Moskova

Moskova

16 Ekim 2022 Pazar

Puşkin Erzurum'da ne yapıyordu?




 

Metin Gülbay

Kaynak: https://medyagunlugu.com/

 

Rusya'nın "ulusal şairi" kabul edilen yazar Aleksandr Puşkin 1799 ile 1837 arasında yaşamıştır. Moskova'da doğan Puşkin'in "babası Sergey Lvoviç Puşkin, soylu bir ailenin ilk çocuğudur. Annesi Nadejda Osipovna Hannibal'in büyük dedesi Etiyopyalı Abraham Petroviç Hannibal, Rus Çarı I. Petro'nun vaftiz oğlu ve Çarlık ordusunda seçkin bir subaydı. Puşkin, soylu bir ailenin üyesiydi. Anne ve babası eğitimli insanlardı. Puşkin, ilk bilgilerini Fransız mürebbiyelerden edindi. Henüz sekiz yaşındayken Fransızca ve Rusça öğrenmişti. 11 yaşına geldiğinde özgürlükçü ve hicivci yazarlarını beğendiği Fransız edebiyatından etkilenerek Fransızca şiirler ve güldürüler yazmaya başlamıştı." (1)

1817 yılında liseyi bitirip Dışişleri Bakanlığında çalışmayan başlayan Puşkin'in çoğu yasaklanan şiirleri halk arasında yayılmaya ve sevilmeye başladı. Çar tarafından Kafkasya'ya atanan Puşkin orada Kafkas Esiri ve Bahçesaray adlı destanlarını yazdı.

Rusya'daki askeri yönetime karşı olan Puşkin'in Kafkasya dönüşünde dört yıl süreyle başkente girmesi yasaklandı ve ailenin sahip olduğu Mihaylovskoye köyünde babasının gözetiminde yaşamak zorunda bırakıldı.

 

Trajik bir ölüm

Yazar o yıl 38 yaşındaydı. Kanın deli gibi aktığı yaşlarla durulmaya başlamak üzere olduğu yaşlar arasında gidip geliyordu yani. Biraz sonra okuyacaklarınızdan da anlaşılacağı üzere eşini çok seviyordu. O yıl "Puşkin, kendisine yazılan birkaç imzasız mektup aracılığıyla, d'Anthès adındaki bir Fransız'ın karısı Natalya Puşkin'e kur yaptığını öğrendi. 1837'de d'Anthès'i düelloya çağırdı. 27 Ocak 1837'de St.Petersburg yakınında Kara Dere'nin bir köşesinde düellonun yapılmasına karar verildi. Puşkin'in şâhidi arkadaşı Danzas'tı. Düelloda kullanacağı silahı almak için gümüşlerini sattığı iddia edilmektedir.

Düelloda Puşkin tarafından omzundan yaralanan d'Anthès, Puşkin'i karnından yaralamayı başardı. Büyük bir soğukkanlılıkla iki gün boyunca can çekişen Puşkin, 29 Ocak'ta hayata gözlerini yumdu." (1)

 

Rusların ulusal şairiydi

"Gogol'un 'Puşkin, olağanüstü bir olaydır' ve Dostoyevski'nin de daha mistik bir tavırla 'Puşkin, bize gelecekten haber veren bir ermiştir'  dediği Puşkin, modern Rus edebiyatının oluşmasına en büyük katkıda bulunan edebiyatçı olarak kabul edilir. Puşkin, klasik Batı edebiyatını ve Rus halk ruhunu sentezleyerek, Rus edebiyatında 'gerçekçilik akımı'nı başlatan öncü bir isim olmuştur." (1)

 

Savaşı izlemek üzere cepheye gidiyor

Puşkin 1829 yılında Rus- Osmanlı savaşında Rus Ordusuyla birlikte Erzurum'a kadar gelmiştir. Biraz sonra aktaracaklarım yazarın 1829 Seferi Sırasında Erzurum'a Yolculuk adlı yapıtından olacak. Puşkin'in hiçbir abartıya yer vermeden ve savaşın acımasızlığını olanca yalınlığıyla anlattığı bu yapıt gerçekten çok değerlidir.

Puşkin, kendisine yöneltilen bir eleştiriye verdiği "gelecek zaferleri terennüm etmek için savaşa katılmak, benim için bir yandan aşırı kendini beğenmişçe olur, öte yandan da fazlaca yakışıksız kaçardı. Askerlik konularına karışmam ben. Benim işim değil bu" yanıtıyla savaşa karşı duruşunu da belli eden bir yazardır.

 

Toplum yaşamına ilişkin yoğun bilgilere yer verir

Puşkin'in gezi sırasındaki gözlemlerinden Rusya halkları hakkında değerli bilgiler ediniyoruz. Örneğin binlerce yıldır nasıl bir yaşam sürdülerse 1829'da da aynı biçimde yaşayan halklar görürüz onun satırlarında. Bu satırların değeri duyumlara değil, birinci elden bilgilere dayanmasıdır. Puşkin bizzat gördüklerini, yaşadıklarını yazmıştır.

"Geçen gün, beyaz keçe ile kaplanmış kareli çubuk örgüden bir Kalmuk* çadırına uğradım. Aile kahvaltıya hazırlanıyordu. Orta yerde bir kazan kaynıyor; duman, çadırın tepesinde açılmış bir delikten çıkıp gidiyordu. Güzelce bir Kalmuk kızı oturmuş dikiş dikiyor, bir yandan da tütün içiyordu. Yanına oturarak 'adın ne' dedim.

- ..... (kaz yanıt vermemiş anlaşılan, M.G.)

- Kaç yaşındasın?

- On sekiz.

- Ne dikiyorsun?

- Şalvar.

- Kime?

- Kendime.

Tütün çubuğunu bana uzattı, kendisi kahvaltıya oturdu. Kazanda koyun yağıyla tuzlu çay kaynıyordu. Kız kendi kepçesini bana uzattı. Onu kırmak istemedim. Dişimi sıkarak biraz yedim. Başka bir halk mutfağının bundan daha kötü bir şey çıkaracağını sanmıyorum. Kemirmek için bir şeyler istedim. Bir parça kuru kısrak eti verdiler. Ona da şükrettim. Kalmuk kızının cilveleri gözümü korkutmuştu. Çadırdan çabucak çıktım ve bu bozkır Kirkesi'nden** hemen uzaklaştım." (2)

Puşkin yolculuğu sırasında yol yapımında çalışan Türk tutsakları da görür, "Yiyeceklerden yakındılar. Kara Rus ekmeğine alışamıyorlarmış." (3)

 

Puşkin Tiflis'te

Gürcülerin Khartli-Kaheti krallığı 1801 yılında, Batı Gürcistan'daki İmereti Krallığı da 1810 yılında  Rusya tarafından ilhak edilmişti. Yani yazar aslında kısa bir süre önce Rus Çarlığı tarafından kendi topraklarına katılmış bir ülkenin topraklarında yolculuk etmektedir.

Moskova'dan başladığı yolculuğundaki ilk büyük durak Tiflis'tir. Kente varan Puşkin çarşı pazar gezer. "Pazar birkaç çarşıya ayrılmış. Raflar genel pahalılığı göz önünde tutarsak, oldukça ucuz sayılabilecek Türk ve İran mallarıyla dolu." (4)

Gürcistan'ın bugün başkenti olan Tiflis'in o sıralardaki ahalisinin çoğunluğu Puşkin'e göre Gürcü değildir. "Tiflis halkının çoğunluğu Ermeni'dir. 1825 yılında 2500 Ermeni ailesi varmış burada. Şimdiki savaşlar sırasında sayıları daha da artmış. Gürcü aileleri 1500 kadar." (4)

 

Puşkin Kars'a geçiyor

Kars'taki Arpaçay ırmağını aşarak Osmanlı topraklarına giren Puşkin bunu da muzipçe aktarır satırlarında: "Bu kutsal ırmağa sevinçle girdim ve atım Türk kıyısına çıkardı beni. Fakat bizimkiler ele geçirmişlerdi bu kıyıyı. Böylece, demek ki Rusya'daydım hâlâ." (5)

Kılavuzu bir Türk delikanlısıdır Puşkin'in o sıralar. "Korkunç geveze bir şeydi bu. Yol boyunca çenesi durmadı. Hem de anlayıp anlamadığıma aldırış etmeden Türkçe konuşuyordu. Bütün dikkatimi toplamış, onu anlamaya çalışıyordum. Rusları hep üniformalı görmeye alıştığı için beni yabancı sanıyor, veryansın ediyordu Rus gavuruna." (6)

 

Türklere ilişkin ilk olumsuz gözlem

Kars'a 20 kilometre kala bir Türk köyüne varan Puşkin hemen bir eve girmek ister ancak ev sahibi tarafından derhal engellenir. Kendisi kervansaraya yönlendirilir. Burada kendisi için bir at ister. "Türk muhtar yanıma geldi. Anlaşılmaz bir şeyler söylüyor, ben de durmadan 'ver bana at' diye karşılık veriyordum. Türkler bir türlü yanaşmıyorlardı bu işe. Neden sonra para göstermeyi akıl ettim. Meğer ilk yapmam gereken şey buymuş. Hemen bir at getirildi, yanıma da bir kılavuz verildi." (7)

Puşkin'in savaş betimlemeleri de tüm yalınlığıyla bize savaşın acımasızlığını ve iğrençliğini aktarır. Gencecik çocukların asker diye gönderildikleri cephede nasıl yok olup gittiğini görürüz. "Atım yolda yanlamasına uzanmış yatan genç bir Türk'ün cesedi önünde durdu. On sekiz yaşlarında bir delikanlıydı bu. Bir kızınkini andıran solgun yüzü henüz tazeliğini yitirmemişti. Sarığı tozlar içinde yatıyordu. Tıraşlı ensesinde bir kurşun yarası vardı." (8)

Rus ordusunda Tatar birlikleri de vardır. Tatarlar tabii ki Müslümandır. Bu sefer sırasında esir alınan Türk tutsakların sükûnet içinde bekleyişleri, yaralıların çaresiz yalvarışları yazarı çok üzer, çünkü elinden bir şey gelmemektedir.

"Bizim Tatar beylerinden biri ağır yaralı olarak bir ağacın dibinde yatıyordu. Genç bir erkek çocuk olan gözdesi de yanı başında hüngür hüngür ağlıyordu. Bir molla diz çökmüş dua ediyordu. Can çekişen bey son derece sakindi. Hiç kıpırdamadan genç dostuna bakıyordu. Dere yatağında 500 kadar tutsak toplanmıştı. Birkaç Türk beni besbelli hekim sanarak elleriyle işaret edip yanlarına çağırıyor, elimden gelmeyecek bir yardım istiyorlardı. Yarasına kanlı bir paçavra bastırarak ormandan bir Türk çıktı. Askerler, belki de acıyarak, işini bir an önce bitirmek için yatan bir Türk'e yaklaştılar. Bu kadarına dayanılamazdı artık, Durmadan kan yitiren zavallı Türkü onların elinden aldım, bitkin bir halde arkadaşlarının arasına bıraktım. Albay Anrep de onlarla birlikteydi. Türk ordugâhında  veba salgını olduğu söylentilerine aldırış etmeden tutsakların arasında oturuyor, onların çubuklarından dostça tütün içiyordu. Tutsaklar kendi aralarında sakin sakin konuşarak oturuyorlardı. Genellikle  genç adamlardı hepsi de." (9)

 

Tutsak düşen Türk paşasının hâli

"Kont Paskeviç'in çadırıyla Kazaklara tutsak düşen Türk paşasının yeşil çadırı yan yanaydı. Paşayı görmeye gittim. Paşa bağdaş kurup oturmuş, çubuğunu tüttürüyordu. Kırk yaşlarında gösteriyordu. Güzel yüzünde derin bir sükûnet  ve azamet ifadesi vardı. Teslim olduğunda kendisine soru sorulmamasını, bir fincan kahve getirilmesini rica etmişti."

Bu paşayı ben de tanımak isterdim doğrusu. Teslim olmuş, bana soru falan sormayın, bir fincan kahve rica ediyorum demiş. Ben şaştım kaldım paşanın bu haline. Zaten Ruslar da onu kendi haline bırakmış, düşene vurulmaz dediler herhalde.

 

Rus ordusu Erzurum'a girmek üzereyken...

Puşkin Rus ordusunun peşinde gitmektedir cephede de. Tabii en ön saflarda değil. Ordu çok hızlı biçimde Türk topraklarında ilerlemektedir. Osmanlı ordusu ise hem karşılık vermeye çalışıp hem de aynı hızla geri çekilmektedir. İşgal altına giren topraklardaki ahali ise ne yapacağını bilemez durumdadır. Örneğin Erzurum'a girmek üzere olan Rus ordusu kentte büyük bir korku ve endişeye yol açmıştır.

"Bu sırada Erzurum tam bir ana baba günü yaşıyordu. Yenilgiden sonra kente kaçan Serasker, Rusların bozguna uğratıldığı söylentisini yaymış; fakat onun arkasından da serbest bırakılan tutsaklar, halka Kont Paskeviç'in bildirisini iletmişti. Böylece Seraskerin yalanı ortaya çıkmıştı. Az sonra Rusların hızla ilerlediği öğrenilmişti. Halk, kentin düşmana tesliminde söz etmeye başladı. Fakat Serasker ve ordu, savunmadan yanaydı. Bu sırada bir ayaklanma patlak vermiş, gözü dönen ayak takımı birkaç Frenk'i öldürmüştü.

26 Haziran sabahı, ordugâhımıza Erzurum ahalisinin ve Seraskerin delegeleri geldi. Gün görüşmelerle geçti. Delegeler akşam beşte Erzurum'a döndü... 

Ertesi gün ordumuz ilerlemeye başladı... Top dağı ele geçirildi. Kentin anahtarını getiren Türk delegeler, onun (harekâtı yürüten Kont Paskeviç'in, M.G.) karşısında yere  oturmuşlardı. Erzurum'da büyük bir kaynaşma olduğu göze çarpıyordu. Ansızın kent tabyasında bir ateş parladı, duman yükseldi ve Top Dağı'na doğru  gülleler uçmaya başladı. Bunlardan birkaç tanesi de Kont Paskeviç'in başının üstünden geçti. Kont bana dönerek  'görüyor musunuz Türkleri, onlara asla güven olmaz" (dedi. M.G)

Aynı anda, dünden beri kentte görüşmeler yapan Prens Bakoviç, dörtnala Top Dağı'na geldi. Serasker'in ve halkın kenti teslim etmeye çoktan razı olduklarını; fakat Topçu Paşa komutasında birkaç dik kafalı Arnavut'un bataryaları ele geçirerek ayaklandıklarını bildirdi. Generaller atlarını sürüp Konta yaklaştı. Türk bataryalarını susturmak için izin istediler. Kendi toplarının ateşi altında kalan Erzurum ileri gelenleri de aynı şeyi rica ettiler. Kont bir süre bekledi, sonunda 'artık fazla oldular' diyerek gereken buyruğu verdi." (10)

Rus ordusuyla birlikte kente giren Puşkin'in anlatımı tarihçiler için bulunmaz birinci elden kaynak gibi duruyor.

"Görülecek manzaraydı doğrusu. Türkler evlerinin düz damlarına çıkmış, asık suratlarla bizi seyrediyorlardı. Ermeniler, gürültülü bir kalabalık halinde sokaklarda birikmişlerdi. Çocukları, istavroz çıkararak ve hiç durmadan 'Hristiyan, Hristiyan' diye bağırarak atlarımızın önünde koşuyorlardı. Kaleye geldik, topçularımız içeri girdi." (11)

Serasker'in yanı sıra Osmanlı paşaları da tutsak alınmıştı Rus Ordusu tarafından.

"Paşalardan biri (korkunç derecede konuşkan, kuru bir ihtiyardı bu), bizim generallere hararetle bir şeyler anlatıyordu. Beni fraklı görünce  kim olduğumu sordu. Puşçin, bana şair unvanını verdi. Paşa, elini göğsüne koyup bir temenna çaktı. Çevirmen yardımıyla şunları söyledi:

'Bir şairle karşılaşmak her zaman hayırlıdır. Şair, dervişin kardeşidir. Onun ne vatanı vardır, ne de dünya nimetlerinde gözü. Biz zavallılar şan, iktidar ve para peşinde koşarken; o yeryüzünün hükümdarlarıyla aynı sırada durur ve herkes onun karşısında saygıyla eğilir.'

Paşanın tam bir Doğulu olarak söylediği bu sözler hepimizin hoşuna gitti. Ben Seraskeri görmek için dışarı çıktım. Serasker'in kaldığı çadırın girişinde, gösterişli bir Arnavut kaftanı giyinmiş, on dört yaşlarında, kara gözlü bir oğlan çocuğu olan gözdesi duruyordu.  Derin bir ümitsizlik içinde bir köşede oturuyordu. Çevresinde bizim subaylar kümelenmişti." (12)

İkinci kez bir gözdeden söz ediyor Puşkin. Her ikisi de Müslüman üstelik. Birincisi Rus Ordusu'ndaki bir Tatar  subay, ikincisi Osmanlı'nın Seraskeri.  Serasker nedir diyeceksiniz. Osmanlı İmparatorluğu’nda, sadrazamlık görevi bulunmaksızın ordunun komutanlığını yapan vezirlere verilen sandır diye karşılık vereceğim.

Osmanlı'da oğlancılık vardı. Osmanlı topraklarına gelen birçok Avrupalı gezgin bu konudan söz etmiştir seyahatnamelerinde. Wikipedia'da şu bilgiler de var: "Osmanlı'da oğlancılığın Orhan Gazi döneminde başladığı sanılmaktadır. Osmanlılara esir düşen Bizans İmparatorluğu'nun Selanik Başpiskoposu Gregory Palamas Osmanlı'da eşcinsel ilişkinin çok yaygın olduğunu, özellikle Hıristiyan esirlere yönelik tacizlerin çok olduğunu söylemiştir." (12)

 

Puşkin'den son bir alıntı daha yapalım.

Tutsak düşerek Tiflis'e gönderilen Osman Paşa'nın ricası üzerine hareminin güvenliğinden emin olmak için bir ziyarette bulunmak üzere evine gidecek olan Rus heyetine Puşkin de katılır. Önce hareme alınmak istenmeyen heyet sonra zorunlu olarak haremin kapısında yalnızca bir kadınla görüştürülür.

"Örtünün altından cıvıl cıvıl bir kadın sesi yükseldi. Kocasız kalmış zavallı kadınlara gösterdiği ilgiden ötürü Konta teşekkür ediyor; Rusların davranışlarını övüyordu." (13)

Kadın büyük olasılıkla paşanın gözde kadınıydı veya konuşmaktan çekinmeyen kadınlarından biriydi. Puşkin de öyle düşünüyordu: "konuşanlar haremin gözdesi, yüreklerin hazinesi, aşkın gülü olmalıydı. Ya da ben öyle düşündüm." (13)

Puşkin'in anlatımlarında insanların gündelik yaşamları, hiçbir ekleme, çıkarma yapılmadan aktarılır. Günlük yaşamın yalınlığı ve güzelliği onun yapıtına olağanüstü bir değer katar. Zaten muazzam bir karmaşıklık içinde olan yaşama sözcüklerimizle müdahale etmeye, onu süslemeye veya çirkinleştirmeye  gerek var mı? Onu olduğu gibi aktarırsanız çok güzel bir şey yapmış olursunuz. Puşkin işte bunu başarmış bir yazardır.

Ben Metin Gülbay, herkese keyifli bir hafta sonu dilerim.

 

1- https://tr.wikipedia.org/wiki/Aleksandr_Pu%C5%9Fkin

* Kalmuklar Moğol asıllı Oyratlar'ın Kafkasya'ya da göçmüş olan bir koludur.

** Kirke: Eski Yunan mitolojisinde bir kadın büyücü.

2-Erzurum Yolculuğu, s.10-11, İş Bankası  Kültür Yayınları. Yapıt Ataol Behramoğlu tarafından Türkçeye çevrilmiştir.

3-aynı yapıt, s.19.

4-aynı yapıt, s.32.

5-aynı yapıt, s.41

6-aynı yapıt, s.42.

7-aynı yapıt, s.43.

8-aynı yapıt, s.56.

9-aynı yapıt, s.60.

10-aynı yapıt, s.66.

11 aynı yapıt, s.68.

12- https://tr.wikipedia.org/wiki/Osmanl%C4%B1_%C4%B0mparatorlu%C4%9Fu%27nda_e%C5%9Fcinsellik

13-Erzurum Yolculuğu, s.79.

15 Ekim 2022 Cumartesi

Mamadış üzerinden Paris’e gitmek

 



Mamadış üzerinden Paris’e gitmek

 

M. Hakkı Yazıcı

mhyazici@yandex.ru

 

 

Malum bazen konu kıtlığında dostlar, arkadaşlar arasında bildik konuşmalar muhabbete hakim olur.

Bazıları arabalarından bahis açar; konu oraya kayar. Hangi markanın, hangi modeli daha iyidir, özellikleri nelerdir, falan.

Futbol sezonunda maçlar, takımların durumu konuşulur bolca. Sezon sonunda da bunun yerini transfer dedikoduları alır.

Bazen ve de çokça kadın-erkek ilşkileri...

Son zamanlarda Moskova’daki Türkler arasında bunlara bir de uçak biletleri konusu eklendi. Türkiye’ye gidip, gelmiş arkadaşlara selam sabah, “nasılsın, iyi misin?” dedikten hemen sonra uçak biletini nereden, kaça aldığını sormak alışkanlık haline geldi.

Bildiğiniz gibi AB hava sahasının kapatılması, Rusya'dan Batıya uçmak isteyen uçaklar için olmadık hava koridorları arayışına itti ve çaresiz bıraktı.

***

Rusçada kulağını tersten göstermenin, yani yolu boş yere uzatmanın ironik ifadesi olan "в Париж через Мамадыш" (V Parij çerez Mamadış - Paris'e Mamadış üzerinden) deyimi var.

Bu deyim neredeyse gerçek oldu.

Mamadış (Мамады́ш), Moskova’nın doğusunda, Rusya'nın Tataristan Cumhuriyeti'ne bağlı Mamadış bölgesinin merkezi olan, Vyatka Nehri'nin kıyısında, nüfusu 2010 yılı sayımına göre sadece 14.435 olan küçücük bir şehir. 

Yani, Paris'e tam ters istikamette…

***

Şimdilerde Türkiye’ye eskiden en fazla ikibuçuk, üç saatte yapılan Moskova-İstanbul uçuşlarının yerini en kısası beş saatlik direkt ve sekizbuçuk saatten başlayıp kırk saate kadar uzayan, Bakü, Erivan, Tahran, Dubai, Doha, Bahreyn, Kahire, Minsk, Moldova üzerinden yapılan, envai çeşit, bir iki aktarmalı uçuşlar aldı.

Uç babam, uç.   

Ve dahası, ruh halimi bozan, emekli maaşımın en ucuz, ekonomik tek yönlü uçak biletine bile yetmediği gerçeği...

Vah benim enflasyondan tokat üstüne tokat yiyen zavallı emekli maaşım!

***

Garip bir süreci yaşıyoruz ne yazık ki. O beğenmediğimiz eski dünyayı arar duruma gelmeyelim maazallah.

Bu durumun müsebbibi konusunda tevatür muhtelif.

Bir Kızılderili atasözü şöyle: "Bir suda iki balık kavga ediyorsa bilin ki oradan beş dakika önce uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir!"

Şu Atlantikçilerin cenahı dünyayı birbirine katmakta çok mahirler. Ancak oynadıkları oyun artık çok tehlikeli bir hale geldi. Herkes son zamanlarda Üçüncü Dünya Savaşı’nın çok yakın bir ihtimal haline geldiğini konuşuyor.

Albert Einstein, "Üçüncü Dünya Savaşında hangi silahlar kullanılacak bilmiyorum, ama dördüncüsü taş ve sopa ile yapılacak" demiş.

Adam haklı.

Nükleer Savaş kavramı kullanılmaya başladığından beri dünyayı saran paranoya çıkması muhtemel Üçüncü Dünya Savaşı sonrası dünyanın onarılamaz bir yıkıma uğrayacağı, bildiğimiz medeniyetlerin sona ereceği ve teknolojik ilerlemenin nihayetleneceği şeklinde.

İnsanlık eğer bu yıkımdan az hasarla kurtulabilse dahi ilkel çağlara geri dönüş çok büyük olasılık.

***

Uzun uçak yolculuklarında zaman kolay geçmiyor.

Hele bir de uçak korkunuz varsa!

Antalya tatilinden dönüşte bizim İgor’un oğlu küçük Maksim’in yanına uçakta bir genç kız oturmuş.

Kızcağız beti benzi atmış haldeymiş. Belli ki uçmaktan korkuyormuş.

Korkusunu birazcık üzerinden atabilmek için konuşmak ihtiyacı duyduğundan olacak Maksim’e dönüp, "Hadi konuşalım. Yol arkadaşınla bir konuşma başlatırsan uçuşların daha hızlı olacağını duydum," demiş.

Elindeki kitabını henüz açmış olan Maksim, oflayarak babasına dönüp, nerden çıktı şimdi bu, der gibi bakmış.

İgor, durumu anlamış, ama kızcağıza destek olmak lazım. Gözleriyle bunu ima etmiş.

Maksim, elindeki popüler bilim kitabını yavaşça kapatmış ve kıza "Peki, ne tartışmak istersin?" diye sormuş.

"Ah, bilmiyorum," demiş kız, "Elindeki kitaba bakılırsa bilimle ilgili şeyler seni cezbediyor, kuantum mekaniğini konuşmaya ne dersin?"

Malum, bu sene, 2022 Nobel Fizik Ödülünün kuantum mekanikleri ile ilgili çalışmalarından dolayı üç bilim insanına verilmesi bu konuyu yeniden çok tartışılır hale getirdi.

"Tamam," demiş küçük Maksim, "Bu ilginç bir konu olabilir. Ama önce sana bir soru sorayım, "Bir at, bir inek ve bir geyik, hepsi ot yer değil mi? Yani aşağı yukarı aynı şeyleri… Ancak bir geyiğin dışkısı küçük topaklar halindeyken, bir inek yassı bir köfteye benzer şeyler pisler ve bir at, kuru ot yığınları üretir. Neden böyle olduğunu düşünüyorsun? "

"Tanrım," der genç kız, "İnanır mısın, hiç bir fikrim yok."

"Pekala, o zaman," demiş Maksim, "Bir b..k bilmediğin halde kendini kuantum fiziğini tartışmaya yetkin hissediyor musun?"

İgor, gülerek bana “Bundan sonra ne olmuş olabileceğini tahmin etmişsindir,” dedi.

“İyi yapmamış, ama daha çocuk o,” diye cevap verdim.

“Maksim’in bu kötü esprisinden sonra zavallı kızcağız ne diyeceğini şaşırdı. Dönüp, gözlerini kapadı, Bu arada uçak korkusunu da unutmuş olabilir. Bir ara nefes alıp verişinden uyumuş olduğunu anladık.”

***

İgor’a, “Sorunlar bitecek, eninde sonunda barış olacak; ama fazla can yanmadan, kısa zamanda olsa keşke,” diyorum.

O da, ‘V Parij çerez Mamadış - Paris'e Mamadış üzerinden’ gibi olmasa bari diyorsun,” yani diye tamamlıyor.

“Öyle…Ben, her zaman daha adil, istismarın, sömürünün, hilenin hurdanın, baskının olmadığı iyi bir dünya hayal ettim. Bu konuda inancımı hiç kaybetmedim.”

“Ustaya sormuşlar: ‘Her şeyi kaybettik. Ne yapacağız?’ diye; usta cevap vermiş: ‘Nefes alıyoruz, yeniden başlayacağız’, demiş,” diyor İgor, sohbete nokta koyuyoruz.