M. Hakkı Yazıcı
Geçen gün bir iş yemeğinde Kırım Tatarı bir
arkadaşım “Aşın tatlı olsun” deyince çok şaşırmıştım.
“Afiyet olsun” demek istiyordu. Birden böyle
demenin daha öz Türkçe olduğunu düşündüm ve çok hoşlandım.
Öyle ya, “afiyet” Arapçadan dilimize geçmiş bir
sözcük. Hem de başka bir seçenek yokmuş gibi ağırlığını kabul ettirip dilimize
yerleşmiş.
Belki böyle yüzlerce örnek var.
Yaşayan dile direnmek kuşkusuz akıllıca değil,
ama doğru ve güzel olanı da korumak gerekir. Yoksa “afiyet” gibi sözcükler öz
dilimize egemen oluyor ve sözcüğün karşıtı olan “zafiyet” durumu ortaya çıkıyor.-Böyle
diyorum da ben de fazla titiz olamıyorum aslında, alışkanlıklarımın
kolaycılığına yenilip çok dil yanlışı yapıyorum. Yüzüme vurulup, beni
utandıracak pek çok yanlışımı bulmak mümkün.
***
Bizim malum iş arası ofis muhabbetlerimizden
birinde bunu anlattım ve konu açıldı.
Bir keresinde bizim İgor, daçasını anlatırken
bahçemizde üç “saraycık” var deyince
Serkan’ın gözleri açılmış, hayretle
sormuştu:
“İgor, ayıptır sorması, senin daçanın arazisi
kaç yüz dönüm?”
İgor’un gülmekten yerlere yattığını tahmin
edersiniz.
Rusların kullandığı “saray” sözcüğünün bizdeki
gibi görkemli binalar için kullanılmadığı, tam tersine derme çatma, genellikle
depo gibi kullanılan küçücük ahşap yapılar olduğunu öğrendiğinde de Serkan’ın
şaşkınlığı hala geçmemişti.
Sanırım Türki dillerden Rusçaya geçen bu
sözcüğü Ruslar içine biraz ironi katarak küçük yapılar için kullanıyorlar.
Böyle farkına bile varmadığımız pek çok sözcük
var bir kültürden diğerine geçen.
***
Geçen seneydi galiba Türkiye’de televizyonlardaki
evlenme, buluşturma programlarından birinde Rus kızı çay tiryakisi damadın
gönül yoluna ulaşabilmek için semaverde çay demlemişti. Damat adayı çok
keyiflenmiş “Vayy, sen bu işi biliyorsun, Rusya’da semaver var mı?” diye
sormuştu.
Delikanlı, “semaver” sözcüğünün Rusçadan
Türkçeye geçtiğini bilmiyordu tabii.
Rusça'daki “sama” ve “varit”
sözcüklerinin birleşmesinden, yani 'kendi kendine kaynamak' anlamına gelen
kelimelerden türeyerek oluşmuş.
Bunu bizim Serkan bile biliyor artık.
Bir keresinde Serkan genç erkeklerin ve
kızların tanışmak, arkadaş bulmak amacıyla gittikleri “Znakomstvo” barlarından birinin adresini
sormak için İgor’a telefon ettiğinde, onun kız arkadaşıyla birlikte bu bara
gideceğini zannedip, telaşla Rusların ünlü bir atasözünü söylemişti:
“Hop, sakın ha, ‘Tula’ya semaverle gidilmez!’”
Öyle ya Tula, semaver yapımıyla ünlü bir Rus
şehriydi ve oraya yanında semaverle gidilmezdi. Mekana yalnız gelen çok sayıda
güzel Rus kızının olduğu bir tanışma barına da kız arkadaşıyla gitmek doğru
olmazdı.
Konuya bir katkı da bir Türk atasözüyle benden:
“Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan olmak”la sonuçlanabilecek üzücü
bir durumla karşılaşılabilinirdi.
***
“Pastırma yazı”nın da gelip geçtiği, “beyaz
kış”a hazırlandığımız şu günlerden birinde ofiste oturmuş konuşuyoruz. Bu
konular açıldığında bizim sohbetimiz iyice derinleşiyor; buna benzer pek çok
örnek önümüze seriliyor.
Serkan, “Ruslar da ‘pastırma’ya
‘basturma’diyor,” diye başlıyor.
Evet, doğru. Ve hatta daha doğru, eski Türkçeye
uygun söylüyorlar. “Pastırma” sözcüğüne bu “p” harfi nereden girmişti ki?
Ben, devam ediyorum, Serkan istihzalı gözlerle,
sırıtarak beni süzüyor.
“Abi bu, hani Temel, Kristof Kolomb’dan, Amerigo
Vespucci’den önce Amerika’ya gitmiş de Niagara Şelalesi’nde suların çağlayarak,
gürültüyle döküldüğünü görüp, “Ne yaygara!’ demiş, oranın adı Niagara olmuş;
Carolina’da karalahana görmüş, adı öyle kalmış geyikleri gibi olmasın?”
“Yok evladım, ben biraz araştırıp, okudum.
İnanmayanlar da bir zahmet baksınlar,” diye kestiriyorum.
Sözcükler, kültürler arasında dolaşırken bazen
değişime uğruyor. Nasıl oluyor diye sorduklarında bizdeki bu duruma uyan bir
atasözü aklıma geliyor:
“Sağır duymaz, uydurur.”
***
Serkan’ın dediği gibi, “Pastırma”ya
Ruslar, “бастурма” (basturma) diyorlar.
Biz ise “Pastırma” diyoruz nedense?
Hadi çemenini anladık da, bir kez daha soruyu
tekrarlayayım nerden çıktı bu pastırmanın “p”si?
“P” Türk alfabesinin yirminci harfi. Sert,
patlamalı, titreşimsiz, çift dudak sessizi yumuşak karşılığıysa “b”. Belki
ondan...
Pastırma, eski bir Türk yiyeceği. Pastırmayı
ilk yapanlar Orta Asya'da Hunlar. Nitekim, Weber–Baldamus dünya tarihi
kitabında, Antalyalı Amianus'un 273-275 yıllarında yazmış olduğu eserine atfen,
Hunların bu husustaki adetlerinden şu şekilde bahsettiği biliniyor: “Hunlar
yemek tanımazlar, yaban etleri ile atın sırtında, baldırları arasında ezdikleri
yarı pişmiş eti yerler.”
Sözcüğün etimolojik kökenine indiğimizde adını
bir parça etin at ile eyer arasına sıkıştırılıp süvarinin de ata binmesiyle
‘bastırılmasından’ aldığını görüyoruz. ‘Bastırma’ zamanla ‘pastırma’ olmuş.
Yani “basdurma,
pasdırma/pastırma” bastırılarak kurutulmuş et.
“Hani ya da benim elli dirhem pastırmam
Konyalıdan başkasına bastırmam.”
Konyalıdan başkasına bastırmam.”
Düğünlerde bu türkünün daha ilk üç notasını
duyunca ağzının kenarları kulaklarına kadar yayılarak sırıtan, kendilerini dans
pistlerine atan kardeşlerimiz fesata akıl yormadan bir de böyle düşünsünler
lütfen.
Ruslar, “Sucuk”a da “колбаса” (kolbasa)
diyorlar.
Yani ilginç, ama bana göre daha Türkçe
söylüyorlar. Kolla bastırarak hazırlanan bir yiyecek anlatılıyor.
Sucuk ise Farsça kökenli bir sözcük. “Germe,
çekerek uzatma, şerit, kordon” anlamında kullanılıyor.
***
Yine konuyu uzattım; daldan dala atlıyorum biliyorum,
ama malumatfuruşluğuma kızmayıp, yorulmayıp okumak isterseniz biraz daha devam
edeyim. Belki başka bir yazıda bunları anlatmak fırsatını bulamam.
İnsanlığın binlerce yıl öncesinden gelen ortak
bir mirası var.
Bazen tarihi ciddi bir şekilde inceleyince
kültürlerin, dillerin kökenindeki benzerlikleri yakalarsınız. Ve kuşkusuz
şaşırırsınız.
Ruslarla Orta Asya’nın diğer halkları; Türki
halklar ve onların akrabaları yüzyıllar
öncesinden beri bir arada yaşıyorlar.
Önce birbirleriyle savaşmışlar, birbirlerinin
topraklarını işgal etmişler; Tatarlar, Moğollar, Rusların ülkesini, sonra da
Ruslar onların ülkelerini işgal etmiş. Daha sonraysa bir arada yaşamayı
öğrenmişler, bir ölçüde kaynaşmışlar.
Kim kime ne yapmışın hikayesi çok karışık,
burada anlatmak da uzun sürer. Ancak şimdilerde başka bir şey var. Bu şey de
daha uyumlu ve birlikte yaşama çabası.
Pek çok kişi gibi benim de dileğim, bu
halkların birbirine baskın çıkmadan, birbirlerinin dillerine, kültürlerine
saygı duyarak, hatta koruyarak, ortak çıkarlar zemininde bir arada, dostça yaşamaları
ve bu birlikten daha olumlu, daha güçlü bir birliktelik çıkarmaları.
***
Dillerin serüvenine geri dönersek şunu söylemek
olası; sözcüklerin izini sürmek, tarihe de ışık tutuyor.
Sözcükler de insanlar gibi ilden ile,
memleketten memlekete göç ediyorlar; bazen de değişime uğrayarak yaşamlarını
sürdürüyorlar. Bu arada ilginç olaylar ortaya çıkıyor. Başka anlamlarla
geldikleri yere geri dönüyorlar.
Malum bugün Hollanda’nın simgesi olan lalenin
menşei Osmanlıdır.
Efendim, rivayete göre 1400'lü yıllarda,
Avrupalı bir gezgin, İstanbul'da yolda sarığına lale takmış bir adama
rastlamış, işaret ederek başındakini sormuş. O da “turban” diye yanıtlamış; ama
aslında gezginin öğrenmek istediği sarığa iliştirilmiş çiçeğin adı imiş. Adam
ise gezginin sarığını sorduğunu zannetmiş.
Böyle bir yanlış anlaşmayla, güya “lale”
çiçeğinin adı birçok Avrupa diline “tulpan” olarak girer.
Bizim “lale”ye Felemenkçe “tulpen”, İngilizce
“tulip”, Almanca “tulpen”, Fransızca tulipes, Rusça “tyulpan (Тюльпан)”
diyorlar.
Azerbeycan dilindeyse laleye “Lalə
(Tulipan)” gülü denmekte.
Lalenin
anavatanı Pamir, Hindukuş ve Tanrı dağları. Türkler
göçleri esnasında bu bitkinin soğanlarını Anadolu'ya getirmişler. 1500'lü
yıllarda Avrupa'ya Anadolu'dan giden lale özellikle Hollanda'da Osmanlı’da
olduğundan daha çok yaygın olmuş.
Belki bu hikaye doğru, belki de değil, ama
ilginç ve dinlemesi hoşa gidiyor.
Hikayemizdeki adamın başındaki sarık
(“Sarmak”tan geliyor). Öz Türkçe “saruk” diye başlığa sarılan beze deniliyor.
Bu bez tülbent. Yani sarık tülbentten
yapılıyor! Tülbent, ince ve seyrek dokunmuş, hafif ve yumuşak pamuklu bez.
Genellikle doğrudan başa veya fes, kavuk gibi bir başlığın
üzerine sarılan kumaş baş örtüsü.
Sih ve müslüman toplumlarında, genellikle
Asya ülkelerinde yaygın. Sarık Türklerde halk arasında
yaygınlaşmamıştır. Osmanlı Devleti zamanında Osmanlı sultanları ve
din büyükleri tarafından takılırdı. Osmanlı padişahları da başlangıçtan 2.
Mahmut dönemine kadar sarık takmışlardır.
Bu kelimenin
kökeniyse Farsça “dulband” sözcüğü. Avrupa dillerine de buradan
geçmiş. Pek çok Avrupa dilinde “turban” olarak anılır.
Bizim “sarık”a Felemenkçe
“tulband”, Fransızca “turban”, İngilizce “turban”, Rusça “Tyurban
(Тюрбан)” denilir.
Rivayete göre hikayemizdeki Avrupalı gezginin
dikkatini çeken iki nesne, “sarık” ve üzerindeki “lale” Felemenkçede benzer
birer sözcükte anlam kazanmışlardır.
Hollandalıların konuştukları dillerden biri
olan Felemenkçede lale “tulpen”, sarık ise “tulband” olarak sözcük
dağarcıklarına girmiştir.
Ve işte bu çok ilginç: Fransızcadan Türkçeye
geçen “türban” kelimesi ise yenilerde Türkçede kadın
başörtüsü anlamında kullanılmaya başlandı.
Görünüşe göre
Türkçede “tülbent” olarak geçen kelime, Avrupa’ya yaptığı yolculuğun,
uzun bir serüvenin ardından Fransızcadan Türkçeye “türban” olarak
geri dönüyor.
Bu serüveni İgor bile ağzı açık dinliyor.
***
Dedik ya bu halkların yüzyıllara dayalı içiçe
geçmişlikleri var. Haliyle dilden dile sözcükler de geçmiş.
Rusça’da Türki dillerden alınmış, neredeyse
Türkçe ve Rusça’da hemen hemen aynı şekilde söylenen ve aynı anlama gelen çok
sayıda kelime var. Örnek vermek gerekirse;
Арбуз [arbús] karpuz
Диван [diván] divan
Ишак [işák] eşek
Йогурт [yógurt] yoğurt
Караван [karaván] kervan
Очаг [açák] ocak
Плов [plof] pilav
Самовар [samavár] semaver
Шапка [şápka] şapka
Hem Rusçada hem de Türkçede Avrupa dillerinin,
mesela Fransızca, İngilizcenin etkisinde kalınarak, bu dillerden geçen hemen
hemen aynı şekilde söylenen ve aynı anlama gelen çok sayıda kelime var. Yine
örnek vermek gerekirse;
Ваза [váza] vazo
Витрина [vitrína] vitrin
Лампа [lámpa] lamba
Маска [máska] maske
Премия [prémiya] prim
Радио [rádio] radyo
Рекорд [rikórt] rekor
Фаворит [favarít] favori
Bir de tuhafımıza gidecek, hem Türkleri, hem de
Rusları şaşırtıp güldüren, Rusça ve Türkçe’de aynı şekilde söylenen, fakat
farklı anlamları taşıyan sözcükler var:
Бал [bal] balo
Бардак [bardák] dağınık
Дурак [durák] aptal
Кот [kot] kedi
Кулак [kulák] yumruk
Магазин [magazín] market, mağaza
Сыр [sır] peynir
Табак [tabák] tütün
Халат [halát] bornoz
***
İlginç değil mi?
Örneğin bizim “kulak” dediğimiz, Ruslarda
“yumruk” anlamına geliyor. “Bardak” dağınıklık,
“Durak” da “aptal” anlamına
geliyor.
Serkan, bir keresinde dalgınlığına gelip
Rusların dolmuşu olan “maşrutka”lardan birinde durağı geçme telaşıyla şoföre
Türkçe “Durakta durur musunuz?” diye seslenmiş.
Söylemeye gerek yok; şoför şöyle bir arkasına
dönüp, bana “aptal mı diyorsun?” gibilerinden ters ters bakmış. Neyse olay
fazla uzamamış.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder