Rasim
Dirsehan Örs
Kaynak: Kompas
Hiç şiir yazmış mıydınız?
Büyük olasılıkla, kendinizi bilmeye başladığınız günden bu
yana, hiç olmazsa birkaç dize aklınızdan, gönlünüzden geçmiştir. Peki,
eğer pek öyle vezne ve kafiyeye özen göstermeden, kendi bulduğunuz bir ritim
içerisinde yazdıysanız, bu dizelerinizde bir Rus şairinin de rolü olması
ihtimalinden söz etsek?
“Hangi şair? Ne alaka?” dediğinizi duyar gibi oluyoruz.
Öyle ya, taa kaç zaman önce, memleketin kim bilir hangi köşesinde, içinizden
gelenleri döktüğünüz bir kağıtta, böyle bir şey nasıl olabilir?
O şair, Moskova’da, Triumfalnaya Meydanındaki anıtta
hatırası yaşatılan, ismi pek çok yere verilmiş Mayakovski’dir. “Ne alaka”
olduğunu ise birlikte anlamaya çalışalım…
Mayakovski
Türkiye sınırında
1917 Bolşevik Devrimi sonrasında Sovyet Rusya dünyanın ilgi
odağı olmuştur. Yeryüzünün dört bir yanından pek çok genç “geleceğin dünyasını
kuracak” bu rüya ülkeyi görmek için buraya akın etmektedir. Bunların arasında
19 yaşındaki Nâzım Hikmet de vardır.
İstanbul’un dış güçlerce işgal edilmesi üzerine, Nazım
Hikmet ve birkaç arkadaşı önce Kurtuluş Savaşına katılmak üzere Anadolu’ya
geçerler, daha sonra Moskova’da okumaya karar verip, Kafkaslar üzerinden
Rusya’nın yolunu tutarlar. Yıl 1921’dir.
Ancak yolculuğun hemen başlarında, Gürcistan’da,
Batum’da, bir Rus gazetesinde, sütun biçiminde, yer yer merdiven basamakları
şeklinde yazılmış şiirler görürler. Nâzım o günlerde, Türkiye’de
geleneksel ölçü ve kafiye düzenleri içinde yazmakta olduğu parlak şiirleriyle
dikkatleri çekmeye başlamış genç bir şairdir. Bu şiirlerin neden bu biçimde
yazıldığı sorusu, aklına takılır. Rusça bilen bir arkadaşları, bu şiirleri okur
fakat bunların çevrilmelerinin olanaksız olduğunu söyler. Bunlar Mayakovski’nin
şiirleridir.
“Herkese
sövermiş gibi konuşan adam”la Moskova’da tanışma
Bu biçimde bir şiirin nasıl olabileceği konusu o günden
itibaren kafasını meşgul etmeye başlayan Nâzım, Moskova’ya vardıktan birkaç ay
sonra bu merakını giderecektir. Hem de bizzat onları yaratan kişinin
ağzından dinleyerek.
Bir arkadaş toplantısına davet edilen Nazım’ın dikkatini,
küçücük bir odada toplanmış bir sürü insanın birbirine karışan sesi arasında
görkemli, gür hepsini bastıran bir ses çeker. İriyarı, geniş omuzlu, saçları
usturayla kazınmış bir adamın sesidir bu. Nâzım’ın “Sanki herkese sövüyormuş
gibi geldi bana” diye anlattığı bu kişi Mayakovski’nin ta kendisidir.
O zamanlar 27-28 yaşlarındaki Mayakovski , “Ekim Devriminin
Şairi” olarak, Rusya dışında da geniş üne kavuşmuş bir ozandır. XX. Yüzyılın en
büyük, dâhi şairi olarak tanınmaktadır.
Mayakovski Nâzım’a hemen bir arkadaşın arkadaşına, bir
ağabeyin kardeşine davrandığı gibi davranmaya başlar. Nazım’ın Rusçayı kötü
konuşmasına, birbirlerini doğru dürüst anlayamamalarına karşın, ona gerçek bir
dost olur. Nâzım onun hep kapısı açık olan evine ziyarete gitmeye başlar.
Moskovalıların
karşısına ilk çıkış ve en büyük destek
Mayakovski gibi bir devin, gurbetteki çiçeği burnunda Türk
şairine verdiği en anlamlı destek, 8 Mart 1923 tarihinde, Politeknik Müzesi
salonundaki bir gece toplantısında olur.
Ünlü şairin de şiirlerini okuyacağı bu gece, genç şair
Nâzım’ın Moskovalıların karşısına ilk ciddi çıkışı olacaktır. Salon hınca hınç
doludur. Şiirlerini Türkçe okuyacak da olsa, sahneye çıkmadan önce Nâzım
heyecandan oldukça gergindir. Mayakovski onu şu sözlerle yatıştırır:
“Dinle Türk,” der, “korkma, nasıl olsa bir şey anlamayacaklar, rahat ol,
çık şiirini dilediğin gibi oku!..”
Genç
Nâzım, Mayakovski ile Pravda gazetesinde
"Devrim ve Edebiyat gecesi” olarak tanıtılan bu
geceyle ilgili haberler, daha sonraki günlerde Pravda gazetesinde yayımlanır.
Mayakovski'nin "Üçüncü Enternasyonal", "Eyfel Kulesiyle
Konuşmalar" ve "Sol Marş" adlı şiirlerini okuduğu, Nâzım’ın da
"Pantolonlar ve Eteklikler" ve "Yeni Sanat" adlı şiirlerini
okuduğu aktarılmaktadır.
Bundan sonra iki kez daha, üniversitede Nâzım, bu yüzyılın
en büyük şairi saydığı isimle birlikte sahnede şiir okuma şansını bulacaktır. O
günleri anarken, “XX. yüzyılın bu en büyük, dâhi şairi yardım etti bana.”
demektedir.
Mayakovskiy
Nâzım’a neden “Dönek Türk” dedi?
Bazı görüş ayrılıkları olsa ve yolları zaman zaman ayrılsa
da, dostlukları hep sürer. Bu ters düşmelerden birisi “fütürist”-
“konstrüktivist” tartışmalarında yaşanır. O zamanlar Rusya’da pek çok edebiyat
okulu vardır. “Fütürist”lere yakın olan Nazım, birisinden fütürist'lerin
psikolojiyi inkâr ettiğini işitir. Bu hoşuna gitmez ve konstrüktivistlere
katılır. Bunun üzerine Mayakovski, bir süre "dönek Türk" diye
Nazım’ı kınar, fakat gene de bu dostluklarını bozmaz.
Hep
kışkırtmalarla mücadeleyle geçen bir yaşam
Pek çok çevreden önemli eleştiriler alan ve hedef
gösterilen Mayakovski, canını sıkacak bir sürü şeyle karşılaşmaktan da zaman
zaman yorgun düşmektedir. Bunlardan bazılarını Nazım’la paylaşır.
Bir keresinde, Tverskaya Bulvarı'nda, her yazarın kendi
kitaplarını sattığı bir kitap pazarında, Mayakovski’yle karşılaşan Nazım, onu
nerdeyse ağlamak üzereyken görür. Büyük bir hayal kırıklığı içindeki yazar,
gözlerinde birikmiş yaşlarla "Görüyor musun," der, "ne yaptılar
bana; kitabımı vitrine bile koymamışlar..."
Nâzım
Mayakovskiy’nin en çok hangi kitaplarını sevmişti?
Nâzım, 1950’li yıllarda, kendisine sorulan “Mayakovski'nin
kitaplarından en çok hoşunuza gidenler hangileridir?” sorusuna şu yanıtı
verir: “ Sevgilinin gözlerini mi, yoksa burnunu mu seviyorsun sorusunu nasıl
yanıtlamalı? Mayakovski'yi tepeden tırnağa severim ben… O öylesine büyük
bir şairdir ki, onunla karşılaştırıldığımızda, biz çağdaş şairler, hepimiz
küçük kalırız. O, öğretmenimizdir bizim ve kişisel olarak benim. Pablo Neruda,
Louis Aragon, dünyanın bütün dürüst şairleri aynı şeyi söyleyeceklerdir: o,
öğretmenidir onların.”
Nâzım’ın
hece vezninden ayrılış ânı- Türk şiirinde yeni bir dönemin açılışı
Peki Mayakovski’yi öğretmeni olarak kabul eden Nâzım, nasıl
etkilendi, ondan gördüğü neleri uyguladı, diye araştırmaya başladığımızda, ilk
gördüğümüz, Türk şiirinde o zamanlara kadar hüküm süren vezin ve kafiye ile
yazmaya son verip, serbest şekilde yazmaya başlaması, oluyor. İlk
örneklerini Nazım Hikmet’in şiirlerinde gördüğümüz bu yeni yazma tekniği, onun
etkili dili ve kullanımıyla Türk edebiyatında da yankı uyandırıp, bugünlere
kadar uzanan yeni bir dönemi başlatıyor.
Söz konusu bu ilk şiirler de gene Moskova’da, Mayakovski
anıtına oldukça yakın bir yerde, Nazım’ın kalmakta olduğu öğrenci yurdunda
yaratılmışlardır.
Ünlü şairin etkisiyle şiirdeki şekil arayışlarında yeni bir
döneme adım atan Nâzım, “-Eski usül vezinle kafiyeye paydos!” diye haykırarak
yurt odasındaki arkadaşlarına, bu yeni şiir şekliyle yazmış olduğu ilk
dizelerini heyecanla okuduğunda, sene 1922’dir.
“Açların Gözbebekleri” başlığını taşıyan ve kendilerinin
Moskova’ya yolculukları boyunca gözledikleri, etkilendikleri manzaraları konu
alan bu şiir, artık herhangi bir vezne sırt çeviren bütün şairler için yeni bir
yolun başlangıcı olacaktır.
Nazım’ın kendi şiiriyle Mayakovski'nin şiiri arasında ortak
olarak gördüğü ve görmediği şeyler
1920’lerde karşılaştığı Mayakovski ile şiirde ortak
olan ve olmayan noktalarını, 1950’lerde, artık dünya çapında ünlü bir şair olan
Nâzım Hikmet şöyle açıklar:
“Başlangıçta, Rus dilini de henüz iyi bilmediğim
sıralarda, şiirlerini anlayamıyordum. Şimdi de hepsini anlayabiliyor değilim.
Fakat, basamak biçimindeki dizelerini taklit ediyordum. Düşüncelerini her
zaman böyle yazdığını sanıyor, ben de kendiminkileri aynı biçimde yazmaya
çalışıyordum. Ancak bana müsvette defterlerini gösterdiklerinde, her zaman ille
de basamak biçiminde yazmadığını gördüm. Demek, iş daha karmaşıktı…
…Mayakovski'nin şiiriyle benimki arasında ortak yanlar;
ilkin, şiir ve düzyazı, ikincisi, çeşitli türler (lirik, yergisel vb.)
arasındaki kopukluğun aşılması; üçüncüsü, şiire siyasal dilin sokulmasıdır.
Bununla birlikte, farklı biçimler kullanıyoruz onunla. Mayakovski
öğretmenimdir, fakat onun yazdığı gibi yazmıyorum ben... Moskova'da öğrenim
gördüğüm dönemde, Mayakovski gibi bir tribün şairiydim ben de. Bir nefesli
sazlar orkestrası gibi ses veriyordu şiirlerim. Topluluk önünde okuyordum
onları.
Sonra, Türkiye'de, bir tek kez şiir okuyabildim topluluk
önünde. Bir iki kişiyle konuşabiliyor, şiirlerimi ancak kulaklarına
fısıldayabiliyordum. Bu nedenle yumuşak sözcükler bulmam gerekiyordu.
Hapisteyken halktan insanlarla, benim gibi özgürlükten yoksun bırakılmış bu
insanlarla yakınlaştım. Şiirlerimi onlara okuyordum. Şimdi yine geniş dinleyici
kalabalığına seslenebiliyorum. Şiirin bütün türlerinden ve olanaklarından
yararlanmak gerekir.”
Neden
Mayakovski’nin şiirlerini aktörler okuduğunda daha iyi anlıyordu?
Bu konuda Nazım şunları söylüyor: “ Mayakovski makamla
okurdu şiirlerini. Ben de öyle okurdum başlangıçta. Aktörler Mayakovski'yi
okuduklarında iyice anlıyorum onu. Buna karşılık, kendim okuduğumda, anlayabilmem
çok güç. Sanıyorum, onun şiirlerinin bir eksikliğindendir bu. Türkiye'de
işçiler : ‘Şiirlerini sen kendin okuduğunda anlıyoruz,’ demişlerdi bana...
Fakat orada yüksek sesle şiir okuma olanağı çok azdı. Ben şiirlerim tumturaklı
(deklamasyonlu) okunmadan da okuyucuya ulaşsın istiyorum.”
Mayakovskiy’nin
ölümü –
Ekim Devrimi’nin bu en güçlü şairi 1930 yılında genç yaşta
İntihar ederek. Hayatına son verir. Rusya’dan üç yıl kadar önce Türkiye’ye
dönmüş olan Nazım Hikmet, onun anısına, Resimli Ay dergisinde, “Süleyman”
adıyla bir yazı kaleme alır. Bu yazıda ozan eski dostu ve hocası hakkında
özetle şunları söylemektedir:
Nazım’ın
ustasının ardınan yazdığı yazı:
“Muazzam Şair Mayakovski Neden İntihar Etti?”
“İnsanlık büyük bir insan kaybetti. Dünyanın en büyük
inkilabı çok kuvvetli bir şiir üstadından mahrumdur bugün. Şiirlerini Rusça
yazan fakat hemen hemen her dilde tercümeleri yapılan Mayakovski isimli büyük
şair, büyük mücahit ve büyük insan kendi eliyle canına kıymıştır.
Mayakovski'nin intiharı etrafında birçok dedikodular
yapılıyor ve yapılacaktır. Çünkü o hayatında, arkasından manasız bir
"Allah rahmet eylesin" dedirtecek gibi yaşamamıştır...
Mayakovski'nin hayatı mütemadi bir kavga seyrinden
ibarettir. Hayatlarında dövüşenlerin isimleri, ölümlerinden sonra da, sağ kalan
düşmanlarıyla kavgada devam ederler. Mayakovski'nin arkasında kalan ismi
ve eserleri daha uzun seneler büyük inkılabın düşmanlarıyla çarpışacaktır.”
Mayakovski’nin Devrimin en güç zamanlarında,
kollarını sıvayıp, dev gibi cüssesiyle iş başına geçtiğini, şiir yazdığını,
propaganda resimleri yaptığını, 3 sene zarfında 500 propaganda levhasını
tek başına resmedip, şiirlerini de yazdığını belirten Nazım, “Mayakovski niçin
intihar etti?” sorusuna en doğru cevabı Rus şair Demyan Bedni’in şu şekilde
verdiğini belirtiyor:
"Ağır bir hastalık, tesadüfi bir yalnızlık ve şahsi
bazı ıstırapların birleştiği bir anda, eski, ferdiyetçi insiyaklar harekete
geldiler. Eski Mayakovski, yeni Mayakovski'yi zayıf bir anında yakalayıp
öldürdü..."
Mayakovskinin ölümünden evvel bir mektup bırakıp, bu mektubunda:
"İntihar hiçbir şeyi halletmez... Vatandaşlarıma bu işi katiyen tavsiye
etmem," dediğini de nakleden Nazım, sözlerini şöyle noktalıyor: “Bu mektup
yeni Mayakovski'nin, eski Mayakovski'nin eliyle ölürken bile vatandaşlarına
verdiği mükemmel bir ‘hayata', ‘yeniye’, ‘yarına’ inanma dersidir.”
Ülkelerimiz arasındaki dostluk ve anlayışın gelişmesine
katkıları olmuş herkesi saygıyla anıyoruz.
KAYNAKÇA
Krokodil
Benedikt Sarnov, “O vardı ve hep var olacak” (Vladimir
Mayakovskiy- Antologiya Satiri i Yumora Rossi XX. Veka”
Lev Kassil, “Mayakovskiy sahnede” Vladimir Mayakovskiy-
Antologiya Satiri i Yumora Rossi XX. Veka”
Nikolay Svanidze, “İstoriçeskiye Hroniki”
Aleksandr Fevralskiy,“Nâzım Hikmet’le Mayakovskiy üzerine
bir konuşma” ( “Zapiski Rovesniki Veka”- YKY, Yazılar-6)
Nâzım Hikmet, “Muazzam Şair Mayakovski neden intihar etti?”
(Resimli Ay Tem. 1930,YKY, Yazılar-1)
Vâlâ Nureddin, “Bu dünyadan Nâzım geçti”
Ataol Behramoğlu, “Çağdaş Rus Şiiri Antolojisi”
Ekber Babayev, “Nâzım Hikmet kendi şiirini anlatıyor”
(Bütün Eserleri 1- Sofya 1976-YKY, Yazılar-6)
Vera Tulyakova Hikmet, “Bahtiyar ol Nâzım”, YKY , 1.
Bas., Şub.2008
“Vera Tulyakova Hikmet (Anna Stepanova), “Posledniy
razgavor s Nazımom”, Moskova“Vremya,2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder