Selim
İleri / Zaman
Kitaplar tutkunu bir tanışım Ölü Canlar'ı okumuş,
“İnanılmaz güzellikte bir roman” dedi. Ölü Canlar'ı ben de çok severim. İlk kez
yirmilerimde okumuştum.
Çeşit çeşit baskının, bunalımın sonucu, Gogol'ün Ölü
Canlar'ın ikinci cildini yok etmesi, herhalde birçok okur gibi, beni de çok
üzer. Yaşadıkları ortamlar, kimileyin bir yazarın önünü nasıl kesebiliyor!
Yalnızca ‘kişisel' bir bunalım diyebilir miyiz Gogol'ünkine, toplumsal
karmaşanın adım adım kıstırışını, tüketişini yadsıyabilir miyiz; sanmıyorum,
diyemeyiz, yadsıyamayız.
Gogol maceramı 1990'ların başında Argos dergisinde
yazmıştım. Kitaplarımda yok o yazı; şöyle başlıyordu:
“Şimdi bir rüya gibi geliyor.” Bu, Gogol'ün yapıtlarıyla
örülü bir rüyadır. O zaman da, bugün de, bu yapıtlarda beni altüst eden bir giz
söz konusu.
Melih Cevdet Anday çevirisi Ölü Canlar, kitaplığımın, o
dağınık kitaplığımın iyice görünür bir yerinde. Yıllar önce çatı katında
otururken de öyleydi. Çatı katında yağmur yedi, bu yüzden biraz şişkin. Yeni
basımını Everest'ten aldım ama, eski basımı da saklıyorum. Anılar eski basımda.
Sonra bir başka başyapıt: Portre.
Portre'nin filizî kapağı, Yeditepe Yayınları'nın birkaç
kuşağa edebiyat, dahası resim zevki aşılayan, cep boyu kitaplarından. Hasan Ali
Ediz çevirmiş, bilgilendirici bir önsöz yazmış.
Gogol bugün bambaşka açılardan irdeleniyor, yorumlanıyor
ama, Hasan Ali Ediz'in önsözü de hâlâ ‘taze'…
Ya “Palto”?
Turgenyev'in ve Dostoyevski'nin, hepimiz “Palto”dan çıktık
diyerek, ne düzeyde bir yazarla karşı karşıya olduğumuzu hatırlatmaları, hiç
unutulabilir mi? Gerçi bugünün ‘edebî eser'den âdeta habersiz okurları, geçtim
Turgenyev'i, Dostoyevski okuyorlar mı? Bizim gibi öyle delice Beyaz Geceler,
Öteki, hep delice Budala, Delikanlı, Cinler…
Bana öyle geliyor ki, Gogol, edebiyatı gerçekliğin
görünmeyen yüzüne açıyordu:
“Şimdiyse bilmediğim köylere, artık kayıtsız kayıtsız
yaklaşıyor ve onun bayağı manzarasına ilgisizce bakıyorum. Soğumuş bakışlarıma
artık hiçbir şey hoş ve güldürücü gelmiyor. Eskiden, yüzümde bir canlılık
yaratacak, gülümseme, bitmez tükenmez konuşmalara dalmama yetebilecek şeyler,
şimdi yanımdan geçip gidiyor da, kımıltısız dudaklarım tam bir sessizlik içinde
kalıyor.”
Usul usul sevinçlerin, yazma, yazabilme sevinçlerinin
sönüşü. Gogol'ün yaşadığı dönemde Çarlık Rusyası büyük sarsıntılardan,
çalkantılardan geçmektedir. Sezgisi, duyarlılığı yüksek Gogol bütün bu
kargaşayı birçok kişiden daha yoğun alımlar.
Alabildiğine yalın yazılmış, ama bir o kadar da çetinceviz
öyküsü, “Bir Delinin Hatıra Defteri”, kendi sonunu, Gogol'ün acı sonunu da
neredeyse imlemekte. Bilinci bulanması, puslanması, derken apaçık bilinç
yitimi!
Aslında her yerde Gogol! Dönemlerin kavrayışsız okurları,
bilgiç eleştirmenleri, satıştan ötesini değer ölçütü saymayan ortamı
edebiyatımızda da az kötülüğe yol açmamıştır… Art arda örnekler verebiliriz:
Nahid Sırrı, Asaf Hâlet Çelebi, Sevim Burak, Feyyaz
Kayacan… Her biri kendi edebî anlayışlarında, çabalarında yetkin birer yazarken
ilgi odağı olamamışlar. Sevim Burak'ın derin kırgınlıklarla boğuşmasını
hatırlıyorum. Selçuk Baran'ın yine aynı derin kırgınlıklarla edebiyattan çıkıp
gitmesini…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder