Cumhuriyet
Rusya’daki işadamlarımızın her yıl 3 Haziran’da
düzenledikleri anma programı büyük şairimizin 52. ölüm yılında yine ünlü “Novo
Deviçye” Mezarlığı’ndaki tören, aynı günün gecesinde de “Olimpiada” salonunda
“Yeni Türkü” konseriyle gerçekleştirildi. Bu mezarlık Moskova’ya ilk kez ayak
bastığım 1971 ya da 1972’de ziyaret ettiğim ilk yerlerdendi.
Nâzım Hikmet 1902 doğumlu olduğuna göre onunla aramızda 40
yaş var. Demek ki 1972’de yaşıyor olsa tam 70 yaşında olacak ve ben otuz
yaşımda onunla karşılaşabilecektim...
Bugünlerden geriye baktığımızda yaşamdan
ne kadar erken ayrılmış olduğunu daha iyi görebiliyoruz. Kuşkusuz bir rastlantı
ya da kader değil bu. Ülkesinde yaşatılan acılar ve sonrasında da ülke
hasretiyle yanıp tutuştuğu günlerin kederleri vaktinden önce alıp götürdü büyük
şairi. Nâzım Hikmet’in yaşamından söz ederken “aşkları”ndan, “kadınları”ndan
çok, bütün bu yaşantıların, bu duygulu insanın iç dünyasında yarattığı
sarsıntıları öne çıkarmak gerekir. Kendi ülkesinde genç yıllarını
hapishanelerde tükettikten sonra orta yaştan yaşlılığa doğru uzanan sürede de
ülkesinin dışında, bir başka deyişle de daha büyük bir hapishanede yaşayıp
ölmeye mahkûm edilmek... Ve bütün bunlara karşın yıkılmamak, çökmemek, umudunu
ve yaşama isteğini yitirmemek. Tersine, son nefesine kadar ölümsüz ürünler
vermeyi başarabilmek.
Böyle bir örnek bütün dünya edebiyat, kültür, siyaset
tarihinde çok az olsa gerek.
Kültür
müzesi gibi
Aydın işadamlarımızın Rusya’daki derneği RTİB’in bir önceki
başkanlarından, şimdi de bu derneğin bünyesindeki Nâzım Hikmet anma komitesi
başkanı Ali Galip Savaşır ve derneğin günümüzdeki başkanı Dr. Naki Karaslan
mezarlıktaki törende de, geceki programda da, Nâzım Hikmet’i anlatan konuşmalar
yaptılar. Ben ve grubumuzdaki arkadaşlar (Ahmet Ümit, Nebil Özgentürk, Yetkin
Dikiciler, Derya Köroğlu) yaptığımız konuşmalarda ülkemizin kültürü adına
onlara teşekkürlerimizi bildirdik.
Sayısız seçkin kültür, siyaset, edebiyat insanının sonsuz
dinlencede olduğu “Novo Deviçye”, mezarlıktan çok olağanüstü bir kültür müzesi.
Benzerlerinden biri bilindiği gibi Paris’teki (bizim Yılmaz Güney ve Ahmet
Kaya’mızın da bulunduğu) Pere Lachaise, bir öteki Bakû’daki “Gurur
Kabristanı”dır. (Bizdeki yürek acısı durum bakımından utanç duymamız gereken bu
örneklerden ve genel olarak bu konudan bir başka yazıda ayrıca söz edeceğim.)
Benim için Moskova öncelikle kitap, kitabevleri demektir.
Bu kez yine, ünlü “Dom Knig”den, Arbat Sokağı’ndaki bir başka kitapçıdan ve
Povarskaya Ulitsa’daki Maksim Gorki Edebiyat Müzesi’nin girişindeki küçük
tezgâhtan satın aldığım bir kucak dolusu kitapla döndüm Türkiye’ye... Kitap ve
kitapçı bakımından milim değişiklik yok Moskova’da. En azından, benim için
Fakat günlük yaşamda olumlu ve olumsuz sayılabilecek pek
çok değişiklik olduğu kuşkusuz. Öncelikle trafik. Örneğin, havaalanlarına
uçağınızın kalkışından saatler önce hareket etmezseniz ulaşabilmeniz mucize.
Ortalama gelirin ne olduğunu bilmediğim için fiyatlar konusunda da fazla fikrim
yok. Şu sırada 1 dolar yaklaşık olarak elli rubledir. Büfelerde sıradan bir
küçük pet şişe suyun fiyatı elli rublenin biraz üstünde. Bu bizde yaklaşık
olarak iki buçuk üç lira olduğuna göre, yaklaşık olarak bir hesaplama
yapabiliriz.
Şu günlerde Moskova’ya yolu düşenlerin “Krasnaya Oktyabr”da
Lumiere Kardeşler adına kurulmuş fotoğraf müzesindeki Sovyet Fotoğrafları
sergisini, yine aynı yerdeki “Nü” başlıklı “fotoğraf ve koku” tasarımıyla
düzenlenmiş ilginç bir başka sergiyi gezip görmelerini tavsiye ederim. Tabii,
bir yolunu bulup Tretyakov Galerisi ve Puşkin müzelerini de.
Yıllar önceki bir şiirimde yazdığım gibi: “Moskova ufka
benziyor/Yaklaştıkça genişleyen/ve Açan/Bağrındaki güzellikleri.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder