Ataol
Behramoğlu
“Milliyet Sanat”
Yapıtlarının tümünü asıllarından ve birçok kez okuduğum,
Türkçede iki kalın cilt tutan anlatı (roman-öykü) türünde yapıtlarını birkaç
yıl emek vererek dilimize çevirdiğim, yani üstünde yoğun biçimde kafa yorduğum
Aleksandr Puşkin üstüne yazmak bana her zaman güç gelmiştir… Rus edebiyatının
herhangi bir başka yazarı üstüne, Gogol, Dostoyevski, Turgenyev, Çehov, Tolstoy
vb. konusunda sanki daha kolaylıkla yazılabilirmiş duygusu var içimde… Onların
yaşam süreçlerini ve yapıtlarındaki ana özellikleri bir tanıtma yazısı içinde
özetlemek sanki daha kolay… Nereden geliyor bu duygu? Söz konusu yazarlar
Puşkin’den daha mı az değerliler? Hiç kuşkusuz, söylenemez böyle bir şey… Ondan
daha mı az yazmışlar, ya da daha mı az yoğun yaşamışlar? Böyle bir şey de söz
konusu değil…
Yukarda adını ettiğim yazarların her birinin toplu yapıtları
Puşkin’inkinden daha çok sayfa tutar. Ve her birinin yaşamı, Puşkin’inkinden
daha az yoğun ya da trajik değildir. Öyleyse Puşkin üstüne konuşma zorluğu
nereden kaynaklanıyor?
Pek çok yazarın, zamanında büyük ün kazanmış ve değeri
bugün de sürmekte olan pek çok yazarın, gerek anlatım biçimleri, gerekse
yapıtlarındaki konular ve tartıştıkları sorunlar, yaşadıkları dönemlerin
sınırları içinde kalmıştır… Turgenyev’in “Babalar ve Oğullar”ını düşünelim… Bu
romanın sanatsal değerini, tartıştığı konuların bugünün toplumlarında da
geçerli olan önemini yadsıyabilir miyiz? Fakat, Bazarov tipi, her şeye karşın
yaşamayan bir tiptir artık. Canlılığı eksiktir. Yazıldığı dönemin tozları
sinmiştir üstüne… Ve daha da ileri giderek “Suç ve Ceza”nın Raskolnikov’u ve
“Savaş ve Barış”ın Natalya’sı için aynı şeyleri söyleyeceğim… Söz konusu
yapıtların ölümsüz sanat değerlerine, yazarlarının tartışılmaz dehalarına
karşın… Ve bir an, Çehov’un öykü ve oyun kahramanlarını düşünelim. Tüm
canlılıklarına karşın, yer yer fazlaca romantik, ağır bir hava sinmiştir
onların üstüne de…
Bu noktada, Puşkin’in yapıtlarını ve bu yapıtların
kahramanlarını düşünüyorum…
“Yüzbaşının Kızı”ndaki önemsiz bir tipi, Şvabrin’i
düşünüyorum örneğin… Kıskançlık ve tutku yüzünden, kendi sınıfına ihanet eden,
hiç inanmadığı halde Pugaçev hareketine katılan bu döneğin kişiliğinde bugünün
şu ya da bu yönde döneklerinin, karyeristlerinin capcanlı çizgilerini görmemek
olası mı?… Yine “Yüzbaşının Kızı”nda, belki önemsiz görülebilecek bir başka
tipin, Pugaçev’in kurmaybaşkanı olan yaşlı köylünün kişiliğinde, Sovyet
devrimindeki bir Çapayev’in, bizim Kurtuluş Savaşımızın herhangi bir halk
liderinin, Zapata hareketine katılmış bir Meksikalı köylünün ve bugünün
Türkiye’sinde ya da bir başka ülkesinde her an karşılaşabileceğimiz bilinçli
ama tam da bilinçli olmayan, bu yüzden öfkeli ve eline olanak geçerse acımasız
da olabilecek bir halk önderinin çizgilerini görmemek olası mı?.. Ve Pugaçev’in
kendisinin abartmalardan alabildiğine arıtılmış, ne olumlu ne de olumsuz yönde
şişirilmiş, olabildiğince yalın kişiliği; sanki günümüzün de bir halk kahramanı
olabilecek kadar canlı betimlenmiştir. “Menzil Bekçisi”ndeki yaşlı adam, tüm
dünyada yaşlı ve ezik halk insanlarının simgesi olacak kadar yalın ve gerçekçi
çizgiler taşımaktadır. “Yevgeni Onegin”in Tatyana’sı, sadece Rusya’da değil tüm
dünyada ve sadece yazıldığı yüzyılda değil bugünün dünyasında, sevgisine ihanet
edilmiş onurlu bir kadının, bir taşra kızının, gösterişsiz, ama sapasağlam
değerlerinin ölümsüz simgesi olmuştur.
Puşkin’in yapıtları üzerinde tek tek durulabilir; bunların
erdemleri ve bugün eskimiş sayılabilecek yanları sayılıp dökülebilir… Fakat
asıl güçlük, onu gerçekçi Rus edebiyatının kurucusu yapan; sadece 19. yüzyıl
Rus edebiyatının değil günümüzde de Rus dilinde yazılan edebiyatın en büyük
esinleyicilerinden, yol göstericilerinden biri kılan özelliklerini
tanımlayabilmektir.
Yıllar önce Puşkin üstüne yazdığım bir yazıda sözünü
ettiğim iki ciltlik çevirimin önsözünde) Gogol’ün Puşkin’e ilişkin bir
saptamasına yer vermiştim. Gogol’ün, çağdaşı ve arkadaşı Puşkin’i çok iyi
özetleyen bu cümlelerini buraya da almak istiyorum:
“Yüzbaşının Kızı” ile karşılaştırılınca bütün romanlarımız
ve büyük hikâyelerimiz yavan kalıyor. Saflık, yumuşaklık, öyle bir yüksekliğe
ulaşıyor ki bu yapıtta, gerçek bile yapmacık ve karikatürize edilmiş gibi
görünüyor… Ortaya ilk olarak gerçekten de Rus karakterleri çıkıyor. Kalenin
basit komutanı, karısı, bayraktar, biricik topuyla kalenin kendisi, zamanın
karışıklığı, sıradan insanların o alçakgönüllü büyüklüğü… Bütün bunlar yalnız
gerçek değil, onu da aşan bir şey…”
Gogol’ün sözlerindeki “saflık”, “yumuşaklık”, “alçakgönüllü
büyüklük” kavramlarının altını çizmek istiyorum. Bunlar tek başlarına Puşkin’i
özetlemezler. Fakat, “özlülük”, “yalınlık” kavramlarıyla birlikte, Puşkin’in
yaratıcılığını kavramamıza yardım edecek anahtar sözcüklerdir.
Puşkin, hiç kuşkusuz, bir sanat dehasıdır. Çok sevdiği ve
etkilendiği Shakespeare ölçüsünde bir yazardır kanımca… Shakespeare’in
yapıtlarındaki halksal canlılık, zekâ, akıcılık, yalınlık, “alçakgönüllü
büyüklük”, Puşkin’in yapıtları için de tümüyle geçerli değerlerdir. 1820
yılında yani yazarı henüz 21 yaşındayken yayımlanan “Ruslan ile Ludmila” destanından
başlayarak, şiirlerinin büyük çoğunluğunda, “Boris Godunov” tragedyasında, ünlü
şiir romanı, “Yevgeni Onegin”de ve “Yüzbaşının Kızı”nda, kısaca tüm
yapıtlarında egemen olan; zekâ, duygu, alaycılık, yalınlık, özlülük, akıcılık
gibi özelliklerin olağanüstü denebilecek bir dengeye ulaşmış olmasıdır. O, ne
romantikler gibi gizemci, ne klasikçiler gibi tumturaklı, ne de kimi
gerçekçiler gibi kuru ve didaktiktir. Yaratıcılığının kaynağında, Eski Yunan ve
Latin klasiklerindeki yalınlık, Shakespeare’in halksal canlılığı, Byron’un
kıvrak ve alaycı zekâsı, Fransız ve Rus aydınlanmacılığının ilerici ülküleri;
ve kimi zaman köylü kılığına girerek panayırlarda konuşmalarına, türkülerine
kulak kabarttığı Rus halkının tüm halklar gibi binlerce yıl ötelere uzanan damıtılmış,
yalın bilgeliği vardır. Puşkin’in yapıtları, tüm bu özelliklerin olağanüstü bir
sentezi ve hiç abartmaksızın söyleyebiliriz ki, erişilmesi, yinelenmesi çok güç
bir plastik ve estetik düzeyin ölümsüz örnekleridir.
Puşkin üstüne yazma güçlüğü, onun bu özelliklerini
tanımlama güçlüğünden doğuyor. “Alçakgönüllü büyüklüğü”; gerçeğin ta
kendisinden kaynaklandığı ve alabildiğine yalın olduğu halde “gerçek değil, onu
da aşan şey”i tanımlamak kolay değil çünkü. Bir de, tutkuları, coşkuları,
kederleri, uçarılıkları, başkaldırıları ve özlemleriyle; kısaca, tek bir
çizgiye indirgenemeyecek çok yönlü, bütünsel kişiliğiyle tüm zamanların çağdaşı
kalacağına inandığım bu büyük yazarı, şematik kalıplara dökerek tanımlamaya
çalışmak insanın içine sinmiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder