Cenk
Başlamış
Kaynak:
http://www.medyagunlugu.com/
Rusya'nın başkenti Moskova'nın sokaklarında dolaşırken, çok
değil, bundan sadece 26 yıl önce bu ülkenin Komünist Parti tarafından
yönetildiğine inanmak neredeyse olanaksız.
Kentin, özellikle Yeni Arbat gibi merkezindeki semtlerde
toptan bir yenilenme yaşanmış, temizliği ve düzeniyle insan sanki bir Avrupa
şehrindeymiş izlenimine kapılıyor. Işıl ışıl binalar, Türkiye'de çok ender
görebileceğimiz lüks arabalar ve üzerlerindeki markalı giysileri "göstere
göstere" taşıyan insanlar kapitalizmin sadece bir çeyrek asırda eski
ideolojiyi nasıl yerle bir ettiğini kanıtlıyor.
Burası, Ekim Devrimi'nin yarınki 100. yılını kutlamaya
hazırlanan bir ülkenin başkenti!
"Kutlama" aslında lafın gelişi çünkü kimsenin,
daha doğrusu devletin yıldönümünü anma niyeti yok; hatta kutlama bir yana
1917'yi unutturma çabası var.
Destekleyeni de olabilir desteklemeyeni de ama Ekim Devrimi
bugün kendini "demokratik" olarak adlandıran Rusya'nın tarihinin çok
önemli bir köşe taşı. Oysa, Devlet Başkanı Vladimir Putin başta, ülkeyi
yönetenlerin açıklamalarına bakıldığında sanki Rus tarihinde 1917-1991
arasındaki 74 yıl hiç yaşanmamış, Rusya imparatorluktan bugünlere
"sıçramış".
Putin'in hiçbir zaman komünist olmadığı sır değil ama
iktidarının ilk yıllarında Sovyetler Birliği'nin dağılmasını 20. yüzyılın en
büyük trajedilerinden biri olarak gören, Jozef Stalin'e sahip çıkan da o, şimdi
7 Kasım'ın toplumu bölen bir tarih olduğunu, Stalin dönemindeki baskıların
maruz görülemeyeceğini söyleyen de o.
Sovyetler Birliği'ni unutmamak onu mutlaka övmek anlamına
gelmiyor.
Gerçek şu ki, ABD ile silahlanma ve uzay yarışına giren,
kaynaklarını bu alanlara harcayan Sovyetler Birliği'nde devrim idealleri bir
süre sonra unutuldu, iktidar bir grup ayrıcalıklı parti yöneticisinin elinde
kaldı ve devlet özellikle son dönemlerinde halkına en basit gereksinimleri bile
sağlayamadı.
O zor günler devletin geçmişi unutturma çabasıyla
birleşince tüketime aç toplum artık her mala ulaşabildiği piyasa ekonomisini
mutlulukla kucakladı, Rusların çok övündüğü maneviyat ne pahasına olursa olsun
zenginleşme hırsı karşısında bozguna uğradı ve halkın büyük bölümünün hafızası
sıfırlandı. Bu koşullarda, 1992'den sonra doğan günümüzün neslinden bazı
gençlerin bugün artık kutlanmayan devrimin lideri olan Vladimir Lenin'i
tanımamasına şaşırmamalı.
Eriyen
parti
Peki, bütün bu yaşananlar Rusya Komünist Partisi ne diyor?
Adı dışında komünizmle hiçbir ilgisi bulunmayan parti ve
lideri Gennadiy Züganov muhalefet yapıyormuş gibi davranıyor, gerçekte
Kremlin'i kızdırabilecek herhangi bir adım atmaktan kaçınıyor. Parti tabanını
oluşturan yaşlı nesil azaldıkça oy oranı düşen, 2016 parlamento seçimlerinde
yüzde 13'e kadar gerileyen Rusya Komünist Partisi, hem etkisiz muhalefetiyle
hem de bol bol milliyetçilik pompalayan iktidarın seçmenlerini kapması sonucu
günden güne eriyor. Züganov'un bir özelliği de, Sovyetlerin dağılmasından sonra
yapılan başkanlık ve parlamento seçimlerinde hiç zafer kazanamamış olması.
Yani, Rusya Komünist Partisi'nden komünistlere bir hayır yok! Bu koşullarda
başlıktaki "Rusya'da komünist kalmadı!" ifadesi elbette abartılı ama
bu gidişle kalmazsa kimse şaşırmamalı.
Sahte
refah
Moskova her ne kadar güzelleşse de, modern ve düzenli
görünmeye başlasa da, ortalık lüks arabalardan geçilmese de, sadece
kaldırımların yenilenmesi için-iddiaya göre-800 milyon dolar harcansa da bu
sahte bir refah.
Gerçekte ise, Rusya iki yıldır pencesine düştüğü ekonomik
krizden çıkabilmiş, halkın yaşam seviyesi kriz öncesine göre düzelebilmiş
değil. Krizin nedeni, ekonomisi enerji kaynaklarından elde ettiği gelire
dayanmaya devam eden Rusya'nın, petrol fiyatlarındaki düşüşten doğrudan
etkilenmesi, ayrıca Kırım'ın ilhaki ve Ukrayna'daki ayrılıkçıları desteklemesi
nedeniyle Batı'nın yaptırımlarıyla boğuşmak zorunda kalması. Her kriz döneminde
yapısal reformlardan söz eden ama geride kalınca eski düzene dönen Rusya için
gelecek çok da aydınlık görünmüyor. Bu açıdan bakıldığında ekonomik krizin
halkta yarattığı hoşnutsuzluk, Putin için cılız muhalefetten daha tehlikeli
görünüyor.
Gelecek yıl 18 Mart'ta yapılacak başkanlık seçimlerine aday
olup olmayacağını henüz açıklamayan Putin'in bir sürpriz yapması tümüyle
olanaksız değil. Putin'in dış politikadaki başarısını ekonomi alanında
gösteremediğini ve Batı ile sürekli cepheleşme siyasetinin yaptırımlara zemin
hazırladığını düşünen bazı oligarkların onun iktidardan ayrılmasını istediği
sır değil. Henüz yanıtı bilinmeyen soru, zengin iş adamlarının bunu
sağlayabilecek güçe sahip bulunup bulunmadığı.
Diğer yandan, eğer Putin aday olursa anayasaya göre 2024
yılındaki seçimlere katılma şansı kalmayacak. Bu nedenle geçmişte Dmitriy
Medvedev'le yaptığı gibi, 2018'te aday olmayarak başbakanlık koltuğuna dönmesi
ve 2024'te tekrar aday olması da ihtimallerden biri.
Ankara-Moskova
Türk-Rus ilişkilerine gelince
Tam da Moskova'da bulunduğumuz sıralarda Putin,
"uçak krizi"nin aşılmasındaki arabuculuk girişimlerinde önemli rol
oynadığı açıklanan Nergis Holding'in sahibi Cavit Çağlar'a "dostluk
nişanı" taktı.
Ankara-Moskova hattında ilişkiler, tarih boyunca olduğu
gibi sık sık inişlerle ve çıkışlarla seyrediyor, iki ülke kimi zaman
yakınlaşıyor, kimi zaman da kopma noktasına gelebiliyor.
Aslında, 2004-2011 arasındaki dönem Türk-Rus ilişkileri
açısından, özellikle ekonomi ve enerji alanlarında son derece gelişti ta ki
Suriye'de iç savaş çıkana kadar. Bir anda kendilerini ayrı kamplarda bulan iki
ülke arasındaki gerilim birikti birikti ve 24 Kasım 2015'te Türkiye'nin hava
sahasını ihlal ettiği gerekçesiyle bir Rus savaş uçağını düşürmesiyle patlamaya
dönüştü.
Neredeyse bağların kesildiği yedi aylık sürecin ardından
hızlı bir toparlanma yaşandı ve krizin etkileri tümüyle olmasa da aşıldı.
Ancak, kriz öncesiyle sonrası arasında Türkiye açısından
çok önemli değişiklikler yaşanmış, 15 Temmuz'daki darbe girişiminin ardından
başta ABD Batılı ülkelerle ilişkiler son derece bozulmuştu.
Büyük olasılıkla "uçak olayı" nedeniyle
Türkiye'yi "cezalandırma" siyasetine uzun süre devam etmeyi düşünen
Moskova, dengelerin değişmeye başladığını çabuk farketti ve bu durumu kendi
lehine kullanabilmek için beklenmedik bir "u dönüşü" yaptı. Ancak bu
dönüşün bedeli Türkiye'nin, özellikle Suriye'de Rusya'ya bir anlamda bağımlı
hale gelmesi, başka bir ifadeyle işbirliğinin çerçevesini artık Moskova'nın
çizmeye başlaması oldu.
Türk-Rus ilişkilerinde bundan sonraki en kritik aşama S-400
füzeleri konusunda uzun süredir devam eden pazarlığın nasıl noktalacağı olacak.
Eğer son anda bir sürpriz olmazsa Türkiye Rus füzelerini satın alacak
görünüyor, bu ise Ankara'nın Batı'dan biraz daha uzaklaşarak Moskova'ya
yakınlaşması olarak yorumlanacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder