Kaynak: http://deligaffar.com/
Arbat’tan Hamovniki tarafına doğru ara sokaklardan
yürürseniz onlarca kafe görürsünüz. Bazıları Rus muhaliflerinin takıldığı
sevimli mekanlardır. Hamovniki biraz bizim Cihangir’e benziyor. Rusların
entelektüel düzeyinin bizdekilerden üç beş fersah yukarıda olduğu bir gerçek.
Ancak buna rağmen yine de o çok bilmişlik ve her şeyin yüzeyde olması hali
insanda tuhaf duygular uyandırıyor.
Savaş karşıtı sloganlarla bezenmiş, sakalı göbeğine kadar
uzanan oğlanların ve bol piyirsingli kızların kapısına bisikletlerini park
ettikleri, her elde bir ayfon, her masada fanzinler ya da muhaliflerin popüler
gazetesi Nezavisimaya olan bir kafedeyim.
Duvardaki “не груз
200” (nie gruz 200)sloganlarının, savaş karşıtı protesto fotoğraflarının,
afişlerin yanında kocaman bir Marilyn Monroe görüntüsü duruyor.
Kahvemi içerken duvardaki en sevimli imaja, Marilyn’in güzel yüzüne bakıyorum
ve Rusçam yeterli olsaydı eğer buradaki sakallı laybırıl gençlere anlatacağım
“öteki Marilyn’i” düşünüyorum. Onlara anlatamadığıma göre buyrun size
anlatayım.
Düşünen Bir Sarışın, Üstelik Bir de Yahudi
Marilyn Monroe pek çok insanın kafasında tıpkı bu kafenin
duvarındaki fotoğrafta olduğu gibi seksi bir sinema yıldızı olarak canlanır.
Oysa o “aptal sarışın” kalıp yargısının arkasında gayet derin politik
fikirleri olan bir insan durmaktadır.
Monroe genel olarak bir özgürlükçüydü. Dinsel baskıya,
sansüre ve politik kısıtlamalara karşıydı. Arkadaşı Jane Russel’la ilgili
olarak “Jane beni defalarca dine geri döndürmek için uğraştı, bense ona
Freud’u tanıtmaya çalıştım” diyordu. En azından üçüncü eşi yazar Arthur
Miller’la evlenene kadar dinsiz olduğunu biliyoruz. Nikahtan dakikalar önce
Miller’ın da dini olan Yahudiliğe geçti. Miller’dan boşandıktan sonra da Monroe
ömrünün sonuna kadar yahudi olarak kaldı, yahudi yardım kampanyalarına katıldı,
rabbi Robert Goldburg’dan yahudilik dersleri aldı, İsrail’i destekleyen
siyonist içerikli konferanslar verdi.
Çok tuhaf değil mi? Aslında dönemin koşullarını düşününce o
kadar da tuhaf sayılmaz. Monroe’nun yahudiliğini daha çok “sosyolojik
yahudilik” olarak niteleyebiliriz. Soykırımın üzerinden henüz bir on yıl bile
geçmemiştir ve siyonizm dünyada Sovyetler dahil tüm ilerici güçler tarafından desteklenmektedir.
Öte yandan Monroe’nun yahudilikte ısrar etmesi Holywood’da ve genel olarak
Amerikan siyasetinde etkili olan yahudi lobisiyle de ilişkilendirilebilir.
Yahudi olmak ya da yahudilere yakın olmak şöhret yıldızının parlaması anlamına
gelmektedir.
Monroe, neredeyse her zaman güzelliği ile ön plana
çıkarılan bir kadındı. Bu durumdan kendisinin de az-çok rahatsız olduğuna dair
bazı ipuçlarımız var. Basın danışmanı Patricia Newcomb’un aktardığına göre,
intiharından hemen önce verdiği bir röportajın sonunda gazeteciden kendisini
ciddiyetle dinlemesini istiyor ve şunları söylüyor:
“Aslında söylemek istediğim şey sadece şu: Dünyanın
gerçekten ihtiyaç duyduğu tek şey gerçek bir kardeşlik hissidir. Herkes:
starlar, işçiler, siyahlar, yahudiler, Araplar.. hepimiz kardeşiz.
Lütfen benimle dalga geçme ve röportajı
bu fikirlerimle bitir.”
Komünistlerin Dostu
Devletin komünistlere karşı tutumunun bir cadı avına
dönüştüğü Mc Carthy döneminde FBI Monroe için de bir dosya tutmuştu. Bu dosyada
Monroe “çok büyük olasılıkla solcu” olarak niteleniyordu.
Yakınındakilerin anlatımlarına göre “Herkesin, siyahların ve yoksulların
eşit haklara sahip olması konusunda son derece tutkulu biriydi. Kendini
özellikle işçilerle özdeşleştiriyordu.”
Marilyn arkadaşımızın (dikkat ederseniz solcu yapmakla
kalmadık arkadaş da olduk kendisiyle) beni hayal kırıklığına uğratan tek eylemi
1954 yılının Şubat ayında Kore’deki ABD askerlerine moral vermek için yaptığı
gösterilerdir. O dönemde Monroe, beyzbol yıldızı Joe DiMaggio ile yeni
evlenmişti ve balayı için Japonya’daydı. ABD ordusunun davetiyle Kore’deki
askerlere bir moral ziyareti yaptı. Bu ziyaret dört gün sürdü. Bu dört gün
boyunca Monroe on kez sahneye çıktı ve yaklaşık yüz bin asker tarafından
izlendi. Kendi söylediğine göre bu “hayatında başına gelen en güzel şeydi”.
Monroe tabii ki olaya insani açıdan bakıyordu. Yaklaşık
dört yıldır memleketlerinden uzakta ve savaşın içinde olan askerlerin ona
gösterdiği sevgiden ve ilgiden etkilenmişti. ABD önderliğindeki BM güçlerinin
başka bir halkın topraklarında yüzbinlerce insanı öldürmesini sorgulayabilecek
durumda değildi.
Ancak çok değil, beş yıl sonra Marilyn, bu kez önemli barış
hareketlerinden birinin, SANE’nin ön saflarında görünecekti, hem de Marlon
Brando, Henry Fonda, Arthur Miller, Harry Belafonte ve Ossie Davis gibi
isimlerle beraber. SANE, nükleer karşıtı bir hareketti ve o dönemde Sovyetler
Birliği’nin silahsızlanma politikasına aktif destek veriyordu.
Monroe’nun yaşamının son altı yılında görece solcu
fikirlere sahip olmasında Arthur Milller’in bir etkisi olmuş olabilir. Miller
yaşamı boyunca komünist faaliyetlerin içinde olmuş biriydi, Mc Carthy’nin
Amerikan Karşıtı Aktiviteler Komisyonu tarafından sorguya çekildi. 21 Haziran
1956 tarihindeki sorgulamada komünistlere yardım ettiğini, onlarla yakın
ilişkisi olduğunu kabul etti ama komünist arkadaşlarının isimlerini açıklamayı
reddetti. Mc Carthy faşizmine karşı fevkalade cesur bir duruş sergilemişti.
Ancak tüm bunlardan daha ilginç olanı Miller’ın, Marilyn’le evlenme planlarını
da aynı sorgulama sırasında açıklamasıydı.
Marilyn, Miller’den önce de özgürlük konusunda radikal
sayılabilecek fikirlere sahipti, belki sadece bunları politik bir bağlamda
kullanmıyordu. Sansürden nefret ediyordu, insan düşüncesinin özgür olmasından
yanaydı, kimsenin melek olmadığını ama “iyilik” kazansın diye mücadele etmek
gerektiğini söylüyordu. Sonuçta yoksul bir ailenin çocuğuydu, pekiyi bir eğitim
görmemişti. Ancak aktrist olmadan önce silah üreten bir fabrikada işçiydi, işçi
sınıfının içinden geliyordu ve büyük olasılıkla bu durum zihniyetini
şekillendiren en önemli etmenlerden biriydi.
Yine de Monroe’nun sadece bedeniyle değil fikirleriyle de
var olma çabası genelde sonuçsuz kalmış olmalı ki medya onu böylesi
görüşlerinden ziyade şuh bakışlı, güzel memeli, aptalca bir sarışın olarak
resmetti. Bugün yaşasa büyük ihtimalle -Amerikan türü de olsa- solculuğu seçer
ve kesinlikle savaş karşıtı, insan haklarından yana biri olurdu. Ama ne yazık
ki “solcuların” falan takıldığı kahvelerde bile onu hala sadece dudakları,
bacakları ve memeleriyle görüyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder