeyine sahip bir ülke" olması gerektiğini düşünenlerin oranı yüzde 66. 

Analistler 2012 yılında devletin ekonomide daha etkin bir rol üstlenmesi gerektiğini düşünenlerin oranının yüzde 49 olduğuna, gelinen noktada ise bu oranın yüzde 62'ye kadar yükseldiğine işaret ediyor.

Siyaset söz konusu olduğunda Sovyet tipi yönetim sistemini tercih edeceklerini beyan edenlerin oranı da yüzde 49 bulundu. Nezavisimaya Gazeta, bu oranın da 2000'lerin başından bu yana en yüksek seviyeye çıktığının altını çiziyor.

"Moskova artık topuksuz bir şehir"


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Moskova'nın artık bir "uzun bacak ve topuklu ayakkabı" şehri hüviyetini yitirdiği söyleniyor. Bu tespit, Moskviçmag dergisinde, şehir hayatının ve yaşam kalitesinin kadın modasını nasıl değiştirdiği konusundaki bir yazıdan.

Derginin yazarlarından Anastasiya Medvetskaya, kulak misafiri olduğu bir konuşmadan sonra evdeki ayakkabılarını düşündüğünü ve gardrobunda topuklular da olmasına rağmen bunları bir kere bile giymediğini fark ettiğini yazıyor.

Zira bu ayakkabılarla ne metroya binmek, ne araba kullanmak, ne uzun yürüyüşler yapmak, ne de konsere ya da gece kulübüne gidip dans etmek mümkün. Yazar, topukluları ancak ofiste giyebileceğini, bu durumda da masanın altında muhakkak düz tabanlı bir ayakkabı bulunduracağını da sözlerine ilave ediyor.

Anastasiya Medvetskaya arkadaş ve aile çevresinde yaptığı küçük bir soruşturma sonucunda kadınların ender durumlar dışında topuklu ayakkabı giymediği sonucuna ulaştığını söylüyor. Buna göre, genellikle ilk kez mezuniyet ya da bir düğün sırasında topuklu giyen kadınlar, çektikleri acıdan sonra tövbe edip bu ayakkabıları gardroplarının derinliklerinde unutulmaya terk ediyor.

Medvetskaya metroda seyahat ederken de 45 yaş altı kadınların ezici çoğunluğunun düz tabanlı ayakkabıları tercih ettiğini gözlemlemiş. Eski kuşakta ise hala topukluda ısrar edenler mevcut.

Genç kadının vardığı en dikkat çekici sonuç ise toplumda yaşam kalitesi arttıkça topuklu ayakkabıya duyulan ihtiyacın azaldığı yönünde.

13 Eylül 2021 Pazartesi

Kanadalı Profesör: Rus halkı, Batı tipi hükümetler yerine Sovyet sistemini tercih ediyor

Kaynak: https://tr.sputniknews.com/


Kanada'da Ottawa Üniversitesi'nden Profesör Paul Robinson, RT'de yayınlanan makalesinde Rus halkının 'Batı tipi hükümetler' yerine Sovyet dönemini tercih edeceklerini açıkladı.

Makalesinde "Ruslar gerçekte ne istiyor?" sorusunu soran Prof. Paul Robinson, Rusya'da yapılan anketlere dayanarak Rus halkının Batı tipi hükümetleri tercih etmeyeceğini söyledi.

Prof. Robinson ayrıca, Rusya'da 'hükümetten memnun olmayan kesimlerin de' ABD ve AB'deki gibi sistemleri çözüm olarak görmediklerini açıkladı.

"Moskova'nın Levada Merkezi yıllardır ülkede yaşayan insanların nasıl düşündüklerini ve hissettiklerini aydınlatmaya çalışıyor" diyen Robinson, Levada'nın ülkede siyasi sisteme güven konusundaki son araştırmasından aktardığı verilerle halkın yüzde 49'unun 'Sovyet sistemini tercih edeceği' değerlendirmesinde bulundu.

Prof. Robinson, "Bu, Ocak 2016'da bu soru en son sorulduğunda kaydedilen yüzde 37'lik oranla Sovyet tarzı bir hükümet lehine şimdiye kadar kaydedilen en büyük oydu. Batı tarzı demokrasiye verilen destek önemli ölçüde azaldı, 1990'ların sonunda yaklaşık yüzde 30'dan yüzde 18'e düştü" dedi.

Kanadalı akademisyen, elde edilen sonuçları şu ifadelerle yorumladı:

"Sovyetler Birliği'ne bu kadar düşkün ve Batı'ya bu kadar olumsuz meyilli olan 55'in üzerindeki kalabalık, otuz yıl önce gençliklerinde Sovyetler Birliği Komünist Partisi'ni protesto etmek için sokaklara çıkanlarla aynı kişiler.

1980'lerin sonu ve 1990'ların başlarından farklı olarak, Batı'ya baktıklarında öykünmeye değer bir şey görmüyorlar. Bu nedenle, bildikleri tek model olan Sovyetler Birliği'ne bir tür 'yukarıdakilerin hiçbiri' seçeneği olarak başvuruyorlar. Başka bir deyişle, Rusya'daki hükümet karşıtı duyarlılık, bırakın Batılı modelleri kabul etmeyi, Batı yanlısı duygulara da dönüşmüyor. Bu, Levada'nın Rusların tercih ettiği ekonomik sistemle ilgili başka bir soruya verdiği yanıtlarda görülebilir. Katılımcıların yalnızca yüzde 24'ü ideallerinin 'temeli özel mülkiyet ve piyasa ilişkileri olan' bir ekonomi olduğunu söylerken, yüzde 62'si 'devlet planlamasına dayanan' bir ekonomiyi tercih ettiklerini söyledi."

12 Eylül 2021 Pazar

Rus üniversitelerinde durum


Samih Güven

Kaynak: https://samihguven.blogspot.com/

 

Planlama, politika, teknoloji, kurumlar ve üniversiteler ülkelerin kalkınmaları açısından önemli başlıklar. Üniversitelerin fonksiyonu da gençleri sadece çeşitli rollere hazırlamak değil elbette. Kültürü geliştirmek, geleceği şekillendirmek, yenilikçiliği teşvik etmek açısından önemli katkıları var.

Bugün üniversite eğitiminin alt yapısı, kalitesi, insan kaynağı, yabancı öğrenci sayısı, eğitim olanakları ve esnekliği gibi konular dikkate alındığında ABD ilk sırada geliyor. Gerçi 1,5 trilyon doları bulan öğrenci borçlarını da bir kenara not etmek gerekiyor. ABD üniversiteleri dünyanın hemen her ülkesinden öğrenci alıyor. Üç yüz binin üzerinde öğrenci ile Çin ilk sırada geliyor.

Fakat artan maliyetler, rekabet, devletlerin bütçe imkanlarındaki sorunlar, kişisel gelirlerdeki bozulmalar, ekonomilerin farklılaşan ihtiyaçları, gençlerin iş odaklı seçeneklere yönelmesi gibi konular üniversiteler için geleceğin daha zor olacağını gösteriyor.

Rusya’da da Büyük Petro’dan bu yana eğitim ve üniversiteler her daim önemini korumuş bir konu. Sovyetler döneminde fizik, kimya, matematik gibi alanlarda önemli başarılar elde eden Rus üniversiteleri 90’larda yaşanan bozulmanın etkilerini halen hissediyor kanımca. Bununla birlikte önemli Rus üniversiteleri nükleer, uzay, uçak, enerji ve benzeri endüstrilere önemli bir destek sağlıyor. 

Rusya Federal İstatistik Servisi’nin verilerine göre yüksek öğretim kurumlarının sayısı 1990 yılında 514 iken, 2010 yılında 1115’e yükselmiş. Ancak bu sayı 2018 yılında 766’ya kadar gerilemiş ve azalma sürüyor. Son yıllarda Rusya’da üniversite sayısının azaltılması, bazılarının iyi olanların altında birleştirilmesi, ama her halükarda kalitenin artırılmasına dönük bir çalışma yürütülüyor. Tabi en önemli konu kaynak elbette. 

Rusya’da genel olarak bütçeden eğitime ayrılan pay 2000 yılında Gayrisafi Milli Hasılanın yüzde 2,9’u iken 2010 yılında yüzde 4,1’e yükselmiş, 2019 yılında ise yüzde 3,7 olarak gerçekleşmiş. 

Rusya’da üniversitelerin kalitesi artırılmaya çalışılırken kaynak sorunları yanında bazı ilginç gelişmeler de oluyor. Rusya Federal İstatistik Servisi’nin İstatistik Yıllığı’na göre Rusya’da 2010 yılında 7 milyon olan üniversite öğrencisi sayısının 2020 yılında 4 milyona gerilediği görülüyor. Bunda nüfus dinamikleri etkili olduğu gibi, başka faktörler de var. Rusya’da 20-24 yaş arası nüfusun 2011 yılında 12 milyon iken 2020 yılında 7,8 milyona gerilediği görülüyor. Artan yaşam maliyetleri nedeniyle de herkes üniversiteye gidemiyor elbette. Bir de her ülkede olduğu gibi durumu iyi olan ve yurt dışını tercih eden bir kesim var. Ama üniversite çağındaki nüfusun azalıyor olması önemli bir konu. 

Rusya üniversitelerinde 2010 yılında 35.800 olan profesör sayısının 2020 yılında 24 bine, yine 2010 yılında 115.700 olan doçent sayısının da 87.400’e gerilediği görülüyor.

Diğer taraftan, Rusya üniversitelerindeki yabancı öğrenci sayısının arttığı gözleniyor. 2010 yılında 73.100 olan yabancı öğrenci sayısının 2020 yılında 164.400’e ulaştığı görülüyor. Kazakistan 50.000 öğrenci ile ilk sırada geliyor. Onu Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan, Ukrayna ve Azerbaycan izliyor. 

Bugün dünyadaki ilk 100 üniversite arasında ABD’nin 56, İngiltere’nin 8 üniversitesi bulunuyor. Türkiye ve Rusya’dan bu grupta üniversite yer almıyor. İlk 200‘de ise ABD’nin 36, İngiltere’nin 11 üniversitesi bulunuyor.  

Bununla birlikte, Times Higher Education adlı kuruluşun en iyi üniversiteler listesine bu sene Rusya'dan çok sayıda üniversitenin girdiği görülüyor. 99 ülkeden 1662 üniversitenin yer aldığı söz konusu listede, Rusya’dan 66 üniversite bulunuyor. 

Rus üniversiteleri içinde ilk sırada Lomonosov Moskova Devlet Üniversitesi (MGU) yer alıyor. Bu üniversite ilk 200’deki tek Rus üniversitesi.

Moskova Fizik-Teknik Üniversitesi, St. Petersburg Politeknik Üniversitesi, Yüksek Ekonomi Okulu, MİFİ, St. Petersburg Maden Üniversitesi, Rusya Plehanov Ekonomi Üniversitesi ve Don Teknik Devlet Üniversitesi de Rusya’daki önemli üniversitelerden. 

Diğer taraftan son yıllarda dünya genelinde üniversite eğitiminin geleceği konusunda önemli tartışmalar var. İş hayatının yeni gerekleri, ağırlaşan yaşam koşulları, üniversite maliyetleri gibi hususlar dikkate alındığında dünyada artık üniversitelere olan inancın azalmakta olduğu yönünde istatistikler söz konusu. Turkrus sitesinde yer alan bir habere göre, Rusya’da insan kaynakları portalı SuperJob'un gerçekleştirdiği bir anket liseyi bitirenler arasında yalnızca yüzde 43’lük bir bölümün yüksek eğitim almayı planladığını gösteriyor. Ankete katılanların yüzde 21’i de Rusya’da kolej olarak adlandırılan iki yıllık meslek yüksek okullarına gitmek amacında.

Başka ilginç bir nokta ise Rusya’da yüzde 4-5 seviyelerinde düşük olarak seyreden genel işsizlik oranına rağmen üniversite mezununu işsiz sayısının 8 milyon civarında olması. 

Son dönemde Rusya’nın önemli eğitim kurumu Moskova Devlet Üniversitesi'nde yıllık eğitim ücretinin 241.200 rubleden 404.437 rubleye (5.540 dolar) çıktığı görülüyor. Diğer üniversitelerde de benzer bir durum var. Salgın döneminde önemli sorunlar yaşayan üniversiteler kaynaklarını geliştirmek için önemli fiyat artışları yapmak durumunda kalıyor. Diğer taraftan üniversitelerin burslu kontenjanlarının sayısı ise her geçen gün azalıyor.  

Ortalama profesör maaşlarının OECD ülkelerinin gerisinde olması da ayrı bir husus. Kimi internet sitelerinden görebildiğim kadarıyla örneğin ABD’de ortalama profesör maaşı yaklaşık 8.500 dolar iken Rusya’da 2.000 dolar civarında.

Bugün dünyadaki iyi üniversitelerin özelliklerine bakıldığında; profesörlerin kalitesi, onlara ödenen iyi ücretler, sınıf mevcutlarının fazla olmaması, düzenli ev ödevleri ve ara sınavların önemi, asistanlar eşliğinde ilave problem çözme saatlerinin bulunması, üniversitelerin araştırma ve materyal alt yapısı, ana dalda uzmanlaşma imkanları yanı sıra öğrencinin ilgi alanına göre ilave ders alabilme imkanları, danışmanlık olanakları, öğrencinin katılımını ve münazara imkanlarını artıran uygulamalar oldukça önem taşıyor. 

Sonuç olarak bütün bu hususlara bakıldığında, Rusya ve Türkiye gibi ülkelerin kalkınmaları açısından büyük önem taşıyan üniversitelerin kalitesi konusunda daha fazla çaba göstermek durumunda olduğu açık. Görebildiğim kadarıyla Rusya’da eğitim, sağlık, büyük Rusya coğrafyasının alt yapısı ve bölgelerin tüm talepleri göz önüne alındığında bütçe istenilen imkanları sunamıyor. Bu durum üniversiteler konusuna ya stratejik bir öncelik verilmesini gerektiriyor ya da farklı model ve alternatifleri gündeme getiriyor.