Kaynak: http://www.insanokur.org/
Aralıkçıların ezilmesiyle başlayıp Sivastopol’daki askeri
fiyaskoyla son bulan l. Nikolas’ın saltanatı (1825-1855) modern Rusya tarihinin
en karanlık devirlerinden biridir. Nikolas’ın Rus tarihine yaptığı en kalıcı
katkı, gizli Üçüncü Bölüm tarafından kontrol edilen ve Rusya’da hayatın her
alanına sızabilen, Rusya’yı Avrupalıların muhayyilesinde bir “polis devletinin”
en tipik örneği haline getiren bir siyasi polis örgütünü geliştirmek olmuştur.
Ama Nikolas yönetiminin acımasız baskısı değildi tek sorun.
Serfleri (nüfusun yaklaşık beşte dördü) inim inim
inletmesi, her türlü kurtuluş umutlarını yok etmesiydi; onları korkunç bir
zorbalıkla eziyordu (Nikolas’ın saltanatı sırasında altı yüzden fazla köylü
ayaklanması oldu, en büyük başarılarından biri hemen hemen hepsini ve nasıl
bastırıldıklarını ülkeden tamamen gizli tutabilmesiydi). Binlerce insanı gizli
duruşmalarla, göstermelik bir yargılamaya bile gerek duymadan idama
gönderiyordu (bunun en iyi örneklerinden biri, Dostoyevski’nin infaza otuz
saniye kala bağışlanmasıydı); kat kat sansür düzenleri kurmuş, okulları ve
üniversiteleri muhbirlerle doldurmuş, tüm eğitim sistemini fiilen felç etmiş,
sonuçta tüm düşünce ve kültürü hapse, yeraltına ya da ülkenin dışına sürmüştü.
Burada ayırdedici olan baskı ya da bunun ölçeği değil Rus
devleti tebâsına her zaman acımasızca davranmıştı- fakat amacıdır. Büyük Petro,
Avrupa’ya bir pencere açmak, Rusya’nın ilerlemesine ve gelişmesine giden yolu
açmak için öldürüyor ve korku salıyordu; Nikolas ve polisiyse bu pencereyi kapatmak
için baskı ve zorbalık uyguluyordu. Puşkin’in şiirine konu olan Çar ile şiiri
yasaklayan Çar arasındaki fark, «mucizeler yaratan kurucu” ile bir polis
arasındaki farktı. “Bronz Süvari” vatandaşlarını ileriye götürmek için
didinirken, şimdiki yöneticiyse yalnızca onları ezmekle ilgilenir gibiydi.
Nikolas’ın Petersburg’unda Puşkin’in Süvarisi de, memuru kadar yabancılaşmıştı.
Sürgünden yazan Aleksander Herzen, Nikolas rejiminin klasik
tasvirlerini yapar. İşte tipik bir pasaj:
Avrupalı olmayı bıraktı, ama Rus da olamadı… Sisteminde bir
motor yoktu… her özgürlük çığlığını, her ilerleme düşüncesini kovuşturmak
dışında hiçbir şey yapmadı… Saltanatı esnasında tek tek her kurumu etkiledi;
her yere felç, ölüm unsurları yaydı.
Herzen’in kullandığı motorsuz bir sistem imgesi, modem
teknoloji ve sanayiden ödünç alınma bu imge, duruma çok uygundur. Petro’dan
Büyük Katerina’ya kadar Çarların politikasının temel dayanaklarından biri
devletin yüce menfaatleri uğruna, yani sisteme bir motor sağlamak amacıyla
ekonomik ve endüstriyel büyümeyi gerçekleştirmek için sürdürülen merkantilist
girişimler olmuştu. Nikolas yönetiminde bu politika bilinçli ve kesin olarak
terkedildi. (1890’larda Kont Witte tarafından gerçekleştirilen gösterişli
başarılara dek canlandırılmadı.) Nikolas ve nazırları hükümetin gerçekten de
ekonomik gelişmeyi kösteklemesi gerektiğine inanıyorlardı. Çünkü ekonomik
ilerleme siyasal reform talepleri ve inisiyatifi kendi ellerine alabilecek yeni
sınıflar -bir burjuvazi, bir sanayi proletaryası- doğurabilirdi. Aleksander’ın
umut vaadeden ilk yıllarından beri yönetici çevreler fark etmişlerdi ki,
serflik -nüfusun büyük çoğunluğunu toprağa ve efendilerine bağlı tuttuğu,
toprak sahiplerinin mülklerini modernleştirmeye teşvik etmediği (hatta
modernleştirmedikleri için ödüllendirdiği) ve özgür, dolaşan bir sanayi
işgücünün oluşmasını engellediği için- ülkenin ekonomik gelişmesini köstekleyen
başlıca güçtü. Nikolas’ın serfliğin kutsallığı üzerinde ısrar etmesi Rusya’nın
ekonomik gelişmesinin, tam da Batı Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri
ekonomileri kalkışa geçip ilen fırlarken, yerinde saymasına yol açıyordu.
Böylece ülkenin görece geri kalmışlığı Nikolas devrinde dikkate değer ölçüde
arttı. Hükümetin anıtsal kendiyle barışıklığını sarsmak için büyük bir askeri
felaket gerekti. Ancak Sivastopol’daki felaketten, askeri olduğu kadar siyasal
ve ekonomik olan bu felaketten sonradır ki, Rusya’nın geri kalmışlığının resmi
kutsanışı bir son buldu.
-Azgelişmişliğin siyasi ve İnsanî bedelleri, Moskovalı aristokrat
Çadayefden Petersburg avamından Belinski’ye kadar birbirinden çok farklı
düşünürlerce malumdu. Her ikisi de Rusya ya en gerekli olan şeyin Batı
penceresini yeniden açacak yeni bir Büyük Petro olduğunu söylüyorlardı. Ama
Çadayef deli olduğu resmen ilan edildi ve yıllarca evinde gözetim altında
tutuldu. Belinski’ye gelince, “onu kalede çürümeye bırakmalıydık,” diyordu
gizli polis şeflerinden biri pişmanlıkla, genç adamın 1848’de veremden ölmesinin
ardından. Dahası, Belinski’nin gelişme üzerine görüşleri -“orta sınıfı olmayan
ülkeler ebediyen sıradanlığa mahkumdurlar”; “Rusya’da iç medenileşme süreci Rus
zadegânlan kendilerini burjuvaziye dönüştürmedikçe başlayamaz”- radikal
muhalefet içinde bile azınlıktaydı. Nikolas zamanının radikal, sosyalist
eğilimli ve Batı yanlısı düşünürleri bile hükümetin önyargılarının çoğunu
paylaşıyorlardı: tarımcılık, köy komünal geleneklerinin yüceltilmesi, burjuvazi
ve sanayiye karşı nefret Herzen, “Tanrı, Rusya’yı burjuvaziden korusun!” derken
Çarkında olmadan sistemin bir motora kavuşmaması için dua ediyordu.
Nikolas rejiminde Petersburg garip, tuhaf, hayali bir mekân
olarak bir daha asla kaybetmeyeceği bir ün kazandı. Bu nitelikler, bu dönemde
en akılda kalıcı biçimde Gogol ve Dostoyevski tarafından hikâye edildi. Örneğin
1848’de, “Zayıf Bir Kalp” başlığını taşıyan kısa bir öyküde Dostoyevski şöyle
diyordu:
Viborg yakasından evime koştuğum bir kışı, bir Ocak
akşamını hatırlıyorum. O zamanlar daha çok gençtim. Neva’ya vardığımda bir an
durdum ve nehir boyunca uzanan, dumanlı ufukta ölmekte olan güneşin batışından
kalma son morluğun da birden sise dönüştüğü, puslu, donuk solgun manzaraya bir
göz attım. Gece şehrin üzerine çökmüştü. … Yorgun atlardan, koşuşan insanlardan
donmuş buhar çıkıyordu Gergin hava en küçük seste bile titreşiyor ve her iki
vakadaki çatılardan dev gibi duman sütunu yükseliyor; soğuk göğü dolduruyor,
yolda bükülüyor, sarılıyor ve dağılıyordu. Sanki eski binaların üstünde yeni
binalar yükseliyor, havada yeni bir şehir oluşuyordu….Güçİüsü, zayıfıyla bütün
sakinleri, konutları, yoksulların barınakları, şaşaalı konaklarıyla tüm bu
dünya bu alacakaranlık anında fantastik, büyülü bir görünüme, biraz sonra
apansızın yok olup koyu mavi gökyüzüne doğru bir buhar halinde uçuverecek bir
rüyaya benziyordu.
Petersburg’un bir yüzyıl boyu süregiden, görkem ve yüceliği
puslu havasında buharlaşıp uçan bir serap, bir hayalet şehir kimliğinin
evrimini inceleyeceğiz. Burada belirtmek istediğim, Nikolas rejiminin siyasal
ve kültürel atmosferinde hayalci simgeselliğinin efsunlu anlam taşıyor
oluşudur. Bizatihi varlığıyla Rusya’nın dinamizmi ve modern olma kararının
simgesi olan bu şehir, şimdi motorsuz bir sistem olmakla gururlanan bir
sistemin tepesinde buluyordu kendini. Bronz Süvarinin halefleri eğerin üstünde
uyuya kalmışlardı. Dizginlere sımsıkı asılmıyor, ama yerinden bile
kıpırdamıyordu. Atlı binici büyük, ölü bir ağırlığın durağan dengesindeydi.
Nikolas’ın Petersburg’unda, Petro’nun tehlikeli fakat dinamik ruhu şehri
tekinsiz kılmaya yetse de onu canlandıracak gücü olmayan bir heyulaya, bir
hayalete dönüşmüştü. Bu durumda Petersburg’un da, modern hayalet şehrin bir
arketipi halini almasında şaşılacak bir yan yoktu, İronik biçimde, Nikolas’ın
siyasetinden -dayatılmış modernleşmenin biçim ve simgeleri ortasında dayatılmış
bir gerilik siyaseti- doğan taşlıklar Petersburg’u, “azgelişmişliğin
modernizmi” olarak adlandıracağımız ayırdedici biçimde tuhaf bir modernizm
biçiminin kaynağı ve ilhamı yaptı.
Nikolas devrinde devlet uyuklarken, modernliğin koordinatın
ve sahnesi Neva boyunca uzanan şehir merkezinin muazzam meydanlarından, hükümet
binaları ve anıtların oluşturduğu görkemli yığından Nevski Bulvarına kaydı.
Nevski, şehre biçim veren Amirallik Meydanından açılıp dışa doğru uzanan üç
büyük caddeden biriydi. Her zaman Petersburg’un ana yollarından biri olmuştu.
19. yüzyılın başlarında, Aleksander’m saltanatı sırasındaysa Nevski, önde gelen
bazı neo-klasik mimarlar tarafından adeta baştan aşağı yeniden inşa edildi.
1820’lerin sonunda, yeni biçimi belirdikçe diğer rakip caddelerden (Vöznesenski
Bulvarı ve Gorohovaya Sokağı) kesin biçimde ayırdedilir ve kendi başına bir
kentsel ortam addedilir oldu. Şehrin en uzun, en geniş, en iyi aydınlanmış ve
en düzgün sokağıydı. Amirallik Meydanından çıkıp düz bir hat oluşturarak,
iki-üç çeyrek mil boyunca güneybatıya uzanıyordu. (Oradan da kıvrılıyor,
daralıyor ve Aleksander Nevski Manastırına ulaşıyordu; ama bu kısım genellikle
“Nevski”nin bir parçası olarak algılanmıştır ve bu bölümde incelenmeyecektir.)
1851’den sonra Rusya’nın başlıca modern enerji ve hareketlilik simgelerinden
biri olan (ve Ebette Tolstoy’un Anna Karenina’sında temel bir kişilik olarak
yer alan) Moskova-Petersburg ekspresi garına varıyordu. Moika Nehri, Katerina ve
Fontanka kanalları ile kesişiyordu; ona şehrin akıcı yaşamını sunarak uzun, hoş
perspektifler kazandıran zarif köprülerle donatılmıştı.
Sokağın iki yanında, çoğunlukla kendi başlarına meydanlar
ve kamusal alan olarak inşa edilen görkemli binalar uzanıyordu: neo barok
Kazanlı Meryem Ana katedrali; 1801’de deli Çar l Paul’un kendi muhafızlarınca,
oğlu Aleksander tahta geçmesi için boğazlandığı rokoko tarzı Mihaiovski sarayı;
neo-klasik Aleksander Tiyatrosu; kendilerine ait bit kitaplık kuramayacak kadar
yoksul entelektüelle kuşaklar boyu çok sevilen Kamu Kütüphanesi; Gostini- Dvor
(ya da tabelasında yazdığı şekliyle Les Grands Bouh ques), Ruc de Rivoli ve
Regent Street tarzında inşa edilmiş, ama Ruslarca uyarlanan çoğu Batılı
prototipte olduğum ölçek olarak orijinallerini kat be kat aşmış, vitrinli
alışveriş yapılarından oluşan blok. Sokağın her mevkiinden (1806-10 arasında
yeniden inşa edilen) Amirallik Kulesinin altın kubbe iğnesi görülebiliyor, göz
kamaştırıyor, bakanların görüş açısını yönlendiriyor, şehre bir bütünlük hissi
veriyor yükselen güneş altın ibreyi aydınlattıkça imgelemi kışkırtıyor, gerçek
kentsel mekânı büyülü bir düş manzarasına dönüştürüyordu.
Nevski Bulvarı birçok bakımdan ayırdedici ölçüde modem bir
ortamdı. Birincisi sokağın düzlüğü, ferahlığı, uzunluğu, kaldırımların ve
yolların iyi döşenişi hareket halindeki insanlar ve eşyalar için onu ideal bir
araç, yeni yeni beliren hızlı ve ağır trafik için mükemmel bir geçit haline
getiriyordu. 1860’larda Haussmann’ın Paris’e açtığı bulvarlar gibi yem birikmekte
olan maddi ve insanî güçler için bir odak işlevi görüyordu: makadam ve asfalt,
gaz ve elektrik ışığı, demiryolu, troleybüsler ve otomobiller, sinemalar ve
kille gösterilen Ama, Petersburg çok daha iyi planlanıp tasarlandığından.
Nevski Parisli muadillerinden tam bir kuşak evvel harekete geçmişti ve çok daha
usulca, hiçbir eski mahalle ya da yaşamı sarmaksızın işliyordu.
İkincisi, Nevski modem kütlesel üretimin henüz ortaya
çıkarmakta olduğu yeni tüketim ekonomisinin harikalarını sergilemeye yarıyordu. Mobilya ve gümüş donanımlar, dokumalar ve giysiler,
çizmeler ve kitaplar; her biri sokaktaki sayısız mağazada cazip bir şekilde
sergileniyordu. Yabancı mallar Fransız modası ve mobilyaları, İngiliz tekstili
ve eyerler, Alman porselenleri ve saatleri- yanında yabancı stiller, yabancı
insanlar, dışardaki dünyanın tüm o yasak çekiciliği de ortalığa dökülüyordu.
1830’lardan kalma, geçtiğimiz günlerde yeniden basılan bir dizi litograf
Nevski’deki dükkân tabelalarının yarıdan fazlasının ya iki dilde ya da sırf
İngilizce veya Fransızca olduğunu göstermektedir; pek azı sadece Rusçadır. Petersburg
gibi uluslararası bir şehirde bile Nevski alışılmadık ölçüde kozmopolitti.
Dahası- ki bu Nikolas’ınki gibi baskıcı bir yönetimde önemlidir- Nevski,
Petersburg’da devletin hakimiyetinde olmayan tek kamusal mekândı. Hükümet onu
gözetim altında tutabiliyor, ama orada gerçekleşen etki ve etkileşimleri
yaratamıyordu. Böylece Nevski toplumsal ve psişik güçlerin kendiliklerinden
kaynaşabildiği bir tür özgür alan olmuştu.
Son olarak Nevski, Petersburg’da (hatta belki de tüm
Rusya’da), köşkleri ve malikâneleri Amiralliğin ve Kışlık Sarayın yakınında
sokakları süsleyen soylulardan, bulvarın son bulduğu, gar yakınındaki
Znaniemski Meydanındaki salaş tavernalara takılan yoksul zanaaatkarlar, orospular,
başıboş serseriler ve bohemlere kadar varolan her sınıfın bir araya geldiği tek
yerdi. Nevski onları bir araya getiriyor, bir girdapta karıştırıyor, elde
edebildikleri deneyim ve temaslarla öylece bırakıyordu onları. Petersburglular aşıktı
Nevski’ye ve bıkmaksızın efsaneleştirdiler, çünkü onlar için azgelişmiş bir
ülkenin yüreğinde modern dünyanın tüm göz kamaştırıcı vaatlerini sunuyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder