Moskova

Moskova

20 Temmuz 2015 Pazartesi

Ölü Canlar / Nikolay Gogol



Kaynak: http://www.dipnotkitap.net/ 

Editörün Notu :
Çarlık Rusyasında. fırsatçı Çiçikov, uçsuz bucaksız Rus topraklarında dolaşarak ölmüş serflerin kayıtlarını satın almaktadır  Amacı bu ölmüş canların listesini hükümete verip, onları canlıymış gibi göstererek  toprak sahibi olmaktır.  Çiçikov Rusya'yı karış karış dolaşırken, Gogol ülke değerlerinin çarpıklığını, toplumun çürümüşlüğünü, sapkınlığını  zaman zaman komik bir yergi şeklinde gözler önüne serer.  Balzakvari bir nehir roman olarak planladığı  "Ölü Canlar" ın  ikinci cildinde Gogol, tuhaf bir şekilde, kitabın etkisi altında kalır.  Toplumun günahlarının yükü altında ezilir., Dine sarılır.  İkinci Ölü Canlar cildini iki kez yazar ve ikisini de yakar. Yaşama iradesini ve sonuçta hayatını kaybeder. 

Gogol ve “Ölü Canlar”

Yücel Nural

Rus yazarlarının iki vatanı vardır: nereye gitseler kalplerinde taşıdıkları ana vatan, Rusya, ve göç etmeden önce büyük hayranlık besledikleri , göçten sonra, iyi kötü uyum sağlamaya çalıştıkları ve eserlerini görece bir özgürlük içinde verebildikleri Avrupa.Tolstoy,Stendhal’in büyük hayranıydı. Dostoyevski, Sand, Dickens, Balzac,Sue ve Restif’in tutkulu bir okuyucusuydu, Avrupa kültürüne olan gönül borcunu vurgulamak için, İvan Karamazov’a, ”Avrupa’yı gezmek istiyorum, Alyoşa,Buradan gitmek istiyorum!Yine de orada bir mezarlık bulacağımı biliyorum, çok değerli bir mezarlık, o kadar!” Gogol’ün betimlemelerinde de Balzac’ın izlerini bulmak kolaydır. Zaten Gogol de,kalbindeki Rusya’sını,Paris ,Roma ve Vevey’i tavaf ederken bulmuş, hatta “Ölü Canlar”ı Roma’da yazmıştı.

Gogol, Ukrayna’lı dindar bir ailedendi. Kiev kentinde çocukluğunu yaşamış, ve bu ‘büyülü’ diyarı ömür boyu yüreğinde yaşatmıştı.Köylü yaşamını ve köylü dilini seviyordu. Puşkin’e olan hayranlığı ve büyük ustanın yüreklendirmesi olmasaydı,o da, Ukrayna’lı bir yazar olan babası gibi,Mirgorod’un köylü lehçesinde yazıyor olabilirdi.Gogol Çocukluğu boyunca duyduğu, köylülerin kaba şivesine aşık olmuştu.Şarkı ve danslarına, kendi yazdığı , fantastik “Petersburg Hikayeleri”ne ilham olan, korkutucu masallarına ve komik hikayelerine bayılmıştı. 

Gogol hiç kuşkusuz, çok hırslıydı.1828’de okuldan çıkar çıkmaz, kendi edebi ismini yaratmak umuduyla başkente gelmişti. Gündüzleri küçük bir memur olarak çalışıyor, geceleri tavan arasındaki odasında yazılar yazıyordu. Bazı eleştirmenler yazılarının kaba ve bayağı halk diliyle bozulduğunu düşündüler. Aslında o, köylü konuşmasının müzıkal titreşimlerini mükemmel bir şekilde yansıtıyordu. Hikayelerinin Musorgski tarafından, ”Aziz John’un Çıplak Dağda Bir Gece”sine ve Rimski Korsakov’un ”Mayıs Gecesi” eserine uyarlanmasının nedeni buydu, herkes tarafından anlaşılabiliyordu. “Çiftlikte Akşamlar”ın prova safhasında, Gogol, dizgicileri ziyaretinden sonra, Puşkin’e, ”çok garip bir şey oldu”, diye anlattı, ”Kapıyı açar açmaz beni fark ettiler, gülmeye başlayıp bana arkalarını döndüler. Buna biraz şaşırdım ve açıklama yapmalarını istedim. Matbaacı şöyle dedi, ’Gönderdikleriniz çok gülünç ve dizgicileri çok eğlendirdi.’”

Gogol gibi yazarlar konuşulan dili yazın biçimlerine özümsettikçe, günlük dil edebiyata daha çok girdi.Böylece edebi dil, salonun sınırlarını aşıp, dışarıya ,caddeye fırladı, ve günlük Rusça’nın seslerini aldı.Böylece sıradan şeyler için Fransızca’dan ödünç alınan sözcüklere bağımlı olmaktan kurtuldu. Gogol her zaman sade dili kullanmış ve küçük adamın yanında yer almıştı.Onun rütbeye dayalı hizmet etiğine karşı insani değerleri savunması edebi gelenekte yerini almıştır.”Bir Delinin Hatıra Defteri”nde edebi çılgın, alçak gönüllü meclis üyesi, kıdemli memurla alay eder.”Bir saray beyefendisi isen ne olmuş?  Bu sana bahşedilen bir imtiyaz!Görebileceğin ya da ellerinle dokunabileceğin bir şey değil.Saray nazırının alnının ortasında üçüncü bir göz yok ki!” der O ,St. Petersburg’un Fransız özentisi sahte ve gösterişçi yaşantısından nefret ederdi.Zamanın yazarları için Avrupa medeniyeti,’yozlaşmış’, ’çürümüş’,’sahte’,’ yüzeysel’, ‘maddeci’ ve ‘bencil’di.Tarih, belki de Avrupalıların savunduğu gibi bir ilerleme patikası değil,”doğru ile hatanın”, “erdem ile ahlaksızlığın” sürekli olarak birbirini takip ettiği nafile bir döngüydü.İnsan türünün, tıpkı Sisifos’un kayası gibi, sırf barbarlığın derin uçurumuna tekrar düşmek için, bu kadar ilerlemiş olması mümkün müydü ,acaba?”Nikolai Gogol, bozulmamış ‘Rus Ruhu’nun bütün insanlığa kardeşlik sunacağına inanıyordu.Dindar bir aileden gelmekteydi, anne babası kilisede aktiftiler.  Bütün perhiz ve ritüelleri uygularlardı.Annesiyle babasının evliliği,babasının ilginç bir sanrısı sonunda olmuştu: kilisede bir ayin sırasında babasına görünen bir ermiş ,o zaman bir genç kız olan annesini işaret ederek,”Bu kızla evleneceksin!”, demiş, böylece evlenmişlerdi.Yani,Gogol’un baba evinde,yazarın hayatını ve sanatını açıklamaya yardımcı olacak derin bir mistisizmin izleri bulunmaktaydı.Gogol ,yaşamı boyunca din konusunda hiç şüpheye düşmemişti.Son yıllarda ki izdırabı ,sadece tanrı karşısında kendi erdemlerinden duyduğu şüphe yüzündendi. Roma’da kaldığı altı yıl içinde,Roma kilisesine yakınlaşmıştı.”Ölü Canlar”ın hiç yayınlanmamış son cildinde,  Ortodoks ve Katolik erdemlerini kendisinde barındıran bir papaz figürü tanıtmayı planlıyordu.Bütün insanları manevi bir kilisede birleştirecek bir Hristiyan kardeşliği arayışı içinde gibiydi. Optina ‘daki manastırda ve ‘Rus Ruhu’ fikrinde bulduğunu düşündüğü şey buydu. “Optina’daki keşişhanede durdum” diye yazar,kontA.P.Tolstoy’a,”ve hiçbir zaman solmayacak bir hatıra aldım yanıma.Hiç şüphe yok ki inayet orada yaşıyor.İbadetin görünen belirtilerinde bile bunu hissedebilirsin.Hiç bir yerde böyle keşişler görmedim.Sanki onların aracılığı ile cennetle konuşuyorsun.”

Gogol son yıllarında çeşitli sebeplerle Optina’ya gelmişti.Manastırın sükunetinde huzursuz ruhu için bir rahatlama ve manevi yardım buluyordu.Burada bütün hayatı boyunca aradığı Tanrısal Rus diyarını bulduğunu düşünüyordu.”Manastırdan millerce uzakta(bile) insan, erdemlerinin parfümünü koklayabilir havada: her şey daha konuksever olur,insanlar daha derin eğilirler. Ve kardeş sevgisi artar”.

Gogol’un eserleri bir manevi arayış arenasıydı. Bütün enerjisini adadığı “Ölü Canlar” üç bölümlük bir roman olarak tasarlanmıştı. Dante’nin “İlahi Komedya”sı tarzında bir epik şiirdi.İngiliz okuy ucular eseri kendi destanları,”Canterbury Tales” ile karşılaştırdılar. Gogol’un ‘epik şiirim’ dediği yapıtta ,kişi ve şeylerin anlatımında ,uyak ve ritim esere beklenmedik ayrıntılar sunar ,şüphesiz.Ne yazık ki bu artı güzelliklerden çeviri okuyucuları olan bizler yoksunuz. Gogol’a göre, Rusya’nın yazgısının planı son bölümde ortaya çıkacaktı. Taşra Rusya’sının garip kusurları,ve eksikleri, yazarın ikinci ve üçüncü bölümlerde niyetlendiği, yaşayan ‘Rus Ruhu’nun yüce portresi tarafından inkar edilecekti.Düzenbaz Çiçikov bile sonunda kurtarılacak, babacan bir toprak ağası olacaktı. Şiirin bütün fikri, Rusyanın dirilişi ve , “İNSANİ MÜKEMMELİYETİN SONSUZ MERDİVENİN DE” manevi yükselişiydi. Bu, “Yaratılış “ kitabında,Yakub’un merdiveni ile ilgili kısa hikayeden aldığı metafordu. Rus Ruhu’na bu ‘mesihanik’ dönüşümü veren ilk kişi Gogol’du. Fakat Gogol’ün bu aşırı mistisizmi reformlara bağlı Slavları kızdırıyordu.”Dostum”, diye yazar,Sergei Aksakov, Gogol’a ,”Eğer amacın skandal çıkarmak,dost ve düşmanlarının ayaklanıp, sana karşı birleşmelerini sağlamaksa,bunu başardın.Eğer bu yayın şakalarından biriyse, en çılgın düşlerin bile ötesine geçti: her kes şaşırdı. Gogol’ün yazdığı,”Seçme Pasajlar”da köleliği ve Çar’ın gerici tutumunu savunduğu görüldü. Gogol’ü ilk kez övgüyle karşılamış olan ünlü eleştirmen Belinski de Gogol’un bu tutumunu sert bir dille eleştirdi.Gogol’ün Optinadaki rehberi Peder Makari bile yazarı onaylamıyordu.Ermiş, Gogol’ün “alçak gönüllülük” gereğini anlamadığını düşünmüştü.Kendini kahin yapmış ve bir fanatiğin bütün coşkusuyla dua etmiş ama, Kutsal Ruhun gerçeği ve ilhamı olmadan bunlar din için yeterli değildi.Makari’nin eleştirileri Gogol için yıkıcı darbeler olmuştu.Haklı oldukları için daha da yıkıcıydılar.Çünkü ruhunda İlahi Vahyi hissetmiyordu.Bu arada Puşkin’in beklenmedik ölümü onu daha derin bir bunalıma düşürdü. Optina’yla olan bütün ilişkisini kesti.İlahi çağrısında başarısızlığa uğramıştı. Tanrı’nın karşısında değersiz olduğunu düşünüyordu.Dinsel inançları hezeyan düzeyindeydi ve çözemediği cinsel sorunları vardı.Kendisini açlıkla cezalandırmaya başladı.Bitmemiş romanının taslağının yakılmasını emrettikten sonra ölüm orucuna yattı.24 şubat 1852’de,kırk üç yaşında ölürken son sözleri,”Bana bir merdiven getirin,çabuk bir merdiven “ olmuştu.

Gogol’ün yapıtları değişik dönemlerde ve çevrelerde, gerçekçi, romantik, ruhbilimsel ve grotesk toplum taşlamaları olarak değerlendirilmiştir. Sovyet eleştirmenleri onu, her şeyden önce, toplum içinde ne yapacağını şaşırmış,”küçük insan”ın yazgısıyla ilgilenen doğalcı (naturalist) bir yazar olarak nitelerler.Rus Simgecilerine göre ise, insanın yüzeysel gerçekliğinden çok, iç dünyasının zenginliğini ve karmaşıklığını yansıtan bir yazardır.En son eleştiriler ise, onun yapıtlarındaki ruhbilimsel çözümlemelere ağırlık vermektedir.Bütün bu yargıların birleştiği nokta, Gogol’ün yaşadığı dönemin Rusyasındaki kötülükleri, çarpıklıkları, ve gülünçlükleri bir gerçekçilik ve yergi diliyle sergilemiş olmasıdır.

“Ölü Canlar”ın yanlış anlaşılmasına karşı, eşsiz yazışmalarından yayımladığı bölümlerle, yapıtlarını devleti savunmak niyetiyle yazdığını açıklamıştır. Günün koşullarının etkisiyle ve öznel bir durumun sonucu olarak yapılan bu kişisel açıklama bir yana bırakılacak olursa, Gogol’ün yapıtları, yalnızca Rus toplumunun belli bir dönemindeki çarpıklıkların bir yergisi değil ,insan davranışlarının en geniş anlamıyla gerçekçi bir saptanışı olarak değerlendirilebilir.

KAYNAKLAR:

MAGAZİNE LİTTERAİRE,LA LİTTERATURE RUSSE,no.440
NİKOLAİ GOGOL, BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ,DÜNYA KLASİKLERİ
ORLANDO FİGES,NATAŞA’NIN DANSI,RUSYA’NIN KÜLTÜREL TARİHİ

Ölü Canlar / GOGOL
Nikolay Gogol   (1809 - 1852)


Ölü Canlar'ı iki kitap olarak düşünen yazar yazdığı ikinci kitabı aldığı eleştiriler yüzünden imha etmek zorunda kalmış. Piyasada tek kitap olarak satılan Ölü Canlar'ın mevcut kitabında da çok eksik bölüm var. Kitabın bu kadar ağır eleştiriler alması o dönem için sürpriz değilmiş çünkü Ölü Canlar'ı asıl düşünen Puşkin, kendisi cesaret edemediği için olsa gerek, Gogol'a verdiği bilgiler doğrultusunda bu eserin yaratılmasını sağlamış. Ancak eleştiriler yüzünden günümüze tamamı ulaşmayan kitapta, ayrıca yazarın sık sık konuya ara vererek kendini savunmaya giriştiğine de şahit oluyoruz.

Çiçikov yeni bir kasabaya gelir ve otele yerleşir. Dört atın çektiği bir arabası, şöförü ve uşağı vardır. Giyimi kuşamı yerindedir; takım elbise ya da frak giymeyi sever. Düzgün traşıyla, kremlenmiş cildiyle, her zaman güzel kokan parfümüyle dikkat çeken biridir, ancak Çiçikov'un en etkileyici özelliği konuşmasıdır. Tüm bu özellikleriyle, sosyete içerisinde yer edinmesi bir kaç gün bile sürmeyecektir.

Çiçikov'un geldiği kasabanın ismi kitapta N kasabası olarak geçiyor. Büyük bir kasaba değil fakat kasabanın sosyetesine soaracak olursanız Petersburg'dan aşağı kalır yanı yok: Valisi, savcısı, emniyet müdürü, tüccarı, noteri ve daha başka zenginleri, eşleriyle düzenledikleri pahalı balolarda ya da öylesine buluşacaklarını söyledikleri ancak bir balodan eksiği olmayan akşam yemeklerinde Rusları küçümseyen tavırlarını takınır, kadınları Alman modasına göre seçilmiş kıyafetleriyle Fransızca konuşurlar ve Petersburg'un ışıklı akşamlarını kendi caddelerinde aratmazlar.

Çiçikov üst sınıftan biri gibi görünmektedir. Hayal dünyasında sadece zenginlik vardır; yeşillikler içinde güzel bir kasaba bulacak ve burada kuracağı büyük bir çiftlikte yüzlerce çitfçi ve uşağı onun sözünü dinlemeye hazır bekleyecektir. Bir melek kadar masum yüzlü bir hanımefendiyle evlenecek; üç tane çocukları olacak, bu çocuklar Avrupa'nın seçkin üniversitelerinde okuyacak ve herşeylerini borçlu oldukları babalarını onurlandıracaklardır. Çiçikov gerçek hayatta ise gittiği her kasabada adı sahtekarlığa karışmış birisidir. Babasını çocuk yaşta kaybeden Çiçikov'un babasından edindiği tek mirası, paranın değerini öğrenmek olmuştur. Para kazanmaya sıfırdan başlayan Çiçikov girdiği işlerde her zaman amirlerine yakın olmaya dikkat ederek kariyer basamaklarını hızlandırır. İlişki kurduğu insanlar üzerinde iyi bir izlenim bırakmaya özen gösterir. Ona göre zengin ve rütbeli insanlar başarılı insanlardır ve gösterdiği özel ilgiyi haketmektedirler. Zengin olmak amacıyla her türlü yolu kendine mübah gören Çiçikov, hiçbir zaman adam öldürmeyi düşünmemiş, hiçbir zaman hırsızlığa yeltenmemiştir. Ancak gittiği her kasabada adının sahtekarlığa karışmasına anlam verememektedir. O da herkesin yaptığı gibi rüşvet almış, sahte vasiyetnameler düzenlemiş, sahte tutanaklarla mal edinmiş birisidir. Bunlar Rusya'da bürokrasinin işlemesi için gerekli şeylerdir ve bunları yapan herkes ufaktan bir çiftlik almayı başarmışken Çiçikov neden hala zengin olamadığını bir türlü anlayamamaktadır. Bir kasabadan diğerine gezmesi satın alacağı çiftliği aramasından mıdır yoksa gittiği her kasabada mahkeme tarafından aranmasından mıdır, N kasabasında da durum pek farklı olmayacaktır.

N kasabasında işlerin karışması Çiçikov'un ölü canları satın aldığının duyulmasıyla başlar. Çiçikov son sayımdan sonra ölen çiftçilerin sahipliğini kağıt üzerinde satın alarak kendi işçisiymiş gibi göstermeye çalışır. Amacı bin tane ölü can toplamak, kağıt üzerinde canlı görünen bu ölü canlarla zengin bir çiftlik ağası gibi görünmek bir yana; yardım ve teşvik kredilerinden de faydalanmayı planlamaktadır. Çiftlik sahiplerinden ölü canları satın almaya çalışırken kentin bürokratlarıylada yakın ilişkiler kurmaktadır fakat ölü canlar konusunun hem bürokrasiyi hem ahlak anlayışını alt üst etmesi uzun sürmez ve Çiçikov'un bulaştığı herkes kendini kurtarmaya çalışırken kabak yine Çiçikov'un başında patlar ve hapse atılır.
 
Çiçikov hapisteyken derin bir vicdan muhasebesine girer ve giriştiği tüm iç hesaplaşmalardan derin bir vicdan azabıyla çıkar; artık değişeceğini söylemektedir kendi kendine. Üstünü başını yırtmış, saçı sakalı birbirine karışmış halde bu dünyadaki zenginliğin önemli olmadığını, öbür dünya için hayırlı işlere kendini adayacağını, ruh zenginliğinin paradan daha değerli olduğunu tekrarlayıp durmaktadır. Çiçikov'un üst düzey bürokratlarla olan yakın ilişkileri sayesinde hapisten çıkması uzun sürmez. Kendine en iyi Alman kumaşından dört takım için kumaş kestirir, ertesi sabah yola çıkmak üzere arabasının hazırlanmasını emreder ve aynaya bakarken saçında gördüğü bir beyazlığa hayıflanarak bu kadar ıstırab çekecek ne vardı sanki" diye söylenir. 


Gogol  

Gogol, 1809 yılında Ukrayna’da doğdu. Küçük yaşta babasını yitirdi ve annesi tarafından büyütüldü. Liseyi bitirdikten sonra Saint Petesburg’a gitti, bir süre devlet memurluğu yaptı, Ukrayna folkloru üzerine çalışmaları ile dikkat çekip Petesburg üniversitesinde tarih dersleri vermek için davet edilse de, yarım kaldı bu uğraşı. Gogol’ün hezeyan düzeyindeki dinsel inançları ve çözemediği cinsel sorunları ile hayatla barışık olmayan bir kişiliği vardı.
Roman ve hikayeleri ile bir anda dikkatleri üzerinde topladı. Özellikle “Müfettiş”(1836) oyunu ve “Palto”(1842) hikayesi, Rusya’nın siyasi ve toplumsal meselelerine yönelik eleştirileri -Rus sosyal demokrat eleştirmen Bielinski ve arkadaşlarından- övgü topladı. İlginçtir ki Çar da beğenmişti “Müfettiş”i..! Oyununun sahnelenmesinden kısa bir süre sonra Rusya’dan ayrılan Gogol Roma’ya yerleşti. Buradan yazdığı yazılarında giderek muhafazakar bir tavır takınması Rusya’daki arkadaşları ile arasının açılmasına yol açtı ve zaten hassas bir dengede duran iç dünyasını iyice alt üst etti. 1852 yılında geçirdiği bir sinir krizi ile en büyük eseri “Ölü Canlar”ı yaktı, odasına kapandı ve bir kaç gün içerisinde öldü. Neyse ki, metnin ilk bölümü uşağı tarafından kurtarılmıştı.  


Chagall'ın "Ölü Canlar" Gravürleri
Chagall 1887-1985
 
Chagall'ın, Rus edebiyatının önde gelen yazarlarından Nikolay Gogol'un Ölü Canlar'ını resimlediği 96 adet aside yedirme baskı Vollard için gerçekleştirdiği üç projeden ilkiydi. Siparişini 1923 te aldığı ve 1927 ye kadar üzerinde çalıştığı bu seri, ancak 1948 de, Tériade tarafından yayımlanabildi.

Chagall, baskılarında belirli sahneleri resimlememiş; daha çok, öyküye eşlik eden resimler yapmıştır. Bu yüzden, kitaptaki baskıların başlığı yoktur. Chagall'ın dizisindeki bütün karakterler, romandaki abartılı betimlemelere uygun olarak, gerçek yaşamdaki kişilerden biraz daha abartılıdır. İlginç bir nokta, Gogol ile Chagall'ı birleştiren ortak yazgıdır: İkisi de, yurt özlemi çeken ve yurtlarını yapıtlarında betimleyen Rus sanatçılarıydı; Ölü Canlarüzerinde çalışırken yazar da illüstratör de Rusya'da değildi.

Absürd yergi aracılığıyla toplumsal bir eleştiri niteliğindeki Ölü Canlar, Çarlık Rusya'sında toprak sahibinin mülkü olan ve alınıp, satılabilen serfleri konu alır.

Baş karakter Çiçikov, sahip oldukları yaşayan serflerin sayısına göre vergi ödeyen toprak sahiplerinden "ölü canlar"ı satın alarak, onları fazla vergi ödeme yükünden kurtarır. 

Çiçikov'un amacı, ölü canları "mülkü" olarak gösterip, zenginlik, güç ve daha yüksek bir toplumsal konum edinmektir. Yeterince ölü can satın aldıktan sonra, büyük bir çiftliğe çekilir, onları yaşıyormuş gibi göstererek devletten kredi alır, böylece arzuladığı büyük serveti edinir. Ama işler Çiçikov'un umduğu kadar basit değildir ve sonunda elinde kalan tek seçenek, onursuz bir kişi olarak kentten kaçmak olur.


Klasiğinizi nasıl alırdınız!

'Ölü Canlar', 1901'de yapılan Rusça baskısının çizimleriyle birlikte, 1809 doğumlu Gogol'ün 200. yaşı anısına yeniden yayınlandı. Bu basımı özel kılan unsurlardan biri de, çevirinin Melih Cevdet Anday ve Erol Güney imzası taşıması

CEYHAN USANMAZ

Her şey, bundan yalnızca birkaç ay önce, NTV Yayınları’nın Shakespeare’in Macbeth’inden uyarlanan çizgi romanı yayımlamasıyla başladı. Bu ‘çizgi klasik’in göz ardı edilemez bir ilgiyle karşılandığını gören yayıncılar, haklı olarak, yayın programlarına çizgi klasikleri de ‘ekleyiverdiler’. NTV Yayınları seriye Frankenstein, Dava ve Suç ve Ceza ile devam ederken; Everest Yayınları, çizgi romanın hemen yanındaki kulvardan manga’lara, Manga Shakespeare serisine yeni kitaplar ekliyordu. April Yayıncılık da, Poe’nun on iki ve O. Henry’nin on üç hikâyesinin yer aldığı ve her bir hikâyeyi uyarlayan ve çizenlerin farklı imzalar olduğu iki kitapla, çizgilerle ‘canlanmış’ klasiklere daha da ‘hareketlilik’ kazandırmış oldu.

Rodeo Yayıncılık’tan Murat Mıhçıoğlu’nun şu cümlelerle dikkat çektiğine benzer bir ‘tasnif problemi’ yaşanmamışsa eğer, kitapçıların çizgi roman rafları önündeki kalabalığın arttığı ve ‘göz atma’ süresinin son zamanlarda daha bir uzadığı aşikâr: “Geride bıraktığımız ayın çok satanlar listelerinde, enterasan bir durumla karşılaştık. Yazarı Shakespeare olarak görünen bir kitap ‘edebiyat dışı’ kategorisinde başı çekiyordu. İngiliz Dili ve Edebiyatı öğrencileri bu tasniften hareketle öğretim kadrolarına soğuk şakalar yapabileceği gibi, bir kısım kitapçı personeli de ikilemde kalabilir. Şaşırtıcı tasnifin, elbette ki makul bir gerekçesi var. Yine de, bir nüans, akıl karışıklığına engel olabilirdi... Listeleri hazırlayanların değil, bizzat yayıncının gözetmesi gereken türden, sunuma dair bir nüans!” (Bir Tasnif Problemi, Virgül, sayı 130, Eylül-Ekim 2009) Mıhçıoğlu yazısını, İngilizcedeki karşılığının aksine Türkçedeki çizgi roman tabirinin türü daha doğru kuşattığını belirtip, bunu ‘çizgi edebiyat’ şeklinde genişletme önerisinde bulunarak noktalıyordu.

Ancak bu süreçte, klasik kavramının edebiyata özgü olmadığını hatırlatan yayınevleri de vardı. Bunlardan biri, Marx’ın Kapital’inden uyarlanan Kapital Manga’yı ve Çizgilerle Komünist Manifesto’yu çıkaran Yordam Kitap olurken; diğeri de, yayımladığı Türlerin Kökeni’nin resimli uyarlamasını “adeta bir çizgi roman tadında” diye tanıtan Versus Kitap’tı. Burada, Agora Kitaplığı’nın bastığı Che’nin biyografik çizgi romanını da anmalıyız.

Kafa karıştırır Kafka!

Çizgi klasiklerin sunumuna dair bir başka eleştiri de, Kafka’ya olan ‘yakınlığını’, Kafkaesk atmosferi romanlarına başarıyla yansıtmasıyla açıkça anlayabildiğimiz yazar Hakan Bıçakcı’dan geldi: “Özünde kafa karıştırıcı bir deneyimdir Kafka okumak. Anlatılanlar neden-sonuç ilişkisinden bağımsızdır ve bu nedenle olan biteni zihninde resmetmekte zorlanır okur. Tabii bu zorlanma ve kafa karışıklığı Kafka’yı Kafka yapan özelliklerdir. Ama çizgi roman versiyonunda olan biten çok da güzel resmedilmiş doğal olarak. Mantığa sığmayacak olaylar karelere sığmış. Eserlerin tekinsiz atmosferi çizgi roman karelerinde şirinleşivermiş. Hastalıklı ve tedirgin edici diyaloglar, konuşma balonlarının sevimliliğinin içinde bir güzel evcilleşmiş.” (Aaa, Aşk-ı Memnu’nun Kitabı Çıkmış..., Haber Türk Kitap, 30 Ekim 2009)
Bıçakcı’nın eleştirisinin temelinde, Dava’nın çizgi romanının ‘ilk okuma için hatalı bir deneyim, yanlış bir tanışma olacağı’ düşüncesi yatıyordu; hatırlanacaktır, çizgi klasikler ‘klasik okumayan kalmasın’a benzer bir sloganla sunulmuş ve kitapların gördüğü yoğun ilgi karşısında ‘klasikler az okunuyor’ tezinin çürüdüğü iddia edilmişti. Bıçakcı’yı destekler mahiyette, bu durum biraz da, bir romandan uyarlanan filmi izleyen bir kişinin kendini söz konusu romanı da okumuş olduğuna inandırmasına benzetebiliriz. Birbirlerine yakın gibi görünüyorlarsa da, sonuçta farklı disiplinlerden bahsediyoruz. Bütün bunlara karşın, yayımlanan ve yayımlanmaya devam eden bu kitapları yok saymak mümkün değil elbette. Kitap dünyamızdaki birer ‘zenginlik’ olarak kabullenilebilir ya da yayınevleri ve okurlardaki bu heyecan dalgasının başka kıyılara da vurması beklenebilir; çizgi ile edebiyatın bir araya geldiği başka bir kıyıya, örneğin resimli baskılara...

Kimi Rus klasiklerinin, zamanında yazarlarının da görüşleri alınarak, resimli baskılarının yapıldığı bilinir. Karakterleri iyi okumuş, romanın bütününe hâkim ressamların, sanatçıların elinden çıkmış çizimlerin, desenlerin yer aldığı resimli baskılar, ‘orijinal metinlere’ de uzun zamandır beklenen ilgiyi çekebilir pekâlâ. Geçen haftalarda Everest Yayınları’ndan çıkan, Gogol’ün Ölü Canlar’ı gibi... Romanın, 1901’de yapılan Rusça baskısının çizimleriyle birlikte sunulmasının ardında, yukarıdaki sebep de etkili oldu mu bilemiyoruz; ama anlaşılan o ki asıl amaç, 1809 doğumlu Gogol’ün 200. yaşı anısına özel bir basım hazırlamak.

‘Türkçeye kazandırma’

Romandaki resimler için ilk kez 1901 yılında, yayıncı A.F. Marks’ın hazırlattığı resimli baskıdan yararlanılmış. Söz konusu resimli baskıda yer alan birçok ressam arasından da ağırlıklı olarak Dalkeviç, Kozaçinski ve Samokiş-Sudovskaya’nın çizimlerine yer verilmiş. Bu bilgileri, kitabı yayına hazırlayan Sabri Gürses’in yazısından aktarıyoruz, ancak romanın başındaki yazılar bununla sınırlı değil. İki önemli ismin; Andrey Belıy’ın, romanın teknik yöntemine ve Bahtin’in, romandaki halk gülmece kültürü öğelerine dair yazılarını da okumak mümkün. Önsöz’deki cümleler ise, romanın çevirmenlerinden Melih Cevdet Anday’ın kaleminden... Bu basımı özel kılan unsurlardan biri de, hiç kuşkusuz, çevirinin Melih Cevdet Anday ve Erol Güney imzası taşıması. Romanın isminden başlayarak, tam anlamıyla bir ‘Türkçeye kazandırma’ olarak nitelendirebileceğimiz bu çeviri, klasiklerle ilgili ortaya atılan başka bir tezi akıllara getiriyor: Farklı yaş dönemlerinde okunan klasiklerin farklı anlamlarına ulaşılacağı söylenir, aynı şeyi sanırım farklı çeviriler için de dile getirebiliriz.


Ölü Canlar’da anlatılanları da, yine yazarına bırakalım. Bir başka ‘okunaklı çeviri’ye önsöz olarak alınan cümleleriyle, Gogol kendi eserini şöyle tanıtıyor: “[B]u kitapta toplumumuzdan bir insan anlatılmaktadır. Yurdumuz Rusya’da arabasıyla dolaşmakta, yüksek tabakadan insanlardan tutun da sıradan insanlara kadar her tür yurttaşımızla karşılaşmaktadır. Daha çok Rus insanının eksik yanlarını, kusurlarını göstermek için anlattım onu, yoksa onun meziyetlerini, erdemlerini göstermek için değil. Çevresindeki insanların hepsini de aynı amaçla, zayıflıklarımızı ve eksik yanlarımızı göstermek için seçtim.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder