Kaynak: http://vatankitap.gazetevatan.com/
Kıymeti hem ülkesinde hem de dünyada daha yeni yeni bilinen
bir yazar Andrey Platonov...
Moskova seyahatlerimden birinde, görkemli metronun önünde durmuş,
rehberi dinliyorduk. Burada komsomollar gönüllü olarak çalıştı dedi. Duvarlarda
da komsomallara teşekkür vardı.
Aklımın bir yerinde “Kimdi onlar?” sorusu asılı duruyordu. Onlardan birine Andrey Platonov’un tamamlanmamış son eseri “Mutlu Moskova”da rastladım.
Aklımın bir yerinde “Kimdi onlar?” sorusu asılı duruyordu. Onlardan birine Andrey Platonov’un tamamlanmamış son eseri “Mutlu Moskova”da rastladım.
Platonov, bir zamanlar dahi diye tanımlandığı Stalin
tarafından sansürlenen bir yazar. İade-i itibarı 1950’li yılların sonunda,
ölümünün ardından oldu. Rusya’da öyküleri yeniden basıldı.
Çok küçük yaşta yazmaya başladığı şiirlerini okumak ise bizlere henüz nasip olmadı. Umarım yakın zamanda çevrilir.
Başta “Çevengur”, “Can” gibi eserleri ise Metis Yayınları ve elbette ödüllü çevirmen Günay Çetao Kızılırmak tarafından Türkiyeli okurun “beğenisine” sunuldu.
Çok küçük yaşta yazmaya başladığı şiirlerini okumak ise bizlere henüz nasip olmadı. Umarım yakın zamanda çevrilir.
Başta “Çevengur”, “Can” gibi eserleri ise Metis Yayınları ve elbette ödüllü çevirmen Günay Çetao Kızılırmak tarafından Türkiyeli okurun “beğenisine” sunuldu.
Bu yüzden “Mutlu Moskova”ya geçmeden önce Platonov’un
eserlerindeki novela tarzını biraz açmakta fayda var. Platonov uzun sayfalar
yerine kısa ama yoğunlukla yazmayı tercih eden bir isim. Ben kitaplarını
okudukça kelime ve cümle tasarruflarına ilişkin hep aynı sonuca ulaştım:
Sıradanı karmaşık anlatma ve şiirsel dil becerisi.
“Mutlu Moskova”ya gelince...
Kitap, devrim yıllarının Sovyetleri’ndeki bir grup insanın hayatını anlatıyor. Romanın odak noktasındaki güzel Moskova Çestnova adını şehrinden alan bir yetim kızı... Çocukluğunda tanıklık ettiği bir çatışmayı hiç unutamayan... Sambikin ise yeni bir dünyanın inşası döneminde, hayatını insanların daha çok yaşamasına adamış, insan can verirken ortaya çıkan enerjiyi anlamaya çalışan bir tıp doktoru. Sartorius, devrim uğruna çok daha parlak bir gelecek yerine, tahılı doğru tartacak aletler üreten bir fabrikada çalışan elektrik mühendisi. Komyagin ise diğer iki kahramanın aksine yavaşlatılmış, insandan ve sosyal çevreden bir şey beklemeden ölüme gitmeye çalışan kaçak bir yedek asker.
Bu üç farklı adamın ortak özelliği ise Moskova ile yaşadıkları aşk.
Kitap, devrim yıllarının Sovyetleri’ndeki bir grup insanın hayatını anlatıyor. Romanın odak noktasındaki güzel Moskova Çestnova adını şehrinden alan bir yetim kızı... Çocukluğunda tanıklık ettiği bir çatışmayı hiç unutamayan... Sambikin ise yeni bir dünyanın inşası döneminde, hayatını insanların daha çok yaşamasına adamış, insan can verirken ortaya çıkan enerjiyi anlamaya çalışan bir tıp doktoru. Sartorius, devrim uğruna çok daha parlak bir gelecek yerine, tahılı doğru tartacak aletler üreten bir fabrikada çalışan elektrik mühendisi. Komyagin ise diğer iki kahramanın aksine yavaşlatılmış, insandan ve sosyal çevreden bir şey beklemeden ölüme gitmeye çalışan kaçak bir yedek asker.
Bu üç farklı adamın ortak özelliği ise Moskova ile yaşadıkları aşk.
AŞKIN
PEŞİNDE BİR KADIN
Moskova ise bir yandan hayatı aşırı ciddiye alan diğer
yandan ise en küçük şeylerden mutlu olmaya çalışan, hep ileri bir zamana
ertelediği mutluluğun peşinden koşan bir kadın. Aşk konusunda ise ya hemen
alevlenip işi evliliğe götürüyor ya da bir gecede her şeyi silip atıyor.
Metroda komsomol olarak çalışırken de bir kaza sonucu hayatını kaybediyor.
Sartorius, ömür boyu peşini bırakmayan bu kadın tarafından
nasıl terkedildiğini ise bir türlü anlayamıyor. Hatta sırf bu nedenle hiç
sevmediği bir kadınla evleniyor.
“Sartorius da aynen böyle seviyordu onu, muhtemelen
Sambikin de... Moskova ilgisiz gözlerle süzdü ahbabını; karşılaştığı yeni
yüzlerde önceden terk ettiği kişilere rastlamak istemiyordu. Eğer karşısında
Sartorius gibi bir insan oturuyorsa ilk Sartorius’a dönmek ve onu bir daha
bırakmamak en iyisiydi.”
Ancak Moskova ne kadar ararsa arasın aşkı bir türlü
bulamıyordu. Küçüklüğünde kafasına kazınan çatışmayı yaratan kişinin Komyagin
olduğunu öğrendiğinde ise artık evliydiler.
Moskova, devrime ve insanlığa,
hiçbir şey yapmadan, öylece duran bu insana tek bir şeyi öneriyordu: Ölmek.
Komyagin bu öneriyi gayet rahat kabul ediyordu üstelik. “Yok oluyorum ben,
eskimiş bir şarkıyım, istikametimin sonuna geldim. Yakında kişisel ölümün
çukuruna devrileceğim.”
Hiçbir zaman Bolşevik olmayan Komyagin’in aksine devrime
coşkuyla bağlı olan Sambikin iş, aşka gelince ise farklılaşır. Bacağını bizzat
ameliyat ettiği Moskova’ya bağlanmayı aklından geçirir ama “Hayır sevmeyeceğim
onu, elimden bir şey gelmez.. Üstelik bir şekilde bedenini bozmak gerekecek ki
acırım, hele gece gündüz nasıl harikulade bir insan olduğumun yalanını
söylemek. İstemem, zor iş.”
Bu yüz yirmi üç sayfalık roman devrim Rusyasının portresini
insanlığın ulvi duygularını, toplumsal bağlarını, inanç uğruna yaşanan coşkuyu
anlatıyor. Ama alttan alta da kişisel açmazları, sıkıntıları ve çıkmazların
muhasebesini yapıyor. Ve bunu gerçekten şiirsel bir dille anlatıyor. Şu kısa
cümle bile ne demek istediğimi tam olarak anlatıyor sanırım, “Bu kadından
çektiğini çileden saymıyordu, çünkü insan henüz kesintisiz mutlu olma
cesaretine tam olarak erişmiş değildi, öğreniyordu”. Ya da şu cümle; “Bütün
insanlık uyur vaziyette yatıyor olsaydı, yüzüne bakarak onun gerçek karakterini
öğrenmek mümkün olmaz, yanılgıya düşülebilirdi”.
“Mutlu Moskova”yı nasıl bir son bekliyordu. Kimliğini
değiştiren Sartorius yeni ailesiyle mutlu muydu? Tıp doktoru Sambikin ve ölmeye
yatmak isteyen Komyagin amacına ulaştı mı? Olaylar zinciri belirli bir
kesinlikle bitirmeyerek Platonov, bu soruların yanıtlarını belirsiz bırakıyor.
Kitaba ilişkin iki şeyi söylemek istiyorum: Benim baktığım
kaynaklar ve kitabın içindeki alt yazılardan eserin tamamlanmamış olduğu. Daha
doğrusu yazar bazı kelimelerinden emin değil.
Bu Metis Yayınları tarafından bir yerde belirtilse iyi olurdu.
İkincisi çevirilerini çok beğendiğim Günay Çetao Kızılırmak’ın bazı kelimeleri seçişinde zorlandım. Şehir gecesi ( sayfa 46), letafet (26), ırayan (70) bire bir çeviriyse diyecek bir lafım yok ama anıştırmaysa kulağımı tırmalayan dönülmez akşamın ufkundayım (111).
Bu Metis Yayınları tarafından bir yerde belirtilse iyi olurdu.
İkincisi çevirilerini çok beğendiğim Günay Çetao Kızılırmak’ın bazı kelimeleri seçişinde zorlandım. Şehir gecesi ( sayfa 46), letafet (26), ırayan (70) bire bir çeviriyse diyecek bir lafım yok ama anıştırmaysa kulağımı tırmalayan dönülmez akşamın ufkundayım (111).
Ama bütün bunlar Metis’e ve Kızılırmak’a şükranlarımızı
sunmak konusunda engel teşkil etmiyor. Hatta şiirlerin de çevrilmesi için bir
istek uyandırıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder