Moskova

Moskova

25 Haziran 2015 Perşembe

I. Nikolas devrinde Petersburg: Saraya karşı bulvar – Marshall Berman


Aralıkçıların ezilmesiyle başlayıp Sivastopol’daki askeri fiyaskoyla son bulan l. Nikolas’ın saltanatı (1825-1855) modern Rusya tarihinin en karanlık devirlerinden biridir. Nikolas’ın Rus tarihine yaptığı en kalıcı katkı, gizli Üçüncü Bölüm tarafından kontrol edilen ve Rusya’da hayatın her alanına sızabilen, Rusya’yı Avrupalıların muhayyilesinde bir “polis devletinin” en tipik örneği haline getiren bir siyasi polis örgütünü geliştirmek olmuştur. Ama Nikolas yönetiminin acımasız baskısı değildi tek sorun.

Serfleri (nüfusun yaklaşık beşte dördü) inim inim inletmesi, her türlü kurtuluş umutlarını yok etmesiydi; onları korkunç bir zorbalıkla eziyordu (Nikolas’ın saltanatı sırasında altı yüzden fazla köylü ayaklanması oldu, en büyük başarılarından biri hemen hemen hepsini ve nasıl bastırıldıklarını ülkeden tamamen gizli tutabilmesiydi). Binlerce insanı gizli duruşmalarla, göstermelik bir yargılamaya bile gerek duymadan idama gönderiyordu (bunun en iyi örneklerinden biri, Dostoyevski’nin infaza otuz saniye kala bağışlanmasıydı); kat kat sansür düzenleri kurmuş, okulları ve üniversiteleri muhbirlerle doldurmuş, tüm eğitim sistemini fiilen felç etmiş, sonuçta tüm düşünce ve kültürü hapse, yeraltına ya da ülkenin dışına sürmüştü.

Burada ayırdedici olan baskı ya da bunun ölçeği değil Rus devleti tebâsına her zaman acımasızca davranmıştı- fakat amacıdır. Büyük Petro, Avrupa’ya bir pencere açmak, Rusya’nın ilerlemesine ve gelişmesine giden yolu açmak için öldürüyor ve korku salıyordu; Nikolas ve polisiyse bu pencereyi kapatmak için baskı ve zorbalık uyguluyordu. Puşkin’in şiirine konu olan Çar ile şiiri yasaklayan Çar arasındaki fark, «mucizeler yaratan kurucu” ile bir polis arasındaki farktı. “Bronz Süvari” vatandaşlarını ileriye götürmek için didinirken, şimdiki yöneticiyse yalnızca onları ezmekle ilgilenir gibiydi. Nikolas’ın Petersburg’unda Puşkin’in Süvarisi de, memuru kadar yabancılaşmıştı.

Sürgünden yazan Aleksander Herzen, Nikolas rejiminin klasik tasvirlerini yapar. İşte tipik bir pasaj:

Avrupalı olmayı bıraktı, ama Rus da olamadı… Sisteminde bir motor yoktu… her özgürlük çığlığını, her ilerleme düşüncesini kovuşturmak dışında hiçbir şey yapmadı… Saltanatı esnasında tek tek her kurumu etkiledi; her yere felç, ölüm unsurları yaydı.

Herzen’in kullandığı motorsuz bir sistem imgesi, modem teknoloji ve sanayiden ödünç alınma bu imge, duruma çok uygundur. Petro’dan Büyük Katerina’ya kadar Çarların politikasının temel dayanaklarından biri devletin yüce menfaatleri uğruna, yani sisteme bir motor sağlamak amacıyla ekonomik ve endüstriyel büyümeyi gerçekleştirmek için sürdürülen merkantilist girişimler olmuştu. Nikolas yönetiminde bu politika bilinçli ve kesin olarak terkedildi. (1890’larda Kont Witte tarafından gerçekleştirilen gösterişli başarılara dek canlandırılmadı.) Nikolas ve nazırları hükümetin gerçekten de ekonomik gelişmeyi kösteklemesi gerektiğine inanıyorlardı. Çünkü ekonomik ilerleme siyasal reform talepleri ve inisiyatifi kendi ellerine alabilecek yeni sınıflar -bir burjuvazi, bir sanayi proletaryası- doğurabilirdi. Aleksander’ın umut vaadeden ilk yıllarından beri yönetici çevreler fark etmişlerdi ki, serflik -nüfusun büyük çoğunluğunu toprağa ve efendilerine bağlı tuttuğu, toprak sahiplerinin mülklerini modernleştirmeye teşvik etmediği (hatta modernleştirmedikleri için ödüllendirdiği) ve özgür, dolaşan bir sanayi işgücünün oluşmasını engellediği için- ülkenin ekonomik gelişmesini köstekleyen başlıca güçtü. Nikolas’ın serfliğin kutsallığı üzerinde ısrar etmesi Rusya’nın ekonomik gelişmesinin, tam da Batı Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri ekonomileri kalkışa geçip ilen fırlarken, yerinde saymasına yol açıyordu. Böylece ülkenin görece geri kalmışlığı Nikolas devrinde dikkate değer ölçüde arttı. Hükümetin anıtsal kendiyle barışıklığını sarsmak için büyük bir askeri felaket gerekti. Ancak Sivastopol’daki felaketten, askeri olduğu kadar siyasal ve ekonomik olan bu felaketten sonradır ki, Rusya’nın geri kalmışlığının resmi kutsanışı bir son buldu.

-Azgelişmişliğin siyasi ve İnsanî bedelleri, Moskovalı aristokrat Çadayefden Petersburg avamından Belinski’ye kadar birbirinden çok farklı düşünürlerce malumdu. Her ikisi de Rusya ya en gerekli olan şeyin Batı penceresini yeniden açacak yeni bir Büyük Petro olduğunu söylüyorlardı. Ama Çadayef deli olduğu resmen ilan edildi ve yıllarca evinde gözetim altında tutuldu. Belinski’ye gelince, “onu kalede çürümeye bırakmalıydık,” diyordu gizli polis şeflerinden biri pişmanlıkla, genç adamın 1848’de veremden ölmesinin ardından. Dahası, Belinski’nin gelişme üzerine görüşleri -“orta sınıfı olmayan ülkeler ebediyen sıradanlığa mahkumdurlar”; “Rusya’da iç medenileşme süreci Rus zadegânlan kendilerini burjuvaziye dönüştürmedikçe başlayamaz”- radikal muhalefet içinde bile azınlıktaydı. Nikolas zamanının radikal, sosyalist eğilimli ve Batı yanlısı düşünürleri bile hükümetin önyargılarının çoğunu paylaşıyorlardı: tarımcılık, köy komünal geleneklerinin yüceltilmesi, burjuvazi ve sanayiye karşı nefret Herzen, “Tanrı, Rusya’yı burjuvaziden korusun!” derken Çarkında olmadan sistemin bir motora kavuşmaması için dua ediyordu.

Nikolas rejiminde Petersburg garip, tuhaf, hayali bir mekân olarak bir daha asla kaybetmeyeceği bir ün kazandı. Bu nitelikler, bu dönemde en akılda kalıcı biçimde Gogol ve Dostoyevski tarafından hikâye edildi. Örneğin 1848’de, “Zayıf Bir Kalp” başlığını taşıyan kısa bir öyküde Dostoyevski şöyle diyordu:

Viborg yakasından evime koştuğum bir kışı, bir Ocak akşamını hatırlıyorum. O zamanlar daha çok gençtim. Neva’ya vardığımda bir an durdum ve nehir boyunca uzanan, dumanlı ufukta ölmekte olan güneşin batışından kalma son morluğun da birden sise dönüştüğü, puslu, donuk solgun manzaraya bir göz attım. Gece şehrin üzerine çökmüştü. … Yorgun atlardan, koşuşan insanlardan donmuş buhar çıkıyordu Gergin hava en küçük seste bile titreşiyor ve her iki vakadaki çatılardan dev gibi duman sütunu yükseliyor; soğuk göğü dolduruyor, yolda bükülüyor, sarılıyor ve dağılıyordu. Sanki eski binaların üstünde yeni binalar yükseliyor, havada yeni bir şehir oluşuyordu….Güçİüsü, zayıfıyla bütün sakinleri, konutları, yoksulların barınakları, şaşaalı konaklarıyla tüm bu dünya bu alacakaranlık anında fantastik, büyülü bir görünüme, biraz sonra apansızın yok olup koyu mavi gökyüzüne doğru bir buhar halinde uçuverecek bir rüyaya benziyordu.

Petersburg’un bir yüzyıl boyu süregiden, görkem ve yüceliği puslu havasında buharlaşıp uçan bir serap, bir hayalet şehir kimliğinin evrimini inceleyeceğiz. Burada belirtmek istediğim, Nikolas rejiminin siyasal ve kültürel atmosferinde hayalci simgeselliğinin efsunlu anlam taşıyor oluşudur. Bizatihi varlığıyla Rusya’nın dinamizmi ve modern olma kararının simgesi olan bu şehir, şimdi motorsuz bir sistem olmakla gururlanan bir sistemin tepesinde buluyordu kendini. Bronz Süvarinin halefleri eğerin üstünde uyuya kalmışlardı. Dizginlere sımsıkı asılmıyor, ama yerinden bile kıpırdamıyordu. Atlı binici büyük, ölü bir ağırlığın durağan dengesindeydi. Nikolas’ın Petersburg’unda, Petro’nun tehlikeli fakat dinamik ruhu şehri tekinsiz kılmaya yetse de onu canlandıracak gücü olmayan bir heyulaya, bir hayalete dönüşmüştü. Bu durumda Petersburg’un da, modern hayalet şehrin bir arketipi halini almasında şaşılacak bir yan yoktu, İronik biçimde, Nikolas’ın siyasetinden -dayatılmış modernleşmenin biçim ve simgeleri ortasında dayatılmış bir gerilik siyaseti- doğan taşlıklar Petersburg’u, “azgelişmişliğin modernizmi” olarak adlandıracağımız ayırdedici biçimde tuhaf bir modernizm biçiminin kaynağı ve ilhamı yaptı.

Nikolas devrinde devlet uyuklarken, modernliğin koordinatın ve sahnesi Neva boyunca uzanan şehir merkezinin muazzam meydanlarından, hükümet binaları ve anıtların oluşturduğu görkemli yığından Nevski Bulvarına kaydı. Nevski, şehre biçim veren Amirallik Meydanından açılıp dışa doğru uzanan üç büyük caddeden biriydi. Her zaman Petersburg’un ana yollarından biri olmuştu. 19. yüzyılın başlarında, Aleksander’m saltanatı sırasındaysa Nevski, önde gelen bazı neo-klasik mimarlar tarafından adeta baştan aşağı yeniden inşa edildi. 1820’lerin sonunda, yeni biçimi belirdikçe diğer rakip caddelerden (Vöznesenski Bulvarı ve Gorohovaya Sokağı) kesin biçimde ayırdedilir ve kendi başına bir kentsel ortam addedilir oldu. Şehrin en uzun, en geniş, en iyi aydınlanmış ve en düzgün sokağıydı. Amirallik Meydanından çıkıp düz bir hat oluşturarak, iki-üç çeyrek mil boyunca güneybatıya uzanıyordu. (Oradan da kıvrılıyor, daralıyor ve Aleksander Nevski Manastırına ulaşıyordu; ama bu kısım genellikle “Nevski”nin bir parçası olarak algılanmıştır ve bu bölümde incelenmeyecektir.) 1851’den sonra Rusya’nın başlıca modern enerji ve hareketlilik simgelerinden biri olan (ve Ebette Tolstoy’un Anna Karenina’sında temel bir kişilik olarak yer alan) Moskova-Petersburg ekspresi garına varıyordu. Moika Nehri, Katerina ve Fontanka kanalları ile kesişiyordu; ona şehrin akıcı yaşamını sunarak uzun, hoş perspektifler kazandıran zarif köprülerle donatılmıştı.

Sokağın iki yanında, çoğunlukla kendi başlarına meydanlar ve kamusal alan olarak inşa edilen görkemli binalar uzanıyordu: neo barok Kazanlı Meryem Ana katedrali; 1801’de deli Çar l Paul’un kendi muhafızlarınca, oğlu Aleksander tahta geçmesi için boğazlandığı rokoko tarzı Mihaiovski sarayı; neo-klasik Aleksander Tiyatrosu; kendilerine ait bit kitaplık kuramayacak kadar yoksul entelektüelle kuşaklar boyu çok sevilen Kamu Kütüphanesi; Gostini- Dvor (ya da tabelasında yazdığı şekliyle Les Grands Bouh ques), Ruc de Rivoli ve Regent Street tarzında inşa edilmiş, ama Ruslarca uyarlanan çoğu Batılı prototipte olduğum ölçek olarak orijinallerini kat be kat aşmış, vitrinli alışveriş yapılarından oluşan blok. Sokağın her mevkiinden (1806-10 arasında yeniden inşa edilen) Amirallik Kulesinin altın kubbe iğnesi görülebiliyor, göz kamaştırıyor, bakanların görüş açısını yönlendiriyor, şehre bir bütünlük hissi veriyor yükselen güneş altın ibreyi aydınlattıkça imgelemi kışkırtıyor, gerçek kentsel mekânı büyülü bir düş manzarasına dönüştürüyordu.

Nevski Bulvarı birçok bakımdan ayırdedici ölçüde modem bir ortamdı. Birincisi sokağın düzlüğü, ferahlığı, uzunluğu, kaldırımların ve yolların iyi döşenişi hareket halindeki insanlar ve eşyalar için onu ideal bir araç, yeni yeni beliren hızlı ve ağır trafik için mükemmel bir geçit haline getiriyordu. 1860’larda Haussmann’ın Paris’e açtığı bulvarlar gibi yem birikmekte olan maddi ve insanî güçler için bir odak işlevi görüyordu: makadam ve asfalt, gaz ve elektrik ışığı, demiryolu, troleybüsler ve otomobiller, sinemalar ve kille gösterilen Ama, Petersburg çok daha iyi planlanıp tasarlandığından. Nevski Parisli muadillerinden tam bir kuşak evvel harekete geçmişti ve çok daha usulca, hiçbir eski mahalle ya da yaşamı sarmaksızın işliyordu.

İkincisi, Nevski modem kütlesel üretimin henüz ortaya çıkarmakta olduğu yeni tüketim ekonomisinin harikalarını sergilemeye yarıyordu. Mobilya ve gümüş donanımlar, dokumalar ve giysiler, çizmeler ve kitaplar; her biri sokaktaki sayısız mağazada cazip bir şekilde sergileniyordu. Yabancı mallar Fransız modası ve mobilyaları, İngiliz tekstili ve eyerler, Alman porselenleri ve saatleri- yanında yabancı stiller, yabancı insanlar, dışardaki dünyanın tüm o yasak çekiciliği de ortalığa dökülüyordu. 1830’lardan kalma, geçtiğimiz günlerde yeniden basılan bir dizi litograf Nevski’deki dükkân tabelalarının yarıdan fazlasının ya iki dilde ya da sırf İngilizce veya Fransızca olduğunu göstermektedir; pek azı sadece Rusçadır. Petersburg gibi uluslararası bir şehirde bile Nevski alışılmadık ölçüde kozmopolitti. Dahası- ki bu Nikolas’ınki gibi baskıcı bir yönetimde önemlidir- Nevski, Petersburg’da devletin hakimiyetinde olmayan tek kamusal mekândı. Hükümet onu gözetim altında tutabiliyor, ama orada gerçekleşen etki ve etkileşimleri yaratamıyordu. Böylece Nevski toplumsal ve psişik güçlerin kendiliklerinden kaynaşabildiği bir tür özgür alan olmuştu.


Son olarak Nevski, Petersburg’da (hatta belki de tüm Rusya’da), köşkleri ve malikâneleri Amiralliğin ve Kışlık Sarayın yakınında sokakları süsleyen soylulardan, bulvarın son bulduğu, gar yakınındaki Znaniemski Meydanındaki salaş tavernalara takılan yoksul zanaaatkarlar, orospular, başıboş serseriler ve bohemlere kadar varolan her sınıfın bir araya geldiği tek yerdi. Nevski onları bir araya getiriyor, bir girdapta karıştırıyor, elde edebildikleri deneyim ve temaslarla öylece bırakıyordu onları. Petersburglular aşıktı Nevski’ye ve bıkmaksızın efsaneleştirdiler, çünkü onlar için azgelişmiş bir ülkenin yüreğinde modern dünyanın tüm göz kamaştırıcı vaatlerini sunuyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder