AYHAN
HÜLAGÜ
Zaman
Önce bütün eserleri baştan sona tarandı, sonra biyografisi.
Moskova'da yoksulluğun içine doğduğu evden, Petersburg'da gözyaşları içinde ilk
eseri ‘İnsancıklar'ı yazdığı küçük odaya, Suç ve Ceza'nın ana mekânından hayata
gözlerini yumduğu şirin daireye kadar hayatı boyunca uğradığı bütün duraklar
çıkarıldı. Şimdi Dostoyevksi'nin izinde Rusya'dayım.
Petersburg'dayım. Üstümde gri bir gökyüzü. Karşımda taş
kaldırımlı, karanlık geniş sokak. Sokağın başında dört katlı kahverengi yalın
bir bina, gelin gibi sade, alımlı. Bedenimde tatlı bir yorgunluk hissediyorum,
göğsüme bir kelebek ordusu konmuş sanki. Mutluyum. Elimdeki haritaya bakıyorum,
sonra karşı binaya. Evet, eminim,Dostoyevski'nin
evi burası… Gözünün gördüğü her şey çikolataya dönen bir çocuk gibi heyecanım
artıyor. Zira bu an için iki aydır hazırlanıyorum. Dostoyevski'nin külliyatını
tekrar okudum; yaşadığı, karakterlerini yaşattığı yerlerin adlarını
eserlerinden ayıklayıp bir harita çıkardım. ‘Yazarın hayata gözlerini açtığı,
gözyaşları içinde ilk eserini kaleme aldığı evi, Raskolnikov'un kaldığı otel
odasını, son eseri Karamazov Kardeşler'i yazdığı ev neresi? Nasıl bir ortamda
yazar, beslenme kaynakları neler?' sorularına cevap arıyorum. Kafamda çoğalan
soruları sokakta bırakıp eve ilk adımımı atıyorum.
Dostoyevskaya Metro İstasyonu'nun gördüğü bu bina, yazarın
Karamazov Kardeşler'i yazdığı, son iki yılını geçirip hayata gözlerini yumduğu
ev. Şimdi müze. Öldüğü günkü gibi aynen korunuyor, aynı ruhla… Ahşap
merdivenleri tırmanıp duvarları fıstık yeşili kağıtlarla kaplı bir daireye
giriyorum. Kapının eşiğinde ustanın başından hiç çıkarmadığı siyah fötr şapka,
sağda boş portmanto, içinde kim bilir hangi karakterlerin hapsedildiği büyülü
bir sandık. Koridor iki odaya çıkıyor. Sol oturma odası, sağ çalışma.
Başkasının günlüğünü gizlice okuyormuş tedirginlik ve heyecanıyla soluğu
çalışma odasında alıyorum.
Üstü yeşil, ahşap bir çalışma masası, mavi mürekkep kutusu,
bakır kalemler… Köy evinden getirilmiş hissi veren halının üzerinde şirin
bir atlı karınca, dantel elbiseli bebek duruyor. İlk eşini kaybettikten sonra
evlendiği sekreteri Anna ile yaşadığı, Karamazov Kardeşler'in karakterlerini
ete kemiğe büründürdüğü dünya bu küçük oda. Üç yıl süren eserinde nice iç
sancılar çekti, ruhunu dinlendirmek için odayı kaç defa turladı bilinmez.
Yaramaz çocukları Lyuba ile Fedya romanın en can alıcı yerinde babalarının
sakallarına yapışıp nasıl çekti salona. Anna hangi koltuğa kurulup eserdeki
noksanlıkları düzeltti... Hepsi zihnimde belli belirsiz canlanıyor.
Dostoyevski, çocukları uyuduktan, şehrin
sakinleri sıcak yataklarına çekildikten sonra masanın başına geçermiş. Gün
ağarınca bırakırmış kâğıdı kalemi. Öğlene kadar uyur, kalkar kalkmaz
hazırladığı demli çaya uzanırmış eli. Çay ve sigara… Öğleden sonra akşam altıya
kadar yazdıklarını gözden geçirirmiş. Sonra kendiyle baş başa kalmak için bir
saat daha çekilirmiş odasına. Akşam yemeğinden sonra bir-iki saatlik yürüyüş,
sonra yine karanlık geceler, kitaplarının renkli ve tehlikeli dünyasına yolculuk...
Bu arada ekleyeyim: Çok düzenli bir yazar, bir hayli titiz. Gazetesinin,
küllüğünün dahi özel bir yeri var, yerlerinin değiştirilmesinden asla haz
almaz. Çalışma odası adeta bir mabet. Arkadaşlarını, dostlarını içeri sokmaz,
salonda ağırlar.
Salona geçiyorum. Krem örtüyle örtülmüş, orta boy bir yemek
masasının üzeri şık beyaz porselenlerle dolu. Dolabın üzerinde emaneten duruyor
saat. Sanki yazar her zamanki gibi demli çayını içtikten sonra masaya ailesiyle
kurulacak. Çocuklar harçlık isteyince bütün parasını kumarda kaybeden hatta
borçlarından dolayı hapse düşme tehlikesi yaşayan baba ölüm sessizliğine
bürünecek, kim bilir.
Hayaller kurarken salonu gören başka bir çalışma odasına
giriyorum. Çocukların bile alınmadığı bir oda anlaşılan. İçinde kırmızı bir
sedir, üstü yeşil bir masa, ince işlemeli iki sandalye, ahşap dolapta ciltli
onlarca kitap… Yazarın ikinci yazı dünyası.
Müze evler hep terk edilmiş duygusu verir. Evdeki bütün
nesneler sahibine özlem duyar hatta ağıt yakar. Dostoyevski evinde hâlâ
yaşıyormuş hissi hakim. Sanki, yazar paraya sıkışınca her zaman yaptığı gibi
Nevski Caddesi'ndeki yayıncılardan avans almak için çıkmış (Anna, hatıralarında
eşinin yayıncıların eşiğini nasıl aşındırdığını uzun uzadıya anlatır), gelecek
birazdan. Birden aklıma yazarın bu evde öldüğü geliyor. Ürperiyorum.
Epilepsiden dolayı ciğer kanaması geçirirken içerdeki beyaz yatağa mı uzandı
gerçekten. Anna karyolanın hangi köşesinde durup İncil'den pasajlar okudu.
Dostoyevski öldükten sonra on binler kapının önüne birden nasıl yığıldı.
Sorular arttıkça zaman ağırlaşıyor, uzaklardan bir sesin daveti işitiliyor.
Ertesi gün… Ayaklarımın altı su toplayana kadar gezdiğim,
bütün taş sokaklara ayak izimi bıraktığım serin bir günün gecesi sesin
kaynağını buluyorum. Griboyedova nehrine yakın Kaznaçeiskaya Sokağı... ‘Tuttuğu
evlerin, sokakların köşesinde ve her daim kiliseye yakın olduğu' bilgisiyle iz
sürüyor, karakterlerin yaşadığı yerlerden gerçek mekânları bulmaya çalışıyorum.
Tuhaftır, sarı ışıkların aydınlattığı nehre paralel sokağın sonuna yaklaşırken Raskolnikov'un
nefes alış verişini hissediyorum. Sanki karanlık pencerelerin birinden gizli
bir el çıkıp, tutup beni içeri çekecek, gizemli cinayetin parçası haline
getirecek. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi çarpıyor. Korku, heyecan iç içe.
Saatime bakıyorum, gecenin biri. 10-15 adım sonra sokağın bittiği kaldırımda
duruyorum.
Köşe başında beş katlı, sade, alımlı bir
bina… Ahşap kapının solunda gölge gibi beliren yüz dikkatimi çekiyor. Yüz,
Dostoyevski'ye ait bir heykel. Duvardaki levha sorulmaya hazır soruyu
cevaplıyor: “Suç ve Ceza, Kumarbaz, Yer Altından Notlar romanlarının yazıldığı
ev burası. Alonkin Apartmanı.” Yeni buradan çıktı o cinayet işleyen aydın,
dürüst genç, kumar müptelası, hasta memur… Evi izliyor, yazara dokunuyormuş
hissiyatıyla mimarîsini inceliyorum. Ev müze değil, içinde yaşayanlar var.
Ancak üç yüz yıl öncesinden bugüne değişen bir şey yok. Daha önce gördüğüm 19.
yy'ın başındaki fotoğrafla birebir benzer. Masum bir bebeği izler gibi taş
binayı seyre dalıyorum. Dili olsa da konuşsa, anlatsa biriktirdiği hikâyeleri…
Suç ve Ceza romanının tefrikası henüz devam ederken yazarın yayıncısı
Stellovski, ağır şartlar içeren bir sözleşme imzalatmıştı yazara. Suç ve
Ceza'yı ve Kumarbaz'ı 1 buçuk ay içinde tamamlamazsa bütün eserleri üzerindeki
telif haklarını kaybedecekti. O süreçte bu eve kapanıp geceli gündüzlü
çalışmıştı. Bu sırada bir dostu verimli çalışması için ona bir sekreter tavsiye
etti. Dostoyevski'nin verimli çalışması için şartları olgunlaştıran 20
yaşındaki Anna ile arasındaki dostluk zamanla aşka dönüştü, dört ay sonra
evlenip bu eve yerleştiler.
Bir sonraki gün… Yazarın diğer evlerinin yolundayım.
Heykelleri, barok mimarîsiyle inşa edilen tarihî evleri, ihtişamlı köprüleri
selamlayarak ve doyasıya kaybolarak iz sürüyorum. Yollar beni tanıdık bir
caddeye çıkarıyor, Vladimirski'ye… Yine köşe başında kocaman ahşap kapılı,
eski, sade dört-beş katlı bir ev. Dostoyevski'nin müze olan evinin bir üst
sokağı. Yine kapıda yazarın silüeti, yaşanmışlığını özetleyen Rusça bir levha.
İçinde yaşayanlar olduğu için misafir kabul etmeyen bina, yazarın ilk eseri İnsancıklar'ı
yazdığı yer… Stefan Zweig'ın tanımlamasıyla 1844 yılında 24 yaşındayken henüz
‘tutkulu bir ateşle neredeyse gözyaşları içinde' yazdığı eserin ana yurdu... Bu
kiralık dairede tek başına değildi Dostoyevski. Sibirya'da tanıştığı Alman bir
dostuyla yaşıyordu, sonrasında onun keşfine vesile olan Dimitri yanına taşındı.
İnsancıklar'ın ilk müsveddesini okuduktan sonra gözyaşlarına boğulan, gün
ağarmadan dönemin saygın editör-yazarlarından Nekrasov'un kapısına dayanan ‘bu
iş uykudan hayırlıdır' deyip hayranlıklarını paylaştığı kişi… Sonrası malum,
devrin koca reisi Belinski okur, ‘Yeni bir Gogol'ümüz doğuyor!' diyerek yeni
bir devrin başladığını ilan eder. Soğuk kahverengi binayı izlerken ister
istemez bir duygu kümesi sarıp sarmalıyor insanı. Belinski'nin ‘Burada neler
başardığınızın farkında mısınız siz?' yorumundan sonra Dostoyevski'yi
hissettiği korkuyu, ansızın gelen başarı karşısında duyduğu tatlı ürpertiyi
hissediyorum. Yüreğinde yücelmeyle eziklik, tevazuyla gurur yer değiştirirken
hangisinin sesine kulak vermişti acaba? Sarhoş gibi yalpalayarak sokakları
dolaştıktan sonra geldiği evde gözyaşlarında birleşen mutlulukla acının
farkında mıdır şimdiki sakinleri? Kuvvetle muhtemel.
Moskova doğumlu Dostoyevski'nin Petersburg'daki ilk evi
Ligovski Caddesi'nde. Mühendislik mektebinde okurken yerleştiği evi babası sık
sık gelip ziyaret eder. En huzurlu yaşadığı dönem bu olsa gerek. Zira saygın
bir yazar olduktan sonrası sürgün, hapis ve bedeni ele geçiren bir hastalıkla
geçti.
Meşhur müzisyen Rimski-Korsakov'un adını verdiği
caddesindeki evleri Petersburg'daki bir diğer adresleri. Moskova'dan dönüşte
(1871) yerleştikleri ev. Şirin oğulları Fiyodor doğmuş burada. Suç ve Ceza'da
Marmeladov'un uğradığı fayton kazası burada yaşanıyor. Yaşanmışlıklardan ne
kadar beslendiğini varın siz hayal edin.
Son durak, Dostoyevski'nin Moskova'daki doğduğu yer.
Yazarın adını taşıyan metro istasyonuna yürüme mesafesinde üç katlı mütevazı
bir ev. Düşük bütçeyle zevkle döşense de dört çocuğun duvarları maviye
boyandığı minik bir odada büyüdüğü küçük bir dünya… Zweig der ki, Dostoyevski
hayatının 56 yılının tümünü sefalet, yoksulluk ve mahrumiyet içinde geçirdi.
Kumar tutkusu nedeniyle yaşadığı ekonomik sıkıntıları, muhalif kimliğinden
dolayı Sibirya'daki sürgün yıllarında çektiği acılardan haberdarız ama yaşadığı
evlere bakınca yoksulluğun nispeten görünür olduğu tek yerin burası olduğunu
söyleyebilirim. Asker doktor baba, köylü anne ve dört kardeşiyle ayın ortasında
kaç defa salonda toplanıp ay sonunu düşünerek hesap yaptıklarını biliyoruz. O
uzun suskunluklarda neler konuşulduğundan bîhaber olsak da... Bu yoksulluk
sadece maddî olmasa gerek. Yine Zweig'ın deyimiyle Dostoyevski'nin hayatı
boyunca kahramanları gibi mağara adamı gibi yaşamasında nar taneleri gibi
darmadağın ailenin etkisi hiç yok mu. Elbette var.
Dostoyevski'nin doğumundan 16 yaşına kadar
(annesini kaybettikten sonra Petersburg'a askerî okula gider) yaşadığı ev
burası. Yazarın çocukluğunda iz bırakan dadısı bildiği bütün halk hikâyelerini
bu evde paylaşır minik Mihayloviç ile. Eserlerindeki güçlü fakir halk imgesinde
dadısının payı büyüktür. Bir de şöyle bir ayrıntı var. Babasının çalıştığı
hastaneye sık sık gider, gözlem yaparmış. Hasta, yoksul bireylerin bir kısmının
oradan esinlenildiği söylenir.
Raskolnikov
nerede yaşadı?
Bu ev Dostoyevski'nin yazın hayatında başka bir öneme daha
sahip. Suç ve Ceza'nın ana mekânı burası. Romanda Raskolnikov'un küçük odasında
kaldığı pansiyonun ‘S...' sokağında olduğu geçer: “Beş katlı yüksek bir evin
çatı katıydı ve odadan çok bir dolabı andırıyordu.” Yani Raskolnikov yazarın
kaldığı evin odalarından birinde yaşıyordu. Dostoyevski'nin ismini vermekten
itinayla çekindiği yer, köşedeki evin diğer sokağı Stolyarnyy. Anna
Grigoriyevna da Ekim 1866'da eve dair izlenimlerini şöyle anlatır: “Ev, çok
sayıda küçücük dairelerden oluşan kocaman bir binaydı. Tüccar ve esnaf takımı
otururdu bu dairelerde. Girer girmez Suç ve Ceza romanının kahramanı
Raskolnikov'un oturduğu evi hatırlatmıştı bana.” Evin soğuk, taş duvarlarına
dokunurken uğultu halinde bir ses duyuyorum. Yeni bir davet.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder