Samih
Güven
Kaynak:
https://samihguven.blogspot.ru/
Büyük yapıtları, yazıldıkları dönemin özelliklerinden,
yaratıcılarının hayatlarından ve bakış açılarından soyutlamak olanaksız. Mihail
Bulgakov’un baş yapıtı olan Usta ile Margarita adlı roman buna en iyi
örneklerden biri. Yazarın kendisinin de mağduru olduğu dönemin kısıtlayıcı
sanat ve edebiyat anlayışının yarattığı sonuçları kıyasıya eleştiren, birkaç
ana öykü ekseni üzerinde gelişen, bazı kavramsal konuları da içine alan ve
çarpıcı fantastik unsurlar içeren bu roman 20. yüzyılın en iyi yapıtlarından
biri olarak gösteriliyor.
Roman çok katmanlı. Ana eksende Moskova’da geçen bir öykü
ile İsa’nın çarmıha gerilme emrini veren vali Pontius Pilatus’u içeren bir öykü
yer alıyor. Fantastik öğeler ve dünyalar ile örülü kurguda kavramsal bir
tartışmaya da olanak doğuyor. İyi ve kötü, suç ve masumiyet, cesaret ve
korkaklık, yalan ve gerçek, özgür olmayan bir dünyada özgürlük arayışı gibi
kavramları da düşündürüyor yazar. Roman’ın ana kahramanları, insanların değişip
değişmediğini anlamak üzere “çalışma arkadaşlarıyla” Moskova’ya inen şeytan ile
onun karşısında akıl hastanesine düşmüş bir yazar olan “Usta”dır.
Şeytanın ve arkadaşlarının işlevi nedir romanda? Aralarında
kara, büyük bir kedinin de olduğu şeytanın adamları ilginç ve mizahi bir boyut
da getirmektedir. Her şeyi yapabilmenin, bilmenin ve olmadık yerde açığa
çıkarmanın şehveti içinde; edebiyat ve aydın çevrelerindeki yozlaşmayı ve
ikiyüzlülüğü, bazı insanların karanlık ve yalana kaymış dünyalarını, tüketme ve
sahip olma duygularındaki ölçüsüzlüğü biraz da gururla gözler önüne sermektedirler.
Usta ise edebiyat tutkusunun eleştirmenler tarafından
örselenmesini, özgürlük arayışını ve aşkın iyileştirici, değiştirici ve telafi
edici gücünü yansıtmaktadır bir bakıma. Sevgilisi Margarita onun son derece
yetenekli bir yazar (Usta) olarak yaşadığı zorluklara nefret derecesinde
öfkelenmekte ve mutlulukları için mücadele etmektedir. Bu mücadelenin en önemli
bölümlerinden biri de Usta’nın yazdığı ve yaktığı Pontius Pilatus’la ilgili
romandır.
Gerçek öğeler ve fantastik unsurların iç içe geçtiği roman,
dildeki sadelik, kurgu, akıcılık, felsefi konular, derin bir mizahi eleştiriyi
içermesi açısından önemli bir kitap.
Roman bir şair ve edebiyatçı arkadaşının İsa’nın yaşayıp
yaşamadığını tartıştığı sahneyle başlıyor. Çok geçmeden olağanüstü garip
kişiler karışıyor ortama. Şeytan ve “çalışma arkadaşlarının” Moskova’yı
ziyarete geldiği anlaşılıyor. Tuhaf ve gerçekle bağdaşmayan, akıl almayan,
fantastik öğeler giriyor devreye. Olaylar, bir aşk öyküsüne dayanan Usta ile
Margarita’nın hikayesiyle gelişiyor. Ama ilginç ve şaşırtıcı bir
sona ilerliyor sevgililer.
Yazar kendi hayatında eleştirmenlerin katı sansürüne maruz
kaldığından romanda da bu açıdan yapılan sert mizahi eleştirileri görüyoruz.
Mihail Bulgakov Kiev’de, 1891 yılında, yedi çocuklu Rus bir
ailede doğuyor. Tıp eğitimi almasına rağmen edebiyata merak salıyor. Önemli bir
oyun ve roman yazarı oluyor. 1919 yılında trenle yaptığı bir gece yolculuğu
sırasında ilk kısa öyküsünü yazıyor, ilk durakta bir yayımcıya gönderip
yayınlatıyor.
Yazarlığa böylece adım atan Bulgakov önemli bir oyun ve
roman yazarı olarak ortaya çıkmasına rağmen eleştirmenlerin engellerinden
kurtaramıyor kendini. 1921 yılında Moskova’ya yerleşiyor. Bir dönem yayın
yapması tamamen yasaklanıyor.
Stalin’e ve Sovyet hükümetine bir mektup yazıyor ve ülkeden
ayrılmasına izin verilmesini istiyor. Stalin onu doğrudan arıyor ve gerçekten
ayrılmak isteyip istemediğini soruyor. Konuşma sonrasında sanat tiyatrosunda
çalışmasına izin veriliyor.
Bulgakov’un 1932’de evlendiği Yelena Shilovskaya adındaki
üçüncü karısının Margarita karakterinin esin kaynağı olduğu söylenmektedir.
Yazarın birçok eseri yıllarca çekmecelerde kalıyor. Usta
ile Margarita adlı romanı üzerinde uzun yıllar çalışıyor yazar. Hatta
ilk nüshasını yakıyor. Fakat gücüne inandığı eserini yeniden yazmaktan geri
durmuyor.
Yazar 1930 yılında yakın arkadaşlarını toplar ve romanı
okumaya başlar. Son cümleyi bitirdiğinde, hemen baskıya vereceğim der. Bunun
üzerine derin bir sessizlik ve ümitsizlik çöker ortama.
Roman yazarın ölümünden 26 yıl sonra karısı tarafından
yayımlanabiliyor ancak; sansüre uğramış şekilde. Bugünkü halinde sansüre
uğramış 80 sayfayı da içeriyor roman.
Romanı bitirdiğimde merakla okuduğum italik(sansürlenmiş)
bölümlerin şaşırtıcı bir yönünden de söz etmek istiyorum son olarak. Sadece
ağır eleştiri içeren bölümler olduklarını sanmama rağmen bunun dışında unsurlar
da yer alıyor italik bölümlerde. İtalik bölümlerin kimi yerlerinde insanların
zaaflarının ve açgözlülüğünün abartıyla anlatıldığı, kimi yerlerde ise bazı
kısaltmalara ihtiyaç duyulduğu anlaşılıyor. Okuyanların bu tür kaygıları da
olmuş görünüyor garip şekilde.
Ama hiçbir cümlesi sansürlenecek türde değil başyapıtın.
Her haliyle Rus ve dünya edebiyatının en önemli eserlerinden biri.
Yazar 10 Mart 1940 yılında böbrek hastalığı nedeniyle
hayata veda ediyor. Mezarı birçok ünlü yazarın ve Nazım Hikmet’in mezarının da
bulunduğu Moskova’daki Novodeviçi’dedir.
Bulgakov’un da düşündüğü gibi müsveddeler asla yanmaz, emek
verilen ve değerli olan bir gün ortaya çıkar mutlaka.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder