Moskova

Moskova

7 Aralık 2014 Pazar

Vısotski'yi bilmeden Rusya eksik kalır...


SUAT TAŞPINAR

Kaynak: http://www.turkrus.com/



Eğer şarkılarını İngilizce söylüyor olsa, bugün Türkiye'de belli çevrelerde bir Bob Dylan ya da Tom Waits'le kıyaslanabilirdi. Ama "demir perde"nin arkasında söylediği için pek azımız, tesadüfen öğrendi onu. Ama müziğine dokunan iflah olmadı. Ölümünden 24 yıl sonra, şarkıları daha dün çıkmış gibi hala taptaze olan Vladimir Vıstotski'yi, "Rusya yıllarının güzel bir armağanı" olarak sizinle paylaşmak istedim:

Yıllar yıllar önceydi... Moskova'ya ilk ayak bastığım günlerdeydi. Yoldan çevirdiğim eski bir Lada'ya taksi niyetine bindim. Orta yaşını devirmiş, düzgün görünümlü şoför radyo dinliyordu. Şarkı değişince uzanıp sesi biraz daha açtı. Karlı bir Moskova akşamında sarı sokak lambalarının ışığıyla bir parça aydınlanan emektar arabanın şaşırtıcı derecede iyi olan teybinden önce bir kaç ritmik gitar melodisi, sonra "tuhaf", boğuk bir ses çıkmaya başladı. Bir adam marş mı, şarkı mı, şiir mi olduğunu anlayamadığım bir üslupla, gırtlağına basılmış gibi bağırıyordu. Acelesi varmış da bir an evvel ne söyleyecekse söyleyip gitmek ister gibi. Sanki birisi arkasından koşturuyormuş gibi.

Pek "keyif verici" bir ses değildi. "Huzur verici" olmadığı kesindi. İnsanın ince duygularına dokunan bir hali yoktu. Hırıltı gibi bir sesti doğrusu. Şoföre "Kanalı değiştirir misin?" diyebileceğim, neredeyse rahatsızlık veren bir sesti. Hiç bir şey söylemedim; çünkü direksiyonda şarkıya usulca tempo tutan şoför için çok şey ifade ettiğini anladım. Söylediklerinden, yakalayabildiğim bir kaç basit kelime dışında hiçbir şey anlamıyordum. Karşılıksız bir aşktan da söz ediyor olabilirdi, siyasi hiciv de yapıyor olabilirdi, Rus halk kahramanlıklarını da anlatabilirdi, sevgilisinin gözlerinin içine bakarak coşkuyla bağırıyor olabilirdi.

Anlayabildiğim tek şey, şarkıcının da şarkının da "sıradan" olmadığıydı. Ki bir süre sonra kulağım alıştı. Anlamadığım bu şarkıda isyanın da, hicvin de, yürekten kopup gelen "ağır" duyguların da harmanlandığını hisseder oldum.

Sessizce karların üzerinde yol alırken, sırf muhabbet olsun diye, "Kim söylüyor?" diye sordum. Şoför "Vısotski" dedi. Ve ben hayatımda ilk defa bu ismi duymuş oldum.
Sonra sık sık duyar oldum bu sesi. Kimdir, nedir öğrenme hepsi uyandı içimde. Tanıdıklarıma sordum.  "Vladimir Vısotksi bu memleketin vicdanı diyebileceğimiz ozanlardandı" diyorlardı. "Narkomandı, genç yaşta bile bile kendini öldürdü" diyorlardı. "Onun şarkılarını bir yabancı anlayamaz, çevirisi de havada kalır" diyorlardı.

"Sovyet devrinin muhalefeti satırlarında gizli, isyankar bir sesti" diyorlardı. "On yıllar da geçse onun şarkıları hep günceldir, hep bizi, tuhaf düzenimizi anlatır, bu topluma ayna tutar" diyorlardı.

25 Ocak 1938'de doğmuştu Vıstotski. 25 Temmuz 1980'de, henüz 42 yaşında uyuşturucudan öldüğünde Moskova Olimpiyatları'nın en coşkulu günleriydi. Rejim, bu coşkuya gölge düşürür, gündemi değiştirir diye bir kaç ün gizlemeye çalışmıştı ölümünü. Ama haber alan on binler, stadyumları boşaltıp akın akın cenazesine koşmuşlardı. O devirde eşine nadir rastlanan bir sevgi seliyle uğurlanmıştı dostlarının deyişiyle "Valodi"...

Onun şarkılarına "bard" diyorlardı. Yani "ozan"dı. Kendi şiirlerine, sadece kendi gitarıyla eşlik ederek şarkılarını söylerdi. Başkasıyla kıyaslanamaz bir stili vardı. Memleketin sosyal ve siyasi dertlerini genellikle hicve batırılmış bir "sokak jargonu" ile söylüyordu. İşte bu hali, Sovyet sisteminin "mesafe" koymasına neden olmuştu. Devlet TV'lerine çıkarılmıyordu. Halbuki Brejnev'in bile gizli gizli onu dinlediği anlatılıyordu.

 Daha çocukluğunda "ışık saçan" biriydi. Üç yaşındayken, tıraş olan babasına dönüp, "Bakın hele kim duruyoruz karşımızda: Bizim keçi kendi sakalını tıraş ediyor!" diye hicvettiği anlatılırdı. Evde "istenmeyen misafir" olunca, ince dokundurmalı şiirler, şarkılar uydurup, gitmelerine vesile oluyordu. Küçük yaşta gitar çalmaya başladı. İnşaat mühendisliği okumaya başlayıp bir sene sonra bıraktı,  tiyatroya merak saldı. 1958'de tiyatroda ilk rolünü kaptı. O sırada zaten "underground" mekanlarda "tuhaf" şarkılarını çalıp söylemeye başlamıştı. Tiyatro hayatının ilk yılları "disiplinsizlik" şikayetlerinden kovulmakla geçti. Asi ruhu, alkole düşkün serseri hayatı başına iş açıyordu.

Derken 1964'te yıllar içinde biriken 48 şarkısından kendi çabalarıyla yaptırdığı ilk kayıt, eş dost arasında dolaşmaya başladı. Ama kulaktan kulağa yayılıyor ve hayran kitlesi artıyordu. O yıllarda, kendisini tiyatro sanatçısı olarak da saygınlığa kavuşturacak olan eserlerle ünlü Taganka Tiyatrosu'nda sahneye çıkmaya başladı. Bazı oyunlarda elinde gitar kendi şarkılarını söylüyordu. Ayrıca beyaz perdeye de adım atmış, hem rolleri hem şarkılarıyla yükselişe geçmişti bile.

Konserleriyle "kült" olma yolundaydı. Ama alkolle, uyuşturucuyla savaşında kaybetmeye başladığı, sık sık tedavi görmek zorunda kaldığı dönemlerdi bunlar. Yükseliş ve çöküş bir aradaydı... 1970'li yıllar Vısotski'nin inanılmaz bir doğurganlıkla pek çok hit şarkısını yaptığı, artık Sovyet müzik tekeli "Melodiya"nın da mecburen kaydettiği plaklarının yok sattığı, Fransa'dan ABD'ye kadar yurtdışına sık sık konserlere gittiği, New York'ta ünlü TV programı "60 Dakika"ya konuk olduğu,  hem içeride hem dışarıda konserlerinin "olay" olduğu, beyaz perdede ve sahnede unutulmaz rollere imza attığı, ama sağlığı ile ilgili gittikçe batağa saplandığı dönemlerdi...
Devlet de bölünmüştü: Kimileri isyan ruhlu şiirleri ve hayatıyla Sovyet gençliğine kötü örnek olduğunu savunuyor, ama diğer yandan Brejnev şarkılarını keyifle dinliyor ve ona görünmeyen bir "koruma" sağlıyordu. Ama bu farklı tutumlar, onun sanatını "belli çizgileri aşmadan" istediği gibi yapmasını engellemiyordu. Sovyet sistemine bodoslama savaş açmışlığı yoktu elbette, ama her şeye rağmen "protest" bir ozandı. Ama bu kadar "yıldız" olmuşken, hayatı boyunca Sovyet TV'si onunla tek bir söyleşi bile yapmadı. Diğer yandan “şanslı azınlık”a tanınan bir hakkı kullanıp, Almanya’dan getirdiği Mercedes otomobiliyle Moskova caddelerinde hız yapabiliyordu Vısotskı, kimse hesap sormuyordu.

1980'de, ömrünün son yılında Vıstotski artık uyuşturucu almadan sahneye çıkamayacak durumda, sevdiklerinin tüm çabalarına rağmen bu illetle mücadele edemeyen, ama sanatını icrat etmekten vazgeçmeyen bir "yorgun delikanlı" idi. Onun bu son yıllarını, Özbekistan turnesi sırasında uyuşturucuya yaşadığı savaşı, 2011'de çekilen ve büyük ses getiren Pyotr Buslov'un yönettiği  "Vısotski, Çok Şükür Sağ" filmi anlatıyordu. Kesinlikle izlemelisiniz.

Vısotski 24 Temmuz 1980 sabahı annesine "Bugün öleceğim" dedi. Ve o gece, alkolle, sigarayla,  uyuşturucuyla, stresle bunalmış kalbi onu daha fazla taşıyamadı  ve yatağında öldü. On binlerin elleri üstünde taşınıp Moskova'da Vagankovskoye mezarlığına gömüldü. Moskova'da Strastnoy Bulvar'da, sırtında gitarıyla heykeli durur. Ve Rusya’nın pek çok şehrinde  heykelleri yükselir.

Vısotski, Sovyet gündelik hayatının dertlerini, insanların bu sistemde içine işleyenleri, aşkı, barışı, savaşı, yani "hayata dair her şeyi" anlattığı 600 kadar  ölümsüz şarkı bıraktı geride. Gulag da vardı şarkılarında, Moskova'nın mafyası da, hayvanlar da...  Savaş gazileri, "Bu duyguları ancak bizimle savaşa katılımı birisi yazabilir" dedi... Sovyet kozmonotlar, rejimin yasakladığı yıllarda onun kasetlerini uzaya götürdüklerini itiraf ettiler!  Dürüsttü. İronikti. Gerçekti.

İşte bu ülkede uzun süre yaşamak, biraz da Vısotski şarkılarını (sözlerini tam anlasak da, anlamasak da) can kulağıyla dinlemek demektir... Biraz Rus dostlarınız onun şarkıları çaldığında her kulak kabarttıklarında onlara eşlik etmek demektir... Biraz da onun sesinden, bu memleketin dününü, acılarını, umutlarını, külünü, dumanını içinizde hissetmek demektir...

Meraklısına not: Biraz sorup soruşturduk, Vıstotski'nin en güzel şarkılarını, internetten bulup dinlemek isterseniz diye derledik. Youtube'da bulabilirsiniz.:  "Я не люблю", "Песня о друге", "На братских могилах", "Очевидное и невероятное",  "Кони привередливые", "Здесь вам не равнина", "Тот, который не стрелял",  "Скалолазка",  "Парус", "Чужая колея"

***
SENİ SEVİYORUM

Seni şu anda seviyorum,
Gizli değil - alenen.
Işıltınla yanıyorum, ne "sonra" ne de "önce".
Hıçıkıra hıçkıra, yahut -- güle güle,
Her şekilde -- seni şimdi seviyorum,
Geçmişte - arzulamıyorum, gelecekte - bilmiyorum.
"Seni sevdim" - geçmiş zaman -
Kabirden de hüzünlü,-
İçimdeki tüm değer verdiğim şeyler kanatlarımı kırıyor, ayaklarımı bağlıyor,
Şairlerin şairi dese de:
"Ben sizi sevdim: bu sevgi belki de..."*
Bu bırakılmışlık ve solgunluk ifadesi -
Burada bir pişmanlık da var, bir hoşgörü de,
Tahtı alaşağı edilmiş hükümdar gibi.
Burada gitmiş olana bir acındırma
Hevesi var, hevesin tükendiği noktada,
"Seni seviyorum" ifadesine ise bir güvensizlik.

Seni şimdi seviyorum
Ölçüsüz, kayıpsız,
Bir asır benim için şu an -
Damarlarımı kesmiyorum!
Zamanın içinde, devamında, şimdi
Geçmişte nefes almıyorum ve geleceği sayıklamıyorum.
Adım adım, kulaç kulaç
Sana doğru, kelle koltukta!-
Ayaklarımda zincirler ve kat kat ağırlıklarla.

Sen yeter ki kazara zorlama beni,
"Seni seviyorum"dan sonra "seveceğim"i eklememe.
"Seveceğim"de bir burukluk var, tuhaf da olsa,
Uyduruk bir imza, bir kurt yeniği
Geri adım için bir önalış, ihtiyat tedbiri,
Renksiz bir zehir bardağın dibinde.
Okkalı bir tokat gibi yüze -
Sorun seni şimdi sevmemde.

Bir Fransız düşü görüyorum,
Zaman kaygısından uzak,
Geleceğin - öyle olmadığı, geçmişin - başka türlü olduğu.
Çivilenmişim bir rezil direğe,
Dil engeline takılmışım.
Ah, bu dil farklılığı!
Bu durum - yıkım.
Ama ikimiz bir çıkış yolu arar buluruz.
SENİ SEVİYORUM KARMAŞIK ZAMAN DİLİMLERİNDE -
GELECEKTE DE, GEÇMİŞTE DE, ŞİMDİDE DE!..

(Türkçe çeviri: Hüzeyin Avni Dağlı)

1 yorum: