M. Hakkı Yazıcı
Kaynak: TurkRus.com
Kaynak: TurkRus.com
Yazları daçada geçirilen hafta sonlarından sonra İgor’un pazartesi
sendromları daha şiddetli ve hatta bazen çekilmez oluyor.
Hayret! Sanki dünya yıkılmış da bizim İgor’cuk altında
kalmış. Öyle bir suratla karşılaşıyoruz, sabah gelir gelmez.
Halbuki hafta sonu çözülmeden dinlenmeye bırakılan işler
birikmiş, sorunlar ateşten bir top gibi bizi bekliyor.
Çalışmak lazım!
Neyse ki iş aralarındaki muhabbetimiz onun yeni haftaya hızlı
adaptasyonuna yardımcı oluyor. Yoksa bu, sadece pazartesi sendorumu olmayı da
aşıp, salıya, çarşambaya sarkacak. Zaten geriye ne kalıyor ki? Perşembe, Cuma;
arkasından hop yine daçaya…
Ne konuşulur ki?
Çok mecburmuşum gibi kendimi zorlayıp, konu
bulup onu havaya sokmaya çalışıyorum.
İgor, ailesiyle daçada mutlu bir hafta sonu yaşamış; bol
bol şaşlık yapmış, uyumuş, dinlenmiş… Bunları öğreniyoruz. Kolay değil tabii,
bütün bunları terk edip, pazartesi günü erkenden işe gelmek.
“E, daha başka ne var, ne yok? Salatalıklar, domatesler
büyüyor mu?” diye soruyorum.
“Büyüyor,” diye cevap verip, başka konulara atlıyor. Oğlu
Maksim’in yine yaramazlığı üstündeymiş, köpeği Damka biberleri ektiği yere
dalıp, ortalığı dağıtmıştı, karısı yine çok içtiği için sorun çıkarmıştı, falan
filan.
Yulia, lafa karışıp, “Geçen hafta sonunda Ömer Şerif öldü,
duymuşsunuzdur,” dedi.
Birden bir konudan başka bir konuya atladık.
“Ya, hiç sorma. Çok üzüldüm. Ömer Şerif, bizim Ortadoğulu
son güzel bakışımızdı... Onu ilk kez “Dr. Jivago” filminde izlemiş ve çok
sevmiştim,” diyorum.
“Ben onu ‘Vahşi Atlılar’da sevmiştim!..” diye ekliyor İgor.
***
Ömer Şerif, Kahire'de kalp krizi sonucu 83 yaşında hayatını
kaybetmişti. Meğer bu yılın başlarında Alzheimer hastalığına yakalanmış, ama
kalpten ölmüştü.
Yine dertlendim; adamcağız, anacığımın hastalığına
yakalanıp, onun kötü evrelerini yaşamadan babacığımın hastalığından ölmüştü.
Şerif, 1962 tarihli “Arabistanlı Lawrence” filminde
oynadığı Şerif Ali rolüyle iki Altın Küre’ye ve Oscar'a aday
olmuş, üç yıl sonra da “Doktor Jivago” filmiyle Altın Küre'nin sahibi olmuştu.
60 yıla sığan aktörlük yaşamında tam 117 film ve renkli bir
serüven bırakmıştı geride.
“Doktor Jivago”nun hiç unutamadığım filmler arasında önemli
bir yeri var. Çocukluğumda seyrettikten sonra uzun süre etkisinden
kurtulamamıştım.
Babaannem, bahçemizdeki Denizli horozunun bile
uyandıramadığı kara kuru torununu, yani beni, okul sabahları “Hadi kalk artık
bakalım, Ömer Şerif,” diye uyandırırdı.
Bu film, Ömer Şerif’in sanat yaşamında da herhalde en
önemli olaylardan biriydi.
Rus yazarı Boris Pasternak'ın aynı adlı romanından uyarlanarak
1965 yılında ünlü yönetmen David Lean tarafından filme alınmıştı. 3,5 saat
uzunluğundaki bu kapsamlı epik filmde Ömer Şerif, Julie Christie, Geraldine
Chaplin, Rod Steiger, Alec Guinness ve Tom Courtenay başrolleri paylaşmışlardı.
Yapımcılığını Carlo Ponti'nin üstlendiği filmin Oscar, Altın Küre ve Grammy
ödüllü özgün müziklerini Maurice Jarre bestelemişti. Film 10 dalda birden aday
gösterildiği Oscar ödüllerinden "en iyi uyarlama senaryo", "en
iyi görüntü yönetimi", "en iyi sanat yönetimi", "en iyi
kostüm" ve "en iyi orijinal şarkı" dallarında olmak üzere beşini
kazandı.
***
Filmin önemli rollerinden birini Şarlo’nun kızı Geraldine
Chaplin oynamıştı. Yapımcısı ise ilk gençlik hayallerimi süsleyen İtalyan
dilberi Sophia Loren’in kocası Carlo Ponti idi.
Filmin o güzel müziği önce aklıma, sonra dudaklarıma
geliyor, ıslıkla melodiyi yakalıyorum.
İgor, elindeki lastik silgiyi kafama fırlatıyor:
“Ofiste ıslık çalma! Sen finansa bakıyorsun, bilmen lazım;
para kaçar.”
Bu da garipsediğim bir Rus batıl inancı işte.
“Romanı da çok güzeldi,” diyor Yulia.
***
“Doktor Jivago” Sovyet yazarı Boris Pasternak’ın tek romanı
Dünya edebiyatının klasik ve en tartışmalı metinlerinden biri olarak kabul
ediliyor.
Ne yazık ki benim okuduğum çeviri Rusça aslından değildi.
Öyle olsaydı mutlaka daha çok keyif alacaktım. Eseri ilk kez geçen sene Rusça
aslından tam metin olarak Türkçeye sevgili
Hülya Arslan çevirdi.
Senelerce Rus klasiklerinin başka dillerden çevrilmesinden
okurlar bir hal oldu.
Bana bazen Türkiye’den arkadaşlarım soruyorlar filan Rus
klasiğinin hangi yayınevinden basılanını okuyalım diye. Bir kere ön şart olarak
örneğin Dostoyevskiy (Достое́вский)'i İngilizcedeki gibi Dostoevsky yazan
çevirileri sakın almayın, okumayın; paranıza, zamanınıza, sağlığınıza yazık
etmeyin, diyorum.
Yine Rusçadan başarılı çeviriler yapan arkadaşım Ali Rıza
Dirik, başından geçen şöyle bir olayı anlatmıştı: Türkiye’de kitapçıda bir Rus
yazarının kitabının kapağını çevirmeni kimmiş diye merak edip açıp, bakıyor:
“İngilizce aslından çeviren …(ismi lazım değil)” diye yazıyormuş. İngilizce
aslından? Yani Rusçadan başka bir dilde hiç yazmamış yazarın kitabını
“İngilizce aslı”ndan çevirmişler. Vay be!
“Doktor Jivago”nun ilk yayımlanışının casusluk filmlerini aratmayacak bir macerası var.
“Doktor Jivago”nun ilk yayımlanışının casusluk filmlerini aratmayacak bir macerası var.
Pasternak’ın 1956'da Noviy Mir Dergisi'ne gönderdiği romanı
SSCB’nin resmi görüşüne uygun yazılmadığı gerekçesiyle reddedilmiş.
Sonrasında macera başlamış. Roman, 1957'de ilk kez
İtalya'ya gizlice kaçırılmış, burada hem Rusça hem de İtalyanca olarak aynı
anda yayımlanmış.
Ertesi yıl da İngilizce basılan "Doktor Jivago" kısa sürede çeşitli dillere çevrilerek bütün dünyada yaygın bir üne sahip oldu.
Pasternak,1958 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'ne değer görüldü.
Ertesi yıl da İngilizce basılan "Doktor Jivago" kısa sürede çeşitli dillere çevrilerek bütün dünyada yaygın bir üne sahip oldu.
Pasternak,1958 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'ne değer görüldü.
Hıza bakın!
2007'nin ilk günlerinde İngiliz gazetesi The Sunday Times,
bir Rus araştırmacıya dayandırdığı haberinde Pasternak'ın Nobel Ödülü almasında
İngiliz ve Amerikan gizili servislerinin rolü olduğu iddiasını ileri sürdü.
Gazete, bu iddiasını, Moskovalı araştırmacı İvan Tolstoy’un
yeni kitabına dayandırıyordu.
Habere göre, Pasternak'ın “Doktor Jivago”
romanının batılı arkadaşlarına yolladığı kopyalarından bir tanesi Malta'da ele
geçirilmişti. Bu kopyalardan birini taşıyan uçak Malta’da inişe zorlanmış ve
yolcular beklerken CIA ajanları kitabın sayfalarını fotoğraflamışlardı. Ve CIA
eşzamanlı olarak Avrupa'nın birçok merkezinde Doktor Jivago'yu Rusça olarak
bastırtmıştı. Gazetenin iddiasına göre bu operasyon, romanı yasaklayan Sovyet
yönetimini küçük düşürmek için planlanmıştı.
Aynı haberde 1958 yılının ödülünü belirleme sürecinde ellerinde “Doktor Jivago”yu buluveren Nobel Edebiyat Jürisi’nin şaşırıp kaldığı da yazıldı.
Aynı haberde 1958 yılının ödülünü belirleme sürecinde ellerinde “Doktor Jivago”yu buluveren Nobel Edebiyat Jürisi’nin şaşırıp kaldığı da yazıldı.
***
“Soğuk Savaşın mezesi yapılmıştı Pasternak ve romanı. Yazık!”
diyorum.
Yulia, “Ama bütün bunlar kuşkusuz ne Pasternak’ın, ne
romanının, ne de filmin değerini düşürmüyor,” diyor. Sonra ekliyor:
“Sakın Ömer Şerif’in aktörlüğünü sorguladığımı falan
sanmayın, yalnız aklımın almadığı şey, filmin yapımcılarının neden Jivago
rolünü Ömer Şerif gibi bayağı esmer tenli birisine oynattıkları... Hiç mi tipi
daha çok Rusa benzeyen bir aktör bulamamışlar?” diyor.
“Valla,” diyorum, “Filmin ‘casting’ini yapanların makul bir
gerekçeleri vardır mutlaka.”
Ben bunları anlatınca İgor, “Batılıların işi gücü bu, huylu huyundan vazgeçmiyor,” diyor.
Ben bunları anlatınca İgor, “Batılıların işi gücü bu, huylu huyundan vazgeçmiyor,” diyor.
Serkan, yine sulu:
“Bu ‘huy’ Türkçedeki anlamındaki gibi d’il mi abi?”
İgor, hemen Soğuk Savaş dönemine ait soğuk bir fıkra sokuşturuyor araya:
“Efendim,
Amerikalılar bir casuslarını eğitip Rusya’ya yollarlar.
İşi
şansa bırakmamak için öncesinde adamı çok sıkı bir eğitimden geçirirler.
Rus
dilini bir Rus gibi konuşacak kadar öğrenir. Telaffuz, vurgular mükemmel.”
Serkan,
muhabbete limon sıkmaya her zaman hazır olduğundan kendi dertli olduğu konuyu
soruyor:
“Padejleri
de yanlışsız mı kullanıyormuş?”
İgor,
aldırmadan devam ediyor:
“Sadece
dili değil, Rus tarihini, coğrafyasını, kültürünü, görenek ve geleneklerini de
çok iyi öğretiyorlar. Sonunda sen artık oldun deyip adamı Sibirya’da bir şehre
gönderiyorlar.
Evrakları,
pasaportu, her şeyi tastamam...
Amerikalı
Mr. Michael Smith Jr. adeta Rus vatandaşı tavariş Mihayil Mihayiloviç Kuznetsov
olmuş. Sanki gerçek bir Mişenkacık...
Bizim
casus bir iki gün dolandıktan sonra bir bara gidiyor. Kendisine kalabalık bir
grubun oturduğu masaya yakın bir yer seçip oturuyor.
Bir
süre sonra o masadakilerle ahbaplık etmeye başlıyor. Sohbet ediyorlar, bir
yandan da içiyorlar.
Adamımız 'tost'lara da iyi çalışmışmış. Fakat her kadeh kaldırışlarında “Sağlığınıza yoldaşlar,”
dediğinde masadaki Ruslar hep bir ağızdan “Sağlığına casus yoldaş!” diye kadeh
kaldırıyorlarmış.
Adam
şaşırmış, ama bozuntuya vermemiş.
En sonunda
dayanamamış, en yakınındakine sormuş:
‘Yahu
yoldaş, her kadeh kaldırdığımızda bana ‘sağlığına casus yoldaş’ diyorsunuz. Nereden
anladınız benim casus olduğumu?’
Rus
cevap vermiş:
‘Çok
basit casus yoldaş,’ demiş. Bizim buralarda hiç zenci yaşamaz ki.’”
Çok
gülüyoruz. Ben “Doktor Jivago” konusuna geri dönüyorum.
***
Boris Pasternak, 1958 yılında ödülü önce kabul etmiş, daha
sonra ise ülkesinin (SSCB) yetkilileri tarafından ödülü geri vermeye zorlanmış.
Yapılan baskılar sonucu ödülü geri çevirmek zorunda kalmış.
SSCB'de uzun yıllar yasak olan roman ancak 1985 sonrasında
Rusya’da da yayımlanabilmiş.
Serkan soruyor:
“Peki, bu kadar uluslararası siyasi çekişmeye, entrikaya
neden olan romanın konusu neydi?”
Anlatıyorum:
Rusya'da 1917 Ekim Devrimi ve hemen sonrasında patlak veren
Rus İç Savaşı (1917-1922) sırasında geçen roman, adını kahramanı şair doktor
Yuri Jivago'dan almıştı. Arka planında bu siyasi çalkantıların bütün
detaylarıyla anlatıldığı bu destansı romanın ön planında da iki kadın arasında
kalıp sadakat ve ihtiras arasında bocalayan, hayatının kontrolü kendi elinden
alınmış ve savaşın parçaladığı yokluklarla dolu bir ülkede oradan oraya
sürüklenen aynı zamanda şair bir tıp doktorunun dramı anlatılıyordu.
Bu durumdan olumsuz etkilenen ve içlenen Pasternak, Ataol Behramoğlu'nun dilimize kazandırdığı aşağıdaki şiiri yazmıştı:
NOBEL ÖDÜLÜ
Bitkinim, izlenen bir hayvan gibi
Gürültü, şamata ardımsıra.
Bir yerlerde insanlar, özgürlük, aydınlık
Bir çıkış yolum yok dışarıya.
Kara bir orman ve göl kıyısı
Devrik bir köknar kütüğü karşımda
Yolum kesilmiş dört bir yandan
Olsun artık ne olacaksa.
Ne yaptım, işlediğim suç ne,
Katil miyim, mücrim miyim ben?
Ülkemin güzelliği üstüne şiirlerimle
Ben değil miyim dünyaya göz yaşı döktüren.
Yine de, çok az kala ölümüme
Gelecek bir zamana inanıyorum.
Alçaklığı ve kötülüğü
Aşacağına iyilik ruhunun.
Bu durumdan olumsuz etkilenen ve içlenen Pasternak, Ataol Behramoğlu'nun dilimize kazandırdığı aşağıdaki şiiri yazmıştı:
NOBEL ÖDÜLÜ
Bitkinim, izlenen bir hayvan gibi
Gürültü, şamata ardımsıra.
Bir yerlerde insanlar, özgürlük, aydınlık
Bir çıkış yolum yok dışarıya.
Kara bir orman ve göl kıyısı
Devrik bir köknar kütüğü karşımda
Yolum kesilmiş dört bir yandan
Olsun artık ne olacaksa.
Ne yaptım, işlediğim suç ne,
Katil miyim, mücrim miyim ben?
Ülkemin güzelliği üstüne şiirlerimle
Ben değil miyim dünyaya göz yaşı döktüren.
Yine de, çok az kala ölümüme
Gelecek bir zamana inanıyorum.
Alçaklığı ve kötülüğü
Aşacağına iyilik ruhunun.
***
Ben anlatmaya devam ediyorum:
“Romanın Rusçadan çevirisini yapan Hülya Arslan, ‘Jivago’
Rusça ‘yaşamak’ fiilinden geliyor. Pasternak bir söyleşide, küçükken kilisede
söyledikleri bir ilahide İsa’dan sonsuz yaşayan (jivago) olarak
bahsedildiğini ve sürekli bunu zihninde kendi kendine tekrar ettiğini söyler ve
daha o zamanlarda bunun bir kahramanına ad olacağına karar verdiğini de ekler,
diyor.”
İgor:
“Çok güzel,” diyor, “Pasternak da, Ömer Şerif de belleklerde
yaşamaya devam edecek.”
Hepimiz iç çekiyoruz.
“Doktor Jivago” filmi kare kare gözlerimizin önünden
geçiyor. Ömer Şerif’in hülyalı gözleri, roman, müzik aklımıza geliyor.
Serkan sessizliği bozuyor:
“Ya işte böyle! ‘Doktor Jivago’ya da kalmadı bu dünya!”
Moskova,
13 Temmuz 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder