Moskova

Moskova

31 Ocak 2016 Pazar

ÇIĞIR AÇAN BİR YAZAR: ANTON ÇEHOV


Sibel Çağlar

Anton Pavloviç Çehov, 29 Ocak* 1860’ta, Rusya’nın güneyinde Azak Denizi kıyılarındaki, Yunan tüccarların sıklıkla uğradığı bir liman şehri olan Taganrog’da doğar. Hayatın tekdüze akıp gittiği, insanların çoğunun birbirini tanıdığı bir yerdir burası. Kapısı üzerinde “Çay, şeker, kahve ve başkaca sömürge ürünleri” yazan bir bakkal bulunur bu kasabada. Henüz küçücük bir çocuk olan Çehov, babasının sahibi olduğu bu bakkal dükkanında gelen müşterilerle ilgilenerek yaşar çocukluğunu.

Oğlunu bir tüccar olarak yetiştirmek isteyen babası, çalışkan, hırslı, kendisinin ve üç oğlunun özgürlüğünü kazancıyla satın almış bir toprak kölesinin oğlu olan Pavel Egoroviç’tir. Sert, otoriter bir baba ve dindar bir Ortodokstur. Altı çocuğunu da dindar birer Hıristiyan olarak yetiştirmek niyetindedir.

Çehov’un çocukluğu babasının baskısı altında geçer. Buna rağmen yıllar sonra bir yazar olduğunda “Yeteneklerimiz babamızdan, ruhumuz da anamızdan geçti bize” diyecektir.
Zira babası oldukça yetenekli biridir. Hiç eğitim görmediği halde keman çalar, yağlıboya resim yapar. Anne Evgeniya Yakolevna ise sessiz, kocasının otoritesini benimsemiş bir kadındır. Çehov’un ruhunu annesinden aldığını söylemesi boşuna değildir çünkü onun Anton Çehov’un yazarlığını besleyecek bir özelliği vardır: Çok iyi bir masal anlatıcısıdır.

Annesi yolculuk öyküleriyle oğlunun hayal gücünü besler beslemesine ancak babasının aklı onu tüccar yapmaktadır. Oğullarından birinin illa zengin olmasını ister. Anne Evgeniya Yakolevna ise oğulunun bir Rus okuluna gitmesi taraftarıdır. Ne var ki karar verilmiştir. Anton ve kardeşi Nikolay 1867 yılında Taganrog’daki Yunan okuluna kaydolur.

Aslına bakılırsa kiliseden ve bakkaldan uzakta geçen bir hayat her iki kardeş için de memnuniyet vericidir. Ancak ne Anton ne de Nikolay bir yıl boyunca tek bir kelime Yunanca öğrenir. Babası onları okuldan alır ve Taganrog Lisesi’ne verir. Çehov, arkadaşları arasında komik öyküler anlatmadaki yeteneğiyle bilinir bu yıllarda. Onu en çok etkileyen hocası papaz Pokrovski’dir. Pokrovski Shakespeare’i, Goethe’yi, Puşkin’i anlatır derslerde; ona Moliere ve Swift okumasını öğütler.

Tiyatroyla da tanışır Çehov bu yıllarda. Belki de modern tiyatroda çığır açacak oyunlar yazacak bir yazarlığın ilk adımları atılır böylelikle. Sonraları bir tutku olur tiyatro, sık sık okuldan kaçılıp gelinen yegane mekan. Bu arada oyunculuğa da merak salar. Kardeşleriyle birlikte seyircilerinin komşuları ve akrabaları olduğu oyunlar hazırlar, taklitler yapar.

Bu arada Çehov’un ağabeyleri Aleksandr ve Nikolay daha özgür bir hayatın düşüyle evden ayrılarak Moskova’ya giderler. Aleksandr matematik okumaya, resme yetenekli Nikolay ise güzel sanatlar akademisine. Çehov, ağabeylerinin evden ayrılmasıyla giderek yalnızlaşır. Bu arada baba Pavel Egoroviç’in işleri her geçen gün kötüye gitmektedir. Sonunda bıçak kemiğe dayanır ve baba Çehov iflas bayrağını çeker. Borçlulara görünmeden Moskova’ya kaçar. Anton Çehov ise, evde kalan eşyaları satıp, parasını ailesine göndermek ve liseyi bitirmek için Taganrog’da kalır.

Çehov bir taraftan çalışırken bir taraftan da okulu bitirebilmek için canla başla derslerine sarılır. Tatil günlerini ise belediye kitaplığında kitaplara gömülerek geçirir. Eline ne geçerse okur: Schopenhauer’i, Humboldt’u, Victor Hugo’yu, Cervantes’i, Gonçarov’u, Turgenyev’i, Belinski’yi…

1877 yılı bir dönüm noktası olur; Çehov Paskalya tatili için Moskova’ya gider. İlk defa Taganrog’dan, lüks mağazaların vitrinlerinin insan kalabalığına karıştığı bir şehre gelir. Ve buraya gelmenin hayalini kurmaya başlar.

1879 yılında liseyi bitirdikten sonra Moskova’ya ailesinin yanına taşınır. Bir yıl sonra Moskova Üniversitesi’nde tıp okumaya başlar. Bir yandan da para kazanmak için mizah dergilerine küçük hikayeler yazar.Çehov ilk yazılarında ‘Dalaksız Adam’, ‘Kardeşimin Kardeşi’, ‘Ulysee’ gibi takma adlar kullanır. En çok kullandığı ad, lisedeki hocasının taktığı ad olacaktır: “Antoşa Çehonte”.

1882 yılında, dönemin Rusya’sının popüler mizah dergilerinden biri olan Oskolki’nin (Işıltılar) sahibi ile tanışırve daha dolgun bir ücretle burada yazmaya başlar. Ancak bir sorun vardır. Yazıları 100 satırı geçmemelidir. Böylece başlarda zorlansa bile zamanla, yazdıklarında daima kısa ve öz olmayı ilke edinen Çehov’un sonraki yıllarında George Bernard Shaw’dan Raymond Carver’a kadar pek çok yazarı etkileyecek kısa öykülerindeki sağlam yapının oluşmasında çok etkili olacaktır bu sorun.

‘Çehov’un tüfeği’ teriminin de edebiyata girmesi boşuna değildir kuşkusuz. Çehov’un daha çok sahnelemede dikkat edilmesi gereken bir unsur olarak tanımladığı bu teknik, öykü için de geçerlidir. Eğer birinci perde açıldığında duvarda bir tüfek asılıysa… Veya oyunculardan birisinin belinde tabanca görülüyorsa… O tüfek patlamalı, o tabanca kullanılmalıdır. Çehov’un öykülerinde de her öge kurguya titizlikle yerleştirilmiştir. Gereksiz bir sözün, tasvirin, kişinin öyküde yeri yoktur.

1884’te öykülerini derlediği “Melpomena Masalları”nı yayımlar.  Aynı yıl Tıp fakültesinden mezun olur ve doktorluğu başlar. Yazmakla doktorluğu bir arada götürecek, “Doktorluk benim karım, edebiyat ise metresimdir” diyecektir uzun süre.

Tıp fakültesinden mezun olduktan bir yıl Rusya’nın en büyük günlük gazetelerinden biri olan Novoye Vremya’da (Yeni Zamanlar) yazmak için teklif alır. Artık yazdıkları çok daha geniş okur kitlelerine ulaşmaktadır.

1886 yılında ikinci öykü kitabı “Renkli Öyküler” Anton Çehov imzasıyla çıkar. Hemen bir yıl sonra da Rus Bilimler Akademisi’nin verdiği Rus edebiyatının en değerli ödüllerinden Puşkin Ödülü’nü alacağı “Alacakaranlıkta” gelir. Ardından da Korş Tiyatrosu için bir  oyun yazmaya koyulur: “İvanov”.

1888 yılında onun parlamasını sağlayacak, Çehov’un en ünlü ve en güzel yapıtlarından biri, “Bozkır” gelir. 1889 yılında Çehov, kardeşi Nikolay’ı veremden kaybeder. Kardeşinin ölümü, daha sonraları “Vanya Dayı” olarak tanınacak oyunu “Orman Cini”nin eleştirmenler tarafından beğenilmemesi Çehov’u giderek bunalıma sürükler. Kendine tutunacak bir dal arar. Hukukta okuyan küçük kardeşinin ders notları ona tutanacağı dalı gösterir: “Karar verilinceye kadar bütün dikkatimiz katilin üstünda toplanıyor ama hapishaneye gönderilir gönderilmez tümden unutuveriyoruz onu. Peki hapishanede neler oluyor?”

Çehov hapishanede olan bitenin cevabını bulmak için Pasifik’te Japonya’nın kuzeyinde bir ceza sömürgesi olan Sahalin’e, mahkumların hayatına doğru uzun bir yolculuğa çıkmaya karar verir. Bu cehennem adasında 8 ay kalır ve döndükte sonra buradaki gözlemlerini “Sahalin Adası” adlı bir kitapta toplar.

Çehov, 1892 yılında sessiz ve sakin yaşam arayışı içinde bir malikane alır. Bir taraftan doktor olarak en uzak köylerdeki hastalarla bile ilgilenirken, bir taraftan köyde üç okul, bir klinik yaptırır. Bu arada kalem de elinden düşmez. “6. Koğuş”, “Üç Yıl”, “Kara Keşiş”, “Bilinmeyen Bir Adamın Hikayesi”, “Mujikler” gibi hikayelerini burada yazar. Başyapıtlarından biri olan “Martı” bu yılların ürünüdür.

Ancak üniversite yıllarından beri ciğerlerini tüketen verem artık iyice ağırlaşmıştır. Doktorlar bir sahil kasabasını önerir Çehov’a. Evini satıp Kırım’ın Yalta şehrine yerleşir. “Vişne Bahçe”sini ve “Üç Kız kardeş”i de burada yazar.

1901 yılında tiyatro oyuncusu Olga Knipper ile evlenir ancak evlilikleri sadece üç yıl sürer. Ayrılık, Çehov’un tedavi için gittiği Almanya’nın Badenweiler şehrinde hayatını 
kaybetmesiyle gelir…

Öykülerinden ve oyunlarından acı alayı eksik etmeyen Çehov’un cenazesinin Almanya’dan Moskova’ya getirilişi ise tam ‘Çehovluk bir sahne’dir. Cenazenin bulunduğu treni bekleyen akrabaları ve dostları, trenin üzerinde “İstiridye Taşımacılığı” yazdığını gördüklerinde hayrete düşerler.

Acı alay bununla da sonlanmaz. Garda aniden askeri marş çalmaya başlar, gara gelenler neden askeri bir marşın çalındığını anlamamakla birlikte cenazeye saygı gösterek tabutun arkasında yürür. Sonradan gara aynı gün ölüsü getirilen General Keller’in cenazesi arkasında yürüdüklerini öğrenirler. Çehov edebiyatında hüzünle bir araya getirdiği mizahı cenazesiyle yaşatır.

Anton Çehov, yazarlığına yedi yıl ömür biçmiştir; yazdıklarının bütün dünyaca okunacağını tahmin etmeyerek ve büyük bir alçakgönüllülük gösterek… Bugünse Çehov, kısa öykü ve çağdaş tiyatroda çığır açan, modern edebiyatın en usta yazarlarından biri.

*Kimi kaynaklarda doğumgünü 16 Ocak olarak geçmektedir.


Yazı Semiha ŞENTÜRK tarafından yazılan http://www.milliyet.com.tr/anton-cehov-kitap-1186939/  adlı makaleden kısaltılarak eklenmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder