Kaynak: http://deligaffar.com/
синий
троллейбус – Mavi Troleybüs.. Kimbilir nereye gidiyoruz…
Bugün Ali İsmail’in ölüm yıldönümü. O uğursuz haberi
aldığım anı, sabaha kadar parke taşlarına bakıp öylece durduğum geceyi hiç
unutmayacağım. Şimdi de unutmuyorum, tam birinci yılında, yeniden Arbat’ın
sokaklarında yürürken…
Kafamda sadece Ali İsmail mi var? Bir o değil ki.. İsrail
Gazze’ye bombalar yağdırıyormuş, yer sofrasında bir kaşık pilav yiyemeden
parçalanan bedenlerin, zavallı küçük çocukların resimleri geliyor, Sderot’ta
İsrailliler bir tepeye seyir tribünü kurmuş aşağıdakilerin kafasına inen her
bombada alkış kıyamet, Yıldız Tilbe “yaşasın Hitler” diyormuş, müslümanlar Nazi
bayraklarını paylaşıyorlar internette, Yahudilere ölüm, zaten bir gece önce de
Beşiktaş’ta iki gavuru dövmüşler dinimize saygısızlık ettiler diye, Türkmenler
ıssız bir çölün ortasında çaresiz, sadece ölümün gelip onları bulmasını
bekliyorlar, bizim ayakkabıyla giremediğimiz camiye bombayla giren
müslümanlar var, Alevilere de ölüm, Caferilere de ölüm, cumhurbaşkanı yol
yapımından bile haberdar olmalı, ezan susmaz, bayrak inmez, indiren nereden
bulduysa artık çamaşır ipiyle asmış kendini içeride, Diyarbakır’da müslüman
polisler üç çocuğa tecavüz ediyormuş, Ukrayna uçakları kendi köylerini
şehirlerini bombalıyor, aç çocuklar, çıplak çocuklar, ölü çocuklar…. Daha
sayayım mı? Ne çok felaket ne çok zulüm ne çok kan…
Bir bunlar mı aklımda? Bir Ail İsmail mi? Moskva’dayım ya
yine, kürkçü dükkanımız, yüz yıllık aşkımız, hepsinin yanında, hepsinin ardında
Moskva var, çünkü hepsi Moskva yüzünden bir bakıma… Bir zamanlar kızıl yıldızlı
bir şehirdi ya burası, onu diyorum. Kendisi o haliyle daha mı iyiydi daha mı
kötü aklım o kadar ermiyor, ama biliyorum ki dünya bu kadar kötü değildi
Moskva’nın kızıl yıldızı parıldarken… Şimdi allahla para arasında sıkışmış
sahipsiz insanlık, büyük, çok büyük ve fakat güçsüz, boynu bükük insanlık…
Çok uzun zaman oldu ilk geldiğimden beri.. sayısız kereler,
sayısız günler, geceler.. Aşkla keder arasında salınıp kaldığımız güzel şehir,
Moskva. Herşey değişti, dünya alt üst oldu, ama işte geçmiş güzel günlerin
kızıl yıldızı orada bir yerde parlamaya devam ediyor. Kışın bulutlar, yazın
sarı yıldızlar arasından.. Yirmi yıldır hep orada.. hiç olmamış eski bir hayale
bakar gibi bakıyorum ona, bir daha asla dönmeyeceğini bildiğim sevgilime bakar
gibi bakıyorum.. ah ne acı, ne zor, bunca çocuğun günahı kimin boynunda, kim
sağaltacak bunca derin yaralarını insanlığın, kim yerine koyacak kaybolan
umudumuzu, güzel günlere imanımızı yerine?
Yarım aklımda bu ahmakça düşüncelerle, kederlerle
gezinirken evden çok da uzak olmayan bir yerde, kadim aşkımız Moskva’nın en
civcivli caddelerinden birinde buldum Mavi Troleybüs’ü. Derme çatma ve lakin
kocaman cüssesiyle bir duvar dibine sinmiş gibi, her halinden belli
garibanların seçimi olduğu. Orta kapıdan binip oturdum bir koltuğa. Sanki
herkes umutsuz, sanki herkes “bir yolculuğa çıksak alıp başımızı gitsek” der
gibi. Kol kadar bir sustalıyla elma soyup votka içen adam, balık salamura
atıştıran kadın, sabırsızlıkla kıpırdanan yaşlı bir çift, yüzünde yara iziyle
bira yudumlayan sarı bir oğlan ve sevgilisi, önlerinde birer fincan çayla işten
yeni çıkmış siyah çantalı bir adam ve onun utangaç karısı… Yoksul insanlar,
yoksul bir troleybüs… Herkes gitmek istiyor Moskva’dan. Sanki her an hareket
edecekmişiz de kendimizi tarlaların arasında daracık bir yolda
bulacakmışız gibi. Pek sevdiğim Tula’ya doğru mesela, belki de Tver, ya da
Smolensk’e oradan masum, çelimsiz bir kız gibi dans eden Minsk’e… Ama umut
tükendi artık, kimsenin umudu yok yeniden Moskva’ya dönmeye, kızıl yıldızın
Moskva’sına, eski evimize, eski aşkımıza dönmeye… Bir yolculuk hepimize iyi
gelecek, evet. Ne yapalım bari, bir bira alsak ve yola koyulsak.
Önce bir abi hüzünlü hüzünlü söylüyor. Ellilerinde, ak
saçlı, sivri burunlu sempatik bir adam. Ama şarkılar hüzünlü..Aşktan söz
ediyor, gidip gelmeyenlerden, gidip de gelmemekten, gelip de bulmamaktan..
Bildiğiniz şeyler işte.. benim aklımda giden sevdiklerimiz, zorba katillere yem
olan oğlullarımız kızlarımız, Ali İsmail mesela, Haziran sancılarımız.. ve
gidip gelmeyen o kadim sevgilimiz, kızıl yıldızlı Moskva’mız… Ah bu şehir beni
öldürecek, üç kuruşluk aklımı da alıp çalmak istiyorum Arbat’ın taşlarına, ve
sadece ağlamak istiyorum, zırıl zırıl, böğründen yaralanmış bir hayvan gibi
inleyerek ağlamak…
Gidiyoruz sevgili yolcular, yoksul yolcular, paranın ve
allahın altında ezilen yolcular, umutsuz yolcular.. gidiyoruz ve bir daha asla
dönemeyeceğiz o ihtişamlı günlerimizdeki Moskvamıza… umudumuz yok ve
gidiyoruz..
Durun! İşte tam buradayken bir şey oldu…
Mavi troleybüsün yara izli adamı ve süslü sevgilisi, hiç
umulmadık bir şey yaptılar… Gidip mikrofonu aldılar ve bir şarkı
söylemeye başladılar. Tam da o anda, olmayacak bir şeyi olduracak, bizi
durduracak, döndürecek, kim bilir, tutup umudu yerine koyacak tek şeydi belki
bu. Bir şarkıyla olur mu? Evet, sadece bir şarkıyla olabilirdi, yeter ki
evimizle, yurdumuzla ilgili olsun. Bu öyle güzel bir şarkı ki Mavi Troleybüs
önce durdu, sonra hafifçe sarsılıp geriye döndü ve yeniden özlediğimiz rüyaya,
kızıl yıldıza doğru yola koyuldu.
Tamam böyle şeyler gerçek yaşamda pek olmaz biliyorum. Ama
ben deliyim, hiç değilse bir an olsun bana öyleymiş gibi geldi, ve size yemin
ederim diğerleri için de öyleydi… En azından sonradan gelen yoksul bir ana oğul
ve kapıda ayakta yolcu olan kız için öyleydi. Bunu hissettik. Çünkü o şarkıyı
duyunca herkes bunu hisseder, çünkü o şarkı zaten sadece umut etmek içindir..
Adı “nadejda” (Надежда), umut demek.
Bak hala unutamıyoruz
Sonuna dek söylemediğimiz şarkıları
Sevgili yorgun gözler
Sonuna dek söylemediğimiz şarkıları
Sevgili yorgun gözler
Moskva’nın mavi karları…
İşte yine şehirler var aramızda
Hep yaptığı gibi, ayırıyor yaşam bizi…
Ama beklenmedik bir yıldız parlıyor gökte
Bir umut anıtı gibi…
İşte yine şehirler var aramızda
Hep yaptığı gibi, ayırıyor yaşam bizi…
Ama beklenmedik bir yıldız parlıyor gökte
Bir umut anıtı gibi…
Umut pusulamdır benim
Ve cesaretin ödülüdür şans
Bilirim bir şarkı bile yeter
Yurdumuz hakkında söylemişse eğer
Ve cesaretin ödülüdür şans
Bilirim bir şarkı bile yeter
Yurdumuz hakkında söylemişse eğer
Orijinalini ilk Anna German söylemiş. Kozmonotlar da göreve
gitmeden önce, keşfetmenin heyecanıyla eve dönmenin arzusu karışınca, cesaretle
ve umutla hep bunu söylerlermiş….
Hepimiz mavi bir troleybüste değil miyiz? Hepimize gereken
şey umut değil mi? Bu zorbalığa dur demek için, bu köhne dünyayı yeniden kurmak
için.. Ve kendisinden yeniden yaratmak için umudu, yeni fışkırmış buğday
başakları gibi dipdiri, taptaze… daha fazla cesaret, daha fazla umut…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder