Moskova

Moskova

31 Ekim 2020 Cumartesi

17 125 191 m²



Metin Uçar

 

 

Yukarıdaki rakam Rusya’nın yüzölçümünü gösteriyor. Eğer başka kaynaklarda daha küçük bir rakam görürseniz, o rakamları paylaşan ülkelerin Kırım’ın bağımsızlığını tanımadığını anlayabilirsiniz. Rusya bu rakam ile Dünya yüzeyinde kurulu en büyük devlet olma özelliğini de taşıyor. Bu yazımda nasıl oldu da Rusya böylesine büyük bir devlet oldu sorusuna açıklama bulmaya çalışacağım.

Konuya girmeden, azıcık uzaklaşacağım. Bu konuyu merak edip de haritayı açıp inceleyenler Rusya’nın gerçekten en büyük devlet olduğunu göreceklerdir. Ancak bu gördüğünüz sizi yanıltmasın. Rusya o haritalarda göründüğü gibi büyük bir ülke değil. Bu çelişkinin nedeni Dünya’daki kara parçalarının düz kağıda dökülmesinin zorluğundan kaynaklanıyor. Asıl durumu anlayabilmeniz için Rusya topraklarının Afrika Kıtası ve diğer büyük ülkelerle karşılaştırmasını gösteren görselleri ilginize sunuyorum.

Şimdi konumuza geri dönelim. Rusya nasıl Dünya’nın en büyük yüzölçümüne sahip ülkesi haline geldi?

Öncelikle Rusya’nın resmen devlet olarak kabul edildiği zamanlara bir bakalım.

Eski Rus Devleti olarak bilinen Kiev Rusu’nun 862 yılında kurulduğu kabul edilir. 16 Ocak 1547’de ise Büyük Moskova Knyazlığı ve ardından Rusya İmparatorluğu kurulur. Bu iki tarihi özellikle yazdım ki ilk Rus devletlerinin coğrafyası hakkında görüşünüz olsun. Bu topraklar Rusya’nın batısında yeralır ve kuzeyde Sankt-Peterburg’a kadar çıkar. Güneyde ise sınırı Kiev olarak belirleyebiliriz. Rusya’nın kurulduğu kabul edilen tarihte Osmanlı İmparatorluğu ile İran arasında 1555’te sona eren savaş yaşanmaktadır. Yani Yavuz Sultan Selim’in, Kanuni Sultan Süleyman’ın zamanı.

Rusya’nın genişleme sürecinin 1. Petro ile başlatabiliriz. Onun zamanında, önce Avrupa ile olan sınırların belirlenmesi sürecini ardından da güneye ve doğuya olan yayılmasını sürecinin başladığını söylersem yanlış olmaz. Burada amacım bu sürecin adım adım nasıl yaşandığını yazmak değil. Yazımın amacı bu yayılmanın nasıl mümkün olabildiğini anlamaya çalışmak olacak.

Bence bunun birinci nedeni 1. Petro ile başlayan devlet ve düzenli ordu sistemi. Yani Rusya’nın gerçek anlamda bir imparatorluk haline gelmesi. Ülkeyi yönetenlerin sahip oldukları planlar ve hayallere uygun olarak böyle bir yayılmanın olması son derece doğal. Ancak burada diğer imparatorluklardan ayrılan bir özelliği var Rusya’nın. Diğer kolonyal devletler ellerini dünyanın en uzak yerlerine uzatmışlar, oraların zenginliklerini sömürerek bugünkü zenginliklerine ulaşmışlardır. Daha sonra yaşanan bağımsızlık mücadeleleri ile kolonileştirilen halklar belki özgürlüklerine kavuşmuşlardır, ancak hiçbirinin normal bir uygarlık düzeyine kavuşamadıklarını görüyoruz. Rusya ise üzerinde bulunduğu topraklarda benzeri bir yayılma sergilemiştir, ancak ele geçirdiği topraklarda Avrupa’nın sergilediği şekilde vahşi bir kolonicilik yapmamıştır. Rusya imparatorluğu sınırlarında yaşayan halklar imparatorluğa bağlılıklarını dile getirdikten sonra huzur içinde kendi ulusal, geleneksel hayatlarını sürdürmüşlerdir. Bu bağlamda bir Rus, imparatorluk sisteminden ne kadar acı çektiyse, öteki halklar da aynı acıyı çekmişlerdir. Üstelik Ekim Devrimi’nden sonra durum kökten değişmiştir. Artık adının başına Sovyet kelimesi konulan tüm halklar hem sosyalizmin getirdiği nimetlere sahip olmuşlar hem de ulusal anlamda kendilerini istedikleri gibi geliştirebilmişlerdir. Dinlerin farklılığı hiçbir zaman sorun olmamıştır.

Rusya’nın imparatorluk haline gelmesini doğal sonucu olarak diğer Avrupa ülkelerinde de gördüğümüz bir coğrafik keşifler dönemi başlar. Rus kaptanları yaptıkları seyahatler ile yeni toprakları keşfederler, buradaki yerli halklarla tanışırlar.

Bunlardan en önemli keşifleri buraya kısaca not etmek istiyorum.

Belinghausen ve Lazarev komutasındaki Vostok ve Mirnıy adlı yelkenliler daha önce kimsenin görmediği bir kıtaya varırlar. 27 ocak 1820’de keşfedilen bu kıtaya Antarktika (‘Artika’nın karşısı’ demektir) adı verilir.

1581’den başlayan ve 1644’de Bering Boğazı’nın keşfi ile sonra eren keşifler döneminde Rusya’nın doğusundaki topraklar birer birer Rus İmparatorluğu’na katılır. Bu yayılmada coğrafyanın Rusya’nın yanında olduğunu söylemek gerekir. Özellikle kışın çok ağır şartlara sahip olan bu topraklarda insanlar zaten kısıtlı alanlarda ve az sayıda yaşamaktaydılar. Bu nedenle batıdan gelen iyi organize olmuş Ruslara karşı direnç göstermeleri pek mümkün olmamıştır. Tabii bu insanların hiçbir mücadele vermeden teslim olduklarını söyleyemeyiz. Elbette ki karşı koyanlar olmuştur, ancak ne sayıca ne de donanım bakımından Rusların karşısında durmaları mümkün olmamıştır. Bu yönde yapılan keşifler Bering Boğazı ile sınırlı kalmamıştır tabii. Sırada keşfedilecek olan toprak parçasının adı Alyaska idi.

1800’lü yıllarda Rusya İmparatorluğu’nun güneye gönderdiği araştırma gruplarını görüyoruz. Tyan Şan dağları, Orta Asya steplerinin keşfi ve buradaki toprakların Rusya İmparatorluğu’na katılması süreci işte bu zamanda gerçekleşmiştir.

Rusya İmparatorluğu bu şekilde yayılırken karşısına güçlü bir devlet ya da başka bir koloniyel güç çıkmamıştır. O dönemde ele geçirdiği topraklarda kimsenin gözü yoktur. Çünkü kolonileştirilmiş olan ülkelerin zenginlikleri bitecek gibi değildir.

Velhasıl Rusya’nın bugün dünyanın en büyük devleti olması bir bakıma şans eseri gerçekleşmiştir. Bu tabii benim şahsi görüşüm ve akademik bir değerlendirme olma amacı taşımıyor. O zamanlar buraya önem vermeyen koloniyel devletlerinin torunlarının bugün Rusya’ya bakarak iç geçiriyor olmalılar. Dedeleri şimdi Rusya’nın elinde olan toprakların doğal zenginliklerini (petrol, gaz, ağaç, su, elmas, altın ve uçsuz bucaksız araziler) çok önce tespit edebilselerdi şimdi durum farklı olabilirdi. Ancak o zamanlar içten yanmalı motorun henüz icat edilmemiş olması, evlerdeki sobaların odun ve kömürle ısıtıldığını düşünecek olursak, bu tarihi gerçekliğin de Rusya’nın lehine bir sonuç çıkardığını anlayabiliriz.

Eskinin bütün imparatorlukları dağılmıştır. Ayakta kalanın sadece Rusya olduğunu söyleyebiliriz. Bunun ana sebebinin SSCB’nin insanlara sunduğu ortak yaşam formülü olduğunu düşünüyorum. Bu formülde etnik, kökenin ya da dini görüşün önemi yoktur. Diğer yandan bundan sonra da aynı durum sürecek mi sorusu ortaya çıkıyor. İşte bu soruya cevap verirken modern Rusya ile Lenin’in temelini attığı sosyalist sistem arasındaki en büyük farkı görüyoruz. Lenin ulusların kendi kaderlerinin belirleme hakkını en temel konu olarak alırken Putin bu konuda Lenin’in yanıldığını açıklamıştır. Bunun sonucu olarak daha önceki anayasalarda bulunan ulusların kendi kaderlerini tespit etme hakkı yeni anayasadan çıkarılmıştır. Artık kimse Rusya Federasyonu’ndan ayrılmayı talep edemez. Bu değişikliğin geleceğe yerleştirilmiş saatli bir bomba olduğunu düşünüyorum. Bunun SSCB’nin kazanımlarından yine de faydalanma eğilimini ve dağılma potansiyelinden kaynaklanan korkuyu dile getirdiğini düşünüyorum. Velhasıl bu konu gelecek zamanların konusu ve ömrümüz yeterse neler olduğunu göreceğiz. Rusya Dünya’nın en büyük yüzölçümüne sahip olan devlet ünvanını kaybetmemek için daha çok mücadele edeceğe benziyor. Çünkü geçmişin koloniyel devletleri bugün ‘uygarlaşmış’ olsalar da dedelerinden aldıkları genlerin baskısı altındalar. SSCB ile başlayan dağılma sürecinin Rusya Federasyonu’na yayılmamış olmasından da çok rahatsızlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder