RUSYANIN KÜLTÜREL TARİHİ
Orlando Figes
Orlando Figes
Editörün Notu :
Uçsuz bucaksız, kısır ve acımasız bir coğrafyada, köylüleriyle, asilleriyle, pırıltılı ve renkli folkloruyla, büyük yoksulluklarla, Puşkin. Tolstoy, Gogol, Soljenitsin, Pasternak, Moussorgski, Rimski-Korsakov, Tschaikovsky, Schostakovitch ve daha nicelerini dünyaya armağan eden Rusya'nın 1933 yılında Nobel Edebiyat ödülüne layık görülen yazarı İvan Bounin Rus paradoksunu şu sözcüklerle dile getirir:
Uçsuz bucaksız, kısır ve acımasız bir coğrafyada, köylüleriyle, asilleriyle, pırıltılı ve renkli folkloruyla, büyük yoksulluklarla, Puşkin. Tolstoy, Gogol, Soljenitsin, Pasternak, Moussorgski, Rimski-Korsakov, Tschaikovsky, Schostakovitch ve daha nicelerini dünyaya armağan eden Rusya'nın 1933 yılında Nobel Edebiyat ödülüne layık görülen yazarı İvan Bounin Rus paradoksunu şu sözcüklerle dile getirir:
”Rusya sefalet çektikçe evliyalaşır, bir tür kolektif
Sokrat, dıştan çirkin, içi zengin!”
Orlando Figes Nataşa'nın Dansı'nda Rus kültürünün
kapsamlı bir tarihçesini dile getiriyor.
Yorumlayarak
Özetleyen
Yücel Nural
Yücel Nural
Kaynak:
http://www.dipnotkitap.net/
17 milyon km kare yüz ölçümü ile dünyanın en geniş ülkesi
olan Rusya( yer yüzü topraklarının yüzde onu), son derece haşin coğrafyası, acımasız
iklim koşullarının hüküm sürdüğü,(topraklarının sadece %7,7’si işlenebilir
durumda)bir ülkedir.” Rusya’da yaşayanlar Ruslardır” denir ama durum hiç de o
kadar basit değil! Çünkü Rus, Kazak, Tatar, Nenet, Ukraynalı, Moğol gibi
128 farklı milletin bir arada yaşadığı bir cumhuriyettir Rusya. Rus
uygarlığının beşiği ise IX. yy’da Ukrayna’da Kiev şehridir. IX.-XI. yy’larda
yazılmış belgelerde eski Rusçada “Rous”,Grekçede “Rhos”, Latincede”Ruzzi”,
Arapçada “al-Rus” olarak adlandırılan bu topluluklar Slav kökenliydiler ve
İskandinav’larla karıştılar. Sonraları Baltık popülasyonları ve Volga ve Asya
kavimleri ile karışarak bu günkü çok etnili çok uluslu bir ülke durumuna
geldiler.
Bu uçsuz bucaksız ,kısır ve acımasız coğrafya, köylüleriyle ,asilleriyle, pırıltılı ve renkli folkloruyla, büyük yoksulluklarla, Pouchkine, Tolstoi, Gogol, Soljenitsyne, Pasternak, Moussorgski, Rimski-Korsakov, Tchaikovski, Schostakovitch ve daha nicelerini dünyaya armağan etmiş.!933 yılında Nobel Edebiyat ödülüne layık görülen İvan Bounin Rus paradoksunu şu sözcüklerle dile getirir: ”Rusya sefalet çektikçe evliyalaşır, bir tür kolektif Sokrat, dıştan çirkin, içi zengin!”
Gelelim kitabımıza: Orlando Figes’in 784 sayfalık eseri sabırlı ve çok geniş bir araştırmanın ürünü olarak didaktik kuruluktan uzak tıpkı sürükleyici bir roman gibi keyifle okunacak bir yapıt.
Giriş yazısına Tolstoy’un “Savaş ve Barış”ından “Nataşa’nın dansı” alıntısıyla başlayan yazar, Petersbourg’un Avrupalı kültürüyle yetişmiş aristokrat ve zengin mülk sahibi ailenin kızı olan ve dans olarak Avrupa tipi salonlarda yapılan valslerden başka bir şey bilmeyen Nataşa’nın ,orta Asya menşeli balalayka eşliğinde hiç bilmediği köylü dansını tutkulu bir içtenlikle ve kusursuz sergilemesini betimler. Bu hem Avrupa’dan hem Çok kökenli Rus kültüründen beslenen,eşsiz bir sentez olan: ”Rus ruhu”nun Tolstoy’un gözleri önünde ete ve kemiğe bürünerek varlığını haykırmasıdır.
“Bu romantik sahnede Tolstoy’un bize sorduğu gibi, Rusya gibi bir ülkenin, görünmez yerel duyarlılık ipleriyle bir arada tutulabileceğini mi farz etmeliyiz? Bu soru bizi bu kitabın merkezine götürür. Bu kitap kendisine kültür tarihi demekte ama okuyucunun burada bulacağı kültür unsurları sadece “Savaş ve Barış” gibi büyük eserler değil, Nataşa’nın şalı üzerindeki folklorik işlemeden tutun da, köylü şarkılarının müzikal geleneklerine kadar Bütün sanat eserleri olacak. Üstelik bunlar, sadece birer sanat eseri olarak değil, siyaset ve ideoloji, sosyal gelenek ve inanç, folklor ve din, alışkanlıklar ve gelenekler, bir kültür ve bir yaşam biçimi oluşturan bütün o zihinsel ıvır zıvırla birleşen ulusal bilincin izlenimleri olarak toplandı.”(s.18)
Tolstoy’un 1868’de yazmış olduğu gibi, Rus gelenekleriyle ilgili sanatsal çalışmalar, Avrupai anlamda birer roman değildi. İkonalardan pek de farklı olmayan, fikirlerin test edildiği birer laboratuvar, sembolik düşünmeyi gerektiren büyük birer şiirsel yapıydılar…Ülkenin sanatsal enerjisinin neredeyse tamamı, ülkenin kendi milliyet fikrini yakalama arayışına katılmıştı. Rus sanatçılar, edebiyat ve sanat aracılığı ile ulusal değer ve fikirler topluluğu yaratma görevini üstlenmişlerdi. Fransız aydınlanması ile Rus folklorik kültürünün bütünleşmesi ile özgün bir Rus kültürü yaratmaya çalışıyorlardı. Bu fırsat 1812 Rus-Fransız savaşı ile gerçekleşmeye başladı.
Kesin olan şudur ki Büyük Petro’nun 18. Yy’ da henüz batıdan çok farklı olan Rusyayı Avrupa adetlerine uymak için zorlamasından çok önce de, Kilise gelenekleri, kibar sınıfın ve tüccarların adetleri, serfleri ile geniş toprak sahipleri, imparatorluğun bir birinden uzak yarım milyon köyüne serpilip asırlar boyunca hayatlarında çok az değişiklikle yaşayan milyonlarca köylüsü ile, antik Moskovi, hep vardı. Nesilden nesile aktarılan, kişiliklerin oluşmasına yardım ederek toplulukları birbirine bağlayan bir Rus mizacı, yerel adet ve inanç silselesi, içsel, duygusal, içgüdüsel bir şeyler Rus halkına en karanlık zamanlarda bile ayakta kalabilmeyi sağlamıştı. Bu maneviyat 1917’den sonra Rusyadan kaçanları da birbirine bağlamıştı.
St. Petersburg ile Batıcılar; köylülerin doğal sosyalist olduklarına, ve kurdukları Köy Enstitüleriyle yeni toplum için birer model oluşturacaklarına dair inançları ile Tolstoy vari popülistler; Rusyayı Asya steplerinin “saf” kültürü olarak gören İskitler, insan ve doğanın, sanat ve hayatın bir olduğu yeni bir kültür kuracaklardı. Bu sadece bir ulusal kimlik yorumu değildi. Politik fikirlerin ve bağlılıkların şekillenmesinde; giyim kuşamdan yeme içme kültürüne hatta dile kadar, benlik gelişiminde çok önemli roller oynadı. Geniş bir kültürel hareket olarak Slavcılar belirli bir giyim ve konuşma tarzını, sosyal davranış ve etkileşimde farklı kuralları, mimaride, iç dekorasyonda ,edebiyatta ve sanatta kendi yaklaşımlarını benimsemişlerdi. Bu, hasır ayakkabı, evde dokunmuş palto, sakal ,lahana çorbası, kvas, halk tipi ahşap evler ve parlak renkli soğan kubbeli kiliseler demekti.
Batı imgeleminde Otantik Rusya olarak canlandırılan bu egzotik Rusya miti aslında Diaghilev ve “Ballets Russes” tarafından Avrupaya ihraç edilmiş daha sonra ,Rus Ruhu versiyonları Dostoyevski, Rilke, Thomas Mann, ve Virginia Woolf gibi yazarlar tarafından şekillendirilmiştir. Ruslar ise Batılıların Rusları anlamadığından şikayetçidirler. Rus sanatçılar birey olarak değil bu klişeye ne kadar uyduklarına göre değerlendirildiklerinden üzüntü duyuyorlar.
Bu kitap sanatı, kurguyu, günlükleri, mektupları, anı kitaplarını ve kuralcı edebiyatı kullanarak Rus ulusal kimliğinin yapısını yakalamaya çalışıyor.Okuyucu bu eserde çocukluk, evlilik, dini hayat, yeme içme alışkanlıkları,ölüme karşı tavır gibi, ulusal bilincin anahtarlarının ayırt edilebileceği günlük hayattan bölümler buluyor.
Bu uçsuz bucaksız ,kısır ve acımasız coğrafya, köylüleriyle ,asilleriyle, pırıltılı ve renkli folkloruyla, büyük yoksulluklarla, Pouchkine, Tolstoi, Gogol, Soljenitsyne, Pasternak, Moussorgski, Rimski-Korsakov, Tchaikovski, Schostakovitch ve daha nicelerini dünyaya armağan etmiş.!933 yılında Nobel Edebiyat ödülüne layık görülen İvan Bounin Rus paradoksunu şu sözcüklerle dile getirir: ”Rusya sefalet çektikçe evliyalaşır, bir tür kolektif Sokrat, dıştan çirkin, içi zengin!”
Gelelim kitabımıza: Orlando Figes’in 784 sayfalık eseri sabırlı ve çok geniş bir araştırmanın ürünü olarak didaktik kuruluktan uzak tıpkı sürükleyici bir roman gibi keyifle okunacak bir yapıt.
Giriş yazısına Tolstoy’un “Savaş ve Barış”ından “Nataşa’nın dansı” alıntısıyla başlayan yazar, Petersbourg’un Avrupalı kültürüyle yetişmiş aristokrat ve zengin mülk sahibi ailenin kızı olan ve dans olarak Avrupa tipi salonlarda yapılan valslerden başka bir şey bilmeyen Nataşa’nın ,orta Asya menşeli balalayka eşliğinde hiç bilmediği köylü dansını tutkulu bir içtenlikle ve kusursuz sergilemesini betimler. Bu hem Avrupa’dan hem Çok kökenli Rus kültüründen beslenen,eşsiz bir sentez olan: ”Rus ruhu”nun Tolstoy’un gözleri önünde ete ve kemiğe bürünerek varlığını haykırmasıdır.
“Bu romantik sahnede Tolstoy’un bize sorduğu gibi, Rusya gibi bir ülkenin, görünmez yerel duyarlılık ipleriyle bir arada tutulabileceğini mi farz etmeliyiz? Bu soru bizi bu kitabın merkezine götürür. Bu kitap kendisine kültür tarihi demekte ama okuyucunun burada bulacağı kültür unsurları sadece “Savaş ve Barış” gibi büyük eserler değil, Nataşa’nın şalı üzerindeki folklorik işlemeden tutun da, köylü şarkılarının müzikal geleneklerine kadar Bütün sanat eserleri olacak. Üstelik bunlar, sadece birer sanat eseri olarak değil, siyaset ve ideoloji, sosyal gelenek ve inanç, folklor ve din, alışkanlıklar ve gelenekler, bir kültür ve bir yaşam biçimi oluşturan bütün o zihinsel ıvır zıvırla birleşen ulusal bilincin izlenimleri olarak toplandı.”(s.18)
Tolstoy’un 1868’de yazmış olduğu gibi, Rus gelenekleriyle ilgili sanatsal çalışmalar, Avrupai anlamda birer roman değildi. İkonalardan pek de farklı olmayan, fikirlerin test edildiği birer laboratuvar, sembolik düşünmeyi gerektiren büyük birer şiirsel yapıydılar…Ülkenin sanatsal enerjisinin neredeyse tamamı, ülkenin kendi milliyet fikrini yakalama arayışına katılmıştı. Rus sanatçılar, edebiyat ve sanat aracılığı ile ulusal değer ve fikirler topluluğu yaratma görevini üstlenmişlerdi. Fransız aydınlanması ile Rus folklorik kültürünün bütünleşmesi ile özgün bir Rus kültürü yaratmaya çalışıyorlardı. Bu fırsat 1812 Rus-Fransız savaşı ile gerçekleşmeye başladı.
Kesin olan şudur ki Büyük Petro’nun 18. Yy’ da henüz batıdan çok farklı olan Rusyayı Avrupa adetlerine uymak için zorlamasından çok önce de, Kilise gelenekleri, kibar sınıfın ve tüccarların adetleri, serfleri ile geniş toprak sahipleri, imparatorluğun bir birinden uzak yarım milyon köyüne serpilip asırlar boyunca hayatlarında çok az değişiklikle yaşayan milyonlarca köylüsü ile, antik Moskovi, hep vardı. Nesilden nesile aktarılan, kişiliklerin oluşmasına yardım ederek toplulukları birbirine bağlayan bir Rus mizacı, yerel adet ve inanç silselesi, içsel, duygusal, içgüdüsel bir şeyler Rus halkına en karanlık zamanlarda bile ayakta kalabilmeyi sağlamıştı. Bu maneviyat 1917’den sonra Rusyadan kaçanları da birbirine bağlamıştı.
St. Petersburg ile Batıcılar; köylülerin doğal sosyalist olduklarına, ve kurdukları Köy Enstitüleriyle yeni toplum için birer model oluşturacaklarına dair inançları ile Tolstoy vari popülistler; Rusyayı Asya steplerinin “saf” kültürü olarak gören İskitler, insan ve doğanın, sanat ve hayatın bir olduğu yeni bir kültür kuracaklardı. Bu sadece bir ulusal kimlik yorumu değildi. Politik fikirlerin ve bağlılıkların şekillenmesinde; giyim kuşamdan yeme içme kültürüne hatta dile kadar, benlik gelişiminde çok önemli roller oynadı. Geniş bir kültürel hareket olarak Slavcılar belirli bir giyim ve konuşma tarzını, sosyal davranış ve etkileşimde farklı kuralları, mimaride, iç dekorasyonda ,edebiyatta ve sanatta kendi yaklaşımlarını benimsemişlerdi. Bu, hasır ayakkabı, evde dokunmuş palto, sakal ,lahana çorbası, kvas, halk tipi ahşap evler ve parlak renkli soğan kubbeli kiliseler demekti.
Batı imgeleminde Otantik Rusya olarak canlandırılan bu egzotik Rusya miti aslında Diaghilev ve “Ballets Russes” tarafından Avrupaya ihraç edilmiş daha sonra ,Rus Ruhu versiyonları Dostoyevski, Rilke, Thomas Mann, ve Virginia Woolf gibi yazarlar tarafından şekillendirilmiştir. Ruslar ise Batılıların Rusları anlamadığından şikayetçidirler. Rus sanatçılar birey olarak değil bu klişeye ne kadar uyduklarına göre değerlendirildiklerinden üzüntü duyuyorlar.
Bu kitap sanatı, kurguyu, günlükleri, mektupları, anı kitaplarını ve kuralcı edebiyatı kullanarak Rus ulusal kimliğinin yapısını yakalamaya çalışıyor.Okuyucu bu eserde çocukluk, evlilik, dini hayat, yeme içme alışkanlıkları,ölüme karşı tavır gibi, ulusal bilincin anahtarlarının ayırt edilebileceği günlük hayattan bölümler buluyor.
BİRİNCİ
BÖLÜM : AVRUPALI RUSYA
“1703 yılının sisli bir sabahında ,bir düzine kadar atlı
Neva nehrinin Baltık denizine döküldüğü kasvetli ve kıraç bataklık arazide
ilerliyordu.”(s.30)cümlesi ile sürükleyici bir roman üslubu ile başlayan kitap
ayni sade ve ilgi çekici akıcılığını sonuna kadar sürdürüyor. O tarihte
İsveç’le savaş halinde oldukları için,başlarında Çar Petro olan bu
askerler,düşmana karşı bir kale inşa edecekleri bir yer arıyorlardı.İki parça
turbayı haç şeklinde birleştirip bataklık toprağa saplayan Çar,”şehir burada
olacak” dedi.Buranın yegane sakinleri ayılar ve kurtlardı. Petro’nun askerleri
bu vahşi bataklıkta temel tutturabilecekleri pek az alanı elleri ile kazarak
,kalas ve taşları taşıyarak, iş gücünün yarısının öldüğü, dört aylık hırslı bir
çalışmanın ardından Peter ve Paul Kilisesini inşa ettiler.İsveç zaferinin
ardından Rusya kıyılarının güvenliği sağlanmış,St.Petersburg, peri
masallarındaki sihirli şehir gibi akıl almaz bir hızla büyümeye başlamıştı.Kısa
sürede efsanevi bir yer haline geldi.İthal taşlarla deniz üzerine inşa edilen
Petersburg, doğaya meydan okuyordu.1754 yılında ,günümüzde Kış Sarayı olarak
bilinen sarayın temellerinin atıldığı zemin,elli yıl önceki zeminden üç metre
daha yüksekti. Avrupa mimari tarzında geniş bir alanda, bir dizi prensibe uygun
olarak ,elli yıl içinde tamamlanmıştı.
Fakat St.Petersburg bir şehirden çok daha fazlaydı.Rus insanını Avrupalı olarak yeniden yapılandıracak,geniş ve neredeyse ütopik bir kültürel mühendislik projesiydi.Petrsburg’lu olmak,Moskova adetlerini bırakıp Avrupalı bir Rus olarak aydınlanmanın modern batı dünyasına girmek demekti.Moskovi, Bizans’a kadar uzanan doğu kilisesinin ruhani geleneklerinin içindeydi Orta Avrupa’nın Ortaçağ kültürünü anımsatıyordu.Ama tarihi ve kültürel olarak Avrupa’dan soyutlanmıştı.Orta Avrupanın aksine Moskovi ,Rönesans ve Reform hareketlerinin etkisine maruz kalmamıştı.Denizcilik keşiflerinde, bilimsel devrimlerde de yer almamıştı.Büyük şehirleri, gerçek kasabalısı,orta sınıfı, üniversite ve devlet okulları yoktu.Kilisenin hakimiyeti sanatın gelişmesini önledi. Sanat olarak ,dini yaşam tarzının odak noktası olan ikonlar vardı.Bu düz ve çirkin tasvirleri Rus sarayının İngiliz doktoru “yaldızlı kurabiyelere” benzetmişti. Müzik ise ilahilerle sınırlıydı.Cadı avları yaygındı.Yabancı kafirler Kızıl Meydanda halkın gözü önünde yakılıyordu.
Petro batı giysileri giyiyor, tıraş oluyor,Büyük Perhizde et yiyor, ve gerici tutuculardan nefret ediyordu.Çar zor kullanarak da olsa başkenti Avrupalılar gibi yaşayan bir kent yapmaya kararlıydı.İmparatorluk şehrinin 19.yy’da imajı sistematik düzenlemelerle değişiyordu.Ama bu modern ve Avrupalı imajının altında eki Rusya hala görünüyoru.
Çar Petrsburg Civarındaki geniş arazileri savaşta yararlık gösteren kumandanlara Avrupa tarzı saraylar ve malikhaneler inşa etmek üzere veriyordu.Moskovi asilleri olan Boyar’ların sonuncusu,Ama Rusyanın tarihinde önemli yer işgal edecek olan İsveç savaşı gazisi Boris Şeremetevo Rusyanın ilk atanmış kontu oldu. Bu Petro’nun Avrupadan ithal ettiği bir ünvandı.
17.yy’a kadar Boyarların yaşamları ve kültürleri Avrupalı soyluların çok gerisindeydi.Rus soylusu Hükümdarın hizmetkarıydı ve serfleri ve hayvanlarıyla birlikte çok ilkel şartlarda yaşam sürerdi.Petro’nun reformlarıyla soyluluk bir makam ,sarayı ise Avrupa yaşam tarzının hüküm sürdüğü bir uygarlık arenasına döndü. Petro’nun yeni aristokrasisi, tamamen devlet ve askeri hizmetteki pozisyona göre tanımlanıyordu.Soylu statüsü bir rütbe tablosuna göre düzenleniyordu.Gogol’un okuyucularının bileceği gibi,Rus soylusu rütbeyi takıntı haline getirmişti.Her rütbenin kendine ait soylu bir ünvanı, bir hitap şekli, gösterişli üniforması vardı.Petersburg’da sıkça yapılan balo ve etkinliklerde herkes rütbe ve statüsüne uygun olarak davranmak durumundaydı.
Müsriflik Rus aristokrasisinin tuhaf bir zayıflığıydı.İthal sanat eserleri ve mobilyalar,görkemli saray ,cömert balo ve ziyafetler rütbe ve statü saraydan iltimas ve terfi almak çok önemliydi.Soylu evlerinde yüzlerce hizmetkar bulundurulurdu.Şeremetovaların sadece Fıskiyeli Ev’inde 340 hizmetli vardı.Yemek saatlerinde evin kapısını açık bırakmak soyluların misafirperverlik anlayışının bir koşuluydu.”Şeremetovların hesabından” deyimi Rus dilinde ,”bedava” anlamında girmiştir.
Müzik ve tiyatro soyluların saraylarında serf sanatkarlar tarafından sunuluyordu.Rusya’da tiyatroyu Katerina belirlemişti.Tiyatronun aydınlatıcı olması fikrine de ilk o yaklaşmıştı.İlk başlarda soyluların tiyatrolarında İtalyan sanatçılar operalar sahneliyordu,Büyük Katerin’nın saray operası Avrupa’nın en iyileri arasındaydı.Daha sonraları Avrupadan hocalar getirtilip serf müzisyenler ve operacıları yetiştirildi.
Bu çift kimlik Rusya’nın ikilemiydi.Dış görünüşü ve davranışları ile Avrupalıydı; özel hayatında Rus’tu evinde,geleneksel adetlerine,alışkanlıklarına,Rus sobalarına,halılarına,mobilyalarına yer ayırdığı daha samimi,evcimen bir Rus alanı bulundururdu. Rus banyosu her varlıklı evde bulunur ve haftada en az üç kez banyo yapılırdı.Düğün arifesinde ve bayramlarda temizlik ve banyo ritüelleri yapılırdı.
Ulusal edebiyatın yokluğu 19.yy.’ın başlarında genç Rus aydınlarını üzüyordu.Rus okuyucu kitlesi çok küçüktü,yazın alanına kilise hakimdi. Ama en büyük engel edebi dilin geri kalmış olmasıydı.Aydın kesimin kullandığı dil Rus köylüsü için anlaşılması zor ve kitabi idi.Şairlerin düşünce ve duygularını iletebilecek soyut sözcükler Rusça’da yoktu.Yazarlar zorunlu olarak Fransızca’dan sözcükler kullanıyorlardi.Puşkin ve Tolstoy gibi edebiyatçılar bu durumu eserlerinde çokça hicvetmişlerdir. Körükörüne yabancı taklitçiliği tiyatro ,opera ve romanlarda alay konusu edilirdi.Ama,kozmopolit eğitimi Rusluklarını kaybetmeden hazmeden öncüler de vardı.Puşkin, Tolstoy, Turgenyef, Çaykovski, Diaghilev, ve Ştravinski bunlardan birkaçıdır.Eğitimli gözler Avrupa’ya kendi Rus’luklarını tanımlamak için bakıyorlardı.”Eğer Rusya Avrupanın bir parçası olmayacaksa ,o halde farklı olmaktan daha fazla gurur duymalı”,Ulusalcı mitolojinin “Rus Ruhu”, Batının maddesel başarılarından daha değerli olan yüksek ahlakla ödüllendirilmeliydi.Ayrıca dünyayı kurtarmak gibi Hristiyanlık görevi de vardı.
Fakat St.Petersburg bir şehirden çok daha fazlaydı.Rus insanını Avrupalı olarak yeniden yapılandıracak,geniş ve neredeyse ütopik bir kültürel mühendislik projesiydi.Petrsburg’lu olmak,Moskova adetlerini bırakıp Avrupalı bir Rus olarak aydınlanmanın modern batı dünyasına girmek demekti.Moskovi, Bizans’a kadar uzanan doğu kilisesinin ruhani geleneklerinin içindeydi Orta Avrupa’nın Ortaçağ kültürünü anımsatıyordu.Ama tarihi ve kültürel olarak Avrupa’dan soyutlanmıştı.Orta Avrupanın aksine Moskovi ,Rönesans ve Reform hareketlerinin etkisine maruz kalmamıştı.Denizcilik keşiflerinde, bilimsel devrimlerde de yer almamıştı.Büyük şehirleri, gerçek kasabalısı,orta sınıfı, üniversite ve devlet okulları yoktu.Kilisenin hakimiyeti sanatın gelişmesini önledi. Sanat olarak ,dini yaşam tarzının odak noktası olan ikonlar vardı.Bu düz ve çirkin tasvirleri Rus sarayının İngiliz doktoru “yaldızlı kurabiyelere” benzetmişti. Müzik ise ilahilerle sınırlıydı.Cadı avları yaygındı.Yabancı kafirler Kızıl Meydanda halkın gözü önünde yakılıyordu.
Petro batı giysileri giyiyor, tıraş oluyor,Büyük Perhizde et yiyor, ve gerici tutuculardan nefret ediyordu.Çar zor kullanarak da olsa başkenti Avrupalılar gibi yaşayan bir kent yapmaya kararlıydı.İmparatorluk şehrinin 19.yy’da imajı sistematik düzenlemelerle değişiyordu.Ama bu modern ve Avrupalı imajının altında eki Rusya hala görünüyoru.
Çar Petrsburg Civarındaki geniş arazileri savaşta yararlık gösteren kumandanlara Avrupa tarzı saraylar ve malikhaneler inşa etmek üzere veriyordu.Moskovi asilleri olan Boyar’ların sonuncusu,Ama Rusyanın tarihinde önemli yer işgal edecek olan İsveç savaşı gazisi Boris Şeremetevo Rusyanın ilk atanmış kontu oldu. Bu Petro’nun Avrupadan ithal ettiği bir ünvandı.
17.yy’a kadar Boyarların yaşamları ve kültürleri Avrupalı soyluların çok gerisindeydi.Rus soylusu Hükümdarın hizmetkarıydı ve serfleri ve hayvanlarıyla birlikte çok ilkel şartlarda yaşam sürerdi.Petro’nun reformlarıyla soyluluk bir makam ,sarayı ise Avrupa yaşam tarzının hüküm sürdüğü bir uygarlık arenasına döndü. Petro’nun yeni aristokrasisi, tamamen devlet ve askeri hizmetteki pozisyona göre tanımlanıyordu.Soylu statüsü bir rütbe tablosuna göre düzenleniyordu.Gogol’un okuyucularının bileceği gibi,Rus soylusu rütbeyi takıntı haline getirmişti.Her rütbenin kendine ait soylu bir ünvanı, bir hitap şekli, gösterişli üniforması vardı.Petersburg’da sıkça yapılan balo ve etkinliklerde herkes rütbe ve statüsüne uygun olarak davranmak durumundaydı.
Müsriflik Rus aristokrasisinin tuhaf bir zayıflığıydı.İthal sanat eserleri ve mobilyalar,görkemli saray ,cömert balo ve ziyafetler rütbe ve statü saraydan iltimas ve terfi almak çok önemliydi.Soylu evlerinde yüzlerce hizmetkar bulundurulurdu.Şeremetovaların sadece Fıskiyeli Ev’inde 340 hizmetli vardı.Yemek saatlerinde evin kapısını açık bırakmak soyluların misafirperverlik anlayışının bir koşuluydu.”Şeremetovların hesabından” deyimi Rus dilinde ,”bedava” anlamında girmiştir.
Müzik ve tiyatro soyluların saraylarında serf sanatkarlar tarafından sunuluyordu.Rusya’da tiyatroyu Katerina belirlemişti.Tiyatronun aydınlatıcı olması fikrine de ilk o yaklaşmıştı.İlk başlarda soyluların tiyatrolarında İtalyan sanatçılar operalar sahneliyordu,Büyük Katerin’nın saray operası Avrupa’nın en iyileri arasındaydı.Daha sonraları Avrupadan hocalar getirtilip serf müzisyenler ve operacıları yetiştirildi.
Bu çift kimlik Rusya’nın ikilemiydi.Dış görünüşü ve davranışları ile Avrupalıydı; özel hayatında Rus’tu evinde,geleneksel adetlerine,alışkanlıklarına,Rus sobalarına,halılarına,mobilyalarına yer ayırdığı daha samimi,evcimen bir Rus alanı bulundururdu. Rus banyosu her varlıklı evde bulunur ve haftada en az üç kez banyo yapılırdı.Düğün arifesinde ve bayramlarda temizlik ve banyo ritüelleri yapılırdı.
Ulusal edebiyatın yokluğu 19.yy.’ın başlarında genç Rus aydınlarını üzüyordu.Rus okuyucu kitlesi çok küçüktü,yazın alanına kilise hakimdi. Ama en büyük engel edebi dilin geri kalmış olmasıydı.Aydın kesimin kullandığı dil Rus köylüsü için anlaşılması zor ve kitabi idi.Şairlerin düşünce ve duygularını iletebilecek soyut sözcükler Rusça’da yoktu.Yazarlar zorunlu olarak Fransızca’dan sözcükler kullanıyorlardi.Puşkin ve Tolstoy gibi edebiyatçılar bu durumu eserlerinde çokça hicvetmişlerdir. Körükörüne yabancı taklitçiliği tiyatro ,opera ve romanlarda alay konusu edilirdi.Ama,kozmopolit eğitimi Rusluklarını kaybetmeden hazmeden öncüler de vardı.Puşkin, Tolstoy, Turgenyef, Çaykovski, Diaghilev, ve Ştravinski bunlardan birkaçıdır.Eğitimli gözler Avrupa’ya kendi Rus’luklarını tanımlamak için bakıyorlardı.”Eğer Rusya Avrupanın bir parçası olmayacaksa ,o halde farklı olmaktan daha fazla gurur duymalı”,Ulusalcı mitolojinin “Rus Ruhu”, Batının maddesel başarılarından daha değerli olan yüksek ahlakla ödüllendirilmeliydi.Ayrıca dünyayı kurtarmak gibi Hristiyanlık görevi de vardı.
İKİNCİ
BÖLÜM- 1812 ÇOCUKLARI
1812’de Napolyon’un Rusyayı işgalinde Rus askeri ve Rus
köylüsü büyük özveri ve kahramanlık göstermiş fakat soylu sınıfı için prens
Volkonski “…Bu sınıfa ait olmaktan utanıyorum, şimdiye kadar sadece konuştular,”
demişti. Volkonski gibi prensler için gerçek vatanseverlerin köylüler olduğunu
görmek şoke edici olmalıydı. Ama onun gibi bazı aydınlar için bu, ulusun
serflerinin geleceğin vatandaşları olacağı umudunu müjdeliyordu. Bu liberal
soylular 1825’te “halkın davası “ için Dekabrist Ayaklanma olarak bilinecek
hareketi gerçekleştirdiler. Bu 1812 çocuklarına ‘Dekabristler’ dendi.
Volkonski ailesi Rusya’nın en eski soylu ailelerindendi. Sergei Volkonski İmparatorluk ailesinin bir parçası gibi büyümüştü. Sonradan çar I. Nicholas olan Grand Dük Nicholas çocukken oyuncak askerlerle oynarlardı. Yirmi yıl sonra ise Çar çocukluk arkadaşını Sibiryaya göndermişti.
Volkonski savaşta birçok başarılar göstermiş, yaralanmış, bu arada birçok subay gibi köylülerin manevi değerini fark etmişti. Savaştan sonra bu demokrat ruhlu subaylar topraklarına, serflerine karşı duydukları yeni bir sorumluluk hissiyle döndüler ve radikal fikirlerini yaymaya başladılar. Avrupa eğitimleri, Rusya’nın geri kalmışlığını görmelerine, Avrupa’nın özgürlükçü prensiplerine odaklanmalarına yardımcı olmuştu. Kılık kıyafetleri davranışları ve dilleri artık Avrupalı taklidi gibi değil Rus gibiydi. Puşkin’in 1821’de yazdığı şiir bunu güzel anlatır:
Volkonski ailesi Rusya’nın en eski soylu ailelerindendi. Sergei Volkonski İmparatorluk ailesinin bir parçası gibi büyümüştü. Sonradan çar I. Nicholas olan Grand Dük Nicholas çocukken oyuncak askerlerle oynarlardı. Yirmi yıl sonra ise Çar çocukluk arkadaşını Sibiryaya göndermişti.
Volkonski savaşta birçok başarılar göstermiş, yaralanmış, bu arada birçok subay gibi köylülerin manevi değerini fark etmişti. Savaştan sonra bu demokrat ruhlu subaylar topraklarına, serflerine karşı duydukları yeni bir sorumluluk hissiyle döndüler ve radikal fikirlerini yaymaya başladılar. Avrupa eğitimleri, Rusya’nın geri kalmışlığını görmelerine, Avrupa’nın özgürlükçü prensiplerine odaklanmalarına yardımcı olmuştu. Kılık kıyafetleri davranışları ve dilleri artık Avrupalı taklidi gibi değil Rus gibiydi. Puşkin’in 1821’de yazdığı şiir bunu güzel anlatır:
Modaya uygun çevre artık moda değil
Bildiğin gibi, canım ,artık hepimiz özgürüz.
Toplumdan uzak durup bayanlarla haşır neşir olmuyoruz,
Onları yaşlı adamların insafına bıraktık,
On sekizinci yüzyılın yaşlı çocuklarına.
Bildiğin gibi, canım ,artık hepimiz özgürüz.
Toplumdan uzak durup bayanlarla haşır neşir olmuyoruz,
Onları yaşlı adamların insafına bıraktık,
On sekizinci yüzyılın yaşlı çocuklarına.
On dokuzuncu yüzyılın başlarında kitap ve resim pazarının
büyümesiyle bağımsız yazar ve ressamların yaşaması, pek kolay olmasa da mümkün
olabildi.Puşkin yazarlığı bir ticaret olarak yapan ilk soylulardandı. Müzik bir
soylu için uygun görülmeyen mesleklerdendi. Rimski –Korsakov , müzikten uzak
olması için deniz kuvvetlerine, Musorgski, harp okuluna, Çaykovski hukuka
gönderilmişti.
Dekabrist çevrelerde arkadaşlık kültü gelişti, çılgın gece alemlerinde kendi Rusluklarını yaşıyorlardı. Puşkin’e göre arkadaşlığın bağışlatıcı bir yanı vardı:
Dekabrist çevrelerde arkadaşlık kültü gelişti, çılgın gece alemlerinde kendi Rusluklarını yaşıyorlardı. Puşkin’e göre arkadaşlığın bağışlatıcı bir yanı vardı:
İnsan arkadaşlıkla yaşar
Şiirle ve kağıtla, Plato’yla ve şarapla
Eğlenceli şakalarımızın narin örtüsünün altında saklanır
Soylu bir kalp ve akıl.
Şiirle ve kağıtla, Plato’yla ve şarapla
Eğlenceli şakalarımızın narin örtüsünün altında saklanır
Soylu bir kalp ve akıl.
Bu kült zamanla Rus aydın kesiminin siyasi hayatında çok
önemli olacak kolektif bir külte dönüştü.Bu duyarlık,1812’de Napolyon’a karşı
kazanılan savaşta alayda biçimlendi.Tolstoy,”Savaş ve Barış”ta bu askerlik
coşkusunu betimler.
Bu akımlar sonunda aydınların desteklediği ve Çar kuvvetlerinin çok kanlı bir şekilde bastırdığı köylü isyanını görüyoruz.Bu baş kaldırıda Volkonski önemli rol oynuyor, ayni zamanda kitapta şiirsel betimlemeyle anlatılan, çok romantik bir aşk yaşıyor.Olaylar büyüyor,Dekabristler anayasal bir düzen için savaşırlarken köylüler anayasayı (Constitution),Constantin’in karısı zannediyor.Volkonski sevgilisiyle evlendikten kısa bir süre sonra bütün ünvanları elinden alınarak yirmi yıl süreyle Sibirya’ya sürülüyor.Maria’nın kocasını takip ederek onun yanına yerleşmesinden sonra Volkonski ailesinin yirmi yıl süren yoksulluklarla dolu sürgün yaşantısı ,o çalkantılı Rus tarihi çerçevesinde sürükleyici bir tatla anlatılıyor.
Rus soylu aileler çocuklarını anne babaya çok mesafeli yetiştirirlerdi.Çocuk doğar doğmaz bir sütanneye verilir ,daha sonra yabancı, tercihan Fransız dadılar tarafından adeta birer yetişkin gibi eğitilirlerdi. Müzik, dans yabancı diller öğretilir ,toplum içinde hanımefendi gibi davranmaları beklenirdi.Erkek çocuklar askeri bilgiler alırlardı.Soylu Rus çocuğu günlerini serfler ve hizmetkarlar arasında geçirirdi.Onlara kendilerini daha yakın hissederlerdi.Soylu çocuğun kalbine en yakın kişi dadıydı.”Yevgeni Onegin”den,”Boris Godunov”a kadar sayısız sanat eserinde bu sevgi işlenmiştir.
1812 yılından sonra Rusyanın kendi kadim tarihine ilgisi arttı.Karamzin’in ilk Rus tarih kitabı özenli bilgiyi ,bir romancının anlatım teknikleriyle birleştiriyordu.Korkunç İvan’dan,’Boris Godunov’a kadar orta çağ çarları ,trajik figürler haline gelip,onun sayfalarından Musorgski ve Rimski –Korsakov’un operalarıyla sahneye yürüdüler. Bu bir keşifti, Karamzin antik Rusyayı keşfetmişti. Ondan önce Rusya, “zamanın dışında ,geçmişi ya da geleceği olmadan”, dünya tarihinde hiçbir rol almadan duruyordu. Roma mirası, Batı Kilisesinin medeniyeti, Rönesans, Rusyanın yanından gelip geçmişti ve şimdi ,1825’ten sonra ülke “kültürel bir boşluğa düşmüş”, “insanlık ailesinden koparılmış bir öksüze indirgenmişti. ”Ruslar kendi ülkelerinde göçebeydiler, kendilerine yabancıydılar.
Fransız Devriminin dehşeti Slavcı’ları, Aydınlanma evrensel kültürünü reddetmeye, ve Rusya’yı Batı’dan ayıran, kendine özgü geleneklere vurgu yapmaya yöneltti. Bir çok aydın Rus kültürünün Batı’dan farklı yanlarında erdem bulmaya başladı ve bir çok soylu Rus Ruhu’nu bulmak için köylere gittiler.
Bu eğilimlere karşı Dekabristler Rus insanının asi ve özgürlük aşığı ruhunu vurguluyor ve sıradan insanın her zaman tarihin gizli gücü olduğuna inanıyorlardı, demokratik Rus tarihi eğilimini benimsiyorlardı.
Bu akımlar sonunda aydınların desteklediği ve Çar kuvvetlerinin çok kanlı bir şekilde bastırdığı köylü isyanını görüyoruz.Bu baş kaldırıda Volkonski önemli rol oynuyor, ayni zamanda kitapta şiirsel betimlemeyle anlatılan, çok romantik bir aşk yaşıyor.Olaylar büyüyor,Dekabristler anayasal bir düzen için savaşırlarken köylüler anayasayı (Constitution),Constantin’in karısı zannediyor.Volkonski sevgilisiyle evlendikten kısa bir süre sonra bütün ünvanları elinden alınarak yirmi yıl süreyle Sibirya’ya sürülüyor.Maria’nın kocasını takip ederek onun yanına yerleşmesinden sonra Volkonski ailesinin yirmi yıl süren yoksulluklarla dolu sürgün yaşantısı ,o çalkantılı Rus tarihi çerçevesinde sürükleyici bir tatla anlatılıyor.
Rus soylu aileler çocuklarını anne babaya çok mesafeli yetiştirirlerdi.Çocuk doğar doğmaz bir sütanneye verilir ,daha sonra yabancı, tercihan Fransız dadılar tarafından adeta birer yetişkin gibi eğitilirlerdi. Müzik, dans yabancı diller öğretilir ,toplum içinde hanımefendi gibi davranmaları beklenirdi.Erkek çocuklar askeri bilgiler alırlardı.Soylu Rus çocuğu günlerini serfler ve hizmetkarlar arasında geçirirdi.Onlara kendilerini daha yakın hissederlerdi.Soylu çocuğun kalbine en yakın kişi dadıydı.”Yevgeni Onegin”den,”Boris Godunov”a kadar sayısız sanat eserinde bu sevgi işlenmiştir.
1812 yılından sonra Rusyanın kendi kadim tarihine ilgisi arttı.Karamzin’in ilk Rus tarih kitabı özenli bilgiyi ,bir romancının anlatım teknikleriyle birleştiriyordu.Korkunç İvan’dan,’Boris Godunov’a kadar orta çağ çarları ,trajik figürler haline gelip,onun sayfalarından Musorgski ve Rimski –Korsakov’un operalarıyla sahneye yürüdüler. Bu bir keşifti, Karamzin antik Rusyayı keşfetmişti. Ondan önce Rusya, “zamanın dışında ,geçmişi ya da geleceği olmadan”, dünya tarihinde hiçbir rol almadan duruyordu. Roma mirası, Batı Kilisesinin medeniyeti, Rönesans, Rusyanın yanından gelip geçmişti ve şimdi ,1825’ten sonra ülke “kültürel bir boşluğa düşmüş”, “insanlık ailesinden koparılmış bir öksüze indirgenmişti. ”Ruslar kendi ülkelerinde göçebeydiler, kendilerine yabancıydılar.
Fransız Devriminin dehşeti Slavcı’ları, Aydınlanma evrensel kültürünü reddetmeye, ve Rusya’yı Batı’dan ayıran, kendine özgü geleneklere vurgu yapmaya yöneltti. Bir çok aydın Rus kültürünün Batı’dan farklı yanlarında erdem bulmaya başladı ve bir çok soylu Rus Ruhu’nu bulmak için köylere gittiler.
Bu eğilimlere karşı Dekabristler Rus insanının asi ve özgürlük aşığı ruhunu vurguluyor ve sıradan insanın her zaman tarihin gizli gücü olduğuna inanıyorlardı, demokratik Rus tarihi eğilimini benimsiyorlardı.
3.BÖLÜM-
MOSKOVA, MOSKOVA
“En sonunda bu ünlü şehir karşımda!”, demişti, Napolyon, Vorobyevi
tepelerinden Moskova’ya bakarken.(s.188)Ama şehri uzun sütunlar halinde terk
eden insanları fark edince şaşkınlığını “Bütün bunları terk mi ediyorlar ,bu
mümkün değil”, diyerek dile getirmişti. Gerçekten de “Savaş ve Barış”taki
Rostovlar gibi, zengin ,fakir herkes, eşyalarını paketleyip, atlar ve
arabalarla Moskova’yı terk ediyordu. Üstelik giderken geride işe yarar hiçbir
şey bırakmamak için her şeyi ateşe vermişlerdi. Napolyon’un karargahında
levazım birliğinde görevli olan romancı Stendhal, gördüklerini, “dibi toprakta,
ucu gök yüzüne doğru uzanan ,bakır rengi bir duman piramidi” diyerek
anlatmıştı. Kremlin’i de alevler sarınca kaçmak zorunda kalan Napolyon,”Ne
insanlar, İskitler! Ne kararlılık! Ama, barbarlar!”, demekten kendini
alamamıştı. Antik Rus geleneklerinin korunduğu yer olan,Tolstoy’un “Savaş ve
Barış”ta betimlediği gibi ,her Rus’un anası olan, Moskova,düşman eline terk
edilemezdi. Ulusun ‘yuvası’ olan bu sembol kent, 1380’de Atın Ordu devletine
karşı yapılan savaş ile başlayıp, 1550’lerde Kazan ve Astrakhan hanlıklarının
yenilgisi ile son bulan ulusal kurtuluşu yönetmiş ve Rusyanın ulusal kültürünün
başkenti olarak ortaya çıkmıştı.
1453’te Bizans’ın çöküşü ile Moskova kendisini yaşayan Ortodoks inancının son merkezi ,ve insanlığın kurtarıcısı olarak görmüş ,Bizans imparatorlarının çift başlı kartalını, ve prenslerine, (Sezar’ın Rusçasından türeme) ‘Çar’ ünvanını almıştı.Moskova ‘Eski İnananlar’ın merkeziydi.Büyük Petro Moskova’dan nefret ediyordu.Onun reformlarını sapkınlık , şeytanın Rus kilisesini ve devletini ele geçirmesinin bir işareti olarak gören taassup yanlıları ise ,ya uzak bölgelere kaçmışlar veya dünyanın sonunun geldiğine inanarak ,topluca intihar etmişleri.Petro’yu Deccal ,Petersburg’u ise Şeytan’ın ve mahşerin krallığı addettiler.Diğer büyük reformcu Büyük Katerina’ya göre de Moskova bir ‘miskinlik yuvası’idi.1770 yılında Kara Ölüm şehri istila edip, binlerce ev yakılmak zorunda kalınınca ,bu alanı temizlemeyi düşündü.Ama nakit yetersizliğinden proje ertelendi.Ancak 1812’den sonra şehrin merkezi Avrupai tarzda yeniden inşa edildi.Şehrin inşasına kişisel servetler akıtılmaya başladı, bu davranış 1812’den sonra, ulusal dirilişin standart uygulaması haline gelmişti.Avrupa tarzını kendine özgü bir tarzla harmanlayarak ,sıcak pastel renkleri,Rus bezemelerinin yumuşak şekilleri ile yuvarlak hacimli biçimlerin kullanıldığı bir Rus taşrası başkenti yaratıldı.Moskova’ın görüntüsünde ,insan hala Cengiz Han’ın etkisini bulabilirdi. Geniş taşra tarzı evleriyle,geleneksel yaşam tarzıyla Moskova her Rus’un kendini evinde hissettiği yerdi Bir Rus atasözü,”Petersburg kafamız,Moskova kalbimiz” der.
Moskova sarayı olmayan başkentti ve onları meşgul edecek bir saray olmayınca Moskova zenginleri kendilerini hedonist zevklere verdiler. ”Yemek içmek partilere gitmek, kağıt oynamak, üstelik bütün bunları acı içindeki serfleri pahasına yapıyorlar”, diyordu dekabrist şair Yurgenyev.
Moskova Rusya’nın yemek başkentiydi. Tolstoy’un,Puşkin’in eserleri gibi bir çok edebi yapıtta Moskova’nın ünlü restoranlarından söz edilir. Napolyon’un askerleri Moskova’ya geldiklerinde hemen yemek istediler,”Bistro” diye selendiler, bu “hızlı” kelimesinin Rusçasıydı. Zengin malikanelerinde, yemek içmek, misafir ağırlamak için akıl almaz servetler harcanıyordu. Bir yemekte 200 farklı çeşidin sunulması olağan dışı değildi.1791’de Türklere karşı kazandığı zaferi kutlamak için, Büyük Katerina, saray meydanında iki yemek dağı sipariş etmişti, tepelerine şarap çeşmeleri yerleştirmişti. Halkın bu bolluk dağından yemesine izin verilmişti.
Moskova’nın hesapsız eğlenceleri akıl akmaz boyutlardaydı.(s.208)
Moskova sanat akademisi, resim müzik, mimari tarzlarının geliştirilmesi için çok önemli olmuştur.(s.211)Moskovanın atmosferi daha rahat ,ve Rus tema ve biçimlerinin keşfine daha açıktı. Musorgski, Moskova’nın Rus’luğuna aşık olmuştu. Bu “Peri Masalları Diyarı” kuşkusuz genç sanatçının kendi tarzını yaratmasında çok etkili olmuş, müzikte yeni bir Rus dili yaratmıştı. Bu sayfalarda Rus sanatının ,özellikle müziğinin kendisini alman boyunduruğundan kurtarma mücadelesinin öyküsünü ve Moskova’nın 19.yy.da büyük bir ticaret merkezi haline gelişini izliyoruz.Çok geçmeden Moskova Rusya’nın kapitalist metropolü oldu. Rus edebiyatı bu gelişmelerin yansımalarıyla doludur. Bununla birlikte para , Rusya’da Batıdaki gibi bir güçlü burjuvazi kültü değildi, Şeremetovalar gibi soylu klanlar hayır işlerine ve kültüre büyük paralar harcamışlardı. İlerleme Chehov oyunlarının değişmez temasıydı, kendisi doktordu, bilim ve teknolojiye inanıyordu. Tolstoy’a imalı bir mektubunda,” elektrik ve buhar ,vejeteryanlıktan daha fazla insanlık içeriyor” yazmıştı. Moskova ,Paris, Berlin ve Milano’yla birlikte dünya sanatının önemli bir merkezi olmuştu ve olağanüstü avangard sanatçı birikimi ile Avrupa’yı etkilemeye başlamıştı. Rus balesini Paris’e tanıtan Diaghilev, gerçekçi geleneğe savaş ilan eden eserleriyle Kandinski, Malevitch,Goncharova,Larionov,Rodşenko ve daha niceleri eserleriyle halkı şaşkına çevirdiler.Ayni şekilde, Schoenberg,Webern, Berg, genç Stravinski, Scriabin müzikte devrim niteliğinde yenilikler sunuyorlardı.Pasternak,Mayakovski gibi edebiyatçılar yeni bir şiir dili geliştiriyorlardı. 1917’den sonra Moskova Petersburg’un yerini aldı.Stalin’in Moskovasında eski ve köhne olan her şey yıkılmış ,kent bir imparatorluk şehri olarak yeniden düzenlenmişti.Bu yıkımlar kıyamet efsanelerine konu oldu.Mikhail Bulgakov’un “Usta ve Margarita”sında İblis’in Moskovayı ziyaret ettiği sahnelerde bu yıkımın bir yansıması betimlenir.(s.268)
1453’te Bizans’ın çöküşü ile Moskova kendisini yaşayan Ortodoks inancının son merkezi ,ve insanlığın kurtarıcısı olarak görmüş ,Bizans imparatorlarının çift başlı kartalını, ve prenslerine, (Sezar’ın Rusçasından türeme) ‘Çar’ ünvanını almıştı.Moskova ‘Eski İnananlar’ın merkeziydi.Büyük Petro Moskova’dan nefret ediyordu.Onun reformlarını sapkınlık , şeytanın Rus kilisesini ve devletini ele geçirmesinin bir işareti olarak gören taassup yanlıları ise ,ya uzak bölgelere kaçmışlar veya dünyanın sonunun geldiğine inanarak ,topluca intihar etmişleri.Petro’yu Deccal ,Petersburg’u ise Şeytan’ın ve mahşerin krallığı addettiler.Diğer büyük reformcu Büyük Katerina’ya göre de Moskova bir ‘miskinlik yuvası’idi.1770 yılında Kara Ölüm şehri istila edip, binlerce ev yakılmak zorunda kalınınca ,bu alanı temizlemeyi düşündü.Ama nakit yetersizliğinden proje ertelendi.Ancak 1812’den sonra şehrin merkezi Avrupai tarzda yeniden inşa edildi.Şehrin inşasına kişisel servetler akıtılmaya başladı, bu davranış 1812’den sonra, ulusal dirilişin standart uygulaması haline gelmişti.Avrupa tarzını kendine özgü bir tarzla harmanlayarak ,sıcak pastel renkleri,Rus bezemelerinin yumuşak şekilleri ile yuvarlak hacimli biçimlerin kullanıldığı bir Rus taşrası başkenti yaratıldı.Moskova’ın görüntüsünde ,insan hala Cengiz Han’ın etkisini bulabilirdi. Geniş taşra tarzı evleriyle,geleneksel yaşam tarzıyla Moskova her Rus’un kendini evinde hissettiği yerdi Bir Rus atasözü,”Petersburg kafamız,Moskova kalbimiz” der.
Moskova sarayı olmayan başkentti ve onları meşgul edecek bir saray olmayınca Moskova zenginleri kendilerini hedonist zevklere verdiler. ”Yemek içmek partilere gitmek, kağıt oynamak, üstelik bütün bunları acı içindeki serfleri pahasına yapıyorlar”, diyordu dekabrist şair Yurgenyev.
Moskova Rusya’nın yemek başkentiydi. Tolstoy’un,Puşkin’in eserleri gibi bir çok edebi yapıtta Moskova’nın ünlü restoranlarından söz edilir. Napolyon’un askerleri Moskova’ya geldiklerinde hemen yemek istediler,”Bistro” diye selendiler, bu “hızlı” kelimesinin Rusçasıydı. Zengin malikanelerinde, yemek içmek, misafir ağırlamak için akıl almaz servetler harcanıyordu. Bir yemekte 200 farklı çeşidin sunulması olağan dışı değildi.1791’de Türklere karşı kazandığı zaferi kutlamak için, Büyük Katerina, saray meydanında iki yemek dağı sipariş etmişti, tepelerine şarap çeşmeleri yerleştirmişti. Halkın bu bolluk dağından yemesine izin verilmişti.
Moskova’nın hesapsız eğlenceleri akıl akmaz boyutlardaydı.(s.208)
Moskova sanat akademisi, resim müzik, mimari tarzlarının geliştirilmesi için çok önemli olmuştur.(s.211)Moskovanın atmosferi daha rahat ,ve Rus tema ve biçimlerinin keşfine daha açıktı. Musorgski, Moskova’nın Rus’luğuna aşık olmuştu. Bu “Peri Masalları Diyarı” kuşkusuz genç sanatçının kendi tarzını yaratmasında çok etkili olmuş, müzikte yeni bir Rus dili yaratmıştı. Bu sayfalarda Rus sanatının ,özellikle müziğinin kendisini alman boyunduruğundan kurtarma mücadelesinin öyküsünü ve Moskova’nın 19.yy.da büyük bir ticaret merkezi haline gelişini izliyoruz.Çok geçmeden Moskova Rusya’nın kapitalist metropolü oldu. Rus edebiyatı bu gelişmelerin yansımalarıyla doludur. Bununla birlikte para , Rusya’da Batıdaki gibi bir güçlü burjuvazi kültü değildi, Şeremetovalar gibi soylu klanlar hayır işlerine ve kültüre büyük paralar harcamışlardı. İlerleme Chehov oyunlarının değişmez temasıydı, kendisi doktordu, bilim ve teknolojiye inanıyordu. Tolstoy’a imalı bir mektubunda,” elektrik ve buhar ,vejeteryanlıktan daha fazla insanlık içeriyor” yazmıştı. Moskova ,Paris, Berlin ve Milano’yla birlikte dünya sanatının önemli bir merkezi olmuştu ve olağanüstü avangard sanatçı birikimi ile Avrupa’yı etkilemeye başlamıştı. Rus balesini Paris’e tanıtan Diaghilev, gerçekçi geleneğe savaş ilan eden eserleriyle Kandinski, Malevitch,Goncharova,Larionov,Rodşenko ve daha niceleri eserleriyle halkı şaşkına çevirdiler.Ayni şekilde, Schoenberg,Webern, Berg, genç Stravinski, Scriabin müzikte devrim niteliğinde yenilikler sunuyorlardı.Pasternak,Mayakovski gibi edebiyatçılar yeni bir şiir dili geliştiriyorlardı. 1917’den sonra Moskova Petersburg’un yerini aldı.Stalin’in Moskovasında eski ve köhne olan her şey yıkılmış ,kent bir imparatorluk şehri olarak yeniden düzenlenmişti.Bu yıkımlar kıyamet efsanelerine konu oldu.Mikhail Bulgakov’un “Usta ve Margarita”sında İblis’in Moskovayı ziyaret ettiği sahnelerde bu yıkımın bir yansıması betimlenir.(s.268)
4.BÖLÜM-
KÖY EVLİLİĞİ
1861’de serfliğin kaldırılmasını Dostoyevski, onuncu
yüzyılda, Rusya’nın Hristiyanlığı kabulü ile kıyaslıyordu.Gençler ve aydınlar
için “halka gitmek” hacca gitmek gibi bir şeydi.1862’de Chernişevski “ne
Yapmalı?” romanında, okuyucularına, her şeyin paylaşıldığı ‘işçi komünlerinde”, yeni
toplumun kopyasını sunuyordu.Köylülerin zor yaşamlarını paylaşmak için köylere
dağılan genç öğrenciler bu çetin hayatı kaldıramıyorlardı,ama komün ruhu eski
toplumu reddetmelerine yardım ediyordu.Bu nesil farkı Turgenyev’in “Babalar ve
Çocuklar” adlı romanının konusuydu.1852’de Turgenyev’in baş yapıtı,”Bir avcının
Notları”nın yayınlanmasıyla okuyucu ilk kez cahil ama duygusal ve mağrur köylü
imajı yerine mantıklı bir insan olan köylü imajıyla karşılaştı.Popülistler için
köylü, Rusya’yı burjuva batıdan ayıran doğal bir sosyalist,kolektif Rus ruhunun
bedenleşmiş haliydi.Onları kalkındırmak aydınların doğal görevi
sayılıyordu.Fakat II.Aleksader’in katlinden sonra,III. Aleksander tarafından
“halka gitme” hareketi tırpanlandı,’devrimcileri’ aramak için polis baskınları
düzenleniyordu, hatta köylü çocuklarına okuma –yazma öğrettiği için bir soylu
kadın tutuklandı.
Tolstoy ,batıl inançlara,kiliseye ve Çar’a körü körüne inanan köylüleri aydınlatmanın sanatçıların kutsal bir görevi olduğuna inanıyordu.Bunun için köylü okulları açmış, taşra hikayeleri yazmıştı.Kendi ayakkabılarını,mobilyasını kendi yapıyor,köylüler gibi yaşıyordu.O yıllarda genç kızlar en fazla on sekiz yaşında evlenirlerdi.On üç yaş evlenme için uygun sayılabilirdi.Serf sahipleri erken evliliği faydalı buluyorlardı,bu çok çocuk ve çok serf demekti.35 yaşında 17 çocukla dul kalan kadınlar vardı.Aşkın söz konusu olmadığı anlaşmalı evlilikler kuraldı.Düğün ,çifti köyün ataerkil kültürüne ve kiliseye bağlamak için yapılan kolektif bir törendi.Tolstoy da 18 yaşındaki soylu eşiyle geleneklere uygun olarak evlenmişti. Moskova taşradaki kibar sınıfın evlilik pazarıydı. Puşkin de o zamanlar 16 yaşında olan karısıyla bir Moskova sonbahar balosunda karşılaşmıştı.Kitapta”Yevgeni Onegin”den,”Anna Karenina “dan evlilik alıntıları ilginçtir.
“Vah,vah,vah, yazık bana”diyen evlilik ağıtı hiç te haksız değildi,çünkü köylü kadının kaderi çilekeş bir hayattı.Üstelik sadece kocasının değil onun babasının da cinsel taleplerine cevap vermek zorundaydı çünkü köylü geleneği evin yaşlısına oğlunun yokluğunda karısının bedenini kullanma hakkı tanıyordu.Koca dayağı gündelik eziyetti.Boşanma hemen hemen imkansızdı.Çehov’un “Köylüler”inde betimlenen aile içi şiddet Rus köylüsünün,yerleşik,’ manevi değerleri yüksek ve bilge ‘ imajını yıktığı için, Tolstoy tarafından ‘halka karşı günah’ olarak nitelendirilmişti, çünkü Rusya’nın kimliği Çehov’un yıktığı mit üzerine kurulmuştu.
Hükümet 1861’den beri köyleri ataerkil düzenin muhafızları olduğuna inandığı komünlerin eline bırakmıştı. Ama 1905 Devriminden sonra politikasını değiştirdi. Köylüleri özel çiftlikler kurmaya teşvik etti. Zaten sürülmeye elverişli toprak azdı,üstelik nadasa bırakılmadan kullanıldığı için giderek verimi azalıyordu. Artık kimse köylerde oturmak istemiyor, gençler şehirlerde çalışmayı yeğliyorlardı. Köylü önceden ışıkken şimdi,1917’ye giden yıllarda, Rusya üzerine inen karanlık bir gölge olmuştu. Kentte de köyde de huzursuzluklar artıyordu. Ekim 1905’te ayaklanmalar ve askerlerin ayaklanmasıyla ordu felce uğrayınca II.Nicholas bir dizi reform yaptı, siyasi partiler kuruldu, işçiler ve köylüler radikal taleplerini dayatıyorlardı. Liberaller korkarak devrime olan desteklerini geri çektiler. Bu gidişin Rusya’yı barbarlığa götürdüğünü savunan edebi deneme faaliyetleri yoğunlaşmıştı. Gorki bile ,”(Devrim),gerçek barbarların doğmasına neden oluyor,” diye yazıyordu.
Gençler köylerde yaşamak istemiyorlar, şehirlerde çalışmayı yeğliyorlardı.Bolşevizmin ,üzerine inşa edileceği kültür devriminin temelleri bunlardı.Bolşevizm ,şehirlerin toplu ticaret kültürü üzerine kurulmuştu. Bundan sonraki bölümde Diaghilev’in ‘Ballets Russses’ undan,Rimski –Korsakov, Borodin,Tchaikovski ,İgor Stavinski vs.gibi büyük kompozitörlerden,Maleviç, ve Mark Chagal gibi ilkelci ressamlardan,tarih öncesi insan kurban etme ayinlerinden,Hora gibi kolektif llkel ritüellerden,Matruşkalara kadar el sanatlarından,yani Avrupanın ilgisini çeken ilkel ve egzotik olan her şeyden söz eden uzun ve çok renkli bir bölüm var. Chagal’ın ilkelci dekorlarıyla,dansçıların ve hatta orkestra şefinin şaman danslarını andıran hareketleriyle Rus balesi,Avrupalıların hayret ve hayranlığını kazanıyordu.
Tolstoy ,batıl inançlara,kiliseye ve Çar’a körü körüne inanan köylüleri aydınlatmanın sanatçıların kutsal bir görevi olduğuna inanıyordu.Bunun için köylü okulları açmış, taşra hikayeleri yazmıştı.Kendi ayakkabılarını,mobilyasını kendi yapıyor,köylüler gibi yaşıyordu.O yıllarda genç kızlar en fazla on sekiz yaşında evlenirlerdi.On üç yaş evlenme için uygun sayılabilirdi.Serf sahipleri erken evliliği faydalı buluyorlardı,bu çok çocuk ve çok serf demekti.35 yaşında 17 çocukla dul kalan kadınlar vardı.Aşkın söz konusu olmadığı anlaşmalı evlilikler kuraldı.Düğün ,çifti köyün ataerkil kültürüne ve kiliseye bağlamak için yapılan kolektif bir törendi.Tolstoy da 18 yaşındaki soylu eşiyle geleneklere uygun olarak evlenmişti. Moskova taşradaki kibar sınıfın evlilik pazarıydı. Puşkin de o zamanlar 16 yaşında olan karısıyla bir Moskova sonbahar balosunda karşılaşmıştı.Kitapta”Yevgeni Onegin”den,”Anna Karenina “dan evlilik alıntıları ilginçtir.
“Vah,vah,vah, yazık bana”diyen evlilik ağıtı hiç te haksız değildi,çünkü köylü kadının kaderi çilekeş bir hayattı.Üstelik sadece kocasının değil onun babasının da cinsel taleplerine cevap vermek zorundaydı çünkü köylü geleneği evin yaşlısına oğlunun yokluğunda karısının bedenini kullanma hakkı tanıyordu.Koca dayağı gündelik eziyetti.Boşanma hemen hemen imkansızdı.Çehov’un “Köylüler”inde betimlenen aile içi şiddet Rus köylüsünün,yerleşik,’ manevi değerleri yüksek ve bilge ‘ imajını yıktığı için, Tolstoy tarafından ‘halka karşı günah’ olarak nitelendirilmişti, çünkü Rusya’nın kimliği Çehov’un yıktığı mit üzerine kurulmuştu.
Hükümet 1861’den beri köyleri ataerkil düzenin muhafızları olduğuna inandığı komünlerin eline bırakmıştı. Ama 1905 Devriminden sonra politikasını değiştirdi. Köylüleri özel çiftlikler kurmaya teşvik etti. Zaten sürülmeye elverişli toprak azdı,üstelik nadasa bırakılmadan kullanıldığı için giderek verimi azalıyordu. Artık kimse köylerde oturmak istemiyor, gençler şehirlerde çalışmayı yeğliyorlardı. Köylü önceden ışıkken şimdi,1917’ye giden yıllarda, Rusya üzerine inen karanlık bir gölge olmuştu. Kentte de köyde de huzursuzluklar artıyordu. Ekim 1905’te ayaklanmalar ve askerlerin ayaklanmasıyla ordu felce uğrayınca II.Nicholas bir dizi reform yaptı, siyasi partiler kuruldu, işçiler ve köylüler radikal taleplerini dayatıyorlardı. Liberaller korkarak devrime olan desteklerini geri çektiler. Bu gidişin Rusya’yı barbarlığa götürdüğünü savunan edebi deneme faaliyetleri yoğunlaşmıştı. Gorki bile ,”(Devrim),gerçek barbarların doğmasına neden oluyor,” diye yazıyordu.
Gençler köylerde yaşamak istemiyorlar, şehirlerde çalışmayı yeğliyorlardı.Bolşevizmin ,üzerine inşa edileceği kültür devriminin temelleri bunlardı.Bolşevizm ,şehirlerin toplu ticaret kültürü üzerine kurulmuştu. Bundan sonraki bölümde Diaghilev’in ‘Ballets Russses’ undan,Rimski –Korsakov, Borodin,Tchaikovski ,İgor Stavinski vs.gibi büyük kompozitörlerden,Maleviç, ve Mark Chagal gibi ilkelci ressamlardan,tarih öncesi insan kurban etme ayinlerinden,Hora gibi kolektif llkel ritüellerden,Matruşkalara kadar el sanatlarından,yani Avrupanın ilgisini çeken ilkel ve egzotik olan her şeyden söz eden uzun ve çok renkli bir bölüm var. Chagal’ın ilkelci dekorlarıyla,dansçıların ve hatta orkestra şefinin şaman danslarını andıran hareketleriyle Rus balesi,Avrupalıların hayret ve hayranlığını kazanıyordu.
5
BÖLÜM- RUS RUHUNU ARAYIŞ
Optina Pustyn Manastırı, Rusya’yı Bizans’la bağlayan münzevi geleneğin son büyük sığınağıydı,ve ulusal bilincin manevi merkezi olarak görülmeye başlanmıştı. Gogol, Dostoyevski ve Tolstoy dahil, on dokuzuncu yüzyılın bütün büyük yazarları Rus ruhunu aramak için buraya gelmişlerdi.Burası resmi kiliseden kopuktu ve Çar’a hizmet eden ,Çar tarafından atanan ruhban sınıfın dünyevi davranışlarını reddeden bir inziva yeriydi. ‘Eski inananlar’ daha dindar ve manevi rahatlık sunan çeşitli mezheplere katılıyorlardı, ve kilise ve devlet otoriteleri bundan tedirgindiler.Papaz Passy’nin fikirleri, on sekizinci yüzyılda,’Antik Rus prensiplerine’ genel bir dönüş olarak benimsendi.Optina Manastırı’ ermişlerinin karizmasıyla ,her yıl Rusya’nın her yerinden gelen binlerce keşiş ve hacıyı çeken bir ‘ruh Kliniği’ olmuştu. Burada resmi kilisenin şekilci dininden çok daha gerçek ,duygu yüklü bir inanç vardı.Sosyal hierarşi gözetilmeden,rahatça ibadet ediliyordu.Çehov’un “Paskalya Gecesi” hikayesinde bunu betimlediği görülüyor.
Ortodoks’luk müzik aletlerine izin vermediği için ,kilise vokal müziği,sık sık tekrarlanan melodilerle birkaç saat sonra,transa benzer bir esrimeyi tetikliyordu.Ruslar gözleri açık olarak ve ikona devamlı bakarak dua ediyorlar, ve İsa’nın ikonuna günah çıkarıyorlardı.Bizans’ın yıkılışıyla Ortodoks dininin merkezi olarak,’Kutsal Rusya’ ortaya çıktı.Ortodokslukta uluslar üstü bağlılık sağlayacak bir papalık ve Latince gibi bir ortak dil yoktu, bu yüzden Ortodoksluk ulusal çizgilerdeki(Rum,Rus,Sırp gibi) bağımsız kiliselere ayrılma eğilimindeydi.Genel anlamda Rus demek Ortodoks demekti.
Eski İnananlar,ve tarikatçıların çoğunlukla sosyal protestolara katılmış olmaları rastlantı değildi. Rusya Hristiyan anarşistler ve ütopyacılar için bir üreme yeriydi. Dostoyevski’nin deyimiyle bu ‘Rus sosyalizminin temeliydi,ve mitlerle ve efsanelerle yaşatılıyordu. Gogol, bütün insanlığı birleştirecek bir Hristiyan kardeşliği arayışındaydı. Rus Ruhu fikrinde bulduğunu söylediği şey buydu. Bütün çalışmalarının teolojik önemi vardır. ”Ölü Canlar” üç bölümlük bir roman olarak tasarlanmıştı,Dante’nin “İlahi Komedya”sı tarzında epik bir şiirdi. Gogol Slavcıların ,Hristiyan sevgi ve kardeşlik idealine doğru ilerlerken, düzenbaz Chichikov bile sonunda kurtarılacak, babacan bir toprak ağası olacaktı. Daha önceki hikayesi “Taras Bulba”da ‘RusRuhu’na sadece Rusların hissettiği özel bir sevgi atfetmişti.
Fakat Gogol’ün mistisizmde ve çilecilikte aşırıya kaçtığını dile getiren, sosyal gerçekçi ve reform yanlıları onu eleştirileriyle fena halde hırpaladılar. Gogol kendisini Tanrı karşısında misyonunu tamamlayamamış, değersiz biri olarak gördü. ”ölü Canlar”ın bitmemiş taslağını yaktırarak kendini açlıktan ölmeye mahkum etti,ve1852’de kırk üç yaşında öldü.
Puşkin’in, Dostoyevski’nin, Tolstoy’un, Çehov’un, Turgenyev’in ve daha nicelerinin Rus ruhuna katkıları bu satırlara sığmayacak kadar geniş ve zengin.Orlando Figes hiç birini atlamadan büyük bir tutkuyla hepsini eserde betimliyor.
6.BÖLÜM—CENGİZ
HANIN VARİSLERİ
Kandinski sanata yönelmeden önce antropolog olmak istemişti. Fin Ugor kavimlerinin inançlarını incelemek üzere ,uzak Komi bölgesine doğru yolculuğa çıkmış ,insanların hala şeytanlara ruhlara inandığı ,Asya kavimlerinin eski şaman paganizminin kalıntılarını yaşattıkları yerlere ulaşmıştı.Buralar,insanların her eylemine,gizli ,sihirli ritüellerin eşlik ettiği bir harikalar diyarıydı.Orada keşfettiği Şamanizm kendisinin ve çağdaşlarının ,soyut sanatının en önemli ilham kaynaklarından biri olacaktı.Kandinski alan araştırması yapar,ve halk sanatlarındaki şamanistik kült motiflerini ararken,Rus kültürünün altında gizli antik pagan kültürünün izlerini buldu.Avrasya kavimlerinin şamanistik inançları , Batı kültürünün büyük ölçüde manen ölü sayıldığı ,o dönemin Rus kamu oyu için egzotik bir çekicilik taşıyordu. Rus ilkelciler (Malevich, Kandinski, Chagall, Goncharova ,Lorionov,ve Burliuk) ilhamlarını bu ‘barbar’ kaynaktan alıyorlardı.
Fin Ugor kavimleri asırlar boyunca Kuzey Asya ve Orta Asya Türk halkları ile iç içe girmişlerdi.On dokuzuncu yüzyıl filologları, Finlandiya’dan Mançurya’ya kadar tek bir kültürde birleşen Ural-Altay dil ailesi teorisini bulmuşlardı. Örneğin Fin ulusal epik şiiri Kalevala’da doğudan şamanistik motifler bulunmaktadır.
Napolyon, bir zamanlar, ”Rus’u biraz kazı altından Tatar çıkar”, demişti. Pek çok Rus ailesi Moğol kökenliydi.Bunların bir kısmı Cengiz Han’ın ordularıyla giren ve ‘Altın Orda’nın dağılmasından sonra Rusya’ya yerleşen ve Türkçe konuşan göçebelerin soyundandı. Bunların arasında Rus tarihinin en önemli isimlerinden bazıları vardır. Karamzin, Turgenyev, Bulgakov ve Ahmatova gibi yazarlar,bir çok filozof,devlet adamı ve Rimski –Korsakov gibi besteciler. İkinci bir kısmı,Batıdan gelen Türk kökenli ailelerdi (Rahmaninov’lar gibi). Üçüncü grup da ,Rusyanın en büyük hanedanlarını oluşturan, Slav-Tatar karışımı ailelerdi.(Şeremetovalar, Stroganovlar, Rostopchinler gibi) On beşinci ve on yedinci yüz yıllar arasında ,Tatar etkisinin hala çok güçlü olduğu Moskova sarayında Türkçe isimler edinmek çok modaydı.Antropologlar Rus köylüsünün animistik inancının ,onlara Moğol kavimlerinden miras kaldığını iddia etmişlerdir.
Puşkin’in kökenleri anne tarafından Afrika soyundan geliyordu. İstanbuldaki Osmanlı sarayından satın alınıp,Büyük Petro’ya hediye edilen Abraham Ganibal’in torununun torunuydu.
Rusya’nın despotizminin Asyalı karakteri , daha sonra Sovyet rejimini açıklamak için kullanılmıştı.Herzen, I.Nicholas için,”telgraflı Cengiz Han” demişti,,bu geleneğin devamı, Stalin’le,”telefonlu Cengiz Han” olarak sürdürüldü.Altın Orda soyundan gelen en az iki Çar biliniyor, bunlardan biri Boris Godunov’dur.
Rus folklorunda, ”İsa yolunda soytarı”nın ya da kısaca “Kutsal Soytarı”nın, aziz statüsüne varan değeri vardı. Kutsal Soytarı, ”Rus tipi” görüntüsüne rağmen, büyük olasılıkla Asyalı şamanlardan mirastı. Kutsal Soytarıların nereden geldiğini söylemek zor, Rasputin gibi, dini gezgin olarak hayatını sürdüren, kendilerine has kehanet ve tedavi teknikleri olan, daha çok budala ya da deli gibi davranan, tuhaf kıyafetler giyen kişilerdi. Doğa üstü güçlerine inanan köylülerin sadakalarıyla yaşarlar, sık sık aristokratların evlerine kabul edilırlerdi. Asya şamanlarından alıntı doğaçlama ayinlerle, dini vecd durumuna girmek için garip çığlık ve haykırışlarla dans ederler, sihirli ritüellerde davul ve zil kullanırlardı. Şaman gibi kutsal Soytarı da ritüellerinde Kuzgun kuşu imajını kullanıyordu.
7.BÖLÜM-SOVYET
MERCEĞİNDEN RUSYA
Birinci Dünya Savaşından sonra,Alman tınısına sahip olan
Petersburg ismi vatansever duyarlılığı doyurmak için, daha Slavca olan
Petrograd ile değiştirilmişti. 1924’te Lenin’in ölümünden sonra şehir Leningrad
olmuştu. Şehrin görkemli binalarından olan Şeremetovaların eski sarayı ,ayak
takımının vahşetinden korunması için ,devlete verilmiş,ve Fıskiyeli Ev,Kadın
şair Ahmatova’nın bir küçük bölümüne sığınmasıyla,Sembolistlerin mistisizmini
reddeden, açıklık, özlülük ve duygusal deneyimlerin kesin ifadesine dönen
Ahmetistlerin uğrak yeri olmuştu.Rus şiirinde bu kadın sesi ve duyarlılığı bir
yenilikti, ve pek çok kadın onu taklit ediyordu. Bu Ahmatova’nın sonraki
yıllarda esef edeceği bir gerçekti.
Kadınlara konuşmayı öğrettim…
Ama ,Tanrım,onları nasıl durduracağım!
Demekten kendini alamamıştı.
Ama ,Tanrım,onları nasıl durduracağım!
Demekten kendini alamamıştı.
Şubat devrimi sadece monarşiyi değil bütün medeniyeti
silip,süpürmüştü. Kilise, hukuk sistemi,toprak sahibi kibar sınıfın gücü,ordu
ve donanmanın otoritesi, üst düzey kişilere duyulan hürmet ,yerel devrim
komitelerinin (Sovyetlerin) eline geçti.Rus devriminin uygulanabilir
ideolojisi, Marks’tan çok köylü sınıfın eşitlikçi adetlerine ve ütopik
özlemlerine borçluydu. Marks’tan uzun zaman önce, Rus halkı artan zenginliğin
ahlaka aykırı olduğu,tek gerçek değerin emek olduğu fikri ile
yaşamıştı.Bolşevikler,Kızıl Muhafızlara,ve silahlı işçilere zenginlerin
evlerine ve mallarına el koyma izni verdiler.İşçiler ve köylüler komşularını
siyasi polise ihbar etmeye teşvik ediliyorlardı.Bir çok şair ve düşünür sürekli
gözetim altında ve korku içinde yaşıyordu. Pasternak, Mayakovski gibi
bazılarıysa, yeni devrim koşullarına uyum sağlamış gibiydiler.Gorki ,açlıktan
ölmek üzere olan Petrograd’ın aydın sınıfının savunmasını üstlendi.Yirminci
yüzyılın büyük Rus edebiyatçılarının çoğu, bu açlık yıllarını Gorki sayesinde
atlatmışlardı.
Şehirleri kitlelerin ,her şeyi paylaşacakları, komün yaşamına uyum sağlaması için , özel burjuva ev yaşantısından uzaklaştıracak tarzda , kitlelerin davranışlarını, ve düşüncelerini düzenleyecek ,geniş birer laboratuvar olarak düşündüler. Stalin ,sanatçının insan ruhunun mühendisi olduğunu söylüyordu. Bu kavram bütün Sovyet avangardının merkeziydi. Konstrüktivistler, fütüristler, Proletkült ve sol cepheye bağlı sanatçılar(kinok grubu, Eizenstein vs gibi),insanların günlük hayatına etkisi olan sanat biçimlerine odaklandılar. Şostakoviç ikinci senfonisinin doruk noktasında fabrika ıslıklarının sesini kullanmıştı.Sanat , Sovyet gerçekçilik Doktrininin tutsağı olmuştu.Bu durum 1930 yıllarına kadar sürdü.
1941 Eylülünde Almanlar Leningrad kapılarını kırdılar.900 gün süren kuşatmada savaş öncesi nüfusun üçte biri açlık ve hastalıktan öldü.Komünizm savaş sırasında Sovyet propogandasında yer almadı. Stalinist rejim halkın tepkisinden çekinerek, Rus kilisesini bile kucaklamıştı.İlahiyat akademisi ve bazı papaz okulları tekrar açıldı.Bu sıralarda Oistrakh ,Şostakovitch, Aram Khaçaturian, Prokofiev gibi büyük müzikçiler sanatlarını nispeten rahatlıkla icra ettiler. Eisenstein “Korkunç İvan” filmiyle Stalin’in deliliği ve günahlarıyla ilgili , dehşet verici bir yorumla ,sanatsal bir isyan hazırlamıştı. İvan’ın ikinci bölümü Stalin tarafından yasaklandı,ve Eisenstein diktatörün öfke yıldırımlarına hedef oldu.1948 yılında kalp krizinden öldü. 1945’te Hitler’e karşı kazanılan zafer, Sovyet gösterişçiliğinin tekrar şişinmesine yol açmıştı,”çürümüş batılı etkilere”karşı bir dizi şiddetli saldırı başladı,yabancı müzik yapmakla suçlanan, Şostakoviç, Khaçaturian, ve Prokofiev gibi besteciler Merkez Komite tarafından kara listeye alındı.
Zafer gösterişçiliği ,1945’ten sonra Sovyet şehirlerinin yeniden inşasında da kendini göstermeye başlamıştı.”Sovyet İmparatorluğu”nun abartılı mimarisi, Moskova civarında hızla yükselen ve “Stalin’in Katedralleri” diye anılan yedi anıtsal yapıda en fiyakalı ifadesini buldu.Metro istasyonları, kültür sarayları, sinemalar hatta sirkler bile bu heybetli tarzın örnekleriydi.Rus gururu savaş sonrasında hiçbir sınır tanımıyordu. Stalin’in paranoyak iç düşman korkusu nefretini Yahudilere yöneltti.Yahudilerin bir kısmı vahşi bir şekilde öldürüldü, bir kısmı da Sibirya’ya sürüldü.
1957’de Sputnik 1 ve 2 ile Sovyet bilim ve teknolojisi Batının önüne geçmiş gibiydi,’61’de Yuri Gagarin dünyanın atmosferini terk eden ilk insan oldu.
Bilim kurguyu mistik inançlarla karıştırmak, Rus edebiyat geleneğinde çok tipik bir olguydu.(1877- Dostoyevski, ”Komik Adamın Rüyası”).Rus devrimine de vahiysel bilim kurgunun patlaması eşlik etmişti. Bogdanov, üçüncü milenyumda Mars gezegenindeki komünist ütopyayı betimlediği “Kızıl Yıldız”, ”Mühendis Nenni” ile önderliği bırakmıyordu. Aleksei Tolstoy’un “Aelita”(1912),”Garin Ölüm Işını”(1926), Zamyatin’in distopyan romanı, ”Biz” ile bu akım da 1930-1940’lara kadar sürdü. Sosyalist rejim artık ütopik rüyalara izin vermiyordu, tek bilim kurgu Sovyet teknolojisini yüceltendi. Buna karşın etik ilişki, güzellik ve yaratıcılığa karşı duyulan sonsuz ihtiyaç sürüyordu. Bazı eserlerde olan manevi değerlere olan vurgu ,Sovyet rejiminin maddeci felsefesine karşı ciddi bir meydan okuyuştu ve rahatsız ediyordu. Andrei Sakharov gibi yazarlar, bilimi, insanın manevi değerlerine bağlama ihtiyacını anlayan ‘hümanist’ yazarlardı. Ayni çizgide ilerleyen sinema sanatında da ,Tarkovski’nin şaheseri “Solaris”teki gibi, kendini tanıma ,sevgi ve inanç için ahlaki ve manevi bir arayıştır ,dış uzayın keşfi. “Solaris”, Stanley Kubrick’in 2001 yapıtı gibi, dünyadan kozmosa bakmaz, uzaydan dünyaya bakar, Sovyet Rusyanın bile kendi kurtuluşunu gördüğü, insani değerlerle ilgili bir filmdir.
Sonuçta, ’ideolojinin boğucu ağırlığına indirgenen’ “Sovyet” unsuru sanata hiçbir şey katmamıştı.
Şehirleri kitlelerin ,her şeyi paylaşacakları, komün yaşamına uyum sağlaması için , özel burjuva ev yaşantısından uzaklaştıracak tarzda , kitlelerin davranışlarını, ve düşüncelerini düzenleyecek ,geniş birer laboratuvar olarak düşündüler. Stalin ,sanatçının insan ruhunun mühendisi olduğunu söylüyordu. Bu kavram bütün Sovyet avangardının merkeziydi. Konstrüktivistler, fütüristler, Proletkült ve sol cepheye bağlı sanatçılar(kinok grubu, Eizenstein vs gibi),insanların günlük hayatına etkisi olan sanat biçimlerine odaklandılar. Şostakoviç ikinci senfonisinin doruk noktasında fabrika ıslıklarının sesini kullanmıştı.Sanat , Sovyet gerçekçilik Doktrininin tutsağı olmuştu.Bu durum 1930 yıllarına kadar sürdü.
1941 Eylülünde Almanlar Leningrad kapılarını kırdılar.900 gün süren kuşatmada savaş öncesi nüfusun üçte biri açlık ve hastalıktan öldü.Komünizm savaş sırasında Sovyet propogandasında yer almadı. Stalinist rejim halkın tepkisinden çekinerek, Rus kilisesini bile kucaklamıştı.İlahiyat akademisi ve bazı papaz okulları tekrar açıldı.Bu sıralarda Oistrakh ,Şostakovitch, Aram Khaçaturian, Prokofiev gibi büyük müzikçiler sanatlarını nispeten rahatlıkla icra ettiler. Eisenstein “Korkunç İvan” filmiyle Stalin’in deliliği ve günahlarıyla ilgili , dehşet verici bir yorumla ,sanatsal bir isyan hazırlamıştı. İvan’ın ikinci bölümü Stalin tarafından yasaklandı,ve Eisenstein diktatörün öfke yıldırımlarına hedef oldu.1948 yılında kalp krizinden öldü. 1945’te Hitler’e karşı kazanılan zafer, Sovyet gösterişçiliğinin tekrar şişinmesine yol açmıştı,”çürümüş batılı etkilere”karşı bir dizi şiddetli saldırı başladı,yabancı müzik yapmakla suçlanan, Şostakoviç, Khaçaturian, ve Prokofiev gibi besteciler Merkez Komite tarafından kara listeye alındı.
Zafer gösterişçiliği ,1945’ten sonra Sovyet şehirlerinin yeniden inşasında da kendini göstermeye başlamıştı.”Sovyet İmparatorluğu”nun abartılı mimarisi, Moskova civarında hızla yükselen ve “Stalin’in Katedralleri” diye anılan yedi anıtsal yapıda en fiyakalı ifadesini buldu.Metro istasyonları, kültür sarayları, sinemalar hatta sirkler bile bu heybetli tarzın örnekleriydi.Rus gururu savaş sonrasında hiçbir sınır tanımıyordu. Stalin’in paranoyak iç düşman korkusu nefretini Yahudilere yöneltti.Yahudilerin bir kısmı vahşi bir şekilde öldürüldü, bir kısmı da Sibirya’ya sürüldü.
1957’de Sputnik 1 ve 2 ile Sovyet bilim ve teknolojisi Batının önüne geçmiş gibiydi,’61’de Yuri Gagarin dünyanın atmosferini terk eden ilk insan oldu.
Bilim kurguyu mistik inançlarla karıştırmak, Rus edebiyat geleneğinde çok tipik bir olguydu.(1877- Dostoyevski, ”Komik Adamın Rüyası”).Rus devrimine de vahiysel bilim kurgunun patlaması eşlik etmişti. Bogdanov, üçüncü milenyumda Mars gezegenindeki komünist ütopyayı betimlediği “Kızıl Yıldız”, ”Mühendis Nenni” ile önderliği bırakmıyordu. Aleksei Tolstoy’un “Aelita”(1912),”Garin Ölüm Işını”(1926), Zamyatin’in distopyan romanı, ”Biz” ile bu akım da 1930-1940’lara kadar sürdü. Sosyalist rejim artık ütopik rüyalara izin vermiyordu, tek bilim kurgu Sovyet teknolojisini yüceltendi. Buna karşın etik ilişki, güzellik ve yaratıcılığa karşı duyulan sonsuz ihtiyaç sürüyordu. Bazı eserlerde olan manevi değerlere olan vurgu ,Sovyet rejiminin maddeci felsefesine karşı ciddi bir meydan okuyuştu ve rahatsız ediyordu. Andrei Sakharov gibi yazarlar, bilimi, insanın manevi değerlerine bağlama ihtiyacını anlayan ‘hümanist’ yazarlardı. Ayni çizgide ilerleyen sinema sanatında da ,Tarkovski’nin şaheseri “Solaris”teki gibi, kendini tanıma ,sevgi ve inanç için ahlaki ve manevi bir arayıştır ,dış uzayın keşfi. “Solaris”, Stanley Kubrick’in 2001 yapıtı gibi, dünyadan kozmosa bakmaz, uzaydan dünyaya bakar, Sovyet Rusyanın bile kendi kurtuluşunu gördüğü, insani değerlerle ilgili bir filmdir.
Sonuçta, ’ideolojinin boğucu ağırlığına indirgenen’ “Sovyet” unsuru sanata hiçbir şey katmamıştı.
8.
BÖLÜM-YURT DIŞINDAKİ RUSYA
1917-ile 1929 arasında üç milyon Rus anavatandan kaçmıştı. Mançuryadan
Kaliforniya’ya kadar uzanan bir alanda ve özellikle, Berlin Paris ve New York’ta
odaklanan Rus kültür hayatı, yeni mekanlar bulmuştu. Pek çok göçmen için iki
ayrı Rusya vardı. Birincisi yüreklerinde, beyinlerinde, dillerinde eserlerinde
yaşattıkları Rusya ve o Rusya her yerde olabilirdi, ikincisi ise memleketin
kendisi, hiçbir yere götürülemeyen, yuvadan anılarla dolu ,ve her Rus’un büyük
özlem duyduğu Rus toprağıydı. Birinci dünya savaşı sonrası ekonomik kriz ve
markın çöküşü Berlin’i ucuz bir kent yapmıştı. Ayrıca Almanya, Rusya için
ticari ortak ve diplomatik dosttu. Kısa sürede Berlin’de, Rus kafeleri, Rus tiyatroları, kitapevleri, bakkalları,Çamaşırhaneleri,hatta
Rus rehinecileri ve Rus antikacıları ve Rus orkestrasıyla ,Rus futbol takımı
oluştu. Artık Berlin Rus göçmenlerinin bir kültür başkentiydi. Stravinski,
Rahmaninov, Heifetz, Horowitz ve Nathan Milsteinher, sıklıkla sahneleri
paylaşıyorlardı. Rus avangardının en parlak edebi yetenekleri (Khodaseviç,Nabokov,Berberova,
Remizov) Berlinde yerleşmişlerdi. Gorki Bely, Pasternak, Aleksei Tolstoy, İlya
Ehrenburg gibi yazarlar için Berlin Rus göçmenleriyle bir buluşma
üssüydü.1917’den sonra şehir ,Sol avangardın merkezi olmuştu. 1920’den sonra
Markın güçlenmesiyle Almanya Ruslar için pahalı olmaya başladı, Göçmenlerin bir
kısmı Prag’a, bir kısmı, Paris’e yerleşti. Ünlü kadın şair Tsvetaeva gibi bir
çok sanatçının, yoksulluk içinde geçen yaşamları, onlardan, Rus yaşamının mitsi
versiyonlarını yarattıkları, en güzel eserlerin akmasına engel olmuyordu.
1933’te Bunin , Nobel Ödülünü kazanan ilk Rus yazar olarak, diğer sürgünleri vaat edilmiş topraklara götürecek olan ‘Rus Musa’ ünvanıyla kutlandı.
Modern çağın son romantiği Rahmaninov, Avangardlar tarafından kabul görmese de rahatsız edilmedi, ”Yeni müzik sanki kalpten değil kafadan geliyormuş gibi. Bestecileri hissetmekten çok düşünüyorlar” diyordu. Onun müziği Rusluğun bir tür lirik nostaljisiydi.
Nabokov gibi genç yazarlar için geçmişe dönmenin bir anlamı yoktu. Neslinin sadece yeni bir yazım biçimi değil, yeni bir okuyucu da yaratma dehasına sahip tek Rus dili yazarıydı. Sürgünü, evrensel bir tema, insanlık halinin bir metaforu olarak görüyordu.
İkinci Dünya Savaşının patlamasıyla, Hitler’in Avrupasından, Einstein, Thomas Mann, Huxley, Auden, Stravinsky, Bartok ve Chagall gibi ünlüler ABD’ye kaçtılar. Nabokovlar da 1940 baharında Paris’ten New York’a göçtüler.” Lolita” 1955 ‘de basıldığında skandal ve başarı dahil, çok yankı getirmişti. ”lolita” bir Amerikalı olarak başarısının bir rozetiydi.
“Ballets Russes” Paris’teki Rus kültür hayatının merkeziydi. Diaghilev “Ballets Russes” ile ,o zamana kadar egzotik Rus karakterini yansıtmadığı için Avrupada pek sevilmeyen Çaykovski’nin Bale müziğini ve Stravinski’nin ,folk temelli Rus modern müziğini tanıttı. Diaghilev,Stravinsky’nin müziği ve Balanchin’in dansıyla ‘modern bale’yi yarattı. Diaghilev’in 1929’da ölümünden sonra “Ballets Russes” bölündü.
Gizli bir Rus kalbi taşıyan diğer bir dünya sanatçısı da Chagall’dı. Yahudi mi ,Rus mu ,Fransız mı olduğu sorulduğu zaman, “Siz konuşun ben çalışırım !”,derdi. Chagal kendi biyografisini yaratmıştı, ve sıkça da değiştirirdi.Bir sanatçı olarak kararlarını kendine uygunluğu temelinde aldığını söylerdi.Koşullar çalışmasını zorladığı için, 1922’de Rusya’dan göç etmişti.1941’de de Nazi tehlikesinden Paris’ten ayrılarak Amerika’ya gitti. Bütün yaşamını bir gezgin olarak geçirdi, tıpkı tablolarının konuları gibi, ayakları yerden yukarıda yaşadı. Kişiliğinin çeşitli unsurlarından ona en anlamlı ve derin gelen kuşkusuz, Rusluğuydu.”Rus ressam olmak, bana uluslar arası herhangi bir ünden daha fazla şeyler ifade ediyor. Tablolarımda , anavatanıma duyduğum özlemin olmadığı bir santimetre bile yok.”, diyordu. İsrail’deki Yahudiler onun Rusya’yı neden bu kadar özlediğini anlamıyorlardı. Rusya katliamların ülkesi değil miydi? Ama Chagall’ın yetiştiği Vitebsk kenti Rus kültürünün hakim olduğu bir coğrafya idi, ve Chagall Rus kültürel gelenekleriyle özdeşleşmişti. Bu ayrıca Avrupa’nın kültürel çevresine girmenin bir aracıydı. Rusya 1917’den önce büyük ve kozmopolit bir medeniyetti. Rusya’daki deneyimleri, giderek ,Chagall’ı, doğduğu coğrafyanın kırsal, ilkelci geleneğinden yola çıkarak, daha geniş bir dünyaya açmıştı.
“Ana”,gibi eski romanlarında devrimi destekleyen Maxim Gorki, 1917 ‘deki şiddet ve kaos yüzünden hayal kırıklığına uğramıştı. Ülkenin “Asyalı barbarlığın karanlık çağının kıyısına geldiğini” söylüyordu. İç savaşın vahşi terörü ve açlıktan ölen milyonlarca insanın akibeti Gorki’nin kehanetini kanıtlamıştı. Leninci rejim aleyhine korkusuzca konuşmuş, sonunda Rusyayı terk etmek zorunda kalmıştı.1924’te Lenin ölünce Tekrar anavatana döndü, çünkü yerleşmeyi düşündüğü İtalya’da hakim olmaya başlayan Faşizm onu ikinci bir düş kırıklığına düşürmüştü. Sovyet Rusya’yı ahlaki yönden daha üstün görerek övmeye başlamıştı.1931’de kesin dönüş yapınca kayıp evlada yeniden kavuşma gibi karşılanmıştı. Ama o giderek Stalin karşıtı söylemlerini arttırıyordu. Stalin 1934’te Gorkinin oğlunu öldürttü,1934 yılında hastalanan ve tıbbi bir hata(!) sonucunda ölen Gorki’nin sonu da büyük olasılıkla Stalin’in ajanlarının bir tertibiydi.
Sıradan insan ölçülerinin çok dışında bu dev sanatçılar, büyük mitik bir trajedinin kahramanları olarak, dünya uygarlığına, sanatına ve edebiyatına büyük başyapıtlar armağan ettiler.
1933’te Bunin , Nobel Ödülünü kazanan ilk Rus yazar olarak, diğer sürgünleri vaat edilmiş topraklara götürecek olan ‘Rus Musa’ ünvanıyla kutlandı.
Modern çağın son romantiği Rahmaninov, Avangardlar tarafından kabul görmese de rahatsız edilmedi, ”Yeni müzik sanki kalpten değil kafadan geliyormuş gibi. Bestecileri hissetmekten çok düşünüyorlar” diyordu. Onun müziği Rusluğun bir tür lirik nostaljisiydi.
Nabokov gibi genç yazarlar için geçmişe dönmenin bir anlamı yoktu. Neslinin sadece yeni bir yazım biçimi değil, yeni bir okuyucu da yaratma dehasına sahip tek Rus dili yazarıydı. Sürgünü, evrensel bir tema, insanlık halinin bir metaforu olarak görüyordu.
İkinci Dünya Savaşının patlamasıyla, Hitler’in Avrupasından, Einstein, Thomas Mann, Huxley, Auden, Stravinsky, Bartok ve Chagall gibi ünlüler ABD’ye kaçtılar. Nabokovlar da 1940 baharında Paris’ten New York’a göçtüler.” Lolita” 1955 ‘de basıldığında skandal ve başarı dahil, çok yankı getirmişti. ”lolita” bir Amerikalı olarak başarısının bir rozetiydi.
“Ballets Russes” Paris’teki Rus kültür hayatının merkeziydi. Diaghilev “Ballets Russes” ile ,o zamana kadar egzotik Rus karakterini yansıtmadığı için Avrupada pek sevilmeyen Çaykovski’nin Bale müziğini ve Stravinski’nin ,folk temelli Rus modern müziğini tanıttı. Diaghilev,Stravinsky’nin müziği ve Balanchin’in dansıyla ‘modern bale’yi yarattı. Diaghilev’in 1929’da ölümünden sonra “Ballets Russes” bölündü.
Gizli bir Rus kalbi taşıyan diğer bir dünya sanatçısı da Chagall’dı. Yahudi mi ,Rus mu ,Fransız mı olduğu sorulduğu zaman, “Siz konuşun ben çalışırım !”,derdi. Chagal kendi biyografisini yaratmıştı, ve sıkça da değiştirirdi.Bir sanatçı olarak kararlarını kendine uygunluğu temelinde aldığını söylerdi.Koşullar çalışmasını zorladığı için, 1922’de Rusya’dan göç etmişti.1941’de de Nazi tehlikesinden Paris’ten ayrılarak Amerika’ya gitti. Bütün yaşamını bir gezgin olarak geçirdi, tıpkı tablolarının konuları gibi, ayakları yerden yukarıda yaşadı. Kişiliğinin çeşitli unsurlarından ona en anlamlı ve derin gelen kuşkusuz, Rusluğuydu.”Rus ressam olmak, bana uluslar arası herhangi bir ünden daha fazla şeyler ifade ediyor. Tablolarımda , anavatanıma duyduğum özlemin olmadığı bir santimetre bile yok.”, diyordu. İsrail’deki Yahudiler onun Rusya’yı neden bu kadar özlediğini anlamıyorlardı. Rusya katliamların ülkesi değil miydi? Ama Chagall’ın yetiştiği Vitebsk kenti Rus kültürünün hakim olduğu bir coğrafya idi, ve Chagall Rus kültürel gelenekleriyle özdeşleşmişti. Bu ayrıca Avrupa’nın kültürel çevresine girmenin bir aracıydı. Rusya 1917’den önce büyük ve kozmopolit bir medeniyetti. Rusya’daki deneyimleri, giderek ,Chagall’ı, doğduğu coğrafyanın kırsal, ilkelci geleneğinden yola çıkarak, daha geniş bir dünyaya açmıştı.
“Ana”,gibi eski romanlarında devrimi destekleyen Maxim Gorki, 1917 ‘deki şiddet ve kaos yüzünden hayal kırıklığına uğramıştı. Ülkenin “Asyalı barbarlığın karanlık çağının kıyısına geldiğini” söylüyordu. İç savaşın vahşi terörü ve açlıktan ölen milyonlarca insanın akibeti Gorki’nin kehanetini kanıtlamıştı. Leninci rejim aleyhine korkusuzca konuşmuş, sonunda Rusyayı terk etmek zorunda kalmıştı.1924’te Lenin ölünce Tekrar anavatana döndü, çünkü yerleşmeyi düşündüğü İtalya’da hakim olmaya başlayan Faşizm onu ikinci bir düş kırıklığına düşürmüştü. Sovyet Rusya’yı ahlaki yönden daha üstün görerek övmeye başlamıştı.1931’de kesin dönüş yapınca kayıp evlada yeniden kavuşma gibi karşılanmıştı. Ama o giderek Stalin karşıtı söylemlerini arttırıyordu. Stalin 1934’te Gorkinin oğlunu öldürttü,1934 yılında hastalanan ve tıbbi bir hata(!) sonucunda ölen Gorki’nin sonu da büyük olasılıkla Stalin’in ajanlarının bir tertibiydi.
Sıradan insan ölçülerinin çok dışında bu dev sanatçılar, büyük mitik bir trajedinin kahramanları olarak, dünya uygarlığına, sanatına ve edebiyatına büyük başyapıtlar armağan ettiler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder