Moskova

Moskova

26 Haziran 2021 Cumartesi

Fartsofka'dan samizdat'a... SSCB'yi tanımlayan 17 kelime


Kaynak: https://turkrus.com/

  

Bir ülke 17 kelimeyle özetlenebilir mi? Elbette hayır. Ancak bazı kavram ve olguların yabancılar açısından bir rehber işlevine sahip olduğu da bir gerçek. Russia Beyond bu düşünceden hareketle "Sovyetler Birliği'ni tanımlayan 17 kelime"den oluşan bir liste yayınladı. İşte bu kelimeler:

 

1. Kommunalka. Modern Rus insanını anlamak açısından ilk ve en kritik kelime. 1917 devriminden sonra gelen komünal apartman olgusu. 

2. Gulag. Geçmişi özetleyen kelimeler arasında en meşumu. Kısaltmanın açılımı: Islah ve Çalışma Kampları Yönetimi Baş İdaresi.

3. Piyoner. Komünist partisinin çocuk örgütlenmesi. Bir nevi Sovyet izcileri.

4. Kopeyka. En meşhur Sovyet otomobili, VAZ 2101'in takma adı. Hacı Murat'ın kuzeyli akrabası.

5. Dissident, yani muhalif. Sayıları az, ama etkileri büyük rejim karşıtları. Ünlü fizikçi ve insan hakları savunucusu Andrey Saharov'la özdeşleşen bir tanımlama.

6. Samizdat. Kendin bas. Sovyetler Birliği'nde özel yayınevi olmadığı için yetkili makamların onayı olmadan kitap basmak imkansızdı. Samizdat ise "dissidentlerin" buna karşı bulduğu çözüm oldu. Kendin bas, oku, okut, arkadaşına ver.

7. Brutalism. Sovyet mimarisini özetleyen kelime.

8. BAM. Baykal-Amur Demiryolu Hattı. Gulag mahkumlarına inşa ettirilen meşhur demir yolu.

9. Leniniana, yani Leninname. Her yerde Lenin olması, her kitabın Lenin'den alıntıyla başlaması, bütün şehirlerde Lenin heykellerinin, meydanlarının ve sokaklarının bulunması.

10. Mal kıtlığı. Rusçasıyla defitsit. 

11. Fartsofka. 1950'lerden itibaren hayata giren "kaçak ürünler". Kot pantolonlar, kıravatlar, parfümler, çoraplar... Mal kıtlığıyla cebelleşen Sovyet toplumuna dışarıdan üflenen bir nefes.

12. Pitiletka. Beş yıllık kalkınma planı.

13. Çekist. Nâzım Hikmet'in şiirlerine de giren çoğu kişi için ürpertici kavram. KGB'nin ve FSB'nin atası Çeka'nın mensubu. 

14. Peredovik. İş yerinde olağanüstü performans sergileyen insan.

15. Subbotnik. Cumartesi günleri yapılan "gönüllü" ücretsiz çalışmalar.

16. Kollektivizatsiya. Kollektifleştirme. Milyonlarca köylünün topraklarının elinden alınarak kolhoz ve sovhoz adı verilen çiftliklerde birleştirilmesi hadisesi, GULAG'ın ikiz kardeşi.

17. Şaraşka. GULAG'ın bir başka kardeşi. Üst düzey teknik bilgiye sahip siyasi mahkumların çalıştırıldığı özel kamplar. Uzay ve askeri teknolojiler dahil pek çok keşif Şaraşkalardan çıkmıştır. En ünlü sakinlerinden bazıları: Sergey Korolyov (Rus uzay çalışmalarının kurucusu), Aleksandr Soljenitsın (yazar, matematikçi), Vladimir Petlyakov (Pe-2 uçağının geliştiricisi).

Aileler, servetler... Ekim Devrimi'nden sonra burjuvalara ne oldu?


Kaynak: https://turkrus.com/

  

"Burjuvalara ölüm!" İşte devrim Rusyasının en popüler sloganlarından biri. Peki devrimden sonra burjuvalara ne oldu? Russia Beyond, 1917'ye gelindiğinde ülkenin en varlıklı ailelerinden bazılarının kaderini araştırdı.

 

1. Nikolay Vtorov. Serveti: 60 milyon ruble (bugünün parasıyla 777 milyon dolar). Çok sayıda bankanın ve fabrikanın sahibi Vtorov, Rusya'nın ilk otomobil üreticilerinden de biriydi. 1917 devriminden hemen sonra Bolşeviklere sadakatini ilan etti. Ancak ertesi yıl hayatını kaybetti. Nasıl öldüğü ise belirsiz. Vtorov'un Moskova'da sahip olduğu Sparo Evi'nde şu anda Amerikan büyükelçiliği bulunuyor. 

2. Nobel ailesi. Servetleri: 60 milyon ruble (777 milyon dolar). Nobel ailesi dünyaca meşhurdur, ancak Rusya'da, özellikle de Azerbaycan'da büyük petrol yatırımları olduğu nispeten az bilinir. Bolşeviklerin aileye ait bütün mallara el koymasından sonra ailenin temsilcileri memleketleri İsveç'e geri döndü.

3. Savva Morozov. Serveti: 44 milyon ruble (570 milyon dolar). Eski bir toprak kölesi tarafından 1790'larda 5 rublelik sermaye ile kurulan tekstil firması 1910'lara gelindiğinde Rusya'nın en zengin hanedanlarından biri haline geldi. Dönemin önemli hayırseverlerinden biri olan Savva Morozov devrimden çok önce fabrikalarının mülkiyetini işçilerle paylaşmak istemiş, ancak bu plan aile içinden dirençle karşılaşmıştı. 1905 yılında annesi tarafından yönetimden uzaklaştırılan Morozov, Cannes'da intihar etti. Annesi de 1911'de hayatını kaybederken ailenin tüm malvarlığı 1918'de kamulaştırıldı. 

4. Günzburg ailesi. Servetleri: 25 milyon ruble (323 milyon dolar). Alman Yahudisi Günzburg ailesi, St. Petersburg'a göç ettikten sonra burada çok başarılı bir banka kurdu. Ailenin yatırımları daha sona madencilik, demir yolları, gemicilik ve şeker üretimi gibi dallara yayıldı. Rusya'da devrime giden yoldaki en önemli olaylardan biri olan Lena'daki altın madeninde 1912'de patlayan grev ve arkasından yaşanan işçi katliamı da Günzburg ailesine ait Lenzoloto madeninde gerçekleşti. Olaydan sonra aile şirketin yönetim kurulundan çekildi. 1917'den sonra da Rusya'yı terk ettiler.

5. Gukasov ailesi. Servetleri: 15 milyon ruble (194 milyon dolar). Hazar Denizi'nde petrol çıkaran Hazar Ortaklığı'nın sahibi Gukasov kardeşler, devrimden sonra Rusya'dan ayrılarak Fransa'ya göç etti. Burada petrol taşımacılığı alanında faaliyet gösteren yeni bir şirket kurdular.

21 Haziran 2021 Pazartesi

Rusya’da zirtok üretmek zor şey be kardeşim



Alper Eliçin (noktakibris.com)

Kaynak: https://medyagunlugu.com/

 

Bundan 15-16 yıl önceydi. Boğaziçi Üniversitesi’nden hocam da olan rahmetli Prof. İbrahim Kavrakoğlu’nun danışmanlık şirketinde çalışıyordum. Yaptığımız iş şirketlere yöneticilik eğitimleri vermek ve danışmanlık yapmaktı. Bu iki iş doğası gereği birbirini destekleyen nitelikteydi. 

İbrahim Hoca piyasada tanınan biriydi. Dolayısıyla oldukça büyük şirketlere de hizmet verirdik. Bu şirketlerden birinin Rusya’da önemli yatırımları vardı. Şirketin ismini burada vermek istemiyorum, o nedenle ne ürettiğini de belirtmeyeceğim. Ama ürüne mizahi bir isim vereceğim. Evet bu firma, Rusya’da üç değişik bölgede ‘zirtok’ üretiyordu. 

Aslında zirtok üretimini Türkiye’ye ilk getirenler SSCB zamanında Ruslar olmuş ama zamanla bu sektör Türkiye’de çok gelişmiş ve söz konusu Türk firması Rusya’da özelleştirme kapsamında üç bölgede zirtok fabrikaları satın almış, bu tesisleri tamamen yenilemiş ve üretime başlamıştı. 

Aynı dönemde bir başka Türk firması da, başka bir sektörde Rus pazarına girmiş ve o ülkede çok talep olan bir ürünü, ‘birtok’u üretmeye başlamıştı. Birtokun ambalajı olarak en çok zirtok kullanıldığından söz konusu firma Rus piyasasından zirtok bulmaya çalışmış ama, kalite ve kapasite olarak kendine uygun bir tedarikçi bulamamıştı. 

Danışmanlık yaptığımız zirtok üreticisi olan firma, Türkiye’de büyük bir birtok üreticisinin en büyük ambalaj tedarikçisiydi. O nedenle birtok firmasının Rusya yatırımını haber almış ve kendilerine Rusya’da da zirtok tedarik edebileceklerini iletmişti. 

Sonuçta, Türkiye’den birbirini iyi tanıyan bu iki firma Rusya için de kısa sürede anlaşmışlardı. Bu sayede danışmanı olduğumuz firma, Rusya’da yapacağı büyük yatırımlar sonucu üreteceği zirtokun önemli bir bölümü için müşterisini de bulmuştu. 

İbrahim Hoca bir gün bana zirtok firmasına eğitim vermek için Rusya’ya gidip gidemeyeceğimi sordu. Ben de kabul ettim. Zaten o sıralar şirkette kimse Rusya’ya gitmeye hevesli değildi. 

Şirketin en büyük tesisi Moskova’nın 200 km kadar doğusunda Nijni Novogrod yakınlarında, adını Türkçeye Nohut/Bezelyetepe olarak tercüme edebileceğimiz bir yerdeydi. Üç dört kez gittiğim bu tesise ulaşmak için önce Moskova’ya uçuyordum. Sheremetyevo Havalimanı’nda şirketin bir şoförü beni karşılıyor, sonra bir Lada arabayla dört saatlik bir yolculukla Bezelyetepe’ye ulaşıyorduk. Genellikle kışın gittiğim bu yolda hep ciddi miktarda kar olurdu. O zamanlar yol iki şeritti ve kayın ormanları arasında dümdüz uzanıp giderdi. Bu yolculukta Nazım Hikmet’in Karlı Kayın Ormanı’nda (1) adlı şiirini hatırlamamak mümkün değildi. 

Bezelyetepe o zamanlar Allah’ın unuttuğu, küçücük bir yerdi. Sovyet taşrası olarak kalmıştı. Köyde 10-15 odalı tek bir otel vardı. O da ağırlıklı olarak zirtok firmasına Türkiye’den gelen misafirlere hizmet veriyordu. 

Fabrika ise dev bir kompleksti. Kapısında Türk ve Rus bayrakları dalgalanan bu tesiste, önemli bir bölümü kadınlardan oluşan 730 civarında çalışan vardı ve hemen hemen tüm yöneticiler erkek ve Türk’tü. Yönetim bölümü bir köprü gibi fabrikanın bir ucundan öbür ucuna uzanıyordu. Yöneticilerin ofisinden bakıldığında bir tarafta üretim bölümü, diğer tarafta depolar görülüyordu. Fabrikada günde üç vardiya haftanın yedi günü çalışılıyordu. 

Eğitimleri İngilizce veremiyordum. Zira çalışan Rusların önemli bir bölümü yabancı dil bilmiyordu. O nedenle anlattığım konulara tanışık olan Türkoloji okumuş iyi bir Rus tercüman bulmuştum. Ben dersi anlattıkça, Türkler ilk ağızdan dinliyorlar, Ruslara ise tercüme yapılıyordu. Zahmetli ve ağır ilerleyen bir süreçti ama sonuçta eğitim alan herkes faydalanıyor ve mutlu oluyordu. Eğitime katılan Türklerin hepsi erkekti. Rusların ise yarıdan fazlası kadındı. 

Akşamları Türk yöneticiler beni yakındaki Derjinsk kentine veya yarım saat mesafedeki Nijni Novogrod’a yemeğe götürüyorlardı. Yemeklerde, Türk ekip hep Rusların işi öğrenme zorluklarından, hırsızlıklarından, disiplinsizliklerinden bahsediyordu. Türkiye’den zirtok üretiminde uzmanlaşmış ustalar getirilmesine rağmen, nedense Ruslar bir türlü işi tam öğrenemiyorlardı. İş tatminsizlikleri üst düzeydeydi ve çalışan sirkülasyonu çok yüksek olduğundan ustabaşılar tarafından verilen eğitimler de boşa gidiyordu. 

Bir süre sonra zirtok firması eğitimlere ek olarak bizden yirmi günlük bir danışmanlık hizmeti almaya karar verdi. Üç kişilik bir ekip oluşturmaya karar verdik. Benimle birlikte Ankara temsilcimiz Aydın Sezer (2) ve asistanım Arda Güreller (3) de Bezelyetepe’ye gelecekti. Aydın’ın son derece akıcı Rusçası, ülkenin kültürünü tanıması ve dışa dönük karakteri bizim için bir avantajdı. Ben ve Aydın’dan daha genç olan Arda da dışa dönük bir yapıya sahipti. 

Sonuçta üçümüz, bu kez danışmanlık yapmak üzere Bezelyetepe’ye gittik. Yapacağımız iş ağırlıklı olarak “360 derece check-up” adı verdiğimiz kapsamlı bir durum değerlendirmesiydi. Şirketin hem değişik bölümlerinde çalışanlarla mülakatlar yapacak, hem de şirketle ilişkisi olan, başta birtok üreticisi olmak üzere müşteriler, tedarikçiler, bankalar, Bezelyetepe belediye başkanı gibi, şirketin dışındaki kişilerden şirketi dinleyecektik. Ancak, çalışma check-up’la bitmeyecek, sorunlara çözümler getirecek, bazı konularda da sorunun derinine inilebilmesi için proje önerileri geliştirecektik. 

İlk gün ön hazırlıkları yaptıktan sonra çalışmaya başladık. Akşamları bir araya gelip günün değerlendirmesini yapıyor, bazen de fabrikanın müdürü veya yardımcısına brifing veriyorduk. 

Çalışma sırasında yirminin üzerinde önemli sorun belirledik. Hepsini burada anlatmam olası değil ama bazı ilginç konulara bu yazımda değinmek istiyorum. 

Bunlardan iki tanesi bizim yönetim biliminde hijyen faktörler dediğimiz konularla ilgiliydi. Çalışanların olmazsa olmazları diyebileceğimiz ve ‘hijyen faktörler’ olarak adlandırılan koşullarla ilgili sorunları olduğunda, kişiler hoşnutsuz olarak çalıştıklarından, genellikle yöneticilerine sorunları aktarmak yerine zam talepleriyle gelirler. 

Kışın çok soğuk bir dış ortamdan fabrikaya girildiğinden, 800 derecenin üstündeki fırınların önünde iş görebilmek için çalışanların kıyafetlerini değiştirmeleri gerekiyordu. Kürkler, çizmeler, kazaklar çıkıyor, ince pantolonlar ve fanilalar giyiliyordu. Ancak, soyunma odaları küçük, dolap adedi yetersizdi. Bu da çalışma konforunu olumsuz etkiliyordu. İlk önerimiz soyunma odası kapasitesinin arttırılması oldu. 

İkinci konu yemekhane ile ilgiliydi. Mutfaktan her gün gayet iyi yemekler çıkıyordu ama Rus çalışanlar şikayetçiydi. Yapılan mülakatlarda mutfak taşeronunun Türk, çıkan yemeklerin de Türk yemekleri olduğunu öğrendik. Tatile Türkiye’ye gelindiğinde Türk mutfağı hoştu ama iş yerinde öğlen-akşam Türk mutfağı olmuyordu. Pancar, şalgam, lahana, patates gibi Rus mutfağına özgün ürünler ve Rus pişirme teknikleri aranıyordu. Tavsiyemiz üzerine taşeron değişti ve Rus yemekleri pişmeye başladı. 

Türk yöneticiler açısından ise önemli sorunlardan biri, fabrikada büyük oranda hırsızlık olmasıydı. Alet edevat hırsızlığı üst düzeydeydi. Bu yüzden çalışanların işten ayrılırken sanki elmas madeninden çıkıyorlarmış gibi üstleri ve çantaları aranıyordu. Tabii küçük düşürücü bir durumdu, ama yapacak başka bir şey de yoktu. Yakalananlar da derhal işten atılıyordu. Ancak biz Rus halkının büyük oranda hırsız olamayacağı kanaatindeydik. 

Bu aşamada Aydın’ın Rusçası ve engin Rusya deneyimi devreye girdi. Ruslarla yaptığı özel sohbetler sonucunda hırsızlık nedeni ortaya çıktı. Konu Sovyet zamanına dayanıyordu. Sosyalizm döneminde, kişinin evi de, fabrika da, fabrikadaki alet edevat da devlete aitti. Özel mülkiyet son derece kısıtlıydı. O nedenle toplumda fabrikadan malzeme alıp eve götürmek son derece doğal karşılanıyordu. Alet çantasını eve götüren, çalmak veya satmak için yapmıyordu. Bozulan buzdolabını tamir ediyor, sonra komşusuna arabasını tamir etmesi için veriyordu. Sonuçta mal kamunundu. Bu konu sosyologlarla da görüşüldü ve eğitimle aşılabileceği sonucuna varıldı. 

Bir başka sorun da işbaşı eğitimleriyle ilgiliydi. Göreceli olarak Türkiye’de benzer işi yapan işçilerden daha iyi eğitim almış olan Ruslar, iş esnasında ustaların detaylı olarak gösterdiği işleri bir türlü düzgün yapamıyordu. Yapılan mülakatlar ve konunun uzmanlarıyla yapılan görüşmeler sonucu durum anlaşıldı. Türk işçisi nedenini sorgulamadan ustadan görerek öğrenmeye yatkın iken, Ruslar sınıf içi eğitimde anlatılanı daha iyi anlıyorlardı. Gösterilen bir işin, neden o şekilde yapıldığını bilimsel olarak anlamak istiyorlardı. Bu sorun da, ustaların yaptığı uygulamalı eğitimden önce ciddi bir dershane eğitimi verilmek suretiyle aşıldı. 

Karşılaştığımız en garip problem ise kalite kontrol bölümündeydi. Üretilen zirtokların kalite kontrolünde rastgele yöntemi kullanılıyordu. Belli bir palette hatalı ürün oranı düşük çıkarsa o paletteki ürünler birtok üreticisine gönderiliyordu. Hata oranı yüksekse, yüksek fırınlarda girdi olarak kullanılmak üzere o paletteki tüm ürünler ham madde ambarına yollanıyordu. 

Ancak, Bezelyetepe Fabrikası’nda bir esrarengiz bir sorun vardı. Birtok fabrikasına yollanan zirtoklar, kalite kontrolünden geçmiş olmasına rağmen, yüksek oranda hatalı çıkıyor ve paletlerle iade ediliyordu. Bu da çok büyük bir zararın oluşmasına neden oluyordu. Firmanın Türkiye’deki tesislerinde ise böyle bir kalite problemi yoktu. Üstelik Bezelyetepe Fabrikası’ndaki tüm kritik bölümlerde olduğu gibi kalite bölümünde de hat sorumlusu olarak Türkiye’den gelen bir usta bulunuyordu. 

Türk ustalar şirketin Türkiye’deki zirtok fabrikalarında en az yirmi yıl hizmet verdikten sonra emekli olmuş kişilerdi. Kişiler, bilgi birikimlerinden yararlanmanın yanı sıra, kendilerine bir vefa borcu olarak iki yıl kadar iyi para kazandırmak düşüncesiyle Bezelyetepe’ye yollanıyorlardı. 

Kalite departmanındaki ustabaşının altında sadece kadınlardan oluşan on iki kişilik bir ekip vardı. Bu ekipten biri de ustabaşı yardımcısı olarak görev yapıyordu. 

Kalite kontrol bölümünde yapılan gizli kamera çekimlerinde ilginç bir durumla karşılaşıldı. Üç vardiya çalışmasına gerek olmayan bu bölümde, ilk iki vardiyada her şey düzgün yapılıyor, kalite sorunu olan paletler ayrılarak ayrı bir bölüme alınıyor, kontrolü geçen paletler ise sevk için çıkış ambarına yollanıyordu. 

Gece olduğunda ise gündüz kalite kontrolü yapan kadınlardan bir ikisi gizlice çalışma alanına geri dönüyor, hata oranı yüksek bulunan paletlerin bir kısmını depodan çıkarıyor ve sevk deposuna götürüyorlardı. Olay tam bir sabotajdı. Ama neden? 

Konu polisiye romanlara rakip olacak bir şekilde çözüldü. Bu çalışmada Aydın kendini feda etti ve bu işi yapan Rus kadından birkaçıyla bir akşam fabrika dışında bol votka tüketildiğini tahmin ettiğimiz bir yemeğe gitti. Ertesi sabah yorgun argın geldi ve bize durumu anlattı. Birlikte yaptığımız değerlendirme sonucu durum iyice açıklığa kavuştu ve fabrika müdürüne ve İstanbul’daki şirketin genel müdürüne aktarıldı. 

Göbekli ve bıyıklı, başı hafifçe erkek kelliği diyebileceğimiz şekilde açılmış emekli ustabaşılar ayda 2000 $ maaş alıyorlardı. Altında çalışan yirmili, otuzlu yaşlardaki kadınların maaşı ise 200 $ civarındaydı. Kalite bölümünün başındaki ustabaşı en hoşuna giden kadını kendisine yardımcı tayin ediyor, maaşının bir miktar artmasını sağlıyorlardı. Ayrıca birlikte yaşamaya başladıkları bu kadına, ayda 200 $’la yaşayabilecekleri hayatın çok üstünde bir yaşam olanağı tanıyorlardı. 

Diğer kadınlar bu işten hoşnut olmuyor, ustabaşı yardımcısı kadının ayağını kaydırıp yerine geçmek için bu sabotajı yapıyorlardı. Ustabaşı Türk olduğundan yerini koruyor ama ustabaşı yardımcısı Rus kadın görevden alınıyordu. Bu, guruptaki diğer kadınlardan birinin onun yerini alma fırsatını sağlıyordu. Türk ustabaşı da tahmin edebileceğiniz gibi, hep çalışan kadınlardan en liyakatlisini bu pozisyona atıyordu. 

Araştırma derinleştirilince benzer uygulamaların diğer departmanlarda da yaygın olduğu anlaşıldı. Çözüm önerimiz ise şu şekilde oldu. Zaten sınıf içi eğitime yatkın olan Rusları eğitmek için bu kadar Türk ustabaşı gönderilmesine gerek yoktu. Sayıları düşürülmeliydi. Türklerle Ruslar arasındaki maaş farkı azaltılmalı, ayrıca yönetimde sadece Türkler değil Rus yöneticiler de olmalıydı. 730 kişi civarında çalışanı olan fabrikada otuz iki Türk’ün toplam bordrodan aldıkları pay %50’ydi. Bu durum zaten genel bir hoşnutsuzluk yaratıyordu ve zaman içerisinde dengelenmeliydi. 

Azaltılması önerilmesine rağmen, hala bir miktar Türk ustabaşına ihtiyaç da olacaktı. Onların maaşlarının da bundan böyle %75’i Türkiye’de yaşayan eşlerinin hesabına yatırılacak, kendilerine verilmeyecekti. 

Yirmi günlük çalışma bitti. Türkiye’ye döndük. Çalışmanın raporunu yazdım. İbrahim Hoca da okudu ve beğendi. Ayrıca zirtok firmasının İstanbul’daki tepe yönetimine de bir sunum yaptık. Çalışmayı onlar da çok beğendiler. İbrahim Hoca da danışmanlık hizmetini veren biz üç kişiye birer maaş ikramiye vererek teşekkürlerini iletti. 

Genellikle yönetim danışmanlarının yaptığı önerilerin %50’si müşteri tarafından uygulanırsa büyük başarı olarak kabul edilir. Bu çalışmanın %80’i, belki de daha fazlası uygulandı. Neler yapılacağı da önceden çalışanlara fabrika müdürü tarafından izah edildi. 

Sekiz ay sonra zirtok firmasının genel müdürü, beni ve İbrahim Hoca’yı Bezelyetepe’ye yılbaşı kutlamasına davet etti. Hep birlikte Moskova üzerinden, bu kez ciplerle Bezelyetepe’ye gittik. Yine kar kıyamet bir gün ve ısı -20 dereceydi. 

Fabrikaya girerken farklı bir durum gözlemledim. İlk gittiğimde birtok üreticisi tarafından iade edilen paletler fabrikanın etrafında iki kere dolanacak şekilde yığılıyken bu kez hiç iade ürün yoktu. Zirtok üretiminde mutlaka %10-15 oranında defolu ürün kullanılması gerektiğini bildiğimden de fabrikanın müdürüne bu ihtiyacı nasıl karşıladıklarını sordum. Müdür, artık hatalı üretim oranının sıfıra yaklaştığını, o nedenle St. Petersburg yakınındaki diğer fabrikalarından trenle hatalı zirtok getirerek yüksek fırınlarda girdi olarak kullandıklarını anlattı. 

Akşam kutlamanın yapılacağı salona girerken, alkışlar ve çiçeklerle karşılandık. O donuk, az konuşan, dil nedeniyle zaten mesafeli kalmak zorunda kaldığımız Rus personel bizi büyük bir sevgiyle karşıladı. Maaşları artmış, çalışma ortamları, soyunma odaları iyileştirilmiş, yemekler arzu ettikleri şekilde düzenlenmişti. Yazları ise yüksek fırınlar nedeniyle inanılmaz derecede ısınan üretim alanının çatısı masraftan kaçınılmadan açılır kapanır hale getirilmişti. Soğuk günlerde kapanıyor, yaz sıcağında açılıyordu. Ayrıca artık pek çok çalışan için firmada kariyer yapma ve terfi etme olanağı ortaya  çıkmıştı. 

İnsanların gözlerindeki sevinci ve motivasyon yüksekliğini görmek hepimizi çok mutlu etmişti. Oldukça güzel bir gece geçirdik. Yirmi yılı aşkın bir zamandır yönetim danışmanlığı yapıyorum. Rusya’da yaptığımız bu danışmanlık, bu işler arasında en fazla haz duyduğum çalışmalardan biri olarak anılarımda yer etti. 

(1)  http://anadolusanat.org/siir/nazim13.html

(2) Aydın Sezer Dış Ticaret Müsteşerlığı’nda çalışmış, Kahire ve Moskova Büyükelçiliklerinde görev yapmış dil öğrenmeye çok yatkın bir kişidir. Şu anda yazılı ve görsel medyada Rusya konusunda yaptığı değerlendirmeleri sık sık izliyoruz.

(3) Arda Güreller şu anda Ericsson’da araştırma projeleri koordinatörü olarak görev yapıyor.

Not: Fotoğraflar temsilidir.

Yazının orijinali için tıklayın

13 Haziran 2021 Pazar

Bir zafere ihtiyacımız var: Popüler bir Sovyet şarkısı


Nam nujna odna pobeda (Rusça: Нам нужна одна победа; Türkçe: Bir zafere ihtiyacımız var veya Odna pobeda (Türkçe: Bir zafer), popüler bir Sovyet şarkısı.

1969'da SSCB'de "Avtorskaya pesnya" (авторская песня) veya "bard" (бард) olarak bilinen bir çeşit şarkıcı - şarkı sözü yazarlığının öncüsü Bulat Okudjava tarafından yazılıp bestelendi. Kendisi de II. Dünya Savaşı'na katılan şarkıcı bu şarkıda 10. "Desant" Taburu (10-й десантный батальон) 'nu anlattı.

1970'te Beyaz Rusya Garı (Белорусский вокзал) adlı filmde Raisa (Раиса) rolündeki Nina Urgant (Нина Николаевна Ургант) tarafından yorumlandı.


https://www.youtube.com/watch?v=tYqOoNLzp4M


Нам нужна одна победа

Музыка: Б. Окуджава
Слова: Б. Окуджава



Здесь птицы не поют,
Деревья не растут,
И только мы,
к плечу плечо Врастаем в землю тут.

Горит и кружится планета,
Над нашей Родиною дым,
И значит, нам нужна одна победа,
Одна на всех - мы за ценой не постоим.
Одна на всех - мы за ценой не постоим.

Припев:

Нас ждет огонь смертельный,
И все ж бессилен он.
Сомненья прочь, уходит в ночь отдельный,
Десятый наш десантный батальон.
Десятый наш десантный батальон.

Лишь только бой угас,
Звучит другой приказ,
И почтальон сойдет с ума,
Разыскивая нас.

Взлетает красная ракета,
Бьет пулемет неутомим,
И значит нам нужна одна победа,
Одна на всех - мы за ценой не постоим.
Одна на всех - мы за ценой не постоим.

Припев.

От Курска и Орла
Война нас довела
До самых вражеских ворот.
Такие, брат, дела.

Когда-нибудь мы вспомним это,
И не поверится самим.
А нынче нам нужна одна победа,
Одна на всех - мы за ценой не постоим.
Одна на всех - мы за ценой не постоим.

Припев.

1970



2 Haziran 2021 Çarşamba

Hüzünlü Türk-Rus aşkı: Hayatı Romanova...


Kaynak: https://turkrus.com/

  

Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk’ün ricasıyla eğitim için Ankara’ya gelen bir Rus pilot: Mihail Romanov… Ankara Palas’daki Cumhuriyet balosunda tanışıp aşık olduğu, evlenip Moskova’ya götürdüğü bir Türk kızı: Fatma Baysal… Masal gibi başlayan, Rus pilotun genç yaşta ölümüyle Stalin baskısı yıllarında Sovyet başkentinde yalnız kalan ve Türkiye’ye dönemeyen Fatma Romanova… 2005’de Suat Taşpınar’ın Radikal gazetesinde anlattığı Fatma Romanova’nın eşi Mihail Romanov’a dair değerli bilgileri, fotoğrafları gazeteci Fuad Safarov arşivlerden çıkardı, medyagunlugu.com’a yazdı. İki yazıyı “tarihten bir yaprak” olarak sizinle paylaşıyoruz:

 

Atatürk'ün takdirini kazanan Sovyet pilot

Fuad Safarov, Moskova

 

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün ricası üzerine Moskova'dan gönderilen iki ünlü Sovyet pilotundan biri olan Mihail Romanov'un (1912-1944) trajik şekilde son bulan ilginç bir öyküsü var.  

1930'lı yılların başlarında Atatürk, Türk pilotlarının eğitimi için Sovyetler'den yardım talebinde bulundu. Bunun üzerine Moskova'dan onay alan dönemin Sovyetler Birliği Ankara Büyükelçisi Lev Karahan, Türkiye'ye en iyi pilot eğitmenlerinin gönderilmesini organize etti ve bu iş birliği kapsamında Romanov'la (manşet fotoğrafında sağdan ikinci) Sergey Anohin Türkiye'ye gönderildi. 

Konuyla ilgili olarak Rusya'nın İstanbul Başkonsolosluğu resmi sosyal medya sayfasında şu bilgiler veriliyor:

"Nisan 1935’te Mustafa Kemal Atatürk’ün ricası ile Türkiye’ye planör ve paraşüt sporunun uçuş öğretmenleri geldi. Sovyet tarafı Türkiye’ye 5 planör, U-2 uçağı ve ekipman hediye etti. Sovyet pilotları S. M. Anohin ve M. F. Romanov 3 ay içerisinde 200 planörcü yetiştirdi. İlk Türk kadın pilot Sabiha Gökçen de SSCB’de staj gördü. 1934 yılının Nisan-Mayıs aylarında SSCB’de bulunan Türk pilotları, birkaç uçak takımının içerisinde 1 Mayıs törenindeki gösterilere katıldılar. Türk paraşütçü Fatma, pilot Romanov ile evlendi. Daha sonra o, kocasıyla birlikte SSCB’ye gitti ve Moskova Radyosu’nun Türkçe Bölümü’nde görev yaptı."  

Türk Hava Kuvvetleri emekli subayı, Türk havacılığı tarihi araştırmacısı Mustafa Kılıç da, Türk Hava Kurumu Başkanı Fuat Bulca’nın yönetimindeki 25 Mayıs 1935 tarihli Genel Merkez Kurulu raporundan bir bölümü şöyle paylaşıyor: 

"… Türkkuşu’nun kurulmasında ödenemez yardımları dokunan Sovyet Büyükelçisi Karahan’ın kılavuzluğu ile komşu ülkeden Bay Sergei Anohin ve Bay Misha Romanov öğretmen olarak çağrılmış. Bu kıymetli unsurlar memleketimize gelirken Sovyet hükümetinin çok nezaketli bir hatır hoşluğu olarak Türkkuşu’na armağan etmiş olduğu 5 (beş) planörü de birlikte getirmiştir. (Bir başka kaynağa göre planörlere ilaveten 3 (üç) adet eğitim uçağı da gönderilmişti.)" 

Kılıç, Atatürk’ün 3 Mayıs 1935 Türkkuşu açılış konuşmasının bir bölümünde, "… Bu ödevimizi başarmada, bizlerden değerli yardımlarını esirgemeyen, dostumuz Rus Sovyet Cumhuriyetine ve onun Sayın Büyükelçisi Bay Karahan’a önünüzde açıkça teşekkür etmekten kıvanç duyarım” dediğini aktarıyor. Atatürk aynı etkinlikte her iki Sovyet pilotunu takdir ederek şükranlarını sunuyor.   

1938 yılında Türk eşi Fatma ile Sovyetler'e dönen Romanov, havacılık görevine devam ediyor. İkinci Dünya Savaşı sırasında Romanov ve ekip arkadaşlarına, Nazilerin bulunduğu bölgelerdeki orman alanlarında savaşan Sovyet gerillalarına malzeme taşıma görevi veriliyor. Bu, Sovyet gizli servisi NKVD'nin gizli misyonlarından biriydi.  

Rus tarihi kaynaklara göre, savaşın ilk günlerinde bu misyon için görevlendirilen planör uçaklar kapasite bakımından yetersiz kalıyordu. Planörler gerillalara ulaşıyor ama dönemiyor, bu nedenle yerinde yakılıyordu. Bunun üzerine dönemin Sovyet lideri Josef Stalin, Havacılık Endüstrisi Halk Komiseri A. Şahurin'e, "Planörün geri dönebilmesi için bir tür motor koymak mümkün mü" diye sordu. 


Bu talimat üzerine iki motorlu planör uçuş denemesi Anohin ve Romanov tarafından yapıldı.  

 

***

 



Fatma Romanova sahiden var mıydı?

 

Suat Taşpınar’ın yazısı

12/06/2005 Radikal gazetesi


"Öldü" dedi ahizenin ucundaki kadın sesi, "6 Nisan'da kaybettik." İnce bir sızı yokladı göğsümü, telefona sıkıca sarıldım. Hayatımın kadınını kaybettiğimi anladım. Son yedi yıldır öyle ya da böyle, onsuz yapamadığım kadın... Bir an yüzünü görürüm diye penceresinin dibinde pervane olduğum kadın... Aşkın değilse de iflah olmaz bir tutkunun ateşlediği mektuplarımı muhtemelen hiç açmadan yakan kadın... Telefonda umutsuzca uzatmaya çalıştığım konuşmaları hep ahizeyi suratıma kapatarak bitiren huysuz ve tatsız kadın…

Fatma Baysal öldü. Fatma Romanova öldü. Ve ben artık sırrımı ifşa ediyorum.

Her şey 1935'te Ankara'da başlar.

Değil benim, babamın bile henüz doğmadığı bir tarihte! Atatürk'ün emriyle, Türk Kuşu pilotlarını eğitmek için Rus pilotlar davet edilir.

Pilotlardan biri Ankara'daki baloların birinde, göz kamaştıran bir Türk kızıyla tanışır. Kızın adı Fatma Baysal'dır. Daha 20'sinde bile değildir. Aşk kapıyı çalar.

Birlikte Moskova'ya gider, evlenirler. Adı Fatma Romanova olur.

Stalin zulmünün tırmandığı yıllardır. Ama aşk her zorluğa yama vurur. Bir kızları olur.

Derken 2. Dünya Savaşı başlar. Kocası cephededir. Kızıyla, yabancı ve yalancı bir dünyada yapayalnız kalır Fatma hanım.

Ve acı haber gelir: Almanya'ya taarruz sırasında uçağı düşürülen kocasının cepheden cenazesi bile gelmez.

Türkiye'ye dönmek ister. Ama 'demir perde' inmiştir artık. Dönemez. Ailesiyle tüm bağları kopmuştur.

Moskova Radyosu'nun Türkçe yayın bölümünde çalışmaya başlar. Spikerlik yapar. Yaşadıkları onu zor bir insan yapmıştır. Bu yüzden ismi unutulur, 'Nazlı' diye çağrılır. Güzelliğiyle hâlâ göz kamaştırır. Ama bir daha evlenmez.

Yıllar yılları kovalar. Radyodan emekli olur ve 80'lerin sonunda, son nefesini verdiği güne dek inzivaya çekilir. Tek varlığı kızı, bir Rus Yahudisi ile evlenip Amerika'ya göçer.

Fatma Romanova, Moskova'da beş katlı Hruşçev apartmanının ikinci katındaki iki odalı dairesinde tek başına yaşar. Yaşı 90'a dayanmıştır artık. Yüzünde yılların çok ağır izleri vardır.

Bir zamanlar erkeklerin peşinde pervane olduğu o güzel kadın, aynalara küstüğü gün, insanlara da küser. Dostu zaten yoktur. Tanıdıklarına da kapıyı açmaz olur. Kızının yolladığı parayla bakıcılığını yapan komşusundan başka kimse yoktur hayatında.

Türkiye yüreğinde bir kor da olsa, aklından geçmez. Çünkü hâlâ sokakta Stalin zulmünün sürdüğü, demir perdenin sıkı sıkıya kapalı olduğu vehmiyle yaşamaktadır.

Türkiye ile hiçbir bağı yoktur. Ölümü bekleyen, hem sağlığını hem dengesini günbegün yitiren bir ihtiyarın dramıdır gerisi.

Belki Ankara Palas'ta o ilk dansı yaptığı, yüreğini kanatlandıran o geceye lanet ederek ölür yalnız odasında. Belki kocasının silik fotoğrafına son bir buse kondurup, aşkını kendisiyle beraber götürür son nefesinde. Kim bilir?

Ben Fatma Romanova'nın öyküsünü ilk duyduğumda sene 1998'di.

Genç bir gazetecinin zapt edilmez heyecanıyla uykusuz günler geçirdim.

Onunla röportaj yaptığımı, 'Hayatı Romanova' diye kitabını yazdığımı, ve hatta hayatının filme çekildiğini düşledim.

İlk telefon ettiğim günü, berbat bir hattın ucunda "Alo! Alo! Kimsiniz?" diye haykıran tiz ve kontrolsüz sesini hatırlıyorum. 

Telefonu kapatmasın diye ter döktüğümü, 70 yıl öncenin Ankara Palası'ndan yankılanıp gelen duru Türkçesiyle sık sık, "Lütfen beni rahatsız etmeyiniz, rica ederim" deyişini hatırlıyorum.

Sonrasında fasılalarla devam eden kısa telefon görüşmelerimizi, ikna edebilmek için yazdığım mektupları, yolladığım bir kutu lokumu, kimi yaz akşamları belki perdeyi aralar da dışarı bakar diye, arabamın içinde penceresini dikizleyişimi hatırlıyorum. 

Gerisi bana ait bir hikâye. 

Sadece zamanla 'acar gazeteci' reflekslerimi dizginlediğimi, derin ıstıraplar yaşayıp hayatının son demine gelmiş yalnız bir kadının dünyasına onun izni olmadan girmemem gerektiğine kendimi ikna ettiğimi söyleyebilirim. 

Yani gazetecilikten önce insan olduğumu, aşılmaması gereken sınırlarda zor da olsa durmak gerektiğini anladığımı... 

Sonrası sadece beklenen haberi 'atlamamak' için birkaç ay arayla çevrilen telefonlardan ve "Alo! Alo!" diye yırtılan sesi duyup ahizeyi indirmekten ibaret birkaç yıl...

Cuma günü telefonu açan genç kadın, "Öldü" dedi, "6 Nisan'da. Bu evde artık ben yaşıyorum."

-- 

Meraklı okura not: Fatma Romanova'nın Sovyet arşivlerinden çok kısa bir ses kaydının dinlemek için  linki tıklayın. 1973 kaydı bir "radyo tiyatrosu"nda 08.47'inci dakikada "Züleyha" adlı kahraman olarak sesini duyabilirsiniz.

'Milli kasvet'in derin analizi: Ruslar artık daha mı güleryüzlü?


 


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Rusya'da hizmet sektöründe çalışan insanların son 10 yılda yüzde 18 daha güleryüzlü hale geldiği bildiriliyor. 2019 tarihli küresel Gülümseme Raporu'na göre, Rusların en çok gülümsediği yıl 2017 oldu. Rusya o yıl en çok gülümseyen ülkeler sıralamasında ikinci sırada yer alarak herkesi şaşırtmıştı.

Kamuoyu yoklama kuruluşu Levada için çalışan Sosyolog Karina Pipiya, bu durumu 2017'nin insanların hayattan ekonomik ve sosyal beklentilerinin nispeten karşılandığı bir yıl olmasıyla izah ediyor.

Ancak son 5 yılda Rusya vatandaşlarının daha az gülümsediği konusunda genel bir fikir birliği söz konusu. Russia Beyond'a konuşan hizmet sektörü çalışanlarına göre, insanların gülümsemeye yine gülümsemeyle karşılık vermemesi büyük oranda yoksulluk kaynaklı moral bozukluğu ya da artık böyle bir muameleyle karşılaşmaya alışmış olmalarıyla ilgili.

Aeroflot için çalışan bir hostes dış hat uçuşlarında insanların daha fazla gülümsediğine dikkat çekiyor.

Bir başka hostes ise Rusya'da insanların en çok gülümsediği dönemin 2018 FİFA Dünya Kupası zamanı olduğunu hatırlıyor.

Bir diğer hostes pandemiyle birlikte maske takma zorunluluğu geldikten sonra insanların çok daha az gülümsediğini belirtiyor.

Volgograd'da garsonluk yapan Natalya, insanların gülümsediğini Moskova'ya taşındıktan sonra fark etmiş.

Federal bölgelerde yaşayanların daha varlıklı Moskova ve St. Petersburg'a kıyasla daha az gülümsediği konusunda genel bir fikir birliği söz konusu.

Portala konuşan Psikolog Golitsına ise Rusların az gülümsemesini, duygularıyla nasıl başa çıkacaklarını bilmemelerine bağlıyor.

Golitsına'ya göre Rusların "milli kasvetinin" ardında da bu beceri yoksunluğu yatıyor.

Psikolog, iç benlikleriyle iletişim kurmayı bilen ve bu özelliklerini geliştiren insanların daha fazla gülümsediği kanısında.


'Ayı Devriyesi'


Kaynak: https://tr.sputniknews.com/

 

Rus fotoğrafçı Maxim Deminov, Çukçi Denizi'nin buzlu sularında eğlenen bir grup kutup ayısını kaydetti.

Drone ile kaydedilen görüntülerde yüzen ve suya dalan kutup ayıları görülüyor:

 


'Ayı Devriyesi' projesi

Fotoğrafçı Deminov, insanların hayvanlardan ve hayvanların insanlardan uzak durmalarını sağlayan 'Ayı Devriyesi' projesinde yer alıyor. 

Küresel ısınmanın etkisiyle buzullar daha fazla eridikçe, aç kalan kutup ayıları yiyecek aramak için Rusya’nın kuzey kutup bölgelerindeki kasabalara gidiyor. Hem insan hem de ayılara yönelik tehdit ihtimali riskini önlemek ve kasabalarda ayıları korkutmak için oluşturulan kutup ayısı devriyeleri, Arktika'nın farklı bölgelerinde faaliyet gösteriyor.