Moskova

Moskova

15 Kasım 2017 Çarşamba

John Steinbeck ile Robert Capa Sovyetler’de ne gördüler?

Cüneyt Bender



31 Temmuz 1947’de, Pulitzer ve Nobel ödüllü yazar John Steinbeck ile “dünyanın en büyük savaş fotoğrafçısı” olarak anılan foto muhabiri Robert Capa Moskova’ya vardılar. Soyvetler Birliği’ndeki gündelik hayatı bizzat görmek ve kayıt altına almak niyetiyle başladıkları 40 günlük gezi, Moskova’nın ardından Kiev, Stalingrad, Tiflis ve Batum’a uzanacaktı.

Kızıl Ordu’nun Nazileri alaşağı ederek II. Dünya Savaşı’na son vermesinin üzerinden iki yıl geçmişti. Dönemin İngiltere Başbakanı Winston Churchill, Nazi Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’ten ödünç aldığı ve Soğuk Savaş’ın sembollerinden biri hâline getirdiği “Demir Perde” terimini bir konuşmasında kullanalı bir yıl olmuştu. John Steinbeck İnci adlı romanını henüz bitirmişti. Robert Capa’nın Henri Cartier-Bresson ile birlikte kurucuları arasında yer aldığı Magnum Fotoğraf Ajansı ise çalışmalarına yeni başlamıştı.

ABD gazetelerinin sütunları Sovyetler Birliği’nde ve Doğu Avrupa’da olan bitenlere ilişkin günlük haberlerle dolup taşıyordu. Steinbeck ile Capa ise bu haberlerdeki siyasi imalardan arındırılmış, insana odaklanan, alternatif bir perspektif sunmayı hedefliyorlardı. New York Herald Tribune gazetesinin finansal desteğiyle 1947 yazında Moskova’ya vardıklarında, ABD’de anlatılandan çok daha farklı bir ülkeyle karşılaştılar. Yıkıntıların arasından filizlenen komünist hayat karşısında büyülendiler. İkinci Dünya Savaşı’nda verdikleri milyonlarca kayba rağmen, Ruslar dipdiri ve gerçekçi bir umutla hayata tutunuyorlardı. Steinbeck ile Capa’nın payına ise gördüklerini olduğu gibi aktarmak düşüyordu.

Steinbeck, 1954’te hayatını kaybeden Capa’nın yalnızca hareketi değil neşeyi ve kederi de fotoğraflayabildiğini söylüyordu. Capa’nın objektifinin bir insanın gözlerinden zihnine erişebileceğini iddia ediyordu. Robert Capa’nın Moskova, Kiev, Tiflis, Batum ve Stalingrad şehirlerinde çektiği fotoğraflar da bunu kanıtlar nitelikteydi. İşçiler, çiftçiler, kadınlar ve çocuklar buğday tarlalarında, kent meydanlarında, yıkıntıların arasında onurlu bir hayat sürüyorlardı.

Tomris Uyar, Steinbeck’in bir inci avcısının hikâyesini anlattığı İnci romanı için “İnsanoğlunun var olma direncinin seyreldiği bir tarih anında olanca görkemiyle gerçek umudun türküsünü söylemiştir,” diyordu. Ne var ki, Bir Rusya Güncesi insanlığın veya dünyanın dramına ilişkin bir kitap değildi. İnsanoğlunun var olma direncinin yüksek olduğu bir tarih anında mutlu bir hayatı bütün sadeliğiyle ve basitliğiyle belgeliyordu. Velhasıl, “tozpembe olmayan gerçekçi bir umudu” başka bir yöntemle kaydettiği pekâlâ söylenebilirdi.


Kaynaklar: Magnum Photos, Russia Beyond

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder