Nazan
Bekiroğlu / Zaman
Anton Pavloviç Çehov, Sahalin adasına gitmeye karar
verdiğinde edebi çevrenin dedikodularından, pırıltılı yaşamın aldatıcılığından
bıkacak kadar şöhret kazanmıştı.
Üstelik kendisi de bir doktor olan Çehov, meselâ Tolstoy
gibi sağlıklı biri değil, verem hastasıydı. Seyahate düşkün olmasına rağmen
Asya'nın öbür ucunda, Pasifik Okyanusu'nda Rusya'nın bir sürgün kolonisi ve
hapishane adası olan Sahalin'e yolculuk etmek ondan beklenecek son şeydi.
Henri Troyat, Mektupların Söylediği: Çehov isimli ayrıntılı
biyografide bu seyahatin sebeplerini anlamaya çalışır. Ona göre Çehov “günlük
yaşamının değişmezliğinden kopmak, başkalarından kaçarken kendinden kaçmak,
büyük bir sarsıntıyla canlanmak gereğini duyuyordu. İçinde bulunduğu bezginlik
ve her şeyi küçümseme aşamasında, ona bir şok tedavisi gerekti.” Çehov bu şoku
Sahalin adasında yaşamayı umdu. Henri Troyat'ın ifadesiyle “Rus gerçeğini bütün
korkunçluğu içinde görme gereğini” hissetti. Yanmak. Ve yeniden başlamak.
Döndükten bir süre sonra Sahalin Adası'nı yayınladı Çehov.
(Eserleri arasında görece az şöhret kazanan bu eseri daha sonra ele alacağım.)
Yolculuğun ada kısmı Çehov'un kitabında asıl ilgi ve araştırma alanını oluşturur.
Fakat daha az hacimde olmakla birlikte yolculuğu anlattığı kısımlarda Çehov
–bence- hikâyeci kişiliği, asıl kalemiyle çıkar karşımıza.
21 Nisan 1890'da başlayan yolculuk, Asya kıtasını bir
baştan öbür başa kat edecek bir haritaya sahipti. Transsibirya demiryolunun
henüz olmadığı o yıllarda günlerce süren seyahat boyunca defalarca tren, vapur,
dört teker atlı araba değişti Çehov. Soğuk yüzünü kesti, üşümemek için üst üste
iki pantolon giydi. Her sarsıntıyı göğsünde hissetti. Sırtı öyle ağrıdı ki, mola
yerlerinde ne dik durabildi ne uzanabildi. Rusya'nın her türlü yüzünü gördü.
Dilencilerin kafatasını parçalayan, bir kadının etekliğini almak için onu
boğazlayan haydutlarla karşılaştı. Arabası kaza geçirdi. Yara almadan kurtuldu.
İri damlalı yağmurlar, bardaktan boşanırcasına yağdı üzerine defalarca.
“Uğuldamıyor ve gürlemiyor, sanki dibindeki tabutlara çarpıyor” dediği İrtiş
ırmağının taşkınıyla yolu sular altında kaldı. Arabacıyla birlikte çamur
deryaları arasında atları çekeledi. Konakladıkları köylerde Sibirya'nın
sakinlerini tanıdı. Tatarlar, Polonyalılar, cezalarını çektikten sonra köylü
statüsü kazanmış Yahudiler; bunların ırk farklılığına rağmen bir arada
yaşayabildiğine dikkat etti. Kimi pisti bunların kimi temiz ve nazik. Yine de
yiyecekler çoğu kez, müşkülpesent olmayan Çehov'un bile tadamayacağı kadar
kötüydü. Bavulu delindi. Kiralık arabadan usanarak bir araba satın aldı.
Tekerleklerin kendini kurtaramadığı çamurlu yollardan devam etti. İnsanın
acizliğini uyaran rüzgârın ortasında arabanın onarılmasını beklediği de oldu,
konaklama yerine yaya devam ettiği de. Arabanın girdiği her ormanda, bir tepe
aşınca biteceğini zannetse de yeni bir orman çıktı yoluna. Yağmur ve soğuk
olmadığında bu kez kendisini boğan bir toz ve rüzgârla karşılaştı. Manzarası
karşısında büyülendiği Baykal kıyısında vapurun gelmesini üç gün tahtakuruları
ve hamamböcekleri arasında bekledi. Saman yığınları üzerine uzanarak paltosunu
başının altına koydu, ceketini üzerine çekti. Sibirya'nın şiirinin asıl
Baykal'dan sonra başladığını, Amur ırmağına tutkun olduğunu yazdı
mektuplarında. Volga'nın ateşli hayranlarına rağmen Yenisey gibi görkemli bir
nehir görmemişti.
Her şey çok uzun sürdü. Hiç bitmeyecekmiş gibi. Yine de
Çehov “Gri, amaçsız hayatı” aklına gelince hâlâ geri dönmeyi istemedi. Bütün bu
sıkıntılardan garip bir hazla bahsetti. Yaşadığını hissetti. Sağlıklı
insanların bile dayanamayacağı zorlu tabiat şartlarında son derece meşakkatli
bir yolculuktu bu. Fakat kaderin garip cilvesiyle Çehov'un hastalıklarına
açılan parantez ona bu seyahati tamamlaması için izin vermişti.
Sahalin adasını önce dayandığı küpeşteden gördü Çehov.
Ardından da çalışmaya giden ya da oradan dönen mahkûmların zincir şakırtıları
arasında ada toprağına ayak bastı. Cehennemin kapısındaydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder